Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

491

 

043 - ZUHRUF SÛRESİ

 

CÜZ :

25

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

34

Evlerinin kapılarını ve yaslandıkları tahtlarını da...

"Evlerinin kapılarını" âyeti "evlerinin kapılarını da(böyle) kılardık" demektir. Buradaki

"evlerinin" lâfzının daha önce geçen

"Rahmâna kâfir olanların" âyetinden bedeli istimal olduğu da söylenmiştir.Buna göre âyet: Rahmâna kâfir olanlara (yani) onların evlerine... demek olur.

"Kapılarını" gümüşten kılardık demektir.

"Ve yaslandıkları tahtlarını da"aynı şekilde (yapardık).

"Tahtlar da" kelimesi'in çoğuludur. Bunun çoğulu olduğu da söylenmiştir. Bu da: "Taht'ın çoğuludur. Bu durumda bu lâfız çokluk çoğulu(cemu’l-cem) olur.

"Yaslandıkları" âyetinde geçen: ile: "Yaslanmak" bir şeyin üstüne kendisini vermek, ağırlığını ona taşıtmak demektir. Yüce Allah'ın:

"Ona dayanırım" (Taha, 20/18) âyetinde de aynı kökten gelen fiil kullanılmıştır.

"Çokça yaslanan adam" demektir. aynı zamanda "üzerinde yaslanılan şey" anlamına gelir. "Bir şeye yaslandı" demek olup, bu işi yapana Yaslanan, yaslanma yeri"ne de (......) denilir. " Onu bir şeye yaslanmış bir kimse haline getirinceye kadar ona(mızrağını) sapladı" demektir. "Asaya yaslandım" demektir. Bütün bunlarda "te" harfinin aslı "vav"dır. "Tartıldı, söz verdi" fiillerinde yapılan uygulama ne ise buna da aynı şey yapılmıştır.

35

Altından süs eşyaları da (verirdik). Bunların hepsi dünya hayatının metaından başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise Rabbinin yanında takva sahiplerinindir.

"Altından süs eşyaları da(verirdik)" âyetinde geçen:

"Altın" demektir. Bu açıklama İbn Abbâs ve başkalarından nakledilmiştir. Yüce Allah'ın:

"Yahut altından bir evin olsun"(el-İsra, 17/93) âyeti da buna benzemektedir ki, daha önceden (belirtilen âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

İbn Zeyd dedi ki: Bu("zuhruf") insanların evlerinde kullandıkları eşya ve evlerini döşedikleri şeylerdir. el-Hasen, nakış ve süslerdir, demiştir. Asıl anlamı da süstür. Mesela: "Evi süsledim" denilir: "Filan süslendi" demektir.

Ayet-i kerimedeki:

"Altından süs eşyaları da" lâfzının nasb ile gelmesi: "Bununla birlikte Biz onlara altından süs eşyaları da verirdik" anlamına geldiğinden ötürüdür. Başındaki cer harfinin kaldırılması ile nasb olduğu da söylenmiştir.

Yani "Biz kendilerine altın ve gümüşten tavanlar, kapılar ve tahtlar yapardık" anlamındadır. Başından: "...dan" edatı hazfedilince, burada da: "Altından süs eşyaları da" diye buyurularak nasb ile gelmiştir.

"Bunların hepsi dünya hayatının metaından başka bir şey değildir." Anlamındaki âyeti Âsım,Hamza ve İbn Amir'den Hişam: "değildir" lâfzını: (........) diye şeddeli okumuşlardır. Diğerleri ise şeddesiz okumuşlardır. Şüphesiz ki bütün bunlar dünya hayatının metaldir, demek olur.bu husus daha önceden sözkonusu edilmiş idi. Ebû Reca'dan(........)'ın "lam" harfini kesreli okuduğu rivâyet edilmiştir. Ona göre burada, konumunda olup ona ait(olan zamir) de hazfedilmiştir. İfadenin takdiri de şöyle olur: "şüphesiz ki bütün bunlar dünya hayatının metaının kendisi olan şeylerdir." Burada zamirin hazfedilmesi:

"Bir sivrisineğiveya ondan daha üstün herhangi bir şeyi misal olarak vermekten" (el-Bakara, 2/26) ile:

"Güzelce uygulayanlara tamamlamak..." (el-En'am, 6/154) diye okuyanların kıraatinde (bu aid zamirin) hazfedilmesine benzer.

Ebû’l-Feth dedi ki: Bu okuyuşa göre "Hepsi" lâfzının nasb ile okunması gerekir. Çünkü buradaki şeddelisinden hafifletilmiş olandır. Bu ise hafifletildi mi (şeddesiz okundu mu) ve ameli de kaldırıldı mı o takdirde bunun ile "ma" anlamında olan nefyedici birbirinden ayırmak için ifadenin sonunda (haberinin başında) "lam" harfinin gelmesi gerekir. Burada ise cer edatı olan "lam'ın dışında bir lam bulunmamaktadır.

"Ahiret yurdu ise Rabbinin yanında takva sahiblerinindir" âyetinde takva sahibi olup Allah'tan korkan kimselere cennet verileceğini kastetmektedir. Ka'b dedi ki: Ben yüce Allah'ın indirdiği kitabların birisinde şunu gördüm: Eğer mü’min kulum üzülmeyecek olsaydı, kâfir kulumun başını taçlandırırdım. Hiçbir ağrı dolayısı ile ondan ter boşalmaz, başı dahi ağrımazdı.

Tirmizî'nin, SahihindeEbû Hüreyre'den şöyle dediği zikredilmektedir: Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Dünya mü’minin zindanı, kâfirin cennetidir."Tirmizi, IV, 562;Müslim, IV, 2272;İbn Mace, II, 1378;Müsned, II, 323, 389, 485. Sehl b. Sa'd'dan rivâyete göre de Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Eğer dünya Allah nezdinde bir sivrisinek kanadı kadar değer taşımış olsaydı, dünyadan hiçbir kâfire bir yudum su dahi içirmezdi."Ayrıca bu hususta Ebû Hüreyre yoluyla gelen hadis de vardır (dedikten sonra Tirmizî şöyle) dedi: Bu hasen, garib bir hadistir Tirmizi, IV, 560 -"Hasen'" yerine "sahih" kaydıyla-. Hakim, Müstedrek, IV, 341.

Şair diyor ki:

"Eğer dünya iyilikte bulunanın mükâfatı olsaydı,

O takdirde zalimin orada yaşamaması gerekirdi.

Onlara şeref ve üstünlük olsun diye peygamberler bu dünyada aç kaldılar,

Halbuki diğer taraftan karınları doydu hayvanların."

Bir diğer şair de şöyle demektedir:

"Kararlı birisi isen geçen günlerden istifade et,

Çünkü sen bugünlerde ya (kötülükten) yasaklayan, ya (iyiliği) emreden birisisin.

Eğer dünyadan bir kişinin dinine zarar gelmezse, Artık ele geçiremediğin dünyalık dolayısıyla zararı olmaz, Dünya bir sivrisinek kanadı kadar çekmez, Bir kuşun kanadındaki ince bir tüy kadar dahi gelmez. O bakımdan(Allah) dünyayı iyilik yapanın bir sevabı kılmaya razı olmadığı gibi, Dünyayı kâfire bir ceza olarak kabul etmedi."

36

Kim Rahmânın zikrini görmezlikten gelirse, Biz ona bir şeytanı musallat ederiz. Artık bu onun ayrılmaz bir arkadaşıdır.

"Kim Rahmân'ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz ona bir şeytanı musallat ederiz. Artık bu onun ayrılmaz bir arkadaşıdır" âyetindeki

"kim... görmezlikten gelirse" âyetini İbn Abbâs ve İkrime: diye "şın" harfini üstün olarak okumuşlardır. "Kim kör olursa..." demektir. "Kör oldu, olur" fiili de aynı köktendir. Erkek hakkında: Kör adam" kadın hakkında: "Kör kadın" ifadeleri görmemeleri halinde durumlarını anlatmak üzere kullanılır. Şair el-A'şa'nın şu beyitinde de aynı kökten gelen lâfız kullanılmıştır.

"O avurtları kaybolmuş bir adam gördü,

Hilkati değişmiş, gözü görmeyen bir kimsedir."

Yine şair şöyle demiştir:

"Gözleri görmeyen, zamanın kötü musibetlerinin kendisine zarar verdiği,

Ve düşünmez hale getirip aklını bozduğu bir adam gördü diye mi (böyle yaptı)?"

Diğerleri ise (şın harfini) ötreli okumuşlardır ki; bu da: "A'şa (kör)'in durumuna düştü, düşer" demektir. el-Halil: "Az gören bir gözle bakmak" demektir deyip, şu beyiti zikretmektedir:

"Onun yanına gittin mi ateşinin ışığına cılız bir gözle

bakarsın (gözlerin kamaşır), En güzel ateşin yanında en hayırlı ateş yakanı bulursun."

Bir başka şair de şöyle demektedir:

"Ateşinin ışığına (gözleri kamaştığından) cılız bir şekilde bakan,

Ve rüzgar esip de bulunduğu yerin kuru olduğu o genç, ne güzeldir!"

el-Cevherî dedi ki: mastarı olup bu da gündüzün görüp, geceleyin görmeyen kimse demektir. Böyle olan bir kadına: denilir, iki kadına denilir. "Allah onun gözlerini kamaştırdı da onun gözleri kamaştı, kamaşır, kamaşmak" denilir. Bu durumda olan iki erkeğin halini anlatmak için: denilir, fakat Araplar: diye kullanmamışlardır. Çünkü "vav" harfi kendisinden önceki harf kesreli olduğu için tekilde "ye"ye dönüşünce, tesniyede de olduğu halde bırakılmıştır. "Kendisinin geceleyin iyi görmediği izlenimini veren kimse" demektir. 'in nisbeti(ism-i mensubu):şeklinde gelir. 'e nisbet ise ...diye gelir. " Önüne geleni görmediği için ön ayakları ile rastgele herşeyin üzerine basan dişi deve" demektir. "Bir kimse basiretsizce ve gelişigüzel iş yaptı" anlamındadır. -Aynı anlamda olmak üzere denilir.

Bu âyet-i kerîme sûrenin baş taraflarında geçen:

"Siz... diye, Zikri size bildirmekten vaz mı geçelim?" (ez-Zuhruf, 43/5) âyeti ile ilişkilidir.Yani Biz size Zikri ulaştırmaya devam edeceğiz. Her kim ondan yüz çevirmek sureti ile Zikri görmezlikten gelip saptırıcıların söz ve batıllarına yönelecek olursa

"Biz ona bir şeytanı musallat ederiz" küfrünün bir cezası olmak üzere ona bir şeytan veririz,

"artık bu onun" denildiğine göre dünyada

"ayrılmaz arkadaşıdır." Onu helalden alıkoyar, harama iter, itaat yapmasını engeller, masiyet işlemesini emreder. İbn Abbâs'ın açıklamasının anlamı budur.

Bir diğer görüşe göre de bu, ahiretteki durumu dile getirmektedir. Bu açıklamayı da Said el-Cüreyrî yapmıştır.

Haberde belirtildiğine göre; kâfir kabrinden çıkacağı vakit onunla birlikte bir de şeytan gönderilir. Her ikisi birlikte cehenneme girinceye kadar o şeytan ondan ayrılmaz. Mü’min ile birlikte de Allah, yarattıkları arasında hüküm verinceye kadar bir melek gönderilir. Bunu el-Mehdevî zikretmiştir.

el-Kuşeyrî dedi ki: Doğru olan bu şeytanın o kimsenin hem dünyada, hem de ahirette ayrılmaz arkadaşı olduğudur.

Ebû'l-Heysem ile el-Ezherî şöyle demişlerdir: "O şeyi kastettim" demektir. ise "o şeyden yüz çevirdim" demektir. Bu durumda ile birlikte kullanılması arasında fark vardır. Tıpkı: " Ona meylettim" ile " Ondan başka tarafa yöneldim" gibi.

Katade de: "ise; yüz çevirir" demektir, demiştir. Bu durumda âyet: Kim Rahmân'in zikrinden yüz çevirirse demek olur.

el-Ferrâ'nın görüşü de budur. en-Nehhâs dedi ki: Bu, sözlükte bilinen bir anlam değildir.

el-Kurazî, sırtını dönerse diye açıklamıştır, mana birdir.

Ebû Ubeyde veel-Ahfeş: Gözü kararır diye açıklamışlardır. el-Utbî ise "yüz çevirdim" anlamında kullanılacağını kabul etmemekte ve doğrusunun: "şekli olduğunu söylemektedir. Doğru görüş Ebû'l-Heysem ileel-Ezherî'nin açıklamasıdır. Bütün bilgi sahibi kimseler de böyle demişlerdir.

es-Sülemî, İbn Ebi İshak, Yakub ve Âsım'dan ileel-A'meş'ten İsmet:

"Mûsallat ederiz" anlamındaki âyeti ye ile: “ Mûsallat eder" diye okumuştur. Buna sebeb ise daha önceden "Rahmân"ın zikredilmiş olmasıdır.Yani Rahmân ona bir şeytan musallat eder.

Diğerleri ise "nun" ile Gederiz anlamında) okumuşlardır.İbn Abbâs'tan ise: "Ona bir şeytan musallat edilir, artık bu onun ayrılmaz arkadaşı olur" diye okumuştur.Yani onun yanından ayrılmaz ve onunla birlikte bulunur.

Buradaki "bu" lâfzının -önceden geçtiği üzere- şeytana ait bir zamir olduğu söylendiği gibi, "Kur'ân'dan yüz çevirme"ye ait olduğu da söylenmiştir. Yani O, yüz çeviren şeytanın ayrılmaz arkadaşı olur demek olur.

37

Muhakkak bunlar onları yoldan alıkoyarlar ve onlar da kendilerinin hidayette olduklarını sanırlar.

"Muhakkak bunlar" yani şeytanlar

"onları yoldan alıkoyarlar" hidayet yolunu izlemelerini engellerler. Burada fiilin çoğul lâfzı ile gelmesi yüce Allah'ın:

"Kim... görmezlikten gelirse" âyetinde yer alan "kim" anlamındaki lâfzın çoğul anlamını taşımasından dolayıdır.

"Ve onlar" kâfirler

"kendilerinin hidayette olduklarını sanırlar." Şöyle de açıklanmıştır: Kâfirler şeytanların hidayette olduklarını zannettiklerinden ötürü onlara itaat ederler.

38

Nihayet o bize geldiğinde diyecek ki: "Keşke benimle senin aranda iki doğu kadar uzaklık olsaydı. Sen ne kötü bir arkadaşmışsın!"

"Nihayet o bize geldiğinde" fiilini. Ebû Amr,Hamza, el-Kisaî ve Hafs tekil olarak okumuşlardır ki; kıyâmet gününde kâfir geldiğinde demektir. Diğerleri ise tesniye olarak: " İkisi geldiğinde" diye okumuşlardır ki, bundan kasıt kâfir ile onunla birlikte arkadaşlık edecek olan şeytandır. Bunlar tek bir zincire vurulmuş halde gelecekler. Kâfir: "diyecek ki: Keşke benimle senin aranda iki doğu" kış mevsiminin doğusu ile yaz mevsiminin doğusu "kadar uzaklık olsaydı." Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"O hem iki doğunun Rabbidir, hem de iki batının Rabbidir." (er-Rahmân, 55/17) Mukâtil 'in açıklaması da buna yakındır.

Fiili tekil okuyanların kıraatizahiri itibariyle her ne kadar tekil görünüyor ise de mana her ikisi içindir. Çünkü daha sonraki ifadelerden bu anlaşılmaktadır. Şairin şu beyitinde olduğu gibi:

"Ve oldukça geniş ve hemen görüp dikkat eden,

Burun tarafında üst ve alt kapakların birleştiği noktası arkadan açılmış gibi bir göz."

Mukâtil dedi ki: Kâfir, senenin en uzun gününde güneşin doğduğu yer ile en kısa gününde güneşin doğduğu yer arasındaki mesafe kadar aralarının uzak olmasını temenni edecektir. İşte bundan dolayı:

"İki doğu kadar uzaklık" demiştir.

el-Ferrâ'' da şöyle demiştir: O bununla doğu ve batıyı kastetmiş, ikisinden birisinin ismini kullanmıştır. Nitekim güneş ile aya "el-kamaran (iki ay)", Ebû Bekir ve Ömer'e "el-umeran", Küfe ile Basra'ya: "el-Basratan", öğlen ve ikindiye "el-asran" denilmesi gibi. Şair de şöyle demiştir:

"Semanın ufuklarını doldurduk size karşı,

Onun iki ayı ve doğan yıldızlar bizimdir."

Ebû Ubeyde de Cerir'in şu beyitini zikretmektedir:

"Onların yaptıklarını beğenmezdi Rasûlullah,

İki Ömer diye bilinen Ebû Bekir ve Ömer de."

Sîbeveyh de şu mısraı zikretmektedir:

"İki Hubeybe yardımcı olmuş olmak bana yeter, evet yeter bana."

Bununla ez-Zübeyr'in iki oğlu Abdullah ile Mûsab'ı kastetmektedir. Oysa Ebû Hubeyb, Abdullah'ın künyesidir.

"Sen ne kötü bir arkadaş mışsın?"Sen kötü bir arkadaşsın. Çünkü onu cehenneme götürecektir.

Ebû Said el-Hudrî dedi ki: Kâfir ölümden sonra diriltileceği vakit, onun yanından ayrılmayacak olan şeytandan arkadaşı ile eşleştirilir. Onu cehenneme götürünceye kadar ondan ayrılmayacaktır.

39

Bugün size asla fayda vermeyecektir. Çünkü zulmettiniz. Elbette siz beraberde azâb çekeceksiniz.

"Bugün size asla fayda vermeyecektir. Çünkü zulmettiniz" âyetindeki:

"Çünkü" lâfzı "bugün" lâfzından bedeldir. Yani Allah kâfire şöyle diyecektir: Siz dünya hayatında şirk koştuğunuz için bu sözün bugün size faydası olmayacaktır. Bu ise kâfirin söyleyeceği söz olan:

"Keşke benimle senin aranda iki doğu kadar uzaklık olsaydı" (Zuhruf, 43/38) sözleridir.Yani o günde pişmanlık fayda vermeyecektir.

Kendisinden, farklı rivâyet gelmiş olmakla birlikte;

"Elbette siz" hemzesi kesreli ile

"Beraberce azâb çekeceksiniz."İbn Amir'in kıraatidir. Diğerleri ise (hemzeyi) üstün ile okumuşlardır. Şu takdirde ref mahallindedir: Azapta ortak olmanızın bugün size asla faydası olmayacaktır. Çünkü herkes bu azabtan kendisi için en fazla payı almış olacaktır (demektir.)

Yüce Allah böylelikle cehennem ehline, dünya hayatında iken musibete uğrayan kimselerin başkalarının musibetini görerek kederlerinin hafiflemesi imkanını vermeyeceğini bildirmektedir. Çünkü dünyadakiler başkasının musibetini görerek nisbeten rahatlarlar. Böyle bir kimse: Bela ve musibette benim durumumda olan başkaları da vardır der ve bu onun kederini bir parça hafifletir. Nitekim el-Hansa şöyle demiştir:

"Eğer etrafımda çok olmasaydı,

Kardeşlerine ağlayanlar, öldürürdüm kendimi.

Gerçi onlar benim kardeşim gibisine ağlamıyorlar ama,

Başkaları da bana benzer durumdadır, diyerek teselli buluyorum."

Ahirette başkalarının benzer durumda olması, onlara teselli faydasını sağlayamayacağına göre, onlar azabları ile uğraşacaklardır.

Mukâtil de şöyle demektedir: Bugün mazeretler göstermenizin ve pişmanlık duymanızın size faydası olmayacaktır. Çünkü sizinle birlikteki şeytanlarınız da, sizler de -küfürde ortak olduğunuz gibi- azapta da ortaksınız.

40

O sağır kimselere sen mi işittireceksin? Yahut kör olanları ve apaçık bir sapıklık içerisinde bulunanları sen mi bidayete ulaştıracaksın?

Ey Muhammed!

"O sağır kimselere sen mi işittireceksin? Yahut kör olanları ve apaçık bir sapıklık içerisinde bulunanları sen mi hidayete ulaştıracaksın?" âyeti şu demektir: Senin böyle bir imkanın yoktur. Bundan ötürü kâfir olurlarsa göğsün daralmasın.

Âyette Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'a bir teselli vardır. Ayrıca kaderiyye'nin ve diğerlerinin kanaatleri reddedilmekte, hidayetin, doğru,yolu bulmanın ve kalpteki ilahi yardımdan uzak kalışın Allah'ın yaratması ile olduğunu, O'nun, dilediği kimseyi saptırıp dilediğine hidayet verdiğini de göstermektedir.

41

Eğer seni alıp götürsek dahi şüphesiz ki bunlardan intikam alıcılar Bizleriz.

42

Yahut onları tehdit ettiğimiz azâbı sana gösteririz. Çünkü Biz onlara güç yetirenleriz.

"Eğer seni alıp götürsek dahi..."Yani Biz seni Kureyş'in eziyetinden, Mekke'den çıkaracak olsak

"şüphesiz ki bunlardan intikam alıcılar Bizleriz. Yahut onları tehdit ettiğimiz azâbı sana gösteririz." Bu da sen hayatta iken onlardan intikam almamızdır.

"Çünkü Biz onlara güç yetirenleriz."

İbn Abbâs dedi ki: Yüce Allah bunu ona Bedir günü gösterdi. Müfessirlerin çoğunluğunun görüşü de budur.

el-Hasen veKatade ise şöyle demektedir: Bu müslüman insanlar hakkındadır. Yani Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan sonra meydana gelmiş fitneleri kastediyor. Buna göre;

"Seni alıp götürsek" âyeti, senin canını alsak demektir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan sonra çok ağır musibetler oldu. Yüce Allah peygamberine ikramda bulunarak onu alıp götürdü ve ümmetinin hallerinden gözünü aydınlatacak şeylerden başkasını ona göstermedi, intikam ve musibetleri ondan sonraya bıraktı. Halbuki ümmetinin birtakım musibetlere uğratıldığı gösterilmedik hiçbir peygamber yoktur.

Rivâyet edildiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a kendisinden sonra ümmetinin karşı karşıya kaldığı durumlar gösterilmiştir. O dayüce Allah'ın huzuruna çıkıncaya kadar hep sıkıntıh idi, gülerek neşelendiği görülmedi.

İbn Mes’ûd'dan rivâyete göre Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah bir ümmet hakkında hayır murad edecek olursa, o ümmetten öncepeygamberinin canını alır ve onu o ümmet için önden giden bir öncü ve bir geçmiş kılar. Eğer bir ümmet hakkında azâbı murad edecek olursa, peygamberi hayatta iken o ümmete azâb verir ki, kendisini yalanlayıp emrine karşı geldiklerinden ötürü onun gözü aydın olsun."Müslim, IV, 1791; İbn Hibban. Sahih, XV, 22, XVI, 198. Ancak her ikisi de Ebû Mûsa'da

43

O halde sana vahyolunana kuvvetle sarıl. Çünkü sen dosdoğru bir yol üzeresin.

"O halde sana vahyolunana" yalanlayıcılar onu yalanlasa dahi Kur'ân-ı Kerîm'e

"kuvvetle sarıl. Çünkü sen dosdoğru bir yol üzeresin." Bu yol seni Allah'a, rızasına ve mükâfatına kavuşturacaktır.

44

Ve muhakkak o, sana ve senin kavmine büyük bir şereftir. Yakında sorguya çekileceksiniz.

"Ve muhakkak o, sana ve senin kavmine büyük bir şereftir." Kurân-ı Kerîm hem senin için, hem de kavmin olan Kureyşliler için bir şereftir. Zira bu Kur'ân onların dili ile onlardan birisi üzerine inmiştir. Yüce Allah'ın:

"Yemin olsun ki Biz size sizin için bir şan ve şeref kaynağı olan bir kitab indirdik" (el-Enbiya, 21/10) âyeti da buna benzemektedir.

Kur'ân-ı Kerîm, Kureyş'in dili ile indi, ilk olarak onlara hitab etti. Bundan ötürü buna îman eden herkes, onların dillerini öğrenmeye gerek gördü. Böylelikle onlara muhtaç oldular. Çünkü başka dilleri konuşanlar, emir ve nehyin anlatıldığı, Kur'ân-ı Kerîm'deki bütün haberlerin ifade edildiği manayı kavrayabilmek için, onların dillerini öğrenmeye gerek duydular. Böylelikle onlar diğer dilleri konuşanlara göre daha şerefli kılındılar. Bundan dolayı bu dile de "Arapça" ismi verildi.

Bunun, sizin gerek duyduğunuz şeyler hakkında senin ve ümmetin için bir açıklamadır, anlamına geldiği söylendiği gibi, dinin emirlerini kendisi vasıtasıyla hatırlayıp, gereğince amel ettiğiniz bir öğüttür, diye de açıklanmıştır.

"Ve muhakkak o sana ve senin kavmine büyük bir şereftir" âyeti ile hilafetin kastedildiği de söylenmiştir. Hilafet Kureyşliler arasında olur, başkalarında olmaz. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bu hususta insanlar Kureyş'e tabidirler. Müslümanları onların müslümanlarına, kâfirleri de onların kâfirlerine tabidir. "Buhârî, III, 1288;Müslim, III, 1451;Müsned, II, 242, 319.

Malik dedi ki: Bu adamın: Babam bana anlattı, o babasından(naklen) anlattı, demesidir. Bu açıklamayı -el-Maverdî, es-Sa'lebî ve diğerlerinin zikrettiklerine göre- İbn Ebi Seleme babasından, o Malik b. Enes'ten rivâyet etmiştir.

İbnu'l-Arabî dedi ki: Ben İslâm'da bu mertebeye Bağdat'ta gördüğüm dışında herhangi bir kimseye nasib olduğunu görmedim. Orada bulunan et-Temimîoğulları derler ki: Bana babam anlattı, dedi ki: Bana babam anlattı, diye Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a kadar senedini ulaştırır. Böylelikle onların değerleri üstün bir mertebeye yükselmiş, insanlar onları tazim eder hale gelmişlerdir. Halifelik makamı da onlarla üstünlük kazanmıştır. Yine Medinetu's-Selam'da Ebû Muhammed Rızkullah b. Abdi'l-Vehhab Ebû'l-Ferec b. Abdi’l-Aziz b. el-Haris b. el-Esed b.el-Leys b. Süleyman b. Esved b. Süfyan b. Yezid b. Ukeyne b. Abdillah et-Temimî'nin iki oğlunu gördüm. Onlar şöyle diyorlardı: Babamız Rızkullah'ı şöyle derken dinledik: Babamı şöyle derken dinledim: O: Babamı şöyle derken dinledim: O: Babamı şöyle derken dinledim: O: Babamı şöyle derken dinledim: O: Babamı şöyle derken dinledim(diyordu ki:) Ali b. Ebî Tâlib'i, el-Hannan ve el-Mennan'ın mahiyeti hakkında soru sorulması üzerine şöyle derken dinledim: el-Hannan kendisinden yüz çevirene yönelen, el-Mennan ise kendisinden istenilmeden önce bağışlarda bulunan kimse demektir. Ali'yi böyle derken dinledim diyen kişi ise onların büyük dedeleri Ukeyne b. Abdullah'dır. Bununla birlikte daha kuvvetli görülen görüş yüce Allah'ın:

"Ve muhakkak o sana ve senin kavmine büyük bir şereftir" âyeti ile Kur'ân-ı Kerîm'in kastedildiğidir. Çünkü ifade buna bina edilmiş ve sonunda ona dönülmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

el-Maverdî dedi ki:

"Ve senin kavmine" âyeti hakkında iki görüş vardır: Birincisine göre ümmetinden sana tabi olanlar demektir. Bu açıklamayıKatade yapmış olup, es-Sa'lebî bunu el-Hasen'den diye de zikretmiştir. İkinci görüşe göre Kureyş'ten senin kavmine demektir. Bu kimdendir denilir, Araplardandır diye cevab verilir. Hangi Araplardandır diye sorulunca, Kureyş'tendir diye cevab verilir. Bu açıklamayı Mücahid yapmıştır.

Derim ki: Sahih olan Kureyş'ten olsun, başkalarından olsun Kur'ân-ı Kerîm'in gereğince amel edenler için bir şeref kaynağı olduğudur. İbn Abbâs rivâyetle dedi ki: Allah'ın peygamberi(Allah'ın salat ve selamı ona olsun) bir sedyeden yahutta bir gazadan döndüğünde Fatıma'yı çağırıp, şunları söyledi:"Ey Fatıma! Nefsini Allah'tan satın almaya bak! Çünkü Allah'tan gelecek olana karşı benim sana hiçbir faydam olmaz." Buhârî, III, 1012, 1218, IV, 1487;Müslim, I, 192; Tirmizi, IV, 554, V, 338; Nesâî, VI, 249; Müsned, II, 333, 360, 398, 519, VI, 187; Taberi, Tefsir, XIX, 119.

Buna benzer sözleri hanımlarına da söylediği gibi; yine bunun benzerini yakın akrabalarına da söylemiştir. Daha sonra yüce Allah'ın peygamberi (salat ve selam ona) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar arasında Haşimoğulları ümmetim olmaya en layık kimseler değildir. Çünkü insanlar arasında ümmetim olmaya en layık kimseler takva sahibi olanlardır. İnsanlar arasında Kureyşliler de ümmetim olmaya en layık kimseler değildir. Çünkü insanlar arasında ümmetim olmaya en layık kimse takva sahibi olanlardır. Yine insanlar arasında ümmetim olmaya en layık olanlar ensar değildir. Çünkü ümmetim olmaya insanlar arasında en layık olanlar takva sahibi kimselerdir. İnsanlar arasında mevalî (Arap olmayan mü’minler) ümmetim olmaya en layık kimseler değildir. İnsanlar arasında ümmetim olmaya en layık kimseler takva sahibi olanlardır. Hepiniz bir erkek ve bir kadındansınız, sizler: Sâ' denilen ölçünün üstündeki hiza gibisiniz. Sizden herhangi birinizin diğerine takva ile olması hali dışında bir üstünlüğü yoktur. "

Ebû Hüreyre'den de şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Cehennem kömürlerinden bir kömür ile övünüp duran birtakım kimseler ya bu yaptıkları işlerden vazgeçerler, veya Allah nezdinde onlar pislikleri burnuyla iten domuzlan böceğinden daha kötü bir durumda olurlar. Hepiniz Âdem'in çocuklarısınız. Âdem topraktandır. Şüphesiz Allah sizden cahiliye gururunu ve (cahiliyyenin) babalarla öğünme geleneğini gidermiş bulunuyor. İnsanlar ya takva sahibi bir mü’mindir yahut bedbaht bir günahkardır."Tirmizi, V, 734;Müsned, I, 301 (kısmen); Taberani, Kebir, XI, 317(kısmen); Münziri, Terğib, III, 358-359. Bu ikisini de Taberî rivâyet etmiştir. Buna dair daha geniş açıklamalar yüce Allah'ın izniyle el-Hucurat Sûresi'nde gelecektir.

"Yakında" bu nimete karşı şükredip, etmediğinize dair

"sorguya çekileceksiniz." Bu açıklamayı Mukâtil veel-Ferrâ'' yapmıştır.İbn Cüreyc de şöyle demiştir: Sen de, seninle birlikte olanlar da sana verdiklerimizden dolayı sorguya çekileceksiniz.

Bu hususta yaptığınız amellerden size soru sorulacaktır, diye de açıklanmıştır. Manalar birbirine yakındır.

45

Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize sor! Rahmân'dan başka ibadet edilecek ilahlar kılmış mıyız?

İbn Abbâs veİbn Zeyd dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid-i Haram'dan, Mescid-i Aksa'ya -ki o Beytu'l-Makdis mescididir- İsra'da götürüldüğünde yüce Allah ona Âdem'i ve soyundan dünyaya gelmiş diğer peygamberleri diriltti. Cibril de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte bulunuyordu. Cibril(aleyhisselâm) ezan okudu, sonra namaz için kamet getirdi. Sonra da: Ey Muhammed öne geç de onlara namaz kıldır dedi. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazı bitirince Cibril kendisine: "Ey Muhammed! Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize sor. Rahmân'dan başka ibadet edilecek ilahlar kılmış mıyız?" dedi. Bunun üzerineRasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hayır, sormama gerek yok. Ben bu konuda yeterli kanaate sahibim" diye buyurdu. Süyûtî, ed-Durru'l-Mensur, VII, 382.

İbn Abbâs dedi ki: Bupeygamberler yetmiş kişi idi. İbrahim, Mûsa ve Îsa (hepsine selam olsun) bunlar arasında idi. Onlara soru sormayışının sebebi Allah'ı onlardan daha iyi biliyor olması idi.

İbn Abbâs'tan başkasından gelen rivâyette de şöyle denilmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın arkasında yedi saf halinde namaz kıldılar. Rasûller üç saf, nebiler ise dört saf idi. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hemen arkasında ise İbrahim halilullah, sağında İsmail ve solunda İshak vardı. Sonra Mûsa, sonra da diğer rasûller dizilmişti. Onlara iki rekat namaz kıldırdı. Namazı bitirip ayağa kalkınca şöyle buyurdu: "Rabbim bana size: Sizden herhangi birinize Allah'tan başkasına ibadet etmeye davet etmek için bir emir verip vermediğini sormamı vahyetti." Onlar: Ey Muhammed dediler, bizler şahitlik ederiz ki, hepimiz aynı çağrı olan la ilahe ilallah demeye davet etmek üzere ve onun dışında tapındıkları bütün varlıkların batıl olduğunu, senin nebilerin de sonuncusu, rasûllerin de efendisi olduğunu söylemek üzere gönderildik. Bu husus zaten senin bize İmâmlık yapman ile de açıkça ortaya çıkmış bulunuyor. Ayrıca kıyâmet gününe kadar Meryem oğlu Îsa dışında hiçbir peygamberin gelmeyeceği de bunu göstermektedir. Meryem oğlu Îsa ise senin izini izlemekle emrolunacaktır."

Said b. Cübeyr de yüce Allah'ın:

"Senden önce gönderdiğimizpeygamberlerimize sor" âyeti ile ilgili olarak şunları söylemektedir: O İsra'ya götürüldüğü gece rasûllerle karşılaştı.

el-Velid b. Müslim deyüce Allah'ın:

"Senden önce gönderdiğimizpeygamberlerimize sor" âyeti hakkında şöyle demiştir: Ben buna dair Huleyd b. Da'lec'e sordum da o bana Katade'den şöyle dediğini nakletti: Peygamber İsra'ya götürüldüğü gece bu hususu onlara sordu. Peygamberlerle ve Âdem ile ayrıca cehennemin bekçisi Malik ile karşılaşmıştı.

Derim ki: Bu âyetin tefsiri ile ilgili olarak sahih olan açıklama şekli budur.

"Peygamberlerimiz" anlamındaki lafızdan önceki bu açıklamaya göre zaid değildir.el-Müberred ile bir grub ilim adamı ise şöyle demişlerdir: Âyet: Sen, senden önce gönderdiğimiz rasûllerimizin ümmetlerine soru sor, demektir. Rivâyet olunduğuna göre,İbn Mes’ûd'un kıraatinde:

"Senden önce gönderdiğimiz rasûllere ne gönderdiğimizi sor" şeklindedir. Bu ise tefsir edici bir kıraattir. Buna göre; zaiddir.Mücahid, es-Süddî, ed-Dahhak,Katade, Atâ,el-Hasen ve yineİbn Abbâs'ın görüşü budur. Sen Tevrat ve İncil kitablarına îman eden kimselere sor, demektir.

Manası: Ey Muhammed! Bize senden önce göndermiş olduğumuzpeygamberlere dair soru sor, şeklinde olduğu ve böylelikle: 'in hazfedildiği de söylenmiştir. Bu açıklamaya göre ise: " Peygamberlerimize" âyeti üzerinde vakıf tam bir vakıf olmakta, daha sonra ise cümle inkar yolu ile soru ile başlamaktadır.

Manası: Senden önce göndermiş olduğumuz rasûllerimize tabi olanlara sor, şeklinde olduğu ve muzafın hazfedildiği de söylenmiştir. Hitab Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a olmakla birlikte maksat onun ümmetidir.

"Rahmân'dan başka ibadet edilecek ilahlar kılmış mıyız?" âyeti ile yüce Allah, akıl sahibi varlıklardan sözettiği gibi. ilahlardan da (akıl sahibi varlıklara uygun zamir kullanarak) sözetmiş bulunmakta ve:

"İbadet edilecek" diye buyurmakta, bununla birlikte:veya diye buyurmamaktadır. Çünkü ilahlar onlara tapanlar nezdinde akıl sahibi varlıklar durumunda idi. Şanı yüce Allah da onlar hakkında akıl sahibi varlıklarla ilgili haber verdiği gibi, haber vermekte (söz etmekte)dir.

Böyle bir soru sormakla emredilmesinin sebebine gelince, yahudilerle müşrikler Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'a şöyle dediler: Senin bu getirdiklerin senden öncekilere aykırıdır? Bunun üzerine yüce Allah, duruma vakıf kılmak ve söyletmek maksadı ile, diğer peygamberlere soru sormasını emretmiştir. Yoksa kendisi bu hususta şüphe ettiğinden dolayı bu emir verilmiş değildir.

Tevil bilginleri Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın diğer peygamberlere soru sorması hususunda iki ayrı görüş ortaya atmışlardır. Birincisine göre o peygamberlere sormuş, peygamberler de: Biz tevhid ile gönderildik demişlerdir. Bu açıklamayı el-Vakıdî yapmıştır.

İkincisine göre, peygamberyüce Allah'a yakîni dolayısıyla onlara soru sormamıştır. Öyle ki İbn Zeyd'in naklettiğine göre Mikail, Cebrâîl'e: "Bu hususa dair Muhammed sana soru sordu mu?" diye sormuş,Cebrâîl: "O bu hususta soru sormayacak kadar sağlam bir îman ve büyük bir yakîne sahiptir" diye cevab vermiştir. Bu anlam daha önce zikrettiğimiz şekliyle iki rivâyette geçmiş bulunmaktadır.

46

Yemin olsun ki Biz Mûsa'yı âyetlerimizle Fir'avun'a ve ileri gelenlerine gönderdik. "Muhakkak ki ben âlemlerin Rabbinin gönderdiği peygamberiyim" dedi.

"Yemin olsun ki Biz Mûsa'yı âyetlerimizle... gönderdik." Yüce Allah peygamberi Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'a düşmanlarından intikam alacağını bildirip diğer peygamberleri şahit tutmakla ve hepsinin tevhid üzere ittifak etmiş olduklarını göstermekle delili ortaya koyduktan sonra, bu hususu Mûsa ve Fir'avun kıssası ile Fir'avun'un yalanlamasını, onun ve kavminin başına gelen suda boğulmak ve yalanlama kıssasını zikrederek pekiştirdi. Yani Biz Mûsa'yı mucizeler ile gönderdik. Bunlar ise dokuz tane mucize idi. Bu mucizeleri yalanlandı. Sonunda Ben de güzel akıbeti onun için kıldım. İşte sen de böyle olacaksın.

47

Onlara âyetlerimizle geldiğinde onlar bunlara gülüverdiler.

"...Onlar bunlara gülüverdiler"âyetinin anlamına gelince, onlar alay ettiler demektir. Böylelikle kendilerine uyanlara gönderilen bu âyetlerin bir büyü ve gösterilen bir hayal olduğu vehmini vermeye, kendilerinin de bunlara güç yetirebileceklerini hissettirmeye çalışıyorlardı.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç