8
Ona vermedik mi, iki göz?
"Ona vermedik mi, iki göz?",
Mana şöyledir:
Ona Allah'ın ölüleri dirilteceğini gösteren şeyler yapmadık mı?
9
Bir dil, iki dudak.
10
Ona iki yol gösterdik.
"Ona iki yol gösterdik":
Bunda da üç görüş vardır:
Birincisi:
Hayır ve şer yolunu, bunu da Ali,
Hasen ve Ferrâ’, demişlerdir.
İbn Kuteybe
de: Hayır ve şer yolunu murat etmiştir, demiştir.
Zeccâc da: İki yol: Açık iki yoldur, demiştir. Necri: Yüksek yerdir, bu durumda mana
şöyle olur: Ona yüksek iki yol gibi açık duran hayır ve şer yollarını göstermedik mi?
İkincisi:
Eğri ve doğru yolu, bunu da İbn Abbâs, demiştir.
Mücâhid de: O bahtsızlık ve bahtiyarlık yoludur, demiştir.
Üçüncüsü:
Sütten gıda almak için iki meme, yine bu da İbn Abbâs’tan rivayet edilmiş; İbn Müseyyeb,
Dahhâk ve Katâde böyle demişlerdir.
11
Sarp yokuşa atılmadı.
"Sarp yokuşa atılmadı":
Ebû Ubeyde: Dünyada yokuşa atılmadı, demiştir.
İbn Kuteybe
de: Ne de yokuşa atıldı, demiştir.
Ferrâ’ da
şöyle demiştir: Aziz ve celil olan Allah:
"Felaktehamel akabete”
kavline, içinde "lâ” bulunan başka kelâm eklemedi. Hâlbuki Araplar başka bir kelâmda tekrar etmeden lâ'yı tek başına söylemezler; meselâ şu âyetlerde olduğu gibi:
"Fela asaddeka vela salla” (Kıyamet: 31),
"vela havfun aleyhim velahüm yahzenun": (Bakara: 62). "Lâ"nın manası Kelâmın sonundan alınmıştır; onun için biri ile yetinip diğerlerini tek etmiştir; baksanıza O, yokuşa dalmayı açıklamış:
"Köle azat etmektir;
"yahut açlık gününde yemek yedirmektir”
"sonra da iman edenlerden oldu” demiştir. Onu bu üçü ile
izah etmiştir. Sanki Kelâmın başında: Fela feale za vela za (ne onu yaptı, ne de bunu yaptı) demiştir. İbn Zeyd de diğerleriyle beraber, mananın istifham şeklinde
"yokuşa dalamadı mı?” tarzında olduğuna kail olmuştur. Bu durumda
Mana şöyledir: O yokuşu aşmak için malını köle azat etmede ve yemek yedirmede harcasaydı ya!
İktiham lâfzını da Sad: 59’da açıklamıştık.
Yokuşta da yedi görüş vardır:
Birincisi:
O cehennemde bir dağdır, bunu da İbn Ömer, demiştir.
İkincisi:
Sırat köprüsünün önünde bir yokuştur, bunu da Hasen, demiştir.
Üçüncüsü:
Cehennemde bir tabakadır, bunu da Ka'b, demiştir.
Dördüncüsü:
Sırat’tır, bunu da Mücâhid
ile Katâde, demişlerdir.
Beşincisi:
Sırat köprüsünün önünde bir ateştir, bunu da Katâde, demiştir.
Altıncısı:
Kurtuluş yoludur, bunu da İbn Zeyd, demiştir.
Yedincisi:
Burada yokuşun zikredilmesi misal yoluyladır; Allahü teâlâ bunu iyilik işlerinde nefis, heves ve şeytanla mücadele etmek için getirmiştir. Sanki bunları yapmaya çalışan kimse yokuşa tırmanmış gibi olur. Köle azat etmek ve yemek yedirmekle kendini zorlamadı, demek istemiştir. Bunu da diğerleriyle beraber
Ali b. Ahmed
en- Nisaburi zikretmiştir.
12
Sarp yokuşun ne olduğunu biliyor musun?
"Sarp yokuşun ne olduğunu biliyor musun (ve ma edrake mel akbabeh)?": Süfyan b. Uyeyne
şöyle demiştir:
"Vema edrake”
dediği her şeyi haber vermiş; "vema yüdrike” dediği hiçbir şeyi de haber vermemiştir.
Müfessirler, mana şöyledir, demişlerdir: Yokuşa dalmak nedir, bilir misin? Sonra da Allahü teâlâ bunu açıklamış:
13
Bir boynun bağını açmak (köle azat etmek)tir.
"Fekku rakabeh”
demiştir: İbn Kesir,
Ebû Amr - Abdülvaris rivâyeti hariç -
Kisâi, Dacuni de İbn Zekvan’dan rivayet ederek, kâfin fethi ile mensûb olarak "rakabeten", hemzenin ve mimin fethi, tının sükunu ve elifsiz olarak
"ev et’ame” okumuşlar;
Âsım, İbn Âmir,
Nâfi' ve Hamze, ref ile "fekkü” cer
ile "rakabetin", elif ile de
"ev it’âmun” okumuşlardır. Fekku rakabetin: boynu esaret boyunduruğundan kurtarmaktır. Salıverdiğin her şeye: Fek, denir. Kim fiil kalıbı ile "fekke rakabeten” okursa, o, yokuşa dalmayı fiille tefsir etmiş olur. Ferrâ’ da
"sümme kâne minellezine amenu” kavlinden dolayı bunu tercih etmiştir,
İbn Kuteybe de
şöyle demiştir:
14
Yahut açlık gününde yemek yedirmektir.
"Mesğabe":
Açlık demektir. Çekimi de: Seğibe yesgabu suğuben şeklindedir.
15
Yakınlığı olan bir yetime,
"Yakınlığı olan bir yetime": Yani akraba yetime demektir.
16
Toz toprak içinde bir yoksula.
"Ev miskinen za metrabeh": Toz toprak içinde kalmış fakire, demektir.
İbn Abbâs da: O toprağa atılmış, koruması da olmayandır, demiştir. Sonra bu yakınlığın ancak imanla fayda vereceğini bildirerek
17
Sonra da iman edip birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve birbirlerine merhameti tavsiye edenlerden oldu.
"sümme kâne minellezine amenu” dedi.
"Sümme”
burada vav (ve) manasınadır, tıpkı:
"Sümmallahu şehidün”
(Yûnus: 46) kavlinde olduğu gibi.
"Birbirlerine sabrı tavsiye ettiler” Allah’ın farz ve emirlerine karşı,
"birbirlerine merhameti tavsiye ettiler” yani aralarında merhametleşmeyi tavsiye ettiler, demektir.
18
İşte onlar sağın sahipleridir.
Biz de sağın sahiplerini ve solun sahiplerini Vakıa: 7 ve 8’de zikretmiştik.
19
Âyetlerimizi inkâr edenler ise, onlar solun sahipleridir.
20
Üzerlerine ateş kapatılmıştır.
Ferrâ’: Mu’sade: kapatılmış, demiştir.
Mukâtil de: Kapıları üzerlerine kapatılmış; bir daha açılmaz, ondan keder çıkmaz, içine ebediyen sevinç girmez, demiştir.
İbn Kuteybe de
şöyle demiştir: Evsattül babe ve âsattuhu denir ki: Kapıyı kapatmaktır.
Zeccâc da, mana şöyledir, demiştir: Azap onların üzerine kapatılır. İbn Kesir,
Nâfi, İbn Âmir,
Kisâi, Ebû Bekir
de Âsım’dan rivayet ederek, burada ve Hümeze: 8'de hemzesiz okumuşlar; Ebû Amr,
Hamze, Hafs
da Âsım’dan rivayet ederek iki yerde de hemze
ile okumuşlardır.
91-ŞEMS SÛRESİ
Mekke’de inmiştir. 15 ayettir. İttifakla Mekki’dir.
Bismillahirrahmanirrahim
1
Yemin olsun, güneşe ve ışığına,
"Veşşemsi ve duhaha":
Duha’dan murat edilen şey hakkında üç görüş vardır:
Birincisi:
Işığıdır, bunu da Mücâhid
ile Zeccâc, demişlerdir. Duha (kuşluk): Güneş doğduktan sonra ışığının netleşmesidir.
İkincisi:
Bütün gündüzdür, bunu da Katâde
ile İbn Kuteybe, demişlerdir.
Üçüncüsü:
Güneşin ısısıdır, bunu da Süddi ile
Mukâtil, demişlerdir.
2
Onu takip ettiği zaman aya,
"Onu takip ettiği zaman aya":
Bunda da iki görüş vardır:
Birincisi:
Onu takip etmesidir, bunu da İbn Abbâs
ile diğerleri demişlerdir.
Sonra onu hangi vakitte takip ettiğinde de üç görüş vardır:
Birincisi:
O ayın ilk gecesidir, güneş ufukta batar batmaz ay görülür, bunu da
Katâde, demiştir.
İkincisi:
O onbeşinci gecesidir ki, güneş batmakla ay doğar. Bunu da
Maverdi nakletıniştir.
Üçüncüsü:
O ayın ortasıdır ki, güneş battığı zaman ışıtmada onu ay takip eder ve nurda onun haleli olur, yerini alır. Bunu da Ali b.
Ahmed en - Nisaburi nakletmişiir.
İkinci görüş:
Ona eşit olduğu zamandır, bunu da Mücâhid
demiştir. Bir başkası da şöyle demiştir: Yuvarlak olduğu zaman, ışıkta ve ziyada güneşi takip eder. Bu da ak gecelerde (on üç, on dört ve on beşinci gecelerde) olur.
3
Onu açtığı zaman gündüze,
"Onu açtığı zaman gündüze":
“He” zamirinde de iki görüş vardır:
Birincisi:
O güneştir, bunu da Mücâhid, demiştir. Bu durumda mana şöyle olur: Gündüz güneşi açığa çıkardığı zaman, çünkü gündüz yayıldığı zaman güneş ortaya çıkar.
İkincisi:
O karanlıktır; bu durumda zikredilmeyen bir şeye râci olur; çünkü mana bellidir, nitekim: Asbahat barideten (bu sabah soğuktur), ve hebbet şimalen (kuzey esiyor) denir. Bu da Ferrâ’
ile dilcilerin görüşleridir.
4
Onu bürüdüğü zaman geceye,
"Onu bürüdüğü zaman geceye": Yani kaybolan güneşi bürüyüp de ortalığın kararmasıdır.
5
Göğe ve onu yapana,
"Göğe ve onu yapana":
"Ma” edatında da iki görüş vardır:
Birincisi:
"Men” manasınadır, takdiri de
"men benaha” (onu yapan kimseye) demektir. Bunu da
Hasen, Mücâhid
ve Ebû Ubeyde, demişlerdir. Bazıları da onu
ellezi manasına almışlardır.
İkincisi:
O mastar manasınadır, takdiri de: Ve binaiha (yapısına) demektir. Bu da
Katâde ile
Zeccâc’ın görüsleridir.
6
Yere ve onu döşeyene,
"Vema tahaha",
"vema sevvaha"da da durum aynıdır. Ebû İmran el - Cevni ile
diğerleri "ve-men benâha", "ve men tahâha” "ve men sevvâha” hepsi nun
ile okumuşlardır.
Ebû Ubeyde
şöyle demiştir:
"Tahâha":
Sağa sola çekmek, her taraftan söndürmektir.
İbn Kuteybe de
şöyle demiştir: Hayrun tahin, derler ki, çok ve geniş çapta hayır, manasınadır.
7
Nefse ve onu düzenleyene,
"Nefis"ten murat edilen kimseler hakkında da iki görüş vardır:
Birincisi:
Âdem’dir, bunu da Hasen, demiştir.
İkincisi:
Bütün insanlardır, bunu da Atâ’, demiştir. Biz de
"sevvaha"nın manasını
"fesevvake feadelek”
(înfitar: 7) kavlinde anlatmıştık.
8
Ona kötülüğünü de sakınmasını da ilham etti.
"Ona kötülüğünü de sakınmasını da ilham etti": İlham: Bir şeyi akla getirmektir.
Said b. Cübeyr
de: Günah işlemeyi ve Allah’tan korkmayı tabiat haline getirdi, demiştir.
İbn Zeyd de
şöyle demiştir: Onu tevfiki
ile takvaya, tevfikini çekmekle de kötülüğe müsait kıldı.
9
Gerçekten onu temizleyen iflah oldu.
"Gerçekten onu temizleyen iflah oldu":
Zeccâc
şöyle demiştir: Kasemin cevabı budur, mana da: Lekad efleha demektir, söz uzadığı için lâm atılmış, uzunluğu onun yerine geçmiştir.
İbn Enbari de: Kasemin cevabı zikredilmemiştir, demiştir.
Kelâmın manasında da iki görüş vardır:
Birincisi:
Aziz ve celil olan Allahın temizlediği nefis iflah oldu, demektir, bunu da
İbn Abbâs,
Mukâtil, Ferrâ’ ve
Zeccâc, demişlerdir.
İkincisi:
Allah’a itâat ve iyi amelle nefsini temizleyen gerçekten iflah oldu, demektir. Bunu da Katâde ile
İbn Kuteybe, demişlerdir.
"Zekkaha"nın manası: Onu ıslah edip günahlardan arındırdı, demektir.
10
Gerçekten onu günaha gömen ziyan etti.
"Gerçekten onu günaha gömen ziyan etti": Bunda da tıpkı öncesinde olduğu gibi iki görüş vardır.
Eğer: Fiil Allah’a aittir, dersek
"dessaha"nın manası: Allah onu yardımsız bıraktı, bilinmez hale getirdi, küfür ve isyanla yerini gizledi, taat ve salih amelle onu teşhir etmedi, demektir.
Eğer: Fiil insana aittir dersek,
"dessaha"nın manası: Onu günahlarla gizledi, demektir.
Ferrâ’
şöyle demiştir:
"Dessaha"nın manası, saklamaktır; çünkü cimri kimse yerini ve malını gizler,
İbn Kuteybe
de, mana şöyledir, demiştir: Nefsini günah ve masiyetle gizledi (günaha gömdü). Bunun aslı: Dessestü'den gelir; sin ye’ye kalb olmuştur; tıpkı kassaytü ezfari (tırnaklarımı kestim) sözünde olduğu gibi ki, aslı: Kasastuha demektir. Sanki günahla itham edilen kimse de fahiş şeyleri irtikâp etmekle nefsini gizlemiş ve onu bastırmıştır, iyilik eden de nefsini meşhur etmiş ve yükseltmiştir. Cömert Araplar kendilerini göstermek için tepelere konarlardı, kötüler de yerlerini gizlemek için kenar ve bucaklara kaçarlardı. Zeccâc,
"dessaha"nın manası, onu az ve hasis (bayağı) kıldı, demiştir.
11
Semud azgınlığı
ile
yalanladı.
"Semud azgınlığı
ile
yalanladı": Yani azgınlığı ile
elçisini yalanladı, demektir,
Mana da şöyledir:
Azgınlıkları onları yalanlamaya sevk etti.
Ferrâ’
şöyle demiştir: Tağva tuğyan manasınadır, çünkü ikisi de mastardır; ancak lağva âyet sonlarına daha uygundur, onun için tercih edilmiştir. Azabı yalanladılar da, denilmiştir.
12
En bedbahtları atıldığı zaman,
"Atıldığı zaman":
Görevlendirildiği zaman, demektir.
"En bedbahtları":
O da deveyi kesendir, kesme fiilinden dolayı böyle olmuştur.
13
Onlara Allah’ın elçisi:
"Allah’ın devesine ve içmesine dikkat edin!” dedi.
"Allah’ın elçisi onlara dedi": O da Salih aleyhisselam’dır,
"nakatallahi":
Ferrâ’
şöyle demiştir: Naka’nın nasbi tahzir yolu iledir, bütün tahzirler de mensubtur.
İbn Kuteybe
de, mana şöyledir, demiştir: îhzeru nakatallahi ve şirbeha (Allah'ın devesinden ve su içmesinden sakının).
Zeccâc da: Allah’ın devesini rahat bırakın, demiştir.
"Ve sükyaha":
Müfessirler:
Su içmesini bırakın, demişlerdir ki, mana: Su içtiği gün ona sataşmayın, demektir.
14
Onu yalanladılar, deveyi sinirlediler / kestiler, Rableri de günahları yüzünden onların üzerlerini örtüp dümdüz etti.
"Onu yalanladılar":
Deveyi kesmekle azaba duçar olacakları uyarısında,
"feakaaruha": Biz de
"akr"ın manasını A'raf: 77’de açıklamıştık.
"Fedemdeme aleyhim rabbuhum":
Zeccâc: Azabı üzerlerine kapattı, demiştir. Demdemtü aleşşey’i: Bir şeyi kapatmak, dönüp dönüp tekrar etmektir. Müerric de: Demdeme, bir şeyin kökünü kazımaktır, demiştir.
"Onları dümdüz (eşit) etti":
Bunda da iki görüş vardır:
Birincisi:
Onları helak olmada eşit kıldı, bunu da Süddi
ile Yahya b. Selam, demişlerdir. Demdemeyi onlara eşit kıldı da denilmiştir ki, mana: Onların küçüğünü, büyüğünü helak etti, demektir.
İkincisi:
Onları yerle bir etti,
Mukâtil: Evlerini mezarlarıyla bir etti, demiştir. Onlar mezarlar kazmış, içine uzanmışlardı; onlara azap sesi gelince helak oldular, evleri de sarsılıp mezarlarının üzerine düştü, dümdüz oldu.
15
Sonucundan korkmadan.
"Vela yehafu ukbaha":
Ebû Cafer ile
İbn Âmir, fe ile
"fela yahafu” okumuştur; Medine ve Şam halklarının Mushaflarında da böyledir. Diğerleri ise vav ile okumuşlardır; Mekke, Küfe ve Basra Mushaflarında da imla böyledir.
İşaret edilen kimse hakkında üç görüş vardır:
Birincisi:
Allahü teâlâ'dır,
Mana da şöyledir:
Onları helak etme sorumluluğundan korkmadan ve yaptığının sonucundan çekinmeden. Bunu da İbn Abbâs
ile Hasen, demişlerdir.
İkincisi:
Deveyi kesendir,
Mana da şöyledir:
O, yaptığı şeyin sonucundan korkmadan. Bu da Dahhâk,
Süddi ve İbn Saib’in görüşleridir. Buna göre kelâmda takdim ve tehir vardır: Takdiri
şöyledir: İzin baase eşkaha vehüve layahfu ukbaha.
Üçüncüsü:
O, Allah’ın Nebisi'Salih aleyhisselam’dır, bunu da
Zeccâc nakletmiştir.
|