26- İslâm'da Peygamberlik Alâmetleri Bâbı3612 Ben Ebû Recâ'dan işittim, şöyle dedi: Bize İmrân ibn Husayn (radıyallahü anh) tahdîs etti ki, kendileri Peygamber'in beraberinde bir yolculukta bulunmuşlar. Bütün gece yürümüşler. Nihayet sabahın yüzü yakın olduğu zaman gecenin sonunda konaklamışlar. Akabinde gözleri kendilerine gâlib olup 'tâ güneş yükselinceye kadar uyuyakalmışlar. Ebû Bekr uykusundan ilk uyanan kimse olmuş. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendiliğinden uyanıncaya kadar uykusundan uyandırılmazdı. Derken Omer uyandı. Ebû Bekr, Rasûlüllah'ın başının yanında oturup tekbîr getirmeye ve sesini yükseltmeye başladı. Nihayet Peygamber uyandı. (Biraz yürüdükten sonra) konakladı ve bizlere sabah namazını kıldırdı. Bir adam topluluktan ayrılmış, bizimle namaz kılmamıştı. Peygamber namazdan ayrılınca: — "Yâ Fulân! Bizimle beraber namaz kılmana mâni' olan nedir?" diye sordu. O da: — Bana cünüblük arız oldu, dedi. Bunun üzerine Peygamber ona (temiz) toprakla teyemmüm etmesini emretti. Sonra o şahıs teyemmüm edip namaz kıldı. (Imrân şöyle devam etti:) Rasûlüllah beni önündeki binek hayvanına tahsis etti. Biz çok şiddetli bir susuzluğa uğradık. Biz su aramak üzere önden yürüdüğümüz sırada devesi üstünde iki büyük su kırbası ortasına oturup ayaklarını sarkıtmış bir kadınla karşılaştık. Kadına: — Su nerede? diye sorduk. Kadın: — Burada su yoktur, dedi. Biz kadına: — Senin ehlinle su arasında ne kadar mesafe var? dedik. Kadın: — Bir gündüz ve bir gece, dedi. Biz: — Öyle ise Rasûlüllah'ın yanına yürü! dedik. Kadın: — Rasûlüllah nedir? dedi. İmrân dedi ki: Biz o kadının işinden hiçbirşeye mâlik olmaksızın nihayet onu Peygamber'in karşısına getirdik. Kadın, Peygamber'e de bize söylediği şeylerin benzerini söyledi, şu kadar var ki, o, Peygamber'e yetîm çocukların sahibesi olduğunu da söyledi. Akabinde Peygamber, kadının su tulumlarının indirilmesini emretti. Kırbaların aşağı taraflarındaki iki ağzını eliyle meshetti. Biz çok susamış kırk kişi doyuncaya kadar su içtik ve beraberimizde bulunan her su kırbasını ve su kabını da doldurduk. Şu kadar ki, hiçbir deveye su içirmedik. Su tulumu ise, doluluktan hâlâ su sızdırır vaziyette idi. Sonra Peygamber, yanında bulunanlara: — "Yanınızdaki yiyecekleri getirin!" buyurdu. Kadın için yiyecek parçaları ve hurmadan bir mikdâr toplandı (Bunlar bir bez içine konup kucağına verildi). Kadın gecikmiş olarak kabîlesi halkına vardı ve: — Ben insanların en sihirbazına kavuştum; yahut da O, dedikleri gibi bir peygamberdir, dedi. Sonra Allah o kadın yüzünden o kabileye hidâyet verdi de, kadın İslâm'a girdi; o evler topluluğu oba halkı da İslâm'a girdiler . 3613 Enes (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bir kerresinde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Zevrâ'da iken kendisine bir kap su getirildi. Akabinde Peygamber elini kabın içine koydu. Hemen parmaklarının arasından su fışkırmaya başladı. Orada bulunan cemâat abdest aldılar. Katâde dedi ki: Ben Enes'e: — Orada kaç kişi idiniz? diye sordum. O da: - Üçyüz, yahut üçyüz kadar, diye cevâb verdi . 3614 Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ben Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle gördüm: İkindi namazının vakti yaklaşmıştı. Abdest suyu arandı, arayanlar suyu bulamadılar. Derken Rasûlüllah'a abdest suyu getirildi. Rasûlüllah elini bu su kabının içine koydu da insanlara bu kaptaki sudan abdest almalarını emretti. İşte bu sırada ben Rasûlüllah'ın parmaklarının altından suyu fışkırıyor gördüm. İnsanlar, orada bulunanların en sonuna varıncaya kadar hepsi abdest aldılar. 3615 Ben el-Hasen el-Basrî'den işittim, şöyle dedi: Bize Enes ibn Mâlik tahdîs edip şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), beraberinde sahâbîlerinden bir grup insan olduğu hâlde, seferlerinin birine çıktı. Topluluk yürüyerek hareket ettiler. Nihayet namaz vakti geldi. Abdest alacakları bir su bulamadılar. Topluluktan bir kimse gidip içinde birazcık su bulunan bir kapla geldi. Peygamber onu tuttu da abdest aldı. Sonra dört parmağını o kap üzerine uzattı. Sonra: ''Kalkınız ve abdest alınız" buyurdu. Bunun üzerine topluluk abdest aldılar, nihayet hepsi almak istedikleri abdesti almaya ulaştılar. Abdest alan topluluk yetmiş yahut da yetmiş kadar idiler. 3616 Enes (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Namaz vakti geldi. Evi mescide yakın olanlar kalkıp abdest almaya gittiler. Abdesti olmayan birtakımları da kaldı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, içinde biraz su bulunan bir taş tekne getirildi. Peygamber avucunu içine koydu. Fakat tekne, içinde avucunu yayacak kadar geniş değildi; küçük geldi. Bunun için Peygamber parmaklarını yumdu da elini kabın içine koydu. Oradaki topluluğun hepsi o teknenin suyundan abdest aldılar. Râvî Humeyd dedi ki: Ben Enes'e: Abdest alanlar kaç kişi idiler? diye sordum. Enes: Seksen kişi idiler, diye cevâb verdi . 3617 Câbir ibn Abdillah (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Hudeybiye günü insanlar çok susadı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de önünde deriden bir su kabı olduğu hâlde abdest alıyordu. İnsanlar O'ndan tarafa doğru koştular. Peygamber: — "Sizlere ne oluyor?" buyurdu. Onlar da: — Yanımızda hiçbir su yoktur. Abdest alamıyor, su da içemiyoruz. Yalnız Sen'in önündeki su var, dediler. Peygamber hemen elini o deriden su kabının içine koydu, akabinde parmaklarının arasından su pınarlar gibi kaynamağa başladı. Biz hem içtik, hem de abdest aldık. (Râvî Salim ibn Ebî’l-Ca'd dedi ki:) Ben Câbir'e: — Sizler kaç kişi idiniz? diye sordum. Câbir: — Eğer biz yüz bin kişi olsaydık, muhakkak o su bizlere yeterdi, biz binbeşyüz kişi idik, dedi . 3618-.... el-Berâ (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Biz Hudeybiye günü bin dörtyüz kişi idik. Hudeybiye bir kuyudur. Biz oraya varınca kuyunun suyunu tamamen çekmiştik de içinde bir damla su bırakmamıştık. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kuyunun kenarı üzerine oturdu. Akabinde biraz su istedi. Getirilen su ile ağzını çalkaladı ve çalkantı suyu kuyunun içine püskürdü. Bunun üzerine biz uzak olmayarak biraz bekledik. Sonra bizler suya kanıncaya kadar su içtik, binek develerimiz de suya kandılar yahut suya kanıp kamp döndüler . 3619 Bize İmâm Mâlik, İshâk ibn Abdillah ibn Ebî Talha'dan haber verdi ki, o, Enes ibn Mâlik'ten şöyle derken işitmiştir: Ebû Talha, Ümmü Suleym'e hitaben: — Yemîn olsun ben bu defa Rasûlüllah'ın sesini zayıf olarak işittim. Kendisinde açlık olduğunu biliyorum. Yanında yiyecek birşey var mı? dedi. Ümmü Suleym: — Evet var, dedi ve arpadan yapılmış birkaç tane ekmek külçesi çıkardı. Sonra bir başörtüsü çıkardı da, onun bir kısmı ile ekmekleri sarıp dürdü. Sonra bohçayı benim elimin altına gizledi, örtünün bir kısmını da benim üstüme dürüp sarmaladı. Sonra beni Rasûlüllah'ın yanına gönderdi. Enes dedi ki: Ben de bunu götürdüm. Rasûlüllah'ı mescidde buldum. Beraberinde insanlar vardı. Ben onların yanına varıp dikeldim. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana: — "Seni Ebû Talha mı gönderdi?" diye sordu. Ben: — Evet, dedim. Rasûlüllah: — "Yemek sebebiyle mi?" dedi. Ben: — Evet, dedim. Bunun üzerine Rasûlüllah beraberinde bulunanlara hitaben: — "Kalkınız" buyurdu ve yürüdü; ben de önlerinde yürüdüm. Nihayet Ebû Talha'ya geldim ve durumu ona haber verdim. Ebû Talha (annem) Ümmü Suleym'e: — Yâ Ümme Suleym! Rasûlüllah insanları getirmiştir. Halbuki onları doyurabileceğimiz birşey yoktur, dedi. Ümmü Suleym: — Allah ve Rasûlü en iyi bilendir, dedi. Müteakiben Ebû Talha gitti, nihayet Rasûlüllah'a kavuştu. Rasûlüllah, Ebû Talha ile beraber geldi. Ve: — "Yâ Ümme Suleym! Yanında ne varsa getir!" buyurdu. O da bu ekmekleri getirdi. Rasûlüllah emretti ve ekmekler parmakla küçük küçük parçalara bölündü. Ümmü Suleym bir yağ tulumundan bu bölünen ekmek parçalarının üzerine yağ sıktı ve onu bulayıp katık yaptı. Sonra Rasûlüllah o katık hakkında Allah'ın, söylemesini istediği şeyleri söyledi. Sonra: — "On kişi için izin ver!" buyurdu. Ebû Talha on kişiye izin verdi. Onlar doyuncaya kadar yediler, sonra dışarı çıktılar. Sonra: — "On kişiye daha izin ver!" buyurdu. Ebû Talha onlara da izin verdi. Onlar da doyuncaya kadar yedikten sonra dışarıya çıktılar. Sonra Rasûlüllah tekrar: — "On kişiye daha izin ver!" Böylece cemâatin hepsi de yediler ve doydular. Halbuki bu topluluk yetmiş yahut seksen kişi idi . 3620 Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Biz (sahâbîler) âdet hilafı olan işleri bereket ve hayır sayardık. Siz ise bunlar (ın hepsi) korkutmak (için izhâr edilir) sanıyorsunuz. Biz bir seferde Rasûlüllah ile beraber bulunduk. Suyumuz azalmıştı. Bunun üzerine Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): — "Haydi bana bir mikdâr su artığı bulup getiriniz!" dedi. Sahâbîler, içinde az bir mikdâr su bulunan bir kap getirdiler. Rasûlüllah bu kabın içine elini koydu. Sonra sahâbîlere: — "Haydi temiz ve mübarek suya geliniz! Suyun artışı ise Allah'tandır" buyurdu. Ve yemîn olsun ben Rasûlüllah'ın parmaklan arasından suyun kaynayıp aktığını gördüm. Ve yine yemîn olsun ki, biz (Rasûlüllah'ın yanında) yemek yenirken yemeğin Suhhânallah dediğini işitirdik. 3621 Câbir ibn Abdillah (radıyallahü anh), babasının, üzerinde borç olduğu hâlde vefat ettiğini tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gittim ve: — Babam arkasında bir borç bıraktı. Benim yanımda da onun hurmalığının çıkaracağı mahsûlden başka birşey yoktur. O hurmalığın birkaç seneler çıkaracağı mahsûl de babamın üzerindeki borcu ödemeye yetişmez. Onun için Sen benimle gel de, alacaklılar bana çirkin söz söylemesinler, baskı yapmasınlar, dedim. Nihayet Rasûlüllah, topladığım hurma harmanlarından bir harmanın etrafında yürüyüp dolaştı, duâ etti. Sonra diğer bir yığının etrafında dolaşıp duâ etti. Sonra hurma harmanının üzerine (yahut yanına) oturdu da: — "Borcu, bu harmandaki hurma yığınından çekip çıkarınız!" buyurdu. Nihayet onların alacaklarını onlara tamamen ödedi ve onlara verdiği kadar da arttı . 3622 Ebû Bekr'in oğlu Abdurrahmân (radıyallahü anh) şöyle tahdîs etmiştir: Ashâbu's-Suffe fakîr insanlardı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kerresinde: — "Yanında iki kişilik yiyeceği olan (onlardan) bir üçüncüsünü; dört kişilik yiyeceği olan bir beşincisini yahut da altıncısını (alıp) birlikte götürsün" buyurdu. Yâhud bu lâfızlara benzer lâfızla söyledi. Ebû Bekr (bunlardan) üçünü eve getirdi. Peygamber on kişiyi birlikte (alıp evine) götürdü. Ebû Bekr de üç kişiyi götürdü. Abdurrahmân dedi ki: Bizim ev halkı ben, babam, annem, bir de bizim ev ile Ebû Bekr'in evinde ortaklaşa hizmet eden hizmetçiden ibaretti... (Râvî Ebû Usmân en-Nehdî:) 'Artık bir de benim zevcem" dedi mi, demedi mi bilemiyorum, demiştir. (Yine Abdurrahmân dedi ki:) Ebû Bekr, Peygamber'in evinde (konuklarından ayrı olarak) akşam yemeğini yedi. Arkasından yatsı namazını kılıncaya kadar orada kaldı. Sonra (konuklarıyle birlikte kendi evine) döndü (ve konuklarını ağırlamasını ailesine emredip) Rasûlüllah akşam yemeğini yiyinceye kadar -yahut Rasûlüllah'ın uykusu gelinceye kadar- yanında kaldı. (Sonra kendi evine döndü.) Geldiğinde gece Allah'ın dilediği kadar haylî ilerlemişti. Hanımı ona: — Seni konukların yanında bulunmaktan alıkoyan nedir? diye sordu. O da: — Onlara yemek yedirdin mi? dedi. Oda: — Sen gelmedikçe yemek yemiyeceklerini söylediler; hizmetçiler onlara yemek çıkardılar, fakat onlar hizmetçilere gâlib olup yemeği kabul etmediler. (Abdurrahmân dedi ki:) Ben savuşup saklandım. Ebû Bekr: — Ey değersiz adam! dedi, beddua etti ve sövdü. Sonra kızgınca: — Yiyiniz! diye emretti de: Ben bu yemekten ebeden verniyeceğim, dedi. Abdurrahmân dedi ki: Allah'a yemîn ederim, biz (yerken) hiçbir lokmaya el uzatmazdık ki altından yemek daha ziyâde çoğalmış olmasın. Nihayet doydular. Yemek de yenmezden evvelki mikdârından daha çok olarak duruyordu. Ebû Bekr yemeğe baktı. Bir de gördü ki, olduğu gibi duruyor. Belki de artmış! Hanımına: — Ey Firâs oğulları'nın kızkardeşi! Bu nedir? dedi. O da: — Ey gözümün nuru, şimdi o muhakkak evvelkinden üç kat daha ziyâdedir, dedi. Bunun üzerine Ebû Bekr o yemekten yedi. Ve ettiği yemîni kasdederek: — O olan şey ancak şeytândan idi, dedi. O yemekten bir lokma yedikten sonra Peygamber'e gönderdi. Yemek Peygamber'in yanında sabaha kadar durdu. Bizimle bir kavim arasında bir barış ahdi vardı. Müddet son bulmuştu. (Bunun üzerine Medine'ye gelmişlerdi.) İçlerinden arîf (yani kavminin söz sahibi) olarak oniki kişi ayırdık. Herbiri ile beraber kaç kişi olduğunu ancak Allah bilir. Şu var ki, Rasûlüllah o ariflerle, arkadaşlarının nasîbleri olan yemeği bu çanaktan yolladı. Abdurrahmân dedi kî: İşte onların hepsi o yemekten yediler (de öyle ağırlandılar). Ebû Usmân: Yahûd Abdurrahmân'ın söylediği gibi, demiştir. 3623 Enes (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında Medîne ahâlîsine bir kıtlık (yani yağmursuzluk) isabet etti. Bir cuma günü Rasûlüllah hutbe yaparken bir adam ayağa kalktı da: — Yâ Rasûlallah! At sürüleri helak oldu, davar sürüleri mahvoldu. Allah'a duâ et de bize yağmur versin! dedi. Rasûlüllah hemen ellerini kaldırıp duâ etti. Enes dedi ki: Gökyüzü ayna gibi parlak iken bir rüzgâr esti, bulut inşâ etti. Sonra bulut toplandı. Sonra gökyüzü kırba ağızlarını salıverdi. Çıktık, evlerimize gelinceye kadar suya dala dala yürüdük. Öteki cumuaya kadar üzerimize yağmur hep yağıp durdu. Ertesi cumua yine o adam yahut bir başkası Rasûlüllah'a karşı ayağa kalktı da: — Yâ Rasûlallah! Evler yıkıldı, Allah'a duâ et de yağmuru habsetsin! dedi. Rasûlüllah gülümsedi, sonra: - " (Yâ Allah!) Etrafımıza yağdır, üzerimize değil" diye duâ etti. Ben bulutlara baktım, Medîne'nin etrafı tâc gibi yarılıp sıyrıldi . 3624 Bize Ebû Hafs tahdîs etti. Onun ismi Omer ibnu'l- Alâ'dır. Ebû Amr ibni'l-AIâ'nın kardeşidir. O şöyle demiştir: Ben Nâfi'den işittim, o da İbn Omer (radıyallahü anh) 'den: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hurma kütüğüne dayanarak hutbe yapar idi. Minberi edinince o kütükten ayrıldı. Bu sırada kütük bir inleme sesi çıkardı. Peygamber hemen onun yanına geldi ve elini o kütüğün üzerine koyup sıvazladı (böylece inlemesi sustu) . 3625- Ve Abdulhamîd şöyle dedi: Bize Usmân ibnu Omer haber verdi: Bize Muâz ibnu’l-Alâ, Nâfi'den bu hadîsi haber verdi. Ve bu hadîsi Ebû Âsim da İbnu Ebî Verrâd'dan; o da Nâfi'den; o da ibn Omer'den; o da Peygamber’den olmak üzere rivayet etti . 3626........ Ben babam Eymen el-Habeşî'den işittim; o da Câbir ibn Abdillah (radıyallahü anh)'tan (şöyle demiştir): Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma günü bir ağaca yahut bir hurma kütüğüne dikelir (öyle hutbe yapar)di. Ensâr'dan bir kadın yahut bir adam: — Yâ Rasûlallah, Sana bir minber yapayım mı? dedi. Rasûlüllah: — "İsterseniz yapın" buyurdu. Ona bir minber yaptılar. Cumua günü olunca Peygamber minbere çıkarıldı. Bu sırada ağaç parçası çocuk gibi feryâd etti. Sonra Rasûlüllah inip onu kucakladı. O sırada kütük, susturulan çocuk gibi hafîf hafîf inliyordu. Rasûlüllah: — "O, yanında edildiğini işittiği zikrullah için ağlıyordu" buyurdu . 3627 Câbir ibn Abdillah (radıyallahü anh) şöyle diyordu: Mescid hurma ağaçlarının gövdeleri üzerinde tavanlanmıştı (yani mescidin tavanı hurma kütükleri üzerine oturtulmuş idi). Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbe yapmak istediğinde bu kütüklerden birine dayanıp ayakta söz söylerdi. Peygamber için minber yapılınca, minberin üzerinde konuşur oldu. Bu sırada biz bu kütükten gebe develerin iniltisine benzer bir ses (çıktığım) işittik. Nihayet Peygamber, kütüğün yanına gelip elini onun üzerine koyunca sustu . 3628 Bize Muhammed (ibn Ca'fer Gunder), Şu'be'den; o da Süleyman ibn Mihrân'dan tahdîs etti. Süleyman şöyle demiştir: Ben Ebû Vâil'den işittim; o, Huzeyfe'den söyle tahdîs ediyordu: Omer ibnu'l Hattâb (radıyallahü anh): — Rasûlüllah'in fitne hakkındaki sözlerini kim ezberinde tutuyor? diye sordu. Huzeyfe: — Ben onu Rasûlüllah'ın söylediği gibi ezberimde tutuyorum, dedi. Omer: — Getir bakalım, şüphesiz sen çok cesursun, dedi. (Huzeyfe şöyle devam etti:) — Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "İnsanın ehli, malı, komşusu yüzünden uğradığı fitneye, namaz, sadaka, iyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmek keffâret olur" buyurdu. Omer: — Hayır, sormak istediğim bu fitne değildir, lâkin ben denizin dalgalanması gibi dalgalanıp kuduracak olan fitneyi soruyorum, dedi. Bunun üzerine Huzeyfe: — Yâ Emîre'l-Mü'minîn! O fitneden sana bir zarar yok. Çünkü muhakkak seninle onun arasında kilitli bir kapı vardır, dedi. Omer, Huzeyfe'ye: — Kapı açılacak mı, yoksa kırılacak mı? diye sordu. Huzeyfe: — Kapı açılmayacak, fakat kırılacak, dedi. Omer: — Bu (yani kapının kırılması) bir daha kilitlenmemeye daha elverişlidir, dedi. Râvî Ebû Vâil şöyle dedi: Biz Huzeyfe'ye: — Omer kapıyı bildi mi? dedik. Huzeyfe: — Evet, yarından önce bu gecenin geleceğini bildiği gibi. Ben Omer'e yalan yanlış olmayan (Peygamber’den işittiğim dosdoğru) bir hadîs söyledim, dedi. Râvî Ebû Vâil şöyle dedi: Huzeyfe'ye kendimiz sormaya cesaret edemedik de Mesrûk ibnu'l-Ecda'a: — Kapı kimdir? diye sordurduk. O da kapıyı ondan öğrenip: — Kapı Omer'dir, dedi . 3629-3630-3631....... Bize Ebu'z-Zinâd, el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Siz ayakkabıları keçe olan bir kavimle muharebe etmedikçe kıyâmet kopmaz. Ve yine sizler, gözleri küçük, yüzleri kırmızı, burunları basık, sanki yüzleri deri üstüne deri kaplanmış kalkanlar gibi olan Türk'le muharebe etmedikçe kıyâmet kopmaz. Ve siz insanların hayırlısı, emir oluncaya kadar emirliği çok fena görenler (ve arzu etmeyen kimseler) bulursunuz. İnsanlar ma'denler (gibi)dir (kimi hâlis, kimi karışıktır). Onların Câhiliyet'te hayırlı olanları İslâm devrinde de hayırlı kimselerdir. Sizin herhangi birinizin üzerine öyle bir zaman gelecek ki, onda beni görmesi, ona kendisinin bir kat daha ehli ve malı olmasından daha sevgili olacaktır" . 3632- Bana Yahya tahdis etti: Bize Abdurrazzak, Mamer ibn Raşid'den; o da Hemmâm ibn Münebbih'ten; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den tahdîs etti ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Siz (Arablar) yabancı milletler Hûz ve Kirman halkı ile muharebe etmedikçe kıyâmet kopmaz. Onların yüzleri kırmızı, burunları basık, gözleri küçüktür; sanki yüzleri deri üstüne deri kaplanmış kalkanlar gibi (kalın etli)dir, ayakkabıları da yündür (yani keçeden yapılmış çarıktır)" . 3633 İsmâîl şöyle dedi: Bana Kays haber verip şöyle dedi: Biz Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'nin yanına geldik. O şöyle dedi: Ben Rasülullah ile üç yıl sıkıca beraber bulundum. Ömrümde bu yıllardaki kadar, söylerken kendisinden işittiğim hadîsi ezber etmeye hırslı olmamışımdır. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) eliyle işaret ederek: "Kıyâmetin önünde sizler ayakkabıları kıl olan bir kavimle muharebe edeceksiniz. İşte o arzın boş yerinde (yahûd çölünde, müslümânlarla harb için) ortaya çıkacak olan kavimdir" . Râvî Sufyân bir kerresinde: O harb edecek olanlar, ehlu'l-bâzir'dir, demiştir. 3634 Amr ibn Tağlîb (radıyallahü anh) tahdîs edip şöyle demiştir: Ben Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Kıyâmetten önce sizler kıldan ayakkabılar giyen bir kavimle muharebe edersiniz. Ve yine sizler yüzleri deri üstüne deri kaplanmış kalkanlar gibi (kalın etli) olan bir kavimle muharebe edersiniz" . 3635 Abdullah ibn Omer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ben Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Yahudiler sizlere karşı muharebe edecekler. Neticede sizler onlar üzerine musallat kılınacaksınız. (Öldürme çok şiddetli olacak.) Sonra kaya parçası: Ey Müslüman! Şu arkamdaki bir Yahudi'dir, (gel de) onu öldür! diyecek" . 3636 Câbir ibn Abdillah ile Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallahü anh)'den: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar üzerine bir zaman gelir ki, gazve yaparlar. İçinizde Peygamber'e sahâbî olan kimse var mı? denir. Onlar: Evet vardır, diye cevâb verirler. Bunun üzerine onlara (zafer kapısı) açılır. Sonra (bir zaman daha gelir) insanlar gazve yaparlar. Onlara da: İçinizde Rasûlüllah'a sahâbîlik yapan kimse ile görüşüp beraber olan var mı? diye sorulur. Onlar de: Evet vardır, derler. Onlara da fetih yolu açılır" . 3637 Ad'yy ibn Hatim (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ben Peygamber'in yanında bulunduğum sırada Peygamber'e bir adam gelip, O'na fakirlikten şikâyet etti. Sonra Peygamber'e başka bir kimse geldi ve O'na yol kesilmesinden şikâyet etti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): — "Yâ Adiyyl Sen el-Hîre şehrini gördün mü?" dedi. Ben: — Ben onu görmedim, fakat orası hakkında bana haber verildi, dedim. Peygamber: — "Eğer hayâtın uzun olursa muhakkak sen hevdeci içinde yolculuk eden kadının el-Hîre'den hareket edip Allah'tan başka hiçkimseden korkmayarak tâ Ka'be'yi tavaf edeceğini göreceksin" buyurdu. Ben buna taaccüb ederek kendi kendime: Beldelerde fitne ve fesâd ateşini tutuşturmuş olan o Tayy kabilesinin yol kesicileri nerede olacak ki (kadın tek başına yolculuk edecek)! dedim. Peygamber devam edip: — "Yemîn olsun eğer sana hayât uzun olursa, muhakkak Kisrâ'nın hazîneleri fetholunacaktır" buyurdu. Ben: — Kisrâ ibn Hürmüz'ün hazîneleri mi? dedim. Peygamber şöyle dedi: — "Kisrâ ibn Hürmüz'ün. Yemîn olsun eğer senin hayâtın uzun olursa, muhakkak sen elinin dolusu altın yahut gümüşü sadaka olarak çıkarıp da bunu kendisinden kabul edecek kimse arayacak, fakat kendisinden bunu kabul edecek hiçbir kimse bulamayacak olan kimseyi göreceksin. Yine yemîn ederim ki, sizden biriniz Allah'a kavuşacağı gün, Allah ile kendi arasında kelâmını terceme edecek bir tercüman bulunmayarak Allah'a kavuşacak, Allah da ona: — Ben sana bir Rasûl göndermedim mi ve O sana tebliğ etmiyor muydu? diye soracak. O kul da: — Evet (gönderdin yâ Rabb)! diye cevâb verecek. Bu sefer Allah: — Ben sana mal vermedim mi; bu suretle sana ihsanda bulunmadım mı? diye soracak. Kul: — Evet (verdin ve ihsanda bulundun) diyecek. Bu hâlde o kimse sağına bakar cehennemden başka birşey göremez. Soluna bakar yine cehennemden başka birşey göremez". Adiyy dedi ki: Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den işittim, şöyle buyuruyordu: "Şimdi sizin herbiriniz bir tek hurmanın yarısı ile; bunu da bulamazsa güzel sözle olsun kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz". Adiyy şöyle demiştir: Ben el-Hîre'den hevdeci içinde yolculuğa çıkıp, Allah'tan başka hiçkimseden korkmayarak nihayet Ka'be'yi tavaf eden kadını gördüm. Ben kendim Kisrâ ibn Hürmüz'ün hazînelerini fetheden ordunun içinde bulundum. Yemîn olsun eğer sizlere hayât uzun olursa, elbette sizler Peygamber Ebû Kaasım’ın söylediği elinin dolusu altını sadaka olarak çıkaracak olan o kimseleri göreceksiniz . 3638 Bize Muhill ibnu Halîfe tahdîs edip: Ben Adiyy'den işittim, Adiyy: Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında idim... dedi . 3639 Bize Leys, Yezîd ibn Ebî Habîb'den; o da Ebû'l-Hayr'dan; o da Ukbe ibn Âmir'den şöyle tahdîs etti: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün çıkıp, Uhud şehîdlerine meyyite namaz kılar gibi namaz kıldı. Sonra (Medine'ye) gelip minbere çıktı. Ve (ölülere dirilere veda eder gibi bir hutbe yapıp) şöyle buyurdu: "Ben sizin Kevser havuzuna ilk erişeniniz olacağım. Sizin hakk yolundaki hizmetlerinize şehâdet edeceğim. Vallahi ben, şu anda (cennetteki) havuzumu görüyorum. Ve emîn olunuz yine şu anda bana Arz'ın kilitlerinin hazîneleri verildi. Vallahi ben vefatımdan sonra sizin müşrikliğe döneceğinizi düşünerek hiç endîşe etmem. Yalnız sizin dünyâ hususunda nefsâniyet güdüp didişmenizden korkarım" . 3640 Usâme ibn Zeyd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yüksek bir yerden Medîne evleri arasından yükselen köşklere baktı da: "Benim görmekte olduğum şeyleri sizler görebiliyor musunuz? Ben evlerinizin aralarına dökülen fitnelerin yerlerini şiddetli yağmur sellerinin açtığı yarlar gibi (gözümle) görüyorum" buyurdu . 3641 ez-Zuhrî şöyle demiştir: Bana Urvetu'bnu'z-Zubeyr tahdîs etti; ona da Ebû Seleme'nin kızı Zeyneb; ona da Ebû Sufyân'ın kızı Ümmü Habîbe; ona da Zeyneb bintu Cahş (radıyallahü anh) tahdîs etmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kerre telâşla Zeyneb'in yanına girerek: — "Lâ ilahe ille’llâh, vukû'u yaklaşan bir şerrden, büyük bir fitneden dolayı vay Arab'ın hâline! Bu gün Ye'cûc ve Me'cûc seddinden şunun gibi bir delik açıldı!" buyurdu da başparmağı ile onu ta'kîb eden (şehâdet) parmağını halkaladı. Cahş kızı Zeyneb dedi ki: Ben: — Yâ Rasûlallah! İçimizde bu kadar sâlih (iyi) kimseler varken, biz helak olur muyuz? diye sordum. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): — "Evet! Fâsıklık, fâcirlik, fuhş ve ma'siyet çoğaldığı zaman (helak olursunuz)"diye cevâb verdi . 3642- Ve yine Muhammed ibnu'z-Zuhrî'den (o şöyle demiştir): Bana Hind bintu'l-Hâris tahdîs etti ki, Ümmü Seleme (radıyallahü anha) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) uykudan uyandı da: "Subhânallah! Bu gece ne hazineler indirildi ve ne fitneler indirildi!" buyurdu . 3643 Ebû Sa'saa (radıyallahü anh)'dan: Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallahü anh) dedi ki: Ebû Sa'saa bana şöyle dedi: Ben seni koyunu seviyor ve koyun ediniyorsun görüyorum. Öyleyse koyunları iyileştir ve onların burun akıntılarını da iyileştir. Çünkü ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den işittim, şöyle buyuruyordu: "İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, onda koyun müslümânın hayırlı malı olacaktır. Müslüman koyun sürüsünü, dînine sâhib olmak üzere fitneden kaçarak dağların başına -yahut hurma yapraklarına- yağmur sularının düşeceği yerlere (yani vâdîle-rin enginlerine) götürür" . 3644 Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yakın bir gelecekte birtakım fitneler olacaktır. Fitne zamanında (o'na karışmayıp) oturan kişi, (karışmak üzere) ayakta durandan hayırlıdır. O hengâmede ayakta duran da (fitne sebeblerini hazırlamağa) gidenden hayırlıdır. Bu yolda yürüyen de bi'l-fîil fesada çalışandan hayırlıdır. Her kim fitne vukû'una muttali' olup onu görmeye çalışırsa, muhakkak onun kahrına uğrar. Her kim o fitne zamanı iltica edecek veya sığınacak bir yer bulursa, hemen oraya sığınsın (fesâdcılara karışmasın)" . 3645- Yine İbn Şihâb'dan: Bana Ebû Bekr ibnu Abdirrahmân îbni'l-Hâris; o da Abdurrahmân ibn Mutî' ibni'l-Esved'den; o da Nevfel ibn Muâviye'den şu Ebû Hureyre hadîsinin benzerini tahdîs etti. Ancak Ebû Bekr bunda şunu ziyâde eder: "Namazdan öyle bir namaz vardır ki, her kim onu kaçırırsa, sanki ailesini ve malını kaybetmiş (gibi büyük zarara uğramış)" . 3646 Bize Sufyân es-Sevrî, el-A'meş'ten; o da Yezîd ibn Vehb'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh)'dan haber verdi ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): — "Benden sonra yakın bir istikbâlde birtakım meşru' olmayan tercihler ve hoşlanmayacağınız birçok işler meydana gelecektir" buyurdu. Sahâbîler: — Yâ Rasûlallah! (Bu vâki' olduğu zaman) bizlere ne yapmamızı emredersin? dediler. Rasûlüllah: — "Kendi üzerinize edası vâcib olan haklan eda eder yerine getirirsiniz, lehinize olan (mahrum bırakıldığınız) kendi haklarınızı da Allah'tan istersiniz" buyurdu . 3647 Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): — "Kureyş'ten bâzı kimseler insanları (fitne ile) ölüme sürükleyecekler" buyurdu. Orada bulunan sahâbîler: — Bizlere ne (yolda hareket etmemizi) emredersin? diye sordular. Rasûlüllah: — "Keski insanlar onlardan uzak bulunsalar!" buyurdu. Mahmûd (ibn Gaylân) şöyle dedi: Bize Ebû Dâvûd Süleyman et-Tayâlisî tahdîs etti: Bize Şu'be, Ebu't-Teyyâh'tan haber verdi, o: Ben, Ebû Zur'a'dan işittim, demiştir . 3648 (Saîd ibn Amr ibni’l-Âs ibn Umeyye şöyle demiştir:) Ben Mervân (ibnu'l-Hakem ibn Ebî'l-Âs ibn Umeyye) ile Ebû Hureyre'nin beraberinde idim. Ebû Hureyre'yi şöyle derken işittim: — Ben kendisi (fıtraten) doğru sözlü (olan ve Allah tarafından) doğruluğu tasdik edilen Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Ümmetimin ölümü Kureyş'ten birkaç gencin ellerindendir!" buyururken işittim. Mecliste bulunan Mervân, Ebû Hureyre'ye: — Gençler mi? dedi. Ebû Hureyre: — İstersen Fulân oğulları, Fulân oğulları diye adlarını anabilirim, dedi . 3649 Huzeyfe ibnu'l-Yemân (radıyallahü anh) şöyle diyordu: İnsanlar, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'tan (geleceğe âid) hayır (lı işler)dan sorarlardı. Ben de (tersine İslâm Ümmeti'ne gelecek) şerrden -o şerrin bana erişmesinden korkarak- sorardım. Bu endîşe ile bir kerre: — Yâ Rasûlallah! Biz vaktiyle bir câhiliyet ve şerr (yani şirk) içinde idik. Sonra Allah bize şu hayrı (Seni göndermek, İslâm temellerini kuvvetlendirmek, şirk ve dalâlet temellerini yıkmak hayrını) getirdi. Bu hayır ve saadetten sonra gelecek bir şerr ve fitne var mıdır? diye sordum. Rasûlüllah: — "Evet vardır" buyurdu. Ben: — O şerr ve fitneden sonra bir hayır ve iyilik var mıdır? dedim. Rasûlüllah: — "Evet, bir hayır ve iyilik vardır. Fakat onun içinde bâzı şerr ve fesâd dumanı, bulanıklığı bulunacak" buyurdu. Ben: — O hayrın dumanı (temizliğini bulandıran kiri) nedir? dedim. Rasûlüllah: — "O devrin âmirlerinden bir zümre, ümmeti benim hidâyetim (sünnetim) hilâfına idare edecekler. Sen o devrin âmir ve valilerinden bâzılarının hareketlerini ma'ruf bulup tasvîb, bâzılarının hareketlerini de münker bulup reddedeceksin" buyurdu. Ben: — (Yâ Rasûlallah!) Bu karışık hayır devrinden sonra, yine bir şerr ve fesâd devri gelecek midir? dedim. Rasûlüllah: — "Evet gelecektir. O devirde birtakım dâîler (da'vetçiler) halkı cehennem kapılarına çağıracak. Her kim onların da'vetine icabet ederse, onu cehenneme atacaklar" buyurdu. Ben: — Yâ Rasûlallah! Bu da'vetçileri bize vasfet! dedim. Rasûlüllah: — "Onlar bizim milletimizden insanlardır. Bizim dilimizle konuşurlar (Halbuki gönüllerinde hayırdan eser yoktur)" buyurdu. Ben: — (Yâ Rasûlallah!) O (uğursuz) devir bana yetişirse nasıl hareket etmemi emredersin? dedim. Rasûlüllah: — "İslâm cemâatinden ayrılmaz ve onların devlet başkanlarına itaat eylersin" buyurdu. Ben: — Onların cemâatleri yoksa (bozgunculukla parçalanmışlarsa), başlarında devlet reisleri de yoksa? dedim. Rasûlüllah: — "O fırkaların hepsinden ayrıl (evine çekil)! Velev ki bu ayrılma, bir ağaç kütüğünü ısırman suretiyle (meşakkatli) olsa bile, artık ölüm erişinceye kadar bu ayrılık üzere bulun" buyurdu . 3650 Bana Kays tahdîs etti ki, Huzeyfe (radıyallahü anh): Arkadaşlarım hayrı öğrendiler, ben ise şerri öğrendim, demiştir . 3651 Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Da'vâları bir olan (yânı ikisi de İslâm veya haklı olduğu iddiasında bulunan) iki cemâat birbiriyle harbetmedikçe kıyâmet kopmaz" buyurdu . 3652 Bize Ma'mer, Hemmâm'dan; o da Ebû Hureyre (radıyallahü anh)'den haber verdi ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İki ordu birbiri ile harbetmedikçe kıyâmet kopmaz: Bu iki cemâatin ikisi de bir iddiada oldukları (ikisi de İslâm ve hakk iddiasında bulundukları) hâlde aralarında büyük bir harb olacaktır. Ve yine otuza yakın çok yalancı olan deccâller gönderilmedikçe kıyâmet kopmaz. Bu deccâllerin hepsi kendilerinin Allah Rasûlü olduklarını iddia edeceklerdir" . 3653 Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Biz Rasûlüllah'ın yanında bulunuyorduk. Kendisi de ganimet taksimi yapmakta idi. Bu sırada yanına Zu’l-Huveyrisa (denilen bir kimse) geldi. Bu, Temîm oğullarından bir adam idi. Bu adam: — Yâ Rasûlallah! Adalet et, dedi. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): — "Sana veyl olsun! Eğer ben adalet etmezsem kim adalet eder? Eğer ben adalet etmezsem (sen âdil olmayan bir insana tâbi' olduğun için) muhakkak eli boş kalmış ve ziyan etmişsindir" buyurdu. Bunun üzerine Omer: — Yâ Rasûlallah! Bana bu herîf hakkında izin ver de onun boynunu vurayım, dedi. Rasûlüllah: — "Onu bırak! Onun birtakım avenesi vardır ki, sizden biriniz onların namazı yanında kendi namazını, onların oruçları yanında kendi orucunu muhakkak küçük görecek. Onlar Kur'ân da okuyacaklar. Fakat Kur'ân (ın feyzi) onların köprücük kemiklerinden öteye geçmeyecek. Onlar okun avdan (delip) çıktığı gibi İslâm'dan çıkacaklar, (avı delip geçen) okunun demirine bakılır, orada kan nâmına birşey bulunmaz. Sonra okun yaya giriş yerine bakılır, orada da birşey bulunmaz. Sonra okun ağaç kısmına bakılır, orada da birşey bulunmaz. Sonra okun yelesine -tüyüne- bakılır, orada da birşey bulunmaz. Ok, avın işkenbesi içindeki şeylere ve kana girip çıkmış, fakat onlardan hiçbirşey oka yapışmamıştır. Onların alâmeti iki pazusundan biri kadın memesi gibi yahut öteye beriye gidip gelen büyük bir et parçası gibi olan siyah bir adamdır. Onlar insanlar (müslümânlar) arasında bir ayrılma olduğu zaman ortaya çıkarlar" . Ebû Saîd şöyle dedi: Ben bu hadîsi Rasûlüllah'tan işitmiş olduğuma şehâdet ediyorum. Ve yine şehâdet ediyorum ki, Alî ibnu Ebî Tâlib, ben de maiyyetinde iken bunlarla kıtal yapmıştır. Alî bu hadîste tavsîf edilen adamın aranmasını emretti. Adam arandı, neticede bulup getirildi. Hattâ ben ona baktım ve Rasûlüllah'ın yaptığı tavsîf üzere olduğunu gördüm. 3654 Alî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Ben size Rasûlüllah'tan birşey haber verdiğimde and olsun ki, gökten düşmem, bana Peygamber'in dilinden yalan uydurmamdan daha sevimlidir. Fakat benimle sizin aranızda olan mes'elede (konuştuğumuz zaman) size birşey haber verdiğimde (ta'rîz etmiş olabilirim). Çünkü (muhavere de bir harbdir,) harb bir hud'adır. Ben Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'tan şöyle buyururken işittim: "Zamanın âhirinde yaşları küçük (tecrübeleri kıt), zayıf akıllı bir zümre yetişecektir. Onlar halkın en hayırlısı olan Peygamber'in tebliğlerinden söyleyecekler. Fakat bunlar okun avdan öteye çıkışı gibi İslâm'dan çıkacaklardır. Onların îmânları boğazlarından öteye geçmeyecektir. Siz onlara nerede rast gelirseniz hemen öldürünüz. Çünkü (bunlar bozguncudur), bunları öldürmekte öldüren kişiye kıyâmet gününde ecir (yani sevâb) vardır" . 3655 Habbâb ibnu'l-Erett (radıyallahü anh) şöyle demiştir: (İslâm'ın ilk günlerinde) Rasûlüllah, Ka'be'nin gölgesinde kaftanını yastık yaparak dayandığı bir sırada kendisine (Kureyş müşriklerinin işkencelerinden) şikâyet ettik: — (Yâ Rasûlallah!) Bizim için Allah'tan zafer dileyemez misin? (Bunların zulmünden) kurtulmamız için Allah'a duâ edemez misin? dedik. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: — "Sizden önceki ümmetler içinde öyle (mazlum) kişi bulunmuştur ki, müşrikler tarafından onun için yerde bir çukur kazılır, o kişi bu çukura (başı meydanda kalarak) gömülürdü. Sonra büyük bir testere getirilir, başı üstüne konulur, ikiye bölünürdü de (bu işkence) o mü'mini dîninden döndüremezdi. (Bir başkasının da) demir taraklarla etinin altındaki kemiği ve siniri taranırdı da bu işkence o mü'mini dîninden çeviremezdi. Allah'a yemîn ederim ki, şu İslâm Dîni'ni muhakkak surette kemâle erdirecektir. Öyle bir derecede ki, bir süvârî (yalnız başına) San'â'dan Hadramevt'e kadar (selâmetle) gidecek, Allah 'tan başka hiçbirşeyden korkmayacak yahut koyun sahibi yolcu, koyunu üzerine kurt saldırmasından korkacaktır. Fakat sizler acele ediyorsunuz!" . 3656 Enes ibn MâIik (radıyallahü anh)'ten (şöyle demiştir): Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir ara Sabit ibn Kays'ı kaybetmiş (görememiş)ti. Bir sahâbî: — Yâ Rasûlallah! Ben Sâbit'e âid bilgiyi Sen'in için öğrenirim, dedi. Ve o zât, Sâbit'e gitti, onu evinde başını eğerek oturur bir hâlde bulmuş ve: — Ne hâldesin? diye sormuş. O da: — Hâlim şerrlidir! Sabit sesini Peygamber'in sesinden ziyâde yükseltir bir kimsedir. Onun şimdiye kadar işlediği hayır ve ibâdet hiç olmuştur. Artık Sabit cehennemliktir! diye cevâb vermiş. Bu adam da Rasûlüllah'a geldi ve Sabit şöyle şöyle söyledi diye haber verdi. Râvî Mûsâ ibn Enes dedi ki: O zât, son bir kerre daha Sâbit'in yanına büyük bir müjde ile dönüp gitmiştir; şöyle ki: Rasûlüllah, o sahâbîye: — "Sâbit'e git, ona: Sen cehennemlik kişilerden değilsin, fakat sen cennet ehlindensin, de!" buyurmuştur . 3657 Ben, el-Berâ ibn Azib (radıyallahü anh)'den ısıttım, şöyle diyordu: Bir kimse el-Kehf Sûresi'ni okumuştu. Evinde da bir atı vardı. Bu sırada at ürkmeğe, deprenmeğe başladı. Bunun üzerine sûreyi okuyan kimse (yânı Useyd ibn Hudayr): — Yâ Rabb! Sen âfetten selâmet ver! diye duâ etti. Hemen kendisini duman gibi birşey yahut bir bulut kapladı. Sonra o, bu olanları Peygamber'e söyledi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): — "Oku ey kişi (durma, her gece Kur'ân oku) Çünkü o bulut gibi görünen şey es-Sekîne'dir. Kur'ân dinlemek için yahut Kur'ân'ı tebcil için inmişti" buyurdu . 3658 Ebû îshâk tahdîs edip şöyle demiştir: Ben el-Berâ ibn Âzib (radıyallahü anh)'den işittim, şöyle diyordu: Ebû Bekr (radıyallahü anh), babam evinde bulunuyorken yanına geldi de, ondan bir binek devesi satın aldı. Ebû Bekr, babam Âzib'e hitaben: — Benimle beraber oğlunu gönder de bunu (benim eve kadar) nakletsin, dedi. el-Berâ dedi ki: Bunun üzerine ben onun beraberinde hayvanı naklettim. Babam da çıktı da devenin bedelini alıyordu. Bu sırada babam, Ebû Bekr'e: — Yâ Ebâ Bekr! Rasûlüllah ile beraber geceleyin yürüdüğün zaman nasıl yaptınız? Bana tahdîs edip anlat, dedi. Ebû Bekr şöyle dedi: — Evet (anlatayım)! Bütün gecemizi yürüdük. Nihayet güneş, gündüzün yarısına gelip dikildi. Yol tamâmiyle boşaldı. Artık oradan hiçbir kimse geçmiyordu. O sırada gözümüze uzun gölgeli bir kaya göründü. Onun üzerine henüz güneş gelmemişti. Onun yakınında indik. Ben kayanın gölgesinde Peygamber'in uyuması için elimle bir yeri düzeltip hazırladım. Sonra oraya bir posteki yaydım. Sonra: — Sen uyu yâ Rasûlüllah! Ben etrafında olan şeyleri bakar araştırırım ki, buralarda bir düşman olmasın, dedim. Rasûlüllah uyudu. Ben oranın etrafını araştırıp gözetlemek için çıktım. Derken koyunlarını bulunduğumuz kayaya doğru getirmekte olan bir koyun çobanı ile karşılaştım. O da bizim gibi o kayanın gölgesinden faydalanmak istiyordu. Ben ona: — Sen kimin çobanısın ey delikanlı? diye sordum. O: — Mekke ahâlîsinden yahut Mekke'den bir adamın çobanıyım, dedi. Ben: — Senin koyunlarda süt var mı? dedim, O: — Evet vardır, dedi. Ben: — (Benim için) süt sağar mısın? dedim. O: — Evet, sağarım, dedi ve bir koyun tuttu. Ben ona: — Memesi üzerindeki toprak, kıl ve pislikleri silkele, dedim. (Râvî: Ben el-Berâ'yı elinin birini diğeri üzerine vurarak silkip temizlemeyi işaret ederken gördüm, demiştir.) Çoban benim için, yanında bulunan iri ve kalın karınlı ağaç çanağa bir adam kandıracak kadar az bir süt sağdı. Benim yanımda da Peygamber için taşıdığım, Peygamber'in su ister, su içer ve abdest alır olduğu deriden bir kap bulunuyordu. Ben müteakiben Peygamber'in yanına geldim. Fakat O'nu uykusundan uyandırmak istemediğim için, kendi kendine uyanıncaya kadar bekledim. Bu sırada sütün üstüne biraz su döktüm, hattâ kabın aşağısı biraz soğudu. Uyanınca O'na: — Yâ Rasûlallah, iç, dedim. Rasûlüllah içti. Ben de bundan hoşnûd oldum. Sonra Rasûlüllah: — "Hareket etme zamanı gelmedi mi?" dedi. Ben: — Evet, dedim. Ve güneş ortadan batıya meylettikten sonra hareket ettik. Bizim arkamıza Surâka tu'bnu Mâlik düşüp ta'kîb etti. Ben: — Yâ Rasûlallah, bizim yanımıza gelindi (yani yakalanıyoruz), dedim. Rasûlüllah: — "Lâ tahzen innellâhe maanâ — Tasalanma, çünkü Allah hiç şübhe yok bizimle beraberdir” (et-Tevbe. 40) dedi. Ve Peygamber onun aleyhine beddua etti. Bunun üzerine Surâka'nın atı tökezleyip karnına kadar yere battı. Zannediyorum biz bu sırada düz ve sert bir arazî üzerinde bulunuyorduk. Râvî Zuheyr şunu şekkli söylemiştir: Surâka bu beliye üzerine: — Ben kat'î bildim ki, siz ikiniz benim aleyhime beddua ettiniz. Şimdi siz benim lehime duâ ediniz. Allah şâhid olsun ki, ben sizin peşinizdeki arayışları sizden geri çevireceğim, dedi. Bu söz verme üzerine Peygamber ona hayır duâ etti, o da kurtuldu. Sonra geriye döndü ve artık kavuştuğu herbir arayıcı kimseye: — Bu tarafları aramaya ben size kifayet etmişimdir, dedi. Artık her kavuştuğu kimseyi muhakkak geriye çevirdi. Ebû Bekr dedi ki: Böylece de Surâka, bize yaptığı taahhüde vefa gösterdi . 3659 Bize Hâlid, İkrime'den; o da İbn Abbâs radıyallahü anhüma'tan şöyle tahdîs etti: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kerre ıyâde (hasta hatırı sormak) için bir Bedevi'yi ziyarete gitmişti. İbn Abbâs dedi ki: Peygamber ıyâde için bir hastanın yanına gittiğinde ona: — "Zararsız, geçmiş olsun, günâhlarına keffârettir inşâallah" demek i'tiyâdında idi. Bu A'râbî'ye de: — "Hastalığın zararsız geçmiş olsun, günâhlarına keffârettir inşâallah" duasında bulundu. A'râbî ise Peygamber'e: — Sen, günâhlarına keffârettir; geçmiş olsun diyorsun, fakat hiç de öyle (geçici bir hastalık) değildir. Belki o ergin bir ihtiyar hasta üzerinde harareti feveran yahut galeyan edip duran ve onu kabirleri ziyarete götürecek olan humma hastalığıdır, dedi. Peygamber de: — "O hâlde pek iyi (öyle olsun)" buyurdu . 3660 Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh) şöyle demiştir: (Neccâr oğulları'ndan) Hristiyan bir adam vardı. Sonra müslümân olmuştu. el-Bakara ve Âlu İmrân sûrelerini okumuştu. Peygamber'e vahiy kâtibliği de yapıyordu. Bu adam sonra Hristiyanlığa geri döndü. Bu mürted: — Muhammed birşey bilmez, yalnız benim kendisine yazdığım şeyleri bilir, demeğe başladı. Ve (aradan çok bir zaman geçmeden) Allah onu öldürttü. Hristiyanlar onu gömdüler. Fakat sabah olunca gömüldüğü yer onu dışarıya atmıştı. Bunun üzerine Hristiyanlar: — Bu, Muhammed'in ve sahâbîlerinin işidir. Onların arasından çıkıp kaçtığı için bu dîn kardeşimizin ölüsünden kefenini soydular ve onu (meydana) bıraktılar, diye iftira ettiler. Ve onun için derin bir çukur kazıp içine bıraktılar. Fakat sabah olunca gömüldüğü yer onu (yine) dışına attı. Hristiyanlar yine: — Bu, Muhammed ile sahâbîlerinin işidir. Onların arasından çıkıp kaçtığı için bu dîn kardeşimizin ölüsünden kefenini soydular ve onu kabrin dışına bıraktılar, dediler. Ve bir yerde yine ona bir çukur kazdılar ve güçleri yettiği derecede derinleştirdiler. Fakat sabah olunca bu yerin de onu dışına atmış olduğu görüldü. Bunun üzerine Hristiyanlar bu işin insanlar tarafından yapılmadığını bildiler ve onu açıkta bıraktılar . 3661 Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kisrâ helak olduğu zaman, artık ondan sonra hiçbir Kisrâ yoktur. Kayser helak olduğu zaman, artık onun ardında Kayser de yoktur. Muhammed'in nefsi yed’inde olana yemîn ediyorum ki, Kisrâ ile Kayser'in hazînelerini muhakkak Allah yolunda harcayacaksınız". 3662 Câbir ibn Semure (radıyallahü anh) şu hadîsi Peygamber'e yükseltti: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kisrâ helak olduğu zaman ondan sonra hiçbir kisrâ yoktur. Kayser helak olduğu zaman, artık onun ardında hiçbir kayser yoktur" buyurdu. Hadîsi, geçen hadîs gibi zikretti de: "Yemîn olsun o ikisinin hazîneleri muhakkak Allah yolunda harcanacaktır" buyurdu . 3663 İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında Museylimetu'l-Kezzâb (Medine'ye) geldi de: — Eğer Muhammed kendisinden sonra beni halef kılarsa kendisine uyarım! demeye başladı. Museylime Medîne'ye kendi kavminden kalabalık bir hey'et içinde gelmişti. Rasûlüllah, Museylime'nin yanına gitti. Rasûlüllah'ın beraberinde (Rasûlüllah'ın hatîbi denilen) Sabit ibn Kays ibn Şemmâs da gitmişti. Rasûlüllah'ın elinde hurma dalından bir deynek bulunuyordu. Rasûlüllah, kavmi içinde oturan Museylime'nin tâ karşısında durdu. (Onunla İslâm hakkında konuştu. Museylime, peygamberlik payesinden kendisine bir hisse verilmesini istedi.) Rasûlüllah: — " (Değil bir pay) şu dal parçasını benden istesen onu bile sana vermem. Sen de Allah'ın hakkındaki hüküm ve takdîrini tecâvüz edemezsin. Eğersen bana ve Hakk'a muhalefet edersen, Allah seni muhakkak helak eder. Ve ben muhakkak sanırım ki, sen -onda gördüğüm şekillere göre- ru'yâmda hana gösterilen (uğursuz) kişisin..." 3664- ibn Abbâs (geçen senedle) şöyle demiştir: (Ben Ebû Hureyre'ye, Rasûlüllah'ın Museylimetu'l-Kezzâb'a: "Benzeyişine göre sen, muhakkak bana ru 'yâmda gösterilen uğursuz şahıs olacaksın " sözünün mâhiyetini sordum.) Ebû Hureyre bana şöyle haber verdi: — Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ben uyurken ru'yâmda iki kolumda iki altın bilezik gördüm. Bunlar kadın zîneti olduğu için, bunların durumu beni kederlendirdi. Sonra ru'yâmda bana bu bileziklere üflemekliğim vahyolundu. Ben de bunlara üfledim. Bunların ikisi de uçtu. Ben bu iki bileziği benden sonra türeyecek iki yalancı (peygamber) ile te'vîl ettim ki, bunun birisi el-Ansî (Esved) 'dir. Öbürüsü de Yemâme'nin sahibi Museylimetu'l-Kezzâb'dır" . 3665 Ebû Mûsâ (radıyallahü anh)'dan - Buharî, şeyhinden Peygamber'e yükseltme sığasını işitip işitmediği hususunda şekkedip: Zannederim Peygamber'den işitti, dedi - Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ben ru'yâmda kendimi Mekke 'den, hurmalıkları bol olan bir yere muhacir gidiyor gördüm. Zihnim, o gitmekte olduğum yerin Yemâme yahut Hecer olduğu fikrine saptı. Bir de gördüm ki, o yer, Câhiliyet'te Yesrib denilen Medine imiş . Ben yine bu ru 'yâmda kendimi gördüm ki, bir kılıç hareket ettirdim de bu kılıcın göğsü kırıldı. Bu da Uhud harbinde mü'minlerden isabet alanlara işaret imiş. Sonra o kılıcı diğer bir defa daha hareket ittirdim. Bu sefer kılıç, olduğundan daha güzel hâline döndü. Bu da fetih ve mü'minlerin toplanması nev'inden Allah'ın getirdiği neticeler imiş. Ben yine o ru 'yâda bir sığır (ın boğazlandığım) görmüştüm. Allah'ın yapağı en hayırlıdır. Bu da Uhud gününde şehîd olan mü'min neferleri remzediyormuş. Bir de gördüm ki, asıl hayır Uhud günü musibete uğramalarının ardından Allah'ın onlara hayır nev'inden getirdiği şeylerdir. Ve Bedir gününden sonra Allah'ın bizlere verdiği doğruluk ve sebat mükâfatıdır" . 3666 Âişe (r.anha) şöyle demiştir; Fâtıma yürüyerek yönelip geldi. Fâtîma'nın yürüyüşü tıpkı Rasûlüllah'ın yürüyüşü gibidir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): — "Merhaba kızım'' dedi. Sonra onu sağ tarafına yahut sol tarafına oturttu. Sonra kızına gizlece bir söz söyledi. Bunun üzerine Fâtıma ağladı. Ben Fâtıma'ya: — Niçin ağlıyorsun? dedim. Sonra Fâtıma'ya gizlice bir söz daha söyledi. Bu sefer Fâtıma güldü. Ben, kendi kendime: Bugünkü gibi bir sevincin bir hüzne bu kadar yakın olduğunu görmedim, dedim. Hemen Fâtıma'ya Peygamber'in ne söylediğini sordum. Fâtıma: — Ben Rasûlüllah'ın sırrını, yânı gizli söylediği sözü açıklayıp ifşa edecek değilim, dedi. 3667- Nihayet, Peygamber'in ruhu kabzolunduğu zaman kendisine bu ağlama ve gülmenin sebebini sordum. Fâtıma şöyle cevâb verdi: — Rasûlüllah bana: "Cibril'in her sene bir kerre Kur'ân 'ı kendisi ile mukaabele eder olduğunu, bu sene ise Cibril'in bu mukaabeleyi kendisi ile iki defa yaptığını" (haber verdi) ve: "Ben bundan ancak ecelimin gelmiş olduğunu sanıyorum. Muhakkak ki sen, ailem içinden bana ilk yetişecek kimsesin" buyurdu. İşte ben bundan dolayı ağladım. Akabinde Peygamber, bana (gizlice): "Sen cennet ehli kadınlarının seyyidesi olmandan, yahut mü'minlerin kadınlarının seyyidesi olmandajı razı olmuyor musun?" buyurdu. İşte ben bundan dolayı da sevinip güldüm . 3668 Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ölüm sebebi olan hastalığı sırasında kızı Fâtima'yı yanına çağırdı ve ona gizli birşey söyledi. Fâtıma ağladı. Sonra onu bir daha çağırıp gizli birşey söyledi. Fâtıma bu defa güldü. 3669- Âişe dedi ki: Ben Fâtıma'ya bu ağlama ve gülmenin sebebini sordum. Fâtıma: — Peygamber bana vefat sebebi olan bu hastalığı neticesinde ruhunun Hakk canibine alınacağını gizlice haber verdi; ben bunun üzerine ağladım. Sonra bana ev halkından kendisinin ardından ilk gelecek kimse ben olduğumu gizlice haber verdi; bundan dolayı da güldüm, dedi . 3670 İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Omer ibnu'l-Hattâb, İbn Abbâs'ı meclisine yaklaştırırdı. Abdurrahmân ibn Avf, Omer'e hitaben: — Bizim de İbn Abbâs'a akran oğullarımız vardır (onları meclisine yaklaştırmadın), dedi. Omer de ona: — Şu muhakkak ki sen onu meclisime hangi sebebden yaklaştırdığımı biliyorsun (ilminden dolayı yaklaştırıyorum), dedi. Akabinde Omer, İbn Abbâs'a şu "İzâ câe nasrullâhi ve'l-fethu" (en-Nasr 1) âyetinden sordu. ibn Abbâs: — O, Rasûhıllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ecelidir. Allah O'na ecelinin geldiğini bildirdi, dedi. Omer: — Ben de bu sûreden, senin bilmekte olduğundan başka bir ma'nâ bilmiyorum, dedi . 3671 İbn Abbâs radıyallahü anhüma şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ölüm hastalığı içinde üzerinde bir örtü ile ve (ağrıyan) başı üzerine de boz renkli bir kumaş parçası çatmış olduğu hâlde (Mescide) çıktı, tâ minbere varıp üzerine oturdu. Akabinde Allah'a hamd ve sena ettikten sonra "Amma ba'du" diye başladığı hutbesine şöyle devam etti: — "Hiç şüphesiz müslümânlar çoğalıyor, fakat Ensâr (günden güne) azalıyor. Hattâ onlar, yemek içindeki tuz derecesinde azalmış olacaklar. Şu hâlde (ey Muhacirler) sizden her kim diğer kimselere zarar verebileck yahut fayda verebilecek bir iş başına geçerse, Ensâr'ın iyilerinin iyiliklerini alıp kabul etsin; kötülerinin kötülüklerini de affetsin". İbn Abbâs: İşte bu oturum, Peygamber'in oturduğu son oturuş öldü, demiştir. 3672 Ebû Bekrete (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün el-Hasen (ibn Alî)'i mescide çıkardı da onu minberin üzerine yükseltti. Akabinde: "Bu benim oğlumdur, Seyyiddir (şeref sahibi bir efendidir). Umarım ki, Allah bu oğlum sebebiyle müslümânlardan iki fırkanın arasını düzeltip iyileştirir" buyurdu . 3673 Enes ibn Mâlik (radıyallahü anh)'ten; o: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ca'fer ibn Ebî Tâlib ile Zeyd ibn Hârise'nin ölüm haberleri gelmeden önce, gözleri yaş akıtarak onların öldürüldüğünü haber verdi, demiştir . 3674 Câbir ibn Abdillah (radıyallahü anh) şöyle demiştir: (Câbir evlendiği zaman) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): — "Câbir, etrafı saçaklı oda döşemeleriniz var mı?" diye sordu. Ben: — Bizde öyle döşemeler nereden olacak? diye cevâb verdim. Peygamber: — "Fakat ben yemin ediyorum ki, yakında sizin öyle süslü döşemeleriniz olacaktır" buyurdu. Câbir dedi ki: Ben kadınıma: — Şu süslü döşemelerini gözümün önünden geri kaldır, derdim; o da bana: — Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizin yakında süslü ev ve yatak döşemeleriniz olacaktır" buyurmadı mı? derdi. Bu söz üzerine ben de bu döşemeleri yerinde bırakırdım. 3675 Abdullah ibn Mes'ûd (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Sa'd ibnu Muâz umre yapmak için Mekke'ye gitmişti. Abdullah dedi ki: Mekke'ye vardığında Ebû Safvân, Umeyye tu'bnu Halefin evine inmiş, ona konuk olmuştu. Umeyye de (ticâret) için Şam'a gittiğinde Medîne'ye uğrar, Sa'd ibn Muâz'a konuk olurdu. (İkisi arasında bir dostluk vardı.) Umeyye, Sa'd'a: — Biraz bekle! Gündüz yarı olduğu ve insanlar kuşluk uykusuna daldığı zaman git Ka'be'yi tavaf et, dedi. Sa'd bu suretle hareket edip vaktinde tavafa başladı. (Umeyye, Sa'd'la beraber bulunduğu) bu sırada Ebû Cehl çıkageldi ve: — Ka'be'yi tavaf eden şu adam kimdir? diye sordu. Sa'd da: — Ben Sa'd ibn Muâz'ım, dedi. Ebû Cehl: — Ey Sa'd, sen Ka'be'yi emniyetle tavaf ediyorsun. Halbuki siz (Medîneliler) Muhammed'le sahâbîlerini sığındırıyorsunuz (onlara yardım ediyorsunuz)! dedi. Sa'd: — Evet öyledir, diye Ebû Cehl'i karşıladı ve aralarında bir çekişme ve husûmet başladı. Bunun üzerine Umeyye, Sa'd'a: — Ebû'l-Hakem'e (Ebû Cehl'e) karşı sesini yükseltme! Çünkü o, Mekke vâdîsi halkının seyyididir, dedi. Sa'd-ibn Muâz, Ebû Cehl'e hitâb ederek: — Eğer sen beni Ka'be'yi tavaf etmekten men' edersen, vallahi ben de sana (daha ağırını yapar, Medine'deki) Şâm ticâret yolunu keserim! diye haykırdı. Bu sırada Umeyye, Sa'd'a: — Sesini yükseltme, demeye ve Sa'd'ı tutmaya başladı. Bunun üzerine Sa'd, Umeyye'ye öfkelenerek: — Sen de (Ebû Cehl'i koruyarak) beni tutma, bırak! Ben Muhammed'den işittim ki, kendisi seni öldüreceğini söylüyordu, dedi. Umeyye: — Beni mi? diye sordu. Sa'd: — Evet seni, dedi. Bunun üzerine Umeyye: — Vallahi Muhammed birşey söylediği zaman yalan konuşmaz, dedi de (korku ve heyecan içinde) dönüp karısına gitti. Ve: — (Yâ Ümme Safvân!) Yesribli kardeşimin bana ne dediğini bilir misin? diye yanıktı. Karısı: — Ne söyledi? diye sordu. Umeyye: — (Yesribli kardeşim) Sa'd: Muhammed'in Umeyye'yi ben öldüreceğim dediğim işittim diyor, diye cevâb verdi. Ümmü Safvân: — Allah'a yemîn ederim ki, Muhammed yalan söylemez! diye Sa'd'ın haberini te'yîd etti. (Bir müddet sonra Bedir günü gelince) Mekkeliler'i bir nidâcı çağırıp onlar da Bedir'e çıktıkları zaman, karısı Ümmü Safvân, kocası Umeyye'ye: — Yesribli dostun Sa'd'ın vaktiyle sana söylediği sözü hatırlamaz mısın? dedi. Umeyye de: — (Vallahi Mekke'den çıkmam! diye) Kureyş ile Bedir'e çıkmamak istedi. Fakat Ebû Cehl, Umeyye'ye: — Sen Mekke vadisinin eşrâfındansın, bir iki gün olsun sefere katılıp yürü! deyip kandırdı Umeyye de onlarla iki gün yürüdü. Neticede Allah onu öldürdü . 3676 Abdullah ibn Omer (Ryden. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: " (Ru'yâmda) insanları bir meydanlıkta toplu olarak gördüm. O sırada Ebû Bekr kalktı. (Halkı sulamak için kuyudan) bir yahut iki kova su çekti. Fakat Ebû Bekr'in su çekmesinde za'f ve güçlük vardı. Allah Ebû Bekr'i mağfiret etsin. Sonra bu kovayı Omer aldı. Ve alınca bu kova Omer'in elinde büyük bir kovaya dönüştü. Ben, insanların içinde Omer'in gördüğü işi işleyebilecek kuvvette kuvvetli ve kâmil bir kişi göremedim. En sonu insanlar o meydanı develerin sulak ve eylekyeri edindiler (yani onun zamanında insanlar bir meydan bulup istirahat ettiler)". Hemmâm ibn Münebbih de Ebû Hureyre'den söyledi ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ebû Bekr iki kova su çekti" buyurmuştur . 3677 Bize Ebû Usmân Abdurrahmân en-Nehdî tahdîs edip şöyle dedi: Bana haber verildi ki, Cibrîl aleyhi's-selâm (bir insan güzeli olan Dıhyetu'l-Kelbî suretinde) Peygamber'in yanına gelmişti. Bu sırada Peygamber'in yanında (kadınlarından) Ümmü Seleme bulunuyordu. Cibrîl, Peygamber'le konuşmağa başladı. Sonra kalkıp gitti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ümmü Seleme'ye: — "Bu kimdir?" diye sordu, yahut buna benzer bir soru söyledi. Ümmü Seleme: — Bu, Dıhye'dir, dedi. Ümmü Seleme dedi ki: Allah'a yemîn ediyorum, Peygamber'in Cibril'den (aldığı vahyi sahâbîlere) haber vermek üzere yaptığı hutbesini işitinceye kadar ben Cibril'i hiç şüphesiz Dıhye sandım. Râvî: Ümmü Seleme böyle veyâhud buna benzer bir söz söyledi, dedi. Süleyman ibn Tarhân dedi ki: Ben, Ebû Usmân'a: — Sen bu hadîsi kimden işittin? diye sordum. Ebû Usmân: '" — Usâmetu'bnu Zeyd'den işittim, dedi . |