MÜLK SÛRESİRahmân ve Rahîm Allah'ın İsmi ile Bütün müfessirlerrin görüşüne göre Mekke'de inmiştir. el-Vâkiye (koruyucu) ve el-Münciye(kurtarıcı) diye de adlandırılır. Otuz âyettir. Tirmizî'nîn rivâyetine göre İbn Abbâs dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabından bir adam, bir kabir üzerine -onun kabir olduğunu bilmeksizin- çadırını kurdu. Bir de ne baksın, orası bir insan kabri imiş. Kabir bitirinceye kadar da Mülk Sûresi'ni okumuş. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelerek; Ey Allah'ın Rasûlü, dedi. Ben çadırımı kabir olduğunu bilmeksizin bir kabrin üzerine kurdum. Bir de baktım ki, orası bir insan kabri imiş. Mülk Sûresi'ni sonuna kadar okudu, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dedi ki: "O menedicidir, o koruyucudur, onu kabir azabından korur."(Tirmizî) dedi ki: Bu hasen, garib bir hadistir. Tirmizi, V, 164; Taberânl, Kebir, XII, 174; Beyhakî, Şuabu'l-îman, II, 495 . Yine ondan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Bütün mülk elinde bulunanın şanı ne yücedir!" (1. âyet) diye başlayan sûrenin her mü’minin kalbinde olmasını, ezbere bilmesini çok arzu ederdim.' Bunu es-Sa'lebî zikretmiştir Abdullah b. Adiy, el-Kâmil, 11, 385'de Hafs b. Ömer b. Meyimin el-Âdemiden söz ederken, sika (güvenilir) bir râvî olmadığını belirttikten sonra 11, 3ö6'da bu rivâyeti kaydetmektedir Ebû Hüreyre'den dedi ki: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Allah'ın kitabından ancak otuz âyet olan bir sûre vardır ki, Kıyâmet gününde bir adama onu cehennem ateşinden çıkartıp cennete sokuncaya kadar şefaat etti (edecektir). Bu Tebâreke Sûresi'dir."Bu hadisi bu manada Tirmizî rivâyet etmiş olup hakkında: Hasen bir hadistir, demiştir. Tirmizî, V, 164; Ebû Dâvûd, II, 57; İbn Mâce, II, 1244; Müsned, II, 299 İbn Mes’ûd dedi ki; Ölü kabrine konulduğu vakit ona ayakları tarafından gelinin. Senin buna ulaşmana imkânın yok. Çünkü o ayakta iken el-Mülk Sûresi'ni okur, namaz kılardı. Sonra başı tarafından ona gelinir. Bu sefer dili: Sizin ona karşı bir yolunuz yoktur. Çünkü o benimle Mülk Sûresi'ni okurdu. Sonra dedi ki: Bu sûre Allah'ın azabından koruyan sûredir. Tevrat'ta el-Mülk süresidir. Kim bir gece onu okuyacak olursa, o çok büyük bir iş, çok hoş bir iş yapmış olur. Her gece bu sûreyi okuyana, el-fettan'ın(çok fitneye düşürücü şeytanın) zarar vermeyeceği rivâyet edilmiştir. 1Bütün mülk elinde bulunanın şanı ne yücedir! Ve O, herşeye kadirdir. "...Ne yücedir!" âyeti "bereket"den "tefâale" veznindedir. Daha önce(el-A'raf, 7/54 âyeti açıklanırken) geçmiş bulunmaktadır. el-Hasen her türlü kötülükten münezzeh demektir, diye açıklamıştır. Dâim oldu, diye de açıklanmıştır. O varlığının başlangıcı bulunmayan, devamının da sonu gelmeyecek olan dâimdir. "Bütün mülk elinde bulunan"; dünyada da, âhirette de göklerin ve yerin mülkü kendisinin olan... demektir. İbn Abbâs dedi ki: Mülk, O'nun elindedir. Dilediğini aziz eder, dilediğini zelil kılar. Diriltir, öldürür, zengin kılar, fakir eder, verir ve alıkoyar. Muhammed b. İshak dedi ki: Nübüvvet mülkü yalnız O'nundur. Nebiye tabi olan kimseleri o yolla aziz kılmış, ona muhalefet edenleri de onun vasıtası ile zelil kılmıştır. "Ve O," nimet vermek ve intikam almak gibi "herşeye kadirdir." 2O hanginizin daha güzel amelde bulunacağını denemek üzere ölümü ve hayatı yaratandır. O Azizdir, Gafûrdur. Bu âyete dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız: 1- Ölüm ve Hayat: "O... ölümü ve hayatı yaratandır"âyeti ile ilgili olarak şöyle denilmiştir:Yani O, sizi ölüm için ve hayat için yaratmıştır. Bu da dünya hayatında ölüm için, ahiret hayatında da hayat için yaratmıştır, demektir. Ölümü hayattan önce zikretmesinin sebebi ise ölümün kahredici özelliğinin bulunmasından dolayıdır. Nitekim yüce Allah kızları, oğlan çocuklardan önce zikrederek; "Dilediğine kızlar ihsan eder..."(eş-Şurâ, 42/49) diye buyurmaktadır. Ölümü önce zikretmesinin, daha önce var olmasından dolayı olduğu da söylenmiştir. Çünkü eşya başlangıçta ölü hükmünde idi. Nutfe, toprak ve buna benzerlerinde olduğu gibi. Katade dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyururdu: "Şüphesiz yüce Allah, Âdemoğullarını ölüm ile zelil kılmış, dünyayı hayat yurdu, sonra ölüm yurdu, âhireti ise mükâfat yurdu, sonra da ebedi kalınacak yurt kılmıştır."Taberî, Câmiu'l-Beyân, XXIX, İde Katade’nin âyeti açıklaması olarak; ayrıca bk. İbn Kesîr, Tefsir, IV, 397 Ebû'd-Derdâ'dan rivâyete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Üç şey olmasaydı Âdemoğlu asla başını önüne eğmezdi. Fakirlik, hastalık ve ölüm. Bununla birlikte o, yine çok atılgandır."Ebû Nuaym, Hilye, VII, 277de; Abdurrahman b. Ali Ehııl-Ferat, Safvetu's-Safve, Beyrut 1399/1977, II, 234'cle Süfyan b. Uyeynenin sözü alarak. 2- Ölümün Hayattan Önce Sözkonusu Edilmesinin Sebebi: "Ölümü ve hayatı yaratandır" âyetinde, hayattan önce ölümü zikretmektedir. Çünkü insanlar arasında amelde bulunmaya en çok koşan kişi. ölümü sürekli gözünün önünde bulundurandır. O halde âyet-i kerimenin zikredilmesinde gözetilen maksad açısından daha önemli olduğundan ötürü ölüm öne alınmıştır. İlim adamları şöyle demiştir; Ölüm ne katıksız bir yokluk, ne de sadece bir yok oluştur. O sadece ruhun beden ile ilişkisinin kesilip, ayrılması, ikisi arasında bir engel oluşturmasıdır. Bir halden bir diğerine değişmek ve bir yurttan diğerine taşınmaktır. Hayat ise bunun aksidir. İbn Abbâs,el-Kelbî ve Mukâtil 'den şöyle dedikleri nakledilmektedir; Ölüm ve hayat iki cisimdir. Ölüm bir koç şeklinde yaratılmış olup her neye uğrarsa ve her ne onun kokusunu alırsa mutlaka ölür. Hayat da ablak (siyah-beyaz karışımı bir renkte) dişi bir kısrak suretinde yaratılmıştır. -Cebrâîl'in ve peygamberlerin bindiği at bu idi,- Adımını gözün görebildiği kadar atar. Eşekten yüksekçe, katırdan alçakçadır. Her neye uğrayıp, kokusunu alırsa mutlaka hayat bulur. Her neyi çiğnerse mutlaka hayat bulur, İşte Sâmirî'nin, izinden bir avuç alıp buzağı heykelinin üzerine attığı ve dirilmesine sebeb teşkil eden at budur, (Bk. Tâ-Hâ, 20/96. âyetin tefsiri) Bunu es-Sa'lebî ve el-Kuşeyrî İbn Abbâs'tan nakletmişlerdir. el-Maverdî de bu anlamdaki açıklamayı Mukâtil ve el-Kelbî'den zikretmektedir. Derim ki: Kur'ân-i Kerîm'de de şöyle buyurulmaktadır: "De ki: Size vekil kılınan ölüm meleği sizin ruhunuzu alır." (es-Secde, 32/11); "Meleklerin o kâfirlerin... canlarını alırken bir görseydin!"(el-Enfal, 8/50) Yine yüce Allah: "...Elçilerimiz onun ruhunu alırlar"(el-Enâm, 6/61) diye buyurduğu gibi, bir başka yerde de: "Allah ölümleri vaktinde ruhları alır" (ez-Zümer, 39/42) diye buyurmaktadır. O halde; melekler üstün ve şerefli aracılardır. Allah'ın salât ve selâmı üzerlerine olsun, Gerçek manada öldüren ise yüce Rabbimizdir. Ölüm -sahih haberde vârid olduğu gibi- âhirette bir koç suretinde gösterilecek ve Sırat üzerinde boğazlanacaktır. Müslim, IV, 2188;Buhârî, IV, 1760;Müsned. III, 90 İbn Abbâs'tan zikredilen bu rivâyetin ise; bu hususta mazereti urtadan kaldıracak(yani bu rivâyeti reddetmeye ihtimal bırakmayacak) sahih bir habere ihtiyacı vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Yine Mukâtil 'den şöyle dediği zikredilmiştir: Ölümü yarattı. Yani nutfeyi, alakayı ve bir çiğnem eti yarattı. Hayatı yarattı yani o bir insan yarattı ve ona ruh üfledi, o da insan oldu. Derim ki: Bu güzel bir görüştür. Buna yüce Allah'ın: "Hanginizin daha güzel amelde bulunacağını denemek üzere..." âyeti delil teşkil etmektedir. Bu hususa dair açıklamalar daha önceden el-Kehf Süresi'nde(18/7. ve 30. âyetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. es-Süddî yüce Allah'ın: "O hanginizin daha güzel amelde bulunacağını denemek üzere ölümü ve hayatı yaratandır" âyeti hakkında şöyle demiştir: Hanginizin ölümü daha çok hatırlayacağını, ona daha güzel hazırlanacağını, hanginizin ondan daha çok korkup ondan sakınacağını ortaya çıkarmak için... demektir. İbn Ömer dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yüce Allah'ın: "Bütün mülk elinde olanın şanı ne yücedir... O hanginizin daha güzel amelde bulunacağını denemek üzere ölümü ve hayatı yaratandır" âyetine kadar okudu ve şöyle buyurdu: "(Kimin) Allah'ın haramlarından daha çok çekineceğini, Allah'a itaatte elini daha çok çabuk tutacağını,.." Taberi, Câmiu'l-Beyân, XII, "Denemek üzere..." âyeti size deneyenin muamelesi ile muamele etmek üzere demektir. Yani kulu, sabrını ortaya çıkarmak için ölümü kendisine ağır gelecek olan kimsenin ölümü ile şükrünü ortaya çıkarmak için hayat ile denemek üzere... demektir. Bir başka açıklamaya göre; Allah ölümü öldükten sonra diriliş ve amellerin karşılığını görmek için, hayatı da sınanmak için yaratmıştır. Buna göre: "Sizi sınamak üzere" âyetindeki "lam" ölümün yaratılmasına değil, hayatın yaratılmasına taalluk eder. Bunu ez-Zeccâc zikretmiştir. el-Ferrâ'' ve yineez-Zeccâc şöyle demişlerdir: "Sınamak" fiili: "Hangi" lâfzında amel etmez. Çünkü "sınamak" ile "hangi" arasında bir fiil takdir edilmiştir. Bu; "Hanginizin daha çok itaat ettiğini göreyim diye sizi sınadım" demeye benzer. Yüce Allah'ın. "Sor onlara! Buna hangileri kefildir?" (el-Kalem, 68/40) âyeti da (bu yönüyle) buna benzemektedir. Bu da onlara sor, sonra hangilerinin... bak, demektir. O halde âyet-i kerimedeki: "Hanginizin" lâfzı mübtedâ olarak merfudur, "Daha güzel" lâfzı da onun haberidir. Anlam da şöyle olur: Sizi sınayıp hanginizin amelinin daha güzel olduğunu ortaya çıkarmak ya da göstermek için... (ölümü ve hayatı yaratandır), demektir. "O" kendisine karşı gelip isyan edenlerden intikam alışında güçlü olan "Azizdir." Tevbe eden kimselere çokça bağışlayıcı olan "Gafûrdur." 3O, tabaka tabaka yedi gök yaratandır. "Rahmân'ın yaratışında hiçbir düzensizlik göremezsin. Haydi gözü çevir de bak! Bir çatlak görecek misin?" "O tabaka tabaka" yani biri diğerinin üstünde "yedi gök yaratandır." Bu göklerin birbirine yapışık bölümleri ise onların kıyılandır, İbn Abbâs'tan böylece rivâyet edilmiştir. "Tabaka tabaka" lâfzı "yedi" lâfzının sıfatıdır. Buna göre mastar ile nitelendirilmiş olmaktadır. "Birbirine mutabık" anlamında mastar olduğu da söylenmiştir.Yani o yedi gök yarattı ve bunları biri diğerinin üzerinde tabaka halinde yahut biri diğerine mutabık yahut biri ötekine mutabık gelecek şekilde yaratandır, demektir. Sîbeveyh dedi ki: Bu lâfız ikinci mef'ûl olarak nasbeditmiştir. Derim ki: Bu durumda: "Yaratan"; "Var eden" ile "Yapan, meydana getiren" anlamında, "(........): Tabaka tabaka" lâfzı da; (........) çoğulu olur. (........)'in çoğulunun; "diye gelmesi gibi. Bunun: Tabaka" lâfzının çoğulu olduğu da söylenmiştir. Eban b. Tağlib dedi ki: Bedevinin kişiyi yererken: "Onun kötülüğü üstüstedir (tabaka tabaka gelir), hayrı ise kalıcı değildir" derken duydum, Kur'ân-ı Kerîm'in dışında bu ibarenin: "Tabaka tabaka yedi gök'" şeklinde "gökler" lâfzının sıfatı olarak cer ile gelmesi de mümkündür. Bunun (bu yönüyle) bir benzeri: "Ve yedi yeşil başak" (Yusuf, 12/46) âyetidir. "Rahmân'ın yaratışında hiçbir düzensizlik göremezsin" âyetinde -ki: "Düzensizlik" lâfzını Hamza ve el-Kisâî elifsiz olarak, "vav': harfi de şeddeli şekilde: "Düzensizlik" diye okumuşlardır. İbn Mes’ûd ve arkadaşlarının kıraati de budur. Diğerleri ise "elif ile okumuşlardır, İki ayrı söyleyiştir. Hepsi de aynı manalara gelen: Taahhüt etmek,"Tahammül göstermek,"; "Başka türlü göstermek, "Küçük görünmek" Kat kat olmak, katlanmak" ile; Uzaklaşmak" gibi. Ebû Ubeyd; okuyuşunu tercih etmiş ve bu hususta Abdurrahman b. Ebi Bekr'in söylediği; "Kızları hususunda benim gibi birisi nasıl olur da dikkate alınmaz, fikri sorulmaz" ifadesini delil göstermiştir. en-Nehhâs dedi ki: BuEbû Ubeyd'in reddolunan bir görüşüdür. Çünkü bu şekilde bir kullanıma, kendileri ileri götürülen, diğeri ile uyumları bozulan manası verilir. Âyet-i kerimede ise; okuyuşu daha uygundur, Nitekim işler arasında farklılık ve uzaklık olduğu vakit: fiili kullanılabileceği gibi; fiili de kullanılabilir. Biri diğerini geçti, demek olur. Nitekim bundan önce yüce Allah: "O tabaka tabaka yedi gök yaratandır" diye buyurmuş bulunmaktadır.Yani sen Rahmân'ın yaratmasında herhangi bir eğrilik, bir çelişki, bir farklılık (ayrılık, tutarsızlık) göremezsin. Aksine onlar suretleri ve sıfatları itibariyle değişseler bile, yaratıcılarına delil teşkil edecek şekilde dosdoğru ve İstikamet üzeredirler. Bununla kastedilenin yalnızca gökler olduğu da söylenmiştir. Yani sen göklerin yaratılmasında bir kusur göremezsin. Bunun aslı: "Geçmek, geride bırakmak"dan gelmektedir. Bu da bir şeyin ötekini geçerek, geride bırakarak düzgünlüklerinin azlığı dolayısıyla arada boşluk meydana gelmesi anlamındadır. Buna da İbn Abbâs (radıyallahü anh)'ın, herhangi bir farklılık (göremezsin) şeklindeki açıklaması delil teşkil etmektedir, Ebû Ubeyde dedi ki: -Bir şey geçti anlamında denilir. Daha sonra insanlara ibret alsınlar, O'nun kudreti hakkında tefekkür etsinler diye yarattığı varlıklara dikkatle bakmalarını emrederek: "Haydi gözü(nü) çevir de bak. Bir çatlak görecek misin?" diye buyurmaktadır. Yani gözünü semaya tekrar çevir.(Aynı anlamda): "Gözünü semada evirip çevirdi" denildiği gibi; "Semaya yoruluncaya kadar baktı" da denilir. Anlamlar birbirine yakındır. Yüce Allah'ın:"(........): Haydi... çevir" âyetinde "fe" harfini, daha öncesinde zikredilmiş bir fiil bulunmamakla birlikte getirmesi, önceden "göremezsin" diye buyurmuş olmasından dolayıdır.Yani bak, sonra gözünü tekrar çevir, herhangi bir çatlak görecek misin? demektir. Bu açıklamayı Katade yapmıştır. lâfzının; "çatlaklar" demek olduğuMücahid ve ed-Dahhak'tan nakledilmiştir. Katâde; Bir tutarsızlık, es-Süddi: Bir delik, İbn Abbâs: Bir gevşeklik diye açıklamışlardır. Bunun kökü: 'den gelmektedir ki; bu da çatlamak demektir. Şair şöyle demiştir: "O size direksiz olarak bir sema bina etti, Ve süsledi onu, onun hiçbir çatlağı da yok." Bir başka sair de şöyle demektedir: "Sen kalbi(mi) çatlattın, sonra içine serptin Sevgini de; kaynadı, birbirine böylelikle çatlaklar yapıştı. İçeceğin varamadığı bir yere kadar vardı ve sarhoşluğun da Fakat ona bir türlü sevinç ulaşamadı." 4Sonra gözü(nü) tekrar tekrar çevir ve bak! Göz hor ve hakir, yorulmuş olarak yine sana dönecektir. "Sonra gözü tekrar tekrar çevir ve bak!" âyetindeki: “Tekrar tekrar" lâfzı mastar konumundadır. Çünkü; iki defa çevir demek olup, bu da biri diğerinin ardından çevirmek demektir. İki defa(tekrar tekrar) bakmayı emretmesi, şundan dolayıdır: İnsan bir şeye bir defa baktığı takdirde ona ikinci bir defa bakmadığı sürece o şeyin kusurunu görmez. Yüce Allah da bunu haber vermektedir: O kimse göğe iki defa bakacak dahi olsa, hiçbir kusur göremeyeceği gibi, ona baktıkça hayret edecektir. Allah'ın: "Göz hor ve hakir... olarak yine sana dönecektir" âyeti bunu anlatmaktadır. Yanı bu kabilden herhangi bir şey görebilmek imkânından uzak, zilletle ve küçülmüş olarak dönecektir. -Aynı kökten olmak üzere-: "Köpeği kovdum ve uzaklaştırdım" demektir. "Köpeğin kendisi uzaklaştı': denilir. Buna göre bu fiil hem geçişli, hem geçişsizdir. da aynı anlamdadır. "Gözü görmesi; görmeyecek kadar oldukça zayıfladı, zayıflamak" demektir. İşte yüce Allah'ın: "Göz hor ve hakir... olarak yine sana dönecektir" âyetindeki "Hor ve hakir olarak" lâfzı da buradan gelmektedir. İbn Abbâs dedi ki; "Hor ve hakir" istediği, arzu ettiği şeyi göremeyen kimse demektir. "Yorulmuş olarak" âyeti, yorgunluğun en ileri derecesine varmış olarak, demektir. O halde (fa'îl veznindeki bu şekil) "fail" anlamında olup, yorgun, bitkin düşmek demek olan: 'den gelmektedir. Bununla birlikte; "O şeyin uzaklığı o kimseyi yorgun ve bitkin düşürdü" kullanımından mef'ûl anlamında olması da mümkündür. İbn Abbâs'ın açıklaması da bu anlama gelir. Şairin şu beyitinde de bu kabildendir: "Her kim ulaşabileceği noktadan daha yukarısına göz dikecek olursa, Onun o göz dikmesi, yorulmuş, bitkin düşmüş ve hor ve hakir geri döner." "Mesafenin uzaklığından dolayı (veya uzun zamandan beri) gözü zayıfladı ve bitkin düştü" gibi ifadeler kullanılır. Bu durumda olana: ya da; denilir. Şair de şöyle demiştir: "Ben ona Mina'dan el-Muhassib'de baktım da Göz bana yorgun ve bitkin olarak geri döndü." Bir başka şair de bir deveden sözederken şöyle demektedir: "Ona doğru gözlerin bakışı yorgun ve bitkindir." Şair burada: "Ona doğru" lâfzını zarf olarak nasbetmiştir. Bir başka şair de şöyle demektedir: "Atların üstü başı kirlendi, hâlâ onların asil olanları Bitkin ve yorgundur. Buna karşılık geride kalanları yolda gelmeye devam etmektedir." Bu lâfzın, "pişman olan kimse" anlamında olduğu da söylenmiştir. Şairin şu mısraında da bu anlamda kullanılmıştır; "Ey demirci kızı! Pişman değilim bugün Geçip giden bir şey için." Buradaki: "iki kere (mealde; tekrar tekrar)"den kasıt, çokluktur, Buna delil de yüce Allah'ın: "Göz hor ve hakir, yorulmuş olarak yine sana dönecektir" âyetidir. Bu da çokça bakmaya delildir, 5Yemin olsun Biz, dünya semâsını kandillerle süsledik. Onları şeytanlara atış taneleri yaptık. Ayrıca onlara Sa'îr azabını hazırladık. " Yemin olsun Biz, dünya semâsını kandillerle süsledik" âyetinde geçen: "Kandiller" lâfzı; "‘ın çoğuludur. Yıldızlara "kandil" denilmesi aydınlık verdiklerinden dolayıdır. "Onları şeytanlara atış taneleri yaptık." Oranın alevli atışlarını... yaptık, anlamında olup muzaf hazfedilmiştir. Buna delil yüce Allah'ın: "Meğer ki hızlıca hırsızlayıp bir şey kapan olsun. Hemen arkasından parlak, delici bir alev ona yetişir" (es-Saffat, 37/10) âyetidir. Buna göre kandiller yerlerinden kaybolmazlar ve bizzat onlar şeytanlara atış için kullanılmazlar. Şöyle de açıklanmıştır: Şeytanların taşlanmaları bizatihi yıldızlardan olmak üzere, zamirin kandillere râu olduğu da söylenmiştir. Bu durumda yıldızın kendisi düşmez, ancak ondan ışığından olsun, şeklinden olsun bir şey eksiimeksizin kendisiyle şeytana atış yapılan bir şeyler ayrılır. Bu açıklamayı, Ebû Ali: Bunlar kalıcı olmayan atış taneleri olmakla birlikte, nasıl süs olabilirler? diyen kimseye cevap olmak üzere yapmıştır. el-Mehdevî dedi ki: Bu açıklama şeytanların gökten hırsızlama işittikleri şeylerin yıldızların bir yerinden olmasına binaendir. Birinci takdir ise, şeytanların hırsızlama aldıkları haberlerin yıldızların bulunduğu yerden daha aşağıda bulunan havadan olması takdirine göredir. el-Kuşeyri dedi ki: Ebû Ali'nin açıklamasından daha uygunu şöyle dememizdir: Bu yıldızlar kendileri ile şeytanlara atış yapılmadan önce bir zînet idi. "Atış taneleri" lâfzı; in çoğulu olup kendisi ile atış yapılan şeye ad olarak kullanılan bir mastardır. Katade dedi ki: Yüce Allah, yıldızları üç hikmetle yaratmıştır. Sema için zinet olmaları, şeytanlar için atış taneleri ve karada, denizde ve zamanın bulunması için kendileri ile yol bulunan alâmet olmaları için. Buna göre kim yıldızlar hakkında bunların dışında bir tevil ve açıklamada bulunacak olursa, hakkında bilgisi olmayan bir şeyi açıklamaya kendisini zorlamış, haddi aşmış ve zulmetmiş olur, Muhammed b. Ka'b dedi ki: Allah’a yemin ederim, yer ve sema ehlinden hiçbir kimsenin bir yıldızı dahi yoktur. Fakat onlar kâhinliği bir yol ediniyorlar ve yıldızları da buna bir sebep ve gerekçe gösteriyorlar. "Ayrıca onlara" şeytanlara "Sa'îr" yangın ve alevin en şiddetlisi "azabını hazırladık" "Ateş şiddetlice alevlendi, yandı" denilir. Bu şekilde yanan ateşe de: ile, denilir. Tıpkı öldürülen kimseye: ile denilmesi gibi. 6Rabblerini inkâr edenlere de cehennem azâbı vardır. O ne kötü dönüş yeridir! "Rabblerinİ İnkâr edenlere de cehennem azâbı vardır. O ne kötü bir dönüş yeridir!" 7Oraya atıldıklarında o kaynayıp coşarken, onun korkunç sesini işitirler. "Oraya" kâfirler "atıldıklarında o kaynayıp coşarken, onun korkunç sesini işitirler." İbn Abbâs dedi ki: Cehennem'in korkunç sesi "şehîk" kâfirlerin ona atılacağı vakittir. O katırın arpa için kişneyip ses çıkarması gibi onlar için öylece ses çıkartır. Sonra da korkmadık kimse bırakmayacak şekilde bir ses çıkartır. Korkunç sesin, cehenneme atıldıkları vakit kâfirlerden geleceği de söylenmiştir. Bu açıklamayı Atâ yapmıştır. Korkunç ses (şehîk) göğüste, hırıltılı soluma (zefir) ise boğazda olur. Daha önce Hûd Sûresi'nde (11/106. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır, "O kaynayıp coşarken" kaynayıp dururken demektir. Hassan'ın şu beyitinde de bu anlamdadır: "Siz tencerenizi bomboş bıraktınız, Onların tencereleri ise sıcak ve kaynamaktadır." Mücahid dedi k: Azıcık taneler çok miktardaki suyun içinde kaynadığı gibi, cehennem de onlarla birlikte kaynayıp coşar. İbn Abbâs da şöyle açıklamıştır: Tencere (içindekilerle) nasıl kaynayıp coşuyorsa, cehennem de onlar, içinde oldukları halde öylece kaynayıp coşar. Bu ise aşırı kızgınlığından ölürü ateşin ileri derecedeki alevinden dolayı böyle olur. Nitekim; Filan öfke ile dolup taşmaktadır" denilmesi de buna benzer. 8Öfkesinden neredeyse çatlayacak gibi olur. İçine herbir grub atıldığında, bekçileri onlara: "Size uyarıcı bir peygamber gelmedi mi?" diye sorarlar. "Öfkesinden neredeyse çatlayacak gibi olur." Said b. Cubeyr dedi ki: Yani neredeyse ayrılıp dağılacak, paramparça olacak. İbn Abbâs,ed-Dahhak ve İbn Zeyd dedi ki: Yüce Allah'ın düşmanlarına karşı aşın derecedeki öfkesinden dolayı neredeyse darmadağın olur. "Öfkesinden"; kaynayıp coşmasından demektir, diye de açıklanmıştır. "Çatlayacak" lâfzının aslı; şeklindedir. "İçine" kâfirlerden "herbir grup atıldığında, bekçileri onlara" azarlamak ve sitemde bulunmak üzere "size uyarıcı birpeygamber" dünya hayatında sakınasınız diye bugünü haber verip korkutan bir peygamber "gelmedi mi, diye sorarlar." 9Onlar: "Evet, gerçekten bize bir uyarıp korkutucu geldi. Fakat biz yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir. Siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz dedik" diye cevap verirler. "Onlar: Evet, gerçekten bize bir uyarıp korkutucu geldi." Bizi uyardı ve korkuttu "fakat biz yalanladık ve Allah"sizin üzerinize "hiçbir şey indirmemiştir. Siz"ey peygamberler topluluğu "ancak büyük bir sapıklık içindesiniz dedik, diye cevap verirler." Ve böylelikle peygamberleri yalanladıklarını itiraf ederler. Daha sonra cahilliklerini de itiraf ederek, cehennemde oldukları halde şöyle diyeceklerdir: 10Yine derler ki: "Eğer biz dinleseydik ve aklımızı kullanmış olsaydık, cehennemlikler arasında olmazdık." "Eğer biz" uyarıcı peygamberlerin getirdiklerine kulak verip "dinleseydik ve" onların söyledikleri hakkında "aklımızı kullanmış olsaydık..."İbn Abbâs dedi ki: Eğer hidayete kulak veren yahut onu akleden kimseler olsaydık, yahut bizler belleyip düşünenlerin işittiği gibi işitmiş olsaydık;ya da düşünüp (iyiyi kötüden) ayırdedebilenler gibi akıl edebilseydik "cehennemlikler arasında olmazdık."Yani biz de cehennemliklerden olmazdık. Bu âyet kâfire akıl(ını kullanmak) diye bir şey verilmediğini göstermektedir. Buna dair açıklama -Allah'a yemin olsun ki- daha önceden et-Tûr Sûresi'nde(52/32. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır, 11Böylelikle günahlarını İtiraf edecekler. Allah'ın rahmeti cehennemliklerden uzak olsun. Ebû Said el-Hudrî'den, o Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir; "Günahkâr kıyâmet gününde pişman olacak ve: "Eğer biz dinleseydik ve aklımızı kullanmış olsaydık, cehennemlikler arasında olmazdık" diyecek. Yüce Allah da; "Böylelikle günahlarını itiraf ettiler" diye buyuracak. " Günahlarından kasıt ise peygamberleri yalanlamış olmalarıdır. Buradaki "günah" çoğul anlamındadır. Çünkü bunda fiil manası da vardır. Mesela; "İnsanlara maaş verildi" denilirken, maaşları verildi, demektir. "Allah'ın rahmeti cehennemliklerden uzak olsun!" Onlar Allah'ın rahmetinden uzak olsunlar, demektir. Said b. Cubeyr ile Ebû Salih şöyle demişlerdir: O, Suhk; uzak olsun cehennemde bir vadi olup, ona "es-sahk" denilir. el-Kisaî ve Ebû Cafer "hı" harfini ötreli olarak; diye okumuşlardır. Bu okuyuş Ali'den de rivâyet edilmiştir. Diğerleri ise "ha" harfini sakin olarak okumuşlardır. Bu da tıpkı: "Haram, korku" kelimelerinin iki türlü söyleyişi gibi iki ayrı söyleyiştir.ez-Zeccâc dedi ki: Bu lâfız mastar olarak nasbedilmiştir ki: "Allah onları alabildiğine uzaklaştıracaktır" demektir. İmruu’l-Kays da şöyle demektedir: "O batıya (ve doğuya) giderek her tarafı dolaşıp duruyor, Saba rüzgarı da onu alabildiğince uzaklaştırıyor." Ebû Ali der ki: Kıyasa göre bu lâfzın: diye gelmesi gerekir. Ancak mastarı (ha'dan sonraki elifin) hazfi ile gelmiştir. Şu mısrada olduğu gibi; "Eğer helâk olursam, işte o benim kaderimdir," Yani(kaderim lâfzı) "takdirim" anlamındadır. Yüce Allah'ın: "Siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz" sözlerinin cehennem bekçilerinin cehennemliklere söyleyeceği sözler olduğu da söylenmiştir. 12Muhakkak ki Rabblerinden gıyaben korkanlar için; işte onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır. "Muhakkak ki Rabblerinden gıyaben korkanlar için" âyetinin bir benzeri de: "Rahmân'dan tenhada iken(gıyaben) korkup..." (Kaf, 50/33) âyetidir. Buna dair açıklamalar (sözü geçen âyetin tefsiri yapılırken) geçmiş bulunmaktadır. Hem Allah'tan, hem de gayb olan O'nun azabından korkanlar demek olup, bu da kıyâmet günü azabıdır. "İşte onlar için" onların günahları için "bir mağfiret ve büyük bir ecir"olan cennet "vardır." |