Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

487

 

042 - ŞÛRÂ SÛRESİ

 

CÜZ :

25

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

45

Onları ona arz olunduklarında zilletten boyunlarını bükmüş, göz ucuyla gizlice baktıklarını görürsün. Îman edenler derler ki: "Muhakkak hüsrana uğrayanlar kıyâmet gününde hem kendilerini, hem yakınlarını kaybedenlerdir." Haberiniz olsun ki, muhakkak zâlimler sürekli bir azâb içindedirler.

"Onları ona arz olunduklarında... görürsün" âyetindeki:

"Ona" lâfzından kasıt, ateşe arzolunmalarıdır. Çünkü ateş onların azabıdır. Daha önce sözü edilen azaba müennes bir zamir gönderilmiştir. Çünkü bu azâb ateş azabıdır. Buna cehennem azâbı da denilebilir. Şayet lâfza riayet edilerek, zamir kullanılmış olsaydı: diye buyurulması gerekirdi.

Bu hususta yapılan açıklamalara göre bu âyette kastedilenler bütün müşriklerdir. Hepsi oraya gidecekleri vakit cehenneme arzolunacaklardır, çoğunluk böyle demiştir. Bir diğer görüşe göre kastedilenler özellikle Fir'avun hanedanıdır. Onların ruhları sabah, akşam cehenneme gidip gelen siyah kuşların içlerinde hapsolunur. Onların cehenneme arzolunmaları işte budur. Bu açıklamayı da İbn Mes’ûd yapmıştır.

Bunun bütün müşrikler hakkında umumi olduğu ve günahlarının kabirlerinde kendilerine arzolunduğu, kabirlerinde de azaba arzolundukları da söylenmiştir. Ebû'l-Haccac'ın bu husustaki açıklamasının anlamı budur.

"Zilletten boyunlarını bükmüş"âyeti ile ilgili olarak kimi kıraat alimi:

"Boyunlarını bükmüş" âyeti üzerinde vakıf yapılacağı kanaatindedir.

"Zilletten" âyeti da

"baktıklarını" anlamındaki âyete taalluk etmektedir. Bunun

"boyunlarını bükmüş" âyetine taalluk ettiği de söylenmiştir. Farklı taalluklara(ilgili oluşa) göre anlamlar şöyle olabilir:

a. Zilletten âyeti "bakmak" ile alakalı kabul edilirse ilgili bölümün meali şöyle olur: "Onları ona boyunlarını bükmüş halde arzolunduklarını görürsün. Zilletlerinden ötürü gözuruyla gizlice bakarlar."

b. "Boyunlarını bükmek" ile alakalı olursa meal, metinde gösterildiği şekilde yapılabilir.

" Boyun bükmek" kırılmak ve alçak gönüllülük göstermek demektir.

"Gözucuyla gizlice baktıklarını"âyetinin anlamına gelince,yani onlar bakmak için tam anlamıyla gözlerini kaldırmazlar. Çünkü başlarını önlerinde eğmiş olacaklardır. Araplar da zelil kimseyi

"gözucuyla bakmak"la nitelendirirler. Nitekim bunun zıddı halde olan bir kimse hakkında küçülmesine sebeb teşkil edecek bir şüphe ile itham altında bulunmuyor ise "keskin bakışlı olmak (hadidu'n-nazar)" tabirini kullanırlar.

Mücahid dedi ki:

"Gözucuyla gizlice baktıklarını..."zelilce baktıklarını... anlamındadır. Onlar kalbleriyle bakarlar, çünkü kör olarak haşredilecekler. Kalb gözü ise gizli bir bakıştır.

Katade,es-Süddî, el-Kurazî veSaid b. Cübeyr de şöyle derler: Aşırı korkularından dolayı farkettirmeden bakmaya çalışırlar. Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Onlar görmesi zayıf bir göz ile bakacaklardır. Yûnus dedi ki: "...den, dan (mealde... uyla)" âyeti "be" anlamındadır. Gizli bir bakışla bakarlar yahutta zillet ve korkudan dolayı zayıf bir bakışla bakarlar, demektir. Buna yakın bir açıklamael-Ahfeş'den nakledilmiştir.İbn Abbâs da: Sönük ve alçalmış bir bakışla... diye açıklamıştır. Bir diğer açıklamaya göre onlar görecekleri türlü türlü azaplardan ötürü bütün güçleri ile cehenneme bakmaktan korkacaklardır.

"Îman edenler derler ki: Muhakkak hüsrana uğrayanlar kıyâmet gününde hem kendilerini, hem yakınlarını kaybedenlerdir" âyeti şu demektir: Mü’minler cennette kâfirlerin başına geleni görecekleri vakit şöyle diyecektir: Gerçekte hüsran şunların ulaştıkları sonuçtur. Onlar ebedi azapta kalacaklarından dolayı kendilerini kaybettikleri gibi yakınlarını da kaybetmişlerdir. Çünkü eğer yakınları cehennemde bulunuyor ise, onlardan fayda sağlayamazlar. Eğer cennette ise zaten onlar ile cehennemdekiler arasında bir engel vardır.

Bir diğer açıklamaya göre, yakınların kaybedilmesi şu demektir: Eğer onlar îman etmiş olsalardı, cennette huru'l ıyn'den onların yakınları bulunacaktı.

İbn Mace'nin, Sünen'inde yer alan rivâyete göre Ebû Hüreyre şöyle demiştir: Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Sizden herbirinizin mutlaka biri cennette, biri cehennemde olmak üzere iki konağı vardır. Şayet ölümden sonra cehenneme gidecek olursa, cennetlikler onun oradaki yerine mirasçı olurlar." İşte yüce Allah'ın:

"İşte bu kimseler mirasçılardır"(el-Mu'minun, 23/10) âyeti bunu anlatmaktadır. İbn Mace, II, 1453: Hakim. Müstedrek, II, 427. Bu hadis daha önceden (el-Mu'minun, 23/10. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

Dârimî'nin,Müsned'inde yer alan rivâyete göre Ebû Umame şöyle demiştir: Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Yüce Allah her kimi cennete girdirirse, mutlaka ona huru'l ıyn'den yetmişiki zevce ve yetmiş tane de cehennem ehlinden miras alacağı zevce verecektir. O zevcelerinin hepsinin de şehveti harekete getiren fercleri erkeklerin de bükülmeyen zekerleri olacaktır. " İbn Mace, II, 1452; Ahmed b. Ebi Beki" el-Kinani, Misbahu'z-Zücace II, 266'da senedinde tenkide maruz kalmış ravilerinin bulunduğunu belirtmektedir.

Hişam b. Halid dedi ki: Cehennemliklerden 'mirası" ile kastedilen, cehenneme girmiş ve böylelikle cennetliklerin hanımlarına mirasçı olduğu kimseler kastedilmektedir. Fir'avun'un hanımının miras alınacağı gibi.

"Haberiniz olsun ki muhakkak zâlimler sürekli" kesintisiz ve devamlı

"bir azâb içindedirler."

Bunun mü’minlerin söyleyeceği sözlerden olması mümkün olduğu gibi yüce Allah tarafından verilen yeni bir haber ifadesi olması da mümkündür.

46

Onların Allah'tan başka kendilerine yardım edecek hiçbir velileri olmaz. Allah'ın saptırdığı kimselerin yol bulmalarına imkan yoktur.

"Onların Allah'tan başka" O'nun azabından kendilerini kurtarabilecek

"kendilerine yardım edecek hiçbir velileri" yardımcıları, destekleyicileri

"olmaz. Allah'ın saptırdığı kimselerin" dünyada hakka, âhirette cennete ulaştırabilecek

"yol bulmalarına imkan yoktur."Çünkü böylelerinin önünde kurtuluş yolu kapatılmıştır.

47

Allah'tan geri çevrilmesi mümkün olmayan bir gün gelmezden önce Rabbinizin davetine icabet edin. O gün sizin sığınacak bir yeriniz de olmaz, hiç inkâr da edemezsiniz.

"Allah'tan geri çevrilmesi mümkün olmayan" Allah'ın onu hükme bağlamasından ve onun için belli bir süre ve vade tesbit etmiş olduktan sonra, kimsenin geri çeviremeyeceği gün olan kıyâmet günü

"gelmezden önce Rabbinizin davetine icabet edin." Sizi davet etmiş olduğu kendisine îman ve itaati kabul ederek çağrısına karşılık verin.

" Davete icabet etti, çağrıyı kabul etti" ile: aynı anlamda olup daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

"O gün sizin sığınacak bir yeriniz"Allah'ın azabından sizi kurtaracak bir sığınağınız

"da olmaz, hiç inkâr da edemezsiniz." Mücahid'in açıklamasına göre size yardım edecek bir yardımcınız olmayacaktır.

Buradaki: 'in: "İnkar eden" anlamında olduğu söylenmiştir. Tıpkı: "Can yakıcı" lâfzının, anlamında olması gibi. Yani; "o gün sizler başınıza gelecek olan azap dolayısı ile inkar edecek kimse bulmayacaksınız." Bu açıklamayı İbn Ebi Hatim nakletmiş veel-Kelbî de böylece açıklamıştır.ez-Zeccâc da şöyle demektedir: Anlamı: Onlar kendilerine işledikleri bildirilecek olan günahları inkar edemeyeceklerdir.

Âyetin, size isabet edecek olan azâbı inkar edemeyeceksiniz, anlamında olduğu da söylenmiştir. ile"münkerin(hoş görülmeyen şeyin) değiştirilmesi" demektir.

48

Eğer yüz çevirirlerse Biz seni onların üzerine bir bekçi göndermedik. Sana düşen ancak tebliğdir. Muhakkak Biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırdığımızda bundan dolayı o sevinir. Şayet ellerinin önden gönderdikleri sebebi ile onlara bir kötülük isabet etse, o zaman insan şüphesiz nankörlük eder.

"Eğer" imandan

"yüz çevirirlerse Biz seni onların üzerine bir bekçi"

amellerini gözetleyip bundan dolayı onları hesaba çekecek; bir diğer açıklamaya göre; îman etmedikçe onlardan ayrılmayacak, üzerlerinde bir görevli olarak

"göndermedik." Yani onları îman etmeye zorlamak, senin işin değildir.

"Sana düşen ancak tebliğdir" âyetinin kıtal (savaşı emreden) âyeti ile neshedildiği söylenmiştir.

"Muhakkak Biz insana" kâfire

"tarafımızdan bir rahmet" rahatlık ve sağlık

"tattırdığımızda bundan dolayı o sevinir" şımarır.

"Şayet ellerinin önden gönderdikleri sebebi ile onlara bir kötülük" bela ve sıkıntı

"isabet etse, o zaman insan şüphesiz" daha önceki nimetleri inkar eder, musibetleri sayıp döker, nimetleri unutur ve

"nankörlük eder."

49

Göklerle yerin mülkü yalnız Allah'ındır. Dilediğini yaratır. Dilediğine kızlar ihsan eder, dilediğine de erkek evlat bağışlar.

Şanı yüce Allah'ın:

"Göklerle yerin mülkü yalnız Allah'ındır. Dilediğini yaratır" âyeti ile ilgili açıklamalarımızı Allah'ın izni ile dört başlık halinde sunacağız:

1- Herşeyin Mülkü Allah'ındır O Dilediğine, Dilediği Gibi Evlat Verendir:

"Göklerle yerin mülkü yalnız Allah'ındır." âyeti mübteda ve haberdir.

Yaratıklardan

"dilediğini yaratır, dilediğine kızlar ihsan eder. Dilediğine de erkek evlat bağışlar" âyeti hakkında Ebû Ubeyde, Ebû Malik, Mücahid,el-Hasen ve ed-Dahhak şöyle demişlerdir: O dilediği kimselere erkek vermeksizin hep dişiler bağışlar. Dilediği kimselere de dişi vermeksizin hep erkek bağışlar.

"Erkekler" anlamındaki kelimenin başına "elif-lam" gelmekle birlikte "dişiler" anlamındaki kelimenin başına "elif-lam"ın gelmeyiş sebebi, onların daha üstün olduklarından dolayıdır. Böylelikle yüce Allah onları tarif alameti ile ayırmış bulunmaktadır.

Vasile b. el-Eska dedi ki: Bir kadının erkekten önce dişi doğurması o kadının bereketindendir. Çünkü yüce Allah:

"Dilediğine kızlar ihsan eder, dilediğine de erkek evlat bağışlar" âyetinde öncelikle kızlardan söz etmiştir.

50

Veya onlara erkekler ve dişiler olarak her ikisinden de verir. Dilediğini de kısır bırakır. Muhakkak O, çok iyi bilendir, herşeye gücü yetendir.

"Veya onlara erkekler ve dişiler olarak her ikisinden de verir" âyeti hakkında Mücahid dedi ki: Bu bir hanımın önce erkek, sonra kız çocuk doğurması, sonra erkek, sonra da kız çocuk doğurmasıdır. Muhammed b. el-Hanefiyye de; bu kadının biri erkek biri kız olmak üzere ikiz doğurması demektir, demiştir.

"Veya onlara erkekler ve dişiler olarak her ikisinden de verir" âyeti ile ilgili olarak el-Kutebî şöyle demiştir: Burada her ikisinden de vermek, erkek ve kız çocukları bir arada vermesi demektir. Araplar -aynı kökten olmak üzere-: "Küçük ve büyük develerimi bir araya topladım" derler.

"Dilediğini de kısır bırakır."Yani onun çocuğu olmaz.

"Kısır erkek" ile; "Kısır kadın" denilir.

"Kadın kısır oldu, kısırlaşır, kısırlaşmak" denilir. Bu fiilin kullanımı; "Hamdetti, hamdeder" fiiline benzemektedir. Aynı şekilde: şeklinde; " İrileşti, irileşir, büyük oldu, büyük olur" fiili gibi de kullanılır. Asıl anlamı (ardı arkası) kesmek'tir. Mesela: "Arkası kesilmiş mülk" ifadesi de buradan gelmiştir. Bu da mülke zarar gelir korkusu ile öldürmek ve haklara riayet etmemek suretiyle akrabalık bağının kesilmesi demektir. "Kısır rüzgar" bulut ve ağacı aşılamayan rüzgar demektir. Kıyâmet günü de: " Kısır bir gün"dür, çünkü o günden sonra bir gün yoktur. (Çoğul olarak): "Kısır kadınlar" denilir. Şair şöyle demiştir:

"Kısırlaştı kadınlar, artık benzerini doğuramazlar,

Çünkü kadınlar benzerini doğurmaktan yana kısırdırlar."

en-Nekkaş'ın naklettiğine göre bu âyet-i kerîme -hükmü umumi olmakla birlikte- özellikle peygamberler hakkında inmiştir. Yüce Allah Lut'a erkek evlat vermeksizin sadece kız evlat vermişti. İbrahim'e de sırf erkek evlat vermiş ve kız çocuk vermemişti. İsmail ve İshak'a hem erkek, hem kız evlat vermişti. Îsa ve Yahya ise kısır idiler.

Benzeri bir açıklama İbn Abbâs ile İshak b. Bişr'den de nakledilmiştir. İshak dedi ki: Ayet-i kerîme(özellikle) peygamberler hakkında inmiş olup umumidir.

"Dilediğine kızlar ihsan eder"âyeti ile Lut (aleyhisselâm)'ı kastetmektedir. Onun erkek çocuğu olmamıştı, sadece iki kızı olmuştu.

"Dilediğine de erkek evlat bağışlar"âyeti ile de İbrahim(aleyhisselâm)'ı kastetmektedir. Onun kız çocuğu olmamış, sekiz oğlu olmuştu.

"Veya onlara erkekler ve dişiler olarak her ikisinden de verir." Bununla da Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'ı kastetmektedir. Onun dört oğlu ve dört kızı olmuştu.

"Dilediğini de kısır bırakır" âyeti ile de Zekeriya oğlu Yahya'yı -ikisine de selam olsun- kastetmektedir.

(İshak) Îsa'dan sözetmemektedir.

İbnu'l-Arabî dedi ki: İlim adamlarımız dedi ki:

"Dilediğine kızlar ihsan eder"âyeti ile Lut (aleyhisselâm)'ı kastetmektedir. Onun kız çocukları vardı, fakat oğlu olmamıştı.

"Dilediğine de erkek evlat bağışlar"âyeti ile İbrahim (aleyhisselâm)'ı kastetmektedir. Onun oğulları vardı, fakat kız çocuğu yoktu. "Veya onlara erkekler ve dişiler olarak her ikisinden de verir" âyeti ile de Âdem (aleyhisselâm)'ı kastetmektedir. Havva her seferinde biri erkek ve biri dişi olmak üzere ikiz doğururdu. Bir batındaki dişiyi bir diğer batındaki erkekle evlendirirdi. Nihayet yüce Allah Nûh(aleyhisselâm)'ın şeriatında bu husustaki haram kılıcı hükmü indirinceye kadar bu böylece devam etti. Aynı şekilde Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın da hem erkek, hem kız çocukları vardı: Kasım, Tayyib, Tahir, Abdullah, Zeyneb, Um Külsum, Rukayye ve Fatıma. Hepsi de Hatice (radıyallahü anh)'dan doğmuştu. İbrahim ise Mariye el-Kıbtî'den olmuştur.

İşte yüce Allah Âdem (aleyhisselâm)’dan günümüze kadar ve kıyâmete kadar insanları bu şekilde taksim etmiştir. Onun sonsuz hikmeti ve yerini bulan meşieti dolayısı ile bu sınırlı şekilde nesil devam eder. Bu yolla nesilin kalıcılığı sağlanmakta ve insanın soyu devam etmekte, yüce Allah'ın vaadi gerçekleşmekte, emir hak olmakta, dünya da mamur olmaktadır. Cennet ve cehennemin herbirisi de kendilerini dolduracak olanı alır ve geriye de (bir miktar) kalır. Nitekim Hadîs-i şerîfte şöyle buyurulmaktadır: "Şüphesiz (cehennem) ateş Cebbar olan Allah ayağını oraya koyuncaya kadar dolmayacaktır. O vakit de: Artık yeter, artık yeter, diyecektir. Cennete gelince, onda geriye bir boşluk kalacaktır. Yüce Allah orası için başka bir takım yaratıklar var edecektir."Müslim, IV, 2187, 2188;Buhârî, IV, 1836;Müsned, II, 31'i, III, 141, 234.

2- Yüce Allah'ın İnsanları Bu Yolla Yaratmasındaki Hikmet:

İbnu'l-Arabî dedi ki:Yüce Allah kudretinin genelliği, gücünün çetinliği dolayısı ile yaratıkları ilk olarak yokluktan yaratır. Lutfunun büyüklüğü, hikmetinin sonsuzluğu ile de -buna ihtiyacı olduğundan dolayı değil- bir şeyi bir başka şeyden yaratır. Çünkü O, ihtiyaç duymaktan uzak ve noksanlıklardan arınmış Kuddustur. Kendisinin de buyurduğu gibi o el-Kuddus ve es-Selamdır. Âdem'i yerden yarattı, Havva'yı da Âdem'den yarattı. Sonraki insanları ise onların arasındaki ilişkiye bağlı olarak hamilelik yolu ile meydana gelerek ve ceninin de doğurulması sureti ile yaratmasını sürdürmüştür. Nitekim Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Erkeğin suyu kadının suyundan önce gelirse, o ikisinden erkek doğar. Kadının suyu erkeğinkinden önce gelirse, o ikisinden dişi doğar."Müslim, I, 252. Yine Sahih(-i Müslim)'de de böyledir: "Erkeğin suyu kadının suyuna baskın gelirse, erkek amcalarına benzer. Kadının suyu erkeğin suyundan baskın olursa, çocuk dayılarına benzer."' Müslim, I, 251; Müsned, I, 274, VI, 92.

Derim ki: BuÂişe (radıyallahü anha)'nın rivâyet ettiği hadisin manasıdır. Lâfzı bu şekilde değildir.Müslim'in rivâyet ettiği şekliyle Urve b. ez-Zübeyr'in Âişe'den yaptığı rivâyete göre; bir kadın Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'a sordu: Kadın ihtilam olup da (kendinden gelen) suyu görürse, gusletmesi gerekir mi? Peygamber:"Evet" diye buyurdu. Âişe (radıyallahü anha) ona: Hay elin toprakla dolasıca dedi ve inledi. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Onu bırak, zaten benzerlik bundan başka sebepten dolayı mı olur ki? Kadının suyu erkeğin suyuna baskın gelirse, çocuk dayılarına benzer. Erkeğin suyu kadınınkine baskın gelirse, amcalarına benzer." ' Müslim, I, 251;Buhârî, I, 108, Müsned, VI, 92

İlim adamlarımız dedi ki: Bu hadise göre suyun baskın gelmesi benzerliği gerektirir. Yine Müslim'in rivâyet ettiği Sevban tarafından rivâyet edilen hadise göre de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), (bu hususta soru soran) yahudiye şöyle demiştir: "Erkeğin suyu beyaz, kadının suyu sarıdır. Bunlar bir araya gelip de erkeğin menisi, kadının menisine baskın gelirse, Allah'ın izni ile çocukları erkek olur. Eğer kadının menisi, erkeğin menisine baskın gelirse, Allah'ın izniyle çocukları kız olur..."' Müslim, I, 252

Böylelikle bu hadiste baskın gelmenin erkeklik ve dişiliği etkilediğini göstermektedir. Her iki hadis gereğince eğer erkeğin suyu baskın gelirse, çocuğun amcalara benzemesi ve erkek olması gerekmektedir. Aynı şekilde kadının suyu baskın gelecek olursa, çocuk dayılara benzer ve dişi olması gerekir. Çünkü her ikisinin illeti aynıdır. Fakat durum böyle değildir, görülen bundan farklıdır. Zira bizler erkek olmakla birlikte bir kimsenin dayılarına benzediğini, dişi olmakla birlikte amcalara benzediğini görüyoruz. O halde bu iki hadisin tevil edilmesi gerekmektedir. Sevban'ın rivâyet ettiği hadisin tevili şu şekilde yapılır: Bu "baskın geliş"in anlamı suyun rahime erken ulaşmasıdır. Bu da şöyle açıklanır: Baskın gelmek (el-uluvv) Arapların: "Filan kişi benimle yarıştı ve ben de onu yendim" ifadelerinden anlaşıldığı gibi "galib gelmek" anlamında olduğuna göre, yüce Allah'ın:

"Ve kimse bizi geçemez" (el-Vakıa, 56/60) âyetinde de kimse bizi yenemez anlamındaki tabir de buradan geldiğinden ötürü bunun hakkında: "Üstün geldi, baskın geldi" tabiri kullanılmıştır. Bu tevili Hadîs-i şerîfte geçen: "Erkeğin suyu eğer kadınınkinden önce gelirse, çocukları erkek olur. Eğer kadının suyu erkeğin suyundan önce gelirse, çocuk dişi olur" ifadesi de desteklemektedir. Kadı Ebû Bekr İbnu'l-Arabî bu hadislere dayanarak şunları söylemektedir:

Her iki suyun dört hali vardır.

1- Erkeğin suyunun önce çıkması,

2- Kadının suyunun önce çıkması,

3- Erkeğin suyunun önce çıkmakla birlikte daha da çok olması,

4- Kadının suyunun önce çıkmakla birlikte daha çok olması.

Bu kısımlara ayırma, erkek suyunun önce fakat kadının suyunun ondan sonra çıkması ve çok olması ile bunun aksi ile tamamlanmaktadır. Şayet erkeğin suyu ilk çıkıp da daha çok olursa, o vakit çocuk erken çıkma hükmü ile erkek olup, çokluk gereğince de amcalarına benzer. Şayet kadının suyu ilk olarak çıkıp da daha çok olursa, çocuk erkenlik gereği dişi olur, çokluk gereği de dayılarına benzer. Eğer erkeğin suyu ilk çıkmakla birlikte kadının suyu ondan sonra çıkıp daha fazla olursa o takdirde çocuk erkenliğin gereği olarak erkek olur, kadının suyunun daha fazla olması gereğince de dayılarına benzer. Şayet kadının suyu erken gelmekle birlikte erkeğin suyu kadınınkinden daha fazla olursa, o vakit çocuk kadın suyunun erken olması dolayısıyla dişi olur, erkeğin suyunun çokluğu gereğince de amcalarına benzer. (İbnu'l-Arabîdevamla) dedi ki: İşte bu kısımların bu şekilde düzenlenmesi ile ifade kesinlik kazanmakta, hadislerdeki (görünürdeki) çelişki ortadan kalkmaktadır. Her şeyi yaratan ve herşeyi çok iyi bilenin şanı ne yücedir!

3- Erkek de, Dişi de Olmayan (Hünsa) Çocuklar:

İlim adamlarımız der ki: İlk cahiliye döneminde(erkek de olmayan, dişi de olmayan) hünsa görülünceye kadar hilkat erkek ve dişi olarak devam edebildi. Hünsa ortaya çıkınca, Arapların feraiz (miras hukuku) bilgini ve oldukça uzun ömürlü olan Amir b. ez-Zarib'e geldiler. Bu hususta ne söyleyeceğini bilemedi. Onlardan bir süre mühlet istedi. Gece bastırınca yatağında rahat edemedi ve gözlerini uyku tutmadı. Yatağında kıvranıp dönüp durdu. Kafasına çeşitli düşünceler gelip gidiyordu. Nihayet hizmetçisi onun durumunda bir farklılık olduğunu anlayınca, neyin var? dedi. Ona: Bana durumu öğrenilmek üzere gelinen bir iş dolayısıyla gözüme uyku girmiyor. Bu hususta ne diyeceğimi bilemiyorum. Hizmetçisi: Nedir diye sordu? Ona: Hem erkeklik, hem dişilik organı olan bir kişinin mirastaki hali ne olacak? dedi. Cariyesi(hizmetçisi) ona: Küçük abdestini nereden bozuyorsa, ona göre miras ver, dedi. Onun bu dediği kafasına yattı ve belledi, sabah olunca durumu meseleyi soranlara arzetti, onlar da gönül hoşluğu ile ayrılıp gittiler.

İslâm bu durum böyle iken geldi. Böyle bir olayaAli (radıyallahü anh)'ın halifeliği dönemine kadar rastlanılmadı.Ali (radıyallahü anh) bu durum hakkında (böylece) hüküm verdi. Feraiz âlimlerinin el-Kelbîden, onun Ebû Salih'ten, onunİbn Abbâs'tan, onun Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyetine göre Peygambere hem dişilik, hem erkeklik organı olarak doğmuş bir çocuğa neye göre miras verileceği sorulmuş, o da:"küçük abdestini bozduğu yerden" diye cevab vermiştir. Beyhaki, Sünenu'l-Kübra, VI, 261.

Yine rivâyet edildiğine göre ona ensardan bir hünsa getirilmiş, o da: "İlk olarak küçük abdestini nereden bozarsa, ona göre ona miras veriniz" diye buyurmuştur. İbn Adiyy, el-Kamil, VI, 119.

Muhammed b. el-Hanefiyye de Ali'den böylece rivâyet ettiği gibi, buna yakın bir açıklama İbn Abbâs'dan da rivâyet edilmiştir. İbnu'l-Müseyyeb, Ebû Hanife,Ebû Yusuf ve Muhammed de bu görüştedirler. Bu görüşü el-Müzenî de Şâfiî'den rivâyet etmiştir.

Bir kesim de; küçük abdestin bozulduğu yerin delil olacak bir tarafı yoktur, demişlerdir. Eğer küçük abdest aynı anda iki yerden de çıkacak olursa, Ebû Yusuf: Çoğunluğu nerden yapıyorsa, ona göre hüküm verilir demiş, ancak Ebû Hanife bunu kabul etmeyerek: Sen bunu neyle ölçeceksin, diye sormuştur.Şâfiî mezhebine mensub ilim adamları da çoğunluğun bir hüküm ifade etmeyeceğini kabul etmişlerdir.

Ali ve el-Hasen'den nakledildiğine göre onlar kaburga kemikleri sayılır, demişlerdir. Çünkü kadının kaburga kemiği erkekten bir fazladır. Bu hususta ilim adamlarının farklı görüşleri en-Nisa Sûresi'nde yer alan miras âyetinde (4/11-14. âyetler, 12. başlıkta) etraflı ve güzel açıklamalarıyla geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamdolsun.

4- Hünsanın Varlığını Kabul Etmeyenlere Cevab:

Kadı Ebû Bekr İbnu'l-Arabî dedi ki: Avamın ileri gelenlerinden bazıları hünsa diye bir türün varlığını kabul etmemişlerdir. Çünkü yüce Allah insanları erkek ve dişi olmak üzere iki kısma ayırmıştır. Biz deriz ki: Bu, dili bilmemek ve fasahatın açıklamaları hakkında bilgisiz olmak, ilahi kudretin genişliğini yeterince anlayamamaktan kaynaklanan bir iddiadır. Şanı yüce Allah'ın kudretini ele alalım. O vasi'(kudreti pek geniş) olandır ve alimdir(herşeyi çok iyi bilendir). Kur'ân-ı Kerîm'in ifadelerinin zahiri ise hünsa diye bir türün var olmadığını ortaya koymamaktadır. Çünkü yüce Allah:

"Göklerle yerin mülkü yalnız Allah'ındır" diye buyurmaktadır. Bu genel bir övgü ifadesi olup bunun tahsis edilmesi câiz değildir. Çünkü ilahi kudret bunu gerektirmektedir. Yüce Allah'ın:

"Dilediğine kızlar ihsan eder, dilediğine de erkek evlat bağışlar veya onlara erkekler ve dişiler olarak her ikisinden de verir. Dilediğini de kısır bırakır"âyetine gelince, bu varlık aleminde çoğunlukla görülenler hakkında verilen bir haberdir. İlk ifadenin genel kapsamı çerçevesine girdiğinden ötürü de nadir olarak görülen ayrıca sözkonusu edilmemiştir. Diğer taraftan varlık aleminde gözle görülenler bu türün var olduğuna tanıklık etmekte ve bu türün varlığını inkar edenleri yalanlamaktadır. Ebû Said Rihat'ında Mağrib ülkelerinden olan bir hünsa, İmâm eş-Şehid'den bizimle birlikte ders okurdu. Bunun sakalı olmadığı gibi, memeleri çıkmış ve hem cariyesi de vardı. Durumunun ne olduğunu Rabbin en iyi bilir. Uzun arkadaşlık dönemimizde utancımdan onun durumuna dair soru soramadım. Bugün ise; keşke durumunu bana açıklaması için ona soru sormuş olsaydım, diye üzülüyorum.

51

Allah bir insanla ancak (ya) vahiy yolu ile konuşur, ya bir perde arkasından yahut bir elçi(melek) gönderip İzniyle dilediğini vahyeder. Şüphesiz O, çok yücedir, hikmeti sonsuz olandır.

Bu âyete dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:

1- Yüce Allah'ın İnsanla Konuşma Yolu:

"Allah bir insanla ancak(ya) vahiy yolu ile konuşur..." âyetinin nüzul sebebi şudur: Yahudiler Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a: Mûsa Allah ile nasıl konuşup O'na nasıl baktı ise, sen de eğer gerçek bir peygamber isen O'nunla böyle konuşmalı ve O'na böyle bakmalısın. Bunu yapmadığın sürece biz sana îman etmeyeceğiz, dediler. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki Mûsa yüce Allah'a bakmadı. (O'nu görmedi.)" Bunun üzerine yüce Allah'ın:

"Allah bir insanla ancak(ya) vahiy yolu ile konuşur..." âyeti indi. Bu rivâyeti en-Nekkaş, el-Vahidî ve es-Sa'lebî zikretmişlerdir.

"Vahiy yolu ile" âyeti hakkında Mücahid şöyle demektedir: Yani kalbinde üfleyeceği bir nefes ile konuşur, bu da ilham olur. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Şüphesiz ki Ruhu'l-Kudüs benim kalbime şunu üfledi: Hiçbir nefis rızkını ve ecelini tamamlamadıkça asla ölmez." O bakımdan Allah'tan korkun ve rızkınızı güzelce taleb edin. Helal olanı alın, haram olanı bırakın" Aynı manada yakın lâfızlarla: İbn Ebi Şeybe, Mûsannaf, VII, 79; Ma'mer b. Raşid, el-Cami, XI, 125; Beyhaki, Şuabu'l-lman, VII, 299; ayrıca: İbn Kesîr, Tefsir, I, 124 ve 122’de: İbn Hibban bunu Sahih'inde zikrettiğini belirtmektedir. âyeti da bu kabildendir.

"Ya" Mûsa ile konuştuğu gibi

"bir perde arkasından yahut" Cibril (aleyhisselâm)'ı göndermesi gibi

"bir elçi gönderip..."

"Vahiy yoluyla" rüyasında göreceği bir rüya diye de açıklanmıştır. Bu açıklama Muhammed b. Züheyr'e aittir.

"Ya bir perde arkasından" Mûsa ile konuştuğu gibi;

"yahut bir elçi gönderip" Züheyr dedi ki: Bu elçi Cibril(aleyhisselâm)'dır.

"İzniyle dilediğini vahyeder" âyetinde sözü geçen bu vahiy, gönderilen elçilerinpeygamberlere hitapları olup onlar bu vahyi söz olarak işitirler ve (meleği) açık açık görürler. Cibril (aleyhisselâm) peygamberimize vahiy indirdiğinde durum bu şekilde idi.

İbn Abbâs dedi ki: Cibril (aleyhisselâm) her peygambere inmiştir. Ancak aralarından onu görenler sadece Muhammed, Îsa, Mûsa ve Zekeriyya (aleyhimu's-selam)'dır. Diğerlerine gelince, onların aldıkları vahiy rüyadaki bir ilham idi.

Bir başka açıklama da şöyledir: "(Ya) vahiy yolu ile" Cebrâîl'i göndermek suretiyle

"konuşur ya da" Mûsa ile konuştuğu gibi "perde arkasından yahut" bütün insanlara

"bir elçi gönderip izniyle dilediğini vahyeder."

ez-Zührî, Şeybe veNafî':

“Yahut... gönderip" âyetini: şeklinde;

"Vahyeder" âyetini da; şeklinde her iki fiili merfu olarak okumuşlardır. Diğerleri ise bu iki fiili nasb ile okumuşlardır.

Merfu okuyuş yeni bir cümle başlangıcı(istinaf)e göredir. Yani: "Ve o... gönderir" takdirinde olur. " Gönderip" âyetinin ref ile okunmasının hal konumunda olduğundan ötürüdür de denilmiştir. İfade ise; "Vahyedici olarak ya da elçi göndererek" takdirinde olur. Nasb ile okuyanlar ise "vahiy yolu" kelimesini mahalline atf ile okumuşlardır. Çünkü o: "Allah bir insanla ancak ona vahyetmesi yahut... göndermesi... yoluyla konuşur" anlamındadır. Bununla birlikte gizli bulunan: "...me"den önceki cer harfinin hazfeclildiği kabul edilerek de nasbedilmesi mümkündür. Bu durumda da hal konumunda olup ifade: "Yahut bir elçi göndermek sureti ile..." takdirindedir.

Ayrıca

" Yahut... gönderip" âyeti nasb ile okunduğu takdirde; " Bir insanla konuşur" âyetine atfedilmesi câiz değildir, çünkü mana bozulur. Zira o takdirde anlam; " Allah'ın bir insanı elçi olarak göndermesi ya da ona elçi göndermesi olacak şey değildir" şeklinde olur. Halbuki yüce Allah hem insanlardan elçi göndermiştir, hem de onlara elçi göndermiştir.

2- Konuşmamaya Yemin Ettiği Kimseye Elçi Göndermek Suretiyle Konuşmanın Hükmü:

Bir kimse ile konuşmayacağına dair yemin edip ona elci gönderen kimsenin yeminini bozmuş olacağı görüşünü benimseyenler, bu âyeti delil gösterirler. Çünkü (âyet-i kerimede) elçi gönderen kimse, kendisine elçi gönderilen ile konuşan diye söz konusu edilmiştir. Ancak yemin eden kimse yüzyüze konuşmayı niyet etmişse(yemini bozulmuş olmaz).

İbnu'l-Münzir dedi ki: Filan ile konuşmamaya dair yemin edip de ona bir mektup yazan yahut bir elçi gönderen kimsenin durumu hakkında ilim adamları farklı görüşlere sahiptir. es-Sevrî, elçi söz değildir derken, Şâfiî: Böyle birisinin yeminini bozmuş olacağı açıkça söylenemez demiştir.en-Nehaî mektub göndermesi ile ilgili hüküm yemininin bozulacağı şeklindedir derken, Malik de: Hem mektub göndermekle, hem elçi göndermekle yeminini bozmuş olur, demiştir. Bir seferinde de: Elçi göndermenin durumumektubdandaha hafiftir demiştir. Ebû Ubeyd de: Söz. yazı ve işaretin dışında bir şeydir. Ebû Sevr de: Mektub yazmakla yemini bozulmaz demiştir. İbnu'l-Münzir dedi ki: Mektub göndermekle de, elçi göndermekle de yemini bozulmaz.

Derim ki: Bu Malik'in de görüşüdür. Ebû Ömer(b. Abdi'l-Berr) dedi ki: Bir kimse bir adamla konuşmayacağına yemin etse, kasten ya da yanılarak ona selam verse yahut o kimsenin aralarında bulunduğu bir topluluğa selam verse, Malik'e göre bütün bu hallerde yeminini bozmuş olur. Eğer ona bir elçi gönderir yahut namazda iken ona selam verirse, yeminini bozmuş olmaz.

Derim ki: Ayet-i kerîme gereğince yemininde yüzyüze konuşmayı niyet etmesi hali müstesna, elçi gönderecek olursa, yeminini bozmuş olur. Malik ve İbnu'l-Macişun'un görüşü de budur. Meryem Sûresi'nin baş taraflarında (19/1-15- âyetler, 4. başlıkta) bu hususa dair ilim adamlarımızın açıklamaları yeterince sözkonusu edilmişti. Yüce Allah'a hamdolsun.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç