35Artık bugün burada onun hiçbir yakın dostu yoktur. "Artık bugün burada onun hiçbir yakın dostu yoktur" âyetinde yer alan: “yoktur" lâfzının haberi: “Onun" âyetidir. Haber: “Burada" âyeti olamaz. Çünkü o takdirde mana: O gün orada Gıslînden başka yiyecek bir şey yoktur, şeklinde olur ki; bu doğru bir mana olamaz. Çünkü orada ondan başka yiyecek şeyler de olacaktır, "Burada" anlamındaki lâfız; "Onun" lâfzındaki fiil manasına taalluk etmektedir. "Yakın dost(el-hamîm)" burada yakın kimse demektir. Yani onun orada kendisine karşı kalbi yumuşayacak ve onun üzerindeki azâbı savacak hiçbir yakını yoktur. Bu da sıcak su demek olan "el-hamim"den alınmadır. Sanki, kendisine karşı kalbi yumuyaşıp, onun için kalbi yanan arkadaş, gibi bir anlam taşımaktadır. 36Gıslînden başka hiçbir yiyeceği de yok. "Gıslîn" yıkamak anlamındaki "el-gasl"den "fi'lîn" vezninde bir kelimedir. Sanki bu bedenlerinden yıkanan bir şey gibidir. Gıslîn cehennem ehünin yaralarından ve fertlerinden akan irindir. Bu açıklamaİbn Abbâs'tan nakledilmiştir. ed-Dahhak ile er-Rabî' b. Enes de şöyle demişlerdir: Bu, cehennemliklerin yiyeceği bir ağaçtır. "el-Gisl" ise kendisi ile başın yıkandığı hıtmi ve başka(hoş kokulu bitkiler) gibi şeylerdir.el-Ahfeş dedi ki: "el-Gıslîn': de buradan gelmekte olup, bu cehennemliklerin etlerinden ve kanlarından yıkanan(süzülüp, akan) şeydir. Buna(lam'dan sonra) "ye" ile "nun"un fazladan getirilmesi tıpkı: "Bir işe büyük bir deha ile nüfuz eden mükemmel ve güçlü adam" kelimesine ilave edildiği gibi eklenmiştir, Katade: O en kötü ve en korkunç olan bir yiyecektir. İbn Zeyd dedi ki: Bunun da zakkumun tanesi olduğu bilinmez. Bir başka yerde de yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onlar için Darî'den başka bir yiyecek yoktur." (el-Gâşiye, 88/6) Darî'in gıslînden olması mümkündür. İfadede takdim ve tehir olduğu ve anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Artık bugün burada onun için gıslînden olanın dışında herhangi bir hamîm (kaynar su) yoktur. Bu durumda sıcak su demek olur. "...Başka hiçbir yiyeceği de yok."Yani onların kendisinden yararlanacakları bir yemekleri olmayacaktır. 37Onu da ancak hata işleyenler yer. "Onu da ancak hata İşleyenler"günahkârlar "yer." İbn Abbâs müşrikler kastedilmiştir, demiştir. "Hata işleyenler" anlamındaki lâfız "hemze" yerine "ye" getirilerek: diye okunduğu gibi "ye"siz olarak diye de okunmuştur. İbn Abbâs'tan -bu son okuyuşa işaret olmak üzere-; "Adım atanlar" da ne oluyor? Hepimiz adım atıyoruz dediği rivâyet edildiği gibi; Ebû'l-Esved ed-Duelî İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivâyet etmiştir: "Adım atanlar" ne oluyor? Bunun doğrusu ancak "hata işleyenlerdir, "es-sâbûn" da ne oluyor? Doğrusu ancak es-sabiundur. Bununla birlikte ("adım atanlar" anlamındaki "ye"siz okuyuş ile) hakkı geçerek, batıla girenler ve yüce Allah'ın hadlerini aşıp gidenlerin kastedilmiş olma ihtimali de olabilir. 38Hayır, yemin ederim ki gördüğünüz şeylere, 39Görmediğiniz şeylere de; "Hayır, yeminederim ki gördüğünüz şeylere, görmediğiniz şeylere de" âyetinin anlamı şudur: Ben, ister görünüz, ister görmeyiniz herşeye yemin ediyorum. Buna göre buradaki; "Hayır" sıla (zâid)dir. Bunun daha önce geçmiş bir sözü red anlamında olduğu da söylenmiştir. Yani durum müşriklerin dediği gibi değildir. Mukâtil dedi ki: Buna sebeb de şudur: el-Velid b. el-Muğire: Şüphesiz ki Muhammed bir büyücüdür, demişti. Ebû Cehil: Şair, Ukbe ise: Kâhindir demişti. Yüce Allah da; "Hayır, yeminederim ki" diye buyurmaktadır. Yani yemin ediyorum ki. Buradaki "hayır" anlamındaki lâfzın kasemi nefyetmek olduğu da söylenmiştir.Yani bu hususta hak apaçık ortada olduğundan dolayı yemin etmeye gerek yoktur. Buna göre bu edatın da cevabı, kasemin cevabı gibi olur: 40Muhakkak ki o, şerefli bir elçinin okuduğu sözüdür. "Muhakkak ki o" yanı Kur'ân-ı Kerîm "şerefli bir elçinin" el-Hasen,el-Kelbî ve Mukâtil 'in görücüne göreCebrâîl'in "sözüdür." Bunun delili de: "Şüphe yok ki o çok şerefli bir elçinin sözüdür. Büyük güç sahibi, Arş'ın sahibinin nezdinde yüksek bir mevki sahibi olan elçinin (sözüdür)" (el-Tekvîr, 81/19-20) âyetidir. Yine el-Kelbî ve el-Kutebî şöyle demektedir: Burada rasöl (eki)den kasıt Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'dır. Çünkü(bir sonraki âyet-i kerimede): "O bir şair sözü de değildir" diye buyurulmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın sözü değildir. O Allah'ın sözüdür. Sözün Allah'ın Rasûlüne nisbet edilmesi, onu okuyanın, tebliğ edenin ve gereğince amel edenin o oluşundan dolayıdır! Bu da bizim: Bu, İmâm Mâlik'in sözüdür, dememize benzer. 41O, bir şair sözü de değildir. Ne kadar az inanırsınız! 42Bir kâhin sözü de değildir. Ne kadar az düşünüp İbret alırsınız! "O bir şair sözü de değildir."Çünkü bütün sür türlerinden farklıdır. "Bir kâhin sözü de değildir." Çünkü bu sözde şeytanlar yerilmekte, onlara hakaret edilmektedir. Kendilerini yeren, kendilerine hakaret eden birisine hiçbir şey indirmezler. "Ne kadar az inanırsınız" âyeti ile! "Ne kadar az düşünüp ibret alırsınız!" âyetinde: fazladan gelmiştir. Pek az Îman edersiniz, pek az ibret ve öğüt alırsınız demektir. Onların bu az îmanları isç kendilerine, kendilerini kimin yarattığı sorulduğu takdirde, Allah'tır demeleridir. Bununla birlikte bu edalın fiil ile birlikte mastar olması ve: "Az" lâfzının bu edattan sonraki fiil ile nasbedilmesi de câiz değildir. Çünkü o vakit sıla mevsule takdim edilmiş olur. Zira mastarın kendisinde amel ettiği şey, mastarın sılasındandır. İbn Muhaysın, İbn Kesîr,İbn Âmir ve Yakub...îman ediyorlar" ile;...düşünüp, ibret alıyorlar" diye "ye" ile okumuşlardır. Diğerleri ise "te" ile okumuşlardır. Çünkü bundan öncesi de, sonrası da hitap kipi iledir. Çünkü ondan önce: "Gördüğünüz" ondun sonra ise: "Sizden hiçbir kimse..." (47, âyet) şeklindedir. 43O âlemlerin Rabbi tarafından İndirilmedir. "O âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir" âyeti daha önce gecen: "Muhakkak ki o şerefli bir elçinin okuduğu sözüdür" (20. âyet) âyetine atfedilmiştir. Şüphesiz ki o, şerefli bir elçinin de sözüdür ve o âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir, demektir. 44Eğer bazı sözleri oydurup Bize isnâd etseydi "Eğer bazı sözleri uydurup bize isnad etseydi" âyetinde geçen: “Uydurup isnad etseydi" âyeti, kendisini olmadık bir külfetin altına sokarak kendiliğinden uydurduğu bir söz ortaya koymuş olsaydı, demektir. Bu fiil meçhul kip İle; Eğer uydurulup isnad edilseydi..." diye de okunmuştur. 45Biz onu elbette kudretimizle alıverirdik. "Biz onu elbette kudretimizle alıverirdik." Güçle, kuvvetle alırdık. "Onu" lâfzındaki: zâid bir sıladır, Bu âyette kuvvet ve kudret "yemin: Sağ" ile ifade edilmiştir. Çünkü herşeyin gücü sağlarındadır. Bu açıklamayı el-Kutebî yapmıştır. İbn Abbâs ve el-Mücahid'in açıklamalarının anlamı da budur. eş-Şemmâh'ın şu beyitinde de bu anlamda kullanılmıştır: "Şan ve şeref için bir sancak yükseltildi mi Hemen Arâbe onu sağı ile yakalayıverir." Yani kuvvetle alır. Arâbe, ensardan Evs kabilesine mensub bir adamın adıdır. Bir başka şair de şöyle demektedir: "Güneşin ışığının, doğarken parıldadığım görünce, Ben de ondan ihtiyacım olanı sağımla(kuvvetle) aldım." es-Süddî ve el-Hakem; "sağ ile" âyetini "hak ile" diye açıklamışlardır. Şairin: "Arâbe onu yemini ile alır." Yani sözü hakkıyla alır, demektir. 46Sonra da kalbinin damarını elbette koparırdık. el-Hasen: Elbette onun sağ elini koparırdık, diye açıklamıştır. Elbette onun sağ elini iş yapamaz bir hale getirirdik, anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı Neftaveyh yapmıştır. Ebû Cafer et-Taberî dedi ki: Bu ifade, insanların adetleri üzere, cezalandırılan kimsenin elinin yakalanması şeklinde zelil kılınması anlamında kul- "Bana bildirip de yükümün arasına katarsan Arâbe'yi, ve tın (denilen kalbin en kalın damarının) kanı senin boğazında tıkansın." Mücahid dedi ki: Bu kalbin sırttaki bağlantısıdır ki; buna da omurilik denilir. Bu koptu mu bütün güçler çalışmaz olur ve kişi ölür. el-vetini (açıklamalara göre aort damarı ya da omuriliği) kopan kimseye denilir. Muhammed b. Ka'b dedi ki: Bundan kasıt kalp, kalbin zarları ve ona bitişik olan şeylerdir. el-Kelbî dedi ki: Bu boyun damarları ile boğaz arasındaki bir damardır. Boynun iki damarı arasında bu damar bulunur. İkrime dedi ki: "el-Vetîn (denilen bu damar)" koptuğu takdirde kişi ne acıkırsa acıktığını, ne doyarsa doyduğunu bilir. 47O zaman da sizden hiçbir kimse bunu ona yapmamıza engel olamazdı. "O zaman da sizden hiçbir kimse bunu ona yapmamıza engel olamazdı" âyetindeki: ...maz" edatı nefy (olumsuzluk) içindir. "Hiçbir kimse" ise çoğul anlamındadır. Bundan dolayı onun sıfatı da çoğul olarak gelmiştir. Yani aranızdan hiçbir topluluk ona bunu yapmamıza engel olamazdı. Yüce Allah'ın: "Peygamberlerinden hiçbirini diğerinden ayırmayız" (el-Bakara, 2/285) âyetinde olduğu gibi. Çünkü "arasında" lâfzı ancak iki ve lanıknıştır. Nitekim Sultan zelil kılıp alçaltmak istediği kimse hakkında: Ellerini yakalayın, der. Yani elbetteki Biz elinin yakalanmasını emreder ve onu cezalandırmakta ileri giderdik. "Sonra da kalbinin damarını elbette koparırdık." Bununla kalbin en büyük damarını(aort) kastetmektedir. Onu helâk ederdik, demektir. Bu da kalbin kendisine asılı bulunduğu bir damar olup, koptuğu takdirde kişi ölür. Bu açıklamayı İbn Abbâs ve çoğu kimse yapmıştır. Şair şöyle demektedir: daha fazla kişi hakkında kullanılır. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmuştur: "Ganimetler sizden önce başları siyah hiçbir kimseye helal olmamıştır." Görüldüğü gibi burada "kimse" lâfzı tekit olmakla birlikte çoğul anlamındadır. Âyetteki: (ey. ) ise fazladan gelmiştir. "Engel olmak" demektir. "Engel kimseler" lâfzının, "kimse" anlamındaki kelimenin -belirttiğimiz üzere manası gözönünde bulundurularak- sıfatı olması mümkündür. Bu durumda cer ınahallindedir. Haberi ise, "Sîzden .,. kimse" lâfzıdır. Haber olarak nasb konumunda olması da mümkündür. O takdirde "sizden" anlamındaki lâfız lağv olur ve: "Engel" lâfzına taalluk eder. Bu durumda lağv olan bu lâfzın arada bulunması, haberin nasb olmasına engel olmaz. Tıpkı: "Zeyd'in sana rağbeti vardı" tabirinde araya gelen faslın (Zeyd lâfzını nasbetmesine) engel olmadığı gibi. 48Doğrusu o takva sahibleri İçin bir öğüttür. "Doğrusu o" Kur'ân-ı Kerîm "takva sahipleri için" Allah'tan korkan kimseler için "bir öğüttür." Bu âyetin bir benzeri daha önce el-Bakara Sûresi'nin baş taraflarında (2/1-2. âyetler, 4. başlıkta) açıkladığımız gibi: "Takva sahipleri için bir hidâyettir" (el-Bakara, 2/2) âyetidir. Maksadın Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğu da söylenmiştir. Yani o bir ibret ve öğüt, bir rahmet ve bir kurtuluştur. 49Aranızda yalanlayanlar olduğunu da elbette biliriz Biz. "Aranızda yalanlayanlar" er-Rabî'; Kur'ân’ı yalanlayanlar "olduğunu da elbette biliriz Biz." 50Ve şüphesiz ki o, kâfirler için bir hasrettir. "Ve şüphesiz ki o" yani yalanlamak "kâfirler için bir hasrettir."Hasret; pişmanlık demektir. Şöyle de açıklanmıştır: Muhakkak Kur'fın-ı Kerîm kıyâmet gününde ona îman edenlerin mükâfatını görecekleri vakit kâfirler aleyhine bir hasret sebebi olacaktır. Bir başka açıklamaya göre: Maksat onların benzeri bir süre meydana getirmeleri için onlara meydan okunduğunda ona karşı duracak bir sözü ortaya koyamadıkları vakit dünyadaki hasretleridir. 51Ve muhakkak ki o, kesin bilginin gerçeğidir. "Ve muhakkak ki o, kesin bilginin gerçeğidir." Yani o büyük Kur ân aziz ve celil olan Allah tarafından indirilmiştir. Ondan dolayı o yakîn gerçeğin ta kendisidir. Şöyle de açıklanmıştır: Bunun kıyâmet gününde onlar için mutlaka bir hasret olacağı kesin ve şüphesiz bir gerçektir, demektir. Buna göre: "Ve şüphesiz ki o ... bir hasrettir"âyeti kendisi sebebiyle hasret çekilecektir, anlamına gelir. O halde "hasret çekmek" anlamında bir mastardır. Bundan dolayı müzekker kabul edilmesi caizdir. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Bu bir kimsenin: Bu yakînin (kesin bilginin) ta kendisidir ve bu katıksız yakîn (kesin bilgi)dir; demesine benzer. Eğer "kesin bilgi" sıfat olsaydı, ona izafede bulunulması câiz olmazdı. Nitekim -bu zarif adamdır anlamında demlemeyeceği gibi. Şöyle de denilmiştir: Lâfızların farklı ulusu dolayısıyla hakkı bizzat kendisine izafe etmiştir. 52O halde büyük Rabbini ismi ile tesbih et. "O halde büyük Rabbinİ ismi ile tesbih et." İbn Abbâs'a göre Rabbin için namaz kıl, demektir. Allah'ı eksiklik ve kötülüklerden tenzih el, anlamında olduğu da söylenmiştir. HAKKA SÛRESİNİN VE ONYEDİNCİ CİLDİN SONU MEÂRİC SÜRESİRahmân ve Rahîm Allah'ın Âd İle Mekke'de inmiş olduğu ittifakla kabul edilmiştir. Kırkdört âyettir. 1İsteyen biri inecek azâbı istedi. "İsteyen biri İnecek azâbı istedi"âyetindeki: “İsteyen biri İstedi" âyetini Nâfî' ve İbn Âmir hemzesiz olarak: diye okumuşlardır. Hemzeli okuyanların okuyuşuna göre; istemek, sormak"dan gelir. "Azâb" kelimesinin basındaki "be" harfinin zâid olması da mümkündür,...den, dan; hakkında" anlamında olması da mümkündür. "İstemek" dua etmek anlamındadır. Buna göre, bir kimse bir azâbı dua. ederek istedi demek olur. Bu açıklama İbn Abbâs ve başkalarından rivâyet edilmiştir. Filana veyl ile beddua elli" ve; Filana azâb gelmesi için beddua elti" denilir. Yine; Zeyd'i davet ettim': yani onun huzura getirilmesinin yollarım aradım, denilir. Buna göre bir kimse kâfirlerin başına getirilecek bir azâbın gelmesini istedi. Bu azâb, kıyâmet gününde kaçınılmaz olarak onları bulacaktır. Bu açıklamaya göre ise "be" fazladan gelmiştir. Yüce Allah'ın: "Yağ veren"(el-Mu'minün, 23/20) âyeti ile: "O kuru hurma ağacını kendine doğru salla..." (Meryem, 19/25) âyetinde olduğu gibi. Buna göre bu harf tekid için gelmiştir. İsteyen biri, meydana gelecek bir azâbı isledi, demektir. 2O kâfirler içindir; onu önleyebilecek yoktur. "O kâfirler içindir." Kâfirler üzerine (inecektir), demektir. Bu kişi en-Nadr b. el-Hâris'dir. O şöyle demişti: "Ey Allah! Eğer bu Senin katından gelen hakkın kendisi ise durma, bizim üzerimize gökten taş yağdır. Yahut bize acıklı bir azâb gönder." (el-Enfal, 8/32) Onun bu istediği gelmişti. Bedir günü o ile Ukbe b. Ebi Muayl esir alındıktan sonra öldürülmüşlerdi, Bunuİbn Abbâs ve Mücahid söylemiştir. Burada azâbın gelmesini isteyenin el-Hâris b. Kuman el-Fihrî olduğu da söylenmiştir. Şöyle ki; o Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ınAli (radıyallahü anh) hakkında: "Ben her kimin mcvlâsı isem (dostu ve yakını isem) Ali de onun mevlâsı (dostu ve yakını)dır" dediğini haber alınca, devesine binerek geldi ve el-Ebtah denilen yerde devesini çöktürdükten sonra; ey Muhammed dedi, sen bize Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, senin Allah'ın Rasûlü olduğuna şahitlik etmemizi emrettin, senin bu emrini kabul ettik. Beş vakil namaz kılmamızı emrettin, senin bu emrini de kabul ettik. Mallarımızın zekâtını vermemizi emrettin, bu emrini de kabul ettik. Her sene ramazan ayında oruç tutmamızı emrettin, bunu da kabul ettik. Hac etmemizi emrettin, bunu da kabul ellik. Sonra bununla da yetinmeyerek bu sefer amcanın oğlunu bizden üstün kıldın. Bu senin bizzat kendinin yaptığı bir iş mi, yoksa Allah'tan gelen bir şey mi? Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin olsun ki; bu ancak Allah'tan gelen bir iştir." el-Hârîs: Allah'ım, eğer Muhammed'in dediği gerçek ise Sen üzerimize ya semadan bir taş yağdır yahut bize çok acıklı bir azâbı getir, diyerek geri dönüp gitti. Allah'a, yemin ederim, henüz daha devesine varmadan Allah onun üzerine bir taş attı, bu taş beyninin üzerine düştü, dubüründen çıktı ve onu öldürdü. Bunun üzerine de: "İsteyen biri inecek azâbı istedi"âyeti nazil oldu. İsteyen kişinin Ebû Cehil olduğu ve bu sözleri onun söylediği de söylenmiştir. Bu da er-Rabi'in görüşüdür. Bu sözlerin Kureyş kâfirlerinden bir topluluk tarafından söylendiği de söylenmiştir. Bir görüşe göre; kâfirlerin üzerine azâbın inmesini dileyen kişi Nûh (aleyhisselâm)'dır. Bir başka görüşe göre bu kişi Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dır. O, ilahi azâbın indirilmesi için dua etti ve Allah'ın bunu kâfirlerin başına getirmesini istedi. Halbuki bu azâb kaçınılmaz olarak onları gelip bulacak bir şeydi. Bu sözler yüce Allah'ın: "O halde sen güzel bir sabır ile sabret!" (el-Meâric, 70/5) âyetini kadar devam etmektedir.Yani sen acele etme, çünkü o pek yakındı: Şayet be harfi; ..den, dan, hakkında" anlamında ise -ki bu Ka-".jJc'nın görüşüdür- sanki bir kimse azâbın kimin başına ineceğineya da ne zaman olacağına dair soru sormuş gibi bir anlam ifade eder. Yüce Allah; "Sen bunu bir bilene sor?" (el-Furkan, 25/59) âyetindeki: Bunu" âyeti: Onun hakkında, ona dair... sor" anlamındadır,Alkame de söyle demiştir: "Eğer sizler bana kadınlara dair soracak olursam, şüphesiz ki ben Kadınların hastalıklarını çok iyi bilen bir doktorum." Görüldüğü gibi ("be" edatı ile) burada: Kadınlar hakkında, kadınlara dair" anlamındadır. Nitekim; "biz filana dair soru sormak için çıktık" denilirken, denilebileceği gibi;(son kelimenin yerine); da denilebilir. Buna göre âyetin anlamı şöyle olur: Onlar azâb kimin başına gelecektir ve kime olacaktır? diye sordular. Yüce Allah da: "O, kâfirler içindir" diye buyurdu. Ebû Ali ve başkaları şöyle demiştir: Eğer bu: İstemek” kökünden geliyor ise bunun asıl itibariyle iki mef'ûle geçiş yapması gerekir. Bununla birlikte tek bir mef'ûl ile yetinmesi de mümkün olur. Eğer tek bir mef'ûl ile yetinecek olursa, bu tek mef'ûle de cer harfi ile geç, iş yapması câiz olur. Buna göre ifadenin takdiri şöyle olur: Bir kimse Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a yahutta müslümanlara bir azâbı yahut bir azaba dair soru sordu. (........) bunu hemzesiz okuyanların okuyuşu da iki türlü açıklanabilir: Birincisine göre bu; Sormak, islemek" kelimesinin bir söyleyişidir ve bu Kureyş şivesîdir. Araplar da: İstedi, ister, sordu, sorar" diye kullanırlar. Tıpkı: Nail oldu, nail olur" ve; Korktu, korkar" gibi kullanırlar. İkinci açıklamaya göre bu "seyelân"den gelen bir şekil olabilir. Bunu da İbn Abbâs'ın: Bir sel aktı' şeklindeki kıraati desteklemektedir, Abdurrahman b. Zeyd dedi ki: İsmi "Sâil" olan cehennem vadilerinden bir vadi (sel dolup) aktı. Bu Zeyd b. Sâbit'in de görüşüdür. es-Sa'lebî dedi ki: Birinci görüş, daha güzeldir. Nitekim el-A'şâ hemzeyi hafifleterek(yani harf-i med gibi okuyarak) şöyle demiştir: "Benden (kendilerini) boşamamı istediler, çünkü gördüler Malımın azaldığını. Hem siz, bu işi tepkiyle karşılayarak bana geldiniz." es-Sıhah'ta şöyle denilmektedir:el-Ahfeş dedi ki: 'Çıkıp filâna dair soru sorduk" anlamında, denildiği gibi; da denilebilir. Bazen bu fiilin hemzesi hafifletilerek okunur Sordu, sorar" denilir. Şair de şöyle demiştir: "Ve öldürülmek için kendisine yetişilmiş ölüm emareleri kendisini bürüyen bir kişi ki İç çamaşırının kendisine lütfedilmesini istedi.(Çünkü) o etek traşı olmamıştı," el-Mehdevî dedi ki: "İstedi" anlamındaki lâfzı; diye "hemze"siz okuyanların kıraatine göre; "hemze"yi "elif'e dönüştürmek suretiyle hafifleterek okumuş olmaları mümkündür. Bu ise kıyasa uygun olmayan bir ibdâldir. Diğer taraftan elifin: Sordum, soranın" fiilini; Korktum, korkarım" gibi kullananların kullanımına göre "vav"dan "elife kalbolmuş olması da mümkündür. en-Nehhâs dedi ki:Sîbeveyh; Sordum, sorarım" fiilinin: Kürklüm, korkarım" gibi ve bunun (hemzeli şekli olan): Sordum" anlamında kullanıldığını nakletmekte ve şu beyiti zikretmektedir: "Huzeyl, Rasûlullah'dan çok çirkin bir istekte bulundu, Bu isteği sebebiyle Huzeyl sapıttı ve isabet etmedi." O ikisinin biri diğerine soruyor" denilir. el-Mehdevl dedi ki: Bunun "ye"den bedel olmasıyani; Aktı, akar" fiilinden gelmiş olması da mümkündür. O takdirde: (mealde hemzeli okuyuşa göre: isteyen biri) cehennemdeki bir vadi" olur. Bu durumda birinci görüşe göre bu lâfzın hemzesi uslidir, ikinci görüşe göre "vav'dan bedeldir, üçüncü görüşe de "ye"den bedeldir. el-Kuşeyrî dedi ki: isteyen biri" lâfzı henızelidir. Çünkü eğer bu lâfız: İstedi, sordu" hemzeli fiilinden gelmekte ise hemzelidir. Eğer hemzesiz bir fiilden gelmişse yine hemzelidir. Tıpkı: Söyleyen" ve Korkan" şekillerinde olduğu gibi. Çünkü "ayn"(fiilin yalın halinin ikinci harfi) bu fiilde illetli harf olduğu gibi, ism-i failde de illetli harf olmuştur. Başka kelime ile karışma korkusu dolayısıyla bu illetli harfte harf hazfi yoluna gidilmemiştir. Ondan dolayı bu harf, hemzeye kalbedilmiştir. Bu durumda hemze'yı hemze İle "ye" arasında olacak şekilde tahfif ile (şeddesiz) okumak da mümkündür. "İnecek" yani kâfirlerin başına inecek. 3O, üstün ve yüce dereceler sahibi Allah'tandır. Yüce Allah, bu azâbın "dereceler sahibi" Allah'tan geleceğini de beyân etmektedir.el-Hasen dedi ki: Yüce Allah: "İsteyen biri inecek azâbı istedi" âyetini indirince, o kimin içindir diye soruldu, yüce Allah "kâfirler İçindir" diye buyurdu. Buna göre "kâfirler" lâfzının başına gelen (ve "için" anlamını veren): "lâm" harfi "inecek" anlamındaki lâfza taalluk etmektedir. el-Ferrâ' dedi ki: Âyet, kâfirler için vâki olacak bir azâbı (biri İstedi) takdirindedir. Buna göre "inecek" lâfzı "azâb"ın sıfatıdır. 'Lâm" harfi de "azâb" için getirilmiş olmaktadır. "İnecek" için getirilmiş değildir.Yani bu azâb, âhirette kâfirler içindir ve kimse bu azâbı onlardan uzaklaştıramayacaktır. Buradaki "lâm"ın: Üzerine" anlamında olduğu da söylenmiştir ki mana: Kâfirler üzerine inecek..." demek olur. Ubeyy'in kıraatinin böyle olduğu rivâyet edilmiştir. ...den, dan" anlamında olduğu da söylenmiştir. Yani: Allah'tan gelecek(olan bu azâbı) kâfirlerden uzaklaştıracak yoktur" demek olur. Yani bu azâb "Meâric" sahibi Allah tarafındandır. "Meâric" yükseklik, faziletli dereceler ve nimetler demektir. Bu açıklamayı İbn Abbâs veKatade yapmıştır. Buna göre "Meâric" O'nun yarattıklarına ihsan ettiği nimetlerin mertebelerini ifade eder. Azamet ve yükseklik sahibi anlamına geldiği de söylenmiştir. Mücahid dedi ki: Bunlar semanın dereceleridir. Meleklerin çıktığı dereceler (basamaklar) olduğu da söylenmiştir. Çünkü melekler semaya yükselirler. O bakımdan yüce Allah, kendi zatını bununla nitelendirmiş olmaktadır. "Meâric"'in yüksek odalar, köşkler anlamına geldiği de söylenmiştir ki; O yüksek köşklerin sahibidir, demek olur. Bu da; o cennette dostlarına yüksek köşkler yaratmıştır, demek olur. Abdullah (b. Mesud); "Üstün ve yüce dereceler sahibi"anlamındaki lâfzı "ye" ilave ederek: diye okumuştur. Bir derece, miraç" denilir. Çoğulları; ...diye gelir. Anahtar'ın çoğulunun; diye gelmesi gibi. "Meâric" dereceler demektir. Yüce Allah'ın "Üzerlerine çıkacakları merdivenleri..." (ez-Zuhruf, 43/33) âyetinde de bu kabildendir. 4Melekler de, Ruh da oraya miktarı ellibin yıl olan bir günde yükselir. "Melekler de, Ruh da... yükselir."Yani yüce Allah'ın kendileri için takdir etmiş olduğu, o yüksek dereceler üzerinde yükselirler. İbn Mes’ûd, arkadaşları, es-Sülemî ve el-Kisâl ("te" harfi yerine) "ye" ile çoğul kastederek; diye okumuşlardır. Bunun diğer sebebi ise onun: "Melekler" hıfzını müzekker kabul ediniz, müennes olarak değerlendirmeyiniz, demiş olmasıdır. Diğerleri ise yine çoğul kastı ile "te" ile okumuşlardır. "Rûh" Cebrâîl(aleyhisselâm)'dır. Bu açıklamayıİbn Abbâs yapmış olup delili yüce Allah'ın: "Onu Ruhu'l-Emin indirdi" (eş-Şuara, 26/193) âyetidir. Bunun yaratılış itibariyle pek azametli bir başka melek olduğu da söylenmiştir. Ebû Salih de şöyle demiştir: Bu yaratılış itibariyle insanlar gibi olmakla birlikte, insan olmayan, Allah'ın yarattıklarından bir yaratıktır. Kabisa b. Züeyb dedi ki: Bu ölenin kabzolunduğu vakitki ruhudur. "Oraya" yani yerleri olan o mekâna ki o da semâdır.- Çünkü sema yüce Allah'ın lütuf ve ihsanlarının mekânıdır. Bunun İbrahim (aleyhisselâm)'ın söylediği: "Ben Rabbime gidiciyim" (es-Sâffât, 37/99) sözüne benzediği de söylenmistir. Bu da Allah'ın bana emrettiği yere gidiyorum, demektir. Buradaki "oraya" âyetinin Arşına anlamında olduğu da söylenmiştir. "Miktarı ellibin yıl olan bir günde"âyeti hakkında Vehb, el-Kelbî ve Muhammed b. İshak şöyle demişlerdir: Yani meleklerin kendi yerleri olan o mekâna yükselmeleri başkalarına göre eğer yükselecek olsalardı, ellibin yıllık olan bir sürede gerçekleşir. Yine Vehb dedi ki: Yerin en altı ile Arş'a kadar olan mesafe, ellibin yıllık bir yoldur. Mücahid'in görüşü de böyledir. Bu âyet-i kerîme ile es-Secde Sûresi'nde yer alan: "Sonra miktarı sizin saymanıza göre bin yıl olan bir günde" (es-Secde, 32/5) âyetlerini birbiri ile telif ederek şöyle demektedir: "Miktarı ellibin yıl olan bir günde" âyeti emrinin vardığı son yer olan yerlerin en altından, semavatın en yukarısına kadarki mesafe ellibin yıldır. Buna karşılık yüce Allah'ın es-Secde Sûre.-: alar. 'miktarı bin yıl olan bir günde" âyeti ile kastettiği ilâ-r.i =-rrj\r. dünya semasından yere inmesi, yerden semaya çıkması ise, bin yıl günde gerçekleştiğidir. Çünkü sema ile yer arasındaki mesafe beşyüz Yine Mücahîd'den ve el-Hakem ileİkrime'den şöyle dedikleri zikredilmektedir: bu, dünya ömrünün süresidir. Yaratıldığı ilk günden İtibaren geriye kalan son vakte kadarki süre ellibin yıldır. Yüce Allah'tan başka kimse ne kadar geçtiğini ve ne kadar kaldığını bilemez. Maksadın kıyâmet günü olduğu da söylenmiştir.Yani o günde hüküm süresi, eğer yaratılmış bir varlık onu üstlenecek olursa, ellibin yıllık bir süredir. Bunu daİkrime söylediği gibi,el-Kelbî ve Muhammed b. Ka'b da böyle demişlerdir. Yüce Allah: Ben bu işi bir saatte (bir anda) bitiririm, diye buyurmaktadır. el-Hasen dedi ki: Bu kıyâmet günüdür; fakat kıyâmet gününün bitmesi sözkonusu değildir. O halde maksat, onların hesab için duracakları süredir. Bu da dünya senelerinden ellibin yıldır. Bundan sonra ise İki yurdun sakintert (cennetliklerle cehennemlikler) yurtlarında yerleşeceklerdir. Yemân dedi ki: Bu, kıyâmet günüdür. Bunda herbirisi bin yıllık bir süre olan elli ayrı konum olacaktır. İbn Abbâs dedi ki: Bu kıyâmet günüdür. Allah, bunu kâfirlere göre ellibin yıl kadar uzatmıştır. Ondan sonra da ebediyyen kalmak üzere cehenneme gireceklerdir. Derim ki; -înşaallah- bu, âyet-î kerîme hakkında ileri sürülmüş en güzel görüştür. Buna delil de Kasım b. Esbağ'ın rivâyet etçiği Ebû Said el-Hudrî'nin şöyle dediğini belirttiği hadistir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Miktarı ellibin yıl olan bir senede"diye buyurdu. Ben: Bu ne kadar da uzun bir süredir, dedim. Bu sefer Pegyamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki; o gün mü’mine öyle hafifletilecek ki onun için dünya hayalında kılmış olduğu farz bir namazdan daha çabuk geçecektir." İbn Milibarı, Sahih, XVI, 329; Müsned, IH, 75, Heysem i, Mecmâ', X, 337 en-Nehhâs bu görüşün doğruluğuna Süheyl'in babasından, onun Ebû Hüreyre'den, onun da Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyet ettiği Peygamber Efendimizin şu sözünü delil göstermektedir: "Malının zekâtını ödemeyen herkese mutlaka malı kendisine ateşten büyük ve erkek bir yılan haline getirilir. Onunla alnı, sırtı ve böğürleri miktarı ellibin yıl olan bir günde -yüce Allah İnsanlar arasında hüküm verinceye kadar dağlanacaktır"Ebû Dâvûd, 11, 124; Nesâî, V, 13; Beyhakî, ea-Sunenu'l-Kübrâ, IV, Sİ, 137, 183, VII, 3;Müsned, II, 112, 2fi2, 276, 383, 4H9(hepsi ele aynı manada benzer lâfızlarla)(en-Nehhâs) dedi ki: İşte bu da bugünün kıyâmet günü olduğuna delil teşkil etmektedir. İbrahim el-Teymî dedi ki: Bugünün mü’mine göre süresi ancak öğle ile ikindi arası kadardır. Bu anlamdaki rivâyet, merfu olarak Muâz(radıyallahü anh) yoluyla gelen hadiste de belirtilmiştir. Buna göre Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah sizleri iki namaz arasındaki vakit kadarlık bir sürede hesaba çekecektir. Bundan dolayı o kendisini "hesabı pek süratli olan ve hesaba çekenlerin en süratlisi" diye adlandırmıştır." Deylemî, Firdevs, III, 37H Bunu el-Maverdî zikretmektedir. Bu işin yarım günde bitirileceği de söylenmiştir. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi: "O günde cennetliklerin kalacakları yer çok hayırlı ve dinlenecekleri yer çok güzeldir." (el-Furkan, 25/24) işte bu, bunun yaratılmışların kavrayış miktarlarına göre (olacağına) delildir, yoksa hiçbir hal ve durum onu bir başka durumla uğraşmaktan alıkoymaz, Nasıl ki onların hepsini aynı anda rızıklandırıyor ise, aynı şekilde onları bir anda hesaba çekecektir. Yüce Allah: "Sizin yaratılmanız ve öldükten sonra diriltilmeniz ancak bir can gibidir."(Lokman, 31/28) diye buyurmaktadır. Yine İbn Abbâs'tan gelen rivâyete göre; kendisine bu âyet-i kerîme ile yüce Allah'ın: "Miktarı bin yıl olan bir günde"âyeti hakkında sorulunca şu cevabı vermiş: Bunlar yüce Allah'ın miktarını belirttiği günlerdir. Bunların nasıl olacağını en iyi bilen O'dur. Bu günler hakkında bilmediğim bir şeyi söylemek hoşuma gitmez, Ellibin yılın sözkonusu edilmesinin temsilî bir anlam ifade ettiği de söylenmiştir. Buna göre; bu, hesab için durulacak sürenin uzunluğunu ve insanların bu süre zarfında çekecekleri sıkıntıları tanıtmakdır. Araplar zorlu ve sıkıntılı günleri uzunlukla, sevinç günlerini de kısalıkla nitelendirirler. Şair şöyle demektedir: "Ve bir gün ki; mızrak gölgesi kadar kısalttı uzunluğunu bizim için Kırbanın kanı (şarab) ile atların seslerinin yankılanması." İfadede'takdim ve tehir olduğu da söylenmiştir. Anlamı şöyledir: İsteyen biri inecek azâbı istedi. O (azâb) kâfirler içindir. Allah"tan gelecek olan bu azâbı kimse önleyemez.(Bu azâb) meleklerin ve ruhun kendisine yükseldiği miktarı ellibin yıl olan bir günde (olacaktır). İşte bu da bizim tercih ettiğimiz görüşün manasını ifade etmektedir. Başarı Allah'tandır. 5O halde, sen güzel bir sabır ile sabret! "O halde sen" kavminin eziyetine karşı "güzel bir sabır ile sabret." Güzel sabır (sabr-ı cemîl), herhangi bir tahammülsüzlüğün ve Allah'tan başkasına şikâyetin olmadığı sabırdır. Musibet sahibinin insanlar arasında olmakla birlikte, onun kim olduğunun bilinmemesi anlamında olduğu da söylenmiştir. Anlamlar birbirlerine yakındır. İbn Zeyd: Âyet(cihadı emreden) kılıç âyeti ile nesholmustur, demiştir. 6Çünkü onlar onu uzak görürler; "Çünkü onlar onu uzak görürler"âyeti ile Mekkelilerin cehennem azabını uzak,yani olmayacak bir şey olarak gördüklerini anlatmaktadır. 7Biz ise onu yakın görürüz. "Biz ise onu yakın görürüz." Çünkü gelecek olun yakının ta kendisidir. el-Ameş dedi ki: Onlar öldükten sonra dirilişi uzak görüyorlar. Çünkü ona îman etmiyorlar. Sanki onlar imkânsız anlamında bu işi uzak gördüklerini kasteder gibidir. Nitekim kendisi ile tartıştığımız birisine; Bu uzak bir şeydir, olmaz, deriz. Şöyle de açıklanmıştır: Onlar bugünü uzak görüyorlar. "Biz ise onu yakın görüyoruz" biliyoruz, demek olur. Çünkü görmek, var olana taalluk eder. Bu da bir kimsenin: Şafii'nin bu mesele hakkındaki görüşü şudur, şudur, demesine benzer. 8O gün gök, erimiş maden gibi olacak. "O gün gök erimiş maden gibi olacak"âyetinde yer alan: “O gün" âyetinde âmil: İnecek" anlamındaki âyettir. İfade; "azâb onların başına ... o günde gelecektir" takdirindedir. Âmilin "onu görürüz" yahut: "Bunlar onlara gösterilir" (11, âyet) lâfızları olduğu söylendiği gibi, bunun "yakın"dan bedel olduğu da söylenmiştir. “Erimiş maden" zeytinyağı tortusu ve dibe çöken kısmı demektir. Buİbn Abbâs ve başkalarının açıklamasıdır. İbn Mes’ûd ise şöyle demiştir: Bu eritilen kurşun, bakır ve gümüşe verilen isimdir. Mücahid dedi ki: "Erimiş maden gibi" kan ve irinden meydana gelen cerabat gibi demektir. Buna dair açıklamalar daha önceden ed-Duhân Sûresi (44/45. âyetin tefsiri) ile el-Kehf Sûresi (18/29. âyetin tefsîri)nde geçmiş bulunmaktadır. 9Dağlar da renk renk boyanmış yün gibi olacak. "Dağlar da renk renk boyanmış yün gibi olacak." Çünkü yüne ancak boyalı olması halinde: denilir. el-Hasen dedi ki: "Dağlar da renk renk boyanmış yün gibi olacak" âyetinde kastedilen kırmızı yündür. Bu da yünlerin en zayıf olan çeşididir. Züheyr'in şu beyiti de bu kabildendir: "Kırmızı yün parçalarının bulunduğu herbir yerdeki bu parçalar Parçalanmamış, ezilmemiş tilki üzümü taneleri gibidir." Bu lâfzın "renkli yün” anlamına geldiği de söylenmiştir. Yüce Allah, dağları çeşitli renklen itibariyle renkli yüne benzetmektedir. Yani bu dağlar daha önce şiddetli iken yumuşayacak, bir arada bulunuyor iken darmadağınık olacak. Denildiğine göre dağların uğrayacağı ilk değişiklikte onlar yığılmış kum taneleri haline dönecek. Sonra atılmış yün gibi, sonra da darmadağınık toz zerrecikleri haline dönüşecektir. 10Ve gerçek hiçbir dost, dostunu sormayacak. "Ve gerçek hiçbir dost, dostunu sormayacak." Herkes kendi haliyle meşgul olacağından dolayı kimse arkadaşının durumunu sormayacak. Bu açıklamayıKatade yapmıştır. Nitekim yüce Allah: "O günde bunlardan herbir kişinin kendine yeter bir işi vardır" (Abese, 80/37) diye buyurmaktadır. Âyetin; Gerçek hiçbir dost, dostunun haline dair soru sormayacak" demek olduğu da söylenmiştir. Burada cer harfi hazfedilmiş ve doğrudan doğruya fiil mef'ûle bitiştirilmiştir. (Cer harfi kullanılmadan geçişi sağlanmıştır). "Sor(may)acak"anlamındaki fiil genellikle: diye "ya" harfi fethalı olarak okunmuştur. Şeybe ve Âsım'dan el-Bezzî ise: Sorulmayacak" şeklinde "ye" harfi ötreli meçhul bir fiil olarak okumuşlardır.Yani hiçbir gerçek dosıa dostuna dair soru sorulmayacak ve hiçbir akrabaya akrabaları hakkında soru sorulmayacak, aksine her insana kendi ameline dair soru sorulacaktır. Bunun bir benzeri de yüce Allah'ın: "Herbir nefis kazandıkları karşılığında rehin alınmıştır" (el-Müddessir, 74/38) âyetidir. |