Allah’a karşı büyüklük taslamayın. Zira ben size
apaçık bir mucize getiriyorum.
Yine o şerefli peygamber onlara "Ey kavim, Allah’a karşı büyüklük taslamayın.
Onu inkâr etmeyin ve onun emirlerine karşı gelmeyin. Şüphesiz ki ben size,
davetimin hak olduğunu gösteren apaçık bir delil getiriyorum. Her düşünen, bu
delilin, söylediklerimin doğruluğunu gösterdiğini anlar.
Şüphesiz beni taşlamanızdan, benim de rabbim sizin de
rabbiniz olan Allah’a sığınırım.
Âyette zikredilen "Taşlama"dan maksat, Abdullah b.
Abbas ve Ebû Salih'e göre "dil
uzatmak" yani Hazret-i Mûsa'ya "Sen
sihirbazsın vb." sözler söylemektir. Katade'ye
göre, fiilen taşlar atarak taşlamaktır. Diğer bir
kısım âlimlere göre ise, canını kasdetmektir.
Taberi, âyet-i
kerime’nin genel ifadesinin bütün
bu görüşleri kapsadığını zikretmektedir.
Eğer bana iman etmiyorsanız, benden uzaklasın."
Mûsa, Firavun ve kavmine karşı sözlerine
devamla şöyle demiştir: "Ey kavmim, rabbimin katından sizlere getirdiğim
şeylerde bana inanmıyorsanız, benden uzaklasın ve beni serbest bırakın.
Bunun üzerine Mûsa,
rabbine: "Bunlar suçlu bir kavimdir." diye dua etti.
Firavunun kavmi, Mûsa'yı yalanlayıp ona iman
etmeyerek köleleştirmiş olukları İsrailoğullarını onunla birlikte serbest
bırakmayıp bilakis onu öldürmeye girişince Mûsa,
rabbine şöyle dua etti: "Şüphesiz ki şu Firavun ve kavmi, cani bir kavimdir.
Onlar, Allah’a ortak koşan ve onu inkâr eden bir topluluktur."
(Rabbi de ona şöyle demişti) "Geceleyin kullarımı yola
çıkar. Sîz mutlaka (Firavun ve askerleri tarafından) takip edileceksiniz.
Mûsa'nın duası üzerine, rabbi ona şu cevabı
vermiştir: "Mademki durum öyle, o halde sen, sana iman eden İsrailoğullarım,
geceleyin yola çıkar, şüphesiz ki sizler, Firavun ve onun kavmi olan Kiptiler
tarafından takibedileceksiniz.
(Asanı vurarak açtığın) denizi o sakin halinde bırak.
Çünkü onlar boğulmaya mahkum bir ordudur."
Ey Mûsa, sen ve sana tabi olanlar, sizin için
yanlan denizden geçtikten sonra, sen o denizi yarılmış halinde bırak. Firavunun,
yarılan o denizden geçip sana kavuşacağından korkarak, denizin tekrar
kapanmasını isteme. Zira, Firavun ve kavmi, yarılan denizin içine dalınca deniz,
onların üzerine kapanacak ve onları boğacaktır.
Mûsa (aleyhisselam)
kavmi ile birlikte denizden geçince kendisi ile Firavun arasında bir engel
meydana getirmesi için, asâsıyla denize vurup onun kapanmasını istemiş fakat
Allahü teâlâ ona bunu yapmamasını emretmiş ve
denizin aynen kalmasını istemiştir. Zira Firavun ve orduları o yanlan denize
girdikten sonra deniz üzerlerine kapanarak boğulacaklardır. Ve durum böyle olmuş
Firavun ve ordusu boğularak helak olmuştur.
Bak. Âyet 27.
27
Onlar geride nice bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel
makamlar ve zevk ve sefa ile içinde yaşadıkları nimetler bıraktılar.
Böylece biz, (onlara verdiğimiz) bu nimetleri başka
bir kavme miras bıraktık.
Firavun ve onun kavmi Kiptiler, Allah'ın, kendilerini denizde boğarak helak
etmesinden sonra geride nice bağlar bahçeler, onların içinden akan pınarlar,
ekinler, şerefli makamlar ve içinde zevkle yaşadıkları nimetleri bıraktılar.
Firavun topluluğunun geriye bıraktıkları makamların, "Şerefli makamlar" olarak
zikredilmelerinin sebebi, bu makamların, kral ve idarecilerin oturdukları yüksek
makamlar ve güzel yerler olmasındandır.
Allahü teâlâ, Firavun ve kavmini helak
ettikten sonra onların geride bıraktığı mal ve makamlara İsrailoğullarını
mirasçı kılmıştır. Bu husus başka âyetlerde açıkça zikredilmiştir. "Hor görülen
o kavmi de, mübarek kıldığımız yerin doğularına ve batılarına vârisler yaptık.
Böylece sabretmelerinden dolayı, rabbinin, İsrailoğullarına olan o pek güzel
vaadi yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta oldukları ve yükselttikleri
şeyleri de yerle bir ettik." A'raf Sûresi, âyet: 137
"İşte böyle yaptık. Onlara, İsrailoğullarım mirasçı kıldık.
Şuanı Sûresi âyet: 59.
Onlar için ne gök ağladı, ne de yer. Onlara mühlet de
verilmedi.
Allah'ın, denizde boğmuş olduğu Firavun ve kavmi için ne gök ağladı ne de yer.
Onların cezalandırılması ertelenmedi de.
Âyet-i kerime’de
"Göklerin ve yerin ağlaması" bahse konu edilmektedir.
Müfessirler, mü’minler ölünce göklerin ve
yerin ağladığını, kâfirler öldüğünde ise böyle bir şeyin olmadığını
zikretmişlerdir.
Said b. Cübeyr diyor ki: "Bir adam
Abdullah b. Abbas'a geldi ve ona "Ey
İbn-i Abbas,
Allahü teâlânın "Onlar için ne gök ağladı ne de yer. Onlara mühlet de
verilmedi." kelamı için ne dersin? Gökler ve yer bir kimse için ağlar mı?"
Abdullah b. Abbas şöyle dedi: "Evet, hiçbir
yaratık yoktur ki onun gökte bir kapısı bulunmuş olmasın. Kişinin nzkı o kapıdan
iner ve ameli o kapıdan yukarı çıkar. Mü’min kul ölünce, amelinin yukan çıktığı
ve nzkının aşağ nndığı, gökteki o kapı kapanır. Bundan dolayı gök onun için
ağlar. Yeryüzünde namaz kılmış olduğu ve üzerinde Allah’ı zikrettiği yerini
kaybedince de yeryüzü onun ıçm ağlar Firavun kavminin ise ne yeryüzünde faydalı
bir eseri vardı ne de göklere yüksekelecek salih bir amelleri. Bu sebeple gökler
ve yer onların üzerine ağlamadı.
Enes b. Mâlik diyor ki:
"Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Her mü’minin iki kapısı
vardır. Birinden ameli yukan çıkar, diğerinden nzkı aşağı iner. Mü’min öldüğü
zaman bu iki kapı onun için ağlar. Allahü teâlânın
şu kelamı buna işaret etmektedir. "Onlar için (kâfirler için) ne gök ağladı ne
de yer. Onlara mühlet de verilmedi.
Abdullah b. Abbas,
Mücahid, Said b.
Cübeyr ve benzeri âlimlerden bu ağlamanın kırk gün devam ettiği rivâyet
edilmektedir.
Bak. Âyet 31.
31
Şüphesiz biz, İsrailoğullarım o alçaltıcı azaptan,
Firavundan kurtardık. Şüphesiz Firavun, haddi aşan azgınlardan biriydi.
Âyet-i kerime’de
zikredilen "Alçaltıcı azap"tan maksat Firavunun, İsrailoğullarının erkek
çocuklarını öldürüp kadınlarını sağ bırakmasıdır. Kur'an-ı Kerimin çeşitli
yerlerinde bu husus zikredilmiştir.
Gerçekten biz, İsrailoğullarını, bilerek âlemlere
üstün kıldık.
Şüphesiz ki biz, İsrailoğullarını, bilerek, zamanlarındaki insanların hepsinden
üstün kıldık.
Âyet-i kerime’de,
İsrailoğullarının iman ettikleri dönemlerde, iman etmeleri sebebiyle,
zamanlarında yaşayan bütün insanlardan üstün kılındıkları zikredilmiştir.
Onların bu üstünlüğü, iman etmeleriyle kaimdir. İmandan ayrılanların, derece
bakımından hayvanlardan bile aşağı olduktan, diğer bir âyette beyan edilmekte ve
şöyle buyurulmaktadır: "Yemin olsun ki biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu
cehennem için yarattık. Onların kalbleri vardır ama onunla gerçeği anlamazlar.
Gözleri vardır ama onlarla hakkı görmezler. Kulakları vardır ama onunla hakkı
işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar
gafillerin ta kendileridir. A'raf Sûresi, âyet: 179.
Onlara, içinde kendilerine apaçık bir imtihan bulunan
mucizeler verdik.
İsrailoğullarına verildiği beyan edilen bu mucizelerden maksat, Allah'ın, onları
düşmanlarından kurtamıası, üzerlerini bulutlarla gölgelendirmesi, gökten kudret
helvası ve bıldırcın eti indirmesi gibi çeşitli nimetler ile, bolluk ve
bereketlerdir. İsrailoğulları bunlarla imtihan edilmişlerdir,
Bak. Âyet 36.
35
Bak. Âyet 36.
36
Doğrusu şu kâfirler şöyle derler: "Dünyadaki ilk
ölümümüzden başka bir şey yoktur. Biz, tekrar dirilecek de değiliz. Sözünüzde
samimi iseniz, atalarımızı diriltip getirin."
Ey Rasûlüm, kavminin müşrikleri, öldükten sonra dirilip hesaba çekilmeyi inkâr
ederek şöyle derler: "Bizim için ilk ölümümüzden başka bir şey yoktur. Bizler
öldükten sonra artık diriltilecek değiliz. Eğer sizler, Allah'ın, bizi öldükten
sonra diriltip hesaba çekeceği sözünüzde doğru iseniz, bizden önce ölmüş olan
atalarımızı getirin. Onlara, böyle bir şeyin olup olmadığını soralım da ona göre
size inanalım."
Müşriklerbu sözleriyle, meseleyi saptırmak istemişlerdi. Zira, öldükten sonra
dirilmek, kıyamet koptuktan sonra gerçekleşecektir. Dünya hayatı devam ederken,
atalarının diriltilmesini istemeleri, onların, meseleyi saptınnak
isteyişlerindendir.
Bunlar mı daha üstün yoksa Tubba kavmi ve ondan
öncekiler mi? Biz onları helak ettik. Çünkü onlar suç işlemiş kimselerdi.
Ey Rasûlüm, kavminin bu müşrikleri mi güç ve kuvvet bakımından daha üstündür
yoksa Tubba kavmi ve onlardan önce gelip geçen ümmetler mi? Biz onları helak
ettik. Çünkü onlar suç işlemiş kimselerdi..
Âyet-i kerime’de
"Tubba kavmi" zikredilmektedir. Bu kavmin, Yemen'de yaşayan "Sebe"' kavmi olduğu
ve kendilerine "Himyeriler" de dendiği rivâyet edilmektedir.
"Tubba" ise Himyer krallarına verilen bir isimdir. Âyette zikredilen bu
"Tubba"nm kişiliği ve iktidarı hakkınnda çeşitli kıssalar zikredilmiştir. Ancak
Hazret-i Âişe (radıyallahü
anhâ) ve Katade'nin, bu şahsın salih
bir kimse olduğunu söyledikleri Rivâyet edilmektedir.
Seni b. Sa'd, Resûlüllah’ın, bu Tubba
hakkında şöyle buyurduğunu Rivâyet etmiştir:
"Tubba'a sövmeyin. Çünkü o müslüman olmuştu."
Biz, gökleri, yeri ve aralarındakileri eğleniciler
olarak yaratmadık.
Biz onları ancak (bir hikmete bağlı olarak) yerli
yerince yarattık. Fakat çokları bunu bilmezler.
Ahmed b. Hanbel,
Müsned, C.5, S.340.
Allahü teâlâ bu âyetlerle, öldükten sonra
dirilmenin mutlaka meydana geleceğini beyan etmektedir.
Allahü teâlâ, yaratıkları emir ve yasaklarla
imtihana tabi tutmadan, boşu boşuna yaratmadığını, bilakis onları emir ve
yasaklarla imtihan ettiğini, itaat edenleri mükafaatlandınp, karşı gelenleri de
cezalandırdığını bildirmektedir. Fakat Allah’a ortak koşanların çoğu,
yaratılışın sır ve hikmetlerini bilmezler. Hayatı, sadece bu dünya hayatından
ibaret sanırlar.
|