15O vakıt ki, ona rabbı nidâ etmişti o mukaddes vadîde: Tuvada (.......) Burada Peygamber haberini tekzîb edenlerin akıbetleri hakkında bir nümunei ıbret ve Peygambere bir tesliyet siyakında iyrad buyurulmuş olan bu kıssa, A'rafta, Tâhâda, Şüarada, Kasasta ve sâirede müteaddid yerlerde her birinde farkıl hususiyyetlerle tafsîl olunmuştur. Buradaki hususiyyeti ise kavli leyyini izah ve Fir'avnin (.......) tugyaniyle Firavinliğinin künhünü hülâsa etmiş olmasıdır. Daha evvel Sûre-i Kasasta(.......) demişti, Sûre-i Şüarada da(.......) demişti. Bu, diğer tafsîllerin bir telhısı olmak ı'tibariyle (.......) geldi değil mi gibi bir istifhamı takrirî olarak istimaına terğibdir. 16Haydi demişti git Firavne de, çünkü o pek azdı (.......) « Hadîs» in zarfıdır. Müfessirîn burada nidâyı (.......) diye nidai bâtınî olan münacat ile tefsîr etmişlerdir. (.......) vadîi mukaddes, Berriyyetüşşamda Turi Sînâ dağının eteğinde bir vadî(.......) TUVÂ - o vadînin ismi, atfı beyan evvelâ mutahher ve mubarek demek olan mukaddes vasfiyle tavsîfi feyzi ilâhînin ancak temiz kalblere vârid olacağına ve binaenaleyh evvel emirde temizliğin lüzumuna tenbihtir. Netekim Tahâda (.......) buyurulmuştu. Ba'zıları merreteyn ma'nasına,ya'ni iki kat takdis olunmuş vadî demek olduğunu söylemişlerdir ki, bu surette (.......) mealinde mef'uli mutlak demek olup ayni ıhtarı te'kid ile yapmış olur. 17De ki, istermisin temizlenesin? 18Ve rabbına irşad edeyim de seni saygılanasın? (.......) Var mı senin için - bir meyl, bir arzu, bir niyyet. Bu istifhamda sorulan mübteda, müteallakının zikriyle iktifaen mahzuf olarak (.......) gibi ilâ ile sılalanabilecek bir fi'il takdîriyle şöyle bir ma'nâ ifade eder: nasıl var mı bir meylin? Veya bir arzun, bir niyyetin? Bir meyl eder veya bir rağbet gösterir veya bir niyyet besler misin?(.......) Tezekkî etmene -ya'ni küfr-ü tuğyan kirlerinden, kötü ahlaklarından temizlenip pak îman ve İslâm hasletleriyle kendini nemâlandırmağa? Buradaki tezekkâ tef'ıl babından fi'lî muzari' olup aslı tetezekkâdır. TEZEKKİ temizlemek: halıs, arı, pam pâk olmak ve feyızlenip nemalanmak ma'nâlarına gelir ki, islâmın bir ma'nâsıdır. Da'vet içinevvelâ bu suretle hıtabın emredilmesi ef'ali ıhtiyariyyede meyl-ü niyyetin şart olduğuna işarettir. Ya'ni istermisin temizlenip nemalanmağa doğru gidesin? 19Vardı ona o büyük mu'cizeyi de gösterdi. (.......) Ve seni rabbına hidayet edeyim - rabbını tanımağa irşad edeyim (.......) de haşyetlenesin - onun gadabından, ıkabından korkup ona ta'zîm ile saygı duyasın - çünkü (.......) dır. Bilmiyenlerin saygısı olmaz. Saygısı olmıyanlar korumaz her fenalığa atılır. Bu iki âyette Sûre-i Tâhâda geçen (.......) âyetinin bir nevi' tafsîli ile kavli leyyini bir izah vardır. 20Fakat o tekzîb etti, ısyan etti (.......) Âyeti kübrâ o büyük mu'cize, asanın dirilip yılan olması mu'cizesidirki ölülerin dirilmesine ve (.......) emrinin tecellîsine bir bürhandır. Kavli delîli dinlemeyince fi'lî olarak bunu gösterdi 21Sonra koşarak idbara gitti (.......) fakat Fir'avin tekzîb etti - söze inanmadığı gibi o büyük mu'cizeyi gördüğü halde de ona sihir dedi ve Musâya yalan isnad etti (.......) ve ısyan etti - Allah’ı ve emrini tanımak istemedi, temizlenmeğe niyyet etmek şöyle dursun (.......) o rabbül'âlemîn ne oluyormuş diye karşılıyarak inkâr ve ısyana cür'et etti 22Derken mahşerini topladı da bağırdı: (.......) sonra sa'y ederek idbara gitti - ya'ni tekzîb ve isyanda muvaffak olamadı, bununla beraber buş da durmadı, koştu, çalıştı, lâkin ıkbâle doğru çalışmadı, idbare doğru çalıştı, Allah’a yüz tutucak yerde ardını dönerek helâka doğru tersine gitti. 23Benim en yüksek rabbınız, dedi (.......) onun üzerine mahşerinin topladı - ibtida sâhirleri toplayıp mağlûb olduktan sonra Sûre-i Şüarada (.......) âyetiyle beyan olunduğu üzere şehirlere sevkıyyat me'murları hâşirler göndererek ordusunu ve mele'kini topladı(.......) da haykırdı 24Allah da onu tuttu sonuna önüne nekâl olmak üzere tenkîl ediverdi (.......) benim en yüksek rabbınız, dedi - kendisinden başka her hangi bir rabbı kendi madununda addederek kendisinin en üstün rabbülerbab olduğunu iddi'a etmek derecesinde da'vayı azıttı, kendisine o nam ile taptırmak istedi, evvelde (.......) diye kendisinden başka ilâh bilmediğini söyliyerek ılmi nefy etmişti. Cûya teharriyatta, tedkikatta bulunmak üzere (.......) demişti. Bu kerre o teharrî pek boşuna çıkmamış, bir rab bulunduğunu anlatmış olduğunu îyma etmekle beraber onun kendinden yüksek olmadığını iddi'a edecek derecede kibr-ü azamet taslamağa kalkmıştı.İbn-i Cerîrin Mücahid ve sâireden nakline göre bu iki söz arasında kırk sene geçmişti. Burada Âlûsînin kaydettiği vechile ba'zı asârda şöyle vârid olmuşturkı Fir'avin topladığı mahşeri içinde kalkıp hıtabetle bir nutuk iyrad ederek o büyük lakırdıyı söylemiş, bu suretle kendisini halkın veyiyülemri olanların hepsine tafdîl eylemişti 25Şübhesiz ki, bunda bir ıbret var, (.......) Allah da onu tuttu (.......) Âhıretin ve Ulânın nekâliyle tenkîl ediverdi - azâb, ta'zîb ma'nasına geldiği gibi nekâl de tenkîl ma'nasına ismi mastar olur. TENKÎL, gören ve işitene ıbret olacak ve ona müeddî olan şeylerden men'ecek vechile ta'zîb ve ukubet etmektir. Burada nekâl(.......) takdirinde mef'uli mutlak, cümlesi hal mevki'indedir. Veya Âhıret ve ulâ nekâli için tuttu alıverdi ma'nasında(.......) nin mef'uli lehidir. Âhıret ve uladan zâhir olan Âhıret ve Dünyadır ki, Dünya nekâli ığrak ile, Âhıret nekâli Cehenneme sevk ile olmuştur. Maamafih burada âhiret sonraki ve ulâ evvelki ma'nasına olarak sonrakinin ve evvelkinin nekâli olmak üzere tuttu alıverdi ve sonrakinden murad (.......) kelimesi, evvelkinden murad da (.......) kelimesi demek olduğu da İbn-i Cerîr tefsîrinde mezkûrdur. 26saygı duyacaklar için (.......) Şübhesizki bunda - bu Mûsâ hadîsinde, Fir'avnin macerasiyle tenkilinde (.......) muhakkak bir ıbret var. - Ibret alınacak, intibah verecek bir ders vardır. Fakat herkes için değil (.......) haşyet duymak şanından olan, saygısı bulunan kimseler için - ki, onlar irfanı olanlardır. Yoksa duygusu olmıyanlar bir Mûsâ gelmiş, Fir'avin batmış da ne olmuş diye bundan hiç bir istifâde etmezler. İşte o ba's hakkındaki haber de böyledir. Bu kıssadan sonra Allahü teâlânın rububiyyetinin, kudretinin yüksekliğini ve ona nazaran halk ve ba'sin kolaylığını ve azgınlar hakkında âhıret âzabının şiddetini anlatmak üzere münkirlere tevbîh tarikıyle buyuruluyor ki, 27Sizmi daha çetinsiniz yaratılışça yoksa Semamı? O "Allah" onu bina etti (.......) ey o kendilerini yüksek sanıp da Allah’ın kudretini inkâra kalkışan münkirler! Zu'münüzce kendi takdirinizce şunu bir düşünün bakalım: siz mi (.......) eşedsiniz? - Daha çetin, daha zorlusunuz?(.......) yaradılmak hususunca - burada asıl ma'nâ ölümden sonra yeni bir hılkatle yaradılış üzerindedir. Fakat bir kübra halinda daha şümullü olmak üzere suâl mutlak halk üzerinde iyrad olunmuştur. Ya'ni gerek evvel ve gerek sonra alel'ıtlak yaradılmak cihetiyle siz mi daha zor ve çetinsiniz(.......) yoksa sizden yüksek ve sizi muhît olan Semamı? - Belliki o daha çetin değil mi? Çünkü siz onun içinde bir zerre demeksiniz öyle iken (.......) o Allah onu bina etti - Bina, müteferrık eczayı yekdiğerine zamm-u rabt ile mecmuından bir küll inşa etmektir. Semâda böyle lâtîf ve kesîf nice mevadd ve ecramın türlü kuvvetlerle sureti mahsusada terkib ve rabt olunarak mecmuundan husule getirilmiş bir yapıdır ki, onu Allah yapmıştır. Şöyle ki, 28Boyuna irtifa' verdi (.......) boyuna irtifa' verdi - direksiz olarak yükseğe kaldırdı. SEMK, bir şey'in irtifa' ta'bir ettiğimiz boyu' aşağıdan yukarıya imtidadı ve yüksekliğidir. Yukarıdan aşağı mülâhaza edildiği zaman umk ta'bir olunur. Enine boyuna olmak üzere sihan ile de tefsîr edenler olmuştur.(.......) sonra da onu tesviye etti -(.......) mantukunca mîzanını vaz' edip denkleştirdi, nizamına koyup düzeltti. Bundan Semânın şekli tam küre olduğunu anlatmak istiyenler olmuş ise de bütün Semanın hey'eti umumiyyesinin şekli tam küre olduğu sâbit değildir. Tafsîlini Allah bilir. 29Nizamına koydu (.......) gece karanlık olmak ma'nâsına gatşten olduğuna göre gecesini karanlık etti, muzlim kıldı diye ma'nâ verilmiştir. Fakat bunda gecenin Semaya izafeti ba'zı muhteveyatına nazaran ednâ mülâsebe kabîlinden olmuş olur. Çünkü Semanın her tarafı gece olmaz. Bir de gatş ve gataşan Kamusta mezkûr olduğu üzere hastalıktan veya ıhtiyarlıktan nâşî âheste âheste yürümek ma'nâsına gelir, bundan ıgtaş âheste âheste yürütmek demek olacağından gecesini tedricen giderdi demek olur. Bu ise şu ıhrac ile pek mütenasibdir. (.......) ve duhasını çıkardı - zıyasını çıkarıp gündüzünü yaydı,Râgıbdan anlaşıldığına göre duha fil'asıl zıyayi Şemsin inbisatı ve gündüzün imtidadi demek olup sonra ma'ruf kuşluk vaktına ism olmuştur. Burada gecenin mukabili olarak zıyanın parıltısı ile mutlak gündüz ma'nâsına olduğu beyan olunuyor. Gündüzün meydana çıkması ise gecenin gitmesi ile mütenasib olacağından (.......) geceyi kararttı demekten ziyade yürüttü, giderdi demek olması pek yakışıyor. Ve bunda iki ma'nâ mümkindir. Birisi evvelki gibi Arza nazaran olan ve her gün teâkub eden gecesi gündüzü olmasıdır ki, bunda Arzın hılkatine ve Kamerin mahvine temass edilmiş olur. Birisi de Semânın kendisinde gece tedricen gide gide kalmamış hep gündüz olmuş olmasıdırki. Ki, bu ma'nâ leylin ve duhanın Semâya tam ma'nâsiyle izafetine pek muvafık ve ince bir ma'nâdır. Çünkü zulmet esas ı'tibariyle ademî olduğundan güneş ve sair ecramı münire yaratılmazdan evvel Semâ elbette muzlim gece halinde demek idi. Ecramı muzîe yaratılmağa başladığından i'tibaren gitgide o gece giderilmiş ve gündüzü çıkarılmıştır. Onun için gece, Arz ve sair ecramın gölgesi düşen hududları sahasında yürümekle beraber diğer sahai Semâ gündüz halindedir. Arz, bundan sonra söyleneceği cihetle buradaki geceyi ve gündüzü - dediğimiz gibi - Semânın kendisinin gecesi ve gündüzü diye anlamak bize daha muvafık görünüyor 30Gecesini kararttı, kuşluğunu çıkardı (.......) Arza gelince(.......) ondan sonra da onu bast edip döşedi - Semâyı halk-u tesviye ve gecesenin giderip gündüzünü çıkardıktan sonra Yer yüzünü üzerinde hayat ve süknâ kabil olacak vechile yayıp serdi, Arzın üzerinde yaşadığımız kışrını ondan sonra yaratıp döşek halinde döşedi. (.......) DEHA, bast etmek ma'nâsına dahv veya dahy dendir. Bast da döşek serer gibi yaymak, döşemektir. Bunun zâhiri de Arzın kendisinin daha evvel yaratılmış olmasıdır. Sûre-i Bakarede (.......), kezalik(.......) âyetlerinde Semânın tesviyesi Arzın ve mâfil'arzın halkından sonra gibi zann edilebilirse de orada(.......) zamanda terâhî için değil, kelâmdan terâhîi rütbî için olmak lâzım geleceğini buradaki (.......) iyzar ediyor demektir. Bununla beraber burada şunu da nazarı i'tibare almak lâzım gelir ki, Sûre-i İsrada (.......) de geçtiği üzere İbn-i Abbastan varid olan rivayette Kamer, mahvedilmezden evvel güneş gibi parlak olduğu ve o zaman onun gece âyeti olmadığı beyan olunmuştu. Buna nazaran Arzın ilk hılkatinde ve Kamer sönmezden evvel Arzda gece karanlığı yokdu demektir. Ve o halde (.......) Kamerin sönmesiyle arz üzerinde gecenin karartılmış olmasını ifade etmiş ve Kamerin sönmesi de Arzın dahvinden evvel olduğunu da(.......) karînesiyle anlatmış olur. Şukadar ki, Kamerin ibtidai hılkati Arzın hılkatinden sonra olmak i'tibariyle Arzın hılkatinden sonra da semada bir tesviye yapılmış demek olacağını düşünmek ıktiza eder. Şimdi (.......) yi beyan ve tefsîr ve tekmil olarak Buyuruluyor ki, 31Ondan sonra da arzı döşedi (.......) ondan suyunu ve mer'asını çıkardı - suyunu yarattı, menba'larını fışkırttı, nehirlerini akıttı, otunu, otlağını mezre'asını bitirdi. 32Ondan suyunu ve mer'asını çıkardı (.......) Dağlarını da oturttu - tesbit etti. İşte Arzın dahvi, kışrı Arzın böyle hayat ve süknâya kabiliyyetli bir surette düşenmesi demektir. Netekim bu hikmet şöyle tasrih olunuyor. 33Ve dağlarını oturttu (.......) Sizin ve hayvanlarınızın intifa'ı, yaşaması için - demek ki, bu büyük sun'u kudret hikmetsiz değil, bunlar gayesiz abes olarak keyfe mettefak yaratılıvermemiştir. O halde bu yaşamanın yaşatmanın da bir hikmet ve gayesi vardır. Onun için 34Sizin ve davarlarınızın intifa'ı için (.......) o tâmmei kübrâ geldiği vakıt - tâmmei kübrâ, Kıyametin isimlerindendir. (.......) TAMME, basıp doldurmak ma'nasına (.......) den müştakk olarak üstün ve baskın güç yetmez belâ demektir. Tâmmei kübrâ da en büyük tâmme demek olup Kıyametin ve bilhassa ehli Cehennemin Cehenneme, ehli Cennetin Cennete gittiği hengâmın ismidir 35Fakat geldiği vakıt o "tâmmei kübrâ" (.......) Tammei kübrâdan bedeldir. Ya'ni o tâmmei kübrâ o gün ki, insan neye çalışmış olduğunu, hangi emel pişinden koşmuş, hayrınamı, şerrinemi, kârınamı zararınamı uğraşmış bulunduğunu o gün anlar 36O insanın neye koştuğunu anlıyacağı gün (.......) üzerine ma'tuftur. Ya'ni o tâmmei kübrâ gelip Cehennem kapıları açılarak o salgın ateş apaçık ortaya çıkarıldığı vakıt(.......) görür kimseler için -ya'ni herkim olursa olsun görmek şanından olan kimseler için. Çünkü rivayet olunduğuna göre Cehennem açılacak, alevler saçarak fırlayacak, her gözü olan görecek, ve çünkü (.......) de(.......) buyurulduğu üzere herkes ona varacak, ehli Cennet de sıratı onun üzerinden geçecektir. Maamafih görecek kimseler için demek girecek kâfirler ve azgınlar için demek de olabilir - 37Ve Cahîm hortlatıldığı vakıt, görür kimseler için (.......) «iza» nın cevabı ve o vakıtki halin tafsîlidir. 38Artık herkim azgınlık etmiş, Dünya hayatı tercih eylemiş ise muhakkak Cahîmdir onun varacağı 39Herkim de rabbının makamından korkmuş ve nefsi hevadan nehy eylemiş ise muhakak Cennettir onun varacağı 40Sana o saattan soruyorlar: ne zaman demir atması? (.......) Makamı rabb, Ruh ve Melâikenin saf saf kıyam durduğu o tâmmei kübrâ günü kulun huzurı ilâhîde duruşu veya duracağı makamıdır. 41Nerde senden onu anlatması? 42Rabbınadır onun müntehası (.......) ne zaman onun mürsâsı - MÜRSÂ, masdarı mîmî olarak irsa ma'nasına veya ismi mekânyâhud ismi zeman olarak münteha ma'nasınadır. İrsa; sübut ma'nasına resadan, geminin demir atılarak durdurulması gibi sâbit kılınıp durdurulmak demektir. Dağlara revasî denilmesi de bu ma'nadandır.Buharîde mezkûr olduğu üzere geminin müntehî olduğu yere sefînenin mürsası denilir. Burada bir isti'are var demek olur. Ya'ni Allah o Saati ne vakıt getirip dikecek, o Kıyamet ne zaman vaki' olacak diye soruyorlar - 43Sen ancak bir münzirisin ondan haşyet duyacakların (.......) Bunda da iki ma'na söylenmiştir. BİRİNCİSİ, (.......) nin mukaddem haberi olarak nerdesin sen onu anlatmaktan? Onu anlatmak senin vazîfen değildir. O senden uzaktır diye suâli reddir. İKİNCİSİ, iki cümle olup (.......), nerde bu suâl? Diye suâli redd, (.......) mübteda (.......) haberi olarak sen Hatemül enbiya onun alâmetlerindensin diye beyandır. Ya'ni senin irsalin onun vuku'u yaklaşmakta olduğunu anlatıp dururken bununla iktifa etmeyip de sormağa kalkışmalır ma'nasız ve salâhiyyetlerinden uzaktır. Çünkü 44Onu görecekleri gün onlar, sanki bir akşam veya kuşluğundan başka durmamışa dönecekler (.......) onun müntehası rabbınadır. - Bütün künhiyle ve herkes hakkında vukuu vaktına kadar bütün tafsîlâtiyle onu bilmek rabbına aiddir. Başkasına değil, onu ancak o bilir. İlerisine karışmak onların haddi olmadığı gibi daha fazlasını anlatmak da senin vazîfen değildir. 45Sen ancak ondan korkacak olanları uyarıcısın. (.......) sen ancak ondan haşyet duyacak, korunacak olan kimseleri sakındıracak habercisin. 46Onlar o kıyameti görecekleri gün sanki dünyada bir akşam veya kuşluğundan başka durmamışa dönecekler. (.......) sanki onlar onu görecekleri gün bu Dünyada bir akşam veya kuşluğundan fazla durmamışa döneceklerdir. - Uzun zannedilen Dünya Ömrü o kadar çabuk geçer korkup sakınanlar o suretle korkulardan kurtulurlar, sakınmayıp keyfine bakanlar da bir gün gibi ömürlerini geçirir nihayet ebedî belaya düşerler, binaenaleyh ne zaman? Diye alay edip acele etmesinler. Burada (.......) buyurulduğu için bunun kimlere ve nasıl fâide vereceği tafsîl olunmak üzere bu inzarlar, âtîdeki Sûrelerde de tevalî ettirilerek anlatılacaktır. |