3 Kur'anın Âyetlerinin Mânâları Arap Diliyle İfade EdilmiştirŞurası bir gerçektir ki, ifade yönünden Kur'anın âyetlerini mânâlarıyla, Kur'an kendi diliyle inen zatın, yani Peygamberin konuşmasının mânâları aynıdır, aralarında fark yoktur. Allahü teâlânm, Kur'anı bu şekilde indirmesi büyük bir hikmete mebnidir. Bununla beraber Kur'anın âyetlerinin mânâları konuşulan diğer sözlerden daha üstündür. Allahü teâlânın, kullarına olan en büyük nimetlerinden ve yaratıklarına verdiği en büyük lütuflanndan biri de, ifade etme ve açıklama kabiliyetidir. İnsanlar, kalblerinde olan şeyleri bu kabiliyetle açığa vururlar. Yapmaya karar verdikleri işleri onunla ortaya koyarlar. Allahü teâlâ, ifade etmek kabiliyetiyle, dilleri kolaylaştırmış ve zor şeyleri insanlara boyun eğdirmiştir. İnsanlar, ifade etme kabiliyetleriyle Allahı bilirler. Onu teşbih ve takdis ederler? İhtiyaçlarını onunla karşılarlar. Aralarımla onunla tartışırlar. Birbirleriyle o kabiliyet sayesinde tanışır ve işlerini onunla yürütürler. Allahü teâlâ, ifade etme kabiliyeti bakımında, kullarını birbirinden farklı yaratmıştır. Bu hususta şöyle buyurulmaktadır: "... Ve sizi derecelerle birbirinizden üstün yapan Allah'tır.. [7][21] Bir kısım insanlar, uzun uzadıya konuşan hatipler, dilleri keskin ve beliğ kimselerdir. Diğer bir kısım insanlar ise konuşmak istediklerini açıklamaktan âciz, kalblerinde bulunanları ifade etmekten dolayı zorluk çeken kimselerdir. Allahü teâlânın, meramını ifade etmekte en üstün kıldığı kimse ise tebliğ ettiğini en müessir bir şekilde tebliğ eden, içindekilerini en güzel şekilde açıklayan kimsedir. Allahü teâlâ, indirdiği Kur'an-ı Keriminde ve onun muhkem âyetlerinde, kendilerine, güçlü ifade kabiliyeti bahşettiği kimselerin, dilsiz ve âcizlerden üstün olduklarını beyan ederek şöyle buyurmuştur: "Süs ve zinet içinde büyütülmüş mücadele gücünden yoksun olanı mı Allah'a is-nad ediyorsunuz? [8][22] Böylece akıl ve idrak sahipleri için açıkça belli olmaktadır ki, ifade kabiliyeti güçlü olan beyan ehlinin dilsiz, kekeme ve meramını ifadeden âciz olanlardan üstünlüğü, açıklamak istediği şeyleri net bir şekilde açıkla-masıyladır. Kekemenin üstün olmayışı ise bundan âciz almasıyladır. Madem ki bir insanın, diğerinden üstün oluşu, açıklamak istediği şeyleri, net bir şekilde açıklamasıyladir ve insanlar da bu hususta farklı kabiliyetlerdedirler o halde, beyan ve ifade etmenin en üstün olanı da ifade eden kimsenin ifadesini en açık bir şekilde ortaya koyan, maksadını açıklayan ve dinleyicisine en iyi şekilde anlatan açıklamadır. Şayet, açıklama ve ifade etme bu ölçüyü de aşar, yaratıkların kudretinin üstüne çıkar ve bütün kulların ifade etmekten âciz kaldıkları bir derecede olursa işte böyle bir beyan, bir ve kahredici olan Allah'ın, Peygamberleri için bir delil ve hak olduklarının bir hüccetidir. Tıpkı ölüleri diriltmek, alaca hastalığını ve körlüğü iyileştirmek ve iki aylık mesafeyi bir gecede gitmek gibi. Evet, nasıl ki ölüleri diriltme, cüzzamlıyı ve körü iyileştirme, tıbbın zirvesine ulaşanların ve tedavide en önde olanların yapamayacakları şeyler olmaları hasebiyle Peygamberler için birer delil ve nişaneyse, yine nasıl ki bir gecede iki aylık bir mesafeye gitmek, yaratıkların gücü üstünde bir olay olması hasebiyle Peygamberler için birer deli! ve nişaneyse keza bütün yaratıkların ifadesinin üstünde ve onlann âciz kalacakları ifade şekli de yani Kur'aıvı Kerimde Peygamberler için bir delil ve nişanedir. Madem ki bu durum beyan ettiğimiz gibidir, o halele şu husus açıklığa kavuşmuştur ki zamanlarında belagat ve hitabetin, şiir söylemenin, fesahatin, seçili yazının ve kehanetin önderleri olan bir kavme tek bir kişinin meydan okuyarak yaptığı beyan, naklettiği kelam ve takibettiği mantıktan daha yüce bir mantık, daha şerefli bir kelam ve daha etkili bir hikmet yoktur. Öyle ki o ilahi beyanı tebliğ eden kişi kendisine meydan okuduğu insanların her hatibine, her beliğine, her şairine, her fesahathsına, her seçili konuşanına ve her kâhinlik yapanına meydan okumuştur. Onların fikirlerinin basit ve akıllarının kıt olduğunu bildirmiştir. Onların, dininden uzak olduğunu beyan etmiş, hepsini kendisine tabi olmaya, hak Peygamber olduğunu kabul etmeye, onu tasdik etmeye ve kendisinin, Allah tarafından gönderilen bir Peygamber olduğunu ikrar etmeye davet etmiştir. Onlara bildirmiştir ki, söylediklerinin doğru olduğunu gösteren ve Peygamberliğinin gerçek olduğunu ortaya koyan delil ve hüccetler, onlara getirdiği beyan, hikmet ve îurkandır. Peygamber bunu onların diliyle getinniş, onların mantıklarına uygun bir mantıkla beyan etmiştir. Sonra da onlara bildirmiştir ki, onlar, onun bir kısmını getirmekten dahi âcizdirler. Ona güç yetiremezler. Onların hepsi de acizliklerini ikrar etmiş, ona inanmaya boyun eğmişler ve bizzat kendilerinin acizliklerine şahitlik etmişlerdir. Ancak içlerinden, gerçekleri görmezlikten gelen, hakikatlar karşısında kör kesilen, böbürlenip gerçeklerden kaçan kişiler müstesnadır. Bu gibi insanlar, âciz olduklarını bildikleri şeyi gerçekleştirmeye çabaladılar. Güçlerinin yetmediğini kesin olarak bildikleri şeyi yapmaya giriştiler. Böylece daha önce bilinmeyen geri zekalılıklarını ve lisanlarının acizliğini ve kekemeliğini ortaya çıkardılar. Tecrübesiz ve âciz bir insanın, cahil ve ahmak bir kişinin yapacağı bir şeyi yaptılar ve bunlardan bazıları, Kur'an-ı Kerime nazire olarak şunları söylediler. "Un Öğüttükçe öğütenlere, hamur yoğurdukça yoğuranlara, ekmek pişirdikçe pişirenlere, tirit yaptıkça yapanlara, lokmaladıkça lokmalayanlara yemin olsun ki... Evet, işte bunlar gibi, yalan olan iddialarına benzeyen bir kısım ahmak lıklarda buunmuşlardır. Madem ki varlıkların açıklama derecelerinin üstünlükleri ve konuşma seviyelerinin farklılıkları, daha önce beyan ettiğimiz şeylerle gerçekleşmektedir ve zikri yüce ve isimleri kudsi olan Allahü teâlâ da hikmet sahibi olanların en hikmetlisi ve akıllıların en akıîlısıdır. O halde, Allah'ın açıklamasının en güzel açıklama ve onun kelamının en üstün kelam okluğu malumdur. Allahü teâlânın açıklamasının, bütün yaratıklarının açıklamasından üstünlük derecesi, bizzat kendisinin bütün yaratıklarından üstün olma derecesi gibi-dir.Madem ki durum böyledir ve madem ki, muhatabına, anlaşılmayacak şekilde hitabedenin sözü tarafımızdan anlaşılmamaktadır o halde, bilinmelidir ki Allahü teâlâ, yaratıklarından herhangi birine anlayamayacakları şekilde hitabetmez. Ancak onların anlayacağı bir şekilde hitabeder. Ve kullarına ancak dilinden anlayacaktan Peygamberler gönderir. Zira kendilerine Peygamber gönderilen ve ilahi vahye muhatap olan insanlar, kendilerine konuşulanları anlamazlarsa bunlar için Peygamberin gelmesiyle gelmemesi arasında fark yoktur. Çünkü bunlar konuşulanlardan ve Peygamberlerden istifade edemezler. Allahü teâlâ herhangi bir fayda sağlamayan bir hitap yaptırmaktan ve söyledikleri anlaşılamayan bir Peygamber göndennekten münezzehtir. Çünkü insanlar olarak bizim içimizden birinin böyle yapması bile bir eksikliktir ve abesle iştigaldir. Allahü teâlâ ise bunlardan beri ve münezzehtir. Bu sebeple Allahü teâlâ Kur'an-ı Kerimde: "Biz, her Peygamberi, emrolunduklarını, gönderildikleri insanlara kolayca anlatabilmeleri için kavimlerinin diliyle gönderdik.. [9][23] buyurmuştur. Yine Allahü teâlâ, Peygamberi Hazret-i Muhammed'e: "Diz Kur'anı sana ancak insanlara, ihtilaf etlikleri hususların gerçeğini açıklaman için ve iman eden bir kavme hidayet rehbere rahmet kaynağı olsun diye indirdik. [10][24] buyurmaktadır. Elbette ki Kuranın ne olduğunu bilmeyen kimseyi. Kur'anla hidayete kavuşturmak mümkün değildir. Zira kişi, doğru olduğunu bilmediği bir yolun doğruluğunu kabul etmez. Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, Allah, her kavme gönderdiği Peygamberi, o kavmin diliyle göndermiş ve her Peygamberine gönderdiği kitabı da, kendisine kitap verdiği Peygamberin diliyle göndermiştir. Buradan üa anlaşılmaktadır ki, Allahü teâlânın Hazret-i Muhammed'e indirdiği Kur'an, Hazret-i Muham-med'in diliyle indirilmiştir. Hazret-i Muhammed'in lisanı Arapça olduğuna göre Kur'an-ı Kerimin de Arapça olduğu açıktır. Nitekim rabbimizin muhkem kitabı da bunu söylemiştir. "Şüphesiz ki biz bu kitabi, okuyup anlamanız için Arapça bir Kur'an olarak indirdik." [11][25]"Ey Muhammed, uyarıcılardan olasın diye bu Kur'anı açık bir Arapça lisanı ile senin kalbine, Ruhııl Emin olun Cebrail in-dirmiştir. [12][26] Delillerle söylediklerimiz açık ve seçik olduğuna göre Allahü teâlânın. Peygamberimiz Hz,. Muhammed (sallalahü aleyhi ve sellem)'e indirdiği kitabın ihtiva ettiği manâların, Arap dilinde ifade edilen mânâlara uygun düşmesi sebebiyle Allahü teâlânın kitabı beşerin ifade ve beyanlarından üstün ise de Kur1 anın zahirinin, Arapçanın zahirine muvafık olması gerekmektedir. Madem ki Kur'an-ı Kerim, Arapça'nın ifade şekillerini ve üslubunu ihtiva etmektedir o halde Kur'an-ı Kerimde Arap dilinin bütün özellikleri mevcuttur. Mesela, Arapçadaki icaz, ihtisar, bazı hallerde açık ifade yerine gizli ifade, çok kelime yerine az kelime zikretme, diğer bazı durumlarda da sözü uzatma, çok kelime zikretme, tekrar etme, mânâları kinaye yoluyla değil açık seçik lafızlarla beyan etme, Âmm yerine Hâss bir ifade kullanma veya Hâss yerine Âmm ifade kullanma, açık ifade yerine kinaye, mevsuf yerine sıfat, sıfat yerine mevsuf kullanma, devrik cümîe kullanma, cümlenin bir bölümünü zikredip tümü için yetinme, hazfedilmesi gerekeni açıkça kullanma, açıkça kullanılması gerekeni hazfetme gibi bütün sanatlar, Hazret-i Muhammed'e Alİah teala tarafından indirilmiş olan Kur'an-ı Kerim de de aynen mevcuttur. İnşallah, biz, yeri geldikçe, Allah'tan yardım ve kuvvet alarak bütün bunları açıklayacağız, |