23
"Ey
Resûlüm! Kötü
arzularını ilah edinen ve Allah'ın bir bilgiye göte şaşırttığı, kulaklarını ve
kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık
onu Allah'tan başka kim hidâyete eriştirebitir! Yine de ibret almayacak
mısınız?"
A- "Ey
Resûlüm! Kötü
arzularım ilah edinen ve Allah'ın bir bilgiye göre şaşırttığı, kulaklarını ve
kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü?"
Bu kelâm, hidâyeti bırakıp da kendi nefsinin kötü
arzularına uyan ve sanki onun kul-köiesi olan kimsenin batinin taaccübe, şayan
olduğunu beyân etmektedir.
Yani Allah'ın, dalâletin
ve insanları, üzerinde yarattığı fıtratı değiştirdiğini bildiği, öğütlerden
etkilenmeyecek ve âyetler ile uyarıları tefekkür etmeyecek şekilde kulaklarını
ve kalbini mühürlediği ve gözünün üstüne de, basiret ve ibretle, bakmaya engel
bir perde çektiği kimseyi gördün mü?
B- "Artık onu Allah'tan başka kim
hidâyete eriştirebitir! Yine de ibret almayacak mısınız?"
Yani öylesi insanların
hidâyet körlüğü ve ısrarlı azgınlığı yüzünden Allah onlari şaşırttıktan sonra
onları kim hidâyete eriştirebitir! Yine de tefekkür edip de ibret almayacak
mısınız?
24
"Onlar dediler ki. "Hayat, dünya
hayatımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak deftir
(mürur-ı zaman) helâk
eder." Onların buna dâir hiçbir bilgileri de yoktur. Onlar ancak zanna göre
hükmediyorlar."
A- "Onlar dediler ki. "Hayat,
dünya hayatımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak dehir
(mürur-ı zaman) helâk
eder."
Burada, onların anlatılan dalâlederinin hükümleri beyân
edilmektedir. Yani onlar, aşırı dalâlet ve
azgınlıklarindan dediler ki; hayat, yaşadığımız dünya hayatından ibarettir;
hayat da, ölüm de, bu dünyada vardır; bunun ötesinde başka bir hayat yoktur.
Bir görüşe göre,
yani Biz, meniden önceki ve sonraki aşamalardan
geçeriz ve ondan sonra yaşarız. Yahut Biz
kendimiz ölürüz ve evladımızın bekasıyla da yaşarız.
Yahut bazılarımız ölür; bazılarımız da yaşar.
Onlar, bundan tenasüh (Ölümden
sonra ruhların başka canlılarda tekrar tekrar dünyaya gelip yaşaması) de
kastetmiş olabilirler. Zîrâ puta tapanların çoğu bu inançta idi.
O müşrikler, Azrail'i
(aleyhisselâm) ve onun, Allah'ın emriyle ruhları aldığını inkâr ederek
canlılarm helâk olmalarında müessir olan, günlerin ve gecelerin geçmesi
(mürûrı zaman) olduğunu iddia ediyorlardı ve
bütün hâdiseleri zamânâ izafe ediyorlardı.
İşte bundan dolayıdır ki,
Peygamberimiz: "Dehre sövmeyin; çünkü dehir, Allah'tır." demiştir.
(Ahmed b. Hanbel. Müsned: 5/299, 311)
yani hâdiseleri gerçekleştiren, dehir değil,
Allah'tır.
B- "Onların buna dâir hiçbir
bilgileri de yoktur. Onlar ancak zatına göre hükmediyorlar."
Yani onların, hayatın
yalnız dünya hayatından ibaret olduğu ve hayat ile ölümün zamânâ istinad ettiği
konusunda, akli ve nakli hiçbir bilgileri de yoktur. Onların hükümleri, zanna ve
taklide dayanmaktadır; asgari ölçüde dayanak olabilecek hiçbir şeyleri yoktur.
İşte onların bâtıl inançları budur.
25
"Ayetlerimiz açık deliller halinde
kendilerine okunduğu zaman, onların bunlara karşı: "Eğer doğru sözlü iseniz,
atalarımızı diriltip getirin" demelerinden başka hüccetleri yoktur."
Yani sadece hakkı ifâde
eden ve ezcümle uhrevî hayati bildiren âyetlerimiz açık deliller halinde,
yahut uhrevî hayatin gerçek olduğunu gayet açık
olarak bildiren âyetlerimiz kendilerine okunduğu zaman, "Eğer ölümden sonra
tekrar diril öleceğimiz hususunda doğru sözlü iseniz, eski atalarımızı diriltip
getirin" demelerinden başka dayanacakları hiçbir hüccetleri, hüccet kabilinden
kabul edilmesi imkânsız olan bu boş sözden başka ekerinde ileri sürecekleri
hiçbir şey yoktur.
Onların söylediklerine hüccet denilmesi, onu hüccet
konusunda ileri sürdüklerine binâendir. Bu da, onlarla istihza anlamım
taşımaktadır.
26
"Ey
Peygamberim! De
ki: "Sizi Allah diriltiyor; sonra canınızı alıyor; sonra sizi kıyamet gününde
bir araya toplayacaktır. Bunda hiçbir şüphe yoktur." Fakat insanların çoğu
bilmiyorlar."
A- "Ey
Peygamberim! De
ki: "Sizi Allah diriltiyor; sonra canınızı alıyor; sonra sizi kıyamet gününde
bir araya toplayacaktır. Bunda hiçbir şüphe yoktur."
Yani Allah, başta size
hayat veriyor; sonra ecelleriniz sona erdiğinde sizin canınızı alıyor. Yoksa
sizin iddia ettiğiniz gibi sizi yaşatan ve öldüren zaman değildir. Sonra Allah,
ölümünüzden sonra kıyamet gününde, dünyada yaptıklarınızın karşılığını vermek
için sizi bir araya toplayacaktır. Bunda hiçbir şüphe yoktur. Zîrâ başta size
hayat vermeye Kadir olan Allah, sizi tekrar hayata döndürmeye de Kadirdir. Ve
ilâhî hikmet, kıyamette sizi bir araya getirmeyi kesinlikle gerektirmektedir.
Âyetlerle tasdik edilen ilâhî vaat da, kıyametin vaki olacağına kesin olarak
delâlet etmektedir. Onların atalarının diriltilip getirilmesi, teşriî hikmete
ters düştüğü için gerçekleşmesi imkânsızdır.
B- "Fakat insanların çoğu
bilmiyorlar."
Bu cümle, ya söylenmesi
emredilen kelâmın tamamına dâhildir; yahut
doğrudan doğruya Allah tarafından vârid olmuş bir cümle olup hakkı, tahkik
etmekte ve o müşriklerin, bu konudaki şüphelerinin cehaletlerinden ve kusurlu
bakış ve tefekkürlerinden kaynaklandığına, yoksa bu konuda bir şüphe şaibesi
bile olmadığına dikkat çekmektedir.
27
"Bütün göklerin ve yerin
hükümranlığı yalnız Allah'ındır. Kıyamet kopacağı gün, o batılcılar, hüsrana
uğrayacaklardır."
Bundan önce Allah'ın, insanlarda, hayat vermek, can almak,
tekrar diriltmek ve amellerinin karşılığını vermek için onlari kıyamet gününde
bir araya getirmek gibi mutlak tasarruflara sahip olduğu beyân edildikten sonra
burada da, bütün göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan varlıklarda mutlak
hükümranlığın Allah'a (celle celâlühü) mahsus
olduğu beyân edilmektedir,
28
"Ve sen o gün her ümmeti diz
çökmüş bir halde göreceksin. Her ümmet, kendi Kitabına çağırılacak. Onlara şöyle
denilecek: bugün yaptıklarınıza göre muamele göreceksiniz."
Yani her ümmet, kendi amel
defterine çağırılacak ve kendilerine böyle denilecektir. "Bu gün yaptıklarınıza
göre muamele göreceksiniz."
29
"İşte bu Kitabımız, yüzünüze karşı
gerçeği söylüyor. Çünkü Biz, yaptıklarınızı kesinlikle kaydettiriyorduk."
Bu kelâm da, o gün her ümmete söylenecek olanlara dâhildir.
Her ümmetin Kitabı, Allah'ın emri ile yazıldığı için "İşte bu Kitabımız"
denilerek şânını tazim ve muhtevasını korkunç göstermek için kitap, Allah'a
izâfe edilmiştir.
Yani işte bu Kitabımız,
bir ilâve ve noksan olmamak üzere sizin aleyhinize tam hak ile şahitlik
etmektedir. Çünkü. Biz, iyi amel olsun olsun, kötü amel olsun olsun dünyada
bütün yaptıklarınızı meleklere yazdırıyorduk.
30
"îman edip de sâlih ameller de
yapanlara gelince, işte Rableri onları rahmetinin içine alacaktır. İşte bu,
apaçık kurtuluşun ta kendisidir.
Burada Allah'ın rahmetinden murat, Cennettir.
Bundan önce, ceza ve mükâfat vaaderini içeren kelâm ile
kendilerine yapılacak hitap, beyân edildikten sonra burada da, ümmetler hakkında
yapılacak olanlar açıklanmaktadır.
31
"Ama kâfirlere gelince, onlara
denecek ki: âyetlerimiz, yüzünüze karşı okunmakta değil miydi? Fakat siz
büyüklük tasladınız da, mücrim bir zümre oldunuz."
Yani kâfirlere de, kınama
ve takbih mahiyetinde denilecek ki; Bizim peygamberlerimiz size gelmedi mi ve
âyetlerimiz, yüzünüze karşi okunmakta değil miydi? Fakat siz, âyetlerimize karşı
büyüklük taslayıp onlara îmân etmediniz ve her zaman cürüm işleyen bir zümre
oldunuz.
32
"Şüphesiz Allah'ın vaadi
gerçektir; kıyamet gününde de şüphe yoktur" denildiği zaman, siz: "Kıyametin ne
olduğunu bilmiyoruz; biz onun bir tahminden ibaret olduğunu sanıyoruz; kesin bir
bilgi de edinmiş değiliz" demiştiniz.
Yani kendilerine:
"Şüphesiz Allah'ın vaat ettiği gelecek hâdiseler,
yahut bunları vaat etmesi haktır; mutlaka gerçekleşecektir;
yahut gerçeğe uygundur ve vaat ettiklerinin en
meşhuru olan kıyamet de şüphe götürmez bir gerçektir" denildiği zaman, siz, son
derece sapkın olduğunuzdan dolayı, kıyameti garipseyerek dediniz ki; kıyametin
ne olduğunu bilmiyoruz; biz onun bir tahminden ibaret olduğunu sanıyoruz;
hakkında kesin bir bilgi de edinmiş değiliz.
|