Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

524

 

052 - TÛR SÛRESİ

 

CÜZ :

27

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

32

Akılları mı bunu onlara emrediyor? Yoksa onlar, haddi aşan azgın bir kavim midir?

Bu müşriklere, akıllan mı "Muhammed bir şairdir, getirdiği debir şiirdir." demeyi emrediyor da onlar bunu söylüyorlar? Yoksa onlar, Allah'ın, kendilerine koyduğu sınırları aşan azgın bir topluluk oldukları için mi sana böyle diyorlar? Elbette ki onlara, akıllan böyle bir şey emretmiyor. Onlar sırf azgınlıklarından dolayı bu sözü söylüyorlar.

33

Yoksa "Muhammed Kur’an’ı kendisi uydurdu" mu diyorlar? Hayır, onlar asla inanmıyorlar.

34

Eğer iddialarında doğru iseler Kur’an’ın benzeri bir söz meydana getirsinler.

Yoksa müşrikler: "Muhammed Kur’an’ı kendisi uydurdu" mu diyorlar? Doğrusu onlar, rableri katından kendilerine gelen hakka iman etmeyen insanlardır. Müşriklerden: "Kur’an’ı Muhammed uydurdu." diyenler eğer bu iddialarında sadık iseler onun benzeri bir Kur'an getirsinler. Zira onlar da Muhammed gibi iyi konuşan kişilerdir. Muhammed'in yaptığım yapsalar ya.

35

Onlar, hiçbir şey olmaksızın mı yaratıldılar? Yoksa yaratıcılar kendileri midir?

36

Yoksa onlar, gökleri ve yeri mi yarattı? Hayır, onlar, kesin bir bilgiye sahip değillerdir.

Bu müşrikler, ana baba gibi herhangi bir sebep ve vasıta olmaksızın mı yaratıldılar da Allah'ın delillerini düşünüp ibret alamayacak cansız varlıklar gibi oldular? Yoksa onlar bu yaratılanlan kendileri yarattılar da gerçek yaratıcı olan Allah'ın emir ve yasaklarına boyun eğmiyorlar? Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar da yaratıcıymış gibi davranıyorlar? Hayır, bunların hiçbiri olmamıştır. Böyle davranmaları sadece onları, Allah'ın, kâfirler için beyan ettiği cezayı idrak edememelerindendir.

37

Yoksa onların yanında rabbinin hazîneleri mi var? Yoksa onlar herşeye hakim midir?

Ey Rasûlüm, yoksa Allah'ın âyetlerini yalanlayan bu müşriklerin ellerinde Allah'ın hazineleri mi bulunuyor da kendilerini herhangi birşeye muhtaç hissetmiyor ve rablerinin âyetlerinden yüzçeviriyorlar? Yoksa onlar, herşeyi tasarrufları altında bulunduran zorbalar ve mütekebbirler midir?

Âyet-i kerime’de "Herşeye hakim" diye tercüme edilen "Mûsaytır" kelimesinden neyin kasdedildiği, farklı şekillerde izah edilmiştir. Ali b. Ebi Talha, Abdullah b. Abbas'ın "Mûsaytır" kelimesini "Mûsallat" manasında yorulmadığım zikretmiştir.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise "Mûsaytır" kelimesinin manası, "Rızıklan indirenler" demektir. Buna göre Âyetin manası şöyle olur: "Ey Rasûlüm,-âyetleri yalanlayan bu müşriklerin yanında rabbinin hazineleri mi bulunmaktadır? Yoksa onlar bu hazineleri indirenler midir?"

38

Yoksa onların, üzerine çıkıp vahyi dinledikleri merdivenleri mi var. Öyleyse vahyi dinleyenler (iddialarını ispatlayan) açık delil getirsinler.

Yoksa seni yalanlayan bu müşriklerin merdivenleri mi var? Onu göğe doğru dikip Üzerine çıkıyor ve orada Allah'ın vahyettiği şeyleri dinliyorlar? Ve bu dinledikleri şeyler, kendilerinin doğru olduğunu mu gösteriyor? Böyle olduğu için mi onlar bulundukları bu durumda devam ediyorlar? Eğer durum iddia ettikleri gibi ise, Muhammed'in, Hak peygamber olduğuna dair delil getirdiği gibi onlar da iddialarının doğru olduğuna dair apaçık deliller getirsinler.

39

Yoksa kızlar Allah'ın da oğlanlar sizin mi?

Ey müşrikler, yoksa kızlar rabbinize ait de oğlanlar sizin mi? Bu yaptığınız ne kötü bir taksimdir. Kendinize layık görmediğiniz şeyleri nasıl oluyor da Allah’a isnad ediyorsunuz? Meleklerin, Allah'ın kızları oldukların söylüyorsunuz?

40

Ey Rasûlüm, yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da onlar ağır borç altında mı kalıyorlar?

Ey Rasûlüm, yoksa sen, seni yalanlayan bu müşriklerden, onları imana davet etmen karşılığında, kendilerini zor durumda bırakacak bir ücret mi istiyorsun da onlar da ağır bir borç altında kalıyor ve dolayısıyla sana iman etmiyorlar ve İslama girmiyorlar?

41

Yoksa gaybın ilmi yanlarında da istediklerini oradan mı alıp yazıyorlar?

Yoksa bu müşriklerin yannıda, gayba ait bilgiler var da onlar onu yazıp insanlara dilediklerini bildiriyorlar mı? Elbette durum böyle değildir. Zira göklerin ve yerin gaybını ancak Allah bilir.

42

Yoksa bir tuzak, mı kurmak istiyorlar? Tuzağa düşecek olanlar ancak kâfirlerdir.

Yoksa Allah’a ortak koşan bu müşrikler, sana ve Allah'ın dinine karşı tu-zak mı kurmak istiyorlar? Şunu iyi bilsinler ki, tuzağa düşecek olan sen değilsin, tuzağa düşecek olan onlardır. Sen Allah’a güven ve Allah'ın sana emrettiğine devam et.

43

Yoksa onların, Allatılan başka bir ilâhı mı var? Allah onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.

Yoksa onların, Allah’tan başka ibadete layık olan başka bir ilahtan mı var da ona ibadet ediyorlar? Elbette onların Allah’tan başka hiçbir ilahları yoktur. Allah, onların ortak koştukları ilahlardan, taptıkları putlardan uzaktır, beridir. Onların, Allah ile hiçbir ortaklıkları yoktur.

44

(Üzerlerine azap olarak) gökten bir parça düşer görseler "Üst üste yığılmış buluttur." derler.

Kureyş müşrikleri, Resûlüllahtan bir kısım mucizeler istemişlerdir. İstedikleri bu mucizelerden biri de gökten üzerlerine bir parçanın düşürülmesidir. İstedikleri bu mucizeler şu âyet-i kerimelerde zikredilmiştir: "Kâfirler şöyle dediler "Bizim için; yerden suyu kesilmeyen bir kaynak çıkarmadıkça sana iman etmeyeceğiz." "Veya içinde hunna ve üzüm bulunan bir bahçen olsun, ortasından harıl hani ırmaklar akıt." "Yahut sandığın gibi göğü başımıza parça parça düşür veya Allah’ı ve melekleri karşımıza getir." "Yahut altın'dan bir evin olmalı veya göğe çıkmalısın. Allah’tan, peygamber olduğunu yazan, okuyabileceğimiz bir kitap getirmedikçe göğe çıktığına da inanmayız." Ey Rasûlüm, sen onlara şöyle de: "Rabbimi tenzih ederim. Nihâyet ben de peygamber olan insandan başka bir şey değilim. İsra Sûresi, âyet: 90-93

Allahü teâlâ, bu isteklerde bulunan müşriklere cevap veriyor ve buyuruyor ki: "Şâyet Allah bunların isteklerini kabul ederek gökten parçalar da düşürse bunlar yine iman etmezler. Gökten düşen o parçalara: "Bunlar üstüste yığılmış parçalardır." derler.

45

Ey Rasûlüm, sen onları, çarpılacakları güne erişmelerine kadar kendi hallerine bırak.

Ey Rasûlüm, sen bu müşrikleri, birinci sur'a üflenerek helak olacakları güne kadar aynı hallerinde bırak.

46

O gün onlara, kurdukları tuzaklar hiçbir fayda vermez. Onlar yardım da görmezler.

Çarpılacakları tuzaklar o günde müşriklere hiçbir fayda sağlamayacak ve Allah'ın azabını kendilerinden uzaklaştırmayacaktır. Onlara yardım edecek ve Allah'ın azabına karşılık verecek herhangi bir yardımcıları da bulunmayacaktır.

47

Zulmedenlere bundan başka bir azap daha vardır. Fakat onların çoğu bunu bilmezler.

Âyet-i kerime’de, zulmedenlere, âhiretteki azaptan başka bir azabın verileceği zikredilmiştir.

Bera b. Âzib'e, Abdullah b. Abbas'a ve Katade'ye göre bu başka azaptan maksat, kabir azabıdır. Mücahid'e göre ise dünyadaki açlıktır. İbn-i Zeyd'e göre ise, dünyada kâfirlerin başların gelen çeşitli bela ve musibetlerdir. Bu tür bela ve musibetler, mü’minlerin Allah katındaki sevabını artırırken kâfirlerin cezalanılın bir kısmı acele verilmiş olur. Taberi, âyet-i kerime’nin, bu zikredilen görüşlerin hepsini kapsadığını söylemiştir.

48

Ey Rasûlüm, sen rabbinin hükmüne sabret. Şüphesiz sen bizim himayemiz altındasın. Kalktığın zaman rabbini hamd ile tesbîh et.

Ey Rasûlüm, sen rabbinin, senin hakkında verdiği hükme sabret. Peygamberliğini tebliğ et, rabbinin emir ve yasaklarına uy. Çünkü sen bizim gözümüzün önündesin. Seni de yaptığın amellerini de görmekteyiz. Müşriklerden sana kötülük yapmak isteyen herhangi bir kimse sana zarar veremeyecektir.

Âyet-i kerime’nin "Kalktığın zaman rabbini hamd ile tesbih et." bölümü çeşitli şekillerde izah edilmiştir.

Avf b. Mâlik ve İbn-i Zeyd'e göre "Kalkığın zaman rabbini tesbih et." ifadesinden maksat, "Uykundan kalktığın zaman rabbini tesbih et ve namaz kıl." demektir. Taberi bu görüşü tercih etmiş ve buradaki "Uyku"dan maksadın öğle vaktinde uyunan "Kaylûle uykusu" olduğunu, bu uykudan sonra yapılması istenen tesbihin de "Öğle namazı" olduğunu söylemiştir. Buna göre âyetin manası şöyledir: Ey Rasûlüm, sen öğle uykusundan kalktıktan sonra öğle namazını kıl." Taberi bu görüşü tercih etmesine gerekçe olarak şunları zikretmiştir: Âyet-i kerime bir emir ifade etmektedir. Onu namazdan önce herhangi bir tesbihe yorumlamak o tesbihin farz olmasını gerektirir. Böyle farz olan bir tesbih olmadığına göre bundan maksat, uykudan sonra namaz kılmaktır. Uykudan sonra farz olan namaz, sabah namazıdır. Sabah namazını kılmayı da bundan sonra gelen ve "Yıldızların batışında rabbini tesbih et." diyen âyet emretmektedir. Bu sebeple uykudan sonra kılınacak olan farz namaz ancak öğle uykusundan sonraki öğle namazı olabilir.

Dehhak, Rebi' b. Enes, Abdurahman b. Zeyd vb. âlimlere göre "Kalktığın zaman rabbini hamd ile tesbih et." ifadesinden maksat, farz namaza başlamadan önce: "Sübhaneke Allahümme ve bi hamdike vetebarekesmük ve teala ceddük ve celle senaüke ve lailahe ğayrük." duasını okumaktır.

Mücahid'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise bu ifadeden maksat, kişinin, oturduğu her meclisten kalktığında "Sübhaneke Allahümme ve bi hamdike" demesidir.

Bu hususta Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur.

"Kim bir mecliste oturur da orada çokça gürültü yapar ve oradan kalkmadan önce "Sübhaneke Allahümme ve bi hamdik." "Eşhedü en lailahe illa ente estağfiruke ve etubu ileyke." Ey Allah’ım seni tesbih eder ve sana hamdederim. Senden başka hiçbir ilâh olmadığına şehadet ederim. Senden af diler ve sana tevbe ederim." diyecek olursa o mecliste yaptığı günahlar affedilir. Tirmizî, K.ed-Deavât, bab: 38, Hadis no: 3433

49

Geçinin bir bölümünde de, yıldızların batışında da onu tesbih et.

Gecenin bir bölümünde rabbini tesbih et." demek, İbn-i Zeyd'e göre "Yatsı namazını kılmayı emirdir." Taberi bu ifadeyi "Ey Rasûlüm, gecenin bir bölümünde namaz kılarak ve ibadet ederek rabbini ulula." şeklinde izah etmiş, namazdan maksadın da akşam ve yatsı namazı olduğunu söylemiştir.

"Yıldızların batışında da onu tesbih et." ifadesinden maksat, Abdullah b. Abbas, Katade, Hazret-i Ali, Ata b. Ebi Rebah ve Hasan-ı Basrî'ye göre sabah namazından önce kılınan iki rek'at sünnettir. Bu sünnetin fazileti hakkında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde şöyle buyumıuştur:

"Sabah namazının iki rekat (sünneti) dünyadan ve onun içinde bulunan şeylerden daha hayırlıdır. Müslim, K-el-Müsafirin, ab: 96, Hadis no: 725

Diğer bir Rivâyete göre îse:

"Bu iki rekat bana bütün, dünyadan da sevimlidir. Müslim, K.el-Müsafirin, bab: 97,1 Hadis no: 725 buyurduğu beyan edilmektedir.

Dehhak ve İbn-i Zeyd'e göre ise "Yıldızların batıcında da onu tesbih et." ifadesinden maksat, sabah namazının iki rekat farzını kılmaktır. Taberi bu görüşü tercih etmiş ve gerekçe olarak ta "Âyet emir ifade emektedir. Emir ise o işin farz olmasını gerektirir. Sünnetler farz olmadığına göre buradaki "Tesbih"ten maksat, sabah namazının farzıdır." Taberi sözlerine devamla diyor ki: "Allah'ın bütün emirleri, öncelikle farziyet ifade eder. Bunların farz olmayıp da mendup olduklarını ifade eden herhangi bir delil bulunduğunda bunlar mendup olarak yorumlanır. Bu âyette böyle bir delil olmadığına göre bu emrin mendup ifade ettiği söylenemez."

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 922  H : 310)

 

TABERİ TEFSÎR-İ - (TÜRKÇE)

 

-

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç