Geri

   

 

 

İleri

 

6  Arap şivelerinin yedi­den fazla olduğu muhakkaktır

Bu hususta Taberi özetle şunları zikretmektedir. "Arap şivelerinin yedi­den fazla oldüğ muhakkaktır. Hatta sayılamayacak kadar çoktur. Resululiah, Kur'anm bu şivelerden sadece yedisiyle indiğini beyan etmiştir. Hadis-i şerifler­de geçen "Kur'an yedi harf üzere indirilmiştir." ifadesinden maksat da, Kur'anm yedi lehçe üzere indiğini bildirmektir. Şayet denilecek olursa ki "Bu ifadenin, Kur'anm yedi lehçe üzere indiğini beyan ettiğine dair delilin nedir? Çünkü senin bu izahına karşı çıkanlar, bu ifadeyi şöyle izah etmişlerdir: Kur'an yedi yönde indirilmiştir. Onlar da emirler, yasaklar, teşvikler, korkutmalar, kıssalar, ör­nekler vb. şeylerdir. Ayrıca bu gibi izahlar da ümmetin geçmişlerinden ve âlimlerin seçkinlerinden nakledilmiştir?" Cevaben denilir ki: Kur'anm yedi yön­le indiğini söyleyenler, bizim Kur1 anın yedi şive üzere indiğini söylememize, zannettiğin gibi ters bir şey söylememişler ve bizim zikrettiğimiz haberi senin söylediğin gibi te'vil etmemişler, sadece Kur'anm yedi vecih üzere indiğini söy­lemişlerdir ki, bu da doğrudur. Biz, onların söylediklerini ifade eden haberleri Resulullahtan ve sahabelerinden kısmen naklettik. Yeri geldiğinde de geri kala­nın tamamını nakledeceğiz. Daha önce zikrettiğimiz ve onların bu yorumunu doğruluyan haberlerin biri de Übey b. Kâ'bdan gelen şu haberdir. Übey, Resu-lullah'ın şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Ben Kur'am, cennetin yedi kapısın­dan, yedi harf üzere okumakla emrolundum." [41][59] Buradaki yedi harften maksat, daha önce de izah ettiğimiz gibi, yedi lehçedir. "Cennetin yedi kapısı'ndan mak­sat ise Kur'anm ihtiva ettiği emirler, yasaklar, teşvikler, korkutmalar, kıssalar ve misallerdir. Bunlara "Cennetin kapılan" denmesinin sebebi, kişinin bunlarla amel ettiği takdirde cenneti kazanması d ir. Görüldüğü gibi, Selef âlimlerinden bu gibi te'villerde bulunanlar, Allah'a hamdolsun ki bizim söylediğmize muhalif bir şey söylememişlerdir. Bizim, hadiste zikredilen "Yedi harften masadın "Yedi lehçe'-1 ve  "Yedi kıraat" olduğunu söylememiz bu hususta Ömer b. El-Hattab, Abdullah b. Mes'ud, Übey b. Kâ'b ve diğer sahabilerden rivayet edildiği sabit olan sahih haberlere dayanmasındandır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu gibi sahabiler, Kur'an-ı Kerimin, mânâsında değil okunuşunda ihtilaf etmiş­ler ve bu ihtilaflarını gidermek üzere Resulullah'a başvurmuşlar Resulullah da herbirine Kur1 an okutmuş ve farklı kıraatlannı uygun bulmuştur. Öyle ki onlar­dan bazıları Resulullah'ın muhtelif kıraatlan uygun görmesini yadırgamış, içine vesvese girmiş ve şüpheye düşmüştür. ResuluUah da, onlardan şüpheye düşen­lerin şüphesini gidermek için "Allah bana, Kur'am yedi harf üzere okumamı emretti." buyurmuştur. Elbette ki birbirleriyle ihtilaf eden sahabileri, okudukları kıraatlann ifade ettiği, helal, haram, vaad tehdit vb. hükümleri hakkında tartış­mamışlardır. Şayet bunu yapmış olsalardı Resulullah'ın, herkesin görüşünü tas­vip etmesi imkânsız olurdu. Çünkü bu takdirde, Allahü teâlânın, bir kıraatin ifa­desine göre bir şeyi farz kılmış olması diğer bir kıraatin ifadesine göre de onu yasaklamış olması başka bir kiraatın ifadesine göre de onu mubah kılmış olma­sı gerekirdi ki bu da Allahü teâlânın, hikmet dolu kitabında beyan buyurduğu şu âyet-i kerimeye ters düşerdi. "Kur'anı düşünmüyorlar mı? Eğer Kur'an, Al­lah'tan başkası tarafından indirilmiş olsaydı, onda birbirine zıt olan bir çok şey bulurlardı. Allahü teâlânın, kitabında böyle bir şey olmadığını beyan etmesi, Muhammed (sallalahü aleyhi ve sellem)'in diliyle indirilmiş olan kitabının bütün hükümlerinin, tüm yaratıkları için aynı olduğunu, yaratıklarından bir kısmına başka, diğer bir kıs­mına başka olmadığını göstermektedir ve yine bu, bizim "Kur'an yedi harf üze­re inmiştir." ifadesini "Yedi lehçe" şeklinde izah etmemizin doğrulunğu ortaya koymaktadır ve bizim görüşümüzün aksine "Bundan maksat, yedi ayrı mânâdır." diyenlerin iddialarını çürütmektedir. Zira, Kur1 anın okunuşunda ihti­laf edenler. Resulullah'a vardıklarında, Resulullah onlann okuyuşlarının hepsini tasvip etmiştir. Şayet Resulullah'ın, onlann kıraat şekillerini değil de kıraatla-nndan anlaşılacak farklı manâları tasvip ettiği söylenecek olursa, Resulullah'a, Allahü teâlânın, kitabında olmadığını biidirdiği bir şeyi isnad etmek olur ki bu da bâtıldır. Halbuki Resulullah'ın bir şey hakkında, birbirine zıt iki hüküm verdiği­ne dair veya ümmetine böyle birşeyi yapmalarına izin verdiğine dair herhangi bir delil yoktur. Tam aksine dair delil vardır. Evet, bütün bunlardan anlaşılıyor ki "Kuran yedi harf üzere inmiştir." ifadesinden maksat. Kur'an Arap lehçelerin­den yedi lehçe üzere inmiştir. Bu lehçelerden hangisiyle okunursa Kur'anın ifa­de ettiği manâ değişmez. Bu sebeple Resulullah, Kuranı çeşitli lehçelerde oku­yup ta, birbirleriyle tartışmaya giren sahabilerinden her birinin kıraat şeklini doğru bulmuş ve güzel olduğunu söylemiştir. Diğer yandan, Kur'an-ı Kerimin okunuşu hakkında birbirleriyle tartışan ve Rsulullah'a başvuran sahabilerin hep­si Allahü teâlânın, kitabında dilediği emir ve yasaklan zikredebileceğine ve dile­diği vaad ve tehditlerde bulunabileceğine inanmış ve boyun eğmişlerdir. Anıkonlann, bir kısım hükümlere karşı çıkarak birbirleriyle tartışmış olmaları düşü nülemez. Onların sadece bir kısım kelimelerin okunuşlannda ve lehçelerin fark­lı oluşlannda tartışmalar mümkündür. Ayrıca, Kur'an okuyan sahabilerin tartış-malarının, sadece Kur'amn kıraati hakkında olduğunu, Resul ullah'tan zikrettiği­miz şu haber, bir Nass olarak göstermektedir. Ebu Bekre diyor ki Resuluîlah'a

"Cebrail (a.s.) geldi ve dediki: "Ey Muhammed, "Sen Kur'anı bir harf üzere oku." Mikâil dedi ki: Artırılmasını iste. "Resululah da artırılmasını istedi. Cebrail de dedi ki: "Sen onu iki harf üzere oku." Mikali dedi ki: "Artırılmasını iste." Resulullah da artırılmasını istedi. Cebrail de onu yedi harfe (lehçeye) ula­şıncaya kadar artırdı ve dedi ki: "Hepsi de Safi ve Kâfidir. Yeter ki azap âyetini rahmet âyetiyle rahmet âyetini de azap âyetiyle bitirmiş olma. Bu kıraatlar senin = Gel, =Yörel, = Haydi, demen veya = Git, = Koş ve - Acele et. demen gibi ifadelerdir. [42][60] Evet, bu haber açıkça gösteriyor ki, üzerinde ihtilaf edilen yedi harften maksat, yedi kıraattir ve gibi mânâları aynı fakat lafızları farklı olan kelimelerin farklı şekilleridir. Yoksa muhtelif hükümleri gerektiren mânâların ihtüaf; değii-dir. Selef ve halef âlimleri de bu ihtilafı bu şekilde izah etmişlerdir.

a- Abdullah b. Mes'udun şunları söylediği rivayet edilmiştir: Ben, Kurra-ian dinledim, onlan birbirlerine yakın buldum. Sizler, Öğrendiğiniz gibi oku­yun. Taassuptan kaçının. Zira bu kıratlar, sizden birinizin = Hay­di, Gel demesi gibidir.

Abdullah b. Mes'ud diğer bir rivayette de şöyle demiştir: "Sizden kim Kur'anı bir harf üzere okuyacak olursa onu bırakıp başkasına dönmesin. Şayet Allah'ın kitabım benden daha iyi bilen birisini tanımış olsaydım, mutlaka onun yanına vanrdırn."

Taberi diyor ki: "Elbette ki, Abdullah b. Mes'ud" Sizden kim, Kur'anı bir harf üzere okuyacak olursa, onu bırakıp başkasına dönmesin." sözüyle, "Sizden kim: Kur'andaki emir ve yasağı okuyacak olursa onu bırakıp ta vaad ve tehdidi okumasın. Kim de Kur'andaki vaad ve tehdidi okuyacak olursa onu bırakıp kıssalan ve misalleri okumasın." demek istememiştir. Fakat o bu sözüyle "Kim, Kur'anı bir kıraat üzere okursa o kıraati bırakıp ta diğer kıraat ile okumasın." demek istemiştir. Nitekim Araplar, bir kişinin kıraatına da "Harf derler. Alfabe harflerinden birine de "Harf1 derler. Yani demek istemiştir ki: "Kim, Übey b. Kâ'bın kıraatiyla veya Zeyd b. Sabitin kıraatıyla yahut Resulullah'ın sahabilerin-den herhangi birinin okuduğu yedi kıraattan biriyle Kur'anı okuyacak olursa, bu kıraati hoş görmeyerek terkedip başka bir kiraata geçmesin. Zira bu kıraaîlardan bir kısmını inkâr etmek, tümünü inkâr etmek gibidir.

b- A'meş diyor ki: "Enes b. Mâlik şu âyet-i kerimeyi "Şüphesiz ki gece ibadete kalkmak daha tesirli, okumak daha isabetli [43][61] şeklinde okumuş bir kısım insanlar da ona "Ey Ebu Hamza, âyetin sonu ( 'ya (yî ) şeklindedir." demişler o da kelimeleri hep ay­nı şeyi ifade ederler." diye cevap vermiştir.

c- Leys, Mücahid'in, Kur'anı beş harf üzere okudğunu rivayet etmiş. Sa­lim, Said b. Cübeyrin, iki harf üzere okuduğunu rivayet etmiş, Muğire de, Yezid b. Veüciin, üç harf üzere okuduğunu rivayet etmiştir.

Taberi diyor ki: "Şimdi Resulullah'ın "Kur'an yedi harf üzere inmiştir." hadisini "Kur'an emir, nehiy, vaat, tehdit, mücadele, kıssa ve misal olmak üzere yedi vecih üzere inmiştir." şeklinde te'vil etmeye kalkan kimse ne diyecektir? Mücahidin, bunlardan sadece beşini, Said b. Cübeyrin ikisini ve Yezid b. Veli-din de ifçünü okuduğunu mu söyleyecektir? Şayet bunu iddia edecek olursa bu gibi zatların, Kur'an hakkındaki bilgileri ve ihtisasları hususunda, onlara isnadı doğru olmayan bir tahmine girişmiş olur. Zira bunlar, Kur'anı çok iyi bilen kişi­lerdir.

d- Muhammed b. Kâ'b diyor ki: "Bana anlatıldığına göre Cebrail ve Mi-kail Resulullah'a gelmişler ve Cebrail Resuluiiah'a "sen Kur'anı iki harf üzere oku." demiş Mikâil de ona: "Artırılmasını iste." demiştir. Bunun üzerine Cebra­il: "Sen Kur'anı üç harf üzere oku." demiş Mikâil de yine Resulullah'a: "Sen onun. artırılmasını iste." demiş, nihayet yedi harfe kadar artırmıştır. Muhammed b. Kâ'b diyor ki: "Bu kıraatlar, helalin haramın, emirin ve yasağın değişmesine yol açmayan kıraatlardır. Bunlar, senin gibi ayrı kelimelerle aynı mânâyı ifade eden sözlerin gibidir. Mesela, bizim kıraatımızda şu âyet, şeklindedir. Abdullah b. Mes'udun kıraatında ise şeklindedir. (Burada geçen kelimesi de kelimesi de aynı mânâdadır ve "Çığlık atmak" demektir.

e- Şuayb diyor ki: "Ebul Âliyenin yanında bir kişi Kur'an okuduğunda Ebul Âliye ona "Bu senin okuduğun gibi değildir." demiyor, ona "Ben de bu âyeti şöyle ve şöyle okuyorum." diyordu. Ben, Ebul Âliyenin bu durumunu İb­rahim en-Nahaiye anlattım. O da dedi ki: "Sanırım ki arkadaşın "Kim, Kur'anın okunduğu bir kıraati inkâr edecek olursa, onun tümünü inkâr etmiş olur." sözü­nü duymuştur.

f- Said b. el-Müseyyeb demiştir ki: "Allahü teâlânın" şüphesiz biz, kâfirlerin, "Bu Kur'anı Muhammed'e bir adam öğretiyor." dediklerini çok iyi bi­liriz"[44][62] âyetinde zikrettiği "Bir adam'ın fitneye düşmesine sebep şuydu: O kişi, Resulullah'a gelen valiyi yazıyordu. ResuluIIah ona sonlarında veya gibi ifadeler bulunan âyetleri yazıdırdıkîan sonra vahyin in­diği anda çok meşgul oluşundan dolayı âyeti yazdırdığı kimseye daha sonra da âyetin sonu miydi yoksa yahut miy­di? diye soruyor, onun ne yazdığını böylece kontrol etmiş oluyordu. Ve onun yazdığına "Tamam senin yazdığın gibi" diyordu. İşte bu durum bu kişiyi fitneye düşürdü ve o, kendi kendine "Muhammed bu işi bana bıraktı. Ben dilediğimi yazayım." diyordu. Said b. el-Müseyyebin anlattığına göre işte âyet sonlarındaki bu gibi ifadeler yedi kiraattandır.

g- İbrahim en-Nehai Abdullah b. Mes'udun şöyle dediğni rivaeyt etmiştir: "Kim Kur'andan bir kıraat şeklini veya bir âyeti inkâr edecek olursa şüphesiz ki onun tümünü inkâr etmiş gibi olur. Kuranın yedi harf üzere inmesi demek, on­daki bir kelimenin mânâsının, eş anlamda yedi kelimeyle ifade edilebilmesi de­mektir. "Gel" emrinin "Bana", "Seni kastedi­yorum" "Bana doğru," Yakınıma, gibi kelimelerle ifade edi­lebilmesi buna misaldir. Yoksa "Kur'an yedi harf üzere indi." ifadesi, ondaki herhangi bir kelimenin yedi şekilde okunması demek değildir. Keza Arapların yedi lehçesi, Kur'anın çeşitli yerlerine dağıtılmış demek değildir.

Taberi diyor ki: "Eğer bir kimse diyecek olursa ki: "Madem ki Resulul­lah'ın, "Kur'an yedi harf üzere indirildi." sözünün te'vili senin izah ettiğin ve le­hine deliller gösterdiğin gibidir, o halde sen bize Allah'ın kitabında, yedi lehçe­ye göre okunmuş olan bir yer bul da biz de bununla senin sözünün doğru oklu­ğuna kanaat getirelim.

Şayet böyle bir şey bulamayacak olursan Resulullah'ın bu sözünü "Kur'an yedi mânâ (ifade şekli) ile inmiştir. Bunlar da emir, nehiy, vaad, tehdit, mücade­le, kıssa ve misallerdir." şeklinde yorumlayan görüşün doğru olduğu, senin görüşünün de fasit olduğ ortaya çıkar. Veya cevaben diyeceksin ki: "Yedi kıraat, Arap kabilelerinden yedi kabilenin şivesidir. Bu şiveler Kur'anın tümüne yayıl­mış durumdadır. "Sen bu sözünle meseleye dikkatla bakmayan kimselerin söy­lediği sözü söylemiş olacaksın ki bunun da fasit bir söz olduğu, akıl sahibi bir insana uzak değüdir. Bu sözün yanlışlığı hemen anlaşılır. Zira sen, Hazret-i Ömer, Abdullah b. Mes'ud, Übey b. Kâ'b gibi sahabilerden hadisler rivayet ederek Kur'an-ı Kerimin yedi harf üzere indiği ifadesini, Kur'anın yedi lehçe üzere in­diği şeklinde yorumlamış oldun." Eğer yedi kıraat Kur'anı kerimin çeşitli yer­lerine yayılmış ve tesbit edilmişse arlık bunlar hakkında sahabilerin ihtilaf et­memeleri gerekir. Dolayısiyle sahabilerden nakledilen haberlerin sıhhatsız ol­ması icabeder. Zira öğretici aynı ve bilgi de aynı olduğu halde öğrencilerin ihti­laf etmeleri beklenmeyen bir şeydir. Yani Kur'anı okuyanlar onun hangi bölü­mü, Araplardan kimlerin lehçesiyle inmişse onu o lehçe ile okur. böylece ihti­laflara da mahal kalmazdı. Halbuki senin zikrettiğin haberlerde sahabilerin Kur'anı okurken birbirleriyle ihtilaf ettikleri ve neticede Resulullah'a başvurduk­ları, Resulullah'ın da herbirini dinledikten sonra hepsinin kıraatim da hoşgördü-ğü zikredilmektedir. Bu da gösteriyor ki yedi lehçe, Kur'anın çeşitli taraflarına dağıtılmış ve Kur'anın bir kısmı bir lehçeyle diğer bir kısmı başka bir lehçeyle inmiş ve öylece tesbit edilmiş değildir.

Taberi diyor ki: "Bu soruyu yöneltene cevaben denilir ki: "Kur'anın yedi harf Üzere inmesinin mânâsı, senin anlamış okluğun bu iki şekilde de değildir. Bunun mânâsı, Kur'andaki herhangi bir mânâyı eş anlamda yedi kelimeyle ifade etmektir. Böylece mânâ bir fakat kelimeler farklı olur kelimelerinde olduğu gibi. Eğer diyecek olursa ki: "Sen, Allahü teâlânın kitabının neresinde bir yer bulabilirsin ki farklı lafızlarla yedi şivede .okunmuş fakat bu lafızların mânâsı da aynı olmuştur'? Böylece biz de senin, hadisi yorumlama şeklini kabul etmiş olalım." Cevaben denilir ki: "Biz bugün böyle bir şeyin mevcudiyetini iddia etmiyoruz. Biz sadece Rsulullahın: "Kur'an yedi harf üzere indirilmiştir." ifadesini, yukarda zikredilen haberlere dayanarak bu şekilde yo­rumluyor, muhaliflerimizin yorumladığı gibi yorumlamıyoruz. Eğer diyecek olursa ki "Şayet mesele senin anlattığın gibiyse yedi kıraattan diğer altı kıraat niçin mevcut değildir? Halbuki Resulullah bunları sahabilerine okutmuş, onla­rın bu kıraatlan okumalarım emretmiş ve Allahü teâlâ da bu kıraatları bizzat tava­fından indirmiştir. Yedi kıraatin bu altı kıraati neshedilip ortadan kaldırılmış mıdır? Eğer böyleyse buna dair delil nedir? Yoksa bu altı kıraat, muhafaza edil­meleri emredildiği halde ümmet tarafından unutulmuş mudur? Yahut durum ne­dir? Cevaben denilir ki: Bunlar ne neshedilip kaldırıldı ne de korunmaları emre­dildiği halde ümmet tarafından zayi edildi. Çünkü Ümmet, Kur'anı korumakla emrolunmuş, onu çeşitli şekillerde okumakta ve bu kıraatlardan dilediğini koru­makta serbest bırakılmıştır. Bu mesele tıpkı yeminini bozan kimsenin keffaretlerden herhangi birini seçmekte serbest olması gibidir. Maddi durumu iyi olan bir insan yemin edip te yeminini bozacak olursa o, yeminine keffaret olarak, di­lerse bir köleyi azad eder, dilerse on kişiyi doyurur, dilerse on kişiyi giydirir. Nasıl ki yeminin keffaretini yerine getiren bu kimse, bunlardan herhangi birini yaptığında, Allah'ın üzerine farz kılmış olduğu hakkı ifa etmiş olur. İşte bunun gibi, ümmet de Kur'an-ı Kerimi muhafaza eder ve herhangi bir sebepten dolayı da, seçmekte serbest bırakıldığı yedi kıraattan birini alıp onunla Kur'an okuya­cak olursa, Allah'ın, yükümlü kıldığı görevi yerine getirmiş olur. Diğer altı kıra­ati okumaması onun için bir sorumluluk getinnez. Fakat bunlardan herhangi bi­rini okuması, okuyan kimse için yasaklanmış değildir.

Eğer denilecek olursa ki"Yedi kıraattan, belli bir kıraat üzerine karar kılı­nıp diğer altı kıraattan herhangi biri üzerine karar kilınmayışının sebebi nedir? Cevaben denilir ki: "Bu hususta şunlar rivayet edilmektedir.

a- Zeyd b. Sabit diyor ki: "Resulallah'ın çok sayıda sahabisi Yemame'de (Mürtedlerle yapılan savaşta) öldürülmüştü. Ömer b. el-Hattab Ebu Bekir'in ya­nına vararak ona "Resulullah'ın sahabileri Yemamede, kelebeklerin kendilerini ateşe attıkları gibi savaşın kucağına attılar? Korkuyorum ki bundan sonra katıla­cakları her savaşta da öldürülünceye kadar aynı şeyi yapacaklardır. Bunlar, Kur'anı kalblerinde taşıyan insanlardır. Bunlar ölürse Kur'an zayi olur, unutulur. Sen Kur'am toplayıp yazdirsan nasıl olur?" dedi. Ebubekir bundan çekindi ve dedi ki:"Ben, Resulullah'ın yapmadığı bir şeyi mi yapacağım?" Bu hususta Ömerle Ebubekir karşılıklı olarak meseleyi incelediler. Sonra Ebubekir birini gönderip Zeyd b. Sabiti yanına çağırdı. Zeyd diyor ki: "Ben Ebubekir'in yanına girdim. Ömer bir tarafa çekilmiş duruyordu. Ebubekir dedi ki: "Bu beni bir iş yapmaya çağırdı. Ben onun davetini kabul etmedim. Sen vahiy kâtibisin, eğer onun görüşüne katıhrsan ikinize uyarım. Benim görüşüme katıhrsan onun dedi­ğini yapmam." dedi. Zeyd diyor ki: "Ebubekir, Ömer'in istediğini anlatirken Ömer konuşmuyordu. Ben de bu tekliften kaçındım ve dedim ki: "Biz, Resulul­lah'ın yapmadığı bir şeyi mi yapacağız?" Nihayet Ömer "Yaparsanız size hangi sorumluluk gelir?" dedi. Biz de birbirimizin yüzüne baktık ve dedik ki: "Hiçbir şey. Vallahi bunu yaparsak bizim aleyhimize hiçbir şey olmaz." Bunun üzerine Ebubekir bana emretti. Ben de Kur'anı deri parçalarına, kürek kemiklerine, hur­ma dallarına yazdım. Ebubekir ölünce, Ömer bunu bir sahifede (defterde) topla­yıp ta yazmıştı, onun yanında bulunuyordu. Ömer ölünce de bu sahife, Ömer'in kızı ve Resulullah'ın zevcesi Hafsanın yanında bulunuyordu. Sonra Huzeyfe b. el-Yeman, Erminya sınırında yaptığı bir savaştan geri dönmüştü. Evine gitme­den Osman b. Affan'ın yanına vardı ve ona "Ey Müminlerin emiri, insanların yardımına yetiş" dedi. Osman: "Ne var?" dedi. Huzeyfe de dedi ki: "Ben, Er­minya sınırında savaşıyordum. Orada Iraklı ve Şamlılar da bulunuyordu. Şam­lılar, Kur'ani übey b. Kâ'bm kıraatma göre okuyorlar böylece Iraklıların işitmediği bir şeyi yapmış oluyorlar. Iraklılar da onlara kâfir diyorlar. Iraklılar da Ab­dullah b. Mes'udun kıraatıyla okuyorlar. Onlar da Şamlıların işitmediği bir şeyi yapıyorlar, Şamlılar da onlara kâfir diyorlar." Zeyd diyor ki: "Buun üzerine (Xs-man b. Affan bana, kendisi için bir mushaf yazmamı emretti ve dediki: "Ben se­nin yanına zeki ve fasih birini vereceğim. İkiniz ittifak ettiğiniz âyetleri olduğu gibi yazın. Üzerinde ihtilaf ettiğinizi ise bana sunun." İşte o zaman Osman, Eban b. Said b. el-As'ı Zeydin yanına vermişti. Zeydin anlattığına göre onlar, Talutun hükümdar olacağının alameti, Ta-butun size gelmesidir..." âyetine vannca Zeyd: "Bu kelime dur." de­miş Eban ise (Bu kelime dur." demiştir. Zeyd diyor ki: "Biz bu meseleyi Osmana arzettik o da diye yazdı. Ben, yazma işini bitirdikten sonra yazdığımı gözden geçirdem. Mushafta "Müminler içinde Öyle erler vardır ki Allah'a vermiş oldukları ahde sada­kat gösterdiler. Onlardan kimi bu uğurda canlarını feda etti. Kimi de bu şerefi beklemektedir. Onlar, Allah'a verdikleri sözü asla değiştirmediler. [45][63] âyetini bulamadım. Ben, muhacirlere arzettim. onlardan bu âyeti sordum. Fakat bunu, onlardan herhangi birinin yanında bulamadım. Sonra meseleyi Ensara arzettim. Bu âyeti onlardan sordum ve bunu onlardan herhangi bir kimsenin yanında da bulamadım. Nihayet onu Huzeyme b. Sabitin yanında buldum ve onu yazdım. Yazdığımı bir daha gözden geçirdim. Bu defa da yazdıklarımın içinde şu iki âyeti bulamadım.

"Ey insanlar, şüphesiz ki size kendinizden bir Peygamber gelmiştir. Sı­kıntıya düşmeniz ona ağır gelir. O size son derece düşkündür. Müminlere çok şefaatli ve çok merhametlidir. Ey Peygamber, eğer yüzçevirirlerse de ki: "Allah bana yeter. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Ben ona güvendim. O yüce  arşın rabbidir. [46][64]

Yine meseleyi muhacirlere arzettim. Bu âyetleri, onlardan herhangi bir kimsenin yanında bulamadım. Sonra meseleyi Ensara arzettim. Bu âyetleri on­lardan sordum. Onlardan herhangi bir kimsenin yanında da bulamadım. Nihayet bu âyetleri de başka birisinin yanında buldum. Bu kimseye de "Huzeyme" ismi veriliyordu. Ben bu iki âyeti Tevbe suresinin sonuna yerleştirdim. Onlar üç âyet olsaydı onları tek başına bir sure yapardım. Sonra yazdıklarımı tekrar gözden geçirdim. Onların içinde herhangi bir şey görmedim. Sonra Osman, Hafsaya bir adam göndererek ondan Hazret-i Ömerin yazdırdığı Kur'anı istedi ve Hafsaya onu tekrar geri vereceğine dair yemin etti. Bunun üzerine Hafsa o sahifeyi Osman'a verdi. Osman, yazılan mushafı o sahi leyle karşılaştırdı. Bunların herhangi bir noktada çakışmadıkları, tam bir ayniyet ifade ettikleri görüldü. Bundan sonra Osman, sahifeyi Hafsaya iade etti. Böylece içi rahatladı. Osman, insanlara ımıs-haflar yazmalarını emretti. Hafsa ölünce Osman, Abdullah b. Ömer'e Hafsa'nin sahifesi için önemli bir heyet gönderdi. Onlar da gidip bu sahifeyi yıkadılar, (sikliler).

b- Ebu Kılabe diyor ki: "Osman'ın Hilafeti döneminde muallimlerden her biri belli bir adamın kıraatina göre Kur'aıı okutuyorlardı. Böylece çeşitli mual­limlerden Kur'an Öğrenen çocuklar birbirleriyle karşılaştıklarında ihtilaf ediyor­lardı. Nihayet bu iş muallimlere de sıçradı. Öyle ki onlar birbirlerinin kıraatlan-nı inkâra kalkıştılar. Mesele Osman'a intikal etti. Osman bu hususta bir hutbe irad ederek şöyle dedi: "Sizler benim yanımda bulunurken Kur'aıı hakkında ihti­lafa düşüyor ve birbirinizin yanıklığını söylüyorsunuz. Benden uzak olan diğer şehirlerin insanlan ise Kur'an hakkında daha fazla ihtilaf ediyor ve birbirlerini daha fazla suçluyorlar. Ey Muhammed (sallalahü aleyhi ve sellem)'in sahabileri, toplanın Kur'anı in­sanlara rehber olacak şekilde bir mushaf haline getirin." Ebu Kılabe diyor ki: "Enes b. Malik dedi ki; "Ben de Kur'anı söyleyerek yazdırtanlardanım. Bazen bir âyet hakkında ihtilaf ediyor ve onu, bizzat Resulullah'tan öğrenen kişi hatır­lıyordu. Bazen o kişi bulunamıyor veya vadilere gitmiş oluyordu. Ayetin başım ve sonunu yazıyorlar, adam gelinceye veya getirilinceye kadar âyetin yerini boş bırakıyorlardı. Kur'anı toplayanlar onu mushaf haline getirince Osman, şehirle­rin halkına mektup yazarak bildirdi ki "Ben şöyle şöyle yeptım ve bunun dışın­da olanları imha ettim. Sizler de ellerinizde bulunanları imha edin." Başka bir rivayette, Enes b. Malik şunları söylemiştir. "Huzeyfetül Yeman, Müslümanla­rın, Kur'anı okurken ihtilaf etmelerini ve bu yüzden Yahudi ve Hristiyanlann durumuna düşeceklerinden korktuğunu Hazret-i Osman'a haber verince Hazret-i Osman olaydan çok korktu Hafsaya bir adam göndererek Ebubekir'in, Zeyd'e toplattır­dığı sahifeleri ortaya çıkarmasını istedi ve Osman bu sahiflereden   Mushaflar kopya ettirdi. Bu mushaflan çeşitli yerlere gönderdi.

c- Zühri diyor ki: "Resululiah vefat ettiğinde Kur'an-ı Kerim bir araya toplanmamıştı. Âyetler hurma dallarına ve o dalların köklerine yazılı idi, Sa'saa diyor ki: "Mirasçı olarak asılı ve füruu bulunmayan kimseye, diğer akrabalarını mirasçı kılan ve Kur'an-ı Kerimi bir araya toplatan ilk insan Ebubekirdir.

Taberi diyor ki: "Zikredilen bu haberler ve buna benzeyen ve burada zik­redilmeleri halinde bu kitabı bir hayli uzatacak olan diğer haberler göstermekte­dir ki, Müslümanların imamı ve müminlerin emiri olan Osman b. Affan (r.a.) Müslümanların iman ettikten sonra inkâra düşeceklerinden korkarak ve onların perişan olmalarına acıyarak Kur'an-ı Kerimi tek bir mushaf halinde toplamış ve bu mushafta da Kur'anın yedi kiraatından birini tesbit etmiştir. Zira, bizzat Hazret-i Osman'ın döneminde. Kur'anın inmiş olduğu yedi kıraattan bir kısmını yalanla­yanlar ortaya çıkmıştır. Halbuki bu kıraatları sahabiler, bizzat Resulullah'tan işitmişler ve Resululiah onlara, bu kıraatlardan herhangi birini yalanlamayı ya­saklamış ve bunlar hakkında tartışmaya girmelerinin kendilerini inkâra düşüre­ceğini bildirmiştir. İşte bu sebepler Hazret-i Osman'ı Kur'anı bir araya toplamaya ve kıraatlardan sadece birini tercih etmeye sevketmiş ve diğer kiraatlan belirten nüshaları imha ettirmiştir. Ümmet de Hazret-i Osman'ın bu davranışına güvenmiş ve omm yaptıklarını doğru ve isabetli bulmuştur. Bu nedenle âdil imamları olan Hazret-i Osman'ın, terkedilmesini istediği altı kıraati bırakmış tek kıraata bağlı kal­mışlardır. Neticede bu kıraat şüyu' bulmuş ve diğer kiraatîar silinip gitmiştir. Bugün artık onlardan herhangi birini okumaya imkân yoktur. Zira bunlar orta­dan kalkmış, eserleri yok olmuş ve Müslümanlar bizzat ekndilerini ve kendile­rinden sonra gelecek kuşakların selametini düşünerek altı kıraati terkedip bir kı­raata uymaya devam etmişlerdir. Fakat onlar, diğer kıraatların varlığını da inkâr etmemişlerdir. Günümüz Müslümanlarının da âdil ve müşfik imamları Hz, Os­man'ın tercih ettiği kıraata bağlı kalmaları ve diğer altı kıraati terketmeleri ge­rekmektedir.

Taberi diyor ki: "Eğer bilgisi zayıf olan birisi çıkıp diyecek olursa ki "Resulullah'm okuttuğu ve okunmalarını emrettiği kıraatları ümmetin terketmesi nasıl caiz olabilir? Cevaben denilir ki: "Resululiah sahabilerine bu kıraatları okumalarını emrederken farz veya vacip olduklarını bildirmek için değil, mubah okluklarını emretmek için bildirmiştir. Şayet Resululiah onlara farz veya vacip olduğunu bildirmek için emretmiş olsa, onlar da bunu bilmiş olsalardı herhangi bir kimsenin, doğruluğunu bildiği bir kıraati terketmesi caiz olmazdı. Bilakis onu teketmemek vacip olurdu. Ümmetin bu gibi kıraatları terketmesi, kendileri­nin bu gibi kıraatları okumakta serbest bırakıldıklarının açık bir delilidir. O hal­de ümmetin yedi kıraattan altısını terketmesi, kendileri için vacip olan bir şeyi terketmeleri değildir. Bilakis ümmet bu kıraatları terkederek üzerlerine gerekli olanı yapmışlardır. Zira onlar, bu kıraatları terkederek ümmetin ihtilafa düşmesini Önlemişler, Müslümanların, bir kısım kıraatları inkâr ederek, kâfirliğe düş­me tehlikesini bertaraf etmişlerdir.