Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

575

 

074 - MÜDDESSİR SÛRESİ

 

CÜZ :

29

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

18

Çünkü o düşündü, ölçtü, biçti.

"Çünkü düşündü, ölçtü, biçti."Yani el-Velîd, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında düşündü ve içinde söyleyeceği sözleri hazırladı. Nitekim Araplar bir şeyi hazırlamayı anlatmak için: "(........): O şeyi takdir eltim(hazırladım, ölçtüm, biçtim)" derler.

Bu da şöyle olmuştu: Yüce Allah'ın:

"Hâ, Mim. Kitabın indirilmesi, hükmünde galib, en iyi bilen Allah'tandır... Dönüş yalnız O'nadır" (el-Mü’min, 40/1-3) buyrukları nazil olunca, el-Velîd, Peygamber efendimizin bu buyrukları okuduğunu duydu ve şöyle dedi: Allah'a yemin ederim, ondan öyle bir söz dinledim ki, bu ne insanların ne cinlerin sözüdür. Şüphesiz o sözün bir tatlılığı, bir güzelliği vardır. Şüphesiz onun üst tarafı meyve verir, alt tarafı çok verimlidir. O yükseldikçe yükselir, fakat hiçbir şey onun üstüne çıkamaz. Bu sözü hiçbir insan söyleyemez.

Bunun üzerine Küreydiler: el-Velîd artık dininden döndüğüne göre Kureyş'in lümü dininden elbetteki dönecektir. el-Velki'e Kureyş'in reyhanı denilirdi.

Ebû Cehil: Sizin adınıza onun hakkından ben geleceğim, dedi. Üzüntülü bir şekilde yanına gitti, ona: Niye seni üzgün görüyorum? dedi. Ebû Cehil ona: Ne diye üzülmeyeyim ki? İşte Kureyşliler senin yaşlılığına karşı sana destek olmak üzere senin için harcayacağın bir mal topluyorlar. Senin Muhammed'in sözünü süslü gösterdiğini iddia ediyorlar. Sen İbn Ebi Kebşe(Peygamber efendimizi kastediyor) ve İbn Ebi Kuhâfe (Ebû Bekir'i kastediyor)'nin yanına onların artan yemeklerinden bir şeyler elde etmek için gidiyormuşsun.

el-Velîd bu işe kızdı ve büyüklenip dedi ki: Ben Muhammed'in ve arkadaşının kırıntılarına mı muhtaç mışım? Sizler benim ne kadar mal sahibi olduğumu biliyorsunuz? Lât ve Uzzâ'ya yemin ederim ki, benim bunlara ihtiyacım yoktur. Ancak sizler Muhammed'in deli olduğunu iddia ediyorsunuz. Siz hiçbir zaman boğulacak gibi olduğunu gördünüz mü? Allah'a yemin olsun ki hayır, dediler.

Yine el-Velîd dedi ki: Siz onun şair olduğunu iddia ediyorsunuz. Hiç şiir söylerken onu gördünüz mü? Allah'a yemin olsun ki hayır, dediler. Yine el-Velid: Onun yalancı olduğunu ileri sürüyorsunuz, asla yalan söylediğini tesbit ettiniz mi? Allah'a yemin olsun ki hayır, dediler. Siz onun bir kâhin olduğunu söylüyorsunuz. Hiç onun kâhinlik yaptığını gördünüz mü? Yemin olsun ki biz kâhinlerin sed'li (kafiyeli) sözler söylediklerini, sağa sola yaptıklarını gördüm. Siz onu hiç böyle gördünüz mü? dedi. Onlar yine: Allah'a yemin olsun ki hayır, dediler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ise ileri derecedeki doğruluğundan dolayı "es-sâdiku’l-emin" diye adlandırılmıştı.

Bunun üzerine Kureyşliler el-Velid'e: Peki o nedir? diye sordu. Kendi kendisine düşündü, sonra baktı, sonra da kaşlarını çattı ve: O ancak bir sihirbazdır, dedi. Siz onun kişiyi hanımından, çocuğundan, kölelerinden ayırdığını görmüyor musunuz? İşte yüce Allah'ın:

"Çünkü o düşündü" âyeti bunu anlatmaktadır. Yani o, Muhammed ve Kur'ân hakkında düşündü "ölçtü, biçti" kendi kendisine onlar hakkında neler söyleyebileceğini tesbit etmeye çalıştı.

19

Kahrolası! Ne biçim ölçtü, biçti!

"Kahrolası" lanet olundu ona. Bazı te'vil bilginleri şöyle derdi: Bu, kahroldu ve yenik düştü, demektir. Zaten zelil düşürülen herkes aynı zamanda kahredilir (öldürülür). Şair de şöyle demiştir:

"Gözlerinin yaşarmasının tek sebebi senin, iki okunu fırlatmaktır

Zelil kılınmış, parçalanmış bir kalbe doğru."

ez-Zührî azaba uğratıldı, diye açıklamıştır. Bu (bed) dua kabilinden bir lafızdır.

"Ne biçim ölçtü, biçti!" âyetindeki: Ne biçim" lâfzı hakkında bazıları, bu bir hayret ifadesidir, demiştir. Yaptığı işten hayrete düştüğün bir adama: Bunu nasıl yaptın:'" demene benzer. Yüce Allah'ın:

"Sana nasıl misaller verdiklerine bir bak!" (el-İsra, 17/48) âyeti da (bu yönüyle) buna benzemektedir.

20

Tekrar tekrar kahrolası! Ne biçim ölçtü, biçti!

"Tekrar tekrar kahrolası!" Yani tekrar tekrar lanet olundu, ona. Bir çeşit cezalandırılmak ile öldürüldü, sonra da bir başka cezalandırılma türüyle öldürüldü, diye de açıklanmıştır.

"Ne biçim ölçtü, biçti." Yani o hangi duruma göre ölçtü, biçti.

21

Sonra baktı,

"Sonra baktı." Hakkı ne ile reddedip, çürüteceği üzerinde düşündü.

22

Sonra kaşlarını çattı, yüzünü ekşitti.

"Sonra kaşlarını çattı." Mü’minlere karşı kaşlarını çattı, Şöyle ki o, Kureyşlilere Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)hakkında onun bir büyücü olduğunu söylemelerini sağlayınca, müslümanlardan bir topluluğun yanından geçti. Onu İslâm'a davet ettiler, o da onlara kaşlarını çattı.

Kendisini İslâm'a davet ettiği vakit, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a karşı yüzünü ekşitip, kaşlarını çattı, diye de açıklanmıştır. Şeddesiz olarak: lâfzı; Kaşlarını çattı, çatar, çatmak"ın mastarıdır. ise "develerin kuyruklarına takılan küçük ve büyük pislikleri "ne denilir. Şair Ebû'n-Necm şöyle demektedir:

"Yukarıya kaldırdıkları kuyruklarında bulunan

Yazdan kalma pislikleri, geyiklerin boynuzları gibidir."

"Yüzünü ekşitti." Yüzünü buruşturdu, rengi değişti demektir. Bu açıklamayıKatade ve es-Süddi yapmıştır. Şair Bişr b. Ebi Hâzim'in şu beyitinde de bu anlamda kullanılmıştır;

"el-Cifâr (denilen yerin) sabahında Temimlilere baskın yaptık

Silahları pek fazla bir araya toplanmış ve yüzünü buruşturmuş bir askeri birlikle."

Bir başka şair de şöyle demektedir;

"Yüzünü çevirip, gitmesini görmem, şüpheye düşürdü beni

Ve ihtiyacımı görmekten yüz çevirip, yüzünü ekşitmesi."

Yine denildiğine göre, kaşların çatılması tartışmadan sonra, yüzün ekşimesi ise tartışmadan önce sözkonusudur. Birtakım kimseler ise bu fiil, ileri de gitmeksizin, geri de kalmaksızın durmak anlamındadır.

Derler ki: Yemen ahalisi de gemi durduğu vakit gidip gelmeyecek olursa; tabirini kullanırlar. Bu da "durdu" anlamındadır. Biz durduk" demektir. Araplar yüzün rengi değişip, kararacak olursa: Ekşi ve ekşimenin açıkça görüldüğü bir yüz" derler.

23

Sonra yüz çevirip, büyüklük tasladı.

"Sonra yüz çevirip" ahalisinin yanına geri dönüp giderek;

"büyüklük tasladı." Îman etmeyi büyüklüğüne yedirmedi. Îman etmeye davet olunduğu vakit, imandan yüz çevirip, büyüklük tasladı, diye de açıklanmıştır.

24

Ve hemen dedi ki: "Bu nakledilegelen bir sihirden ibarettir.

"Ve hemen dedi ki: Bu" Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in getirdiği onun başkasından alıp

"nakledilegelen bir sihirden ibarettir." Başka bir şey değildir. Sihir, aldatmak demektir. Buna dair açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresi'nde(2/102. âyet, 2. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır.

Bir kesim de şöyle demiştir: Sihir, bâtılın hak surecinde gösterilmesidir.

Nakletmek"; başkasından rivâyet edip zikretmek halinde, kullandığımız; Hadisi naklettim, ediyorum" fiilinin mastarıdır. Aynı kökten olmak üzere; Me'sûr hadis" denilir ki sonradan gelenlerin önceden gelenlerden naklettikleri hadis (söz) demektir. İmruu’l-Kays da şöyle demiştir:

"Eğer o nakledilen başkasından bana gelmiş olsaydı(keşke)

Esasen dil yarası, el yarası gibidir

Öyle bir söz söylerdim ki;

Bu ebediyyen benden nakledilir, dururdu."

el-A'şâ da şöyle demiştir:

"Sizin hakkında tartıştığınız o husus

Dinleyene de, nakledilene de açık açık îzah edilmiştir."

Bu beyitin ikinci mısraının başındaki ilk kelime: İzah etmiştir" diye de rivâyet edilmektedir.

25

"Bu insan sözünden başka bir şey değildir."

"Bu insan sözünden başka bir şey değildir." Yani bu, ancak yaratılmışların sözüdür. Büyü ile aldatıldıkları gibi kalpler onunla aldatılır.

es-Süddî şöyle demiştir: Onlar bu sözleriyle, bu el-Hadramî oğullarının bir kölesi olan Seyyar’ın sözlerinden olduğunu kastetmektedirler. Bu kişi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile oturur, kalkardı. Bu bakımdan peygamberin bu Kur'ân'ı ondan öğrendiğini söyleyerek ona nisbet etmişlerdir. Bununla onun Kur'ân-ı Kerîm'i Babil halkından öğrendiğini söylediklerini kastettiği de söylenmiştir.

Bir diğer açıklamaya göre o, bunu Müseyleme'den öğrenmiştir.

Bu, kâhin Adi el-Hadramîden öğrenmiştir, diye de açıklandığı gibi, o bunu kendisinden önce peygamberlik iddiasında bulunanlardan öğrenmiştir, o da onların gittikleri yoldan gitmiştir diye de açıklanmıştır. Ebû Saıd ed-Dari dedi ki: Bu ancak miras olarak devr alınan bir sihir işidir.

26

Ben, onu Sekar'a sokacağım.

"Ben, onu Sekar'a sokacağım." Yani oranın sıcağı ile kavrulsun diye onu Sekar'a girdireceğim. (Cehennem'in) Sekar ismi: Güneş onu kavurdu, eritti, yüzünün derisini yaktı" ifadesinden alınmıştır.

"Sekar" kelimesi marife ve müenneslik dolayısıyla munsarıf değildir.

İbn Abbâs dedi ki: Sekar cehennemin altıncı katıdır Ebû Hüreyre'nin rivâyetine göre de Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Mûsa Rabbine sordu Ey Rabbim dedi. En fakir kulun hangisidir? O: Sekar'a giren kimsedir, diye buyurdu." Deylemî, el-Firdevs, 11, 314 Bunu es-Sa'lebî zikretmiştir.

27

Sekar'ın ne olduğunu sana ne bildirdi?

"Sekar'ın ne olduğunu sana ne bildirdi?" Bu, onun niteliklerini mübalağa yoluyla anlatmaktır. Yani, onun nasıl bir şey olduğunu sana ne bildirdi? Bu, hakkında soru sorulanı, büyüklüğüne dikkat çekmek içindir. Daha sonra, Sekar'ın durumunu açıklayarak şöyle buyurmaktadır:

28

O, hem bırakmaz, hem de terketmez.

"O, hem bırakmaz, hem de terketmez."O, yakmadık hiçbir kemik, et ve kan bırakmaz.(Aynı anlamdaki) lâfız te'kid olmak üzere tekrarlanmıştır. Şöyle de açıklanmıştır: Onlardan hiçbir şey bırakmaz. Sonra yeniden tekrar yaratılırlar, bu sefer yine yeniden onları yakarak geriye hiçbir şey bırakmaz ve bu ebediyyen böylece devam eder, gider,

Mücahid dedi ki: O, içinde bulunanı hayatta bırakmadığı gibi, ölüme de terketmez. Yaratılışları yenilendiği her seferinde, onları yakar. es-Süddi dedi ki: Onların ne etlerini bırakır, ne de kemiklerini terkeder.

29

O, insan derisini kavurandır.

"O, insan derisini kavurandır."Değiştirendir. Bu lâfız: Onu değiştirdi" fiilinden alınmıştır. Kavurandır" lâfzı genel olarak "Sekar'ın ne olduğunu sana ne bildirdi" âyetindeki "Sekar"ın sıfatı olarak ref ile okunmuştur. Atiyye el-Avfî, Nasr b. Âsım ve Îsa b.Ömer ise dehşetli halini daha bir anlatmak için ve ihtisas olmak üzere; diye okumuşlardır. Ebû Rezin dedi ki: Onların yüzlerini bir defa kavurur ve geceden daha siyah bir hale getirir.Mücahid de böyle demiştir. Araplar: Soğuk, sıcak, hastalık, keder onu değiştirdi" derler. Şairin şu beyitinde de bu anlamdadır:

"Bana: Ey Müsafir seni ne değiştirdi, diye söylüyor

Amcamın kızı, beni gündüzün aşırı öğle sıcağı değiştirdi."

Bir başka şair şöyle demektedir:

"Hind -aşırı sıcak rüzgarın değiştirdiği bir şeyi kastederek-

Beni zayıflamış ve değişmiş gördü, diye hayrete düşüyor."

Ru'be b. el-Accâc da şöyle demiştir:

"Daha önceleri şişman ve aşırı tokken değiştirdi onu,

Yarış için senin bir atı zayıflatman gibi."

"aşırı derecede susuzluk" demek olduğu da söylenmiştir. Susuzluk onu değiştirdi" anlamındadır. Bu durumda âyet şu anlamda olur: O insanları yani içinde bulunanları susatıcıdır. Bu açıklamayı el-Ahfeş. yapmış olup, şu beyiti zikretmiştir:

"Susuzken bana bir yudum su içirdi Allah da sabah vakti gelip yağmur yağdıran bulutun yağmuru ile sulasın onu."

Beyitin lâfızlarının açıklamasına dair bir-iki satırlık ibarenin tercüme edilmesine gerek görülmemiştir.

İbn Abbâs dedi ki: "Kavurandır" lâfzı beşyüz yıllık bir mesafeden insanlara görülendir, demektir.el-Hasen ve İbn Keysan dedi ki: Cehennem açıkça kendisini görünceye kadar onlara görünür, demektir. Bu anlamıyla bir benzeri de yüce Allah'ın:

"Azgınlara da cehennem açılıp gösterilir" (eş-Şuarâ, 26/91) âyeti bunu andırmaktadır.

"Beşer (insan derisi)" lâfzı iki şekilde açıklanmıştır: Birincisine göre bu cehennemlik olan insan demektir. Bu açıklamayı el-Ahfeş ve çoğu kimse yapmıştır.

İkinci açıklamaya göre, bu, insan vücudunun derisinin görünen kısmı demek olan: Ten" lâfzının çoğuludur. Bu açıklamayı daMücahid ve Katade yapmıştır. ‘ın çoğulu; şeklinde gelir. Bu birinci açıklamaya göre böyledir.

İbn Abbâs'ın açıklamasına göre ise bunun -deri ve ten değil- ancak "insanlar" anlamında olması halinde mana düzgün olur. Çünkü o takdirde (âyetin diğer lâfzı): O şey parıldadı, parıldar" anlamında kullanılmış olmaktadır.

30

Onun üzerinde ondokuz (melek) vardır.

"Onun üzerinde ondokuz(melek) vardır."Yani Sekar'ın üzerinde cehennemlikleri içine atmakla görevli ondokuz melek vardır. Bir başka görüşe göre genel olarak cehennemin üzerinde ve cehennemin bekçileri olan ondokuz melek vardır ki, bunlar Mâlik ve diğer onsekiz melektir. Ondokuzun nakibler olması da mümkün olduğu gibi, muayyen olarak ondokuz melek olma ihtimali de vardır. Müfessirlerin çoğu bu görüştedir.

es-Sa'lebî dedi ki: Bunun kabul edilemeyecek bir tarafı yoktur. Bir tek melek bütün yaratılmışların canlarını aldığına göre yaratılmışların, bir bölümünün azâbı ile görevlilerin ondokuz melek olması daha da anlaşılır bir durumdur.

İbn Cüreyc dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cehennem bekçilerini nitelendirerek şöyle buyurmuştur: "Gözleri sanki şimşek gibidir. Ağızları sanki kamçı gibidir. Saçlarını sürüyerek giderler. Onlardan birisinin sahib olduğu güç, cinlerle insanların gücü gibidir. Onlardan birisi boynunun üzerinde bir dağ bulunduğu halde koca bir ümmeti öne katıp sürükler, onları cehenneme atar, dağı da üzerlerine bırakır."Hafız İbn Hacer, Takrlcu'l-Keşyâf, s. 18O'de; kaynağını bulamadığını belirtmektedir.(Mâverdî, Nuket, VI, 145, yayına hazırlayanın 187 nolu notu).

Derim ki:İbnu'l-Mübarek şu rivâyeti zikretmektedir: Bize Hammâd b. Seleme, el-Ezrak b. Kays'dan anlattı. O Temimoğullarından bir adamdan şöyle dediğini nakletti; Ebû'l-Avvâm'ın yanında bulunuyordum:

"Sekar'ın ne olduğunu sana ne bildirdi? O hem bırakmaz, hem de terketmez. O insan derisini kavurandır. Onun üzerinde ondokuz (melek) vardır" âyetini okudu ve: Ondokuz nedir? dedi. Ondokuzbin melek mi yoksa ondokuz melek mi? (Temimoğullarından olan adam) dedi ki: Ben: Hayır ondokuz melektirler, dedim. O: Bunu nereden biliyorsun? diye sordu. Ben çünkü yüce Allah; "Onların sayısını da inkâr edenler için ancak bir fitne kıldık" diye buyurmaktadır. Bu sefer (Ebû'l-Avvam): Doğru söyledin, dedi.

Onlar ondokuz melektir. Şu kadar var ki; onların herbirisinin elinde bulunan demir çubuğun iki çatalı vardır. Onların birisi ile bir darbe indirince, cehennemin içerisine yetmiş bin (yıllık) bir süre aşağıya doğru yuvarlanır.

Amr b. Dinar'dan dedi ki: Onların her birisi cehenneme bir defada Rabia ve Mudarlılardan daha fazla kişiyi iter.

Tirmizî, Cabir b. Abdullah'tan şöyle dediğini rivâyet eder: Yahudilerden birtakım kimseler Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabından bazı kimselere şöyle sordu: Sizin Peygamberiniz cehennem bekçilerinin sayısını biliyor mu? Onlar: Peygamberimize sormadan bir şey diyemeyiz, dediler. Bir adam Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelerek şöyle dedi: Ey Muhammed! Bugün senin ashabın yenilgiye uğradı. Peygamber:"Yenilgiye uğradılar da ne demek?" diye sordu. Adam: Yahudiler onlara sizin Peygamberiniz cehennem bekçilerinin sayısını biliyor mu? diye sordu.Peygamber: "Ne diye cevab verdiler?"dedi. Kişi: Peygamberimize sormadan bir şey diyemeyiz dediler, dedi. Peygamber şöyle buyurdu; "Bilmedikleri bir şey hakkında kendilerine soru sorulduğu için biz Peygamberimize sormadan bir şey diyemeyiz diyen kimseler hakkında mı yenilgiye uğradı, diyorsun? Halbuki onlar (yahudiler) peygamberlerine soru sordular ve bize Allah'ı açıkça göster, dediler. O, Allah'ın düşmanlarını yanıma çağırın. Ben de onlara cennetin toprağına dair soru soracağım ki o da dermektir,"Yahudiler gelince; Ey Ebû'l-Kasım, cehennem bekçilerinin sayısı kaçtır? dediler. Peygamber: "Böyle ve böyle"dedi. Yani bir seferinde on sayısını, bir seferinde de dokuz sayısını gösterdi. Onlar: Evet dediler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara: "Peki cennetin toprağı nedir?" diye sordu. Bir süre sustuktan sonra şöyle dediler: Ekmek pişirmek için kullanılan un dediler. Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem): "Zaten ekmek de dermektendir (undan yapılır)" dedi. Ebû Îsa(et-Tirmizi) dedi ki: Bu garıb bir hadistir. Biz bunu ancak bu yollaMücahid'in en-Nehaî'den, onun Cabir'den rivâyeti yoluyla biliyoruz. Tirmizi, V, 429; Müsned, III, 361 (muhtasar)

İbn Vehb de şöyle demiştir: Bize Abdurrahman b. Zeyd anlattı, dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) cehennem bekçileri hakkında şöyle buyurdu:"Onlardan birisinin iki omuzu arasındaki mesafe doğu ile batı arası kadardır."

İbn Abbâs dedi ki: Onlardan birisinin iki omuzu arasındaki mesafe bir yıllık mesafedir. Onlardan herhangi birisi bir balyoz vurduğu takdirde, o darbesi ile yetmişbin kişiyi cehennemin dibine itecek kadar güçlüdür.

Perim ki: -İnşaallah- doğru olan, bu ondokuz'un başkan ve nakîbler olduklarıdır. Hepsinin sayılarını anlatmak için ise sözler yeterli gelmez. Nitekim yüce Allah:

"Rabbinin ordularını ondan başka kimse bilmez" diye buyurmaktadır. Sahih'te de Abdullah b. Mesud'dan sabit olduğuna göre o şöyle demiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "O gün cehennem yetmişbin dizgini olduğu halde getirilir. Her bir dizgin ile birlikte yetmişbin melek vardır ve onu çekerler."Müslim, IV, 2184;Tirmizî, İV, 701

İbn Abbâs,Katade ve ed-Dahhâk şöyle demişlerdir: Yüce Allah’ın:

"Onun üzerinde ondokuz vardır"âyeti inince, Ebû Cehil Kureyşlilere; Ananız sizi kaybedesice! Ben İbn Ebi Kebşe'nin sizlere cehennemin bekçilerinin ondokuz kişi olduğunu haber verdiğini duyuyorum. Sizler ise sayıca çok ve kahraman kimselersiniz. Sizin her on kişiniz onlardan birisinin hakkından gelemez mi? dedi.

es-Süddî dedi ki: Ebû'l-Esved b. Kelede el-Cumahî şöyle dedi: O ondokuz melek sizi dehşete düşürmesin. Ben, sağ omuzumla on tanesini itivereceğim, sol omuzumla da dokuzunu iteceğim, sonra sizler cennete gideceksiniz. O, bunu alay olsun diye söylüyordu. Bir başka rivâyette de söyle denilmektedir: el-Hâris b. Kelede dedi ki: Ben sizin adınıza onyedisinin hakkından geleceğim, sizler de ikisinin hakkından geliniz.

31

Biz, cehennem bekçilerini, yalnız meleklerden yaptık. Onların sayısını da inkâr edenler İçin ancak bir fitne kıldık. Kendilerine kitab verilenler sağlam inansınlar, îman edenlerin de imanı artsın, kitab verilenlerlemü’minler şüpheye düşmesin; kalplerinde hastalık bulunanlar ve kâfirler de; "Allah bununla misal olarak neyi murad etmiş?" desinler diye. İşte Allah, kimi dilerse böylece saptırır, kimi de dilerse hidayete kavuşturur. Rabbinin ordularını ondan başka kimse bilmez ve o (Sekar) insanlar İçin ancak bir öğüttür.

Bir başka rivâyette şöyle denilmektedir: Ebû Cehil şöyle dedi: Sizden herbir yüz kişi onların birisinin hakkından gelemeyecek ve sonra da cehennem ateşinden çıkamayacak mısınız? Bunun üzerine yüce Allah'ın:

"Biz cehennem bekçilerini yalnız meleklerden yaptık" âyeti indi.Yani onlar, kendileri ile, kim kimi yener diye yarışmaya kalkışacağınız adamlar olarak yaratmadık.

Şöyle de açıklanmıştır: Allah'ın onları meleklerden yaratması azaba uğratılan cinlerden ve insanlardan farklı bir cinsten olmalarından dolayıdır. Böylelikle hemcins olanların karşılıklı olarak duyacakları şefkat ve rikkat, onları etkisi altına almasın ve onların azaplarını dindirmesin. Diğer taraftan melekler, Allah'ın yarattıkları arasında Allah'ın hakkını en çok layıkıyla yerine getirenler, O'nun için, O'nun rızası uğruna gereği gibi gazab edenlerdir. Böylelikle onların azâbı hafifletmeyeceklerinden emin olunur. Diğer bir sebep de Allah'ın yarattıkları arasında en güçlü ve yakalayışları en şiddetli olanların onlar olmasıdır.

"Onların sayısını da... ancak bir fitne kıldık." Yani bir sınama sebebi kıl dik. İbn Abbâs'tan bir kaç yoldan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Kâfir olanlar için bir sapıtma sebebi kıldık. Bununla Ebû Cehil ve benzerlerini kastetmektedir.

Ancak azâb kıldık, diye de açıklanmıştır. Nitekim yüce Allah, şöyle buyurmaktadır:

"O günde onlar azâb için ateşe sunulurlar. Azabınızı (fitnenizi) tadın" (ez-Zâriyât, 51/13-14)Yani Biz, bunu hem küfürlerinin, hem de azaba uğratılmalarının sebebi kıldık.

“Ondokuz” lâfzı yedi türlü okunmuştur,

1- Umumun kıraati: şeklindedir.

2- Ebû Cafer b. el-Ka'ka' ve Talha b. Süleyman ikinci kelimenin "ayn"ını sakin olarak; diye okumuşlardır.

3-İbn Abbâs'tan "he (yuvarlak te)" harfini ötreli olarak; diye okuduğu rivâyet edilmiştir.

4-Enes b. Malik'ten; diye okuduğu rivâyet edilmiştir.

5- Yine ondan; diye okuduğu da rivâyet edilmiştir.

6- Yine ondan gelen bir başka rivâyete göre; diye Arapça baskıyı hazırlayanın belirttiğine göre; baskıya esas teşkil eden yazma nüshalarda yalnızca "altı kıraat" kaydedilmekte olup; yedinci kıraatin Süleyman b. Kattenin; "tus'atu a'şıırin" şeklindeki kıraati olması muhtemeldir. okumuştur.

Bu kıraatleri el-Mehdevî zikretmiş olup, şöyle demektedir: şeklinde okuyup, "ayn" harfini sakin telaffuz edenler, harekelerin arka arkaya gelmesinden dolayı böyle okumuşlardır, diye okuyanlar da, sayının terkib haline getirilmesinden önceki asli şekline göre okumuş ve "on" lâfzını "dokuz" lâfzına atf edip, kullanım çokluğu dolayısıyla tenvini hazfederek sekte yapmak niyeti ile de; On" lâfzının "re" harfini sakin okumuşlardır.

diye okuyanlar da sanki tedahül gibi kabul etmiştir.Yani bu kimse atıf yapmak isterken terkibi terk etmiş, bundan dolayı da te'nis "he"sini (tefini) ref ettikten sonra tekrar mebni gibi okumuş ve ("re" harfini) sakin okumuştur.

şeklindeki okuyuş ise bilinen bir okuyuş değildir. HattaEbû Hatim bu okuyuşu kabul etmemiştir. şeklindeki okuyuş da böyledir. Çünkü bu da -bilinmeyen kıraat olan hami edilir ve buradaki "vav" hemzeden bedel olarak getirilmiş olur. Bunun ise nahivcilere göre izah edilir bir tarafı yoktur.

ez-Zemahşeri dedi ki: Bu; şeklinde, yin çoğulu olarak okunmuştur. Tıpkı: Sağın" çoğulunun; diye gelmesi gibi.

"Kendilerine kitab verilenler sağlam İnansınlar." Yani kendilerine Tevrat ve İncil verilenler, cehennem bekçilerinin sayısının ellerindeki bilgilere uygun olduğuna kesin inansınlar, demektir.

Bu açıklamayı İbn Abbâs,Katade, ed-Dahhak, Mücahid ve başkaları yapmıştır. Bununla birlikte aralarından Abdullah b. Selâm gibi îman eden kimseleri kastetmiş olma ihtimali de vardır. Hepsini kastetmiş olma ihtimali de vardır.

"Îman edenlerinde Îmanı" bu yolla

"artsın." Çünkü onlar, Allah'ın Kitabında bulunanları her tasdik ettiklerinde îman etmiş oluyorlar. Sonra, cehennem bekçilerinin sayısını tasdik etmeleri dolayısıyla îmanları da artmış oldu.

"Kitab verilenlerlemü’minler" yani cehennem bekçilerinin sayısının ondokuz olduğunu tasdik eden Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabı

"şüpheye düşmesin." Şüphe ve tereddüt etmesin.

"Kalplerinde hastalık bulunanlar."Yani münafıklık Mekke'de olmayıp, sadece Medine'de ortaya çıktığından ötürü gelecekte hicretten sonra ortaya çıkacak olan Medineli münafıklar arasından kalplerinde şüphe ve münafıklık bulunan kimseler...

Bir diğer açıklamaya göre hicretten sonra gelecek zamanda ortaya çıkacak olan münafıklar

"ve kâfirler" yahudiler ve hristiyanlar

"de Allah bununla" yani cehennem bekçilerinin sayısıyla

"misal olarak neyi murad etmiş, desinler dîye."

el-Huseyn b. el-Fadl dedi ki; Sûre Mekke'de inmiştir. Halbuki Mekke'de münafıklık diye bir şey yoktu. O halde bu âyet-i kerimedeki

"hastalık"dan kasıt, görüş ayrılıklarıdır,

"Kâfirler"den kasıt da Arap müşrikleridir.

Ancak müfessirlerin çoğu birinci görüşü kabul etmiştir. Bununla birlikle

"hastalık" ile şüphe ve tereddüdün kastedilmiş olma ihtimali de vardır. Çünkü Mekkelilerin çoğu şüphe ve tereddüt içinde idiler. Bazıları kesin olarak yalan olduğunu söylüyorlardı.

Yüce Allah'ın onlar hakkında

"Allah, bununla misal olarak neyi murad ettî?" dediklerini haber vermesi şu demektir: Allah bununla yani sözünü ettiği bu sayı ile bir söz söylemeyi kastetmiş değildir. Yani bu söylenebilecek söz türünden değildir. el-Leys dedi ki: "Mesel: misal" hadis demektir. Nitekim;

"Takva sahiblerine vaad olunan cennetin durumu şudur" (Muhammed, 47/15) âyeti da bu türdendir ki; bu da ona dair söylenecek söz ve onun hakkında verilecek haber şudur, demektir.

"İşte" Allah'ın Ebû Cehil'i ve cehennem bekçilerini inkâr eden arkadaşlarını saptırdığı gibi

"Allah, kimi dilerse böylece saptırır." Rezil ve kör eder.

"Kimi de dilerse" Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabı gibi

"hidâyete kavuşturur." Doğru yola iletir.

Şöyle de açıklanmıştır:

"İşte Allah kimi dilerse" cennetten uzaklaştırarak

"böylece saptırır. Kimide dilerse"oraya

"iletir,"

"Rabbinin ordularını ondan başka kimse bilmez." Rabbinin cehennemlikleri azablandırmak için yaratmış olduğu meleklerin sayısını, şanı yüce Allah'tan başka hiçbir kimse bilemez. İşte bu: Muhammed'in ondokuzun dışında hiç askeri yok mu? diyen Ebû Cehil'e bir cevaptır.

İbn Abbâs'tan da rivâyet edildiğine göre Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) Huneyn ganimetlerini paylaştırmakta iken Cebrâîl yanına gelip, huzurunda oturdu. Bir melek gelip şöyle dedi: Rabbin sana şunu şunu emrediyor. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) bunun bir şeytan olmasından çekindi ve; "EyCebrâîl! Bunu tanıyor musun?"diye sordu. Cebrâîl: O bir melektir; fakat Rabbinin bütün meleklerini ben tanımam ki, dedi.

el-Evzaî dedi ki: Mûsa: Rabbim, semada kim vardır? diye sordu. Yüce Allah, meleklerim, diye buyurdu. Mûsa: Sayıları ne kadardır, Rabbim? diye sordu. Yüce Allah: On iki koldur, diye buyurdu. Mûsa: "Her bir kolun sayısı ne kadardır?" diye sordu. Yüce Allah: Toprağın tanelerinin sayısı kadardır, diye buyurdu, Bu iki rivâyeti de es-Sa'lebî zikretmiştir.

Tirmizi'de de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:"Sema (üzerindeki ağır yükten dolayı) gıcırdıyor. Gıcırdamakta haklıdır. Çünkü orada bir meleğin secde ederek alnını koymadığı dört parmaklık bir yer dahi yoktur."Tirmizî, IV, 556;İbn Mâce, 11, 1402

"Ve o" deliller, belgeler ve Kur'ân-ı Kerîm

"insanlar için ancak bir öğüttür."

"Ve o" Sekar'ın kendisi olan bu cehennem ateşi

"insanlar" yani yaratılmışlar

"için ancak bir öğüttür" diye de açıklanmıştır. Bir başka açıklama, dünyadaki ateş, âhiretteki ateş için ancak bir hatırlatmadır, şeklindedir. Bu açıklamayıez-Zeccâc yapmıştır.

Bir açıklama da şöyledir: Bu tehdit

"insanlar için ancak bir öğüttür."Yüce Allah'ın kudretinin kemalini, O'nun yardımcılara, desteklere ihtiyacının olmadığını bilsinler ve öğüt alsınlar, demektir. Buna göre yüce Allah'ın:

"Ve o" âyetindeki zamir ordulara gitmektedir. Çünkü ona en yakın olarak anılmış olan isim "ordular"dır.

32

Ama öyle yapmıyorlar. Yemin olsun ay'a,

"Ama öyle yapmıyorlar. Yemin olsun ay'a" âyeti hakkındael-Ferrâ' dedi ki: Ama öyle yapmıyorlar" lâfzı kasem (yemin) için bir sıladır(fazladan gelmiştir) ki, ifade: Ve yemin olsun ay'a" taktirindedir.

Gerçek şu ki, yemin olsun ay'a anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu iki açıklamaya göre; Ama öyle yapmıyorlar" lâfzı üzerinde vakıf yapılmaz. Bununla birlikte et-Taberî bunun üzerinde vakıf yapmayı câiz kabul etmiş ve cehennem bekçilerine karşı direneceklerini iddia eden kimselerin görüşlerini reddetmek anlamında kabul etmiştir. Yani durum cehennem bekçilerine karşı direneceğini iddia eden kimselerin söyledikleri gibi değildir.

33

Geri geldiğinde geceye,

Daha sonra yüce Allah, buna ay'a ve daha sonra gelen şeylere yemin ederek şöyle buyurmaktadır:

"Geri geldiğinde" yani geri gittiğinde

"geceye"

Geri gitti" şekli ile: şekli aynı anlamdadır. Nâfî,Hamza ve Hafs: "...iyinde" diye(elif'siz) okumuşlar, diğerleri İse "elifti olarak; diye okumuşlardır. Buna karşılık ikinci kelimeyi şeklinde "elif'siz olarak okumuşlardır ki; her ikisi de aynı anlamda iki ayrı söyleyiştir.

Aynı anlamda olmak üzere; ile denilir. Tıpkı: Gece geldi" derken, da denilebildiği gibi. Nitekim Araplar: " Giden dün" demişle'rdir ki giden anlamında da derler. Sahr b. Amr b. eş-Şirrîd es-Sülemî dedi ki:

"Yemin olsun sizleri birer ikişer öldürdük

Murre'yi de geçen dün gibi terkettim."

Beyitin son kelimesi: diye de rivâyet edilmektedir. Buel-Ferrâ' ve el-Ahfeş'in görüşüdür. Bazı dilciler ise şöyle demektedir: tabiri gece geçmesi halinde kullanılır. ise geçmeye koyulduğu vakit kullanılır.

Mücahid dedi ki:İbn Abbâs'a yüce Allah'ın:

"Geri geldiğinde geceye" âyeti hakkında soru sordum da o gece geri gidinceye kadar sustu. Ey Mücahid dedi, işte gecenin geri gittiği zaman budur, dedi.

Muhammed b. es-Semeyka; Geri geldiğinde geceye" şeklinde "iki elif ile okumuştur. Abdullah b. Ubey'in mushafında da bu şekilde fki elif iledir.

Kutrub dedi ki; diye okumak: Geri döndü, geri geldi" demektir. Bu da Arapların arkadan gelen bir kimseyi anlatmak üzere: Filan geri geldi" ifadelerinden alınmıştır.

Ebû Amr dedi ki: Kureyşin şivesi de bu şekildedir. İbn Abbâs'tan gelen bir rivâyette de şöyle dediği zikredilmektedir: Doğrusu: şeklindedir. Çünkü ("elif'siz hali) ancak devenin sırtı hakkında kullanılır.

34

Aydınlandığı zaman sabaha,

Ebû Ubeyd de şeklini kullanmış ve şöyle demiştir: Çünkü böylesi ondan sonra gelen harflere daha uygun düşmektedir. Nitekim yüce Allah, daha sonra:

"Aydınlandığı zaman sabaha" diye buyurmuştur. Buna göre nasıl onların biri; iken diğerleri şeklinde gelir. Kur'ân-ı Kerîm'de kasemden sonra; diye gelen bir yer yoktur. Ondan sonra gelen hep edatıdır.

"Aydınlandı" demektir. Genel olarak da "elif ile okunmuştur. İbn es-Semeyka' ise diye okumuştur ki, bunlar da iki ayrı söyleyiştir. "Filanın yüzü aydınlandı" anlamında denildiği gibi; fiil şeklinde de kullanılabilir. Hadiste şöyle denilmiştir: Sabah namazını aydınlık vakitte kılınız. Çünkü böylesi ecrin daha da büyümesine sebeptir." İbn Hibbân, Sahih, IV, 357; Tirmizî, I, 289; Nesâî, I, 272 Sabah namazını aydınlık vaktinde kılınız, demektir. Ortalık aydınlanıncaya kadar namazı uzatınız diye de açıklanmıştır.

Aydınlık olmak, aydınlatmak" demektir. Yüzü güzellikle parıldadı" anlamındadır. Kadın yüzünü açtı, gösterdi" demektir. Bu şekilde hareket eden kadına da; Yüzü açık kadın" denilir. Bununla birlikte "karanlığı silip süpürdü" anlamında: 'den gelmesi de mümkündür. Ev süpürüldü" anlamına gelmesi gibi. Düşen ağaç yapraklarına; denilmesi de buradan gelmektedir. Bunlara bu ismin veriliş sebebinin rüzgarların onları önüne katıp sürüklemesi(süpürmesi) olduğu da söylenmiştir. Süpürge" demektir.

35

Muhakkak ki o, büyük (musibet)lerden bîridir.

"Muhakkak ki o, büyüklerden biridir." lâfzı kasemin(yeminin) cevabıdır Yani şüphesiz ki bu ateş

"büyüklerden" büyük musibetlerden

"biridir." Mukâtil 'in açıklaması da şöyledir: Büyükler(el-kuber)" ateşin isimlerinden birisidir.İbn Abbâs'tan rivâyet edildiğine göre

"muhakkak ki o" yani onların Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i yalanlamaları

"büyüklerden biridir," büyük günahlardan bir günahtır, demektir.

Bir başka açıklamaya göre; şüphesiz ki kıyâmetin kopması büyük islerden birisidir, demektir.

Bu lâfız pek büyük cezalar anlamındadır. Recez vezninde şair şöyle demiştir:

"Ey İbne'l-Muallâ, o büyük cezalardan birisi indi

Zamanın musibetidir ve değişip duran hallerin en sağır olanıdır o."

“Büyükler"in tekili; şeklinde gelir. Küçük"ün çoğulunun; diye gelmesi; Büyük"ün çoğulunun diye gelmesi gibi.

“Biridir" lâfzı genel olarak bu şekilde okunmuştur. Bu, müennes olarak, bina edilmiş bir İsimdir, müzekker olarak bina edilmiş değildir. Ukbâ ve uhra" kelimeleri gibi. Bundaki "elif' kat' elifidir, vasıl halinde kaybolmaz.

Cerir b. Hâzim, İbn Kesîr'den hemzenin hazfi ile Muhakkak ki o büyüklerden biridir" diye okuduğunu rivâyet etmiştir,

36

İnsanlar İçin bir uyarıcıdır.

"İnsanlar için bir uyarıcıdır"âyetinden kasıt, cehennem ateşidir.Yani nitelikleri belirtilen bu cehennem ateşi

"insanlar için bir uyarıcıdır."

Bu âyette;

“Bir uyarıcıdır" âyeti; Muhakkak ki o" Lâfzındaki zamirden hal olarak nasb ile gelmiştir. Bu açıklamayı ez-Zeccâc yapmıştır. "Uyarı" anlamındaki lâfzın, müzekker olarak gelmesi, azâb anlamında oluşundan dolayıdır. Yahutta nisbet anlamı ile; Uyarıcı Özelliğine sahih" demek olabilir. Bu da Arapların Boşanmış kadın, temiz kadın" demelerine benzer.

el-Halil dedi ki: Nezir: Uyarıcı, korkutucu lâfzı "nekr" gibi mastardır. Müennese(bu şekliyle) sıfat yapılmasının sebebi de budur.

el-Hasen dedi ki: Allah'a yemin ederim ki, O, insanları cehennem ateşinden daha dehşetli bir şeyle uyarmış, korkutmuş değildir.

"Nezîr: Uyarıcı"den kastın, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğu da söylenmiştir. Yani sen insanlara uyarıcı olarak kalk; yani sen onlar için bir korkutucu olarak dikil. Buna göre

"uyarıcı" lâfzı sûrenin baş taraflarında geçen "kalk ve uyar" lâfzındaki "kalk!" emrinden haldir.

Ebû Ali el-Fârisî ve İbn Zeyd, bu İbn Abbâs'tan da rivâyet edilmiştir, demişlerse de el-Ferrâ' bunu kabul etmemektedir.

innu lntjarf dedi ki: Bazı müfessirler anlamının şöyle olduğunu söylemişlerdir: "Ey örtünüp bürünen! İnsanlar için bir uyarıcı olarak kalk!" Ancak böyle bir açıklama güzel değildir. Çünkü her ikisi arasındaki ifadeler alabildiğine uzamış bulunmaktadır.

Bir başka açıklamaya göre, bu yüce Allah'ın sıfatlarındandır. Ebû Muaviye ed-Darîr şunu rivâyet etmektedir: Bize İsmail b. Semî, Ebû Rezîn'den anlattı.

"İnsanlar için bir uyarıcıdır"âyeti hakkında dedi ki: Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Ben sizi ondan uyarıyorum. O halele ondan sakının ve korkun.

Bu açıklamaya göre; Uyarıcı" lâfzı hal olarak nasbedilmiştir. Yani:

"Biz, cehennem bekçilerini yalnız meleklerden yaptık." Bununla insanlara uyarıcı olayım diye (yaptım), demek olur.

Lâfzın, yüce Allah'ın:

"Rabbinin ordularını O'ndan başka kimse bilmez" âyetindeki "O" lâfzından hal olduğu da söylenmiştir. Buna göre anlam şöyle olur: İnsanları uyarıcı olmak üzere Rabbinin ordularını Ondan başka kimse bilmez

Şöyle de açıklanmıştır: Bu mastar konumundadır. Sanki: İnsanları kesinlikle uyarmak için" diye buyurmuş gibidir.

el-Ferrâ'' dedi ki: Buradaki "uyarıcı"nın "uyarmak" anlamında olması da mümkündür. Bir uyarıda bulun!" demektir. Bu da yüce Allah'ın:

"Benim korkutmam.... nasılmış?"(el-Mülk, 67/17) âyetine benzer ki: Benim korkutmam, benim uyarmam" demektir. Buna göre sûrenin başı ile alakalı olmaktadır. Yani: "Kalk ve uyar." Bu da; anlamındadır (ki uyardıkça uyar, iyiden iyiye uyar, gibi bir anlam ifade eder).

Takdir edilen bir fiil ile nasbedildiği de söylenmiştir.

İbn Ebi Able: Bir uyarıcıdır" şeklinde ref ile: O" takdiri ile okumuştur. Yani şüphesiz ki Kur'ân-ı Kerîm -ihtiva ettiği vaad ve tehditler dolayısıyla- bütün insanlık için bir uyarıcıdır, diye açıklanmıştır.

37

Aranızdan ileri gitmek veya geri kalmak isteyene.

"Aranızdan ileri gitmekveya geri kalmak İsteyene" âyetinde yer alan:... yene" lâfzındaki "lam': harfi "bir uyarıcıdır" lâfzına taalluk etmektedir. Yani o aranızdan hayır ve itaate doğru ileri geçmek yanıma şer ve masiyete doğru geri kalmak isteyen kimseler için bir uyarıcıdır. Yüce Allah'ın;

"Yemin olsun ki sizden" hayırda "öne geçenleri de Biz bilmişizdir" o hususla

"sizden sonraya katanları da bilmişizdir." (el-Hicr, 15/24) âyeti buna benzemektedir.

el-Hasen dedi ki: Bu âyet, her ne kadar haber vermek suretinde ise de, aslında bir tehdittir. Yüce Allah'ın:

"Artık dileyen îman etsin, dileyen kâfir olsun." (el-Kehf, 18/29) âyeti gibidir.

Kimi tevil bilginleri de şöyle demiştir; Âyet, Allah'ın ileri gitmesini veya geri kalmasını istediği kimselere ... anlamındadır. Yani buradaki "istemek," yüce Allah ile alakalıdır. Öne geçirmek îman , geriye kalmak küfürdür. İbn Abbâs şöyle derdi: Bu, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'a îman ve itaat ile öne geçen kimselerin ardı arkası kesilmeyen bir mükâfat ile mükâfatlandırılacağına, buna karşılık itaatten geri kalarak Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı yalanlayan kimsenin ise ardı arkası kesilmeyen bir ceza ile cezalandırılacağına dair bir haber ve bir tehdittir.

es-Süddî:

"Aranızdan" daha önce sözü geçen cehennem ateşine

"ileri gitmekveya" cennete gitmek üzere ondan

"geri kalmak isteyene" diye açıklamıştır.

38

Herbir nefis, kazandıkları karşılığında rehin alınmıştır.

"Herbir nefis kazandıkları karşılığında rehin almıştır." Kazandıkları ile rehin alınmış, işledikleri ile sorumlu tutulacaktır. Bu yaptıkları onu ya kurtaracaktır yahutta helake götürecektir.

"Rehin alınmıştır" âyeti, yüce Allah'ın:

"Her nefis kendi kazandıkları karşılığında bir rehinedir" (et-Tur, 52/21) âyetindeki

"nefis" lâfzının müennesliği dolayısıyla müennes gelmiş değildir. Çünkü eğer, sıfat olarak gelmesi kastedilmiş olsaydı -tenis te'si gelmeksizin-"rehîn" denilirdi. Çünkü "mef'ûl" anlamında kullanılan "fail" veznindeki kelimelerde müzekker ile müennes arasında bir fark yoktur. Ancak buradaki kelime "rehin bırakmak ve alınmak" anlamında bir isimdir, 'in "sövmek" anlamında: diye kullanılması gibi. Sanki: Her nefis kazandıkları karşılığında rehin alınmıştır" denilmiş gibidir. el-Hamase'deki şu beyit de bu kabildendir:

"Toprağı bol, o vadide gömüldüğü mezarın toprağına rehin olan

Küveykib tepesindeki o tepe(de yatan) o kimseden sonra mı (katillerini affedeceğiz)?"

Şair burada: Toprağın rehin aldığı..." demiş gibidir. Âyet: Herbir nefis Allah'ın nezdinde kazancı karşılığında kurtulması sözkonusu olmaksızın rehin alınmıştır, demektir.

39

Ashabu'l-Yemîn müstesna,

"Ashabu'l-Yemin müstesna." Onlar günahları karşılığında rehin alınmazlar. Kimliklerinin tayini hususunda farklı görüşler vardır.İbn Abbâs, bunlar meleklerdir, demişlerdir.Ali b. Ebî Tâlib: Günah kazanmamış, bundan dolayı kazandıkları karşılığında rehin alınmamış olan müslümanların küçük çocuklarıdır, demiştir.

ed-Dahhak: Allah'tan kendileri için iyilik (cennet) ezelden beri takdir edilmiş olduğu kimselerdir, demiştir. Buna yakın bir açıklamaİbn Cüreyc'den gelmiştir. O, şöyle demektedir: Herbir nefis ameli karşılığında hesaba çekilecektir.

"Ashabu'l-yemin müstesna" onlar ise cennetliklerdir, hesaba çekilmezler.

Yine Mukâtil de böyle demiştir: Bunlar misak gününde Allah'ın kendilerine: Bunlar da cennetliktir ve bundan dolayı da aldırış etmiyorum, dediği Âdem'in sağında bulunan cennetliklerdir.el-Hasen b. Keysan da şöyle demiştir: Bunlar ihlâs sahibi müslümanlardır. Bunlar rehin alınmayacaklardır. Çünkü bunlar(vaktiyle) üzerlerindekini eksiksiz yerine getirmişlerdir.

Ebû Zabyan'dan, o İbn Abbâs'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Bunlar müslümanlardır.

Bir açıklama da şöyledir: Hak ashabı ile îman ehli olanlar müstesnadır. Bunlar kitabları sağ taraflarından verilecek olanlardır, diye de açıklanmıştır.

Ebû Cafer el-Bakır dedi ki: Bizler ve bizim taraftarlarımız Ashabu’l-Yeminiz. Buna karşılık bizleri yani ehl-i beyti buğzeden herkes ise rehin alınacaktır.

el-Hakem dedi ki: Bunlar Allah'ın kendi(dini)ne hizmet için seçtiği kimselerdir. Bunlar rehin alınanlar arasına girmezler. Çünkü bunlar Allah'ın(dininin) hizmetkârları ve seçkinleridir. Kazandıklarının onlara bir zararları olmaz.

el-Kasım dedi ki: Her nefis hayır olsun, şer olsun kazancı karşılığında rehin alınacaktır. Kazandıklarına ve dinine hizmetlerine değil de, Allah'ın lütuf ve rahmetine güvenenler müstesna. Çünkü kazandıklarına güvenen herkes rehin alınacaktır. Allah'ın lütfuna güvenen herkes ise rehin alınmayacaktır.

40

Cennetlerdedirler. Birbirlerine soru sorarlar;

41

Suçlular hakkında:

"Cennetlerde" cennetlerin bahçelerinde

"dirler. Biribirlerine soru sorarlar. Suçlular" müşrikler

"hakkında."

42

"Sizi Sekar'a ne sürükledi?"

"Sizi Sekar'a ne sürükledi?" Buraya girmenize ne sebeb oldu?(Mealde: sürüklemek anlamı verilen Fiil ile aynı kökten gelmek üzere); Şöyle demeye benzer: İpi şuna sürükledim(soktum)."

el-Kelbî dedi ki; Cennet ehlinden olan bir kimse cehennem ehlinden olan bir kimseye ismini söyleyerek: Ey filan... diye sorar.

Abdullah b. ez-Zübeyr'in kıraatinde; Ey filan seni Sekar'a ne sürükledi?" şeklindedir. Yine ondan şöyle dediği rivâyet edilmiştir:Ömer b. el-Hattâb bu şekilde okumuştur. Ancak bu Kur'ân'a dil uzatanların ileri sürdükleri gibi Kur'ân böyledir, diye değil, tefsir olmak üzere gelmiş bir kıraattir. Bu açıklamayı Ebû Bekr b. el-Enbârî yapmıştır.

Mü’minler, meleklere akrabalarına dair soru sorarlar, melekler de müşriklere soru sorarak onlara:

"Sîzi Sekar'a ne sürükledi" diye sorarlar; şeklinde de açıklanmıştır.

el-Ferrâ' dedi ki: Bu açıklamada ashabu'l-yemin'in (mü’minlerin küçük yaşta ölmüş) çocukları olduğu görüşünü destekleyen bir taraf vardır. Çünkü onlar günahın ne olduğunu bilmezler.

43

Derler ki: "Biz namaz kılanlardan değildik.

Âyetin tefsiri için bak:45

44

"Yoksullara yemek yedirmezdik.

Âyetin tefsiri için bak:45

45

"Biz de dalanlarla birlikte dalardık.

Cehennemlikler

"derler ki: Biz namaz kılanlardan"namaz kılan mü’minlerden

"değildik. Yoksullara yedirmezdik."Yani sadaka vermezdik.

"Biz de dalanlarla birlikte dalardık." Batıl ehli ile birlikte batıllarında karışıp giderdik.

İbn Zeyd dedi ki: Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın durumu hakkında dalanlarla birlik te biz de dalardık. Bu da onların -Allah'ın laneti üzerlerine olsun- o bir kâhindir, bir delidir, bir şairdir, bir sihirbazdır şeklindeki sözleridir.

es-Süddî dedi ki:Yani bizler de yalanlaytularla birlikte yalanlardık. Katade dedi ki: Birisi azdı mı biz de onunla birlikte azardık.

Anlamının, bizler başkalarına uyan kimselerdik, kendisine uyulan kimseler değildik, şeklinde olduğu da söylenmiştir.

46

"Din gününü de yalanlardık.

"Din gününü de yalanlardık." Yani amellerinin karşılığının verileceği, kulların arasında hüküm verileceği, kıyâmet gününü tasdik etmezdik, doğrulama zdık.

47

"Nihayet Ölüm bize gelip çattı.

"Nihayet ölüm(yakın) bize gelip çattı."Yani ölüm, gelip bizi buldu. Yüce Allah'ın:

"Ve sana yakın(ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et"(el-Hicr, 15/99) âyetinde de bu anlamdadır.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç