Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

556

 

064 - TEGÂBUN SÛRESİ

 

CÜZ :

28

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

10

Kâfir olup, âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar cehennemliklerdir ve orada ebedî kalıcıdırlar. O ne kötü dönüş yeridir!

"Kâfir olup âyetlerimizi" Kur'ân-ı Kerîmi

"yalanlayanlara gelince, onlar cehennemliklerdir ve orada ebedi kalıcıdırlar. O ne kötü dönüş yeridir!" Daha önce birkaç yerde de geçtiği üzere yüce Allah, mü’minlerin durumunu sözkomısu ettikten sonra kâfirlerin durumunu böylece sözkonusu etmektedir.

11

Allah'ın izni olmadıkça hiçbir musibet gelip çatmaz. Kim Allah'a îman ederse, onun kalbine hidayet verir. Allah herşeyi en iyi bilendir.

"Allah'ın İznî" yani O'nun iradesi ve kazası (hükmü)

"olmadıkça hiçbir musibet gelip çatmaz."

el-Ferrâ' dedi ki: Allah'ın emri ile olmadıkça... demektir. Allah'ın ilmi ile olmadıkça... diye de açıklanmıştır.

Denildiğine göre âyetin nüzul sebebi şudur; Kâfirler: Eğer müslümanların üzerinde bulundukları hal hakkın kendisi ise ,Allah onları dünyada musibetlere karşı elbetteki koruyacaktır. Yüce Allah bu âyeti ile şunu açıklamaktadır: Bir üzüntüyü yahut dünyaya da âhirette bir cezayı gerektiren sözya da fiil, tan ya da maldaki herbir musibet, yüce Allah'ın ilmi ve kazası iledir.

"Kim Allah'a îman ederse" Allah'ın izni ile olmadıkça ona hiçbir musibetin gelip çatmayacağını bilir ve bunu tasdik ederse,

"onun kalbine" sabır ve (kadere) rıza için

"hidayet verir." Îman üzere kalbine sebat verir, diye de açıklanmıştır. Ebû Osman el-Cîzî dedi ki: Kimin imanı sahih olursa, Allah da onun kalbini sünnete uymaya iletir.

"Kim Allah'a îman ederse, onun kalbine hidayet verir" âyetinin şu demek olduğu da söylenmiştir: Yani musibet esnasında bu kimse: "İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn: Şüphesiz biz Allah'ınız ve muhakkak biz O'na döneceğiz" der. Bu açıklamayı İbn Cübeyr yapmıştır.

İbn Abbâs dedi ki: Bu,yüce Allah'ın o kimsenin kalbinde; başına gelen bir musibetin, onun gelip kendisini bulmamasının imkânsız olduğunu ve ona gelip isabet etmeyenin, ona gelip isabet etmesinin imkansız olduğunu, yakîn bir şekilde bilmesi demektir.

el-Kelbî dedi ki: Bu hidayet şudur: Kişi belâya maruz kaldığı vakit sabreder. Ona bir nimet ihsan olunduğu vakit şükreder. Haksızlık yapıldığında bağışlar. Bir diğer açıklamaya göre: Kalbine cennette sevaba nail olma hidayetini verir, yolunu gösterir.

"Hidayet verir" âyeti genel olarak "ye" harfi üstün, "dal" harfi de kesreli olarak okunmuştur. Buna sebeb ise daha önceden

"Allah" adının zikredilmiş olmasıdır. es-Sülemî ve Katade ise;

"Kalbine hidayet verilir" şeklinde "ye" harfini ötreli ve "dal" harfini de üstün, meçhul bir fiil olarak ve "kalb" lâfzındaki "be" harfini de(nâib-i fail: sözde özne) olarak ötreli okumuşlardır, Çünkü bu, faili zikredilmemiş bir fiildir.

Talha b. Mûsarrif ve el-A'rec ise; "Hidayet veririz" şeklinde tazim "nun"u ile; "Kalbine" lâfzını da("be" harfini) nasb ile okumuşlardır.İkrime ise; Kalbi yatışır, sükûnet bulur' diye sakin bir hemze ile ve (kalbdeki) "be" harfini merfu olarak okumuştur. Kalbi sükûn ve itminan bulur, demek olur. Malik b. Dinar da onun gibi okumuş olmakla birlikte o, hemzeyi yumuşatarak(telyîn ile) okumuştur.

"Allah herşeyi en iyi bilendir."Boyun eğenin ve işi O'nun emrine havale edenin teslimiyeti ile O'nun emrinden hoşlanmayanın hoşlanmayışı O'na gizli değildir.

12

Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz Peygamberimize düşen ancak apaçık tebliğdir.

Yani başınıza gelen musibetlerin üzerinizdeki yükünü hafifletiniz. Allah'a itaatte uğraşınız, O'nun Kitabı gereğince amel ediniz. Sünnetine göre hareket etmek suretiyle Rasûlüne itaat ediniz. Şayet itaatten yüz çevirecek olursanız, Rasûlün tebliğden başka bir görevi yoktur.

13

(O) Allah'dır. O'ndan başka hiç bir ilâh yoktur. O halde mü’minler yalnız Allah'a tevekkül etsinler.

"(O) Allah’dır. O'ndan başka hiçbir İlah yoktur." O'ndan başka bir mabud olmadığı gibi, O'ndan başka bir yaratıcı da yoktur. O halde yalnız O'na tevekkül ediniz.

14

Ey Îman edenler! Muhakkak ki eşleriniz ve evlâtlarınızdan size düşman olanlar vardır. O halde onlardan sakının. Bununla beraber şayet affeder, kusurlarına bakmaz ve hatalarını örterseniz, muhakkak Allah çok mağfiret edendir, çok mehamet edendir.

Bu âyete dair açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:

1- Âyetin Nüzul Sebebi:

Yüce Allah'ın:

"Ey îman edenler! Muhakkak ki eşleriniz ve evlâtlarınızdan size düşman olanlar vardır. O halde onlardan sakının" âyeti ile ilgili olarakİbn Abbâs şöyle demektedir: Bu âyet-i kerîme Medine'de Eşca'lı Avf b. Malik hakkında inmiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a hanımının ve çocuklarının kendisine karşı katı davrandıklarından şikâyet edince, bu âyet-i kerîme nazil olmuştur. Bunuen-Nehhâs zikretmektedir.

et-Taberî de bunuAtâ b. Yesar'dan naklederek şöyle dediğini belirtmektedir: Teğâbun Sûresi'nin tamamı Mekke'de inmiştir. Şu âyetler müstesna:

"Ey îman edenler! Muhakkak ki eşleriniz ve evlatlarınızdan size düşman olanlar vardır." Bu âyeti Eşca'lı Avf b. Malik hakkında inmiştir. Bunun eşleri ve çocukları vardı. Gazaya gitmek istedi mi onun için ağlarlar ve onu yumuşatmaya çalışarak: bizi kime bırakacaksın, derler, o da hemen yumuşar ve gitmeyip kalırdı. Bunun üzerine:

"Ey îman edenler! Muhakkak ki eşleriniz ve evlatlarınızdan size düşman olanlar vardır." âyeti tümüyle Medine'de Eşca'lı Avf b. Malik hakkında inmiştir. Sûrenin sonuna kadar geriye kalan diğer bütün âyetler de Medine'de inmiştir.

Tirmizî'nin rivâyetine göre İbn Abbâs -şu;

"Ey îman edenler! Muhakkak ki eşleriniz ve evlâtlarınızdan size düşman olanlar vardır. O halde onlardan sakının" âyeti hakkında bir adamın soru sorması üzerine şöyle demişti: Burada sözü edilenler Mekkelilerden İslâm'a giripPeygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelmek istedikleri halde; eşleri ve çocukları, kendilerini terkederek Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelmelerine razı olmayan kimselerdir. Bunlar Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına gelip insanların dinde derinlemesine bilgi sahibi olduklarını görünce, onları cezalandırmak istediler. Bunun üzerine yüce Allah:

"Ey îman edenler! Muhakkak ki eşleriniz ve evlâtlarınızdan size düşman olanlar vardır. O halde onlardan sakının" âyetini indirdi. Bu hasen, sahih bir hadistir. Tirmizî, V. 419: Taberânî, Kebir, XI, 275; Hâkim, Müstedrek, II, 532

2- Eş ve Çocukların Düşmanlıkları ve Düşmanlığın Mahiyeti ve Şekli:

Kadı Ebû Bekr b. el-Arabî dedi ki: Bu düşmanlığın ne şekilde olduğunu açıklamaktadır. Şüphesiz ki düşman bizzat şahsı dolayısıyla düşman değildir. O yaptığı davranışlarıyla düşmanlık eder. Buna göre eş ve çocuklar düşmanın yaptığı işi yapacak olursa, onlar da düşman olur. Kul ile(Allah'a) itaat arasına engel olmaktan daha çirkin bir iş de yoktur. Sahih-i Buhârî’de,Ebû Hüreyre'nin rivâyet ettiği hadiste Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şeytan Âdemoğluna karşı îman yolunda oturdu ona: Sen kendinin ve atalarının dinini bırakıp îman mı edeceksin? dedi. Âdemoğlu ona muhalefet etti ve îman etti. Sonra şeytan onun karşısında hicretin yolu üzerinde oturdu ve ona: Malını, aileni bırakıp hicret mi edeceksin, dedi. Ona muhalefet etti ve hicret etti. Sonra şeytan ona karşı cihad yolu üzerindi; olurdu ve ona: Ölümüne sebeb teşkil edeceksin, hanımların başkaları tarafından nikâhlanacak, malın paylaştırılacak diye mi cihad edeceksin dedi, yine ona muhalefet etti ve cihad etti. Sonunda öldürüldü, onu cennete koymak da Allah'ın üzerinde bir hak oldu."İbn Hîbhân, Sahih, X, 453; Ahmed b. Amr eş-Şeybanî, el-Ahâd ve'l-Mesânî, Riyâd 1411/1991, V, 137; Taberânî, Kebir, VII, 117; Beyhaki, Şuabu'l-îman, IV, 21, 22, Hadisi Buhârî'de teshil edemediğimiz gibi, Buhârî'ye nisbet edeni de teshir edemedik. Kurtubi merhumun bir yanılması bir istinsah hatasıya da bir okuma hatası olabilir.

Şeytanın oturması iki şekilde olur: Biri vesvese ile olur, ikincisi ise eşlerin, çocukların ve arkadaşların bu doğrultuda istediklerini yapmaya itmesi ile olur. Yüce Allah:

"Biz onlara yakın arkadaşlar kıldık. Onlar da önlerinde ve arkalarında olanı kendilerine süslediler." (Fussilet, 41/25) diye buyurmaktadır.

Îsa (aleyhisselâm)'ın hikmetli sözleri arasında şu da vardır: "Her kim hanım, mal ve çocuk edinirse, o kimse dünyaya köle olur."

Sahih hadiste kulun bu kabilden düşebileceği asgari köleliğin sınırı açıklanmaktadır. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: "Helâk olmuştur altının kölesi, helâk olmuştur dirhemin kölesi, helâk olmuştur güzel kumaşın kölesi, helâk olmuştur kadifeye köle olan. Helâk olsun ve başaşağı devrilsin, bir yerine batan bir dikeni kimse oradan çekip almasın."Buhârî, III, 1057;İbn Mâce, II, 1386

Dinara, dirheme (altına, gümüşe) kölelikten daha büyük bir aşağılık yeni bir elbise dolayısıyla gayrete gelen bir hevesten daha bayağı bir arzu ve istek olamaz,

3- Hanımın Kocasına Düşmanlığı Gibi, Kocanın da Hanımına Düşmanlığı Mümkündür:

Erkeğin çocukları ve eşi kendisine düşman olduğu gibi; aynı şekilde koca ve çocukları da yine aynı yönden hanıma düşman olabilirler. Yüce Allah'ın:

"Eşleriniz" âyetinin kapsamına erkekler de, dişiler de girer. Çünkü hepsi zaten her âyetin kapsamına da girerler. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

4- Düşmanlardan Sakınmak:

"O halde onlardan" size zarar verirler diye

"sakının." Kişinin kendisine gelecek zarara karşı kendisini koruması ve sakınması iki şekilde sözkonusu olur. Ya gelecek bedeni bir zarar sözkonusudur, ya dini bir zarar. Bedene gelecek zarar dünya ile alakalıdır, dine gelecek zarar da âhiret ile alakalıdır. Yüce Allah, kulu bu zarardan sakındırmış ve buna karşı onu uyarmıştır.

5- Affedip Bağışlamak;

"Bununla beraber şayet affeder, kusurlarına bakmaz ve hatalarını örterseniz, muhakkak Allah çok mağfiret edendir, çok mehamet edendir" âyeti ile ilgili olarak Taberî,İkrime'den şunu rivâyet etmektedir: Yüce Allah'ın:

"Ey Îman edenler! Muhakkak ki eşleriniz ve evlatlarınızdan size düşman olanlar vardır. O halde onlardan sakının" âyeti hakkında dedi ki: Kişi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına gitmek ister fakat çoluk çocuğu: Gidip bizi nereye bırakacaktır? derlerdi. Fakat kişi İslâm'a girip dini bilgi sahibi olunca bu sefer şöyle demeye koyulurdu: Yemin olsun daha önce beni bu işten alıkoyan kimselere dönecek ve şunları şunları yapacağım.

İşte bu sebeble yüce Allah:

"Bununla beraber şayet affeder, kusurlarına bakmaz ve hatalarını örterseniz, muhakkak Allah çok mağfiret edendir, çok mehamet edendir" âyetini indirdi.

Mücahid de yüce Allah'ın:

"Ey îman edenler! Muhakkak ki eşleriniz ve evlâtlarınızdan size düşman olanlar vardır. O kaide onlardan sakının" âyeti hakkında dedi ki: Onlara dünya ile ilgili bir hususta düşmanlık etmediler. Fakal onlara olan sevgileri onlar için haram olan bir şeyi alıp. kendilerine vermelerine sebeb teşkil etti, Ayet-i kerîme insanın eşi ve çocukları sebebiyle işleyebileceği her türlü masiyet hakkında umumidir. Sebebin özelliği hükmün genelliğine engel değildir.

15

Mallarınız da, evlâtlarınız da sizin İçin ancak bir imtihandır. Büyük mükâfat İse Allah nezdindedir.

"Mallarınız da, evlâtlarınız da sizin için ancak bir imtihandır." Sizi haram kılınmış şeyleri elde etmeye yüce Allah'ın hakkı olan şeyleri vermeyip, alıkoymaya iten bir sınama ve denemedir. O halde Allah'a isyanı gerektiren hususlarda onlara itaat etmeyiniz. Hadîs-i şerîfte şöyle buyurulmaktadır:"Kıyâmet gününde bir adam getirilir de bunun çoluk çocuğu hasenatını yedi" denilir."Kaynağını tesbit edemedik Seleften birisi de şöyle demiştir. Çoluk çocuk itaatlerin içindeki kurtçuklardır.

el-Kutebî: "Fitne: Düşkünlük göstermektir" der. "Adam kadına meftun oldu (ona gönülden bağlandı)" ilenilir. "Fitne"nin mihnet (imtihan) anlamında olduğu da söylenmiştir. Şairin şu beytinde de bu anlamdadır:

"İnsanlar dinlerinde mihnete uğradılar

Ve Affan'ın oğlu geriye uzunca bir kötülük bıraktı,"

İbn Mes’ûd dedi ki: Sizden herhangi bir kimse: Allah'ım beni fitneden koru demesin. Çünkü aranızda malına, ailesine ve gocuğuna geri dönen herbiriniz mutlaka bir fitne sahibi demektir. O bakımdan bunun yerine şöyle desin: Allah'ım, ben Sana fitnelerin saptırıcılarından sığınırım.

el-Hasen yüce Allah'ın:

"Eşleriniz ve evlâtlarınızdan..."âyetinde yer alan; ...dan" lâfzını teb'îd(kısmîlik bildirmek) için getirmiştir. Çünkü hepsi düşman değildir fakat yüce Allah'ın:

"Mallarınız da, evlatlarınız da sizin için ancak bir imtihandır" âyetinde bu lâfız zikredilmemiştir. Çünkü mal ve evlatların fitneden(imtihandan) uzak durmaları ve kalbin onlarla meşgul olmaması sözkonusu değildir.

Tirmizî ve başkalarının rivâyet ettiklerine göre Abdullah b. Küreydi; babasından şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ı hutbe verirken gördüm. Bu sırada Hasan ile Hüseyin -ikisine de selâm olsun- üzerlerinde kırmızı birer gömlek olduğu halde geldiler. Bir düşüp, bir kalkıyorlardı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) indi, onları taşıdı ve önüne oturttuktan sonra şöyle dedi: "Yüce Allah doğru söylemiştir. Gerçekten mallarınız ve evlâtlarınız bir fitne (bir imtihan)dır. Ben bu iki küçük çocuğa bir düşüp bir kalkarken baktım da sözümü kesip onları yanıma kaldırmadan edemedim."Sonra da hutbesine devam etti Tirmisl, V, 65H; Nesâî, III, 192;Müsned, V, 354

"Büyük mükâfat ise Allah nezdindedir" âyetinde kastedilen cennettir. En ileri mükâfat tu budur. Müfessirlerin dediklerine göre ondan daha büyük bir mükâfat olmaz. Lâfız Buhârî'nin olmak üzereBuhâri ile Müslim'de Ebû Said el-Hudri'den söyle dediği rivâyet edilmektedir: Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Yüce Allah cennetliklere: Ey cennet ehli diyecek, onlar: Buyur Rabbimiz, âyetini dinlemeye hazırız diyecekler. O: Hoşnut oldunuz mu? diyecek, onlar: Nasıl hoşnut olmayız? Bize yarattıklarından hiçbir kimseye vermediğin şeyler verdin. Bu sefer: Size bunlardan daha üstün bir şey vereyim mi? diye buyuracak, onlar; Rabbimiz, bunlardan daha üstün nedir? diyecekler, o da şöyle buyuracak: Üzerinize hoşnutluğumu bırakırım ve ondan sonra da ebediyyen size gazab etmem."Buhârî V. 2=TO. VI. 27İ2; Müslim, I, 70, İV, 2176;Tirmizî, IV, 6H9;Müsned, 111. Ü5. [>4 Bu hadis daha önceden de geçmişti. Şüphesiz ki rıza bütün emellerin en ileri derecesidir. Sufiler bu hususu tahkik hakkında şunu söylemişlerdir:

"Allah onunla yarattıklarını imtihan etmiştir,

Cehennemde, cennette O'nun kabzasındadır.

O'nun (insanı) terketmesi ateşinden büyüktür,

Vaslı ise cennetinden de hoştur."

16

O halde; gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun. Dinleyin, itaat edin. Kendiniz İçin de hayır olmak üzere infak edin. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar umduklarını elde edenlerin ta kendileridir.

"O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun. Dinleyin, itaat edin. Kendiniz için de hayır olmak üzere infak edin..." âyetine dair açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:

1- Güç Yettiğince Allah'tan Korkmak ile "Allah'tan Gereği Gibi Korkmak":

Tevil bilginlerinden bir topluluk bu âyet-i kerimenin yüce Allah'ın:

"Allah'tan nasıl korkmak gerekirse öyle korkun" (Âl-i İmrân, 3/102) âyetini neshettiği görüşündedir.Katade, er-Rabî b. Enes,es-Süddî ve İbn Zeyd bunlar arasındadır.

Taberi şu rivâyeti zikreder: Bana Yûnus b. Abdi’l-A'lâ anlattı dedi ki: Bize İbnVehb haber verdi dedi ki:İbn Zeyd yüce Allah'ın:

"Ey îman edenler! Allah'tan nasıl korkmak gerekirse öyle korkun" (Al-i İmrân, 3/102) âyeti hakkında dedi ki: Bu çok ağır bir emir olarak geldi. Ashab: Bunun nasıl olması gerektiğini kim bilebilir yahut ona kim ulaşabilir. Yüce Allah bu işin onlara çok ağır geldiğini bildiğinden bu âyeti neshederek hükmünü onlar üzerinden kaldırdı ve bu âyet) indirerek:

"O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun" diye buyurdu.

Âyetin muhkem olduğu, onda herhangi bir neshin olmadığı da söylenmiştir. İbn Abbâs dedi ki: Yüce Allah'ın:

"Allah'tan nasıl korkmak gerekirse öyle korkun" (Al-i İmrân, 3/102) âyeti nesholmamiştır, fakat Allah'tan gereği gibi korkmak Allah için gereği gibi cihad etmekle ve Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasının etkisi altında kalmamakla, kendi öz nefisleri babaları ve oğulları aleyhine olsa dahi adaleti ayakta tutmakla olur. Bu daha önceden(Âl-i İmrân, 3/102. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

2- Bu İki Ayet ile Âl-i İmrân, 3/102. Âyeti Nasıl Anlaşılabilir?

Bu âyet-i kerîme nesholmayıp, muhkem olduğuna göre et-Teğâbun Sûresi'nde yüce Allah'ın:

"O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun"

âyeti nasıl açıklanır ve Allah'tan nasıl korkmak gerekiyorsa, öylece korkmak emri ile gücümüz yettiğince O'ndan korkmak emri birarada nasıl anlaşılabilir? Allah'tan gereği gibi korkmak emri, Kur'ân-ı Kerîm âyeti ile herhangi bir tahsis sözkonusu olmaksızın ve herhangi bir şarta da bağlı olmayarak Kur'ân ile farz kılınmaktadır. Gücümüz yettiğince Allah'tan korkmak emri ise bir şarta bağlı olarak ondan korkmak emrini ihtiva etmektedir diyenlere şöyle cevap verilir:

Yüce Allah'ın:

"O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun" âyetinin delâlet ettiği ile;

"Allah'tan nasıl korkmak gerekirse öyle korkun" (Al-i İmrân, 3/102) âyetinin anlamı ile ilgisi yoktur. Yüce Allah:

"O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun" âyeti ile şunu kastetmektedir: Ey insanlar! Artık Allah'tan korkun ve sizin için fitne kılınan mallarınızın ve evlatlarınızın fitnesi sizi yenik düşürmesin diye O'nun gözetimi altında olduğunuzu bilin. Bunlar, sizin için farz olan küfür diyarından, İslam diyarına hicret etmekten alıkoyarak hicret etme gücünüz ve imkânınız varken, hicret etmeyi terk edecek hale gelmeyiniz. Çünkü yüce Allah:

"Nefislerine zulmedenler olarak canlarını alacağı kimselere melekler... İşte Allah'ın onları affedeceği umulur"(en-Nisa, 4/97-99) âyeti ile gücü yetmeyen kimseleri hicreti terkettiklerinden dolayı mazur görmekte; sirk diyarında herhangi bir çare ya da hicrete yol bulamadığı için kalmaya devam eden kimseleri affettiğini haber vermektedir. İşte yüce Allah'ın:

"O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun" âyeti da aynı şekilde şirk diyarından, İslam diyarına hicret etmeyi, mallarınızın ve evlatlarınızın fitnesine kapılarak terketmeyiniz, demektir, bu açıklamanın doğruluğunun delillerinden birisi de yüce Allah'ın:

"O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun" âyetinin, hemen:

"Ey îman edenler! Muhakkak ki eşleriniz ve evlatlarınızdan size düşman olanlar vardır. O halde onlardan sakının" (et-Teğâbun, 64/14) âyetinden sonra gelmesidir.

Az önceden geçtiği üzere bu âyet-i kerîmelerin çoluk çocuklarının kendilerini engellemeleri neticesinde şirk diyarından, İslam diyarına hicret etmekte geciken ve önceleri kâfir olan birtakım kimseler sebebiyle indiği hususunda seleften Kur'ân-ı Kerîm'in tevilini bilen İlim ehli arasında herhangi bir görüş ayrılığı yoktur. Bütün bunlarTaberi'nin tercih ettiği görüşlerdir,

"O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun" âyetinin nafile olarak yapılan ameller yahut sadakalar ile ilgili olduğu da söylenmiştir. Yüce Allah'ın:

"Allah'tan nasıl korkmak gerekirse öyle korkun" (Al-i İmrân, 3/102) âyeti inince, bu müslümanlara ağır geldi ve topukları şişinceye, alınları yaralanıncaya kadar namaz kılmaya koyuldular. Yüce Allah onların bu yüklerini hafifletmek üzere;

"O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun" âyetini indirdi ve bundan önceki âyet-i kerimeyi neshetti. Bu açıklamayı İbn Cübeyr yapmıştır.

el-Maverdî dedi ki: Eğer bu nakil sabit değilse, bir masiyet işlemeye zorlanan kimsenin bundan dolayı sorumlu olmaması ihtimali de vardır. Çünkü bu durumdaki bir kişi, o masiyetten sakınabilme gücüne sahih değildir.

3- Dinleyin, İtaat Edin;

"Dinleyin, İtaat edin" âyeti, size verilen öğütleri dinleyin, -size verilen emir ve yasaklara itaat edin; demektir. Mukâtil dedi ki:

"Dinleyin" Allah'ın Kitabından üzerinize İndirilenlere kulak verin demektir. Dinlemenin asıl anlamı budur.

"İtaat edin" size verdiği emir ya da yasaklarda Rasûlüne itaat edin, demektir.

Katade dedi ki: Buna bağlı olarak; Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'a dinleyip itaat etmek esası üzere bey'at edilmiştir.

Bir başka açıklamaya göre:

"Dinleyin" yani dinlediğiniz şeyi kabul edin, demektir. Kabul etmenin "dinlemek" diye ifade edilmesi dinlemenin neticesinin bu oluşundan dolayıdır.

Derim ki: el-Haccac bu âyet-i kerimeyi okuyup, hükmünün münhasıran Abdu'l-Melik b. Mervan hakkında olduğunu ileri sürüp de:

"O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun. Dinleyin, itaat edin" âyeti Allah'ın emiri ve halifesi olan Abdu'l-Melik b. Mervan hakkındadır. Bunun bir istisnası yoktur. Allah'a yemin ederim eğer ben bir adama: Mescidin bir kapısından çıkmasını emredip, o da bir başka yerden çıkacak olursa hiç şüphesiz kanı bana helaldir; derken işi alabildiğine aşırıya götürmüş ve âyet-i kerimeyi bu şekilde tevil çtmekle yalan söylemiştir. Evel, bu âyet-i kerîme herşeyden önce Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) hakkındadır, sonra onun ardından gelen emir sahibleri hakkındadır. Bunun delili de yüce Allah'ın:

"Allah'a itaat edin, Rasûle de itaat edin ve sizden olan emir sahiblerine de" (en-Nisâ, 4/59) âyetidir.

4- İnfak ve Kapsamı:

"İnfak edin" âyeti ile kastedilenin zekât olduğu söylenmiştir. Bu açıklamayı İbn Abbâs yapmıştır, Nafile olan nafakanın kastedildiği de söylenmiştir. ed-Dahhak: Bu cihad uğrundaki harcamadır, demiştir. el-Hasen ise; Bu kişinin kendisi için yaptığı harcamadır, demiştir.

İbnu'l-Arabî dedi ki: Bu görüşü ileri sürenin bu kanaati belirtmesine sebeb, yüce Allah'ın:

"Kendiniz için" diye buyurmuş olmavSi ve fakat ister farz, ister nafile olsun bütün sadaka türü infakların, kişinin kendisine yaptığı infak ve harcamalar olduğunu farkedememiş olmasıdır. Yüce Allah ise:

"Eğer iyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz, kötülük ederseniz kendi aleyhinize." (el-İsrâ, 17/7) diye buyurmaktadır. Kişinin hayır namına yaptığı herbir şey aslında ancak kendi lehinedir. Doğrusu ise bu âyeti kerimenin umumi olduğudur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyet edildiğine yöre bir adam una: Yanımda bir dinarım var (onu ne yapayım), diye sormuş, Peygamber: "Onu kendine harca"diye cevap vermiş. Adam: Bir dinarım daha var deyince, "onu hanımına harca"diye buyurmuş. Bir dinarım daha var deyince, "onu çocuklarına harca"diye buyurmuş. Bir dinarım daha var deyince, "onu sadaka ver"diye buyurmuştur İbn Hibbân, Sahih, X, 47; Hâkim, Müstedrek, I, S7S; Ebû Dâvûd, II, W, Müsned, II, 251, 471

Böylelikle önce kişinin kendisinden sonra eşinden, sonra çocuklarından başlayarak devam etmiş ve bundan sonra sadakayı sözkonusu etmiştir. İşte şeriatta aslolan da budur.

5- "Kendiniz İçin Hayır Olmak Üzere":

"Kendiniz İçin de hayır olmak üzere"âyetindeki:

"Hayır olmak üzere" lâfzı Sîbeveyh'e göre hazfedilmiş bir fiil dolayısıyla nasbedilmiştir. Buna da

"infak edin" fiili delâlet etmektedir. Şöyle buyurmuş gibidir: İnfak hususunda kendiniz için hayırlı olan şeyler yapınız. Yahutta mallarınızdan kendiniz için önden hayır gönderiniz, demiş gibidir,

el-Kisaî veel-Ferrâ'ya göre ise hazfedilmiş bir mastarın sıfatıdır. "Kendiniz için hayırlı olan bir infak yapınız" demektir.Ebû Ubeyde'ye göre ise gizli bin 'nin haberidir. Bu da: "Sizin için hayır olacak (bir infak yapın)" demektir.

"Hayır"ı malın kendisi kabul edenlere göre ise bu lâfzın nasb ile gelmesi

"infak edin" âyeti sebebi iledir. (Buna göre âyet: ...kendiniz için hayır (mal) infak edin, demek olur.)

"Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, İşte onlar umduklarını elde edenlerin ta kendileridir" âyetine dair açıklamalar daha Önceden(el-Haşr, 59/9. âyet, 11, başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

17

Eğer Allah'a güzel bir şekilde ödünç verirseniz, onu size kat kat arttırır ve günahlarınızı bağışlar. Allah Şekûrdur, Halimdir.

Aynı şekilde:

"Eğer Allah'a güzel bir şekilde ödünç verirseniz, onu size kat kat arttırır" âyeti ile ilgili açıklamalar da daha önceden el-Bakara Sûresi(2/245. âyet, 1. başlıkta) ile el-Hadid Sûresinde (57/11. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

"Ve günahlarınızı bağışlar. Allah, Şekûrdur, Halimdir" âyeti ile ilgili olarak şükrün anlamına dair açıklamalar el-Bakara Sûresi'nde (2/52. âyet, 3. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

"Halim" (cezalandırmakta) acele etmeyen demektir.

18

Gizliyi de, açığı da bilendir. Azizdir, Hakimdir,

"Gizliyi de, açığı da" yani görülmeyeni de, hazır olup görüneni de

"bilendir."

O

"Azizdir" yani galip gelen ve kahir olandır. Bu anlamıyla âyet fiil sıfatla nndandır. Yüce Allah'ın;

"Kitabın indirilmesi Aziz(mutlak galib), Hakim (her işi hikmet dolu) Allah tarafındandır" (ez-Zümer, 39/1) âyetinde de bu anlamda kullanılmıştır. Yani herşeyi yaratan, sapasağlam kılan, kahredici güce sahip Allah tarafından indirilmiştir, demektir.

el-Hattabî dedi ki: Bu (el-Aziz), kadri yüce ve üstün anlamına da gelebilir. Bu anlamda olmak üzere "ayn" harfi kesreli olarak; denilir. O zaman-

"Aziz", kimse ona denk olamaz ve onun benzeri yoktur, anlamını da kapsar. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Mahlukatının işlerini yönetmekte hikmeti sonsuz

"Hakimdir." İbnu’l-Enbarî dedi ki:

"el-Hakîm" eşyayı yaratması son derece muhkem olan demek olup "mufil" vezninden "fail" veznine getirilmiştir. Yüce Allah'ın:

"Elif, Lam, Râ, İşte bunlar Hakim kitabın âyetleridir"(el-Câsiye, 45/2) âyetinde de bu anlamda kullanılmıştır ki, muhkem (sapasağlam) demektir. Bu da "muf al" vezninden "faîl" veznine getirilmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

(Teğâbun Sûresi'nin sonudur. Allah'a hamd olsun).

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç