43
“O gün baldır açılır, (kıyamet gününün dehşetinden
paçalar sıvanır) Kâfirler secdeye davet edilirler. Fakat secde edemezler.
Gözleri açılmaz bir halde onları zillet kaplamıştır. Halbu ki onlar (dünyada)
sağlam oldukları halde secdeye davet ediliyorlardı.”
Âyet-i kerime’nin
baş tarafında "O gün baldır açılır" ifadesi geçmektedir, bir kısım âlimler bu
ifadenin mecâzi bir anlam taşıdığım söylemişler, diğer bir kısım âlimler ise
bunu, zahiri manada almışlar ve bunu destekleyen hadis-i şeritler
zikretmişlerdir.
Bu ifadedin mecâzi bir anlam taşıdığını söyleyenler çeşitli izahlarda
bulunmuşlardır.
İkrime'ye, Katade'ye,
Said b. Cübeyr'e,
Mücahid'e ve Abdullah b. Abbas'tan
nakledilen bir görüşe göre "Baldırın açılması" ifadesinden maksat, sıkintıh bir
günün, dehşetli bir olayın ortaya çıkmasıdır. Bu gün, bir savaş günü de
olabilir. Zira böyle bir günde iş ciddiye alınır ve paçalar sıvanır.
Abdullah b. Abbastan nakledilen diğer bir
görüşe göre "Baldırı açılması" ifadesinden maksat, dünyanın gitmesi, âhiretin
ortaya çıkmasıdır. O gün ameller ortaya dökülür. Kapalı olan baldırlar açıldığı
gibi sırlar da açığa çıkar. Abdullah b. Abbas'tan
nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat, kıyamet gününün
korkunçluğundan dolayı orada görülen sıkıntı ve darlıkların ortaya çıkmasıdır.
Yine Abdullah b. Abbas'tan nakledilen başka
bir görüşe göre bu ifadeden maksat, kıyamet gününün en dehşetli anıdır.
Ebû Mûsa
el-Eş'ari'den nakledilen bir görüşe göre ise "Baldırın açılma-sı"ndan
maksat, büyük bir nurun ortaya çıkmasıdır. İnsanlar bu nuru görünce Allah’a
secde edeceklerdir.
Rebi' b. Enes'e göre ise bu ifadeden maksat,
perdenin kaldırılmasıdır. Yani, yaratıcı ile yaratan arasındaki perde
kaldırılacaktır." demektir. "O gün baldır açılır." ifadesinin mecazi olmayıp
gerçek manada kullanıldığını söyleyenlere gelince:
Abdullah b. Mes'ud,
Ebû Hureyre ve Ebû Said el-Hüdri, kıyamette
Allahü teâlânin, baldırını açarak
kendisini mü’minlere tanıtacağını, mü’minlerin de bunun karşısında Allah’a secde
edeceklerini söylemişler ve bu hususta şu hadisleri Rivâyet emişlerdir.
Ebû Said el-Hudri diyor ki:
"Ben, Resûlüllah’ın şöyle dediğini
işittim. Rabbimiz baldırını açacak, her mü’min erkek ve kadın ona secde
edecektir. Ancak, dünyada iken gösteriş olsun ve desinler diye secde edenler o
gün secde edemeyeceklerdir. Secde etmeye çalışacaklar fakat sırtlan tek bir
parça haline gelecek ve secdeye eğilemeyeceklerdir.
Buhari, K? Tefsir el-Kur'an, Sûre: 68, bab: 2 K. et-Tevhid, bab: 24 / Müslim,
K.el-İman, bab: 302, Hadisim: 183 Bu hususta
Ebû Hureyre Bkz. Darimi, K. er-Rikâk, bab: 82
ve Abdullah b. Abbas'tan da hadisler Rivâyet
edilmiştir. Ebû Said el-Hudri'nin rivâyet ettiği hadis, Buhari'nin Kitap
et-Tevhid'inde ve Müslim'in Kitap el-İman'mda daha uzun bir şekilde Rivâyet
edilmiştir.
Âyet-i kerime’nin
devamında "Kâfirler secdeye davet edilirler. Fakat secde edemezler."
buyurulmaktadır. Yani âhirette baldırın açılması, kullan Allah’a secde etmeye
sevkedecektir. Fakat onlar, secde edemeyeceklerdir.
Yine âyette "Gözleri açılmaz bir halde onları zillet kaplamıştır. Halbu ki onlar
dünyada sağlam olduklan halde secdeye davet ediliyorlardı." buyurulmaktadır.
Kâfirlerin âhirette, dehşetten dolayı gözleri baygın hale gelecek, Allah'ın
azabından dolayı onları zillet ve hakirlik kaplayacaktır. Bu onların, dünyada
iken böbürlenmelerinin ve gururlanmalarının karşılığıdır. Onlar dünyada sağlam
iken Allah’a secde etmeye davet ediliyorlar fakat secde etmiyorlardı. Âhirette
secde etmek isteselerde secde edemez duruma geleceklerdir. Allah’ı gören
mü’minler ona secde ederlerken kâfir ve münafıklar edilemeyecekler ve dimdik
kalacaklardır.
Said b. Cübeyr ve İbrahim et-Teymi, "Onlar
dünyada secdeye davet ediliyorlardı." ifadesinden maksadın, "Ezan okunarak farz
namazlarını kılmaya çağırılıyorlardı." olduğunu söylemişlerdir.
“Ey Rasûlüm, Kur’an’ı yalanlayanları sen bana bırak.
Biz onları nerede geldiğini bilmedikleri bir azaba yavaş yavaş yaklaştracağız.”
“Ben onlara mühlet veriyorum, şüphesiz benim tuzağım
çok kuvvetlidir.”
Allahü teâlâ bu âyetlerde, Kur’an’ı
yalanlayan kâfirleri tehdit etmekte, onları dünya nimetleriyle eğlendinnektedir.
Kâfirler bu nimetleri kendi gayretleriyle elde ettikleri kanaatıyla her zaman
öyle olacaklarını zannederler. Ancak bu onların, bir gafletidir. Adım cehennem
ateşine yaklaştırıldıklarından haberleri yoktur. Allah onlara mühlet verir. Ama,
yakaladığında da bir daha kurtulamazlar.
“Ey Rasûlüm, yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun
da, ağır borç altında mı kalıyorlar?”
“Yoksa, gaybın ilmi yanlarında da oradan mı çıkarıp
yazıyorlar?”
Ey Rasûlüm, sen Allah’a ortak koşan bu müşriklerden, hakka davetine ve öğüt
vermene karşılık bir ücret mi alıyorsun da onlar, ağır borç altına giriyor ve
davetini kabul etmiyorlar. Yoksa onların ellerinde, gayba ait bilgilerin
yazıldığı Levh-i Mahfuz mu var da onlar oradan bir takım biigileri kopya ediyor
ve onlarla sana karşı tartışıyorlar ve inkârcıların, iman edenlerden daha üstün
olduklarını oradan mı öğreniyorlar?
“Ey Rasûlüm, sen rabbinin hükmüne sabret. Balık
tarafından yutulan Yunus'un durumuna düşme. O, kederli bir halde rabbine nida
etmişti.”
Ey Rasûlüm, getirdiğin Kur'ana karşı çıkan şu müşrikler hakkında rabbinin sana
verdiği hükme sabret. Rabbinin sana emrettiğini devam ettir. Onların eziyet
etmeleri seni tebliğinden alıkoymasın. Sakın sen, balık tarafından yutulan Yunus
b. Metta gibi aceleci ve sabırsız olma. Onun gibi tebliği bırakma, aksi
takdirde, onun uğratıldığı cezaya çarptırılırsın. O, kederli bir halde rabbine
münacaatta bulunmuştu. Ve "Senden başka hiçbir ilâh yoktur, seni tenzih ve
tesbih ederim, doğrusu ben, zalimlerden oldum." Enbiya
Sûresi, 21/87 demişti. "Biz de duasını kabul edip onu sıkıntılardan
kurtardık.." Enbiya Sûresi, 2188
“Eğer ona rabbinin nimeti yetişmeseydi, kınanmış
olarak çıplak bir yere atılmış olacaktı.”
“Rabbi onu peygamber seçerek salih kullardan eyledi.”
Eğer Yunus'a, rabbinin affetme ve merhamet etme nimeti ulaşmamış olsaydı, o
balığın kanımdan kınanmış bir halde, çıplak bir araziye atılmış olurdu da
kendisini muhafaza edecek bir şey bulamazdı. Fakat rabbin ona, merhamet etti ve
onun için geniş yapraklı bir bitki bitirdi. Rabbi onu, peygamberliğe seçti ve
onu, salih kullan olan Peygamberlerinden kıldı.
“Kâfirler, Kur’an’ı işittikleri zaman neredeyse
gözleriyle seni kaydırıp devireceklerdi. "O delidir," diyorlardı.”
Ey Rasûlüm, kâfirler, Kur’an’ı işittiklerinde sana olan kinleri kabarıyor,
şiddetli düşmanlıklarından dolayı nerdeyse seni gözleriyle delip geçmek
istiyorlar. Onlar sana "Şüphesiz ki bu delidir." diyorlar.
“Oysa Kur'an âlemlere gönderilen bir hikmet ve bir
öğütten başka bir şey değildir.”
Müfessirler bu
âyet-i kerimeye ve bir kısım sahih hadislere
dayanarak göz değmesinin gerçekten varolduğunu söylemişlerdir. Bu hususta
Abdullah b. Abbas,
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)in şöyle buyurduğunu Rivâyet etmektedir:
Göz değmesi (nazar) haktır. Şâyet herhangi bir şey kaderin önüne geçmiş
olabilseydi, göz (nazar) geçerdi. Göz değmesinden dolayı yıkanmanız istenirse
yıkanın." Müslim, K.es-Sehmı, bab: 42, Hadis no: 2188
/Tirmizi, K.et-Tıb, bab: 19, Hadis no: 2062 yani, gözü değenin, bir kabın
içine abdest alması ve abdest azalarından dökülen suyun kendi başına dökmesi
istenirse bunu yapsın,"
Bu hususta Ebû Ümame b. Sehl diyor ki:
"Amir b. Rebia, Sehl b. Huneyf yıkanırken yanından geçmiş ve şöyle demiştir:
"Ben bu gün gibi bir gün (bu deri vücut) gibi bir deri) görmedim. Özel odasında
oturan kızın derisi dahi böyle değildir Bunun üzerine yıkanmakta olan Sehl,
hemen bayılıp yere düşmüştür. O, Resûlüllah’a
getirilmiş ve "Sehl'e kavuş Ya Resûlallah, o bayılıp yere düştü." denmiştir.
Resûlüllah: "Sehl hakkında kimi
suçluyorsunuz?" diye sormuş orada bulunanlar: "Âmir b. Rebia'yı." diye cevap
vermişler, Resûlüllah: "Sizden biriniz
niçin kardeşini öldürmeye girişiyor? Şâyet o, kardeşinden beğendiği bir şey
görecek olursa ona: "Mübarek olsun." diye dua etsin." Sonra
Resûlüllah su getirilmesini emretti ve
Âmir'in onunla abdest almasını istedi. Âmir yüzünü yıkadı, ellerini dirseklerine
kadar yıkadı. Ayaklarını dizlerine kadar yıkadı. Etekliğinin içinden sağ uç
tarafını da yıkadı. Resûlüllah Âmir'e,
abdest azalarından dökülen suyu bizzat kendi başına dökmesini emretti."
Zühri'nin rivâyetine göre başının arkasından dökmesini emretti."
İbn-i Mace, K. et-Tıb, bab: 32, Hadis no: 3509 /
Muvatta K.el-Ayn, bab: 2
Görüldüğü gibi gözü değen kişinin yıkanmasının nasıl olacağı anlaşılmış oldu.
Taberi: "Kur'an, âlemlere gönderilen bir
hikmet ve öğütten başka bir şey değildir." âyetinde geçen ve "Kur'an" diye
tercüme edilen "Zikir" kelimesinden maksadın,
Hazret-i Muhammed olduğunu ifade etmiş ve âyetin manasının "Oysa
Muhammed, âlemlere gönderilen bir
hatırlatıcıdan başkası değildir." şeklinde olduğunu söylemiştir.
Hakka sûresi elli iki âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur.
Bu mübarek Sûre, bir gün mutlaka gerçekleşecek olan kıyameti haber vererek
başlıyor.
Semud ve Âd kavimlerinin, bir gün mutlaka gerçekleşecek olan kıyameti
yalanladıkları için Allahü teâlâ
tarafından korkunç azaplarla cezalandırıldıkları haber veriliyor. Korkunç çığlık
ve aralıksız esen uğultulu soğuk rüzgarın bu kavimleri helak ettiği ve onlardan
kurtulan olmadığı beyan ediliyor.
Firavun'un ve ondan önceki kavimlerin de hep aynı hatayı işledikleri ve bu
yüzden de helak edildikleri haber veriliyor.
Sûre-i celilede kıyametin dehşetli sahneleri ve o zorlu günden sonra hesap verme
anı tasvir ediliyor. Amelleri salih olanların cennete konulup nimetlere
erdirileceği, inkârcıların ise cehenneme atılacakları ve orada işkencelere tabi
olacakları ifade buyuruluyor.
Sûre-i celilede bundan sonra Allahü teâlâ,
Hazret-i Muhammed
(sallallahü aleyhi ve sellem)in hak peygamber
olduğunu yeminle beyan ediyor ve Kur'an'ın kendisi tarafından indirildiğini
haber veriyor. Kur'an'ın kâfirler için de bir pişmanlık kaynağı olduğu beyan
ediliyor ve sûre-i celile, "Öyle ise ey Peygamber, yüce rabbinin adını tesbih
et." âyetiyle sona eriyor.
Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.
Bak. Âyet 3.
2
Bak. Âyet 3.
3
“Mutlaka gerçekleşecek olan kıyamet, nedir o mutlaka
gerçekleşecek olan kıyamet? Mutlaka gerçekleşecek olan kıyametin mahiyetini sen
nereden bileceksin?”
Bir kısım işlerin gerçekleşeceği ve dünyada işlenen amellerin karşılıklarının
verileceği kıyamet günü. Nedir o, içinde olayların gerçekleşeceği kıyamet günü?
Ey Rasûlüm, mutlaka gerçekleşecek olan o kıyamet gününün ne olduğunu Sana
bildirecek olan nedir?
Âyette zikredilen ve "Gerçekleşecek olan" diye tercüme edilen kelimesi,
kıyametin isimlerinden biridir. Kıyamete isimleri verilmektedir. Bunların ne
anlama geldiklerini şöylece izah etmek mümkündür:
Mutlaka gerçekleşecek olan veya içinde bir takım hadiselerin mutlaka
gerçekleşeceği yahut amellerin cezalarının mutlaka tahakkuk edeceği gün
demektir.
Dehşeti ve sıkıntısı insanların kalblerinin kapısını çalan gün demektir.
Mutlaka meydana gelecek olan çığlık demektir. Her felaketi bastıran demektir.
Çığlık koparan demektir.
Abdullah b. Abbas diyor ki: "el-Hakka
kıymetin isimlerinden biridir. Allah, kıyamet gününün dehşetini bu şekilde beyan
etmiş ve kullarını bundan sakindirmiştır.
Katade diyor ki: "Kıyamete el-Hâkka,
denmesinin sebebi, o günün, her amel işleyenin amelini ortaya çıkarmasındandır.
“Semud ve Âd kavimleri, dehşetlerle dolu o korkunç
kıyamet gününü yalanladılar.”
Salih Peygamberin kavmi Semud ve Hud peygamberin kavmi Âd, dehşeti insanların
kalbini ürperten kıyamet gününü yalanladılar.
“Bu yüzden Semud kavini, korkunç bir hadise ile helak
oldular.”
Âyette, "Korkunç bir hadise" diye tercüme edilen "Taği-ye" kelimesinden maksat,
Mücahid ve İbn-i
Zeyd'e göre, tuğyan ve isyan demektir. Buna göre âyetin manası: "Semud
kavmi, inkârları ve işledikleri günahları yüzünden helak oldu." demektir.
Katade'ye göre ise "Tâğiye" kelimesinden
maksat, "Haddi aşan bir çığlık" demektir. Bu çığlık normal işitme haddini aştığı
için böyle isimlendirilmiştir. Allahü teâlâ,
onların üzerine, çığlıkla gelen bir afet göndemıiş ve onları helak etmiştir.
Taberi bu son görüşü tercih etmiş ve buna
delil olarak da daha sonra zikredilen, Ad kavminin rüzgârla helak oluşunun
ildirilmesini göstermiş ve demiştir ki: "Görülüyor ki âyetler, kavimlerin ne
sebeple helak olduklarını değil nasıl helak olduklarını bildinnektedir."
“Âd kavmi ise, uğultu çıkaran çok soğuk ve azgın bir
rüzgarla yok edildi.”
Âd kavmini helak eden rüzgâra "Azgın" denmesinin sebebini
Abdullah b. Abbas ve
Hazret-i Ali şöyle izah etmişlerdir:
Hazret-i Ali diyor ki: "Hiçbir damla su inmez
ki o, meleğin elinde bulunan ölçü ile inmiş olmasın. Ancak Nuh tufanı olduğu gün
suya, meleğin kontrolü dışında inme izni verilmiştir. Bu sebeple sular taşıp
dağlan aşmıştır. İşte Allahü teâlânın,
"Biz, tufan kopup sular taştığı zaman sizi gemide taşıdık."
Hakka Sûresi, 6 âyeti bunu ifade etmektedir.
Yine: Hiçbir rüzgâr esmez ki meleğin elinde bulunan ölçü ile esmiş bulunmasın.
Ancak Âd kavminin helak olma gününde rüzgâra, meleğin kontrolü dışında esme izni
verildi. Ve rüzgâr, haddi aşan bir şekilde esti. İşte
Allahü teâlânın: "Âd kavmi ise uğultu çıkaran
çok soğuk ve azgın bir rüzgârla yok edildi." âyeti de bunu ifade etmektedir.
Yani rüzgâr, kendisini idare eden meleğe isyan etmiştir.
Abdullah b. Abbas diğer bir görüşünde bu
âyeti izah ederken şöyle demiştir: "Âd kavmi, helak eden, soğuk, merhametsiz,
uğursuz ve hiç kesilmeden esen bir rüzgarla helak edilmiştir."
“Allah (onların köklerini kesmek için) o kasırgayı,
yedi gece, sekiz gün aralıksız estirdi. Eğer orada olsaydın onların, kökünden
sökülmüş kof hurma kütükleri gibi yere serildiklerini görürdün.”
“Sen onlardan hiç kurtulup kalanı gördün mü?”
Âyet-i kerime’de
geçen ve "Aralıksız" diye tercüme edilen kelimesi,
Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud,
Mücahid, İkrime
ve Katade tarafından bu şekilde izah
edilmiştir. Taberi de bu izahı tercih
etmiştir Süfyan es-Sevri ise bunu "Köklerini
kesen" diye izah etmiştir.
Allahü teâlâ bu âyetlerde, Âd kavmini,
rüzgârla nasıl helak ettiğini beyan etmektedir.
Peygamber efendimiz de bir hadis-i şerifinde
şöyle buyurmuştur:
"Bana saba rüzgârı ile yardım edildi. Âd kavmi ise batı riizgan ile helak
edildi." Buhari K, el- sliska, Kıh: 26/Müslim, K. el-
istiska, bab: 17
|