Geri

   

 

 

İleri

 

19 Kur'ân Sûrelerinin ve Âyetlerinin Tertibi Kur'ân'ın harekelenmesi, noktalanması, hiziplere ayrılması, ta'şir edilme­si (onar âyet onar âyet bölünmesi), harflerinin, cüzlerinin, kelimelerinin ve âyetlerinin sayısı.

İbnü't-Tayyib der ki: Selef, Kur'ân sûrelerinin sıralanışında ihtilaf etmiş­lerdir. Kimisi, mushafına sûreleri nüzul tarihlerine göre yazmış, Mekkî'yi öne almış, Medenî sûreleri sonraya bırakmış; kimisi mushafının başına Fatiha'yı almış, kimisi başına "İkra" sûresini almış. İşte Hazret-i Ali'nin tertib ettiği mushaf böyledir. İbn Mes'ud'un mushafında ise Fatiha sûresi başta yer almakta, sonra Bakara, sonra Nisa sûresi daha farklı bir sıralanış ile sûreler yer almak­tadır. Ubeyy b. Ka'b'ın mushafının başında ise önce Fatiha, sonra Nisa, son­ra Al-i İmran, sonra En'am, sonra A'raf, sonra Maide gelmektedir. Bu şekil­de oldukça büyük farklılıklarla mushaflar tertib edilmiştir, denilse;

Kadı Ebu Bekr b. et-Tayyib der ki: Cevap şudur: Günümüzde mushafta yer aldığı şekliyle sûrelerin sıralanışının ashab-ı kiramın içtihadı ile tesbit edil­miş olması muhtemeldir. Bunu Mekkî (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) Tevbe sûresinin tefsirinde zikretmektedir. Ayrıca sûre ve âyetlerin sıralanışını, sûrelerin baş taraflarına besmelenin konulmasının Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın emriy­le gerçekleştiğini zikretmektedir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem.) Tevbe sûresinin baş tara­fında besmele konulmasını emretmediğinden dolayı besmele konulmamış­tır. Bu konu ile ilgili en sahih görüştür. İleride bu da gelecektir. (Bk. et-Tevbe, 9/1 âyeti, başlık)

İbn Vehb "el-Cami"" adlı eserinde şöyle demektedir: Süleyman b. Bilal'i şöy­le derken dinledim: Rabia'ya şöyle soruldu: Ne diye Bakara ve Al-i İmran sûre­leri başa alındı? Halbuki bu iki sûreden önce seksen küsur sûre inmiştir. Ve bu iki sûre de Medine'de inmiştir. Rabia şu cevabı verir: Bu iki sûre öne alın­dı ve Kur'ân-ı Kerim, onu bu şekli ile ortaya koyanın bilgisi üzere bu hale gel­miştir. İlim ehli bu konuda icma halindedirler. Bizim de olduğu gibi kabul et­tiğimiz ve hakkında soru sormadığımız hususlardan birisidir.

Suneyd der ki: Bize Mu'temir, Sellam b. Miskin'den, o Katade'den rivayet­le dedi ki: İbn Mes'ud dedi ki: Sizden bir örneğe uyacak kimse varsa, Rasû-lullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabını örnek edinsin, onlara uysun. Çünkü onlar bu ümmet arasında kalpleri en iyi, ilmi en derin, işi sun'iliğe dökmekten en uzak, yol­ları en doğru, halleri en güzel kimselerdir. Allah, onları Peygamberine ashab olsunlar ve dinini dosdoğru uygulasınlar diye seçti. Onların faziletlerini bi­lip kabul ediniz. İzledikleri yollarından gidiniz. Çünkü onlar, dosdoğru hi­dâyet üzere idiler.

İlim ehlinden bir grup der ki: Kur'ân sûrelerinin mushafımızdaki şekliy­le sıralanışı, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan tevkifi olarak (onun emir ve irşismiyle) ya­pılmıştır. Ubey, Ali ve Abdullah (r. anhum)'ın mushaflarındaki farklılıklara dair gelen rivayetlere gelince, bu farklılıklar son arzadan (Hazret-i Peygamber'in Ceb­rail huzurunda Kur'ân'ı okumasından) önce idi ve Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) daha önce bu işi yapmamıştı, bu son arzadan sonra, sûrelerin sıralanışını onlara göstermiş idi.

Yunus'un rivayetine göre, İbn Vehb şöyle demiştir: İmam Malik'i şöyle der­ken dinledim: Kur'ân-ı Kerim, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan onu dinledikleri şekliyle sıralanmıştır.

Ebu Bekr el-Enbari de "Kitabu'r-Red" adlı eserinde şunları kaydetmek­tedir: Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerim'i dünya semasına toptan indirdi. Daha son­ra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yirmi (kusur) senede kısım kısım nazil oldu. Sûre ve âyet, meydana gelen bir olay hakkında nazil olur ve böylelikle hayrı arayan ve ko­nu hakkında soru soran kimseye cevap teşkil ediyordu. Hazret-i Cebrail de Ra-sûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a sûrenin ve âyetin yerini öğretiyor, tesbit ediyordu. Sûrelerin uyumlu bir şekilde sıralanışı da tıpkı âyet ve harflerin sıralanışı gibidir. Hepsi peygamberlerin sonuncusu Muhammed'den, onun alemlerin Rabbin-den aldığı şekildedir. Önce yer alan bir sûreyi sonraya bırakan, sonra gelen bir sûreyi de öne alan bir kimse, âyetlerin sıralanışını bozan, harflerin, ke­limelerin yerini değiştiren kimse gibidir. En'am sûresi, Bakara sûresinden ön­ce nazil olduğu halde, Bakara'nın En'am'dan önce yer alması dolayısıyla hak ehline karşı ileri sürülebilecek bir delil yoktur. Çünkü Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan bu sıralama şekli alınıp öğrenilmiştir. O da: "Bu sûreyi Kur'ân-ı Kerim'in şu şu yerine koyunuz" derdi.[184] [128] Cebrail (aleyhisselâm) da âyet sonu olan yerde vakıf (durak) yapardı.

Bize Hasan b. el-Hubab anlattı; bize Ebu Hişam anlattı, bize Ebu Bekr b. Ayyaş, Ebu İshak'tan o, el-Berâ'dan rivayetle dedi ki: Kur'ân-ı Kerim'den son nazil olan âyet şudur:

"Senden fetva isterler, de ki: Allah size kelale (baba­sı ve çocuğu olmayanın mirası) hakkında hükmünü açıklamaktadır...." (en-Nisa, 4/176) Ebu Bekr b. Ayyaş dedi ki: Ebu İshak hata etmiştir. Çünkü Muhammed b. es-Saib'in bize, Ebu Saib'den anlattığına göre Ebu Saib, İbn Abbas'tan şöyle dediğini nakletmektedir: Kur'ân-ı Kerim'in son nazil olan âye­ti:

"Allah'a döndürüleceğiniz, sonra da herkese kazandığının eksiksiz ola­rak verileceği ve zulmolunmayacakları öğünden korkun." (el-Bakara, 2/281) buyruğudur. Cebrail (aleyhisselâm), Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a-. Ya Muhammed, bunu Bakara'nın 280. âyetinin akabine yerleştir, demiştir.

Ebu'l-Hasen b. Battal der ki: Bu görüşü kabul eden bir kimse, namazda ve ders esnasında Kur'ân tilavetinin mushafta tevkifi olarak yapılan sıralama­ya göre olması gerektiğini söylemez. Aksine, bu sıralama, sadece mushafın yazı ve şeklinde sözkonusudur. Bu ilim adamlarından herhangi birisinin: Böy­le bir tertib namazda Kur'ân-ı Kerim okuma esnasında ve ders olarak takib edilmesi halinde farzdır. Hiçbir kimsenin mesela, Kehf sûresini Bakara sûre­sinden önce, Hacc sûresini de Kehf sûresinden önce öğrenmesi helal değil­dir dediği bilinmemektedir. Hazret-i Aişe'nin kendisine soru soran kişiye: Bun­dan önce hangisini okuduysan, sana zararı yoktur, dediğini bilmek gerekir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da namazda bir rek'atte bir sûre okur. Diğer rek'atte ise he­men onun arkasından gelen sûreden başkasını okurdu.

İbn Mes'ud ve İbn Ömer'den Kur'ân-ı Kerim'in başaşağı edilerek okun­masını mekruh gördüklerine ve: Böyle yapanın kalbi baş aşağı çevrilmiştir, dediklerine dair rivayete gelince, onlar bu sözleriyle sûreyi baş aşağı çevi-rerek sonundan başlayıp başına doğru okuyan kimseyi kastetmişlerdir. Çün­kü böyle bir okuyuş haram ve yasaktır. İnsanlar arasında Kur'ân-ı Kerim'de ve şiirde bunu, dilini böylelikle alıştırmak ve ezberleme gücünü elde etmek için yapan kimseler vardır. Ancak yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de bu işin ya­pılmasını haram kılmış ve men etmiştir. Çünkü böyle bir şekilde başaşağı oku­mak, Kur'ân'ın sûrelerini ifsad etmektiT ve bu, sûrelerden gözetilen maksa­da muhaliftir.

Kur'ân-ı Kerim'in mushaflarda nüzul tarihine göre tesbit edilmesinin ge­rekmediğinin delillerinden birisi de şudur: Birtakım âyet-i kerimeler, Medi­ne'de nazil olduğu halde Mekkî sûrelerde konulabiliyordu. Hazret-i Âişe'nin şu sözüne dikkat edelim: Bakara ve Nisa sûreleri ben, Hazret-i Peygamber'in yanın­da iken nazil olmuştur. -Yani Medine'de inmişlerdir- Mushafta ise bu iki sûre Mekke'de inen Kur'ân sûrelerinden öne alınmıştır. Eğer ashab-ı kiram Kur'ân-ı Kerim'i iniş tarihine göre toplamış olsalardı, âyet ve surlerin sıralanışının ta-mamiyle bozulması gerekirdi.

Ebu Bekr el-Enbari der ki: Bize Kadı İsmail b. İshak anlattı, bize Haccac b. Minhal anlattı, bize Hemmam, Katade'den rivayetle dedi ki: Medine'de Kur'ân-ı Kerim'de Bakara, Al-i İmran, Nisa, Maide, Enfal, Berae (Tevbe) Ra'd, Nahl, Hacc, Nur, Alızab, Muhammed, Feth, Hucurat, Rahman, Hadid, Mü­cadele, Haşr, Mümtehine, Saff, Cumua, Münafikun, Tegabun, Talak, ilk on âye­tine kadar Tahrim, Zelzele ve Nasr sûreleri nazil olmuştur. İşte bu sûreler Me­dine'de, Kur'ân-ı Kerim'in geri kalan sûreleri de Mekke'de nazil olmuştur.

Ebu Bekr der ki: Bu konudaki rivayetleri terkedip icmadan yüz çevirerek uygulamaya kalkışarak sûreleri Mekke ile Medine'de inişlerine göre sırala­mak isteyen bir kimse, Fatiha'nın nerede yer alması gerektiğini bilemez. Çün­kü ilim adamları bu sûrenin nerede indiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Ay­rıca Bakara sûresinin 235. âyetin baş tarafında bulunan âyeti, (yani 234. âye­ti), 240'ın baş tarafına (yani 239- âyet ile 240 arasına) koymak zorunda ka­lır. Kur'ân-ı Kerim'in bu nazmını bozan kimse ise, onu inkar etmiş, Muham­med (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yüce Rabbinden bize naklettiğini reddetmiş olur. Medenî sûre­lerin Mekkî sûrelerden öne alınmasının sebebinin yüce Allah'ın Araplara ken­di dilleriyle hitap etmesi ve hitap ve karşılıklı konuşma sanatlarından bildik­leri üslupla onlara seslenmesi olduğu da söylenmiştir. Onların üsluplarında kullandıkları sanatlardan bir tanesi de sonrakinin öne öncekinin de sonra­ya alınması esasına kurulu olduğundan dolayı, yüce Allah'ın Kitabında da ken­dilerine bu şekilde hitap edilmiş bulunulmaktadır. Çünkü onlar, Kur'ân-ı Ke­rim'de bu sanat üslubunu bulmamış olsalardı, bizim hoşumuza giden söz dü­zenimizde gördüğümüz bu tür bir üsluptan Kur'ân niye uzaktır, diyecekler­di. Abîd b. el-Abras der ki:

"Halkı tanınmayan yabancılara dönüştüğünden

Ve karşılaşılan durumlar halini değiştirdiğinden

Gözlerinin yaşları yerde akıp gidiyor

Sanki her bir damla yaş değişik yerden akıp geliyor."

Burada: Oranın halkı, senin için tanınmayan kimseler haline geldiklerin­den dolayı, gözyaşlarının yerin üzerinde akıp gittiğini görüyorum, demek is­temiştir. Böylelikle sonradan söylenmesi gereken sözü öne, önceden söylen­mesi gereken sözü sonraya bırakmıştır. (Bir başka) şair de şöyle demektedir:

"Nereye kaçıp gittin;

Halbuki sen kaçıp giden birisi değildin.