Geri

   

 

 

 

İleri

 

45- Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Sahâbîlerinin Medine'ye Hicret Etmeleri Bâbı

Abdullah ibn Yezîd ile Ebû Hureyre (radıyallahü anh) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: "Eğer hicret olmasaydı, muhakkak ben Ensâr'dan bir kişi olurdum" buyurduğunu söylemişlerdir.

Ebû Mûsâ da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den şunu söylemiştir: "Ben rüyamda kendimi Mekke'den hurmalıkları olan bir arza hicret ediyorum gördüm. Zannım o arzın Yemâme yahut Hecer olduğuna gitti. Bir de gördüm ki, o Medine'dir; Yesrib'dir".

3945 el-A'meş tahdîs edip şöyle dedi: Ben Ebû Vâil’den işittim, şöyle diyordu: Biz (hastalığında) Habbâb'ı ziyaret ettik. O şöyle dedi: Biz, Peygamber'in izniyle Medine'ye, Allah'ın cihetini yâni rızâsını isteyerek hicret ettik. Artık ecrimiz Allah üzerine (va'di gereği) sabit oldu. Yoldaşlarımızdan bu hicretin ecir ve ni'metinden hiçbirşey almadan âhirete geçenler de vardır. Mus'ab ibn Umeyr bunlardan biridir. Mus'ab, Uhud günü şehîd edildi de geriye sâdece ak ve kara çubuklu bir ihram bıraktı. Biz onu bu ihramla kefenlemeğe çalışıyorduk. Onunla başını örttüğümüzde ayakları meydana çıkıyor; ayaklarını örttüğümüz zaman da başı açığa çıkıyordu. (Bu yoksulluk karşısında) Rasûlüllah bize şehidin başını örtmemizi ve ayaklarının üstüne de ızhır otundan bir mikdâr koymamızı emretti. Bizden kendisine hicretin meyvesi ulaşan ve bu meyveyi devşirenler de vardır.

3946 Alkame ibnu Vakkaas şöyle demiştir: Ben Omer (radıyallahü anh) 'den işittim şöyle dedi: Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den işittim, zannediyorum şöyle buyuruyordu: "Ameller niyete göredir. Artık kimin hicreti; nail olacağı bir dünyâ yahut evleneceği bir kadından dolayı olmuş ise, işte onun hicreti, hicretine sebeb olan şeyedir. Her kimin hicreti Allah'a ve Rasûlü'ne yönelik ise, onun hicreti de Allah'a ve Rasûlü'nedir.

3947 Bana Ebû Amr eI-Evzâî, Abdete ibn Ebî Lubâbe'den; o da Mucâhid İbn Cebr el-Mekkî'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh): "Fetihten sonra hicret yoktur" der idi.

3948- Yahya ibn Hamza dedi ki: Ve yine bana el-Evzâî, Atâ ibn Ebî Rebâh'tan tahdîs etti. O şöyle demiştir: Ben Ubeyd ibn Umeyr el-Leysî ile beraber Âişe'yi ziyaret ettim. Biz Âişe'ye hicretten sorduk. Âişe şöyle dedi: Bu gün (yani fetihten sonra) hicret yoktur. Vaktiyle mü’minlerden herhangi biri kendisi aleyhine bir fitne yapılacağından korktuğu için, dîni ile Yüce Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne kaçar idi. Bu gün ise Allah İslâm'ı zafere ulaştırıp üstün kılmıştır. Bu gün mü'min istediği yerde Rabb'ine ibâdet ediyor. Lâkin bu gün cihâd ve (cihâdda sevâb kazanma) niyeti vardır.

3949  Hişâm şöyle demiştir: Bana babam Urve, Aişe’den şöyle haber verdi: Sa'd ibn Muâz şöyle demiştir:

— Yâ Allah! Sen bilirsin ki, Rasûlü'nü yalanlayan ve O'nu vatanından çıkaran kavim kadar kendilerine harb ve cihâd etmek istediğim hiçbir kimse yoktur. Yâ Allah! Öyle zannediyorum ki, Sen bizimle onların arasında harbi indirdin (yani artık edilecek harb kalmamıştır).

Ve Ebân ibnu Yezîd şöyle dedi: Bize Hişâm, babası Urve'den tahdîs etti (o, şöyle demiştir): Bana Âişe: "Senin Peygamberini yalanlayan ve O'nu vatanından çıkaran Kureyş kavmi kadar kendilerine (karşı) harb etmek istediğim hiçkimse yoktur" şeklinde haber verdi.

3950 Abdullah İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kırk yaşında peygamber gönderildi. Kendisine vahyedilir hâlde Mekke'de onüç sene ikaamet etti. Sonra hicretle emrolunup Medine'ye hicret etti. On yıl da orada ikaamet etti. Kendisi altmışüç yaşında iken öldü.

3951  Abdullah İbn Abbâs radıyallahü anhüma -bu senedle gelen hadîste- Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mekke'de (vahy geldikten sonra) onüç sene eğlendi. Kendi altmışüç yaşında iken de (Medîne'de) vefat etti, demiştir.

3952 Bana İmâm Mâlik, Omer ibn Ubeydillah'ın âzâdlısı Ebu'n-Nadr'dan; o da Ubeyd'den, yani İbn Huneyn'den; o da Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallahü anh)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) minber üzerine oturdu ve:

— "Şübhesiz bir kul var ki, Allah onu dünyânın güzelliğinden kendisine dilediği kadar vermekle, kendi yanındaki âhiret atıyyeleri arasında muhayyer kıldı; o kul da Allah katında olan şeyleri tercih etti" buyurdu. Bu söz üzerine Ebû Bekr ağladı ve:

— Babalarımız, analarımız Sana feda olsun, dedi.

Biz Ebû Bekr'in bu sözlerine hayret ettik. İnsanlar da hayret edip:

— Bu şeyhe bakınız! Rasûlüllah, Allah'ın dünyâ güzelliğinden vermekle kendi yanında olan şeyler arasında muhayyer kıldığı bir kuldan haber veriyor; bu şeyh de: Babalarımızı, analarımızı Sana feda ettik diyor! Dediler. Meğer Rasûlüllah, o muhayyer kılınan kul imiş; Ebû Bekr de bunu hepimizden iyi bilen imiş. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

— "Şübhesiz arkadaşlık hususunda da, mal harcama hususunda da insanların bana en çok vergilisi olan Ebû Bekr'dir. Ümmetimden birini kendime halîl edinecek olaydım, muhakkak Ebû Bekr'i edinirdim, lâkin islâm yüzünden olan kardeşlik ve sevgi (şahsî dostluktan üstündür). Mescid'de Ebû Bekr'in küçük kapısından başka kapanmadık hiçbir kapı kalmasın" buyurdu.

3953- Bize Yahya ibn Bukeyr tahdîs etti: Bize el-Leys, Ukayl ibn Hâlid'den tahdîs etti: İbnu Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibnu'z-Zubeyr haber verdi ki, Peygamber'in zevcesi Âişe (r.anha) şöyle demiştir Ben babamla anamın İslâm Dîni'ni dîn edinmiş olmayarak yaşadıklarını hiç hatırlamadım. O zamanlarda Rasûlüllah'ın gündüzün iki tarafında, sabah akşam bize gelmediği hiçbir günümüz geçmezdi. Müslümanlar (Kureyş müşrikleri tarafından) belâya, işkenceye uğratılınca (Rasûlüllah sahâbîlerine hicret için izin vermiş), Ebû Bekr de Habeş diyarı tarafına hicret etmek üzere (Mekke'den) çıkmıştı. Ebû Bekr Berku'l-Gımâd mevkiine ulaşınca kendisine İbnu'd-Dağıne kavuştu. İbnu'd-Dağıne Kaare kabilesinin seyyididir Ebû Bekr'e:

— Yâ Ebâ Bekr, nereye gitmek istiyorsun? diye sordu. Ebû Bekr de:

— Beni kavmim (in ezası) çıkardı. Arzda yürüyüp seyahat etmek ve Rabb'ime ibâdet etmek istiyorum, dedi.

İbnu'd-Dağıne:

— Yâ Ebâ Bekr, senin gibi bir zât yurdundan çıkmaz ve (başkaları tarafından) çıkarılmaz. Çünkü sen herkeste bulunmayan (en değerli) bir malı ihsan edersin, hısımlarını ziyaret edip onlarla ilgilenirsin, işini görmekten âciz olan aile ferdlerinin yükünü çekersin, misafiri ağırlarsın, hakk engellerine karşı yardım edersin. Şimdi ben senin için bir koruyucuyum. Haydi Mekke'ye dön de kendi beldende Rabb'ine ibâdet et, demiştir.

Bunun üzerine Ebû Bekr geri dönmüş, İbnu'd-Dağıne de kendisiyle beraber yollanmıştır. (Mekke'ye gelince) İbnu'd-Dağıne o akşam Kureyş'in şeriflerini dolaşmış ve onlara:

— Şübhesiz Ebû Bekr gibi bir zât memleketinden çıkmaz ve çıkarılmaz. Sizler şu yüksek sıfatları olan bir adamı memleketinden çıkarır mısınız; o, kimsede bulunmayan en kıymetli malı ihsan eder; o, hısımlara ziyaret edip onlarla ilgisini devam ettirir; o, aile yükünü çeker; o misafiri ağırlar; o, hakk yolunda meydana gelen hâdiselerde insanlara yardım eder, dedi.

Ve böylece Ebû Bekr'i korumasına aldı. Kureyş de İbnu'd-Dağıne'nin Ebû Bekr'i emânına almasını reddetmedi. Hakkındaki bu sözlerini yalanlamadı. Kureyş ileri gelenleri İbnu'd-Dağıne'ye hitaben:

— Sen Ebû Bekr'e emret! O, kendi evinde Rabb'ine ibâdet etsin, orada namaz kılsın, ne dilerse okusun! Fakat okuduğu ile bize ezâ vermesin, okumasını açıktan yapmasın! Çünkü biz, kadınlarımızı ve oğullarımızı fitneye düşürmesinden korkarız, dediler.

İbnu'd-Dağıne Kureyş'in bu sözlerini Ebû Bekr'e söyledi. Ebû Bekr de bu şartlara göre evinde Rabb'ine ibâdet etmek, namazını açıktan kılmamak, evinin dışında Kur'ân okumamak suretiyle ikaamet etti.

Bir zaman sonra Ebû Bekr için bunun zıddı bir re'y hâsıl oldu da evinin önünde bir mescid yaptı. Burada namaz kılmaya ve Kur'ân okumaya başladı. Bunun üzerine müşriklerin kadınları ve çocukları Ebû Bekr’in ibâdet ve kıraatine hayret ederek, ona bakmak için birbirlerini itiyor ve onun üstüne atılıp düşüyorlardı. Ebû Bekr ince yürekli ve çok ağlar bir adamdı. Kur'ân okuduğu zaman gözyaşlarını tutamazdı. Ebû Bekr'in bu hâli, Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerini korkuttu da, onlar İbnu'd-Dağıne'ye haber gönderdiler. İbnu'd-Dağıne de onların yanına geldi. Kureyş:

— Biz Ebû Bekr hakkında senin onu himayene, evinde Rabb'ine ibâdet etmek üzere müsâade etmiştik. Ebû Bekr ise bu sınırı geçerek evinin önünde bir mescid yapmış, içinde aşikâre namaz kılmağa ve Kur'ân okumağa başlamıştır. Doğrusu biz, kadınlarımızın ve oğullarımızın fitneye düşmelerinden korkmuşuzdur. Artık sen Ebû Bekr'i bundan nehyet! Eğer Ebû Bekr, Rabb'ine kendi evinde ibâdet etmekle yetinirse ibâdet etsin. Eğer dayatır da muhakkak namaz ve kıraatini i'lân etmek isterse, ona verdiğin ahd ve emânını sana geri vermesini iste! Emîn ol ki, biz sana verdiğimiz sözden caymayı çirkin gördük. Fakat biz, Ebû Bekr'in aşikâre ibâdet etmesine de söz vermiş değiliz, dediler.

Aişe şöyle dedi: Bunun üzerine İbnu'd-Dağıne, Ebû Bekr'e geldi de:

— Benim sana nasıl bir husus üzerine akd yapıp söz vermiş olduğumu iyice bilmişsindir. Şimdi sen ya o husus üzerinde yetinirsin, yahut da benim ahd ve emânımı bana geri verirsin! Emîn ol ki ben bir kimseye verdiğim emânımı bozmuş olduğumu Arab milletinin işitmesini arzu etmem, dedi.

Bunun üzerine Ebû Bekr:

— Ben artık senin himayeni sana geri veriyorum! Ben Azîz ve Celîl olan Allah'ın himayesine razıyım (O'na sığınıyorum), dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) o gün Mekke'de bulunuyordu. Peygamber, müslümânlara:

— "Sizin hicret edeceğiniz yurt, iki kara taşlık arasında hurmalıkları olan bir şehir olduğu bana rü'yâmda gösterildi" buyurdu.

Bu hadîsteki "İki lâbe", "İki kara taşlık"tır. Peygamber'in bu sözü ve teşviki üzerine Medine tarafına hicret edenler hicret etmişti. Habeşistan'a hicret edenlerin çoğu da (Mekke yoluyla) Medîne'ye dönüp gelmişlerdi. Ebû Bekr de Medine tarafına hicrete hazırlanmıştı. Fakat Rasûlüllah ona:

— "Sabret! Bana da (hicret için) izin verilmesini umarım" buyurdu.

Ebû Bekr de:

— Babam sana feda olsun, böyle bir izin gelmesini umar mısın? diye sordu.

Rasûlüllah:

— "Evet umarım" diye tasdîk buyurdu.

Bu sebeble Ebû Bekr de Rasûlüllah'a hicrette arkadaşlık etmek üzere hemen hareket etmekten kendini men etti. Aynı zamanda Ebû Bekr evinde bulunan en kuvvetli iki hecin devesini dört ay, talh ağacı yaprağı ile ev içinde besledi, (onları dışarıya salıvermedi). Semur yaprağı, silkilip kurutulmuş yapraklardır.

İbn Şihâb şöyle dedi: Urve dedi ki, Âişe şöyle demiştir: Bir gün biz zeval vaktinin ilk saatinde (en sıcak zamanda) Ebû Bekr'in evinde oturuyorduk. Ev halkından biri Ebû Bekr'e:

— İşte Rasûlüllah, bize gelmesi mu'tâd olmayan bir saatte, başını bir sargı ile sarmış olarak geliyor! Dedi.

Ebû Bekr de:

— Babam, anam O'na kurbân, vallahi mühim bir hâdise olmadıkça bu saatte gelmek âdeti değildi, dedi.

Âişe, rivayetine devam ederek dedi ki: Rasûlüllah geldi, izin istedi. Kendisine içeri girme izni verilip buyurun denildi. Bunun üzerine evimize girdi. Müteakiben Peygamber, Ebû Bekr'e:

— "Yanında bulunanları dışarı çıkar!" buyurdu.

Ebû Bekr de (beni, annem Ümmü Rûmân'ı ve kızkardeşim Esmâ'yı kasdederek):

— Babam Sana kurbân yâ Rasûlallah! Onlar Senin ehlin ve mahremindir (yabancı yoktur), dedi.

Rasûlüllah:

— "Bana (Mekke'den Medine'ye) çıkmaklığım için izin verildi"

dedi. Ebû Bekr de:

— Yâ Rasûlallah, babam Sana kurbân olsun! Ben de sohbetinizde ve maiyyetinizde bulunmak isterim, dedi. Rasûlüllah:

— "Evet (sen de beraberimde olacaksın)" buyurdu.

Ebû Bekr:

— Babam Sana kurbân yâ Rasûlallah, şu iki binek devemden birini beğen al! dedi. Rasûlüllah:

— "Ancak bedeliyle alırım" buyurdu.

Âişe dedi ki: Biz Rasûlüllah ile Ebû Bekr'in sefer gereklerini çarçabuk hazırladık. Her ikisi için deriden bir dağarcık içinde bir mikdâr azık düzenleyip koyduk. Dağarcığın ağzı bağlanacağı sıra Ebû Bekr'in kızı Esma, belinin kuşağından bir parça yırtıp ayırdı da, onunla dağarcığın ağzını bağladı. Bundan dolayı Esmâ'ya "Zâtu'n-Nitâk" - Kuşmeyhenî rivayetinde: "Zâtu'n-Nitâkayn ( = İki kuşaklı)"- diye isim takıldı

Âişe dedi ki: Sonra Rasûlüllah ile Ebû Bekr Sevr Dağı'ndaki bir mağaraya ulaştılar ve orada üç gece gizlendiler Her gece yanlarında Ebû Bekr'in oğlu Abdullah gecelerdi. Abdullah maharetli, çabuk anlayışlı taze bir gençti. Seher vakti Rasûlüllah ile Ebû Bekr'in yanından çıkar, Mekke'de gecelemiş gibi Kureyş ile sabahlardı. Abdullah, Rasûlüllah ile Ebû Bekr hakkında Kureyş müşriklerinin hilelerinden duyduğu şeyleri ezberler, tâ karanlık basınca gelir, Rasûlüllah ile babasına haber verirdi. Ebû Bekr'in kölesi Âmir ibn Fuheyre (o civarda) bol sütlü sağmal koyun sürüsü otlatır ve akşamdan bir müddet geçtiğinde o sürüyü Rasûlüllah ile Ebû Bekr'in yanlarına getirirdi. Onlar da sağıp taze süt içerek gecelerlerdi. O süt, kendi sağmallarının sütü idi. Ve içine kızgın taş konularak ısıtılmış (ve biraz pişirilmiş) idi. Nihayet gecenin sonunda Âmir ibn Fuheyre (mağaranın önüne gelir), sağmal koyunlara seslenir, tekrar otlatmaya götürürdü. Rasûlüllah ile Ebû Bekr'in mağarada bulundukları üç gecenin hepsinde Âmir süt işini böyle te'mîn etmiştir.

Rasûlüllah ile Ebû Bekr (Mekke'de iken) Abd ibnu Adiyy oğulları olan ed-Dîl oğulları'ndan yol kılavuzluğunda maharetli (Abdullah ibn Ureykıt adında) bir kişi îcâr etmişlerdi. Bu adam Âs ibn Vâil es-Sehmî ailesi hakkında yemînli dost olmak üzere elini kana batırmıştı Bu zât hâlâ Kureyş kâfirlerinin dîni üzere idi. Fakat doğruluğuna emniyet ve i'timâd ederek Rasûlüllah ile Ebû Bekr, develerini ona teslim etmişler ve üç gece sonra develeriyle beraber Sevr Dağı'ndaki mağarada buluşmak üzere va'dleşip muahede etmişlerdi. Bu kılavuz kişi Rasûlüllah ile Ebû Bekr'in develeriyle üçüncü gecenin sabahında Sevr'e, onların yanına geldi. Rasûlüllah ve Ebû Bekr'le beraber Âmir ibn Fuheyre ve kılavuz Abdullah ibn Ureykıt da yollandılar. Kılavuz yolcuları alıp sahiller yolunu ta'kîb ederek Medine'ye gitmek üzere hareket ettiler.

3954- İbn Şihâb şöyle demiştir Bana Abdurrahmân ibn Mâlik el-Mudlicî -ki o, Surâka ibn Mâlik ibn Cu'şum'un erkek kardeşidir- haber verdi. Ona da babası Mâlik, Surâka ibn Cu'şum'dan şöyle derken işittiğini haber vermiştir: (Hicret kaafilesi Mudlic oğulları sınırından geçtiği sırada) Kureyş kâfirlerinin etrafa saldıkları elçileri bize geldi. Mekkeliler Rasûlüllah ile Ebû Bekr'den herbirini öldüren veya esîr eden kimse için ayrı ayrı mükâfat ta'yîn ediyorlardı,

Surâka dedi ki: Bu günlerde ben, kavmim Mudlic oğulları'nın toplantılarından birisinde oturuyordum. Bu sırada Kureyş adamlarından bir kişi çıkageldi. Biz otururken o ayakta dikildi de:

— Yâ Surâka! Ben biraz önce sahile doğru yollanan birkaç yolcu karaltısı gördüm. Öyle sanıyorum ki, bunlar Muhammed ile sahâbîleridir, dedi.

Surâka dedi ki: Ben derhâl bu adamın anlattığı yolcuların Muhammed ile sahâbîleri olduğunu anladım. Fakat (ondan saklamak için) ona:

— Gördüğün karaltılar Muhammed'le sahâbîleri değildir. Lâkin sen Fulân ve Fülân kişileri görmüş olacaksın! Şimdi onlar bizim gözlerimiz önünden geçip gittiler, kendilerine âid bir kayıp arıyorlar, dedim.

Sonra (hareketimi meclistekilere sezdirmemek için) bir müddet daha mecliste eğlendim. Sonra kalkıp evime girdim. Cariyeme atımı alıp çıkarmasını ve yüksek tepenin arkasında beni beklemesini emrettim. Ben de kargımı alarak evimin arka tarafından çıktım. Ve kargımın (parıltısını gizlemek için) alt tarafını yerde sürüklemiş, üst tarafını da aşağıya doğru tutmuştum. Nihayet atımın yanına geldim, bindim ve beni gayeme yaklaştırması için hayvanı dört nala kaldırdım. Sonunda Rasûlüllah ile sahâbîlerine yetişip yaklaştım. Bu sırada atım sürçüp kapaklandı. Ben de atımdan düştüm Fakat hemen toparlanıp kalktım ve elimi ok kuburumun içine uzattım, ondan fal kalemlerini çıkardım Muhammed'le sahâbîlerine zarar verir miyim, yoksa vermez miyim? diye onlarla fal baktım. Fal neticesinde hoşlanmadığım şey (yani zarar veremeyeceğim hususu) çıktı. Bunun üzerine ben yine atıma bindim. Fal oklarının aykırı çıkmasına rağmen, ben onlara isyan edip, atımı yine dörtnala kaldırdım. At beni onlara yaklaştırıyordu. Nihayet Rasûlüllah'ın okuduğunu işittim. Rasûlüllah arkasına dönüp bakmıyordu. Ebû Bekr ise arkasına çok dönüp bakıyordu. Rasûlüllah'ın okuduğunu işittiğim sırada atımın iki ön ayağı yere (kum içine) battı. Hattâ bu batış dizlerine kadar erişti. Ben de attan düştüm. Sonra ben hayvanı kalkmağa zorladım. O da kalkmağa çalıştı. Fakat bir türlü ayaklarını çıkarmaya gücü yetişmedi. Hayvan (zorlukla homurdanarak) kalkıp doğrulunca da hemen iki ayağının gömülen izinden göğe doğru ateş dumanı gibi bir duman yükselip dağıldı. Bunun üzerine ben fal oklarıyle tekrar fal baktım. Yine hoşlanmadığım surette çıktı. Sonra ben Muhammed'le sahâbîlerine:

— el-Emân! Diye haykırdım

Bunun üzerine durdular. Ben de atıma binerek tâ yanlarına vardım. Rasûlüllah ve sahâbîlerini taarruzumdan koruyan bunca hârikalarla karşılaştığım şu anda gönlümde kesin bir kanâat hâsıl oldu ki, Rasûlüllah'ın işi ve peygamberlik da'vâsı yakında zahir olup zafere ulaşacaktır. Bu kanâat üzerine O'na:

— Kavmin Kureyş, Sen'in öldürülmen veya esîr alınman hakkında mükâfat ta'yîn etmişlerdir, dedim.

Ve Kureyş'in, kendisine ve sahâbîlerine karşı ne kadar fenalık yapmak istediklerini birer birer onlara haber verdim. Ve kendilerine yol azığı ve yol metâ'ı arzettim. Fakat benden birşey almadılar ve hiçbirşey de almak istemediler. Yalnız Rasûlüllah bana:

" (Yâ Surâka!) Bizim yolculuğumuzu gizle!" dedi.

Bunun üzerine ben Rasûlüllah'tan hakkımda bir emânnâme yazmasını istedim. Rasûlüllah da Âmir ibn Fuheyre'ye emretti. Âmir de bir deri parçasına yazıp verdi. Bundan sonra Rasûlüllah, maiyyetiyle yoluna devam etti.

İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr haber verdi ki, Rasûlüllah yolda müslümânlardan deve süvârîsi bir kaafile içinde gelmekte olan Zubeyr ibnu'l-Avvâm'a kavuştu. Bu kaafile Şam'dan gelmekte olan tacirlerdi. Zubeyr, Rasûlüllah ile Ebû Bekr'e beyaz maşlahlar giydirdi

Medine'de müslümânlar, Rasûlüllah'ın Mekke'den yola çıktığını işitmişler ve karşılamak için her sabah kuşluk vakti Harre mevkiine çıkarak öğle sıcağı basıncaya kadar Rasûlüllah'ın gelmesini bekliyorlardı. Yine bir gün müslümânların beklemeleri uzadıktan sonra dönmüşlerdi. Evlerine girdikleri sırada Yahûdîler'den bir kişi, kendisine âid bir işe bakmak üzere Yahûdî kulelerinden bir kulenin üstüne çıkıp yüksekten uzaklara bakmakta iken, Rasûlüllah ile sahâbîlerini, beyazlar giymiş oldukları hâlde -sıcaktan meydana gelen serap ve sis manzaralarını yararak geldiklerini gördü. Artık Yahûdî bu muhteşem gelişi saklamaya muktedir olamayarak, yüksek sesiyle:

— Ey Arab cemâati! Beklemekte olduğunuz nasibiniz ve devletliniz işte geliyor! diye haykırdı.

Bu sesi işiten bütün müslümânlar, silâhlarına sarılarak evlerinden fırlayıp Rasûlüllah'ı karşılamaya koştular. Ve Harre denilen kara taşlık yolunda Rasûlüllah'a kavuştular.

Rasûlüllah şimdi maiyyetiyle ve karşılayıcılarıyle Medine'nin sağ tarafına (Kubâ yönüne) doğru meyledip yollandı. Nihayet Rasûlüllah, maiyyetiyle beraber Harise oğullarından Amr ibn Avf ailesinin yurduna indi. Ve onlara (onların başında bulunan Kulsüm ibn Hıdm'e) misafir oldu. Küba'ya varış rebîu'l-evvel ayının bir pazartesi gününe tesadüf etmişti

Karşılayıcılara karşı kabul merasimini Ebû Bekr yapmış ve konuşmuştu. Rasûlüllah ise sükût edip bir tarafa oturmuştu. Hattâ Ensâr'dan Rasûlüllah'ı evvelce görmeyerek Küba'ya gelenler, Ebû Bekr'i (Şâm ticâreti münâsebetiyle) tanıdıklarından, evvelâ ona selâm veriyorlardı. Tâ ki, Rasûlüllah'a güneş isabet edip de hemen Ebû Bekr varıp, kendi ridâsıyle Rasûlüllah'ın üzerine gölgelik yapınca, o zaman Rasûlüllah'ı herkes tanıdı.

Rasûlüllah, Amr ibn Avf oğulları'nda on küsur gece misafir kaldı. Bu müddet zarfında takva üzerine kurulan mescid kuruldu ve Rasûlüllah mescid içinde namaz kıldı

Sonra Rasûlüllah devesine bindi. Muhacirler'den ve Ensâr'ın karşılayıcılarından meydana gelen bir kalabalık, beraberinde yürümek suretiyle, sevinç gösterileri yaparak Medine'ye hareket etti. Nihayet Medine'ye vardığında devesi, Rasûlüllah'ın Medine'deki mescidinin yerinde çöktü. Burasını müslümânlar o sırada namaz kılma yeri edinmişlerdi. Daha evvel de Sa'd ibn Zurâre'nin terbiyesinde bulunan Süheyl ve Sehl adlı iki yetîm çocuğa âid olup hurma kurutacak harman yeri idi. Rasûlüllah'ın devesi bu arsaya gelip çökünce, Rasûlüllah:

— "İnşâallah burası bizim menzilimiz ve makaamımızdır" buyurdu.

Bilâhare Rasûlüllah, bu iki genci da'vet edip, burasını mescid yapmak üzere değer bahâsıyle onlardan satın almak istedi. Gençler:

— Yâ Rasûlallah, burasını biz Sana bağışlarız, dediler.

Fakat Rasûlüllah, çocuklardan hibe suretiyle almak istemedi. Nihayet ta'yîn edilen bir bedelle satın aldı. Sonra mescidi bina etti. Mescidin inşâsı sırasında Rasûlüllah, sahâbîleriyle beraber mescid duvarlarına kerpiç taşımaya başladı. Taşırken de şu beyitleri okudu:

“Haza'l -hımâlu lâ hımâle Hayber. Hazâ eberru Rabbena ve athar”.

“Allahümme inne'l-ecre ecru'l-âhıre. Ferhami'l-Ensâra ve'l-Muhâcire (- Ey Rabbimiz, yüklenip taşıdığımız şu balçıktan düzülmüş ham kerpiç yükü, Hayber'in hurma hamulesi değildir. Bu ondan daha hayırlı ve daha temizdir. Şübhesiz ki hayırlı ücret, âhiret ücretidir. Yâ Rabb, sen Ensâr'a ve Muhâcirler'e merhamet eyle) diyordu.

Rasûlüllah, müslümânlardan ismi bize bildirilmeyen bir şâirin şiirini misâl olarak inşâd etmiştir. İbn Şihâb ez-Zuhrî: Rasûlüllah'ın bu beyitten başka tam bir şiirin bir beytine misâl olarak getirip inşâd ettiği, hadîslerde bize ulaşmadı, demiştir.

3955 Hişâm, babası Urve'den ve Fâtıma bintu'l-Munzir'den; onlar da Esmâ (radıyallahü anh)'dan tahdîs etmiştir (Esma şöyle demiştir): Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ebû Bekr için Medine'ye gitmek istedikleri zaman bir sofra hazırladım. Babama:

— Sofranın ağzını bağlayacak, kuşağımdan başka birşey bulamıyorum, dedim. Babam:

— Kuşağını ikiye böl, dedi.

Ben de öyle yaptım da işte bundan dolayı ben "Zâtu'n-Nıtâkayn = İki kuşaklı" diye isimlendirildim.

3956 Ebû İshâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibn Âzib (radıyallahü anh)'den işittim, o şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye yönelip hareket ettiği zaman, yolda kendisim Surâka ibnu Mâlik ibn Cu'şum ta'kîb etti. Peygamber de onun aleyhine beddua etti. Bunun üzerine onun atının ayakları yere battı. Surâka, Peygambere:

— Benim için Allah'a duâ et, ben sana zarar vermeyeceğim, dedi.

Peygamber de onun lehine duâ etti.

Râvî dedi ki: Rasûlüllah yolda susadı da bir çobana uğradı. Ebû Bekr:

— Ben bir kap alıp onun içine az bir mikdâr süt sağdım, onu Peygamber'e getirdim ve kendisi bundan içti; ben de bundan hoşnûd oldum, demiştir.

3957- Bana Zekeriyyâ ibn Yahya, Ebû Usâme'den; o da Hişâm ibn Urve'den; o da babası Urve'den; o da Esmâ (radıyallahü anh)'dan olmak üzere tahdîs etti. Esma (Mekke'de iken) oğlu Abdullah ibnu'z-Zubeyr'e hâmile olmuştu. Esma dedi ki: Ben gebelik müddetini tamamlamış olarak Mekke'den çıktım ve Medine'ye geldim, Küba'ya indim. Abdullah'ı orada doğurdum. Sonra onu Peygamber'e getirdim de kucağına koydum. Bunun üzerine Rasûlüllah bir hurma istedi. Onu çiğnedikten sonra çocuğun ağzına tükürdü. Bu suretle oğlumun midesine ilk inen şey, Rasûlüllah’ın tükrüğü oldu. Sonra Rasûlüllah bir hurma çiğnemiyle çocuğun damağını oğdu. En sonra çocuğa duâ etti, ona bereket ve saadet diledi. Ve böylece Abdullah ibnu'z-Zubeyr (hicretten sonra Medine'deki) müslümân aileleri içinde ilk doğan çocuk oldu.

Bu hadîsi Alî ibn Mushir'den; o da Hişâm'dan; o da babası Urve'den; o da Esma'dan senediyle rivayet etmekte Zekeriyyâ ibnu Yahyâ'ya Hâlid ibn Mahled mutâbaat etmiştir. Bunda: Esma, Peygamber'in yanına gebe olarak hicret etti, ifâdesi vardır.

3858 Âişe (r.anha) şöyle demiştir: (Medine'de) İslâm içinde ilk doğan çocuk Abdullah ibnu'z-Zubeyr'dir. Onu Peygamber'e getirdiler, Peygamber bir hurma aldı da onu çiğnem yaptı, sonra da onu çocuğun ağzının içine soktu.. Böylece çocuğun karnına ilk giren şey, Peygamber'in tükrüğüdür.

3959 Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Allah'ın Peygamberi Mekke'den Medine'ye, Ebû Bekr'i bineğinin arkasına bindirmiş olarak geldi. Ebû Bekr, (saç ve sakalı ağardığından) ihtiyar (görünüyor, ticâret için gelip gittiğinden de) tanınıyordu. Allah'ın Peygamberi ise (saçı ağarmadığından) genç görünüyor, tanınmıyordu.

Râvî dedi ki: Herhangi bir kimse Ebû Bekr'le karşılaşır da:

— Yâ Ebâ Bekr! Şu önündeki adam kimdir? diye sorar, O da:

— Bu adam beni doğru yola hidâyet eden kimsedir, diye cevâb verirdi.

Zanneden kimse, Ebû Bekr'in bu sözle ancak maddî olan yolu kasdettiğini sanır. Halbuki Ebû Bekr bu sözündeki yol ile ancak hayır yolunu kasdediyordu. Ebû Bekr bir ara arkasına döndü ve birden kendilerine yetişmiş olan bir süvariyi (yani Surâka'yı) gördü. Bunun üzerine:

— Yâ Rasûlallah, işte bir süvari bize yetişti, dedi. Allah'ın Peygamberi geriye döndü de:

"Yâ Allah! Onu düşür" dedi.

Bu duâ üzerine at onu yere attı. Sonra at homurdanarak ayağa kalktı. Bu düşme ardından Surâka:

— Ey Allah'ın Peygamberi, ne dilersen emret, dedi. Peygamber ona:

— "Sen yerinde dur, arkamızdan bize yetişecek hiçbir kimseyi bırakma" buyurdu.

Râvî Enes dedi ki: (Ne garîbdir ki) Surâka bir gündüzün evvelinde Allah'ın Peygamberi aleyhine çalışan, O'nun canına kasdeden bir kimse iken, o gündüzün sonunda O'nun hayâtını müdâfaa eden bir silâh mesabesinde olmuştur!

Nihayet Rasûlüllah Harre tarafında konak etti. Oradaki ikaametinden sonra Ensâr'a (yânı dayıları olan Neccâr oğulları'na) haber gönderdi. Onlar silâhlanarak Allah'ın Peygamber'ine ve Ebû Bekr'e geldiler de, bunlar selâm verdiler ve:

(Buyurunuz!) Düşmanlarınızdan emîn, dostlarınız tarafından itaat edilmiş iki kimse olarak develerinize bininiz, dediler.

Bunun üzerine Allah'ın Peygamberi devesine bindi. Ebû Bekr de arkasında, deve üstünde vaziyet aldı. Bu silâhlı kuvvetler, Peygamber'le Ebû Bekr'in develeri çevresini kuşattılar. (Bu suretle düzülen kaafile Medine'ye doğru yollandı.) Bu sırada Medine'de:

— Allah'ın Peygamberi geldi, Allah'ın Peygamberi geldi! denildi.

Artık herkes yükseklere çıkıp O'na bakıyor ve:

— Allah'ın Peygamberi geldi, Allah'ın Peygamberi geldi! Diyorlar ve sevinç gösterileri yapıyorlardı.

Bu sevinç içinde ilerleyip gelen Peygamber, nihayet Ebû Eyyûb'un evinin yanına indi. Şu muhakkak ki, Peygamber orada kendi ailesi ferdlerine bâzı sözler söylüyordu. Tam bu esnada O'nun konuşmasını Abdullah ibn Selâm işitti. Kendisi, ailesine âid olan bir hurmalıkta onlara hurma topluyor hâldeydi. Hemen onlar için toplamakta olduğu hurmaları orada bırakıvermeye acele etti de topladığı hurmalar beraberinde olarak Peygamber'in yanına geldi. Allah'ın Peygamberi'nden ilk defa olarak konuşmasını işitti. Sonra tekrar kendi ailesinin yanına döndü.

Allah'ın Peygamberi devesinden indikten sonra (Abdulmuttalib'in anası Selmâ kadın yönünden hısımlarını kasdederek):

— "Hısımlarımız evlerinden hangisinin evi daha yıkındır?" diye sordu.

Neccâr oğullarından Ebû Eyyûb:

— Ey Allah'ın Peygamberi, benim evim yakındır! İşte şu, evimdir, şu da kapısıdır, diye gösterdi.

Peygamber:

— "Öyle ise haydi git de bizim için yatıp istirahat edecek bir yer hazırla!" buyurdu.

Ebû Eyyûb hemen gidip geldi de Peygamber'le Ebû Bekr'e hitaben:

— Yüce Allah'ın bereketi üzerine ikiniz de kalkıp buyurunuz! dedi.

Allah'ın Peygamberi Ebû Eyyûb'un evine gelince, Abdullah ibn Selâm da geldi ve şunları söyledi:

— Şehâdet ederim ki, sen Allah'ın Rasûlü'sün ve sen hiç şübhesiz hakkı getirdin. Yahudiler benim kendilerinin seyyidi ve seyyidlerinin oğlu olduğumu, onların en bilgilisi ve en bilginlerinin oğlu olduğumu bilmişlerdir. Onları çağır da, onlar benim müslümân olduğumu bilmeden önce, beni onlardan sor (mevki'imi tezkiye ve tasdîk ettir). Çünkü Yahudiler eğer benim müslümân olduğumu bilirlerse, benim hakkımda bende bulunmayan şeyler söyleyip bana iftira ederler, dedi.

Bunun üzerine Allah'ın Peygamberi (Abdullah ibn Selâm'ı bir tarafa gizledikten sonra) Yahûdîler'e haber gönderip çağırdı. Yahudiler gelip huzuruna girdiklerinde, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):

— "Ey Yahûdî cemâati, size veyl olsun, Allah'a ittıkaa ediniz. Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemîn ederim ki, sizler benim Allah'ın hakk rasûlü olduğumu ve benim hakk dîni getirmiş olduğumu muhakkak pekiyi bilmektesinizdir. Onun için müslümân olunuz" buyurdu.

Yahudiler:

— Biz senin peygamber olduğunu bilmiyoruz, dediler.

Bu sözü Peygamber'e üç defa söylediler. Sonra Peygamber onlara:

—“Sizin içinizde Abdullah ibn Selâm var, o nasıl adamdır?" diye sordu. Yahudiler:

— O bizim seyyidimiz ve seyyidimizin oğludur; en bilgilimiz ve en bilgilimizin oğludur, dediler. Peygamber:

— "Abdullah ibn Selâm müslümân olursa sizler ne dersiniz?'' diye sordu. Yahudiler:

— Hâşâ Allah'a! Abdullah ibn Selâm hiçbir vakit müslümân olmaz! dediler. Peygamber yine:

— "Abdullah ibn Selâm müslümân olursa sizler ne dersiniz?" buyurdu. Yahudiler:

— Hâşâ Allah'a! Abdullah hiçbir vakit müslümân olmaz! dediler.

Peygamber üçüncü defa:

— "Abdullah ibn Selâm müslümân olursa sizler ne dersiniz?" diye sordu. Yahudiler de üçüncü defa:

— "Hâşâ Allah'a! Abdullah ibn Selâm hiçbir vakit müslümân olacak değildir, dediler. Bu sefer Peygamber, Abdullah ibn Selâm'a hitaben:

— "Yâ İbne Selâm, bulunduğun yerden bunların önüne çık!" buyurdu. Abdullah, saklı bulunduğu yerden çıkarak:

— Ey Yahûdî cemâati! Allah'tan ittikaa edip korkun! Kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah'a yeminle söylüyorum ki, sizler O'nun Allah'ın Rasûlü olduğunu ve O'nun hakk dîn getirdiğini muhakkak iyi bilmektesiniz, dedi. Yahudiler de ona karşı:

— Sen yalan söyledin, dediler.

Bu çelişkili sözleri üzerine Rasûlüllah, Yahûdîler'i huzurundan dışarı çıkardı.

3960 ibn Cureyc şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibn Omer, Nâfi'den; yani o da İbn Omer'den haber verdi; o şöyle demiştir: Omer ibnu'l-Hattâb (radıyallahü anh) ilk Muhâcirler'e Beytu'lmâlden dört mevsim veya dört yılda dörtbin dirhem ta'yîn etti. İbn Omer için de üçbinbeşyüz dirhem ta'yîn etti. Omer ibnu'l-Hattâb'a:

— İbn Omer de Muhacirler'dendir; onun tahsisatını dörtbinden niçin eksilttin? denildi. Bunun üzerine Omer:

— İbn Omer'i ancak ana-babası hicret ettirmişlerdir, deyip: O kendi kendine muhacir olan kimse gibi değildir, gerekçesini söylüyordu.

3961- …Buradaki iki ta'rîkten birinde el-A'meş şöyle demiştir: Ben Şakîk ibn Seleme'den işittim, şöyle dedi: Bize Habbâb tahdîs edip şöyle dedi: Bizler Rasûlüllah'ın maiyyetinde Allah'ın cihetini, yani rızâsını arayarak (Medîne'ye hicret ettik, ecrimiz (va'di gereğince) Allah'a vâcib oldu.

3962- Yol arkadaşlarımızdan bunun ecrinden hiçbirşey yemeden âhirete geçenler vardır. Bunlardan biri Mus'ab ibn Umeyr'dir. O, Uhud günü şehîd edilmişti de biz onu, içinde kefenleyeceğimiz hiçbirşey bulamamış, ancak ak ve kara çubuklu ve kalemli bir ihram bulmuştuk. (Biz şehidi onunla kefenlemeye çalışıyorduk.) Bu alacalı ihramla başını örttüğümüz zaman ayakları meydana çıkıyor; ayaklarını örttüğümüzde de başı meydana çıkıyordu. Bu yokluk karşısında Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize bu ihrâmlı şehidin başını örtmemizi, ayaklarının üzerine de ızhır otundan koymamızı emretti. Bizden, kendilerine hicret meyvesi ulaşan ve bu meyveyi devşirenler de vardır.

3963 Muâviye ibn Kurre şöyle demiştir: Bana Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin oğlu Ebû Burde tahdîs edip şöyle dedi: Abdullah ibn Omer bana:

— Sen babam Omer'in, senin baban Ebû Musa'ya dediği şeyi biliyor musun? dedi.

Ben:

— Hayır, bilmiyorum, dedim.

Abdullah ibn Omer şöyle dedi: Benim babam senin babana:

— Yâ Ebâ Mûsâ, Rasûlüllah'la maiyyetinde İslâm'a girmemiz, O'nun beraberinde hicret etmemiz, O'nun beraberinde cihâd etmemiz ve O'nun beraberinde yaptıklarımızın hepsinin bizim lehimize sabit olması ve Resûlüllah’tan sonra yaptığımız amellerin hepsi de başabaş müsâvî olması, yani lehimize ve aleyhimize birşey sabit olmaması seni sevindirir mi? dedi.

Buna karşı benim babam (doğrusu: Senin baban):

— Hayır, (bu beni sevindirmez). Vallahi biz Rasûlüllah'tan sonra da cihâd etmiş, namaz kılmış, oruç tutmuş ve daha birçok hayır ameli işlemişizdir. Ve bizim ellerimizle birçok beşer İslâm Dîni'ne girdi. Biz elbette bu amellerimizin sevabını da ümîd ediyoruz, dedi.

Bunun üzerine babam Omer:

— Fakat ben, Omer'in nefsi elinde bulunan Allah'a yemîn ederim ki, Rasûlüllah'ın beraberinde yaptığımız amellerin bizim için sabit olup sevabının bize ulaşmasını, lâkin O'ndan sonra yaptığımız herbir amelden de başabaş müsâvî olarak (yani ne lehimize, ne de aleyhimize birşey sabit olmayarak) kurtulmamızı çok arzu etmişimdir, dedi.

 (Ebû Burde dedi ki:) Ben, İbn Omer'e:

— Şübhesiz senin baban Omer, Allah'a yemîn ederim ki, benim babam Ebû Musa'dan hayırlıdır, dedim.

3964  Ebû Usmân en-Nehdî şöyle demiştir: Ben ibn Omer (radıyallahü anh) 'den işittim: İbn Omer için: O babası Omer'den önce hicret etti denildiği zaman, bu sözden öfkelenerek şöyle demiştir:

Ben ve babam Omer, Rasûlüllah'ın huzuruna geldik ve kendisini gündüz uykusu uyurken bulduk. Bunun üzerine tekrar konak yerimize döndük. Biraz sonra Omer beni gönderdi de:

— Git bak bakalım, Rasûlüllah uyanmış mı? dedi.

Ben Rasûlüllah'a geldim ve huzuruna girdim de kendisiyle bey'at ettim. Sonra babam Omer'in yanına gittim ve ona Rasûlüllah'ın uyanmış olduğunu haber verdim. Akabinde hızlı hızlı yürüyerek Rasûlüllah'a gittik. Nihayet babam Omer, Rasûlüllah'ın yanına girdi de, O'nunla bey'at yaptı. Sonra ben Rasûlüllah ile (ikinci defa) bey'atlaştım.

3965 Ebû İshâk şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibn Âzib (radıyallahü anh)'den işittim, tahdîs edip şöyle dedi: Ebû Bekr, babam Âzib'den bir binek devesi satın aldı. Ben o deveyi Ebû Bekr'le beraber onun evine taşıdım.

Râvî dedi ki: Bu sırada Âzib, Ebû Bekr'e, Rasûlüllah'ın hicret yürüyüşünü sordu. Ebû Bekr şöyle dedi:

Bizim üzerimize gözcüler tutuldu. Biz (üç gün sonra) geceleyin (mağaradan) yola çıktık. O gecemizi ve gündüzümüzü sür'atle yürüdük. Nihayet güneş gündüzün ortasına gelip dikildi. O sırada gözümüze büyük bir kaya göründü. Onun yanına geldik. Onun biraz gölgesi vardı.

Ebû Bekr dedi ki:

Ben Rasûlüllah için beraberimde bulunan bir postekiyi yere döşedim. Sonra Peygamber onun üzerine yattı. Ben de onun etrafında olan şeyleri bakıp araştırmak üzere gittim. Bu sırada bir çobanla karşılaştım ki, çoban küçük koyun sürüsü içinde bizim istediğimiz gibi o kayanın gölgesinden faydalanmak isteyerek, ona doğru gelmektedir. Ben çobana:

— Sen kimin çobanısın ey delikanlı? Diye sordum. O:

— Fulân kimsenin çobanıyım, dedi. Ben ona:

— Senin koyunlarında süt var mı? Dedim. O:

— Evet vardır, dedi. Ben ona:

— Süt sağar mısın? dedim. O:

— Evet sağarım, dedi ve sürüsünden bir koyun tuttu. Ben ona:

— Memesi üzerindeki kıl, toprak ve pislikleri silkele, dedim. Ebû Bekr dedi ki:

Çoban biraz süt sağdı. Benim yanımda da Rasûlüllah'a su içirdiğim deriden bir su kabı bulunuyordu ve ağzı üzerinde bir bez parçası vardı. Sütün üzerine biraz da su döktüm, hattâ kabın aşağısı biraz soğudu. Sonra bunu Peygamber'e getirdim de:

— Yâ Rasûlallah, bu sütü iç! Dedim.

Rasûlüllah içti, ben de bundan hoşnûd oldum. Sonra hareket ettik. Bizi arayıcılar izimiz üzerinde idiler.

3966- el-Berâ dedi ki: Ben Ebû Bekr'in beraberinde olarak onun ailesi yanına girdim. Birden kızı Âişe'yle karşılaştım ki, o kendisine ateşli bir hastalık isabet etmiş olduğu için yatmakta idi. Bu esnada babasını gördüm ki, onun yanına gitti de kızının yanağından öptü ve:

— Nasılsın ey kızcağızım? Dedi.

3967 Peygamber'e hizmet eden Enes (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldi. Onun sahâbîleri içinde Ebû Bekr'den başka saç ve sakalı kırçıl kimse yoktu. Ebû Bekr saç ve sakalını kına ve ketem bitkisi ile gılıfladı, yânı saçlarını boyadı.

3968- Ve Duhaym şöyle dedi: Bize el-Velîd tahdîs etti. Bize el-Evzâî tahdîs etti: Bana Ebû Ubeyd, Ukbe ibnu Vessâc'dan tahdîs etti. Bana Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh) tahdîs edip şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldi. Ebû Bekr, O'nun (Muhacir olarak gelen) sahâbîlerinin en yaşlısı idi. (Onun saç ve sakalının siyahlığına beyaz karışmıştı.) Ebû Bekr, kına ve keten karışığı ile saçlarını boyadı da saçlarının kırmızılığı siyaha yakın derecede şiddetli, koyu renkli oldu.

3969- Bize Esbağ ibnu'l-Fefec tahdîs etti: Bize Abdullah ibnu Vehb, Yûnus ibn Yezîd'den; o da ibn Şihâb'dan; o da Urve ibnu'z-Zubeyr'den; o da Âişe'den şöyle tahdîs etti: Ebû Bekr (radıyallahü anh), Kelb oğulları kabilesinden bir kadınla evlendi ki, o kadına Ümmü Bekr denilirdi. Ebû Bekr, Medîne'ye hicret ettiği zaman bu kadını boşadı da, sonra o kadını, kadının amcaoğlu (Ebû Bekr Şeddâd ibni'l-Esved ibn Abdi'ş-Şems ibn Mâlik ibn Ceûne) zevceliğe aldı. İşte o, (Bedir'de öldürülüp de Peygamber'in kuyuya attığı) Kureyş kâfirlerine mersiye olarak şu kasideyi söyleyen şâirdir.

Ve mâ zâ bi’l-kalîbi kalıbı Bedrin Mine'ş-şîzâ tüzeyyenu bi's-senâmi,

Ve mâ zâ bi’l-kalîbi kalıbı Bedrin Mine’l-kaynâti ve 'ş-şerbi ‘l-kirâmi, Tuhayyî bi's-selâmeti Ümmü Bekrin Ve hel lî ba'de kavmi bin selâmi, Tuhaddisuna'r-Rasûlu bi-en senahyâ Ve keyfe hayâttı esdâin vehâmi.

3970 Bize Hemmâm ibn Yahya, Sabit el-Bunânî'den; o da Enes'ten tahdîs etti ki, Ebû Bekr (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'le beraber mağaranın içinde bulunurken başımı yukarıya kaldırdığım zaman üstümüzde bizi aramağa çıkan müşriklerin ayaklarını gördüm de:

— Ey Allah'ın Peygamberi! Bunlardan bâzısı gözünü aşağıya eğmiş olsa, muhakkak bizi görecektir, dedim. O:

— "Sus yâ Ebâ Bekr! Biz, üçüncüleri Allah olan iki kişiyiz!" buyurdu.

3971 Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallahü anh) tahdîs edip şöyle demiştir: Bir bedevî, Peygamber'e geldi de O'na hicretten (yani çölden Medîne'ye hicret etmekten) sordu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona:

— "Sakın hicrete kalkışma! Çünkü hicret işi çok çetindir. Senin develerin var mı?" buyurdu. Bedevî:

— Evet, vardır, dedi. Peygamber:

— "Sen onların zekâtını veriyor musun?" dedi. Bedevî:

— Evet, veriyorum, dedi. Peygamber:

— "Sen o develerin sütünden başkalarının da faydalanması için onları başka kimselere muvakkaten veriyor musun?" dedi. Bedevi:

— Evet, veririm, dedi. Peygamber:

— "Develerin subaşına gelmeleri gününde oradaki fakirlere sütlerinden sağıp içiriyor musun?" dedi. Bedevi:

— Evet, içiririm, dedi. Peygamber:

— "Öyle ise sen denizlerin (yani şehirlerin) ötesinde çalış! Çünkü Allah senin işinden hiçbirşey eksik bırakmaz (çölde de sana verir)" buyurdu.