14İmdi kasem ederim o şefaka (.......) çünkü o zann etmiştiki (.......) asla dönmiyecek, inkılâb görmiyecek - sürûru, kedere çevrilmiyecek, ölmiyecek, hiç bir azâb ve mes'uliyyet çekmeyecek sanmıştı. HAVR, bir kemâlden sonra noksan ve zevale rücu' ve inkılâbdır. Netekim bir Hadîs-i şerifte (.......) kevrden sonra havrden Allah’a sığınırız» buyurulmuşturki sarık sarıldıktan sonra tersine çözülüp bozulması gibi arttıktan sonra noksana, kemâlden sonra zevâle salâhtan sonra fesâda, tarakkîden sonra tedenniye rucu' ve inkılâb demektir. Burada (.......) buyurulduğu üzere mevt ve ba's ile Allah’a rucu'dur. 15Ve geceye ve derlendiğine (.......) Hayır - Onun zannı gibi değil, keyfine kalmıyacak inkılâb görecek, rabbına rücu' edecektir.(.......) Çünkü rabbı ona basîr bulunuyor. - Bütün yaptıklarını görüp gözetip duruyor. Binaenaleyh onu kaçırmaz, behemehal çevirecek, hisabını görüp cezasını verecektir. 16Ve derlendiği zaman o Aya (.......) ilh(.......) geçen beyanat üzerine neticeyi tefri' ve takrirdir. (.......) Şefak, akşam güneş battıktan sonra ufukta görünen kırmızılığın ismidir. Ki, aslı tül gibi rikkat ve incelik ma'nasındandır.(.......) denilirki inceliğinden dolayı tuttunamayan şey demektir. Kalbin inceliği ma'nasına şefekat ve korku ma'nasına, işfak da hep rikkat ma'nasındandır. Lisanımızda şefak, fecr, ya'ni sabahın tanı ma'nasına da şayi' olmuş ise de bu âmıyâne bir ta'birdir. Arabcada ve ıstılâhı şeri'de ve hey'etçiler ıstılâhında şefak, fecre mukabil olarak gurubdan sonraki kırmızılıktırki akşam namazı vaktidir. İmamı a'zam Ebû hanîfe Hazretleri kırmızılıktan sonraki beyazlık olduğuna kail olmuşturki Ebû Hüreyre ve Ömer İbn-i Abdillaziz hazeratının da kavlidir.İmamı a'zamın cümhur kavline rucu'u da merviydir. Tafsîli Hidaye etrafındadır. O beyazlığın zevâliyle bilittifak yatsı namazı girmiş olur. Burada murad Dünya hayat ile mesrur olanlara karşı hergün bir akşama müncer olarak tehavvül etmekte bulunan âlemin inkılâbatındaki menazırın ıhtilâfını duyurmak olduğu için evvelâ akşamın kırmızı şefakına, sâniyen 17Ki, sizler binip binip gececeksiniz elbette tabakadan tabakaya (.......) geceye(.......) ve mâvesakına - VESAK, zamm ve cem'i', ya'ni derleyip toplamak, birikdirip yüklenmek ma'nasınadır. Netekim altmış sa'a bir deve yükü toplamak i'tibariyle vesak denilir. Gecenin mâvesakı da derleyip toplandığı muhteveyâtı demek olur. Vesaktan ifti'al olan «ittisak» da aslı «ivtisak» olup derli toplu düzgün ve muntazam olmak ma'nasınadır.Sâlisen 18O halde onlara ne var ki, îman eylemezler? (.......) ittisakı zamanında Kamere - ya'ni derlenip toplanarak muntazam bedr olduğu zaman Aya kasem edilip de Buyuruluyor ki, 19Ve karşılarında Kur’ân okunduğu vakıt secde etmezler? (.......) elbette ve elbette siz tabaktan tabaka bineceksiniz - şefakın, leylin ve muhteveyâtının, Kamerin tehavvülâtı gibi halden hâle veya tabakadan tabakaya, veya karından karna intibak, eden birbirinden üstün tehavvülat ve inkılâbata binecek, beyan olunduğu üzere sonunda rabbınıza gideceksiniz. Tabak kelimesi, esasen mutabekat ve mutabık mefhumiyle bir çok ma'nâlara gelir. Kamus sahibinin Besâirde beyanı vechile bu madde mütezayıf isimlerden olup aslında bir şey'i diğer bir şey'in mıkdarınca fevkınde kılmak ma'nasınadır. Sonra o fevkınde olan şeyde ve bu münasebetle bir şey'e uygun olan şeyde, sonra derece ve menzilede ve ahval ve etvarda isti'mal olunmuştur. Bu suretle bir şey'in kapağına veya örtüsüne ve bir çiftin teki gibi mutabık ve uygununa ve tabak ve sini dediğimiz kablara ve tabakanın cam'i veya ismi cinsi olarak tabakat ve meratib ma'nâsına ve bâhusus bir terakkî mülâhazasiyle bir hâle mutabık olan diğer hale ve karın ve asır ma'nâsına ve yirmi seneye ve bel kemiklerinin arasında ki, yufkaca intıbak kemiklerine ve Cebeli zühreye ıtlak olunur. Ve yer yüzüne de tabakul'arz denilir. Burada en ziyade yekdiğerine mutabık halden hâle geçeceksiniz diye tefsîr edilmiştirki en şumüllü ma'nası budur. Bir takımları mutabekatı şiddeti hevilde mutabekat ile takyid eylemişler ise de bu zâhir değildir. Bir çokları tabakânın cem'i olarak tabakattan tabakata, ba'zıları karından karna, asırdan asra demişler, ba'zıları da yirmi seneden yirmi seneye tahavvülâta işaret olduğunu söylemişlerdir. Naîm İbn-i hammadin ve Ebû Nuaymin tâhric ettiklerine göre Mekhul demiştir ki, her yirmi senede evvel bulunmadığınız bir halde bulunursunuz. İbn-i münzirin ve İbn-i ebî hâtimin rivayetinde de her yirmi senede evvel üzerinde bulunmadığınız bir emr ihdas edersiniz. Ba'zıları da bir zamandaki cema'ati beşer manasına karndan karna(.......) ümmetten ümmete demişlerdir. NetekimResulullahı amucası Hazret-i Abbas İbn-i Abdilmuttalib medh ederken şöyle demiştir. Sen doğduğun vakıt Arz aydınlandı ve nurunla ufuk parladı, bir sulbden bir rahime geçiyordun, bir âlem geçince bir tabak peyda oldu. Ya'ni yeni bir karn, geçenlerin hepsinden üstün birbirine uygun müterakkî bir cem'iyyet zuhur etti demektir. Bunların hepsin insanların gerek ferd ve gerek cem'iyyet i'tibariyle hayatta bir kararı olmayıp ölüm ve Âhırete doğru Allah’a rucu' edinceye kadar tehavvülden tehavvüle geçmeğe mahkûm olduklarını ifade ediyor. Bu suretle Dünyada hayatı beşer tavırdan tavra terakkî ve tedenniye giden mütemadî bir inkılâb demek olduğu ve bunun için beyan olunduğu üzere nihayet Allah’a varıp hisab vermek lâbüd bulunduğu anlatılmış oluyor. Rükûb, tehavvül ve telâkîden mecaz veya hakikati üzere olup hâl mecazen merkûbdur. Hâlin hâle mutabekati ikinci hâlin evvelkine bir hadde telâkîsi veya galebesidir. Yoksa bütün zat ve evsafta ittihad veya mümaselet değildir. Zira mutabekat zat ve mahiyyette değil, biri hayat biri memat gibi muhtelif ahvalin yekdiğerine bir hadde mutabekati olabilir. Bununla beraber ikisi de elem, ikisi de lezzet olmak gibi ayni cinsten iki hâlin zaman ve mekân veya derece farkıyle intıbakı da olabilir. Bu suretle rükûb ve tabakta bir yolculuk, ya yukarı veya aşağı giden bir inkılâb tasvir ve tehyici vardır Hâlin birisi Dünya birisi âhirettir. Dünya bir inkılâb âlemi bir geçid, Âhıret bir darül'karardır. Bu karar da ya sürûrda veya Seıyrdedir. Hıtab, umuma olduğuna göre bu ıhbarda inkılâbın terakkî veya tedennî olabilmesi i'tibariyle bir cihetten va'd, bir cihetten veîd vardır. Hıtab, Resulullaha ve mü'minîne olduğuna göre de bunda hem kat'î bir va'd hem de İslâmın emri ilâhîye intibak ile Allah’a rücu' için daima Âhırete doğru tealî ruhunu telkîn eden ve zaferden zafere götürecek olan yüksek bir terakkî umdesi vardır ki, Allahdan başka hiç bir gayede tevekkufu tecviz ettirmez ve dîn ruhunun camid ve kör körüne bir görenekle mazîye veya hâle saplanıp kalmaktan ıbaret bir atalet hissi değil, nizamsız, intibaksız, gayesiz giden ve hiç bir yekûn ifade etmiyerek her adımında ibtidaî kalan perişan bir teceddüd ve inkılâb hevesi de değil, mebde'den meada, kademe kademe bir intibak nizamı içinde Allah için daima ileri gitmek ve likaullaha irmek istiyen bir terakkî aşk ve îmanı ile hareket olduğunu anlatır. Onun için bir Hadîs-i şerifte « (.......) = iki günü müsavî olan aldanmıştır.» Diye vârid olmuştur. Bunda insanı bütün inkılâbâtın fevkına çıkaracak bir terakkî düsturu, bir i'tilâ vad-ü tebşiri bulunduğuna bilhassa Kamerin ittisakına kasem edilmesiyle de işaret edilmiş demektir. Bundan dolayı (.......) nın fethiyle müfred olarak (.......) kıraatine göre hıtab evvel emirde Peygambere aid olarak Resulullahın leylei israda olduğu vechile Semâdan Semâya, dereceden dereceye, rütbeden rütbeye kurbi ilâhîye mı'racı vuku' bulacağını va'd-ü tebşir olduğu dahi İbn-i Abbas ve İbn-i Mes'uddan rivayet edilmiştir.(.......) kaseminin de buna bir münasebeti mahsusası vardır. BuharîdeMücahidden İbn-i Abbas, (.......) hâlen ba'de hâlin» dedi. «Haza nebiyyüküm sallâllahü aleyhi ve sellem» dedi diye rivayet de bunu gösterir. Şu halde(.......) nın zammiyle cem'i' olarak(.......) kıraati de Peygamberle beraber ona ittiba' eden müslimîne hıtab olarak onların da Peygambere ittibaı nisbetinde halden hâle tabakadan tabakaya kurbi hakka yükselecekleri haber verilmiş ve hılâfına gidenlerin o inkılâbat içinde mağlûb ve makhûr olacakları anlatılmış olur. Hasılı bu âyette halden hâle veya tabakadan tabakaya terakkî her yüz senede veya her yirmi senede br tehavvül ve teceddüd ile mutabakat mefhumlarına alâkadar tabak ve rükûb mazmunlarında hayatın seyri terakkî veya tedennîsinde kanun olan mühim hakîkatler vardır. Hayat, muhîte mutabakat diye mülâhaza edildiğine göre de en yüksek hayat, en yüksek muhîte mutabakat demek olur. En yüksek muhît ise (.......) olan Allahü teâlâdır. Binaenaleyh en yüksek hayat her hal-ü kârda Allahü teâlânın emrine intıbak ederek onun likasına yükselmekle olur. O yükseliştir ki,(.......) buyurulan hayati âhire saadetinin aksasıdır. Netekim evvelki Sûrede mukarrebînin o Tesnîm men'baından içecekleri beyan olunmuştu. Ona yükselmek için de ondan beride hiç bir gaye ve maksadda durup kalmamak, her tehavvül ve inkılâb hatvesinde ancak onun emrini nazari i'tibare alarak yürümek ve lüzumunda onun yoluna can vermekten çekinmemek iycab eder. Çünkü her ne yapılsa bir inkılâb âlemi olan Dünyanın hiç bir şey'inde bekaya ihtimal yoktur. Onun Semâsı da Arzı da haklanacak, bâkı ancak zül'celâl vel'ikram olan rabbın vechi kalacaktır. Allah’a tav'an gitmek istemiyen nasıl olsa kerhen gidecek ve o Kıyametin şiddet ve hevli içinde onun ikramından mahrum, celâline mahkûm olacaktır. 20Hattâ o küfr edenler tekzîb ederler (.......) O halde o insanlara ne var ki, îman etmezler? - Hakîkat böyle iken,ya'ni beyan olunduğu üzere bu Dünyada inkılâb muhakkak, tabaktan tabaka tehavvülât ile Âhırete gitmek ve huzurı hakta hisab vermek zarurî olduğu ve îman edenlere o güzel akıbet mev'ud bulunduğu halde nelerine güvenirler de Allah’a ve Resulüne ve Âhırete îman etmezler! Îman edip de o güzel akıbete irmek için güzel amellere çalışmazlar? Îman etmemekle ne kazanırlar? Allah’a gitmekten kaçınmakla bulundukları halde kalacaklarını ve inkılâb görmiyeceklerini mi zann ederler? 21Halbu ki, Allah içlerindekini biliyor «SECDE AYETİDİR» (.......) Ki, karşılarında Kur’ân okunduğu vakıt secde etmezler - boyun eğmezler, hakîkati teslim etmezler, emr-ü nehyine itaat ve inkıyad eylemezler, secde etmeleri lâzım gelirken secde etmezler. aleyhissalâtü vesselam bir gün(.......) okumuş da secde etmiş, beraberinde bulunan mü'minler de secde etmişlerdi, Kureyş de başları ucunde el çırpmış ve ıslık, çalmışlardı, bu âyet nâzil oldu diye rivayet edilmiştir.İmamı a'zam Ebû Hanîfe Hazretleri bununla burada secdei tilâvetin vücubuna istidlâl eylemiştir.Şafiî de sünnet demiştir.İbn-i Abbas radıyallahü anhümadan mufassalda secde yoktur diye rivayet edilmiş ise de Ebû Hüreyre radıyallahü anh burada secde etmiş ve Peygambersallâllahü aleyhi ve sellem Hazretlerinin bunda secde ettiğini gördükten sonra secde ettim vallahi demiştir, Enesradıyallahü anh de demiştir ki, Ebû Bekrin, Ömerin, Osmanın, Alînin radıyallahü anhüm arkalarında namaz kıldım, hepsi de secde ettiler (.......) Ya'ni namazda bu Sûreyi okudular, burada bilhassa secdei tilâvet yaptılar. Maamafih Sûrenin âhirine kadar okunup da rükû'a gidilecek olursa namazın rükû' ve sücudiyle secdei tilâvet sakıt olur. Vâcib değildir diye Hasenden varid olan rivayetin mahmili de bu olmak gerektir. 22Onun için onlara elîm bir azâb müjdele (.......) hattâ küfredenler tekzîb bile ediyorlar - Kur’âna ve Âhırete yalan diyorlar - 23Ancak îman edip Salih ameller yapanlar başka onlara tükenmez bir ecir var (.......) Halbuki Âllah içlerinde ne saklıyorlar biliyor. - YU'UN, kab ma'nasına vi'adan if'aldir. Mazîsi(.......) gibi ev'âdırki kaba doldurup saklamak ma'nasındandır. Ya'ni tekzîb ederlerken gönüllerinde ne gibi muzmer fikirler, bozuk akîdeler, fena maksadlar besliyorlar, tasdîk etmeleri iycab ederken neden dolayı tekzîbe gidiyorlar, tekzîb ile neler kazanmak, kablarına neler doldurmak, mü'minlere neler yapmak, defterlerine neler yazdırmak istiyorlar, hepsini Allah tamamiyle biliyor. 24Onun için onlara elem verici bir azabı müjdele. (.......) Onun için kâfirler elîm bir azâb ile müjdele - de onunla sevinsinler! 25Ancak iman edip iyi ameller işleyenler başkadır. Onlara tükenmez bir ecir vardır. (.......) Ancak îman edip salih ameller yapanlar müstesna - alel'umum mü'minlerin kâfirlerden istisnası istisnai münkati' olursa da kâfirler içinde îman edenlere nazaran muttasıldir.(.......) onlar için -ya'ni îman edip de salih ameller yapanlar için(.......) menn olunmaz,ya'ni kendi kesibleri olmak i'tibariyle minnetsiz, yâhud kesilmez ebedî bir ecir vardır. BÜRÛCBuruc Sûresi bilâ hilâf Mekkîdir. Âyetleri - Yirmi ikidir. Kelimeleri - Yüz dokuzdur. Harfleri - Dört yüz elli sekizdir. Fasılası - (.......) harfleridir. Bu Sûre bilhassa yukarıda (.......) âyetleriyle işaret buyurulduğu üzere kâfirlerin mü'minlere karşı besledikleri gayza ve mü'minlerin onlardan gördükleri mihnete katlanarak Allah yolunda şehabet ile fevzi kabîre irdiklerine dair Dünya inkılâblarından bir inkılâb misâlini muhtevi olarak evvelki Sûre gibi mü'minlere va'di ve kâfirlere va'îdi ve Kur’ân’ın şanına tenbîhi tazammun eder. Kureyşin mü'minlere işkence etmeleri sebebiyle nâzil olduğu anlaşılıyor. 1O Semai zatilbüruca (.......) Vav, kasem için, Semai zatil'bürcu: büruclu, ya'ni bürclerle Müzeyyen Semâ. BÜRUC, ma'lûm ki, bürcün cem'idir. Bürc, aslında: zâhir şey demek olup sonra her bakanın gözüne çarpacak vechile zâhir olan yüksek köşk «kasri âlî» ma'nasında hakîkat olmuştur. Şehir surlarının, kalelerin yüksek yerlerine de aynî vechile bürc denilmiştir. Bunlara teşbih tarikıyle veya zuhûr ma'nasiyle Semadaki yıldızlara veya büyüklerine veya ba'zı yıldızların ictimaından müteşekkil suretlere de ıtlak olunmuş ve bâhusus ma'ruf olan «Hamel, Sevr, Cevza, Seratan, Esed, Sünbüle, Mîzan, Akreb, Kavs, Cedî Delv, Hud» on iki bürcde hâkikat olmuştur. Onun için Hey'et ve Nücum ıstılâhında bürc ta'biri altısı şimalî ve altısı cenubî olan bu on ikiye mahsûs olup diğerlerinde suret ta'biri kullanılmıştır. Sûre-i Furkanda geçen (.......) âyetinin tefsirine bak. Semâda bu on iki burcun bulundukları sahaya «mıntakatül'büruc» tesmiye edilir. Burada İbn-i Cerîr gibi bir çokları bu on iki bürc tefsîr etmişler, bir takımları kasırlar, ya'ni köşkler, ba'zıları menazili Kamer olan nücum, ba'zıları büyük kevkebler, ba'zıları da Semânın kapıları demişlerdir. Sahib Keşşaf der ki, bu on iki bürcdür. Bunlar teşbih üzere Semânın köşkleridir. Menâzili Kamer olan nücum da denilmiş. Kevakibin büyükleri zuhûrundan dolayı büruc tesmiye edildi de denilmiş, Semânın ebvabı da denilmiştir (.......) Bunun hasılı burcların birer köşk mefhumiyle tasvîrini tercih etmektir. Bu ma'nâ teşbih tarikıyle yıldızların hepsinde mülâhaza olunabilirse de yüksek yüksek bâriz teşekküller arz eden mecmualar kasd edilmesi daha zâhirdir. Bu miyanda on iki burc i'tibarî olmakla beraber en ma'ruf ma'nâsı olmak haysiyyetiyle daha mütebadir olur. Maamafih zikr olunan tefsirlerden her birinde bir fâidei mahsusa bulunduğu da derkârdır. Hangisine göre mülâhaza edilse Semâi zatil'büruc, Dünya Semayı en yüksek tabakasiyle ifade etmiş olur. 2Ve o yevmi mev'uda (.......) ve o yevmi mev'uda - ki, mü'minlere va'd, kâfirlere vaîd olan Kıyamet günü, ceza günüdür. 3Ve şâhide ve meşhûda kasem olsun (.......) ve şâhide ve meşhûde kasem olsun ki, - bu şâhid ve meşhûd, huzur ma'nasına şuhuddanda şehadetten de olabilir ve bundan dolayı burada bir çok vecihler söylenmiş ise de en zâhir olan ma'na o gün hazır olup da o Kıyameti gören veya onda şâhidlik edecek olanlarla görülecek ve şehadet edilecek olan hâilelerin ve vukuatın hepsine şâmil olmak üzere her hangi bir şâhid ve meşhûd olmasıdır. BinaenaleyhAllahü teâlâ bu Dünyanın en yüksek muhitiyle Kıyamet gününe ve onun bütün muhteveyâtına kasem eylemiştir. Bu kasemin cevabı (.......)yâhud (.......) olup aradakiler mu'terizadır. Çünkü (.......) de cevab alâmeti yoktur, zira mazîi müsbet kaseme cevab olunca(.......) gibi (.......) ve (.......) dahil olmak lâzımdır, ancak kelâm uzandığı zaman (.......) gibi birisinin hazfi câiz ola bilirse de kutile de hiç biri yoktur» denilmiş isede ba'zıları burada da kasem uzamış olduğu için (.......) takdirinde olarak (.......) ın hazf edilmiş olması câiz olacağını söylemişler. Ve ma'na i'tibariyle de bunu yakın bulmuşlardır. Lâkin (.......) ve(.......) ikisinin de hazfi câyi nazar olduğundan asıl cevabın mahzuf olup kutile cümlesinin cevab makamına ikame edilmiş olması daha doğru olacağı da beyan olunmuştur. Sûrenin sevkı küffarın eziyyetlerine karşı mü'minlerin iymanda tesbîti ve mü'minlere eziyyet edenlerin âkıbet ashabı uhdud gibi mel'un ve makhûr olacaklarını anlattığından asıl cevabın mazmunu şu olur: mü'minler kâfirlerden görecekleri mihnet ve ezaya karşı iymanlarında sabr ü sebat etmelidirler. Çünkü mü'minlere eziyyet edenler âkıbet kahrolunacaklardır. Netekim 4Tel'ıyn edildi sahibleri o uhdudun (.......) katledildi ashabı uhdud - burada kutile, hâkikat ma'nasına olmak tecviz edilmiş ise de ma'nevî helâke de şamil olmak üzere tel'ın, ya'ni rahmeti ilâhiyyeden tard suretiyle kahr u tenkil ma'nasına tefsiri daha ma'ruftur. UHDUD VE HADD, yerde olan uzun handak veya yarıga bir de kamçı ile döğülen kimselerin bedenlerinde yol yol kan oturarak moraran kamçı yerlerine denir. Burada bedeli iştimal suretiyle şöyle izah ediliyor: 5O çıralı ateşin (.......) o ateş ki,(.......) vekudlu - tutuşturacak odunu çırası çok, ya'ni o alevli ateşi müştemil olan uhdudun, o ateş handakının sahibleri ki, mü'minleri iymanlarından vaz geçirmek üzere içine atmak için böyle ateş handakları yaptıklarından dolayı Ashabı uhdud namını almışlar. Lâkin kalblerindeki îmanı bu suretle yakmağa çalışanlar muvaffak olamamış, bil'akis tel'în edilerek mağlûb ve makhûr ve bednâm olmuşlardır. Bunların kimler ve nerelerde olduğuna ve Yemende, Necranda, Irakta, Şamda, Habeşte, Mecus veya Yehud veya ba'zı mülûk tarafından yapıldığına dair müteaddid rivayetler nakl edilmiş ise de Kur’ân’da ta'yinlerine kasd teallûk etmediğinden ancak vasıf ve fiılleriyle zikr olunmuşlardır. Ebû Hayyan derki: Müfessirîn, Ashabı uhdud hakkında ondan ziyade akval zikretmişlerdir. Her kavlin de bir uzun kıssası vardır. Biz onları bu kitabımıza yazmak istemedik. Hepsinin mazmunu şudur: kâfirlerden bir takım kimseler yerde handaklar açtılar ve onlara ateş yaktılar, mü'minleri ona arz ettiler, dîninden döneni bıraktılar, imanda ısrar edeni yaktılar, Ashabı uhdud mü'minleri yakanlardır (.......) Kaffal tefsirinde de demiştir ki, Ashabı uhdud kissasında muhtelif rivayetler zikr etmişlerdir. Maamafıh içlerinde sahih denecek derecede bir şey yoktur. Ancak şunda müttefiktirler ki, mü'minlerden bir kavım, kavmlarına yâhud üzerlerinde hâkim olan kâfir bir melîke muhalefet etmişler, o da onları uhduda attırmıştır. Ve zann ederim ki, demiş: bu vâkıa Kureyş ındinde meşhûr idi. Allahü teâlâ bunu Resulünün ashabına zikr ederek dînleri hakkında ma'ruz oldukları ezalara sabr-u tehammül lüzumuna tenbih buyurmuştur. Çünkü haberlerde meşhûr olduğu üzere Kureyş müşrikleri mü'minlere eziyyet ediyorlardı(.......) Bu babda Muhaddisînin en ziyade tercih eyledikleri rivayet, Müslim,Tirmizî, Nesâîve daha ba'zılarının Suheybden Hazret-i Peygambere merfuan tahric ettikleridir ki,Tirmizî ona sâde «hasenün garîbün» demiştir. Sahih dememiştir. Onun için biz de yalnız Kur’ân’ın beyaniyle iktifa edelim: hangi kavımdan olursa olsun Ahsabı uhdud tel'ın edildiler 6O vakıt ki, üzerine oturmuştular (.......) o vakıt ki, o ateşin üzerine oturmuşlardı - ya'ni etrafına toplanmışlar karşısından seyrediyorlardı, bu vaz'iyyet kendi haklarında bil'ahare felâketi müstelzim olduğuna işaret için bilfiiıl ateşin üzerine oturmuşlar gibi tasvir olunmuştur 7Mü'minlere yaptıklarına karşı şâhid de oluyorlardı (.......) mü'minlere yaptıklarına karşı şâhid de oluyorlardı - öyle katı yürekli kâfirler idi ki, hem mü'minleri ateşe atıyorlar, hem de o feâat karşısında oturup seyr-ü temâşa etmekten zevk alıyorlardı. Yâhud diğer bir ma'na ile mü'minlere yaptıkları kendi başlarına geçmiş, o azâbı kendileri de görmüşlerdi. Acaba o mü'minler ne yapmışlar, onları o derece intikama sevk edecek neler yapmışlar da kızmışlardı denirse 8Onlardan kızdıkları da yalnız azîz, hamîd olan Allah’a îman etmeleri idi (.......) onlardan, beğenmedikleri o mü'minlerden o derece kızdıkları şey de başka değil(.......) ancak Allah’a îman etmeleri idi -(.......) buyurulmayıp da muzari' ile(.......) buyurulması ileri doğru iymanda ısrarlarına işarettir. Ya'ni o mü'minler kızılacak, kendilerinden intikam alınmağa kalkışılacak başka bir şey yapmıyorlar, ancak Allah’a inanıyorlar ve o îman ile gitmek istiyorlardı, o Allah’a ki, (.......) azîz - bütün ızzet onun, kimse onun ızzetine karşı gelemez (.......) hamîd - bütün hamd onun, kimse onun karşısında hamd-ü ta'zîme lâyık olamaz, 9Ki, bütün Semavât ve Arz mülkü onundur ve Allah, her şey'e şâhiddir (.......) o ki,(.......) bütün göklerin ve Yerin mülk ve saltanatı hep onun - hepsinde dilediği gibi tesarruf eder. İşte o mü'minler ancak o Allah’ın mülküne ızzet ve hamdine inandıkları ve bu iymanlarında devam etmek istedikleri için o uhdudcular onlara kızıyorlar ve yaptıklarını yapıyorlardı (.......) halbuki Allah her şey'e karşı şehîddir. - Hâzır nâzırdır. Bu cümle yalnız son âyete değil, (.......) e kadar hepsine tezyil olarak mü'minlere va'd ve onlara işkence edenlere vaîddir. Çünkü her şey'e şâhid olan zül'celâl iki tarafın da fiıllerine şâhiddir. Ve ona göre cezalarını verir demek olur. Onun için bu cümlenin istıklâline tenbih olmak üzere (.......) diye zamir ile iktifa olunmayıp ismi celâl, ızhar olunmuştur. Bundan bu suretle icmalen anlaşılan vaîd ve va'd, şu âyetlerle tasrîh ve tafsîl olunuyor: 10O kimseler ki, mü'minîn ve mü'minâta fitne yapmışlar, sonra da tevbe etmemişlerdir muhakkak artık onlara Cehennem azâbı var ve onlara yangın azâbı vardır (.......) bu hem şehadeti ilâhiyyenin hukmünü tafsîl, hem Ashabı uhdudun tel'în olunmasının daha umumî bir kübrâ ile ta'lîli, hem de kasemin cevabını tefsîr makamındadır. Ya'ni haberiniz olsun: o kimseler ki, (.......) mü'minîn ve mü'minâta fitne yapmışlar - iymanlarından çevirmek için onlara belâ olmuş, mihnet ve ezâ etmişler. (.......) sonra da tevbe etmemişlerdir. (.......) ondan dolayı onlara muhakkak (.......) Cehennem azâbı vardır. - Bu küfürlerinin azâbıdır. (.......) ve onlara yangın azâbı vardır. - Bu da gittikçe tevessu' etmesi i'tibariyle bir yangına benziyen fitnelerinden dolayı kendilerini saracak olan diğer bir ateş azâbıdır. Bunun Âhırette veya Dünyada olması hakkında iki kavil vardır. Buna mukabil 11O kimseler ki, îman etmişler ve salih ameller işlemişlerdir, muhakkak onlara altından ırmaklar akar Cennetler var, işte o büyük kurtuluş dur (.......) dir. - fevzi kebîr, büyük kurtuluş, büyük Muraddır. Razî der ki, Ashabı uhdûd kıssası ve bâhusus bu âyet şuna delâlet eder: azîm ihlâk ile küfre ikrah olunan mükrehe evlâ olan korkutulduğu şey'e karşı sabr etmektir. Ve o halde (.......) diye kelimei küfrü ızhar, ruhsat gibidir. Kezzab müseylime Hazret-i Peygamberin ashabından iki zatı tutmuştu, birine benim Allah’ın Resulü olduğuma şehadet eder misin? Dedi, evet dedi, bunu bıraktı, diğerine de öyle söyledi, o hayır sen kezzabsın dedi, bunu katl etti,aleyhissalâtü ves-selâm da buyurdu ki, Bırakılan ruhsatı aldı, onun için (.......) beis yok, katl olunan ise fadlı aldı (.......) işte ona mübarek olsun. Sûre-i Kehifte (.......) bak. Bu va'd-ü vaîdi daha ziyade te'yid ve takviye için buyuruluyor ki, |