Şüphesiz ki âhiret, senin için dünyadan daha
hayırlıdır.
Ey Rasûlüm, şüphesiz ki rabbinin sana çeşitli nimetler hazırladığı âhiret,
geçici dünya hayatından senin için daha hayırlıdır. O halde dünyada elde
edemediğin şeylere üzülme.
Rabbin elbette sana verecek sen de ondan razı
olacaksın.
Ahirette Resûlüllah’a verileceği
vaadedilen şeyin ne olduğu hakkında müfessirler
iki görüş zikretmişlerdir.
Abdullah b. Abbas'ın bu hususta şunları
söylediği rivâyet edilmektedir: "Resûlüllah’a,
vefatından sonra ümmetinin fethedeceği yerler ve hazineler gösterildi.
Resûlüllah bundan dolayı sevindi. Bunun
üzerine Allahü teâlâ: "Rabbin elbette ki
sana da verecek sen de ondan razı olacaksın." âyetini indirdi ve ona cennette
bin köşk verdi. Her köşkün içinde gereken eşler ve hizmetçiler bulunmaktadır.
Süddi'nin
Abdullah b. Abbas'tan naklettiği başka bir Rivâyete göre
Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: "Muhammed
(sallallahü aleyhi ve sellem)i âhirette razı
edecek şeylerin biri de ehl-i Beytinden herhangi birinin cehenneme girmemesidir.
O, seni bir yetim olarak bulup barındırmadı mı?
Seni şaşırmış bulup doğru yola iletmedi mi?
Seni fakir bulup zenginleştirmedi mi?
Ey Rasûlüm, rabbin seni yetim bir kimse olarak bulup barındırmadı mı? Seni,
bugünkü halinin dışında bulup sana doğru yolu göstermedi mi? Seni fakir bulup
maddeten ve manen zenginleştinnedi mi?
Allahü teâlâ bu
âyet-i kerimelerde
Resûlüllah’ın Peygamberliğinden önceki
hayatında ona yaptığı yardımlarını ve peygamberlik vererek onu hidâyete
erdirdiğini beyan etmektedir.
Âyette geçen ve "Şaşırmış" diye tercüme edilen "Dâllen" kelimesi,
Süddi tarafından "Kavminin bulunduğu durumda
olmak" şeklinde izah edilmiştir. Buna göre âyetin manası şöyledir: "Seni kırk
yıl kavminin durumunda bulup sana doğru yolu gösterrmedi mi?"
Diğer bazı müfessirler ise bu ifadeyi
"sapık bir kavmin içinde bulunan" şeklinde izah etmişlerdir. Buna göre de âyetin
manası şöyledir: "Seni sapık bir kavmin içinde bulup sana doğru yolu göstermedi
mi?"
O halde sakın yetimi ezme,
Dilenciyi de azarlama.
Rabbinin nimetine gelince, onu çokça an.
Ey Rasûlüm, o halde sen, senin gibi yetim olanlara zulmetme. Onları zayıf
görerek haklarını yeme. Onları tahkir etme. Dilenciyi de azarlama ve boş
çevirme. Onu yedir ve ihtiyacını karşıla. Rabbinin sana verdiği nimeti de anlat.
Mücahid burada zikredilen nimetin
peygamberlik olduğunu söylemiştir. Ebû Nadıra da Allah'ın verdiği nimetleri
insanlara anlatmanın, nimetlere karşı şükretmekten sayıldığını söylemiştir.
Numan b. Beşir, Allah'ın vermiş olduğu nimetlere karşılık şükranda bulunma
hususunda Resûlüllah’ın, minber
üstünde şöyle buyurduğunu Rivâyet etmiştir:
"Kim aza teşekkür etmezse çoka da teşekkür etmez. Kim insanlara teşekkür etmezse
Allah da şükretmez. Allah'ın nimetlerini anlatmak şükürdür. Onları anlatmayı
terketmek ise nankörlüktür. Cemaat halinde olmak rahmet, ayrılık ise azaptır."
Ahmed b. Hanbel,
Müsned, C.4, S.278
Cabir b. Abdullah da,
Resûlüllah’ın bu hususta şöyle
buyurduğunu Rivâyet ediyor:
"Kime bir şey verilir de o da onun karşılığında vereceği bir şey bulursa onu
versin. Bulamazsa onu övsün. Kim onu bu nimetle övecek olursa ona teşekkür etmiş
olur. Kim de onu gizleyecek olursa, nankörlük etmiş olur.
Ebû Davud, K.el-Edeb, bab: 12,Hadis no: 4813
İnşirah sûresi sekiz âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur.
Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.
Ey Rasûlüm, biz senin göğsünü açmadık mı?
Bu âyet-i kerime iki şekilde izah
edilmiştir: Birinci izah şekli şöyledir:
"Ey Rasûlüm, biz senin kalbini hidâyete, Allah’a imana ve hakkı öğrenmeye
açmadık mı?" Diğer bir izah şekli ise
şöyledir: Ey Rasûlüm, biz senin göğsünü yararak kalbini yıkamadık mı?"
Malik b. Sa'saa diyor ki: "Resûlüllah
şöyle buyurdu:
"Ben Kabe'de uyku ile uyanıklık arasımla bir halde iken birinin şöyle dediğini
duydum: "O, üç kişinin arasında biridir. "Bana altından bir leğen getirildi.
Onda zemzem suyu vardı. Birisi göğsümü, karnımın alt tarafına katlar yardı.
Kalbim dışarı çıkarıldı Zemzem suyu ile yıkandı sonra yerine kondu. Sonra ona
iman ve hikmet dolduruldu." Tirmizî, K.Tefsir
el-Kur'an, Sûre: 94, bab: 1, Hadis no: 3346
Bak. Âyet 3.
3
Ağırlığı ile belini gıcırdatan yükünü atmadık mı?
Âyet-i kerime’de
zikredilen "Yük"ten maksat, Mücahid,
Katade ve İbn-i
Zeyd'e göre "Günahlar"dır. Allahü teâlâ
Resulünün; peygamberlik vermeden önceki günahlarını affederek yükünü
kaldırmıştır. Dehhak'a göre ise bu yükten
maksat şirktir. Allahü teâlâ
Resûlüllahı şirkten kurtararak onun
yükünü kaldırmıştır. Tirmizî, K.Tefsir el-Kur'an,
Sûre: 94, bab: 1, Hadis no: 3346
Senin ismini yüceltmedik mi?
Mücahid diyor ki: "Allahü
teâlâ buyurdu ki: "Ben nerede anılırsam sen de benimle birlikte
anılırsın. Bu da: "Lailahe İllallah MuhammedürResûlüllah"
demekle olur.
Katade diyor ki: "Allah,
Resûlüllah’ın zikrini dünyada da âhirette
de yüceltti. Hiçbir hutbe okuyan, şehadet getire ve namaz kılan yoktur ki:
"Eşhedü en Lailahe İllallah ve Eşhedü Enne
MuhammederResûlüllah" diye
seslenmiş olmasın."
Ebû Said el-Hudri Resûlüllah’ın şöyle
buyurduğunu Rivâyete diyor: "Cebrâil
bana geldi ve "Senin de benim de rabbimiz olun Allah buyurdu ki "Ben senin
ismini nasıl yüceltim?" Resûlüllah:
"Allah daha iyi bilir." dedi. Cebrâil
de dedi ki: "Allahü teâlâ: "Ben anıldığım
zaman o da benimle beraber anılır." buyurdu. Tirmizî,
K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 94, bab: 1, Hadis no: 3346
Mutlaka bir güçlükle beraber bir kolaylık vardır.
Evet, her güçlükle beraber elbette bir kolaylık
vardır.
Ey Rasûlüm, şüphesiz ki, senin içinde bulunduğun, müşriklere karşı cihad etme
zorluğu ile birlikte mutlaka zafer elde etme kolaylığı ve rahata kavuşma
kolaylığı da vardır. Evet, mutlaka güçlükle beraber bir kolaylık vardır.
Hasan-ı Basri ile
Katade diyorlar ki: "Bir gün Resûlüllah
sevinçli ve gülümser bir halde çıkıp geldi. Sahabelere şöyle buyurdu: "Elbette
ki bir zorluk iki kolaylığa galip gelemeyecektir. Elbette ki bir zorluk iki
kolaylığa galip gelemeyecektir. Zira: "Mutlaka her güçlükle beraber bir kolaylık
vardır. Evet her güçlükle beraber bir kolaylık vardır." buyurulmaktadır.
Âyet-i kerimelerde "Zorluk" manasına gelen
ve "Kolaylık" manasına gelen kelimelri ikişer defa zikredilmişlerdir. Fakat
bunlardan kelimesi eliflamh olarak zikredildiği için belirlidir. Bu itibarla her
iki kelimesi de aynı şeydir. kelimesi ise nekre olarak zikredildiği için ayrı
şeylerdir. Bu sebeple âyetlerin ifadesinde tek bir zorluğa karşılık iki
kolaylığın bulunduğu zikredilmişir.
Abdullah b. Mes'ud diyor ki: "Zorluk bir
deliğe girecek olsa kolaylık peşinden gelir, oraya girer. Zira
Allahü teâlâ: "Mutlaka her güçlükle beraber
bir kolaylık vardır. Evet her güçlükle beraber bir kolaylık vardır."
buyurmaktadır. Tirmizî, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 94,
bab: 1, Hadis no: 3346
O halde (bir işi) bitirdin mi daha yorucu olana koş.
Abdullah b. Abbas,
Mücahid, Dehhak
ve Katade bu âyeti şöyle izah etmişlerdir:
"Sen namazını bitirdin mi dua etmeye giriş. Ondan ihtiyacını iste."
Hasan-ı Basri ve
İbn-i Zeyd ise bu âyeti şöyle izah etmişlerdir: "Sen, dünya işlerini
bitirince rabbine ibadete giriş ve namaz kıl."
Taberi âyet-i
kerime’nin, genel manada
anlaşılmasının daha uygun olacağını söylemiş ve âyetin manasını: "Sen, seni
meşgul eden dünyevi ve uhrevi işlerini bitirdikten sonra rabbine ibadete ve seni
ona yaklaştıracak işleri yapmaya ve ondan ihtiyaçlarını dilemeye giriş."
şeklinde izah etmiştir. Tirmizî, K.Tefsir el-Kur'an,
Sûre: 94, bab: 1, Hadis no: 3346
Ancak rabbinden iste.
Ey Rasûlüm, sen isteyeceğin şeyi ancak rabbinden iste. Kavminin müşrikleri gibi
Allah'ın dışında bir kısım putlardan isteme. Niyetin ve arzuların Allah’a olsun.
Tirmizî, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 94, bab: 1, Hadis
no: 3346
Tin sûresi sekiz âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur.
Bera b. Azib diyor ki:
"Resûlüllah bir yolculukta
bulunuyordu. Yatsı namazının rekatlarının birinde suresini okudu.
Resûlüllah'tan; daha güzel sesli birini
işitmedim. Buhari, K.Tefsir el-Kur'an, Sûre: 95, bab:
1 / Müslim, K.es-Salah, bab: 177, Hadis no: 464, Metin Müslim'den alınmıştır.
Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.
Yemin olsun incire ve zeytine.
Âyet-i kerime’de
zikredilen incir ve zeytin kelimelerinin hakîki manalarında mı yoksa mecazi
manalarında mı kullanıldıkları hakkında müfessirler
çeşitli izahlarda bulunmuşlardır.
Hasan-ı Basri, İkrime, Mücahid,
İbrahim en-Nehai ve Kelbi'ye göre âyette
zikredilen incir ve zeytin kelimeleri hakiki manalarında kullanılmışlardır.
Taberi de Arapçada bu kelimelerden bu
manalar anlaşıldığı için bu görüşü tercih etmiştir.
Ka'bul Ahbar, Katade,
İbn-i Zeyd ve
İkrime'den nakledilen başka bir görüşe göre buradaki "İncir" kelimesinden
maksat "Şam Mescidi" zeytin kelimesinden maksat ise "Beytül Makdis"tir.
Katade diyor ki: "Şam'ın üzerinde kurulduğu
dağın adına "İncir", Beytül Makdis'in üzerine kurulduğu dağa da "Zeytin dağı"
denildiği rivâyet edilmektedir.
Abdullah b. Abbastan nakledilen başka bir
görüşe göre "İncir" kelimesinden maksat, Nuh (aleyhisselam)ın,
Cûdî dağında yaptğı mescid, zeytin kelimesinden maksat da Beytül Makdis'tir.
Sina dağına.
Âyette geçen ve "Sina dağı" diye tercüme edilen "Tur-i Sînîn" ifadesi,
müfessirler tarafından çeşitli şekillerde
izah edilmiştir.
Katade, Hasan-ı
Basri, Ka'bul Ahbar ve Abdullah b. Abbas'tan
nakledilen bir görüşe göre "Tur-i Sînîn"den maksat,
Allahü teâlânın, üzerinde Hazret-i Mûsa
ile konuştuğu dağ ve o dağın üzerinde Hazret-i Mûsa'nın
yaptığı mescittir.
İkrime, Amr b. Meymun ve
Mücahid'e göre ise "Tur" kelimesinden maksat,
kendisinde ot biten her dağ "Sînîn" kelimesinden maksat ise "Güzel"dir. Buna
göre âyetin manası: "Bitek olan her güzel dağa yemin olsun ki." şeklindedir.
Kelbi ise "Tur-i Sînîn'in" ağaçlı dağ manasına geldiğini söylemiştir.
Mücahid ve Katade'den
nakledilen başka bir görüşe göre "Tur" kelimesinden maksat, dağ, "Sînîn"
kelimesinden maksat ise "Mübarek ve güzel"dir. Buna göre âyetin manası: "Mübarek
ve güzel olan dağa yemin olsun ki." şeklindedir.
Taberi, "Tûr-i Sînîn" ifadesinden
maksadın "Tanınan bir dağ" olduğunu söylemenin daha isabetli olacağını
belirtmiştir. Yani Sina'daki Tur dağıdır.
Bak. Âyet 4.
4
Ve bu emniyetli şehre ki, biz insanı en güzel şekilde
yarattık.
Âyette zikredilen "Emniyetli şehir"den maksat,
Abdullah b. Abbas, Ka'bul Ahbar, Hasan-ı
Basri, Mücahid,
İkrime, Katade
ve İbrahim en-Nehai'ye göre Mekke'dir.
"En güzel şekilde" diye tercüme edilen "Ahsen-i Takvim" ifadesi
müfessirler tarafından çeşitli şekillerde
izah edilmiştir.
Abdullah b. Abbas,
İbrahim en-Nehai, Ebul Âliye,
Mücahid, Katade
ve Kelbi'ye göre bu ifadeden maksat: "En düzgün ve en güzel şekilde" demektir.
İkrime ve
Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu ifadeden
maksat, insanın en güzel ve en güçlü şekli olan gençliğine eriştirilmesidir.
Buna göre âyetin manası: "Şüphesiz ki biz insanı yarattık ve onu gençliğindeki
en güzel şekline ve gücüne ulaştırdık." demektir.
Abdullah b. Abbas'tan nakledilen başka bir
görüşe göre bu ifadeden maksat, "Biz insanı diğer hayvanlar gibi başı aşağı
olarak yürümeyen, başı vücudunun üstünde olarak yürüyen bir şekilde yarattık."
demektir. Taberi birinci izah şeklini
tercih etmiştir.
Sonra da onu aşağıların en aşağısına (esfel-i
safilinc) indirdik.
"Aşağıların aşağısı" diye tercüme edilen "Esfel-i Safilîn" ifadesi de
müfessirler tarafından çeşitli şekillerde
izah edilmiştir.
Abdullah b. Abbas,
İkrime, İbrahim, en-Nehai ve
Katade'den nakledilen bir görüşe göre bu
ifadeden maksat, insanın çok yaşlanması halidir. Buna göre âyetin manası: "Biz
insanı en güzel şekilde yarattık. Sonra da onu, ömrünün en kötü hali olan
yaşlılığa döndürdük. Öyle ki daha önceki bildiklerini bilmez bir hale geldi."
şeklindedir.
Ebul Âliye, Mücahid,
Hasan-ı Basri ve
İbn-i Zeyd'e göre bu ifadeden maksat, insanın en çirkin bir şekilde
cehennem ateşine atılmasıdır.
Taberi
birinci görüşü tercih etmiş "Öldükten sonra
dirilmeyi" inkâr edenlerin cehennem ateşine atılacaklarını söylemenin bir mana
ifade etmeyeceğini, surenin başlangıcından itibaren, dünyadaki nimetlerden ve
insanın, dünyadaki şeklinden bahsedildiğinden bu âyetin de, insanın, dünyadaki
yaşlılık şekline yorumlanmasının daha doğru olacağını bildirmiştir.
|