16
"İtaat etme yemin edip duran aşağılık kimseye, koğuculuk eden, söz götürüp
getirene, hayra engel olan, mütecaviz günahkâra, kaba ve soysuz olana! Mal ve
oğullar sahibi olmuş diye... Yakında biz onun burnunu damgalayacağız."
İbn Merdûye,
Ebû Osman en-Nehdî'den bildirir. İnsanlar Yezîd'e biat ettiklerinde Mervân b.
el-Hakem: "Ebû Bekr ve Ömer'in de sünneti budur" dedi. Abdurrahman b. Ebî Bekr:
"Bu Ebû Bekr ile Ömer'in sünneti değil, aksine bu (Bizans kiralı) Hirakl'in
sünnetidir" karşılığını verince, Mervân: "Bu adam Yüce Allah'ın, hakkında: "Anne
ve babasına, «Öf size! Benden önce nice nesiller gelip geçmiş iken, beni
çıkartılmakla mı tehdit ediyorsunuz?» diyen kimse..." âyetini indirdiği kişidir"
dedi. Hazret-i Âişe bunu duyunca Mervân'a şöyle dedi: "Bu âyet Abdurrahman
hakkında nâzil olmadı. Ama senin baban hakkında: "İtaat etme yemin edip duran
aşağılık kimseye, koğuculuk eden, söz götürüp getirene, hayra engel olan,
mütecaviz günahkâra, kaba ve soysuz olana..." âyetleri nâzil oldu.
İbn Merdûye'nin
bildirdiğine göre İbn Abbâs: "İtaat etme yemin edip duran aşağılık kimseye"
âyetini açıklarken: "Yemin edip duran bu aşağılık kişi Esved b. Abdi Yağûs'tur"
demiştir.
Abd b. Humeyd'in
bildirdiğine göre Âmir eş-Şa'bî: "İtaat etme yemin edip duran aşağılık kimseye"
âyetini açıklarken: "Bu aşağılık kişi Sakîf kabilesinden Ahnes b. Şarîk adında
biriydi" demiştir.
Abdurrezzâk
ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre
Hasan(-ı Basrî): "İtaat etme yemin edip duran aşağılık kimseye" âyetini
açıklarken: "Zayıf biri olduğu için her şey için yemin edeni dinleme" demiştir.
Abd b. Humeyd
ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre
Mücâhid: "İtaat etme yemin edip duran aşağılık kimseye"' âyetini açıklarken:
"Her şeyde yemin edip duran korkak ve ödlek olan kişiye itaat etme" demiştir.
"Kaba ve soysuz olana" âyetini açıklarken de: "İbn Abbâs'a göre bundan kasıt,
kaba saba hareketleri, asabi huyu olan, bir aileye sonradan katılan ve soy
olarak kendilerinden olmayan kişidir" demiştir.
Abd b. Humeyd
ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:
"itaat etme yemin edip duran aşağılık kimseye" âyetini açıklarken: "Aşağılık
(=muhîn) olması çokça kötülük yapmasındandır" demiştir. "Koğuculuk eden, söz
götürüp getirene" âyetini açıklarken: "İnsanların etini yiyene" demiştir. "Hayra
engel olan, mütecaviz günahkâra" âyetini açıklarken: "Herhangi bir iyilikte
bulunmayan, sözlerinde de, işlerinde de haddini aşana" demiştir. "Kaba ve soysuz
olana" âyetini açıklarken de şöyle demiştir: "Çirkin ve kötü bir huya sahip olan
kişidir. Bize bildirilene göre Hazret-i Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem): "Kabalık,
ahlâksızlık, kötü komşuluk ve akrabalarla bağların kesilmesi yayılmadıkça
kıyamet kopmaz" buyurmuştur."
Abd b. Humeyd'in
bildirdiğine göre Ebû Umâme: "Kaba ve soysuz olana" âyetini açıklarken:
"Ahlaksız ve rezil kişidir" demiştir.
Abdurrezzâk
ve Abd b. Humeyd, Hasan ile Ebu'l-Âliye'den
aynısını bildirir.
Abd b. Humeyd
ve İbnu'l-Münzir, Ebu'l-Âliye'den bildirir:
(.....) ifadesi sağlıklı olan kişi anlamındadır, (.....) ifadesi ise günahkar
anlamındadır. " Başka bir lafız da: (.....) ifadesi kafir anlamındadır" şeklinde
geçer.
Abd b. Humeyd
ve İbn Asâkir, İkrime'den o da İbn Abbâs'tan
bildirir: (.....) ifadesi soysuz olan, başkaları tarafından sahiplenilen
kişidir. Şaririn:
"Başhalan tarafından sahiplenilen soysuz Liridir
Paçaların derinin kenarlarına eklenmesi gibi" dediğini İşitmez misin?"
İbnu'l-Enbârî'nin
eî-Vakf ve'l-İbtidâ'da bildirdiğine göre İkrime'ye (.....) ifadesi sorulunca:
"Veledi zinadır" dedi ve anlamı konusunda bir şairden şöyle bir beyit okudu:
"Zenîm
biridir babası kim belli değildir
Annesi
fahişe olan rezil bir soya sahiptir. "
Abd b. Humeyd'in
bildirdiğine göre Mücâhid: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu kişi
iri yarı (=utull) bir adamdı. Elinde fazlalık olan bir et parçası (zeneme) vardı
ve bu et parçası onun bir sıfatı (zenîm) olarak bilinirdi."
Abd b. Humeyd,
Şehr b. Havşeb'den bildirir: (.....) ifadesi sağlıklı, çokça yiyip içen kişi
kişi anlamındadır. (.....) ifadesi ise günahkar anlamındadır."
Abd b. Humeyd'in
bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Keçinin
küpelerinden tanınması gibi kafir olan kişi de müminden öyle ayrılır. Keçinin
küpeleri de gerdanında memeye benzer iki uzantıdır."
Abd b. Humeyd,
Mücâhid'den bildirir: "Keçinin gerdan memesinin olup olmaması nasıl
bilinebiliyorsa zenîm olan kişi de böylesi bir özellikten tanınıp bilinir."
Abd b. Humeyd'in
bildirdiğine göre Saîd b. el-Müseyyeb: (.....) âyetini açıklarken: "Zenîm, başka
bir soya sonradan katılan, kendilerinden olmadığı halde onlardan sayılan
kişidir" demiştir.
Abd b. Humeyd,
Şehr b. Havşeb'den bildirir: İbn Abbâs: "Altı kişi Cennete asla girmez. Bunlar
ana babasına asi olan, alkolik olan, ca'sel olan, cevvâz olan, kattât olan ve
utul ve zenîm olan kişilerdir" dedi. Kendisine: "Ey İbn Abbâs! İlk ikisini
anladık da diğer dördü ne oluyor?" diye sorduğumda da şöyle dedi: "Ca'sel
kırıcı, kaba saba davranan kişidir. Cevvâz mal biriktirip cimri davranan
kişidir. Kattât gıybet yaparak insanların etini yiyen kişidir. Utul ve zenîm ise
insanlar arasında koğuculuk yapan kişidir."
Ahmed,
Abd b. Humeyd,
İbnu'l-Münzir, İbn Ebî Hâtim,
İbn Merdûye ve
İbn Asâkir, Şehr b. Havşeb'den bildirir: Abdurrahman b. Ğanm'ın bana
bildirdiğine göre Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem): "Cevvâz, Ca'zarî
ve utullun zenîm olan kişiler Cennete giremez" buyurmuştur. Müslümanlardan biri:
"Cevvâz, Ca'zarî ve utullun zenîm olmak nedir?" diye sorunca, Allah Resûlü şöyle
buyurmuştur: "Cevvâz mal biriktirip cimri davranandır. Derileri kavurup soyan
alevli Cehennem ateşi bu kişiyi kendine doğru çağıracaktır. Ca'zarî ise kırıcı,
kaba saba olan kişidir. Yüce Allah bu konuda: «Allah'ın rahmeti sayesinde sen
onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin
etrafından dağılıp giderlerdi...» buyurur. Utullun zenîm'e gelince katı, sert,
umursamaz, sağlıklı, bolca yiyip içen, istediği kadar yiyecek ve içecek bulan,
insanlara zulmeden kişidir."
İbn Sa'd
ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Amir(-i
Şa'bi)'ye Zenîm ifadesinin anlamı sorulunca şöyle dedi: "Kötülük kendisinin bir
sıfatı olan ve bununla tanınan kişidir. Sakîf kabilesinden Ahnes b. Şarîk adında
birisidir."
İbn Ebî Şeybe
ve İbnu'l-Enbârî el-Vakf ve'l-İbtidâ'da
bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Zenîm, başkaları tarafından sahiplenilen, soysuz,
kendi soyundan başka bir soya katılan rezil kişidir" demiş ve:
"Başkaları tarafından sahiplenilen soysuz biridir
Paçaların derinin kenarlarına eklenmesi gibi" şeklinde bir beyit okumuştur.
İbn Ebî Hâtim'in
bildirdiğine göre Süddî: "itaat etme yemin edip duran aşağılık kimseye" âyetini
açıklarken: "Ahnes b. Şarîk hakkında nâzil oldu" demiştir.
Abdurrezzâk
ve İbnu'l-Münzir, Kelbî'den aynısını
bildirir.
İbn Cerîr
ve İbn Merdûye, İbn Abbâs'tan bildirir:
"İtaat etme yemin edip duran aşağılık kimseye, koğuculuk eden, söz götürüp
getirene, hayra engel olan, mütecaviz günahkâra..." âyetleri
Hazret-i Peygamber'e
(sallallahü aleyhi ve sellem) nâzil olduğu zaman
bunun kim olduğunu bilmiyorduk. Ancak: (.....) âyeti de nâzil olunca bu kişinin
kim olduğunu anladık. Zira onun da keçinin gerdan küpesi gibi boğazında sarkan
bir et parçası (=zeneme) vardı."
Tayâlisî,
Ahmed, Buhârî,
Müslim, Tirmizî,
Nesâî, İbn Mâce
ve İbn Merdûye, Hârise b. Vehb'den bildirir:
Resûlüllah'ın
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: "Sizlere
Cennet ahalisinin kim olduklarını söyleyeyim mi? Bunlar zayıf olan ve zayıf
görülen , yemin edecek olsa Yüce Allah tarafından bu yemini doğru çıkarılan
kişilerdir. Peki, Cehennem ahalisinin kimler olduğunu söyleyeyim mi? Bunlar da
kaba, kırıcı, mal biriktirip cimri davranan ve böbürlenen kimselerdir. "
Abdurrezzâk,
İbn Cerîr ve
İbnu'l-Münzir'in Zeyd b. Eslem'den bildirdiğine göre
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sema, Yüce Allah
tarafından kendisine sağlıklı bir beden, huzur içinde bir kalp, yeteri kadar mal
ihsan ettiği halde insanlara karşı zalim olan bir kula ağlar. (Ayette geçen)
utullun zenîm de işte böyle bir kişidir."
İbn Ebî Hâtim,
Muâviye'nin azatlısı Kâsım ile Mûsa b. Ukbe'den bildirir:
Resûlüllah'a
(sallallahü aleyhi ve sellem) utullun zenîm olan kişinin kim olduğunu
sorulunca: "Kaba ve rezil olan kişidir" buyurdu.
Ebu'ş-Şeyh,
İbn Merdûye ve
Deylemî, Ebu'd-Derdâ'dan bildirir: (.....) âyeti konusunda
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Utull olan kişi umursamaz,
huysuz, yiyecek ve içecek konusunda obur, mal biriktirip iyilik yapmaktan uzak
duran kişidir."
Ahmed,
Hâkim ve İbn
Merdûye'nin bildirdiğine göre Abdullah b. Amr: "Hayra engel olan,
mütecaviz günahkâra, kaba ve soysuz olana"' âyetlerini okudu ve şöyle dedi:
Resûlüllah'ın
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: "Cehennem
ahalisi kaba saba, kırıcı, böbürlenen, malk biriktirip cimri davranan kişilerden
oluşmaktadır. Cennet ahalisi de zayıf görülen ve çaresizlerden oluşmaktadır."
İbn Merdûye,
Hârise b. Vehb'den bildirir: Resûlüllah'ın
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu
işittim: "Sizlere Cennet ahalisinin kim olduklarını söyleyeyim mi? Bunlar zayıf
olan ve zayıf görülen, (buna karşılık) yemin edecek olsa Yüce Allah tarafindan
bu yemini doğru çıkarılan kişilerdir. Peki, Cehennem ahalisinin kimler olduğunu
söyleyeyim mi? Bunlar da kaba, kırıcı, mal biriktirip cimri davranan ve
böbürlenen kimselerdir."
Abd b. Humeyd,
İbn Cerîr,
İbnu'l-Münzir ve İbn Ebî Hâtim, İbn
Abbâs'tan bildirir: "Utull soysuz olan, başkaları tarafından sahiplenilen
kişidir. Zenîm ise kötülükle tanınan ve kendilerinden şüphe duyulan kişilerdir."
Firyâbî,
Abd b. Humeyd,
İbnu'l-Münzir, Harâitî Mesâviu'l-Ahlâk'ta ve
Beyhakî'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) âyetini açıklarken:
"Keçinin gerdan küpesiyle (.zeneme) bilinmesi gibi kötülüğüyle tanınıp bilinen
kişidir" demiştir.
İbn Ebî Hâtim,
İbn Abbâs'tan bildirir: Zenîm, bir topluluğun yanından geçerken onun hakkında:
"Ne kötü adamdır" denilen kişidir.
Buhârî,
Nesâî, İbn Ebî
Hâtim, İbn Merdûye ve
Ebû Nuaym'ın bildirdiğine göre İbn Abbâs:
(.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bu kişi Kureyş'ten bir adamdı.
Keçinin gerdan küpesi gibi boğazında bir et parçası vardı ve bununla tanınırdı."
İbn Cerîr
ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn
Abbâs bu âyetleri açıklarken şöyle demiştir: "Bu kişinin âyetlerde özellikleri
anlatıldı, ancak kim olduğu bilinemedi. En sonunda Zenîm denilince anlaşıldı.
Zira bu kişinin boynunda keçinin gerdan küpesini andıran bir et parçası vardı ve
bununla biliniyordu."
İbn Cerîr'in
bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Zenîm, başkalarının soyuna katılan soysuz kişidir"
demiştir.
İbn Ebî Hâtim'in
bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Zenîm, başkaları tarafından sahiplenilen soysuz,
ahlâksız ve rezil kişidir" demiştir.
İbn Cerîr,
İbnu'l-Münzir ve
İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Zenîm, zalim kişidir"
demiştir.
Tastî'nin
Mesâü'de bildirdiğine göre Nâfi' b. el-Ezrak,
İbn Abbâs'a: (.....) ifadesinin anlamını sorunca, İbn Abbâs: "Zinadan olma
soysuz kişi anlamındadır" dedi. Nâfi':
"Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi ki?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı
verdi: "Evet, bilirler. Şairin:
"Başkaları tarafından sahiplenilen soysuz biridir
Paçaların derinin kenarlarına eklenmesi gibi" dediğini İşitmez misin?"
Abdurrezzâk
ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre Ali b.
Ebî Tâlib: "Zenîm, rezil ve kafir olan kişidir" demiştir.
İbn Cerîr,
İbn Ebî Hâtim ve
İbn Merdûye'nin bildirdiğine göre İbn Abbâs: (.....) ifadesini: "Yalancı"
şeklinde açıklamıştır, (.....) ifadesini: "Gıybetçi" şeklinde açıklamıştır,
(.....) ifadesini: "Acımasız, katil" şeklinde açıklamıştır. (.....) ifadesini:
"Başkalarının soyuna katılan, soysuz" şeklinde açıklamıştır. "Yakında biz onun
burnunu damgalayacağız" âyetini açıklarken de: "Bu kişi Bedir savaşına katılmış
ve kılıçla burnu kesilerek damgalanmıştır" demiştir.
Abdurrezzâk,
Abd b. Humeyd ve
İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Yakında biz onun burnunu
damgalayacağız" âyetini açıklarken: "Burnuna devamlı olarak taşıyacağı bir
işaret konulacaktır" demiştir.
Abd b. Humeyd'in
bildirdiğine göre Katâde: "Yakında biz onun burnunu damgalayacağız" âyetini
açıklarken: "Ona öyle bir işaret koyacağız ki bunu hep üzerinde taşıyacaktır"
demiştir.
Abd b. Humeyd'in
bildirdiğine göre Âsim, "Mal ve oğullar sahibi olmuş diye" âyetini "Malı ve
oğulları var diye mi?" anlamına gelecek şekilde: (.....) lafzıyla okurdu.
İbn Ebî Hâtim,
Taberânî, İbn
Merdûye ve Şuabu'l-îman'da Beyhakî'nin
Abdullah b. Amr'dan bildirdiğine göre Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Kişi başkaları hakkında konuşan, onlarla alay eden, lakap takan biri olarak
öldüğü zaman kıyamet gününde Yüce Allah her iki yanağının üzerine kendisiyle
tanınacağı bir işaret koyacaktır. "
17
Bkz.
Ayet:40
18
Bkz.
Ayet:40
19
Bkz.
Ayet:40
20
Bkz.
Ayet:40
21
Bkz.
Ayet:40
22
Bkz.
Ayet:40
23
Bkz.
Ayet:40
24
Bkz.
Ayet:40
25
Bkz.
Ayet:40
26
Bkz.
Ayet:40
27
Bkz.
Ayet:40
28
Bkz.
Ayet:40
29
Bkz.
Ayet:40
30
Bkz.
Ayet:40
31
Bkz.
Ayet:40
32
Bkz.
Ayet:40
33
Bkz.
Ayet:40
34
Bkz.
Ayet:40
35
Bkz.
Ayet:40
36
Bkz.
Ayet:40
37
Bkz.
Ayet:40
38
Bkz.
Ayet:40
39
Bkz.
Ayet:40
40
"Biz, vaktiyle bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, onlara da bela verdik.
Hani onlar sabah olurken onu devşireceklerine yemin etmişlerdi. (Bunu
tasarlarken) istisna da yapmıyorlardı. (İnşaallah demiyorlardı.) Nihayet onlar
uykuda iken Rabbinden bir afet (ateş) bahçeyi sardı. Böylece bahçe, (anızı)
yakılmış toprağa döndü. Derken, sabahleyin birbirlerine, «Haydi, eğer ürününüzü
devşirecekseniz erkenden gidin» diye seslendiler. Bunun üzerine, «Sakın, bugün
orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın» diye fısıldaşarak yola koyuldular.
(Yoksullara yardım etmeğe) güçleri yettiği halde (böyle söyleyerek) erkenden
yola çıktılar. Fakat bahçeyi o halde gördüklerinde, «Biz mutlaka yolumuzu
şaşırmış olmalıyız!» dediler. (Gerçeği anlayınca da), «Hayır, meğer biz mahrum
bırakılmışız!» dediler. Onların en akl-ı selim sahibi olanı, «Ben size
'Rabbinizi tespih etseydiniz ya! dememiş miydim?» dedi. Onlar, «Rabbimizi tesbih
ederiz (yüceltiriz). Şüphesiz biz zalim kimseler imişiz» dediler. Bunun üzerine
birbirlerini kınamaya başladılar, şöyle dediler: «Yazıklar olsun bize! Gerçekten
biz azgın kişilermişiz! Umulur ki, Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini
verir. Çünkü biz artık Rabbimizi arzulayanlarız.» İşte böyledir azap! Ahiret
azabı ise elbette daha büyüktür,- ah bir bilselerdi! Şüphesiz Allah'a karşı
gelmekten sakınanlar için Rableri katında Naîm cennetleri vardır. Sor onlara:
«Onların hangisi buna kefildir?»"
Abd b. Humeyd'in
bildirdiğine göre Katâde: "Biz, vaktiyle bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi,
onlara da bela verdik..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Yüce Allah bu
bahçe sahiplerinin hikayesini anlatmış ve başlarına gelenleri açıklamıştır."
İbnu'l-Münzir
ve İbn Ebî Hâtim, İbn Cüreyc'den bildirir:
Bedir savaşı sırasında Ebû Cehil Müslümanları kastederek: "Onları yakalayın ve
iplerle bağlayın, ancak içlerinden kimseyi öldürmeyin!" dedi. Bunun üzerine:
"Biz, vaktiyle bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, onlara da bela verdik.
Hani onlar sabah olurken onu devşireceklerine yemin etmişlerdi" âyeti nâzil
oldu. Bahçe sahipleri de bahçelerindeki ürünleri toplamaya güçlerinin yeteceğini
zannediyorlardı ancak bunu yapamadılar. Siz de bu niyetinizi
gerçekleştiremeyeceksiniz mesajı verildi.
İbn Ebî Hâtim'in
bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Biz, vaktiyle bahçe sahiplerine bela verdiğimiz
gibi, onlara da bela verdik..." âyetini açıklarken: "Bunlar Ehl-i Kitab'dan olan
kimselerdi" demiştir.
İbnu'l-Münzir
ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn
Abbâs: "Biz, vaktiyle bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, onlara da bela
verdik..." âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bunlar Habeşli insanlardı.
Babalarının bir bahçesi vardı ve ölene kadar bu bahçeden yoksullara dağıtırdı.
Ancak babaları ölünce çocukları: "Babam bahçeden yoksullara dağıtarak
düşüncesizlik etmiş" demeye başladılar. Hasat zamanı ürünü sabah vakti
toplayacaklarına ve bu ürünlerden yoksullara hiçbir şey vermeyeceklerine dair
yemin ettiler.
Abdurrezzâk,
Abd b. Humeyd ve
İbnu'l-Münzir, Katâde'den bildirir: Bu bahçe İsrail oğullarından yaşlı
bir adamındı. Bahçeden çıkan üründen bir yıllık azığını kaldırır, gerisini de
dağıtırdı. Hayattayken çocukları onun bu şekilde ürünü dağıtmasına engel olmaya
çalışırlardı. Babaları ölünce bir sabah vakti bahçeye geldiler ve: "Bugünden
sonra bu bahçeye tek bir yoksul dahi girmeyecek!" dediler. Yüce Allah bu konuda
kararlılıklarını: "Amaçlarına ulaşmaya güçleri yetiyormuş gibi erkenden
gittiler" âyetiyle ifade etmiştir.
Abdurrezzâk,
Abd b. Humeyd ve
İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b. Cübeyr: "Biz, vaktiyle bahçe
sahiplerine bela verdiğimiz gibi, onlara da bela verdik..." âyetini açıklarken
şöyle demiştir: "Yemen'de adına Daravân denilen bir bahçeydi. San'â ile arasında
altı millik bir mesafe vardır."
Abd b. Humeyd
ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû
Mâlik: (.....) kelâmını: "Sabahtan
gideceklerine" şeklinde açıklamıştır.
Abd b. Humeyd
ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Ebû
Sâlih: "Onlar istisna da etmiyorlardı" âyetini açıklarken şöyle demiştir:
"İstisnâda bulunmamaları «Sübhanallah» dememeleridir."
İbn Cerîr'in
bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Nihayet onlar uykuda iken Rabbinden bir afet
bahçeyi sardı" âyetini açıklarken: "Bu afet Yüce Allah'ın emri ile bahçeyi
sarmıştı" demiştir.
İbnu'l-Münzir'in
bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Nihayet onlar uykuda iken Rabbinden bir afet
bahçeyi sardı" âyetini açıklarken: "Bu afet ateşten bir cezaydı. Bahçenin
vadisinden çıkıp tüm bahçeyi sarmıştı" dedi.
Abd b. Humeyd
ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:
"Nihayet onlar uykuda iken Rabbinden bir afet bahçeyi sardı" âyetini açıklarken:
"Gece vakti bahçe hakkında Allah'ın emri geldi" demiştir. "Sonunda devşirilmişe
dönüverdi" âyetini açıklarken de: "Gece vuran afetle sabah vakti sanki bahçenin
tüm ürünleri toplanmış gibi oldu" demiştir.
Abd b. Humeyd'in
bildirdiğine göre İkrime: (.....) âyetini açıklarken: "Gecenin karanlığı gibi
simsiyah kesiliverdi" demiştir.
Abd b. Humeyd,
Matar b. Meymûn'dan aynısını bildirir.
Abd b. Humeyd,
İbn Ebî Hâtim ve
İbn Merdûye, İbn Mes'ûd'dan bildirir:
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):
"Günahlardan uzak durun! Zira kul bir günah işler de bundan dolayı ilimden bir
kısmını unutur. Kul bir günah işler de bundan dolayı gece kıyamından mahrum
edilir. Kul bir günah işler de bundan dolayı kendisine hazırlanmış olan bir
rızıktan mahrum kalır" buyurdu. Sonra: "Nihayet onlar uykuda iken Rabbinden bir
afet bahçeyi sardı. Sonunda devşirilmişe dönüverdi" âyetlerini okudu ve: "Onlar
da işledikleri günahtan dolayı bahçelerinin ürününden mahrum bırakıldılar"
buyurdu.
Abdurrezzâk,
Abd b. Humeyd,
İbn Cerîr, İbnu'l-Münzir ve
İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn Abbâs:
(.....) âyetini açıklarken: "Gecenin karanlığı gibi simsiyah kesiliverdi"
demiştir.
Tastî'nin
Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b.
el-Ezrak, İbn Abbâs'a:
(.....) ifadesinin anlamını sorunca, İbn Abbâs: "Gitmiş, yok olmuş anlamındadır"
dedi. Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi
bilir mi ki?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler.
Şairin:
"Bir
sabah erkenden yanma vardığımda oturuyordu
Ancak
kalkıp gitmek için de hazırlanmıştı " dediğini İşitmez misin?"
Abd b. Humeyd,
İbnu'l-Münzir ve
İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre Mücâhid: "Ürünlerinizi devşirecekseniz
erken çıkın" âyetini açıklarken: "Bu bahçe üzüm bahçesiydi" demiştir.
İbnu'l-Münzir'in
bildirdiğine göre İbn Abbâs: "Fısıldaşarak yola koyuldular" âyetini açıklarken:
"Aralarında kimselerin duymayacağı şekilde kısık bir sesle konuşmaya başladılar"
demiştir.
Abd b. Humeyd'in
bildirdiğine göre Katâde: "Fısıldaşarak yola koyuldular" âyetini açıklarken:
"Bahçeye hiçbir yoksulu sokmayacaklarını aralarında fısıldaşarak konuşuyorlardı"
demiştir. "Amaçlarına ulaşmaya güçleri yetiyormuş gibi erkenden gittiler"
âyetini açıklarken: "Kendilerince bahçenin ürünlerini toplamaya güçlerinin
olduğunu düşünerek yola düştüler" demiştir.
İbn Cerîr
ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İbn
Abbâs: "Amaçlarına ulaşmaya güçleri yetiyormuş gibi erkenden gittiler" âyetini
açıklarken: "Yoksulları bahçeden alıkoymaya ve ürünü toplamaya güçlerinin
yettiğini düşünerek erkenden bahçeye gittiler" demiştir.
Saîd b. Mansûr
ve Abd b. Humeyd'in bildirdiğine göre
Mücâhid: "Amaçlarına ulaşmaya güçleri yetiyormuş gibi erkenden gittiler" âyetini
açıklarken şöyle demiştir: "Yoksulları bahçenin ürünlerinden alıkoymaya
güçlerinin yetebileceğini düşündüler. Bu konuda ortak bir karara varıp erkenden
bu işe koyuldular."
Abd b. Humeyd
ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime:
(.....) ifadesini: "Öfke içinde" şeklinde açıklamıştır.
Abd b. Humeyd'in
bildirdiğine göre Hasan(-ı Basrî): "Amaçlarına ulaşmaya güçleri yetiyormuş gibi
erkenden gittiler" âyetini açıklarken: "Bu amaç fakirleri bahçenin ürününden
mahrum etmektir" demiştir.
Abd b. Humeyd'in
bildirdiğine göre Âmir: "Amaçlarına ulaşmaya güçleri yetiyormuş gibi erkenden
gittiler" âyetini açıklarken: "Yoksulları ondan uzaklaştırmaya güçlerinin
yetebileceğini düşünerek ve bunun azmi içinde erkenden bahçeye gittiler"
demiştir.
İbnu'l-Münzir
ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn
Abbâs: "Fakat bahçeyi gördüklerinde «Mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız»
dediler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bahçelerinin yerini şaşırıp farklı
bir bahçeye geldiklerini düşündüler."
Abdurrezzâk,
Abd b. Humeyd ve
İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde: "Fakat bahçeyi gördüklerinde
«Mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız» dediler" âyetini açıklarken: "Yolumuzu
şaşırmış olmalıyız, zira bizim bahçemiz bu değildir, demeye başladılar"
demiştir. "Yok, Şüphesiz biz mahrum bırakılmışız!" âyetini açıklarken: "Hayır,
biz birilerini ondan mahrum bırakınca biz de ondan mahrum edildik, dediler"
demiştir.
"Ortancaları «Ben size demedim mi? Tesbih etmeli değil miydiniz?» dedi" âyetini
açıklarken: "Ortancalarından kasıt, içlerinden en adil, en asil ve sözü en fazla
dinlenilir olanıdır" demiştir.
İbnu'l-Münzir'in
bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Yok, Şüphesiz biz mahrum bırakılmışız!" âyetini
açıklarken şöyle demiştir: İşaretlerden yola çıkarak söz konusu bahçenin kendi
bahçeleri olduğunu öğrendiklerinde yolu şaşırmadıklarını, yanlış yere
gelmediklerini anladılar ve: "Yok, Şüphesiz biz mahrum bırakılmışız!" dediler.
İbnu'l-Münzir,
Ma'mer'den bildirir: Katâde'ye: "Bahçe sahipleri Cennet ahalisinden mi, yoksa
Cehennem ahalisinden midir?" diye sorduğumda: "Beni zor bir işin altına koydun"
dedi.
Abd b. Humeyd'in
bildirdiğine göre Mücâhid: "Ortancaları «Ben size demedim mi? Tesbih etmeli
değil miydiniz?» dedi" âyetini açıklarken: "Ortancalarından kasıt, en mutedil
olanıdır" demiştir.
Abd b. Humeyd'in
bildirdiğine göre İkrime: "Ortancaları «Ben size demedim mi? Tesbih etmeli değil
miydiniz?» dedi" âyetini açıklarken: "Ortancalarından kasıt, içlerinden mutedil
olanıdır. Kur'ân'da bulunan Evsat ifadelerinin tümü de bu anlamdadır" demiştir.
İbnu'l-Münzir
ve İbn Ebî Hâtim'in bildirdiğine göre İbn
Abbâs: "Ortancaları «Ben size demedim mi? Tesbih etmeli değil miydiniz?» dedi"
âyetini açıklarken: "Ortancalarından kasıt, en mutedil olanıdır" demiştir.
İbn Ebî Hâtim'in
bildirdiğine göre Süddî: "Ortancaları «Ben size demedim mi? Tesbih etmeli değil
miydiniz?» dedi" âyetini açıklarken: "O zamanlar bir konuda istisnâda bulunmayı
tesbih ile ifade ederlerdi" demiştir.
İbnu'l-Münzir'in
bildirdiğine göre İbn Cüreyc: "Ortancaları «Ben size demedim mi? Tesbih etmeli
değil miydiniz?» dedi" âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Tesbihten kasıt,
istisnâda bulunmadır. Sabah erkenden ürünü toplayacaklarına dair yemin
ettiklerinde herhangi bir istisnâda bulunmamışlardı. Tesbihten kasıt da bizim
'İnşaallah' dememiz gibi bir istisnâda bulunmalarıdır."
Abd b. Humeyd
ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Katâde:
"İşte azap böyledir; ama âhiret azabı daha büyüktür; keşke bilseler!" âyetini
açıklarken: "Dünyada verilen ceza işte böyledir, ancak âhirette verilecek ceza
daha büyük ve ağır olacaktır" demiştir. "Sor onlara: Onların hangisi buna
kefildir?" âyetini açıklarken de: "Önceki hususların doğruluğu konusunda kim
garanti verebilir?" demiştir.
İbnu'l-Münzir'in
bildirdiğine göre İbn Cüreyc: (.....) ifadesini: "Okuyorsunuz" şeklinde
açıklamıştır, (.....) ifadesini de: "Bizden aldığınız sözler mi var?" şeklinde
açıklamıştır.
41
Yoksa onların (bu sözde) ortakları mı var? Öyle ise, o ortaklarını da getirsinler, eğer (sözlerinde)doğru iseler.”
42
"O
gün baldırdan açılır ve secdeye davet edilirler; fakat güç getiremezler."
Buhârî,
İbnu'l-Münzir ve
İbn Merdûye, Ebû Saîd'den bildirir: Hazret-i
Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem)
şöyle buyurduğunu işittim: "Yüce Allah baldırını açtığı zaman mümin olan erkek
ve kadınların tümü secdeye kapanır. Geriye dünyada iken gösteriş ve nam için
namaz kılanlar kalır ki onlar da secdeye gitmek isterler, ancak sırtları tek
parçaymış gibi bükülmez. "
İbn Mende
er-Reddu Ala'l-Cehmiyye'de Ebû Hureyre'den bildirir: "O gün baldırdan açılır..."
âyeti konusunda Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem): "Yüce Allah o
günde baldırını açar" buyurmuştur.
Abdurrezzâk,
Abd b. Humeyd,
İbnu'l-Münzir ve İbn Mende'nin
bildirdiğine göre İbn Mes'ûd bu âyeti: (.....) lafzıyla okumuş ve: "O günü Yüce
Alllah baldırını açar" şeklinde açıklamıştır.
Ebû Ya'lâ,
İbn Cerîr,
İbnu'l-Münzir, İbn Merdûye,
Beyhakî el-Esmâ ve's- Sıfât'ta ve
İbn Asâkir, Ebû Mûsa'dan bildirir:
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem): "O gün baldırdan açılır..." âyetini
açıklarken: "Yüce Allah o gün büyük bir nurun üzerini açar ve tüm insanlar ona
secdeye kapanır" buyurmuştur.
Firyabî,
Saîd b. Mansûr,
İbn Mende ve Beyhakî'nin bildirdiğine
göre İbrâhim en-Nehaî, "O gün baldırdan açılır..." âyetini açıklarken şöyle
demiştir: Bu konuda İbn Abbâs: "Burada baldırdan kasıt büyük bir işin üzerini
açması, onu açığa çıkarmasıdır" dedi. İbn Mes'ûd ise: "Yüce Allah baldırının
üzerini açınca tüm müminler secdeye gider. Kafirin sırtı ise sertleşip tek bir
kemik parçası haline gelir, secde edemez" dedi.
Abd b. Humeyd,
İbnu'l-Münzir,
İbn Ebî Hâtim, Hâkim ve
Beyhakî el-Esmâ ve's-Sifât'ta İkrime
vasıtasıyla bildirir: İbn Abbâs'a, (.....) âyeti sorulunca şöyle dedi:
"Kur'ân'da anlamını bilmediğiniz bir ifade ile karşılaştığınız zaman anlamını
şiirde arayın. Zira şiirler Arapların divanıdır. Bu ifade hakkında şairin:
"Tak
ammül edin dizginler hızlıca koşmasına
Sahiplerindir kafa kesmeme yol veren
Ve
sıkıntılar üzerine işte savaş da koptu" dediğini işitmez misiniz? Sâk ağır
sıkıntıların olduğu bir gündür."
Tastî'nin
Mesâil'de bildirdiğine göre Nâfi' b.
el-Ezrak, İbn Abbâs'a: (.....) âyetinin anlamını sorunca, İbn Abbâs: "Âhiretin
şiddeti ile sıkıntılarının üzeri açılır, anlamındadır" dedi.
Nâfi': "Araplar öylesi bir ifadeyi bilir mi
ki?" diye sorunca da İbn Abbâs şu karşılığı verdi: "Evet, bilirler. Şairin:
"Ve
sıkıntılar üzerine savaş da koptu" dediğini işitmez misin?"
İbn Ebî Hâtim
ve Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sifât'ta
bildirdiğine göre İbn Abbâs: "O gün baldırdan açılır..." âyetini açıklarken
şöyle demiştir: "Baldırın açılmasından kasıt, kıyamet gününün o korkunç ve
dehşetli hallerinin ortaya çıkarılmasıdır."
İbn Mende'nin
bildirdiğine göre İbn Abbâs: "O gün baldırdan açılır..." âyetini açıklarken:
"Baldırın açılmasından kasıt, kıyamet gününün dehşetinin üzerinin açılmasıdır"
demiştir.
Firyâbî,
Abd b. Humeyd,
İbnu'l-Münzir ve İbn Mende'nin
bildirdiğine göre Mücâihd: "O gün baldırdan açılır..." âyetini açıklarken şöyle
demiştir: Baldırların açılmasından kasıt, kıyamet gününün o dehşetli hallerinin
ortaya çıkarılmasıdır. İbn Abbâs da bu konuda: "Kıyametin en dehşetli günü bu
gündür" derdi.
Beyhakî'nin
el-Esmâ ve's-Sifât'ta bildirdiğine göre İbn Abbâs, "O gün baldırdan açılır..."
âyetini okumuş ve: "Baldırın açılmasından kasıt, kıyamet günü ve anının
dehşetinin açığa çıkmasıdır" demiştir.
Beyhakî'nin
bildirdiğine göre İbn Abbâs: "O gün baldırdan açılır..." âyetini açıklarken
şöyle demiştir: "Baldırın açılması âhiret saatinin gelmesi ve amellerin ortaya
serilmesidir."
Saîd b. Mansûr,
Abd b. Humeyd ve
İbn Mende, Amr b. Dînâr vasıtasıyla bildirir: İbn Abbâs bu âyeti: (.....)
lafzıyla okurdu. Ebû Hâtim es-Sicistânî: "Yani âhiret baldırını açar ve daha
önce insanlara görünmeyen yönleri açığa çıkar" demiştir.
Abd b. Humeyd'in
bildirdiğine göre Âsim, "O gün baldırdan açılır..." âyetini (.....) lafzıyla
okumuştur.
Abd b. Humeyd,
İbnu'l-Münzir ve
Beyhakî'nin el-Esmâ ve's-Sifât'ta bildirdiğine göre İkrime'ye: "O gün
baldırdan açılır..." âyeti sorulunca şöyle dedi: Araplar savaş kızıştığı ve
sıkıntılar arttığı zaman durumun vehametini açıklamak için: "Savaş baldırını
açtı" derlerdi. Yüce Allah o günün dehşetini Arapların da bildiği bir deyimle
dile getirmiştir.
Abd b. Humeyd
ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre İkrime:
(.....) âyetini açıklarken şöyle demiştir: "Bunlar Yüce Allah'ın önündeki
perdelerdir. Kıyamet gününde bu perdeler müminler için açılır."
Abd b. Humeyd
ve İbnu'l-Münzir'in bildirdiğine göre Saîd b.
Cübeyr'e (.....) âyeti sorulunca aşırı bir şekilde kızdı ve: "Bazıları bunun
Yüce Allah'ın baldırını açacağı anlamına geldiğini söylüyor. Oysa bunun anlamı o
günün dehşetinin üzerinin açılması, onun gösterilmesidir" dedi.
İbnu'l-Münzir'in
bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Secdeye davet edilirler; fakat güç
getiremezler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Bunlar kafirlerdir. Dünyada
güven içindeyken Allah'a itaate davet edilirlerdi. Ancak böylesi bir günde korku
içindeyken bu davet kendilerine yapılır. Daha sonra Yüce Allah hem dünya, hem de
âhirette müşriklerin itaate yapılan davete karşılık vermemelerinin sebeplerini
de açıklar. "...Onlar işitemezler ve göremezlerdi" buyurarak dünyada iken itaata
yapılan davete karşılık vermemelerinin sebebini ifade der. Âhiret te bunu
yapamamalarının sebebi konusunda da: "...Secdeye davet edilirler; fakat güç
getiremezler. Gözleri horluktan aşağı düşmüş bir halde kendilerini zillet
bürür..." buyurur.
İbnu'l-Münzir'in
bildirdiğine göre Mücâhid bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: "Bize bildirilene
göre o günde her iki mümin arasında bir münafık bulunur. Müminler secde ederken
münafığın sırtı sertleşir ve secdeye gidemez. Müminlerin bu şekilde secde
etmeleri karşısında da münafıkların üzüntüleri ve pişmanlıkları daha da artar."
Abd b. Humeyd'in
bildirdiğine göre Mücâhid: "O gün baldırdan açılır..." âyetini açıklarken:
"Baldırın açılmasından kasıt, büyük bir belanın üzerinin açılmasıdır" demiştir.
Abd b. Humeyd'in
bildirdiğine göre İbrâhim en-Nehaî: "O gün baldırdan açılır..." âyetini
açıklarken: "Baldırın açılmasından kasıt, büyük ve ağır olan bir durumun
üzerinin açılmasıdır" demiştir.
Abd b. Humeyd'in
bildirdiğine göre Rabî' b. Enes: "O gün baldırdan açılır..." âyetini açıklarken
şöyle demiştir: "Baldırın açılmasından kasıt, Yüce Allah'ın önündeki perdenin
açılmasıdır. Bu perde açılınca dünyada iken Allah'a iman etmiş olanlar secdeye
kapanırlar. Diğerleri de secde etmeye davet edilirler ancak bunu yapamazlar.
Çünkü dünyada iken iman etmemiş, bu davete kulak asmamış, güven içinde iken
böylesi bir secdeye gitmemişlerdi."
Abd b. Humeyd'in
bildirdiğine göre Katâde: "O gün baldırdan açılır ve secdeye davet edilirler;
fakat güç getiremezler" âyetini açıklarken şöyle demiştir: Kıyamet gününde büyük
ve dehşet veren bir durumun üzeri açılır.
Kafirler secdeye davet edilirler ancak bunu yapmaya güçleri yetmez. Bize
bildirilene göre bu konuda Hazret-i Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyamet gününde
müminlere secde için izin verilince secdeye giderler. Her iki mümin arasında da
bir münafık bulunur. Secde sırasında münafığın sırtı sertleşir ve secde edemez.
Yüce Allah müminlerin secdeye gitmesini münafıklar için kınama, küçük düşürme,
zillet, pişmanlık ve hasret vesilesi kılar" buyurmuştur. "...Oysa kendileri
sapasağlam oldukları zaman secdeye çağırılmışlardı"' âyetinde bu çağrının henüz
dünyada iken yapıldığı ifade edilmiştir.
İbn Merdûye,
Ka'bu'l-Ahbâr'dan bildirir: Tevrat'ı Mûsa'ya, İncil'i İsa'ya, Zebûr'u Dâvud'a ve
Furkân (Kur'ân)'ı Muhammed'e (sallallahü aleyhi ve
sellem) indirene yemin olsun ki "O gün işin dehşetinden baldırdan açılır;
gözleri dönmüş olarak yüzlerini zillet bürür; secdeye çağırılırlar ama buna
güçleri yetmez. Oysa kendileri sapasağlam oldukları zaman secdeye
çağırılmışlardı" kelâmında sapasağlam iken kendilerine yapılan söz konusu çağrı
ile davet, dünyada iken beş vakit namaz için yapılan çağrıdır."
Şuabu'l-îman'da Beyhakî'nin bildirdiğine göre
Saîd b. Cübeyr: "...Oysa kendileri sapasağlam oldukları zaman secdeye
çağırılmışlardı" âyetini açıklarken: "Bundan kasıt, beş vakit namazı cemaatle
kılmaya yapılan çağrıdır" demiştir.
Beyhakî'nin
bildirdiğine göre İbn Abbâs: "...Oysa kendileri sapasağlam oldukları zaman
secdeye çağırılmışlardı" âyetini açıklarken: "Dünyada iken onlardan biri ezanı
duyardı, ancak icabet edip namazı kılmazdı" demiştir.
Abd b. Humeyd,
Hasan(-ı Basrî)'den bildirir: Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"Yüce Allah kıyamet gününde tüm insanları bir araya topladıktan sonra bir
münadi: «Her kim bir şeye ibadet etmişse onun peşinden gitsin!» diye seslenir.
Bunun üzerine her topluluk ibadet ettiklerinin peşinden giderler. Geriye
Müslümanlar ile Ehl-i Kitab'dan olan diğer insanlar kalır. Yahudilere: «Siz kime
ibadet ediyordunuz?» diye sorulunca: «Allah'a ve Mûsa'ya» derler. Ancak
kendilerine: «Sizler Mûsa'nın yolundan değilsiniz, Mûsa da sizin yolda olan biri
değildir» karşılığı verilir ve sol tarafa sürülürler. Sonra Hıristiyanlara: «Siz
kime ibadet ediyordunuz?» diye sorulur. Hıristiyanlar: «Allah'a ve İsa'ya»
derler. Ancak kendilerine: «Sizler İsa'nın yolundan değilsiniz, İsa da sizin
yolda olan biri değil» karşılığı verilir ve onlar da sol tarafa sürülürler.
Geriye Müslümanlar kalır. Onlara: «Siz kime ibadet ediyordunuz?» diye sorulunca
Müslümanlar: «Allah'a ibadet ediyorduk» derler. Kendilerine: «Peki, onu tanıyor
musunuz?» diye sorulunca, Müslümanlar: «Şayet bize kendini tanıtırsa tanırız»
derler. İşte orada secde etmelerine izin verilir. Her iki mümin arasında da bir
münafık bulunur. Müminler secdeye giderken münafıkların sırtı katılaşıp secdeye
güç yetiremezler." Sonrasında Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem): "...Secdeye davet
edilirler; fakat güç yetiremezler'" âyetini okudu.
İshâk b. Râhûye
Müsned'de, Abd b. Humeyd,
İbn Ebi'd-Dünyâ,
Taberânî, Âcurrî eş-Şerîa'da, Dârakutnî
Ru'ye'de, Hâkim,
İbn Merdûye ve
Beyhakî el- Ba's'da Abdullah b. Mes'ûd'dan bildirir:
Hazret-i Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Yüce Allah kıyamet gününde
gelmiş geçmiş tüm insanları bir araya toplar. Sonra kendisi de bulutların
gölgesi altında gelir. Bir münadi: «Ey insanlar! Sizleri yaratan, en güzel şekli
veren ve rızıklandıran Rabbinizin, her bir insanı dünyada iken kendisine ibadet
ettiği ve dost edindiği kişiyle beraber kılmasına razı olur musunuz? Böyle
yapması adilane olmaz mı?» diye seslenir. İnsanlar: «Tabi ki razıyız ve
adilanedir» karşılığını verince, münadi: «O zaman her bir insan dünyada iken
dost edindiği kişinin yanına gitsin» der.
Bunun
üzerine dünyada iken taptıkları şeylerin benzerleri karşılarına çıkarılır.
İsa'ya tapanların karşısına İsa'nın şeytanı, Uzeyir'e tapanların karşısında
Uzeyir'in şeytanı çıkarılır. Hatta ağaç, dal, taş her neye tapmışlarsa
karşılarına bunların da benzerleri çıkarılır. İnsanlar çıkarılan bu şeylerin
peşine takılırlar. Herkes gidince sadece Müslümanlar yerlerinde kalırlar. Bunun
üzerine Yüce Allah bir sûrete bürünüp karşılarına çıkar ve: «Neden siz de diğer
insanlar gibi ibadet ettiklerinizin peşinden gitmiyorsunuz?» diye sorar.
Müslümanlar: «Bizim bir Rabbimiz var ve henüz onu görmedik» derler. Yüce Allah:
«Rabbinizi görseniz o olduğunu nereden bileceksiniz?» diye sorunca, Müslümanlar:
«Onunla aramızda bir işaret vardır. Bu işareti görünce onu tanıyacağız» derler.
Yüce Allah: «Bu işaret nedir?» diye sorunca, Müslümanlar: «Baldırım açmasıdır»
derler. Yüce Allah orada baldırını açınca daha önce isteyerek secde etmiş
olanların tümü secdeye kapanır. Geriye sırtları sığır sırtı gibi tek parça olan
ve secdeye gitmek istemelerine rağmen bunu yapamayanlar kalır.
Emir
verilince Müslümanlar başlarını secdeden kaldırırlar. Sonrasında dünyadaki
amellerine göre kendilerine nur verilir. Bu nur kimisinin önünde dağ kadar olur,
kimisinin yanında dağdan daha fazla olur. Kimisine verilen nur bir hurma ağacı
kadar olur ve sağ tarafında durur. Kimisine verilen nur hurma ağacından daha da
ufak olur ve yine sağ tarafında durur. En sona kalan kişinin nuru ise ameline
göre ancak ayak başparmaklarını aydınlatacak kadar olur. Bu nur bazen yanıp
bazen söndüğü için kişi, yanınca adımını atar, sönünce de durur.
Bu
şekilde Sırat'ın üzerinden geçmeye başlarlar. Sırat kılıçtan keskin olup
üzerinde durulamayacak kadar kaygandır. İnsanlara: «Nurunuzun ışığına göre
Suat'tan karşıya geçin» denilince amellerine göre kimisi ışık hızında, kimisi
göz açıp kapayıncaya kadar, kimisi rüzgar gibi, kimisi koşma hızında, kimisi
hızlı bir yürüyüşle karşıya geçer. Nuru ayak başparmaklarına verilen kişi ise
Suat'ın üzerinde bir elini sürürken diğerini sabit tutar. Bir ayağını ileri
atarken diğerini geride bırakır. Arada bir yan taraflarına ateş değer. Bu
şekilde hepsi de karşıya geçince: «Seni (Cehennemi) bize gösterdikten sonra
kurtaran Allah'a hamdolsun! Yüce Allah hiç kimseye vermediğini bize ihsan etti»
derler.
Ardından Cennetin kapısının yanında fazla derin olmayan bir suya gelip içinde
yıkanırlar. Yıkandıktan sonra Cennetliklerin kokusu ile ten rengine kavuşurlar.
Açık olan Cennet kapısının aralıklarından bakınca Cennetin en alt yerinde bir ev
görürler ve: «Rabbimiz! Bu evi bize ver» derler. Yüce Allah: «Sizleri
Cehennemden kurtarmama rağmen hâlâ benden Cenneti mi istiyorsunuz?» karşılığını
verince, onlar: «Rabbimiz! Sadece bu evi bize ver ve şu kapıyı da Cehennemle
aramızda bir engel kıl ki onun sesini duymayalım» derler. Yüce Allah: «Ama bu
evi verirsem siz başkasını da istersiniz!» buyurunca, onlar: «Hayır! İzzetine
yemin olsun ki senden başkasını istemeyiz. Hem ondan daha güzel bir ev mi olur!»
derler.
Sonunda Cennete girerler. Girince o evin ötesinde başka bir ev daha görürler ki
ilk gördükleri ev onun yanında bir hayal gibi sönük kalır. «Rabbimiz! O evi bize
ver» dediklerinde, Yüce Allah: «Ama bu evi verirsem siz başkasını da
istersiniz!» buyurur. Onlar: «Hayır! İzzetine yemin olsun ki senden başkasını
istemeyiz. Hem bundan daha güzel bir ev mi olur!» derler. Bunun üzerine bu ev
kendilerine verilir. Ancak bu evin de ötesinde başka bir ev daha görürler ki ilk
gördükleri ev onun yanında bir hayal gibi sönük kalır. «Rabbimiz! O evi bize
ver» dediklerinde, Yüce Allah: «Ama bu evi verirsem siz başkasını da
istersiniz!» buyurur. Onlar: "«Hayır! İzzetine yemin olsun ki senden artık
başkasını istemeyiz. Hem bundan daha güzel bir ev mi olur!» derler. Bu ev de
kendilerine verilince bu defa susup artık konuşmazlar. Yüce Allah: «Neden daha
başkasını da istemiyorsunuz?» diye sorunca, onlar: «Rabbimiz isteyeceğimiz
kadarını istedik. Daha fazlasını istemeye de yüzümüz kalmadı» derler. Yüce
Allah: «Yarattığım günden yok ettiğim güne kadar dünyada bulunan tüm şeyleri on
katıyla birlikte size vermemi ister misiniz?» diye sorunca, onlar: «Sen ki
alemlerin Rabbisin, bizimle alay mı ediyorsun?» derler."
Ravi
Mesrûk der ki: "Abdullah hadisin bu kısmına ulaştığı zaman gülmeye başladı ve: "Resûlüllah'ın
(sallallahü aleyhi ve sellem) bu hadisi birkaç
defa anlattığını işittim ve her anlatmasında ne zaman insanın böyle dediği kısma
ulaşsa tüm dişleri görünecek şekilde gülerdi" dedi. Ardından
Resûlüllah'tan
(sallallahü aleyhi ve sellem) naklen şöyle devam etti:
"İnsanlar böyle deyince Yüce Allah: «Hayır, alay etmiyorum ama buna kadirim. Siz
isteyin!» buyurur. İnsanlar: «Rabbimiz! Bizi Cennetteki diğer insanların yanına
sok» deyince, kendilerine: «Diğer insanların arasına katılın» denilir. Bunun
üzerine hızlıca Cennetin içlerine doğru gitmeye başlarlar. Birinin önüne içi
oyulmuş içinden yapılmış bir saray çıkınca secdeye kapanır. Kendisine: «Başını
kaldır!» denilince başını kaldırır ve: «Rabbimi gördüm!» der. Ancak kendisine:
«O gördüğün senin evlerinden biridir» denilir. Bu saraya doğru gidince karşısına
bir adam çıkar. Yine secde etmek için hazırlanınca kendisine: «Neyin var?» diye
sorulur. «Bir melek gördüm» karşılığını verince, kendisine: «O bir melek değil
senin hizmetçilerinden, kölelerinden biridir» denilir. Bunun üzerine bu hizmetçi
yanına gelir ve: «Ben bu saraydaki hizmetçilerinden biriyim. Emrimde benim gibi
senin hizmetini görecek olan bin kişi daha var» der. Sonra onu alıp saraya
götürür. Kapıyı açıp onu içeriye alır. Saray da tavanları, kapıları, kapı
tokmakları ve her şeyiyle birlikte içi oyularak yapılmış tek bir inciden
ibarettir. Saraya girince karşısında dışı yeşil içi kırmızı, yetmiş arşın
genişliğinde altmış kapısı olan bir cevher görür. Bu kapılardan her biri
diğerlerinden farklı renkte olan başka bir cevhere açılır. Her bir cevherin
içinde de tahtlar, eşler ve nedimeler bulunur.
İçeri
girince üzerinde yetmiş giysi bulunan bir huriyle karşılaşır. Hurinin
bacaklarının iliği yetmiş kat giysinin üzerinden bile görünür. Hurinin göğüs
kısmı adamın, adamın göğüs kısmı ise hurinin aynası olur. Adam başını bu huriden
az bir çevirip tekrar baktığında yetmiş kat daha fazla güzelleştiğini görür.
Huri de başını adamdan az bir çevirip tekrar baktığında yetmiş kat daha fazla
güzelleştiğini görür. Huri: «Gözümde yetmiş kat daha fazla güzelleştin» derken
adam da ona aynı şeyi söyler. Sonra Cennete sahip olduğu alana baktığında
bunların göz alabildiğince, yüz yıllık bir yolculuk mesafesinde olduğunu görür."
O
esnada bunu dinleyen Ömer b. el-Hattâb: "Ey Ka'b! İbn Ümmü Abd'in Cennette en
alt konumda bulunan kişinin sahip oldukları konusunda neler söylediğini duyuyor
musun? Bu durumda en üst konumda olan kişi nasıl olur?" deyince, Ka'b şöyle
karşılık verdi: "Ey müminlerin emiri! En üst konumda olan kişiye verilecekleri
ne bir göz görmüş, ne de bir kulak işitebilmiştir. Yüce Allah Arş ile suyun
üzerindeyken kendisi için kendi eliyle bir ev inşa etti. Bu evi dilediği şekilde
süsledi ve içinde meyve ve içeceklerden dilediği şeyleri koydu. Sonra da bu evi
kapattı. Bu evi yarattığından beri Cebrail olsun diğer melekler olsun
yarattıklarından kimseler görmüş değildir."
Ka'b:
"Yaptıklarına karşılık onlar için saklanan müjdeyi kimse bilmez" âyetini de
okuduktan sonra şöyle devam etti: "Bunun dışında Yüce Allah iki Cennet daha
yarattı ve onları da dilediği şekilde süsledi. Bunların içini de zikrettiği gibi
altın ve sırma işlemeli ipekten kumaşlarla donattı. Bu iki Cenneti meleklerden
sadece dilediklerine gösterdi. Kaydı İlliyyün'da olanlar bu iki Cennete
yerleşirler. İlliyyün'da olanlardan biri bineğine binip mülkünü dolaşmaya
çıktığında yüzünün ışığı Cennetteki tüm evlerin içine girer. Hatta onun kokusunu
içlerine çeker ve: "Ahh! Ne kadar da güzel bir kokuymuş" derler. Yine: "Bugün
İlliyyün'da oturanlardan biri aramıza geldi" derler.
Ömer
bunları duyunca: "Vay sana ey Ka'b! Bunu duyan kalpler pek gevşedi! Bu kalpleri
kendine getir!" deyince, Ka'b şöyle devam etti: "Ey müminlerin emiri! Cehennemin
öyle bir inlemesi olur ki bunu duyan ne kadar melek ve peygamber varsa diz
çöker. Hatta İbrâhîm (aleyhisselam) bile bunu
duyunca: "Rabbim! Nefsim! Nefsim!" diyerek kendi başının çaresine bakmak ister.
Orada amellerinin yanında yetmiş peygamber ameli daha olsa yine de Cehennemden
kurtulamayacağını düşünürsün."
İbn Ebî Şeybe,
Abd b. Humeyd,
İbn Ebî Hâtim, Taberânî,
Hâkim ve Beyhakî'nin
el-Ba's ve'n-Nüşûr'de bildirdiğine göre İbn Mes'ûd'un yanında Deccâl bahsi
açılınca şöyle dedi: "Deccâl ortaya çıktığı zaman insanlar üç fırkaya ayrılır.
Bir fırka onu peşinden gider. Bir fırka babalarının toprakları olan Cezire'ye
giderler. Kalan diğer fırka ise Fırat sahiline doğru iner ve Deccâl'la
karşılıklı bir savaşa girerler. Sonra müminler Şam kasabalarında toplanır ve
Deccâl'ın bulunduğu yere bir öncü birlik gönderirler. Bu birliğin içinde kızıl
veya beyaz bir atın üzerinde bir süvari de bulunur. Bu öncü birlik Deccâl
tarafından öldürülür ve geriye dönen kimse olmaz. Daha sonra Mesih yeryüzüne
iner ve Deccâl'i öldürür. Ardından Yecûc ile Mecûc ortaya çıkar ve yeryüzünü
fesada boğarlar."
İbn
Mes'ûd: "Yecûc ve Mecûc'ün şeddi yıkıldığı zaman her dere ve tepeden boşanırlar"
âyetini okuduktan sonra şöyle devam etti: "Daha sonra Yüce Allah bunların
üzerine neğaf denilen bir kurt çeşidi gönderir. Bu kurt onların burun ve
kulaklarına girince hepsini birden öldürür. Leşlerinin kokusu yeryüzünü sarınca
diğer insanlar bu konuda Allah'a sığınırlar. Yüce Allah da gönderdiği su ile
yeryüzünü onların leşlerinden temizler. Daha sonra içinde zemherir de bulunan
soğuk bir rüzgar gönderir. Bu rüzgar yeryüzünde ne kadar mümin varsa hepsini de
canını alır. Kıyamet de geriye kalan kötülerin üzerine kopar. Daha sonra Sûr'a
üfleyecek olan melek sema ile yer arasında durup bir defa Sûr'a üfler. Sûr'a
üfleyince Yüce Allah'ın diledikleri hariç gökte ile yeryüzünde ne kadar canlı
varsa hepsi de ölür. Sûr'a ikinci üfleme zamanına kadar Yüce Allah'ın dilediği
kadar bir süre geçer. Ancak ne kadar insan varsa yeryüzünde mutlaka ondan bir
parça kalır. Yüce Allah bu süre içerisinde Arş'ın altından insan menisine benzer
bir su gönderir. Toprağın yağmurla yeşermesi gibi bu suyla insanlar tekrardan
ete ve kemiğe kavuşurlar."
İbn
Mes'ûd: "Allah, rüzgârları gönderendir. Onlar da bulutları hareket ettirir. Biz
de bulutları ölü bir toprağa sürer ve onunla ölümünden sonra yeryüzünü
diriltiriz. İşte ölümden sonra diriliş de böyledir'" âyetini okuduktan sonra
şöyle devam etti: "Daha sonra Sûr'a üfleyecek olan melek sema ile yer arasında
bir daha durup Sûr'a üfler. Sûr'a ikinci defa üflenince her bir ruh gidip kendi
bedenine girer. Ruhlar bedene girince tüm insanlar tek bir kişinin hareketi gibi
kalkıp alemlerin Rabbinin huzurunda dururlar. Orada Yüce Allah bir sûretle
karşılarına çıkar. Öyle bir günde kimler Allah dışında bir şeye ibadet
etmişlerse onun peşinden giderler. Yüce Allah Yahudilerin yanına gelip: "Kime
ibadet ediyordunuz?" diye sorar. Yahudiler: "Uzeyir'e ibadet ediyorduk" derler.
Yüce Allah: "Su ister misiniz?" diye sorunca, onlar: "Evet, isteriz" derler.
Bunun üzerine Yüce Allah Cehennemi onlara serap gibi gösterir."
İbn
Mes'ûd: "O gün cehennemi kafirlere öyle bir gösteririz ki!" âyetini okuduktan
sonra şöyle devam etti: "Sonra Yüce Allah Hıristiyanların yanına gelip: "Kime
ibadet ediyordunuz?" diye sorar. Yahudiler: "Mesih'e ibadet ediyorduk" derler.
Yüce Allah: "Su ister misiniz?" diye sorunca, onlar: "Evet, isteriz" derler.
Bunun üzerine Yüce Allah onlara da Cehennemi serap gibi gösterir. Allah'tan
başka şeylere tapan herkese bu şekilde yapılır."
İbn
Mes'ûd: "Onları durdurun, çünkü onlar sorguya çekilecekler!" âyetini okuduktan
sonra şöyle devam etti: "Müslümanlar geçince Yüce Allah onların da karşısına
çıkar ve: "Sizler kime ibadet ediyordunuz?" diye sorar. Müslümanlar: "Biz sadece
Allah'a ibadet eder ve hiçbir şeyi ona ortak koşmayız" derler. Onları kışkırtmak
amacıyla bir iki defa daha: "Sizler kime ibadet ediyordunuz?" diye sorar.
Müslümanlar yine: "Biz sadece Allah'a ibadet eder ve hiçbir şeyi ona ortak
koşmayız" karşılığını verirler. Yüce Allah: "Peki Rabbinizi tanıyor musunuz?"
diye sorunca, onlar: "Sübhânallah! Kendini bize tanıtırsa o zaman tanıyabiliriz"
derler. İşte o zaman "...baldırı açılır..." ve herkes Yüce Allah'a secdeye
kapanır. Geriye secdeye gidemeyen münafıklar kalır ki sanki sırtlarında demir
varmış gibi bükülmez. Secde etmek istercesine: "Rabbimiz!" derler; ama Yüce
Allah kendilerine: "Sizler güvende (dünyada) iken secdeye davet edilirdiniz de
yapmazdınız!" karşılığını verir.
Daha
sonra Yüce Allah'ın emriyle Sırat, Cehennemin üzerine kurulur. İnsanlar da
amellerine göre topluluklar halinde Sırat'tan geçmeye başlarlar. En baştakiler
göz açıp kapayıncaya kadar veya şimşek hızında karşıda olurlar. Daha sonra
gelenler rüzgar gibi karşıya geçerler. Daha sonra gelenler uçarcasına karşıya
geçerler. Daha sonra gelenler en hızlı koşan hayvan hızında karşıya geçerler. Bu
şekilde herkes ameline göre bir hızla karşıya geçer ve en sonda gelenlerden
bazıları koşarak bazıları da yürüyerek karşıya geçerler. Nihayet herkesten
sonraya kalan kişi Sırat'tan sürünerek geçmeye çalışır ve sürünürken de:
"Rabbim! Beni pek yavaş kıldın" der. Yüce Allah: "Seni bu şekilde yavaşlatan
amelindir" karşılığını verir.
Daha
sonra Yüce Allah şefaate izin verir. İlk şefaate başlayan kişi de Cebrail olur.
Daha sonra İbrâhîm (aleyhisselam) daha sonra
Mûsa peygamber (veya İsa peygamber) şefaat eder. Dördüncü olarak da
Peygamberiniz (sallallahü aleyhi ve sellem)
şefaat için kalkar ki onun şefaat ettiklerine daha sonra şefaat edecek kimse
olmaz. Yüce Allah'ın: "Gecenin bir kısmında da uyanarak sana mahsus fazla bir
ibadet olmak üzere teheccüd namazı kıl ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud'a
ulaştırsın" âyetinde kendisine vaad ettiği Makam-ı Mahmud da budur. O zaman
herkesin biri Cennette, biri de Cehennemde olmak üzere iki evi bulunur. O gün de
pişmanlık günüdür. Zira Cehennemdekiler Cennette bulunan evlerine baktıkları
zaman kendilerine: "Şayet amel etseydiniz burada olurdunuz" denilir.
Cennettekiler de Cehennemde bulunan evlerine baktıkları zaman onlara: "Şayet
Yüce Allah sizlere lütufta bulunmasaydı orada olurdunuz" denilir. Daha sonra
melekler, peygamberler, şehitler, salih insanlar ve müminler de şefaat etmek
isterler. Yüce Allah onların da şefaat etmelerine izin verir. Daha sonra Yüce
Allah: "Ben ki merhametlilerin merhametlisiyim" buyurur ve bu rahmetiyle o ana
kadar çıkanlardan daha fazlasını Cehennemden çıkarır. İçinde hayır bulunan hiç
kimseyi Cehennemde bırakmaz."
İbn
Mes'ûd kafirler konusunda: "Sizi sekar'a sokan nedir?" diye sorulunca onlar
şöyle derler: "Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksulu doyurmazdık. Dalanlarla
birlikte dalıyorduk. Ceza gününü de yalanlıyorduk" âyetlerini okuduktan sonra
şöyle devam etti: "Sizce bunlarda bir hayır var mıdır? Hayır yoktur. Yüce Allah
içinde hayır bulunan kişileri Cehennemde bırakmaz ve oradan çıkarır. Yüce Allah
artık içerden kimseyi çıkarmama kararı alınca içerdekilerin yüzleri ile
renklerini değiştirir. Müminlerden bazıları yine de gelip şefaatte bulunmak
ister. Onlara: "İçlerinde tanıdıklarınız çıkarsa şefaat edip oradan çıkarın"
denilir. Ancak yüzleri ve renkleri değiştiği için kimseleri tanıyamazlar.
Cehennemdekilerden biri şefaat etmek isteyen mümine: "Ey filan! Ben filan
kişiyim!" der ancak mümin: "Seni tanımıyorum" karşılığını verir.
Cehennemdekiler: "Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha günaha dönersek,
artık belli ki biz zalim insanlarız" deyince, Yüce Allah: "Kalın kaldığınız
yerde ve benimle konuşmayın" karşılığını verir. Yüce Allah onlara böyle dedikten
sonra da Cehennem üzerlerine kapatılır ve artık içerden bir daha çıkan olmaz."
|