Geri

   

 

 

İleri

 

32 Besmele:

Buna dair açıklamalarımızı yirmiyedi başlık halinde sunacağız.

1- Besmele'nin Özelliği:

İlim adamları der ki: "Bismillahirrahmânirrahim" Rabbimizin her sûre başında indirmiş olduğu bir yeminidir. Bununla kul­larına şu şekilde yemin etmektedir: Kullarım, bu sûrede Benim sizin için in­dirdiğim buyruklar hakkın kendisidir. Ve Ben bu sûrede size vermiş olduğum vadimi, lütfumu ve iyilikle muamelelere dair bu sûrenin bütün muhtevasını aynen yerine getireceğim.

"Bismillahirrahmânirrâlıim" âyeti, yüce Allah'ın bizim Kitabımıza ve özel olarak bu ümmete Süleyman (aleyhisselâm)'dan sonra indirmiş olduğu buyruklar­dandır.

Kimi ilim adamı şöyle demiştir: "Bismillahirrahmânirrâlıim" şeriatın tümünü ihtiva etmektedir. Çünkü bu ifade, hem Allah'ın zatına, hem sıfatla­rına delalet etmektedir. Bu doğru bir açıklamadır.

2- Besmele'nin Bazı Özellikleri

Said b. Ebi Sükeyne der ki: Bana Ali b. Ebi Talib (radıyallahü anh)'ın "bismillahirrahmânirrahim"i yazan bir kişiyi gördüğü haberi ulaş­tı. O kişiye şöyle dedi: Bunu güzel bir şekilde okunaklı olarak yaz. Çünkü bir kişi, bunu güzel ve okunaklı bir şekilde yazmış, ona mağfiret olunmuştur.

Said dedi ki: Yine bana ulaştığına göre adamın birisi, üzerinde "bismilla­hirrahmânirrâlıim" yazısı bulunan bir kağıda baktı. Onu aldı öptü, gözleri­ne sürdü, bunun için ona mağfiret olundu. İşte Bişr el-Hâfî'nin kıssası da bu kabildendir. O, üzerinde Allah adının yazılı olduğu bir parçayı yerden kal­dırdı, ona kokular sürdü. Bundan dolayı da onun ismi de hoş kılındı. Bu­nu el-Kuşeyrî zikretmektedir.

Nesaî, Ebu'l-Muleyh'ten, o Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın arkasında bineğe binen (bir kişi Men şöyle dediğini rivayet etmektedir. Resulullalı (s. a) buyurdu ki: "Bineğin sen üzerindeyken tökezleyecek olursa, kahrolasıca şeytan, deme. Çünkü o bir ev kadar oluncaya kadar büyüdükçe büyür ve: Ben kendi gü­cümle bunu yaptım, der. Fakat böyle diyecek yerde: Bismillahirrahmânirrâ-him, de. O vakit sinek kadar oluncaya kadar küçülüp gider."

Ali b. el-Huseyn de, yüce Allah'ın: "Sen Kur'ân'da Rabbini bir tek olarak zikrettiğin zaman nefret ile arkalarına döner giderler." (el-İsra, 17/46) âyetini açıklarken anlamının: Yani sen: "Bismillahirrahmânirrâhim" dedi­ğin vakit demek olduğunu söylemiştir.

Veki', el-A'meş'ten, o Ebu Vail'den, o Abdullah b. Mes'ud'dan şöyle de­diğini rivayet etmektedir: Allah tarafından ondokuz zebaniden kurtarılmak isteyen kimse "bismillahirrahmânirrâhim"i okusun ki yüce Allah da o kim­se için bunun her bir harfi karşılığında her bir melekten kendisi vasıtasıyla korunacağı bir kalkan yaratsın. Besmele de yüce Allah'ın haklarında: "Üze­rinde ondokuz (görevli melek) vardır. (el-Müddessir, 74/30) diye buyurdu­ğu cehennem üzerinde görevli melekler sayısınca ondokuz harftir. Bunlar ay­rıca bütün fiillerinde: "Bismillahirrahmânirrâhim" derler. İşte bundan dola­yıdır ki bu besmele, onlar için bir güç (kaynağı)tür. Onlar, Allah'ın ismiyle bu kadar büyük güce sahip kılınmışlardır.

İbn Atiyye der ki: Kadir gecesiyle ilgili olarak ilim adamlarının şu görüş­leri de bunu andırmaktadır. Bazı ilim adamlarının görüşlerine göre, Kadir ge­cesi, yirmiyedinci gecedir. Bunu da (doksanyedinci sûre olan) Kadr sûresi­nin yirmiyedinci kelimesi olan O" kelimesini gözönünde bulundu­rarak söylerler.

Yine (rükudan doğrulduğu vakit) Rabbimiz sana pek çok pek hoş ve mübarek kılınmış hamd ile hamd olsun" diyen kimsenin sözlerini yazmak için biribirleriyle yarışırcasına acele eden meleklerin sayısı ile ilgili, ilim adamlarının görüşleri de buna benzemekte­dir. Bu ifade otuz küsur harftir. Bundan dolayı Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da: "Hangi­si daha önce yazacak diye otuz küsur meleğin biribirleriyle yarışırcasına ace­le ettiklerini gördüm" diye buyurmuştur.[203] [174]

İbn Atiyye der ki: Bu tür açıklamalar, tefsire dair güzel nükteler ve açık­lamalar kabilindendir. Yoksa sağlam bilgiye dayalı açıklamalardan sayıl­mazlar. eş-Şabi ve el-A'meş'in rivayetine göre Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) önceleri "Bis-mikellahumme (adın ile Allah'ım)" şeklinde yazıyordu. "Bismillah" diye yaz­ması emroluncaya kadar bu şekilde yazdı. "Bismillah" diye yazması emrolu-nunca bu sefer böyle yazdı.

Yüce Allah'ın: "De ki: Gerek Allah diye dua edin ve gerekse Rahman diye dua edin..." (el-İsra, 17/110) âyeti nazil olunca "bismillahirrahmân" şeklinde yazmaya başladı. Daha sonra: "O gerçekten Sü­leyman'dandır ve o gerçekten bismillahirrahmânirrâhim (rahman ve rahîm olan Allah'ın ismiyle) diye başlıyor" (en-Neml, 27/30) âyeti nazil olunca bu sefer bu şekilde (yani bismillahirrahmânirrâhim şeklinde) yazdı.

Ebu Davud'un Musannef'inde şöyle denilmektedir: eş-Şabi, Ebu Mâlik, Ka-tâde ve Sabit b. Umare'nin dediklerine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Nemi sûresi na­zil oluncaya kadar "bismillahirrahmânirrâhim" şeklinde yazmıyordu.[204] [175]

3- Sûrelerin Başlarındaki Besmeleler:

Ca'fer es-Sadık (radıyallahü anh)'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Besmele, sûrelerin taçlarıdır.

Derim ki: Bu besmelenin Fatiha'dan ve diğer sûrelerden bir âyet olmadı­ğının delilidir. Bu hususta ilim adamlarının üç ayrı görüşü vardır:

a) Besmele Fatiha'dan da, başka sûrelerden de bir âyet değildir. Bu İmam Malik'in görüşüdür.

b) Besmele, her sûreden bir âyettir. Bu da Abdullah b. el-Mubarek'in gö­rüşüdür.

c) Şafiî der ki, besmele Fatiha'dan bir âyet-i kerimedir. Diğer sûrelerden âyet olup olmadığına dair görüşü ise farklı farklı nakledilmiştir. Bir seferin­de: Her sûrenin bir âyetidir, derken bir diğer seferde, sadece Fatiha'dan bir âyet-i kerimedir, demiştir. Ancak ilim adamlarının Besmele'nin Kur'ân-ı Ke-rim'de Nemi süresindeki bir âyette yer aldığında görüş ayrılığı yoktur.

Şafiî, Darakutnî tarafından rivayet edilen ve Ebu Bekr el-Hanefi'den, o Ab-dülhamid b. Ca'fer'den, o Nuh b. Ebi Bilal'den, o Said b. Ebi Said el-Makbu-rî'den, o da Ebu Hureyre'den gelen rivayet yoluyla Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyetini delil göstermektedir: "Elhamdülillahi rabbil alemin diye okuduğunuz takdirde (başında) bismillahirrahmânirrâhim'i okuyunuz. Çünkü o (Fatiha sûresi) Kur'ân'ın anasıdır, Kitabın arasıdır, es-Seb'u'1-mesani (tekrarlanan ye­di )dir. Bismillahirrahmânirrâhim de âyetlerinden bir tanesidir."[205] [176]

Bu hadisi Abdülhamid b. Ca'fer, merfu olarak rivayet etmiştir. Sözü geçen bu Abdülhamid'i Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Said ve Yahya b. Main sika (gü­venilir) bir ravi olarak saymaktadırlar. Ebu Hatim onun hakkında: O doğru sözlüdür, derken Süfyan es-Sevri zayıf olduğunu söyler ve ona hücum eder­di. Senette geçen Nuh b. Ebi Bilal de ünlü ve sika bir ravidir.

İbnu'l-Mubarek ile Şafiî'nin iki görüşünden birisinin delili ise, Müslim ta­rafından Enes'ten gelen şu rivayettir: Enes dedi ki: Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) günün bi­rinde bizimle birlikte oturuyor iken bir parça uyukladı. Daha sonra gülüm­seyerek başını kaldırdı. Biz: Ey Allah'ın rasûlü, neden güldün? diye sorduk. Şu cevabı verdi: "Az önce bana bir sûre nazil oldu." dedi ve şunları okudu: "Bismillahirrahmânirrâhim. Şüphesiz biz sana Kevseri verdik. O halde Rab-bin için namaz kıl, kurban kes. Şüphesiz sana buğz edenin kendisi ebter (so­yu kesik) olandır." (el-Kevser, 108/1-3) Ve sonra hadisin geri kalan kısmını kaydetti.[206] [177] Yüce Allah'ın izniyle bu hadisin tamamı Kevser sûresinin tefsi­rinde gelecektir.

4- Sahih Görüş:

Bu görüşler arasında doğru olan İmam Malik'in görüşü­dür. Çünkü Kur'ân-ı Kerim âhâd haberlerle sabit olmaz. Onun sübut yolu hak­kında ihtilafın sözkonusu olmadığı kati tevatürdür. İbnul-Arabî der ki: "Bu­nun (yani besmelenin) Kur'ân-ı Kerim'den olmadığını anlamak için insanla­rın onun hakkındaki ihtilafları yeterlidir. Çünkü Kur'ân-ı Kerim hakkında ih­tilaf edilmez.

Tenkid edilmeleri sözkonusu olmayan sahih haberler de Besmele'nin Nemi sûresi dışında Fatiha veya bir başka sûreden olsun bir âyet olmadığını ortaya koymaktadır. Müslim, Ebû Hureyre'nin şöyle dediğini rivayet et­mektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Aziz ve celil olan Al­lah buyuruyor ki, Ben namazı (yani Fatiha sûresini) kendim ile kulum ara­sında iki yarıya böldüm ve kuluma istediğini vereceğim. Kul: "Hamd alem­lerin rabbi olan Allah'a mahsustur" dediği takdirde, Yüce Allah: Kulum Ba­na hamdetti, der. Kul: "Rahman ve rahîm" dediğinde yüce Allah: Kulum Ba­na sena etti, der. Kul: "Din gününün maliki" dediğinde, yüce Allah: Kulum Benim şanımı yüceltti, der. -Bir defasında da: Kulum herşeyin benden oldu­ğunu ifade etti, der.- Kul: "Yalnız Sana ibadet eder ve yalnız Senden yardım dileriz" dediğinde yüce Allah: Bu Benim ile kulum arasındadır ve kuluma is­tediğini vereceğim, der. Kul: "Bizi dosdoğru yola, kendilerine nimet verdik­lerinin yoluna ilet, gazaba uğramışların ve sapıkların yoluna değil" dediğin­de yüce Allah: "İşte bu kuluma aittir ve kuluma istediği verilecektir."[207] [179]

Yüce Allah'ın: Namazı: ". . . Ayırdım demekten" kastı Fatiha süresidir. Fa­tiha sûresine "namaz" adını veriş sebebi, Fatihasız namazın sahih olmama­sıdır.

Yüce Allah ilk üç âyeti kendisine ayırmış ve şanı yüce zatına tahsis etmiş­tir. Bu ilk üç âyet hakkında müslümanların ihtilafı yoktur. Dördüncü âyetin, kendisi ile kulu arasında olduğunu ifade etmiştir. Çünkü bu âyet-i kerime ku­lun Rabbi önünde zilletini arzedişini, O'ndan yardım isteyişini ihtiva et­mektedir. Bu ise yüce Allah'ı ta'zimi de ihtiva eder. Daha sonraki üç âyet-i kerime ile de Fatiha sûresi yedi âyete tamamlanmış olmaktadır. Bunların üç âyet-i kerime olduğunu ifade eden de hadis-i şerifte geçen : "İşte bunlar da kuluma aittir" demesidir. Bunu İmam Mâlik rivayet etmektedir. Burada "(Bunlar yerine): Bu ikisi"dememektedir. İşte bu da: Üzer­lerine nimet verdiğin kimseler...." âyetlnde âyetin sona erdiğini göster­mektedir.

İbn Bukeyr der ki: Mâlik dedi ki: Üzerlerine nimet ver­diklerin...." âyeti âyet sonudur. Yedinci âyet ise, bundan sonra gelen ve sûrenin sonuna kadar devam eden buyruktur.

Yüce Allah'ın bu şekilde yaptığı paylaştırma ile Hazret-i Peygamber'in Ubeyy (radıyallahü anh)'a: "Namaza başladığın zaman nasıl okursun?" sorusuna onun: "Ben "alemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun" âyetini okudum ve sûreyi sonuna kadar devam ettim"[208] [180] demesi de Besmelenin Fatiha'dan bir âyet-i kerime ol­madığını göstermektedir. Aynı şekilde Medine, Şam ve Basra halkıyla ve kur-ranın büyük çoğunluğu: Kendilerine nimet verdiklerini âyet sonu kabul etmişlerdir. Yine Katâde de Ebu Nadra'dan, o Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Altıncı âyet-i kerime: kendilerine nimet verdiklerin" buyruğudur. Küfe halkından olan kurra ve fu-kaha ise bu sûrede "bismillahirrahmânirrâhim"i bir âyet saymış fakat kendilerine nimet verdiklerin"i âyet sonu kabul etmemişler­dir.

Eğer: Besmele mushafta yazılı bulunmaktadır. Ayrıca Kur'ân hattı ile ya­zılmış olup tıpkı Nemi sûresinde olduğu gibi, Kur'ân gibi nakledilmiştir ve bu şekilde nakil onlardan tevatür yoluyla gelmiştir, denilecek olursa şu ce­vabı veririz: Sözünü ettiğiniz şey doğrudur. Fakat bu şekilde nakil edilmesi ve yazılışı Kur'ân-ı Kerim'den olduğundan mıdır, yoksa sûrelerin birbirlerinden ayrıldığını belirtmek için midir? Nitekim ashab-ı kiramdan: Biz "bismil-lahirrahmânirrâhim" âyeti nazil olmadıkça bir sûrenin bittiğini anlayamı-yorduk, dedikleri Ebu Davud tarafından rivayet edilmiştir.[209] [181] Yahut bu bes­mele, teberrüken mi yazılmıştır? Nitekim ümmet, kitap ve mektupların baş taraflarında besmele yazmak üzerinde ittifak etmiştir. Bütün bunlar ihtimal dahilindedir. el-Cüreyrî der ki: el-Hasen'e: "Bismillahirrahmânirrâhim" hak­kında soru soruldu şu cevabı verdi: Bu, mektupların baş taraflarında yazılır. Yine el-Hasen der ki: Bismillahirrahmânirrâhim âyeti yalnızca Ta-Sin (en-Neml) sûresinde yer alan: "Muhakkak ki o Süleyman'dandır ve şüphe­siz ki o bismillahirrahmânirrâhim (diye başlamaktadır). "(en-Neml, 27/30) dışında Kur'ân-ı Kerim'den bir ifade olarak nazil olmuş değildir.

Bu konudaki tartışmaların hakkında nihaî hükmü verecek olan ifade şudur: Kur'ân-ı Kerim düşünme kıyas ve istidlal ile sabit olmaz. Aksine Kur'ân-ı Ke­rim, zorunlu bilgiyi gerektiren, kesin mütevatir olan nakille sabit olur. Diğer taraftan, her sûrenin baş taraflarında ilk âyet olup olmadığı hususunda Şafiî'nin görüşleri farklı farklı gelmiştir. Bu da besmelenin her sûrenin bir âyeti olma­dığını göstermektedir. Allah'a hamdolsun.

Eğer: Bir grup ilim adamı, Besmele'nin Kur'ân-ı Kerim'den olduğunu ri­vayet etmiş, hatta Darakutni bu rivayetlerin sahih olduğunu belirttiği bir cüz­de bunları bir araya getirmeyi üstlenmiştir, denilecek olursa cevabımız şu olur: Biz bu konudaki rivayeti reddetmiyoruz. Buna zaten işaret de etmiş idik. Bu­na karşılık bizim lehimize delil olacak sabit olmuş haberler vardır. Bunları güvenilir imamlar ve sağlam fakihler rivayet etmiştir. Müslim'in Sahih'inde Hazret-i Aişe'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir. Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaza tekbir­le ve "elhamdülillahi rabbil alemin"i okuyarak başlardı. . . Hadis, bütünüy­le biraz sonra gelecektir.

Yine Müslim, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmektedir. Peygam­ber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Ebû Bekir ve Ömer (radıyallahü anhnhum)'ın arkalarında namaz kıldım. Bunlar namaza "elhamdülillahi rabbil âlemin"i okuyarak başlıyorlar ve ne kıra­atin başında ne de sonunda "bismillahirrahmânirrâhim" demiyorlardı.[210] [182]

Diğer taraftan bu konuda bizim kabul ettiğimiz görüş çok büyük bir de­lil ile de ağırlık kazanmaktadır. Bu, aklın kabul ettiği bir husustur. Şöyle ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Medine'deki mescidi üzerinden asırlar geçmiş bulun­maktadır. Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın zamanından İmam Malik'in dönemine kadar (ve günümüze kadar) o mescidde hiçbir kimse Sünnete tabi olduğundan dola­yı "bismillahirrahmânirrâhim"i okumuş değildir. Bu sizin konu ile ilgili riva­yet ettiğiniz hadisleri reddetmektedir.

Şu kadar var ki, bizim mezhebimizin ilim adamları, nafile namazlarda bes­melenin okunmasını sevap görmüşlerdir. Onun okunacağına dair varid ol­muş haberler buna veya bu konuda genişlik bulunduğuna hamledilerek açıklanır. İmam Mâlik der ki: Nafile namaz kılarken ve Kur'ân-ı Kerim'i baş­kasının huzurunda okurken, besmelenin okunmasında bir mahzur yoktur.

İmam Malik'in ve onun mezhebine mensup ilim adamlarının genel görü­şü şu ki: Besmele Fatiha'run da başka bir sûrenin de (ilk) âyeti değildir. Farz namaz olsun, başkasında olsun namaz kılan kimse, gizli olsun açıkta olsun besmeleyi okumaz. Bununla birlikte nafilelerde okuması caizdir. İmam Ma­lik'in mezhebine mensup ilim adamlarınca meşhur olan görüş budur.

İmam Malik'ten gelmiş bir başka rivayete göre, Besmele nafile namazlar­da ve sûrenin baş tarafında okunabilir. Ancak Fatiha'nın başında okunmaz.

İbn Nafi'in ondan (Malik'ten) rivayetine göre farz ve nafile namazlarda kı­raatin başında okunacağını ve hiçbir şekilde terkedilmeyeceğini ifade etmek­tedir: Medine halkından şöyle diyenler de vardır. Onda -kıraatin başında- bis-millahirrahmânirrâhim'in okunması mutlaka gereklidir. Bu görüşü savunan­lar arasında İbn Ömer ve İbn Şihab da vardır. Şafiî, Ahmed, İshak, Ebu Sevr ve Ebu Ubeyd'in görüşü de budur. İşte bu, meselenin içtihadı bir mesele ol­duğunu, kati olmadığını göstermektedir. Görüşlerini kabul ettiğimiz takdir­de, aksi görüşte olan müslümanları tekfir etmek gereken birtakım cahil ve kendisini fukahadan zanneden kimselerin sandıklan gibi değildir. Çünkü bu konuda sözü geçen görüş ayrılığı vardır.

Bir grup ilim adamı da Fatiha ile birlikte gizlice okunacağı kanaatindedir. Ebu Hanife ve es-Sevri bunlardandır..Ömer, Ali, İbn Mes'ud, Ammar ve İbn ez-Zübeyr (radıyallahü anhnhum)'dan bu kanaat rivayet edilmiştir. Aynı zamanda bu el-Hakem ve Hammad'ın da görüşüdür. Ahmed b. Hanbel ve Ebu Ubeyd de bu görüşte olduklarını belirtmişlerdir. el-Ezvai'den de buna benzer bir rivayet gelmiştir. Bunu Ebu Umer b. Abdi'1-Berr "el-İstizkar" adlı eserinde zikretmek­tedir. Bunlar, görüşlerine bu konudaki rivayetleri delil gösterirler ki bunu Man-sur b. Zâzân, Enes b. Malik'ten rivayet etmektedir. Enes b. Mâlik dedi ki: Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize namaz kıldırdı. "bismillahirrahmânirrâhim"i okuyuşunu bi­ze işittirmedi. Ayrıca Ammar b. Ruzeyk'in el-A'meş'ten, Onun Şube'den, onun Sabit b. Enes'ten rivayetini de delil gösterirler. Enes dedi ki: Peygam­ber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Ebu Bekir ve Ömer'in arkasında namaz kıldım. Onlardan herhan­gi birisinin "bismillahirrahrnânirrâhim"i açıktan okuduğunu işitmedim.[211] [183]

Derim ki: Bu güzel bir görüştür. Enes'ten gelen rivayetler bu görüşe uy­gundur. Bununla çelişmemektedir. Bu görüş ile hareket edildiği takdirde bes­melenin okunuşu ile ilgili görüş ayrılıklarından da kurtulmak mümkün olur. Said b. Cübeyr'den de şöyle dediği rivayet edilmektedir: Müşrikler mescid-de bulunurlardı. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bismillahirrahmânirrahim" diye okudu­ğunda onlar: İşte Muhammed, Yemame'nin rahmanını -Müseylime'yi kaste­diyorlar- zikrediyor. Bunun üzerine Hazret-i Peygmber "bismillahirrahmânirra-him"in gizliden okunmasını emretti ve bu sefer:

"Namazında sesini pek yük­seltme, fazla da kısma. İkisi ortası bir yol tut." (el-İsra, 17/110) âyeti nazil oldu.

Ebu Abdullah et-Tirmizî el-Hakim der ki: Bu uygulama bu günümü­ze kadar -illet ortadan kalkmış olmakla birlikte -bu şekil üzere kalmaya de­vam etti. Nitekim tavafta remel yapılması de illet ortadan kalkmış olmakla bir­likte, gündüz namazlarında içten okumakta olduğu gibi kalmış, değişikliğe uğramamıştır.

5- Besmele ile Başlamanın Hükmü:

Ümmet ilim kitaplarının ve risalele­rin başlarında Besmele'nin yazılmasının caiz olduğu üzerinde ittifak etmiş­lerdir. Eğer kitap bir şiir divanı ise, Mücahid'in eş-Şabi'in konu ile ilgili şöy­le dediği rivayet edilmektedir: (İlim adamları) Şiirin başında "bismillahirrah­mânirrahim" yazılmaması üzerinde icma etmişlerdir.

ez-Zühri de der ki: Bismillahirrahmânirrâhim'in şiir başında yazılmama­sı şeklinde uygulama günümüze kadar gelmiştir.

Said b. Cübeyr, şiir kitaplarının başında besmelenin yazılacağı görüşün­dedir. Müteahhir ilim adamlarının çoğunluğu da bu konuda onun görüşünü kabul etmiştir. Ebu Bekr el-Hatib der ki: Bizim tercih ettiğimiz ve müstehap gördüğümüz de budur.

6- Sözlük Açısından "Besmele":

el-Maverdi der ki: Bismillah diyen kim­seye "mübesmil (besmele çeken)" denir. Bu kelime müvelled[212] [186] bir kelime­dir. Şiirde bu kelime geçer. Ömer b. Ebi Rabia der ki:

"Onunla karşılaştığım sabah Leyla besmele çekti Şu mübesmil (besmele çeken) sevgili ne hoştur!"

Derim ki: Dil bilginlerinin (fiilde) kullandıkları yaygın şekil "Besmele (bes­mele çekti)" şeklindedir. Yakub b. es-Sikkit, el-Mutarriz, es-Saâlibî ve başka dil alimleri şöyle der: Kişi "bismillah" dediği takdirde "besmele: Besmele ge­tirdi, çekti" denilir. Mesela, bismillah sözünü çokça tekrarlayan bir kimseye fazlaca besmele çektin, denir. Kişi: "La havle vela kuvvete illa billah" dedi­ği takdirde "havkale" denilir. "La ilahe illellah" dediğinde "hellele" : tehlil ge­tirdi" denilir. Sübhanallah dediği takdirde "sebhale: Teşbih getirdi" denilir. "Elhamdülillah" demeye "hamdele"; "hayya alessalah" demeye "haysala"; Sana feda olayım" demeye "ca'fele"; Allah eksikliğini vermesin" de­meye "tabkala" denilir. "Allah seni daim aziz kılsın" demeye "dem'aze" de­nilir. "Hayyaalel felah" demeye "hayfele" denilir.

el-Mutarriz bu deyimlerden: "Hayya alessalah" demeye "haysale" denile­ceğinden; "Sana feda olayım" demeye "ca'fele" denileceğinden; "Allah ömrü­nü uzun etsin" demeye "tabkale" denileceğinden ve: "Allah seni daim aziz et­sin" demeye "dem'aze" denileceğinden söz etmemektedir.

7- Besmele Çekilecek Yerler:

Şeriat, yemek, içmek, hayvan kesmek, cima', taharet, gemiye binmek ve buna benzer her türlü (meşru) fiilin başında bes­mele çekilmesini teşvik etmiştir. Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyur­maktadır:

"Artık üzerlerine Allah'ın ismi anılanlardan yeyin" (el-En'am, 6/118)

"Dedi ki: 'Binin içerisine, onun akması da durması da Allah'ın ismiyledır.'" (Hud, 11/41)

Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmaktadır: "Kapını kapat, Allah'ın adını an, kandilini söndür ve Allah'ın adını an. Kabını ört ve Allah'ın adını an, su kabının (kırbanın) ağzını düğümle ve Allah'ın adını an."[213] [188] Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi biriniz^ hanımı ile ilişki kurmak istediği takdirde: Adınla ey Allah'ım, şeytanı bizden uzaklaştır, bize ihsan ettiğin rızıktan da şey­tanı uzak tut." diyecek olursa eğer bu ilişkilerinden dolayı çocuklarının doğması takdir edilirse ebediyyen şeytan ona zarar veremez." [214] [189]

Hazret-i Peyamber, Ömer b. Ebu Seleme'ye şöyle demiştir: "Ey oğul, Allah'ın adını an, sağ elinle ve önünden ye."[215] [190]

Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: "Yemeğin üzerine Allah ismi anıl-madığı takdirde şeytan o yemeği kendisine helal bilir.(O yemekten yer)" [216] [191]

Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Hayvanını kesmemiş olan Al­lah'ın ismi ile kessin." [217] [192]

Osman b. Ebi'l-Âs, Hazret-i Peygamber'e İslâm'a girdiğinden beri vücudunda bir ağrı duyduğundan şikâyette bulunur. Rasulullalı (sallallahü aleyhi ve sellem) ona şöyle der: "Elini vücudunun ağrıyan tarafına koy ve üç defa "bismillah" de. Yedi de­fa Duyduğum ve kendisinden çekindiğim şeyin kötülüğünden Allah'ın izzetine ve kudretine sığınırım" de.[218] [193] Bütün bunlar, Sahih'te sabittir. İbn Mâce ve Tirmizî'nin rivayetine göre Pey­gamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Helaya girdikleri takdirde Ademoğulları-nın avretlerini cinlere karşı örtmeleri "bismillah" demeleri ile olur."[219] [194]

Darakutnî de Hazret-i Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmetedir: Rasulullalı (sallallahü aleyhi ve sellem) abdest suyuna elini değdirdiği takdirde yüce Allah'ın adını anar, sonra da el­lerine su boşaltırdı.[220] [195]

8- Besmele'nin Anlamı:

İlim adamlarımız der ki: Besmelede Kaderiye'nin ve onlardan olmayıp işledikleri fiilleri kendi kudretlerinin sonucu ortaya çı­kar, diyenlerin görüşleri reddedilmektedir. Bu hususta bu gibi kimselere kar­şı delil gösterme şekli şöyledir: Şanı yüce, Allah her bir fiile başlama sırasın­da -önceden de belirttiğimiz gibi- bismillah diyerek başlamamızı emret­mektedir.

"Bismillah'in anlamı "Allah ile" demektir. "Allah ile" âyetinin anlamı ise, O'nun yaratması ve O'nun takdiri ile ulaşılan sonuçlar elde edilir, şek­lindedir. İnşaallah buna dair daha etraflı açıklamalar ileride gelecektir. Kimi ilim adamı da şöyle der: "Bismillah..."in anlamı Allah'ın yardımı, tevfiki ve bereketi ile başlıyorum, demektir. Bununla yüce Allah, kullarına kıraat ve bu­na benzer işlere başlamaları halinde kendi adını anmalarını öğretmektedir. Bu başlangıçları aziz ve celil olan Allah'ın bereketi ile olsun diyedir.

9- "İsm" Kelimesinin Fazladan Kullanılması:

Ebu Ubeyde Ma'mer b. el-Müsenna, "bismillah"daki "ism" kelimesinin fazladan kullanıldığı görüşünde­dir. Buna da Lebid'in şu beyitini delil göstermektedir:

" Siz bir yıla kadar (ağlayın mezarımın başında) sonra size olsun selam ismi

Tam bir yıl ağlayan kimse ise artık mazur görülür."

Burada "ad" anlamına gelen "ism" kelimesini şair fazladan zikretmiştir. Onun anlatmak istediği: "Sonra size selam olsun"dan ibarettir.

Bizim ilim adamlarımız da Lebid'in bu sözlerini "ism"in müsemmanın ken­disi olduğuna delil gösterirler. Bu bahiste ve başka yerlerde buna dair açık­lamalar -yüce Allah'ın izniyle- ileride gelecektir.

10- Farklı Görüşler:

"İsm"in fazladan getirilmesinin ne anlama geldiği hususunda farklı görüşler vardır. Kutub der ki: Bu kelime şanı yüce Allah'ın zik­rinin tazim ve tebcil edilmesi için fazladan konulmuştur. el-Ahfeş de der ki: Bu kelimenin fazladan getirilmesi, yemin hükmünden uzaklaşılıp Allah ismi ile teberrük kasdının gerçekleştirilmesi içindir. Çünkü bu sözün aslı "bismil­lah" yerine: "billah" şeklindedir. "Billah" ise "Allah adına" anlamına yemin şek­linde de anlaşılabilir.

11- "Besmele" de Emir Anlamı:

Yine bu kelimenin başına "ba" harfinin gel­mesinin ne anlama geldiği hususunda da farklı görüşler vardır. Bu, emir an­lamını ifade etmek için mi gelmiştir? O takdirde: Allah ismiyle başla, demek olur. Yoksa haber anlamını ifade etmek için mi gelmiştir? O takdirde anlam: Allah'ın ismi ile başladım (başlıyorum) olur. Görüldüğü gibi bu konuda iki gö­rüş vardır. Birincisi el-Ferra'nın, ikincisi ez-Zeccac'ın görüşüdür.

Buna göre her iki açıklamaya göre "bism" lâfzı nasb konumundadır.

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: "Benim başlamam Allah ismiyledır." Buna göre "bismillah" mübtedanın haberi konumunda merfudur. Haberin haz-fedildiği de söylenmiştir. Yani: Benim başlayışım Allah'ın ismi ile gerçekleş­miş veya sabit olmuştur, demek olur. Bunu açıkça ifade ettiğimiz takdirde o vakit "bismillah" lâfzı, gerçekleşmiş" veya "sabit olmuştur" fiilleri dolayısıy­la nasb konumunda olur. Ve bu: "Evde fazlalıklar eklenmiştir" sözüne ben­zer. Kur'ân-ı Kerim'de de yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

"Onu hemen kendisinin yanında durduğunu görünce: Bu benim Rabbimin lütfundan-dır... dedi."(en-Neml, 27/40) Burada yer alan "yanında" ifadesi nasb mahal-lindedir. Bu açıklamalar Basralı nahiv alimlerinden rivayet edilmiştir.

Takdirin: "Benim başlayışım Allah'ın ismi iledir" yahut "O'nun ile sabittir" şeklinde olduğu da söylenmiştir. Buna göre "bism" ifadesi "başlayışım" şek­lindeki masdar ile nasb edilmek konumunda olur.

12- "Besmele"nin Yazılışı:

"Bismillah" Elif'siz olarak yazılır. Çokça kullanıldığı için gerek lâfızda gerek yazıda isme bitişik olarak gelen "ba" harfi yazıldığı için Elifin yazılmasına gerek duyulmaz. Halbuki:

"Yaratan Rabbinin ismiyle oku" âyetlnde durum böy­le değildir. Az kullanıldığı için burada kelimesinde "be" harfin­den sonraki "elif" harfi hazfedilmemektedir. Diğer taraftan kelime­sindeki "be" harfinden sonra gelen Elifin "er-Rahmân ve el-Kahir" lâfızları ile birlikte kullanıldığı takdirde hazfedilip (yazılmayıp) edilmeyeceği husu­sunda farklı görüşler vardır. el-Kisai ile Said el-Ahfeş elifin hazfedileceği (ya­zılmayacağı) görüşündedirler. Yahya b. Vessab ise: Sadece "bismillah" ile bir­likte yazıldığı takdirde elif hazfedilir. Çünkü çokça kullanış burada sözkonu-sudur, demektedir.

13- " Besmele"nin Başındaki "Bi"

Ba harf-i cerrinin özellikle esreli "bi" şeklinde okunuş sebebi ile ilgili olarak üç farklı görüş ileri sürülmüştür:

Söy­leyişinin ameline (yani kendisinden sonra gelen ismin sonunu esreli okut­masına) uygun düşmesi içindir, denilmiştir.

İkinci görüşe göre "ba" harfi sa­dece isimlerin başına geldiğinden dolayı özellikle esreli okunur. Çünkü es­re ancak isimlerde sözkonusudur.

Üçüncü görüş ise, bazan isim olabilen harf­ler ile "ba"yı birbirinden ayırdetmek içindir. Şairin şu sözünde yer alan "kaf" harfi de böyledir (isim yerini tutmaktadır):

"Öyle bir atla geri döndük ki, sanki su kuşu idi aramızda, uzaklaşıp gidiyordu." Yani o, bizimle birlikte olan su hayvanı gibi veya ona benzeyen bir hay­vandı, anlamındadır.

14-"Besmele"deki "İsm"

kelimesinin vezni şeklindedir.

Bu kelimenin sonundan "vav" harfi düşmüştür. Çünkü kökü fiilin­den gelmektedir. Çoğulun şeklinde küçültme ismi de: şeklindedir. Bu kelimenin aslının ( vezninin) ne şekilde olduğu ile ilgili ola­rak görüş ayrılığı vardır. Vezni "fil" şeklindedir, denildiği gibi "ful" şeklin­de olduğu da söylenmiştir. el-Cevherî der ki: Bu veznin çoğulu "esma" şek­linde gelir. "Ciz"' ve "ecza" ile "kufi" ve "ekfâl" kelimelerine benzemektedir. Bunların ne şekilde çoğullarının yapılacağı ise ancak kulaktan duyma ile an­laşılır. Bu kelimenin dört ayrı söyleyiş şekli vardır. Esreli olarak "ism" şek­linde, ötreli olarak: "usm" şeklinde. Ahmed b. Yahya der ki: Elifi ötreli oku­yan bir kimse bu kelimeyi " semevtu" den türetmekte, esreli olarak okuyan ise "semîtu" kökünden türetmektedir. Üçüncü bir söyleyiş olarak: "Simun", dördüncü söyleyiş ise "sumun" şeklindedir. Bu söyleyişlere uygun olarak şa­irlerden birisinin şöyle bir beyiti aktarılmaktadır:

"Allah sana mübarek bir ad vermiştir

Bu isim ile Allah seni tercih etmiş, mümtaz kılmıştır."

Bir diğer şair de şöyle demektedir:

"Bizi hayrete düşürdü bu senemizin başları

Bolluk sahibi diye bilinir, fakat herşeyi kuru kuru yer bitirir

eline geçirdiği her kemiği etinden ısrarla sıyırır."

Burada geçen kelimesinin ilk harfi hem ötreli hem de esreli ola­rak okunmuştur.

Bir başka şair de şöyle demektedir:

"Her sûrede ismi bulunanın ismi ile (başlarım)"

kelimesindeki "sin" harfi sakin (cezimli) okunmuştur. Kıyasa ay­kırı olarak i'lal yapılmıştır. Bu kelimenin elifi vasıl elifidir. Şair bazan bunu zorunluluk sebebiyle kat' elifi olarak da okuyabilir. el-Ahvas'ın şu beyitin-de olduğu gibi:

"Ben Malik'in soy kütüğünde aşağılık birisi değilim.

Bir isim alan herkes daha sonra bu isminin gereğine sıkı sıkıya riâyet etmez."

15- "İsm"e Nisbet:

Araplar, "ism" kelimesine nisbet etmek istediklerinde (mensub isim yapmak istediklerinde) derler. Bunun yerine da diyerek olduğu gibi bırakabilirsin. şeklinde kelimesinin çoğulu ise şeklinde gelir. el-Ferra Allah'ın bütün isimleriyle seni sığındırırım" söyleyişini nakletmektedir.

16- "İsm"in Türediği Kök:

"İsm" kelimesinin hangi kökten türediği husu­sunda iki farklı görüş vardır. Basralılar der ki: Bu kelime yükseklik yücelik anlamına gelen "sümuvv" kökünden türemiştir. "İsm" denilmesi bu ismin sa­hibinin kendisi vasıtasıyla yücelen bir kimse ayarında olması dolayısıyladır. İsmin müsemmayı (ad olduğu şeyi) yükseltip başkalarına üstün kıldığından dolayıdır da denilmiştir. Yine: "İsm"e bu adın veriliş sebebi, sahib olduğu güç sebebiyle sözün diğer iki kısmı olan harf ve fiilden üstün olduğundan dola­yıdır. İsmin harf ve fiilden daha güçlü olduğu da icma ile kabul edilmiştir. Çünkü aslolan odur. İşte isim, fiil ve harfe üstün geldiğinden dolayı, ona (üs­tün anlamında) "ism" ismi verilmiştir. Buna göre Basralıların bu hususta üç ay­rı açıklaması vardır.

Kufeliler der ki: "İsm" kelimesi, alamet anlamına gelen "es-simeh" den türemiştir. Çünkü "ism" ad olarak konulduğu şeyin alametini teşkil etmek­tedir. Buna göre "ism" kelimesinin kökü "ve-se-me" şeklinde olur. Ancak bi­rincisi daha doğrudur. Çünkü bu kelimenin küçültme ismi: "sumeyy", çoğu­lu ise "esma" şeklindedir. Bir kelimenin çoğulu ve küçültme ismi ise, o ke­limenin kökünü bize gösterir. (Kufelilerin açıklamasına aykırı olarak): "vu-seym" denilmediği gibi (çoğulunda:) "evsam" da denilmemektedir.

Birinci görüşün doğruluğunun bir delili de bu konudaki görüş ayrılığının faydasıdır. Bunun faydası da şudur:

17- İsim ile Sıfat:

"İsm" kelimesinin yücelik ve üstünlükten türediğini söy­leyenler şöyle der: Yüce Allah bütün mahlukatın varlığından önce de onla­rın varolmasından sonra da ve yok olacakları takdirde de (bu üstün) sıfat­lara sahiptir. Yüce Allah'ın isim ve sıfatlarında yaratıkların etkisi yoktur. Bu, Ehl-i Sünnet'in görüşüdür. "İsrrTin alametten türetildiğini söyleyenler de şöyle demektedir: Ezelden yüce Allah, isimsiz ve sıfatsız idi. O mahlukatı ya­ratınca onlar O'na birtakım isim ve sıfatlar izafe ettiler. Onları yok ettiği tak­dirde yine isimsiz ve sıfatsız kalır. Bu da Mu'tezile'nin görüşüdür. Ümmetin icma ile kabul ettiği görüşe muhalif bir görüştür. Bu konudaki hata ve yan­lışlıkları "O'nun kelamı mahluktur (yaratılmıştır)" demelerinden daha büyük bir hatadır. Şanı yüce Allah, onların bu yanlış kanaatlerinden yüce ve mü­nezzehtir. Bu konudaki görüş ayrılığı dolayısıyla isim ve müsemma hakkın­da da farklı görüşler ortaya çıkmıştır ki, bunu da bir sonraki mes'elede açıklayalım.

18- İsim ile Müsemmâ (Ad ile o ad ile anılan):

Kadı Ebu Bekr b. et-Tay-yib'in naklettiğine göre Hak ehli, ismin müsemmanın kendisi olduğu görü­şündedir. İbn Fûrek de bu görüşü kabul etmiştir. Bu Ebu Ubeyde ve Sibe-veyh'in de görüşüdür. Bir kimse: "Allah alimdir (bilicidir)" dediği takdirde onun bu sözü "alim" olmak niteliğine sahip zatına delalet eder. İsmin "alim" olması bizzat müsemmanın kendisinin böyle olduğu anlamındadır. Yine bir kişi: "Allah haliktır (yaratıcıdır)" diyecek olursa halik olan Rabbin kendisidir, der. Ve bu bizatihi isimdir. İsim onlara göre herhangi bir açıklama sözkonu-su olmaksızın bizatihi müsemmanın kendisidir.

İbnu'l-Hassar der ki: Bid'atçilerden sıfatların varlığını inkar edenler, ad­landırmaların zatın dışında bir medlulü olmadığını zanneder. O bakımdan bunlar: İsim müsemmadan başkadır, derler. Allah'ın sıfatlarını kabul eden­ler ise adlandırmaların medlullerini de kabul eder ve bunlar zatın vasıfları olup bunlar (sıfatlar) ibarelerden (söylenen sözlerden) ayrıdır. Onlara göre bu sı­fatlar isimlerin kendileridir. Bakara ve A'raf sûrelerinde -yüce Allah'ın izniy­le- buna dair daha fazla açıklamalar gelecektir.

19- "Allah" Lâfza-i Celâli:

"Allah" lâfzı şanı yüce Rabbimizin en büyük ve en kapsamlı ismidir. Hatta kimi ilim adamları şöyle demiştir: Bu, yüce Allah'ın ism-i a'zamı (en büyük ism'dir. O'ndan başka hiçbir kimseye bu isim verilmiş değildir. Bundan dolayı bu ismin tesniyesi (ikili) ve çoğulu yapılmaz. Şanı yüce Allah'ın:

"Sen O'nun ismiyle başka bir kimsenin isimlendirildiğini biliyor musun?" (Meryem, 19/65) âyeti ile ilgili iki açıklama şeklinden bi­risi de budur. Yani onun "Allah" adını alan bir başka kimsenin varlığını bi­liyor musun?

Allah ismi, bütün ilahî sıfatları kendisinde toplayan rububiyyetin nitelik­lerine sahip kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan hak varlığın ismidir.

Bunun ibadet edilmek hakkına sahip anlamına geldiği söylenmiştir. Ezel­den beri var olan ebediyen var olacak olan vacibu'l-vücud (varlığı zorunlu) anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu ikisinin anlamı arasında da fark yok­tur.

20- "Allah" Lâfzının Aslı:

Dil bilginleri bu ismin türemiş (müştak) midir, yoksa zat-ı bari'nin özel ismi olmak üzere mi konulmuştur hususunda da fark­lı görüşlere sahiptir.

Birinci görüşü, yani türemiş olduğunu, ilim adamlarının birçoğu kabul et­mektedir. Ancak bunun türeme yolu ve asıl kökünün ne olduğu hakkında farklı görüşlere sahiptirler.

Sibeveyh, el-Halil'den bunun aslının "Fiâl" gibi "ilah" şeklinde olduğunu söylediğini rivayet etmektedir. Hemzenin yerine elif ve lam getirilmiştir. (Allah olmuştur.)

Sibeveyh der ki: Mesela "en-Nass" kelimesinin aslı da "Unas"dır. Bu ke­limenin aslının "lâhe" olduğu da söylenmiştir. Bunun başına elif ve lam ta­zim için getirilmiştir. Sibeveyh'in tercih ettiği görüş budur. Buna delil olarak şu beyiti gösterir:

"Saklan, gizlen ben amcan oğluyum, şerefin benden üstün değildir

Ve sen benim yöneticim değilsin ki beni yönetesin."

el-Kisai ve el-Ferra der ki: "Bismillah"ın anlamı "el- ilahın ismi ile" demek­tir. Hemzeyi hazfederek birinci lamı ikinci lama idğam ettiler ve böylelikle bu ikisi şeddeli lam haline geldi. Yüce Allah'ın şu âyetlnde olduğu gibi: Fakat ben (muvahhidim) Allah benim Rabbimdir." (el-Kelif, 18/38) Burada yer alan kelimesi aslında şeklinde­dir. Nitekim el-Hasen de böyle okumuştur.

Diğer taraftan "Allah" lâfzının şaşkınlık ifade eden : "velehe" kökünden türediği de söylenmiştir. el-Veleh: Aklın baştan gitmesi anlamındadır. Nite­kim: Aklı başından gitmiş erkek, aklı başından gitmiş kadın" denilir. Su çöle akıtıldığı takdirde de denilir. Şanı yüce Allah'ın sıfatlarının hakikatini bilmek, O'nun marifeti üzerinde düşün­mek halindeyse, akıllar hayrete düşer ve altından kalkamaz, şaşırır kalır. Bu­na göre "ilah" kelimesinin aslı "velah"dır. Bu kelimenin başında yer alan hem­ze "vav" harfinin değişikliğe uğramış şeklidir. Nitekim (kemer anlamına ge­len) "işah" kelimesindeki hemze de "vişâh" şeklinde "vav" ile; (yastık anla­mına gelen) "isâde" kelimesindeki hemze vav'a dönüştürülerek "visâde" şekline getirilmiştir. Bu açıklama şekli el-Halil'den de rivayet edilmiştir, ed-Dahhak'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah"a, "ilah" denilmesinin se­bebi, yaratıkların ihtiyaçlarını ona bildirip sığınmaları, sıkıntılı zamanların­da ona yalvarıp yakarmalarıdır. el-Halil b. Ahmed'in de şöyle dediği nakle­dilmektedir. Çünkü yaratıklar O'na sığınırlar.

(Aynı anlamı ifade etmek üzere) bu kelime şeklinde söylenir.

Bu lâfzın yükselmek anlamına gelen kökten türediği de söylenmiştir.

Araplar yüksekteki her şeye "lâh" derlerdi. O bakımdan güneş doğduğu za­man doğuşunu ifade etmek üzere ifadesini kullanırlardı.

Tapınıp ibadet etmek için kullanılan "elihe" kelimesinde ve kendisini iba­dete verdiği takdirde de kullanılan "teellehe" kelimesinden türediği de söy­lenmiştir. Yüce Allah'ın (el-A'raf, 7/127)de yer alan şek­lindeki okuyuşu da böyledir. İbn Abbas ve başkaları derler ki: Buradaki bu kelime "sana ibadeti.... " anlamındadır.[221] [208]

Bunlar şöyle demektedirler: O halde Allah lâfzı, bu kökten türemektedir. Şanı yüce Allah lâfzının anlamı ibadette kendisine yönelinen, ibadet ile kastedilendir. Allah'ı tevhid edenleri "La ilahe illellah" şeklindeki sözleri, Al­lah'tan başka kendisine ibadet edilen yoktur, anlamındadır. Burada yer alan "illa" lâfzı başka anlamındadır. Yoksa istisna anlamını ifade etmez.

Bazıları da -uzak bir ihtimal olarak- şu iddiada bulunmaktadır: Bu yüce lâfızda aslolan gaib olanı kinaye yoluyla kasteden "ha (hu)" zamiridir. Çün­kü bunlar, (Allah'ı tanımanın) akıllarının fıtrî yapısında varolduğunu kabul ederler. O bakımdan O'na bu kinaye (zamir) harfi ile işaret ettiler. Daha son­ra mülkiyet ifade eden "lam" harfi eklendi. Çünkü eşyayı yaratanın ve eşya­lara malik olanın O olduğunu bilmişlerdir. Böylelikle bu kelime "lehu" şek­lini aldı. Daha sonra ta'zim ve hürmet ifade etmek için ona elif ve lam ek­lendi (böylelikle Allah oldu).

İkinci görüş (ki lafzatullahın zat-ı uluhiyyeti kastetmek üzere kullanılmış bir kelime olduğunu kabul edenlerin görüşüdür): Bu görüşü aralarında Şa­fiî'nin Ebu'l-Meali, el-Hattabi, el-Ğazzali, el-Mufaddal ve başkalarının da bulunduğu bir grup ilim adamı ileri sürmüştür. el-Halil ve Sibeveyh'ten de şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: Elif ve lam bu lâfzın ayrılmaz harfleridir. Bu harflerin bu lâfızdan hazfedilmeleri caiz değildir. el-Hattabi de der ki: Elif ile lam'ın bu yüce ismin yapısından olduğunun ve tarif için gelmediklerinin de­lili bu lâfzın başına bu şekli değişmeksizin "nida harfinin" girmesidir. Me­sela "ya Allah" diyebiliyoruz. Nida harfleri ise tarif için olan elif ve lam ile birlikte bir arada bulunmaz. Mesela ya Allah dediğimiz gibi ya er-Rahmân, ya er-Rahîm demeyiz. İşte bu, iki harfin (elif ile lam harflerinin) ismin yapı­sının birer parçası olduğunu göstermektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

21- "er-Rahmân" İsmi:

Yine "er-Rahmân" adının türemesi ile ilgili farklı gö­rüşler vardır. Kimisi bu ismin türemiş bir isim olmadığını söylemektedir. Çün­kü şanı yüce Allah'a has özel isimlerdendir. Diğer taraftan eğer bu kelime, "rahmef'den türemiş olsaydı, rahmet olunan ile birlikte de kullanılabilmeli idi ve böylelikle "Allah kullarına rahîmdir" denilebildiği gibi "Allah kulları­na rahmandır" da denilebilmeli idi. Yine eğer bu isim "rahmef'den türemiş.

Olsaydı yüce Allah'ın ismi olarak bunu işittiklerinde Arapların tepki gösterme­meleri gerekirdi. Çünkü o zaman Araplar, Rablerinin rahmet sahibi olduğu­nu kabul ediyorlardı. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Onlara: Rahmana secde edin denildiğinde onlar: Rahman neymiş?... dediler." (el-Furkan, 25/60) Hudeybiye barışı sırasında da Ali (radıyallahü anh), Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın emriyle: "Bismillahirrahmânirrâhim" yazınca Süheyl b. Amr şöyle itiraz etmişti: Biz "Bismillahirrahmânirrâhim"in ne demek olduğunu bilmiyoruz. Bunun yerine bizim bildiğimiz şey olan "bismikellahumme" (adın ile Allah'ım) diye yaz.

İbnu'l-Arabi der ki: Onların bilmedikleri mevsuf (nitelenen) olan Allah de­ğil, onun sıfatı idi. Buna delil olarak onların "Rahman kimdir?" demeyip "rah­man nedir?" demelerini göstermektedir.

İbnu'l-Hassar der ki: Sanki o (İbnu'l-Arabi) -Allah'ın rahmeti üzerine ol­sun- yüce Allah'ın başka âyet-i kerimede yer alan: "Ve onlar Rahmanı inkar ederler" (er-Ra'd, 13/30) âyetini hatırlamamış gibidir.

İnsanların cumhuru (çoğunluğu) "er-Rahmân" lâfzının mübalağa ifade et­mek üzere "rahmet" kökünden türemiş ve mebni bir kelime olduğunu kabul etmektedir. Manası ise, eşsiz olan rahmet sahibi demektir. İşte bundan do­layı "er-Rahîm" lâfzının ikili ve çoğulu yapıldığı gibi bunun iki ve çoğulu ya­pılmaz.

İbnu'l-Hassar der ki: Bu kelimenin türemiş olduğunun delillerinden biri­si de Tirmizî'nin rivayet edip sahih olduğunu belirttiği Abdurrahmân b. Avf tan gelen şu rivayettir. Abdurrahmân b. Avf, Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle bu­yururken dinlemiş: "Aziz ve celil olan Allah buyurdu ki: Ben Rahmanım. Rahimi (akrabalığı) yarattım ve ona kendi ismimden türeyen bir isim türetip ver­dim. Kim onun bağına riâyet ederse ben de onu bitiştiririm. Kim de onun ba­ğını keserse ben de onu keserim."[222] [210] İşte bu hadis-i şerif er-Rahmân isminin türemiş olduğunu açıkça ortaya koyan bir nasstır. Buna muhalefetin ve gö­rüş ayrılığına düşmenin anlamı yoktur. Arapların bu ismi tepki ile karşılama­larının sebebi yüce Allah'ı ve ona karşı yerine getirilmesi gereken görevle­ri bilmeyişlerinden dolayıdır.

22- er-Rahman İbranice midir?

İbnu'l-Enbârî'nin "ez-Zâhir" adlı eserin­de zikrettiğine göre el-Müberred "er-Rahmân"ın İbrance bir isim olduğunu bundan dolayı da bununla birlikte er-Rahîm isminin de zikredildiğini iddia etmiştir. Bunu ifade etmek üzere de şu beyitler delil gösterilmektedir:

"Şerefe nail olamazsınız; ister abanızı ipekle sırmalayın,

İster yenbüt (haşhaş) ağacını ufak ağaçlara dönüştürün.

İsterseniz (develerin) arkalarından ayrılmayan deve palanlarından ayrılın

Ve onların sırtlarını "Rahman ve Kur'an" diye sıvazlamayı bırakın."

Ebu İshak ez-Zeccac "Meani'l-Kur'ân"da şöyle demektedir: Ahmed b. Yah­ya dedi ki: "er-Rahîm" Arapça ve "er-Rahmân" İbranicedir. İşte bundan do­layı ikisi bir arada zikredilmiştir. Fakat bu kabul edilmeyen bir görüştür.

Ebu'l-Abbas der ki: Na't (niteleme) bazan övgü için olur. Mesela, şair Ce-rir demek bunun gibidir. Mutarrif in Katâde'den yüce Allah'ın: "Bismillahir-rahmânirrâhim" âyetlnde kendi zatını methettiğini söylediğini naklet-miştir.

Ebu İshak der ki: Bu güzel bir açıklamadır.

Kutrub da der ki: Rahman ve Rahîmin bir arada zikredilmesi, te'kid için olabilir.

Ebu İshak der ki: Bu da güzel bir görüştür. Ve te'kidde büyük bir fayda vardır. Arapların sözün­de de bu pek çoktur. Onun için ayrıca delil göstermeye ihtiyaç yoktur. Burada te'kidin faydası ise Muhammed b. Yezid tarafından şöylece açıklanmak­tadır: Bu, lütuf üstüne lütuf, nimet ihsanı üzerine nimet ihsanına, bunlara rağ­bet edenlerin arzularını güçlendirmek ve umanın emelini boşa çıkmayaca­ğına dair bir vaaddır.

23- "Rahman" ve "Rahim" Arasındaki Fark:

Rahman ve Rahîm isimleri aynı anlamı mı ifade eder, yoksa iki ayrı anlama mı gelir hususunda da ilim adamları farklı görüşler belirtmişlerdir. "Nedman ve Nedim (pişmanlık duyan)" kelimelerinde olduğu gibi aynı anlama gelirler, denilmiştir. Bu Ebu Ubeyde'nin görüşüdür. Bazıları da fa'lan (rahman kelimesinin vezni) faîl (rahîm kelimesinin vezni) in binası gibi değildir. Çünkü fa'lan vezni ancak fiilin mübalağalı halini anlatmak için kullanılır. Mesela kızgınlık ile dolup taş­mış bir kimse için "Gadbân" tabiri kullanılır. Faîl vezni ise bazen fail ve mef'ul (yani etken ve edilgen) anlamlarını ifade edebilir. Amalles der ki:

"Savaş seni bir defa dişlerinin arasına aldı mı?

O vakit sen şefkat duyulan merhamet olunan olursun."

Buna göre "er-Rahmân" isim olarak özel, fiil olarak genel; "er-Rahîm" ise isim olarak genel, fiil olarak özeldir. Bu cumhurun görüşüdür.

Ebu Ali el-Farisî der ki: "er-Rahmân" bütün rahmet türleri hakkında kullanılan genel bir isim olup yalnız yüce Allah hakkında kullanılır. "Er-Rahîm" ise, mü'minler hakkında kullanılır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmak­tadır:

"Ve mü'minlere çok merhametli (rahîm)dir." (el-Ahzab, 33/43) el-Ar-zemî der ki: "er-Rahmân" yağmurlarla, duyu nimetleriyle ve genel olarak bütün nimetlerle bütün yaratıklarına merhamet edendir. "er-Rahîm" ise, on­ları hidâyete iletmek, onlara lütuflarda bulunmak suretiyle mü'minlere merhametli olandır.

İbnu'l-Mübarek der ki: "er-Rahmân" kendisinden istendiği zaman veren­dir. "er-Rahîm" ise kendisinden dilekte bulunulmadığı zaman kızıp gazaplanandır.

İbn Mâce Sünen'inde, Tirmizî de el-Cami'inde Ebu Salih'ten, o Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Allah'tan dilekte bulunmayana Allah gazab eder." Bu lâfız Tirmi'ye aittir.[223] [213] İbn Mâce de der ki: "Yüce Allah'a dua etmeyene Allah gazab eder." [224] [214] İbn Mâce der ki: Ben Ebu Zur'a'ya bu senette sözü geçen Ebu Salih hakkında soru sorduğumda şöyle dedi: Bu kendisine el-Farisi ismi verilen kişi olup Huzistanlıdır. Adını bilmiyorum. Şairlerden birisi de bu anlamı kabul ederek şöy­le demiştir:

"O'ndan dilekte bulunmayı terkettin mi Allah gazab eder

Adem oğlancığı ise kendisinden istendi mi gazaplanır."

İbn Abbas der ki: Bunlar rakîk (ince anlamlar ifade eden) iki isimdir. Birisi ötekinden daha rakîkdir. Yani daha çok rahmet ifade eder.

el-Hattabî der ki: Bu müşkil bir ifadedir. Çünkü rakîkliğin yüce Allah'ın sıfatlarından hiçbirisiyle bir alakası yoktur.

el-Huseyn b. el-Fadl el-Beceli der ki: Bu şekildeki bir rivayet ravinin veh­minden kaynaklanmaktadır. Çünkü inceliğin (rikkatin) yüce Allah'ın sıfatlarıy­la hiçbir ilgisi yoktur. Bu ifadenin doğru şekli: Erfak "Bunlar biri ötekinden daha refik (rfk ve yumuşaklık) olan iki isimdir." Rıfk ise, aziz ve celil olan Allah'ın sıfatlarındandır. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Muhakkak Al­lah refik (yumuşak merhametli) dir, rıfkı sever ve katılığa karşılık olarak ver­mediği şeyleri rıfka karşılık olarak verir."[225]

24- "er-Rahmân" İsmi:

İlim adamlarının çoğunluğu, "er-Rahmân"ın yüce Allah'ın özel ismi olup başkasına verilmesinin caiz olmadığı kanaatindedir. Yüce Allah'ın şu buyrukları bunu göstermektedir:

"De ki: İster Allah diye dua edin ister Rahman diye dua edin." (el-İsra, 17/110) Burada görüldüğü gibi er-Rahmân ismi başkasının ortaklığının sözkonusu olmadığı diğer ismi olan "Al­lah" lâfzına denk ve eşit olarak zikredilmiştir. Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır:

"Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize sor: Rah-mân'dan başka ibadet edilecek ilâhlar kılmış mıyız?" (ez-Zuhruf, 43/45) Bu­rada yüce Allah, ibadete hak kazananın "Rahman" olduğunu haber ver­mektedir. Müseyleme el-Kezzab (Allah'ın laneti üzerine olsun) kendisine "rahmânu'l-yemame" adını vermek cesaretini göstermiştir. Müseyleme ken­disine bu ismi verir vermez, hemen onun kulağına "el-Kezzab (çok yalancı)" şeklindeki sıfatı ulaşıverdi. Bundan dolayı şanı yüce olan Allah, "el-Kezzab" sıfatını onun adının ayrılmaz bir parçası haline getirmiştir. Her ne kadar her kafir, aynı zamanda yalancı ise de bu nitelik Müseyleme'nin kendisi ile tanındığı bir özel sıfat halini almış ve yüce Allah, bu niteliği onun adının ay­rılmaz bir parçası haline getirmiştir. er-Rahmân ismi ile ilgili olarak onun yüce Allah'ın ism-i a'zamı olduğu da söylenmiştir. Bunu İbnu'l-Arabi zikretmiştir.

25- "er-Rahîm" İsmi:

"er-Rahîm" yaratıklar için mutlak bir niteliktir. "er-Rah­mân" isminde genel bir anlam bulunduğundan dolayı bizim sözlerimizde de tenzile (vahye) uygun olarak "er-Rahîm" den önce zikredilmiştir. Bu el-Mehdevî'nin açıklamasıdır.

Şöyle de denilmiştir: er-Rahîm'in anlamı, sizin Allah'ı ve er-Rahmân'ı bulmanız er-Rahîm iledir. Çünkü er-Rahîm, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın niteliğidir. Yüce Allah, onu şu âyetlnde böyle nitelemiştir:

"O rauf (çok şefkatli) ve ra­him (çok merhametli) dir." (et-Tevbe, 9/129) Bu açıklamayı yapan, mananın şöyle olduğunu kastetmiş gibidir: "Bismillahirrahmâni ve birrahîmi" yani ve Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) aracılığıyla bana ulaştınız. Yani ona uymak ve onun getir­diklerine tabi olmak sayesinde sizler benim sevabımı, lütuf ve ihsanımı ve vechime nazarı elde edebildiniz. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

26- "Besmele"nin Genel Anlamı'na Dair Bazı Rivayetler:

Ali b. Ebi Talib (kerramellahü veche)'den yüce Allah'ın: "Bismillah" lâfzı ile ilgili olarak şöyle dediği rivayet edilmiştir: O, her türlü hastalığa karşı şifa ve her türlü devaya karşılık da bir yardımdır. "er-Rahmân" ise ona iman eden herkese yardımdır. Bu, ken­disinden başkasına bu ismin verilemeyeceği zatın ismidir. "er-Rahîm" ise tevbe edene, iman edip salih amel işleyene merhametlidir demektir.

Kimisi, bu lâfzı (yani bismillahirrahmânirrâhim'i) harfleri esas alarak açıklamıştır. Osman b. Affan'dan rivayet edildiğine göre o, Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a "bismillahirrahmânirrâhim"in açıklamasını sormuş o da şöyle buyurmuş: "Ba, yüce Allah'ın belası (sınaması) ruhu, aydınlığı, parlaklığı ve yüceliği; sin yüce Allah'ın üstünlüğü, mim Allah'ın mülkü demektir. Allah kendisinden baş­ka hiçbir ilah olmayandır. Rahman ise, yarattıklarından iyi olana da kötü ve günahkar olana da merhametli olan demektir. Rahîm ise, özellikle mü'min-lere karşı şefkatli ve merhametli olan demektir."

Ka'b el-Ahbar'ın da şöyle dediği rivayet edilmektedir: Bu, yüce Allah'ın göz kamaştırıcılığı, sin yüceliği demektir. O'ndan yüce hiçbir şey yoktur. Mim onun mutlak malikiyetini ifade eder. O, herşeye kadir olandır. O'na karşı hiçbir kim­se çıkamaz, mağlup edemez.

Şöyle de denilmiştir: Her bir harf, yüce Allah'ın isimlerinden birisinin baş­langıcıdır. Ba basir adının, sin semi' adının, mim melik adının, elif Allah adının, lam latîf adının, ha hadi adının, ra râzık adının, ha halîm adının, nun nur adının birinci harfidir. Bütün bunların anlamı ise, herşeyin başlangıcı es­nasında şanı yüce Allah'a dua etmektir.

27- Besmele ile Fatiha'nın Okunuşu:

(Besmelenin son kelimesi olan): "er-Rahîm" lâfzının "elhamdülillah" ile bitişik okunması hususunda ihtilaf edil­miştir. Umm Seleme'den rivayet edildiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), mim harfini sükunlu okuyup vak'f yapar ve maktu' bir elif ile başlayarak: şeklinde okurdu.

Kufelilerden bir grup bu şekilde okumuştur. Ancak çoğunluk ise: şeklinde okumuşlardır. Yani "er-Rahîmi" şeklinde esreli ve "elhamdü"deki elifi vaslederek .... er-Rahîmi'1-Hamdü... (şeklinde) okursun.

el-Kisâi, kimi Arapların, mim harfini üstünlü ve elifin vasledilmesi şeklin­de er-Rahîme'1-Hamdü... diye okuduğunu nakletmektedir. Bu, şöyle açıklanır: Mim harfi sükûnlü okunur, elif kat' ile okunur. Sonra elifin harekesi mime aktarılarak elif hazfedilir.

İbn Atiyye der ki: Bildiğim kadarıyla bu herhangi bir kimsenin kıraati olarak rivayet edilmemiştir. Yahya b. Ziyad'ın yüce Allah'ın: âyetini okuyuşu ile ilgili görüşü de böyledir.

------------------------------------


 

[1][13] Ra'd suresi, 13/15

[2][14] Nisa suresi, 4/165

[3][15] Mü'minun suresi. 23/32, 34

[4][16] Bakara suresi, 2/253

[5][18] Maide suresi, 5/16

[6][19] Fussılet suresi, 41/42

[7][21] En'am suresi, 6/165

[8][22] Zahruf suresi, 43/18

[9][23] İbrahim suresi, 14/4

[10][24] Nahl suresi, 16/64

[11][25] Yusuf suresi, 12/2

[12][26] Şuara suresi, 26/193-195

[13][28] Hadid suresi, 57/28

[14][29] Müzemmil suresi, 73/6

[15][30] Sebe suresi, 34/10

[16][31] Müddessir suresi, 74/50, 51

[17][32] Fussilet suresi, 41/44

[18][33] Ahzab suresi, 33/5

[19][35] Yusuf suresi, 12/2

[20][36] Ahmed b. Hanbel, Müsned,  c. 2, s. 300, 440

[21][37] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.2, s. 332, 440

[22][38] Taberi, c. 1, s. 9

[23][39] Bkz. el-Itkan fi Ulumil Kur'an c, 1, 61-67

[24][40] Ahmed b. Hanbel, Müsncd, c. 1, s. 452

[25][41] a.g.e. s. 106

[26][42] Taberi.c. l.s. 10

[27][43] Buhari, K. et-Tevhid bab: 53.

[28][44] Taberi, c. 1,s. 10

[29][45] Taberi.c.1,s. 1

[30][46] Taberi.c.1,s. 11

[31][47] Buhari, K. el-Fadail el-Kur'an bab: 5, K. Bed'UI halk bab: 6; Müslim, K. el-Müsafirin, bab: 272, Hadis No: 819, Ahmed b. Hanbel. Mtisned, c. 1, s. 264, 299, 313

[32][48] Ahmed b. Hantal, Müsned c. 6, s. 433, 463

[33][49] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c 5. s. 124

[34][50] Nasai K. el-iftitah bab 37; Ahmed b. Hanbel Müsned, c. 5, s. 114,112

[35][51] Ebu Davud, K. es-Salat, bab 357, Hadis No: 1477

[36][52] Tirmizi, K. el-Kıraat, bab: 11, Hadis No: 2944/ Ahmed b. Hanbel, c.5 s. 400

[37][53] Müslim, K. el-Müsafirîn, bab: 273, Hadis No: 820; Ahmad b. Haııbcl, Müsned, c. .1, s. 129

[38][54] 38     Müslim, K. el-Müsafîrin, bab: 274, Hadis No: 821; Ebu Davud, K. cs-Salat. bab: 357; Nesai, K. İftitah, bab: 37; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 127-128

[39][55] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5., s. 51

[40][56] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 170

 [41][59] Nisa suresi, 4/82

[42][60] Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 51

[43][61] Müzzemmil  suresi, 73/6

[44][62] Nahl suresi, 16/103

[45][63] Ahzab suresi, 33/23

[46][64] Tevbe suresi 9/128,129

[47][67] Yunus suresi, 10/57

[48][68] Hac suresi, 22/11

[49][70] A'raf suresi, 7/187

[50][71] Müslim, K. el-Fiten, bab: 110, Hadis No: 2137

[51][72] Nahl suresi, 16/44

[52][73] Âl-i İmran, 3/7

[53][74] A'raf suresi, 7/33

[54][75] Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an bab: 1, Hadis No: 2951

[55][76] Tirmizi, K. Tefsir c!-Kur'an bab: 1, Hadis No: 2950

[56][77] Ehu Davud, K. eM!m, bab: 5, Hadis No: 3652/Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an bab: 1, Hadis No: 3953

[57][78] Bakara suresi, 2/11

[58][80] Sâd suresi, 38/19 62    

[59][81] Zümer suresi, 39/27

[60][83] Nahl suresi, 16/44

[61][88] îsra suresi, 17/9-10

[62][89] Nemi suresi, 27/76

[63][90] Kıyamet suresi, 75/18

[64][91] Kıyamet süresi, 75/17

[65][92] Kıyamet süresi, 75/18

[66][93] Alak suresi, 96/1

[67][94] Mukaddessir suresi, 74/1, 2

[68][95] Furkan suresi, 25/1

[69][96] Kehi suresi, 18/1

[70][97] Hİcr suresi, 15/9

[71][98] Zuhruf suresi, 43/44

[72][100] Darimi, K. el-Fadail el-Kur'an s.. 17

[73][103] Maidc suresi, 5/114

 

[75] [1] İbn Mâce, Mukaddime 16; hdl'no: 215; Müsned, III, 127-128; Hâkim, Müstedrek, I, 556

[76] [2] Müslim, Tahâre 1.

[77] [3] Müslim, Vnsiyyet 14; Müsned, II, 372.

[78] [4] "Kur'ân Ahkâmı ve İhtiva ettiği Sünnet ve Furkân âyetlerini beyan edip açıklayan" an­lamında.

[79] [7] Tirmizt, Fedâilu'l-Kur'ân, 25.

[80] [8] es-Sebu't-Tivâl: Bakara, Âli İmrân, Nisa, Mâide, En'âm, A'râf, Enfâl ve Tevbe. el-Miûn: Bunlardan sonra gelen ve âyet sayısı yüz dolaylarında olan sûreler. el-Mesânî: el-Mi-ûn'dan sonra gelen sûrelerdir.

el-Mufassal ise kısa sûreler olup nereden başladıkları konusunda farklı görüşler var­dır. (Bk. ez-Zerkeşî, el-Burhân, Beyrut, 1408/1988, I, 307 v.d. Sııyûtî, el-îtkâh, İst., Ka­hire, 1399/1979 dan tıpkı basım, 1, 84, v.d.)

[81] [9] Dârimi, Fedâilu'l-Kur'ân 17

[82] [10] A'ver, Hadisi Hazret-i Ali'den rivayet eden el-Hâris'in lakabıdır. Hadisi, Tirmizî, Fedâilu'l-Kur'ân, 14; Dârimi, Fedâilü'l-Kıır'ân 1; hd. no: 3335'de rivayet etmişlerdir.

[83] [11] Biraz sonra gelecek Tirmizî'n'm rivayetinde bu fazlnlık vardır.

[84] [12] Hâkim, Müstedrek, I, 555; Dâriınî, Fedâilu'l-Kur'ân 1, hd. no: 3318 - kısmen -.

[85] [13] Buharı, Fedâilu'l-Kur'ân 21; Ebû Dâvûd, Vitr 14; Tirmizî, Fedâilu'l-Kur'ân 15

[86] [14] Müslim, Salâtu'l-Müsafirîn 243

[87] [15] Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân 16

[88] [16] Hadisin iki veya daha fazla isnadı varsa, bir isnaddan diğerine geçiş sırasında nokta­sız bir 'Hâ" yazarlar. Tercih edilen görüşe göre bu "tehavyul"den kısaltmadır. Hadisin senedini okuyan buraya geldi mi "Hâ" der ve geçer. Sened arasında bu şekilde bir "Hâ" Sahîh-i Müslim'de daha çok Buhârî'de ise daha azdır. (Bk. Prof. Dr. Talât Koçyiğit, Ha­dis Istılahları, Ankara, 1980, s. 117; Doç. Dr. Mectabâ Uğur, Ansiklopedik Hadis Te­rimleri Sözlüğü, Ankara, 1992, s. 106).

[89] [17] Dârimî, Fedâilu'l-Kur'ân 20

[90] [18] Müslim, Salâtu'l-Müsâfirîn 244; Ebû Dâvud, Vitr 14; Tirmizî, Fedâilu'l-Kur'ân 13

[91] [19] Tirmizi, Fedâilu'l-Kur'ân 17.

[92] [20] Müslim, Snlâtu'l-Müsafîrin 251; Ebû Dâvûd, Vitr 15

[93] [21] Müslim, Zikir ve Dua 38.

[94] [22] Ebû Dâvûd, Tetavvu' 25; Tirmizi, Fedâilu'l-Kur'ân 20; Nesât, Zekât 68.

[95] [23] Tirmizi, Fedâilu'l-Kur'ân 18, Matbu nüshada: "Hasen sahih bir hadistir."

[96] [24] Ebû Dâvûd, Vitr 20.

[97] [25] İbn Mâceh, Edeb 52.

[98] [26] Hadisin senedinde hadis uydurmakla meşhur raviler olduğu belirtilmiştir. Bk. eş-Şev-kânî, el-Fevâidu'l-Mecmûa, Kahire, 1380/1960, s. 306.

[99] [27] Tirmizi, Fedâilu'l-Kur'ân 13, az bir farkla. Sonunda da şu kaydı düşmektedir: "Bu, ga-rîb bir hadistir. Bunun başka bir yolla rivayet edildiğini bilmiyoruz. Senedi sahih de­ğildir. Hafs b. Süleyman, hadis (rivâyetin)de zayıf kabul edilir."

[100] [28] Ebû Dâvûd, Ramadân.

[101] [30] Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân 29.

[102] [31] Tirmizi, Kıraat 1; Ebû Dâvûd, el-Hurûf ve'l Kıraat hd. no: 4001.

[103] [32] el-Azîzî, es-Sirâcu'l-Munir Şerfıu'l-Câmii's-Sağîr, I, 59'da yakın lâfızlarla ve "hasen" olduğu belirtilerek.

[104] [33] Ebû Dâvûd, Vitr 20; Nesâl, İftitâh 83; İbn Mâceh, İkâme 176.

[105] [34] Buharı, Tevhîd 44; Müslim'de bu lâfız ile hadisi tesbit edemedik. Ancak Kur'ân ile te-ganniyi güzel gören hadisler için bk. Salâtu'l-Müsâfirîn 34; Ebû Dâvûd, Vitr 20.

[106] [35] Hadis kitaplarında tesbit ettiğimiz kadarıyla sadece Hazret-i Peygamber'in Ebû Musa'nın kı­raatini beğenerek dinlediği kaydedilmektedir. Bk. Müslim, Müsâfirîn, 234 v.d.; Tirmi-zî, Menâkib 55.

[107] [36] Buhârl, Fedâilu'l-Kur'ân 30; Müslim, Salâtu'l-Müsâfirîn 237; Ebû Dâvûd, Vitr 20.

[108] [37] el-Heysemî. Mecmau'z-Zevâid. VIT. 170'te İbn Abbas'tnn.

[109] [38] Ebû Dnvful. \ Mr 20; İKİ. no: 1471.

[110] [39] Müslim, Mukaddime.

[111] [40] Buhâri, Fedâilu'l-Kur'ân 19.

[112] [41] Ebû Dâvûd, Salât 156, 157 ("tencere kaynarken" ifadesi yerine: "değirmenin çıkardı­ğı" şeklinde); Nesâî, Sehv 18.

[113] [42] Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân 33, 35; Müslim, Salâtu'l-Müsâfirîn 247, 248 v.s...

[114] [43] Buhârî, tim 18, Salnt 90, Ezan 161; Müslim, Salât 254; Ebû Dâvûd, Salât 112; Müsned, I, 264'de; İbn Ömer'den değil, İbn Abbas'dan.

[115] [44] Müslim, Salâtu'l-Müsâfirîn 233, Buhârî Fedailu'l-Kur'ân 19 (yakın ifadelerle).

[116] [45] Buhârî, Deavât 50; Müslim, Zikr 44; Ebû Dâvûd, Vitr 26

[117] [46] Mecmau'z-Zevâid, VII, 169.

[118] [47] Buhârî, Fednilıı'l-Kur'ân 30; Meğâzî 48; Tefsir 48. sûre; Müslim, Salâtu'l-Müsnfirîn 237; Ebû Dâvûd, Vitr 20.

[119] [48] Buhârî, Tevhid 50

[120] [49] Darakutnî, II, 86. Hadisin râvilerinden İshâk b. Ebî Yahya, zayıftır. Aynı yer, Ebû't-Tay-yib Muhammed, et-Ta'lîku'1-Muğnî, II, 86. notundan.

[121] [50] "Âşıklar" diye tercüme ettiğimiz kelime Kurtubi metninde "ehl el-ışk" şeklindedir. Bi­raz sonra belirtilecek kaynaklarda ise bu kelime "ehl el-fisk" yani "fâsıklar" şeklinde­dir. Bu daha uygun görünmektedir.

[122] [51] el-Azizi, es-Sırâcu'l-MunîrŞerhu'l-Câmi's-Sağir, I, 256: Mecmau'z-Zevâid, VII, 169.

[123] [52] Ebû Dâvûd, Vitr 20; Tirmizi, Fedâilu'l-Kur'ân 23

[124] [54] Müslim, tıitfre 152; Tirmizi, Zühd 48; Nesâî, Cilmd 22.

[125] [55] İbn Mâce, Mukaddime 23; Tirmizi, İlin 6.

[126] [56] Mecmau'z-Zevaid, I, 185.

[127] [57] Ebû Dâvûd, İlin 12; Îbn M6.ce, Muknddime 23; ancak bu hadisi Tirmizi'de tesbit ede­medik.

[128] [58] Tirmizi, Zühd 48. Tirınizî dedi ki: Bu, hasen garip bir hadistir. îbn Mâce, Mukaddime 23'te: "yüz defa" yerine: "dört yüz defa" şeklinde; ayrıca sonunda: "Allah'ın en çok buğz ettiği kurrâ (ilim adamları) ise, emirleri ziyaret edenlerdir" fazlalığı da vardır.

[129] [59] Yakın ifadelerle Tirmizi, Zühd 60 Ebû Hureyre'den; Dâriml, Mukaddime 29. Ka'b'ın sö­zü olarak.

[130] [61] Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân 23 ("Kur'ân hıfzetmiş kimse de..." bölümünden sonrası);

Müslim, Salâtu'l-Müsâfirîn, 226, 227.

[131] [62] Müslim, Cennet 81.

[132] [64] el-Azîzî, es-Sirâcu'l-Munîr, I, 222; el-Heyseraî, Mecmau'z-Zevâid, VII, l63'te: "Râvîleri

arasında metruk vardır" kaydı ile.

[133] [65] Hazret-i Âişe'den buna yakın ancak senedinde metruk râvî bulunan bir rivayet için bk. el-

Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, VII, 163

[134] [66] el-Hâkim, el-Müstedrek, IV, 87; et-Telhis'de: "Hadisin mevzu olduğunu zannediyorum" denilmektedir.

[135] [69] Ebû Dâvûd, Edeb 20.

[136] [71] et-Tirmizî el-Hakîm, Nevâdiru'l-Usûl, Kahire, 1408/1988, II, 391-397.

[137] [72] Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân 10, 27; Müslim, Salâtıı'l-Müsâfirîn 255.

[138] [73] bk. el-Furkân, 25/72

[139] [74] el-Azîzî, es-Sirâcu'l-Muntr, I, 127'de: Hadis zayıftır, denilmektedir.

[140] [75] Tirmizl, Kıraat 11. hadisin akabinde Tirmizî der ki: Bu, hasen-garib bir hadistir. Sene­di pek kuvvetli değildir. İbnu'1-Esîr, Garîbu'l-Hadis'te (1, 430) bu hadisi zikrettikten sonra, Mekke'lilerin de bu uygulamayı sürdürdüklerini kaydetmektedir.

[141] [76] Birtakım kötülüklerden korunmak maksismiyle Allah'a sığınmayı ifade eden âyetler ve meşru dualar.

[142] [77] Ebû Dâvûd, Salât 128-129.

[143] [78] Tirmizî, Tefsir, 2951. Hadis.

[144] [79] Tirmizî, Tefsir, 2952; Ebû Dâvûd, İlm 5.

[145] [80] Mehran veya bir görüşe göre Abdullah adını taşıyan Süheyl b. Ebî Hazm adındaki ravidir (Tercümeye esas alınan Arapça baskının tahkikinden)

[146] [81] Buharı, Vııdû' 10; Müslim, Fedâilu's-snhâbe 138; İbn Mâce, Mukaddime 11 (yakın ifa­delerle); Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 266, 314 v.s....

[147] [82] Bu kelime Arapça baskıyn esas alınan bütün nüshalarda böyle yazılmıştır. (Arapça bas­kıya hazırlayanın notu) Mübeddel, değiştirilmiş anlamındadır. O bakımından bu keli­menin müellif tarafından bu şekliyle yazılmasına ve bu anlamın kast edilmesine imkân yoktur. Aradaki hat benzerliği dolayısıyla "tevil olunan" anlamında "ınüevvel" olması muhtemeldir.

[148] [83] Tirmizi, Menâkıb 22; İbn Mâce, Mukflddime 11; Müsned, III, 184, 281; (Ebû Hureyre ve sonrakilerle ilgili bölüm yok).

[149] [84] Bk. İbn Abdi'1-Berr, et-Temhîd, Dâr el-Beyân el-Arabî, I, 59-60.

[150] [86] Müsned, IV, 131; Ebû Dâvûd, Sünne 5; Tirmizî, İlm 10; İbn Mâce, Mukaddime 2. Ayrı­ca bk. Dârimî, Mukaddime 48.

[151] [87] Müslim, Hacc 310; Ebû Dâvûd, Menâsik 77; Müsned, III, 318, 337...

[152] [88] Buhârî, Ezan 18; Müsned, V, 53.

[153] [90] Muvatta, Kur'ân 11.

[154] [92] "Kur'ân'ın yedi harf üzere indirildiği"ne dair rivayetlerin önemli bir bölümü için bk. Bu-hârî, Huşuma t 4; Fedâilu'l-Kur'ân 4, 27; Murteddîn 9; Tevhid 53; Müslim, Salâtu'l-Musâ-firîn 270-274; Ebû Dâvûd, Vitr 22; Tirmizı. Kıraat 9; Nesaî, İftitah 37; Müsned, I, 263. »9, 313; V. 122, 124, 127; VI, 385, 391 v.s...; el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, VII, 151-154.

[155] [93] Müslim, Salâtu'l-MüsâFırîn 274; Ebû Dâvûd, Vitr 22.

[156] [94] Tirmizî, Kıraat 9.

[157] [95] Müsned, V. 41, 51.

[158] [96] Müslim, Salatu'l-Müsâfirîn 272.

[159] [97] Ebû Dâvûd, Vitr 22.

[160] [98] Buharı, Menâkıb 3.

[161] [99] Müslim, Salat 165.

[162] [100] O takdirde anlamı: "Rabbiıniz, seferlerimizin arasını uzaklaştırdı" olur.

[163] [103] Buharı, Fedâilu'l-Kur'nn 5; Müslim, Salâtu'l-Müsâfirîn 270 vd.

[164] [104] Buhârî, Fedailu'l-Kur'ân 5, Salâtu'l-Müsâfirîn

[165] [105] Müslim, Salâtu'l-Müsâfirîn 273.

[166] [106] Müslim, İmnn 209.

[167] [108] Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân 3; Tefsir 9. sûre 20; Ahkâm 37; Tirmizî, Tefsir 9. sûre 18. had.

[168] [109] Buharı, Tefsir 9. sûre 20.

[169] [110] Tirmizî, aynı yer.

[170] [111] Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân 3.

[171] [112] Tirmizî, Tefsir 9. sûre 19. had.

[172] [113] Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân 3; Tirmizî, Tefsir 9. sûre 19. had.

[173] [114] Tirmizî, Tefsir 9. sûre 19. hadis.

[174] [115] Tirmizî, Tefsir 9. sûre 19. hadis; Buhârl, Fedâilu'l-Kur'ân 2'de; yazımında ihtilaf olu­nan kelime zikredilmeksizin.

[175] [117] Hulûliyye: Allah'ın herşeyde, herşeyin her cüz'ünde olduğunu, hatta bundan dolayı herşeye Allah denilebileceğini kabul eden taife. Haşviyye; ise, nasların zahirlerini esas alarak Allah hakkında tecsim'e kadar varan kanaatlere sahip bir müşebbihe taifesi. (Bk. eş-Şehristâni, el-Milel ve'n-Nihal, Beyrut, 1395 / 1975, I, 105 ve 107).

[176] [118] Müsned, IV, 155; Dârimî, Fedâilu'l-Kur'ân 1.

[177] [119] Müslim, Cennet 63; Müsned, IV, 162.

[178] [121] Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân 8; Müslim, Fedâilu's-sahabe 23.

[179] [122] Buhâri, Menâkibu'l-ensâr 17.

[180] [123] Buhârî, Meğazi 12 - babın ilk hadisi -

[181] [124] Biraz sonra gelecek bir hadisten de anlaşılacağı üzere bunlar: Abdtıllah b. Mes'ud, Mu-âz b. Cebel, Ubeyy b. Ka'b ve Ebû Huzeyfe'nin azadlısı Salim'dir.

[182] [125] îbn Mâce, Mukaddime 11; Müsned, I, 38

[183] [126] Buharı, Menâkıbu'l-ensâr 16; Müslim, Fedâilu'Sahâbe 116-117.

[184] [128] Bk. Müsned I, 57, 69; Müstedrek, II, 330; Ebû Dâvûd, Salât 120-121; Tirmizl, Tefsir 9.

[185] [134] Buhârî, Tevhid 58 (aynı zamanda Buhârî'deki son hadistir); Müslim, Zikr ve Dua 31.

[186] [135] Hadisin kaynakları aynı konuyu ele alan başlıkta geçmektedir.

[187] [140] Müslim, Fedâilu's-sahâbe 132.

[188] [141] Müslim, Cennet 5.

[189] [143] İbn Abdi'1-Berr, özel olarak bu hadis hakkında "mevzu"' hükmünü vermemekle birlik­te; hakkında "... eğer sahih ise ..." kaydını zikrettikten sonra buradaki istisnayı salih (doğ­ru çıkan) rüya olarak tefsir etmiş, Hazret-i Peygamber'in son peygamber oluşuna dair el-Ahzâb, 33/40'daki: "Peygamberlerin sonuncusu" âyetinin delil olarak yeterli oldu­ğuna özellikle dikkat çekmiştir. (et-Temhid. V, 55).

[190] [144] Ebû Dâvûd, Cihâd 60; Tirmizî, Cihâd 22; Nesâî, Hayl 14; Müsned, II, 256, 474. Kurtu-

bî'nin de belirttiği gibi: "veyn kanat" ibaresi yok. Çünkü sonradan uydurulmuştur.

[191] [145] Müsned, I, 293, 323; Tirmizî, Tefsir 3951. hadis.

[192] [147] Aradaki farkın daha iyi anlaşılabilmesi için: "Onu acele (hıfz) etmek için onunla dilini kıpırdatma. Çünkü onu (kalbinde) toplamak ve onu (dilinde) okutmak bize aittir. 0 hal­de Biz onu (Cebrail aracılığıyla) okuduğumuzda sen de onun okumasına uy. Sonra açık­lamak da Bize düşer." (el-Kıyame, 75/16-19) âyetlerine hem mealini hem de metinle­rini bu tahrif edilen metinle karşılaştırmak gerekir.

[193] [148] Aynı şekilde meal ve metin karşılaştırılmalıdır.

[194] [149] Müsned, I, 38.

[195] [155] Ebû Dâvâd, Salât 118-119; İbn Mâce, İkameti's-salât 2.

[196] [156] İbn Mâce, aynı yer.

[197] [157] Ebû Dâvûd, Salât 119-120; Tirmizî, Salât 65.

[198] [161] Nevevi, Ebû Said el-Hudri yoluyla gelen bu hadisin "garib" olduğunu belirtmektedir. el-Mevcû, Cidde, tarihsiz, III, 279.

[199] [163] Buhârî, Edeb 76; Müslim, el-Biını ve's-sıla 109, 110

[200] [164] Müslim, Selâm 68.

[201] [165] Ebû Dâvûd, Cihâd 75; Müsned, II, 132, III, 124.

[202] [166] Müslim, Zikr ve Dua 54; Muvatta, İsti'zân 34; Tirmizî, Deavât 40

[203] [174] Buhârî, Ezan 126; Ebû Dâvûd, Salât 118-119 (770. hadis); Tirmigî, Salât 179; ayrıca bk.

Müslim, Mesâcid 149.

[204] [175] Ebû Dâvûd, Salât 120-121 (787. hadis).

 

[205] [176] Darakutnî, I, 312.

[206] [177] Müslim, Salat 53.

[207] [179] Müslim, Salât 38; Muvatta Snlât 39

[208] [180] Muvatta, Salât 37.

[209] [181] Ebû Dâvûd, Salât 120-121 (788. hadis): İbn Abbâs'tan dedi ki: "Peygamber (sav), üze­rine "Bismillahirrahmânirrâhim" nazil olmadıkça (bir) sûrenin (diğerinden) ayrıldığını bilmezdi."

[210] [182] Müslim, Salât 52.

[211] [183] Müslim, Salât 50.

[212] [186] Rivayet asrından sonra insanlar tarafından kullanılan kelimeler hakkında kullanılan bir terimdir.

[213] [188] Buharı, Eşribe 22; Müslim, Eşribe 97; Ebû Dâvûd, Eşribe 22.

[214] [189] Buhârl, Tevhid 13; Müslim, Nikâh 116.

[215] [190] Müslim, Eşribe 108.

[216] [191] Müslim, Eşribe 102

[217] [192] Buharı, Zebâih 18; Müslim, Edâhî 1.

[218] [193] Müslim, Selâm 67; İbn Mâce, Tıb 36.

[219] [194] Tirmizî, Cuma, 73; İbn Mâce, Taharet 40

[220] [195] Darakutnî, I,

[221] [208] Bıı okuyuşa göre âyetin bu kısmının nnlamı şöyle olur: "Seni ve sana ibadeti terkeder."

[222] [210] Tirmizi, Birr ve Sıla 9.

[223] [213] Tirmizî, Dua 2; Müsned, II, 477.

[224] [214] İbn Mâce, Duâ 1

[225] [215] Müsned, IV, 87