Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

485

 

042 - ŞÛRÂ SÛRESİ

 

CÜZ :

25

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

23

İşte Allah'ın îman edip iyi ameller işleyen kullarına müjdelediği şey budur. De ki: "Ben sizden buna karşılık -akrabalıkta sevgiden başka- ücret istemem." Kim bir güzellik kazanırsa, Biz de kendisine onun güzelliğini arttırırız. Muhakkak Allah çok mağfiret edicidir, iyiliklerin mükâfatını verendir.

"İşte Allah'ın îman edip iyi ameller işleyen kullarına müjdelediği şey budur" âyetindeki:

"Müjdelediği" âyeti bu şekilde:

" Ona müjde verdi" fiilinin muzari'i olarak okunduğu gibi, şeklinde muzari'i olarak ve: şeklinde 'in muzari'i olarak da okunmuştur.

İfadede hazfedilmiş lâfızlar vardır. Anlamı şöyledir: Allah mü’min kullarına bunu müjdeliyor ki; dünyada iken sevinsinler ve bundan dolayı daha çok itaat etmek arzusunu duysunlar.

"De ki: Ben sizden buna karşılık -akrabalıkta sevgiden başka- ücret istemem" âyeti ile ilgili olarak açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:

1- Risaletin Karşılığı ve Peygamber ile Akrabalık Bağı:

"De ki: Ben sizden buna karşılık -akrabalıkta sevgiden başka- ücret istemem." Ey Muhammed, risaleti tebliğ karşılığında sizden bana vereceğiniz bir şey istemiyorum, demektir.

"Akrabalıkta sevgiden başka" âyeti ile ilgili olarak ez-Zeccâc şöyle demektedir:

"Sevgiden başka" anlamındaki âyet, birincisinin (müstesna minh'in) türünden olmayan bir istisnadır.Yani ben sizden sadece akrabalık bağım dolayısıyla bana sevgi beslemenizi ve böylelikle beni korumanızı istiyorum. Âyette hitab özel olarak Kureyş'edir. Bu açıklamayı İbn Abbâs, İkrime,Mücahid, Ebû Malik,en-Nehaî ve başkaları yapmıştır.

en-Nehaî dedi ki: Bu ayet-i kerîme hakkında insanlar bize çokça soru sormaya başlayınca biz de âyet hakkında soru sormak üzene İbn Abbâs'a mektub yazdık. O da bize şunu yazdı: Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) bütün insanlar arasında Kureyş ile akrabalık bağı en çok olan idi. Onların bütün kolları ile mutlaka neseben bir akrabalığı vardı. Yüce Allah kendisine:

"De ki: Ben sizden buna karşılık -akrabalıkta sevgiden başka- ücret istemem" âyetini indirdi. Yani ben sizden sizinle olan akrabalığım dolayısı ile bana gerekli sevgiyi göstermenizi istiyorum. Bu da: Benimle sizin aranızdaki bu bağlara gereği gibi riayet ederek beni tasdik etmenizi istiyorum, demektir.

Buna göre buradaki

"akrabalık" neseb akrabalığıdır. Sanki onlara şöyle demiş gibidir: Eğerpeygamber olduğum için bana uymuyor iseniz, hiç olmazsa akrabalığım dolayısıyla bana uyunuz.

İkrime dedi ki: Kureyşliler akrabalık bağlarını gözeten bir kabile idi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderilince bu akrabalık bağını kopardılar. Peygamber de onlara: "Önceden yaptığınız gibi, benim akrabalık bağımı gözetin"dedi. Buna göre anlam şöyle olur: De ki: Ben buna karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum, fakat sizlere -birincisinden olmayan bir istisna olarak- akrabalık bağımı hatırlatıyorum. Bu açıklamayıen-Nehhâs zikretmiştir.

Buharî'de de Tavus'tan, onun İbn Abbâs'tan rivâyetine göreİbn Abbâs'a yüce Allah'ın:

"Akrabalıkta sevgiden başka" âyeti hakkında soru sorulmuştu. Bunun üzerineSaid b. Cübeyr dedi ki: Akrabalık Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın âlî midir? İbn Abbâs şöyle dedi: Biraz acele etti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın akrabalık bağı bulunmayan Kureyş kollarından hiçbir kol yoktur. O dedi ki: Ancak ben sizin kendi aranızdaki akrabalık bağını gözetmenizi ve bunun gereğini yerine getirmenizi istiyorum, demiş oldu. Buhârî, III, 1289, IV, 1819; Tirmizi, V, 377. Bu. bu husustaki görüşlerden birisidir.

Bir diğer görüşe göre akrabalardan kasıt, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yakın akrabalarıdır.Yani ben sizden yakın akrabalarımı ve Ehl-i Beyt'imi sevmenizden başka herhangi bir ücret istemiyorum. Tıpkı yakın akrabalarını tazim etmelerini emrettiği gibi. Bu da Ali b. Huseyn, Amr b. Şuayb ve es-Süddî'nin görüşüdür.

Said b. Cübeyr'in,İbn Abbâs'tan rivâyetine göre yüce Allah:

"De ki: Ben sizden buna karşılık -akrabalıkta sevgiden başka- ücret istemem" âyetini indirince, ey Allah'ın Rasûlü dediler. Bizim kendilerini seveceğimiz bu kişiler kimlerdir? diye sordular. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) da: "Ali, Fatıma ve çocuklarıdır"diye buyurdu.

Ayrıca Ali (radıyallahü anh)'dan söylediği rivâyet edilen şu sözü de buna delil teşkil etmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a insanların beni kıskandıklarından ötürü şikayette bulundum. Şöyle buyurdu:"Sen cennete ilk girecek dört kişinin dördüncüsü olmaya razı değil misin? Ben, sen, Hasan ve Hüseyin. Eşlerimiz ise sağlarımızda ve sollarımızda olacaklar, soyumuzdan gelenler ise eşlerimizin arkasında bulunacaktır."Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, IX, 131, (radıyallahü anhvilerinden bazılarının zayıf olduğu kaydıyla).

Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Benim Ehl-i Beyt'ime zulmeden, yakınlarım hususunda bana eziyet eden kimselere cennet haram edilmiştir. Her kim Abdu'l-Muttalib soyundan gelenlerden herhangi bir kimseye bir iyilikte bulunur da o şahıs bu iyiliğin karşılığını o kimseye veremezse, yarın kıyâmet gününde benimle karşılaşacağı vakit, o iyiliğine karşı o kimseyi ben mükâfatlandıracağım." Acluni, Keşfu'l-Hafa, II, 295 (Salebinin Tefsirinde yer aldığını ve senedinde yalancı raviler olduğunu belirterek).

el-Hasen veKatade de şöyle demişlerdir:Yani yüce Allah'a karşı sevgi beslemeleri ve O'na itaat etmek suretiyle O'na yakınlaşmaya çalışmalarından başka...(sini istemiyorum), demektir. Bu açıklamaya göre uakrabalık"dan kasıt, Allah'a yakınlık(kurbet) demektir. Bundan dolayı; ile aynı anlamda olmak üzere yakınlık, yakınlaşmak (akrabalık), anlamındadır. Tıpkı de aynı anlamda oluşu gibi.

Kazea b. Suveyd, İbn Ebi Necih'ten, oMücahid'den, o İbn Abbâs'tan, o Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: "De ki: Ben sizden size getirdiklerimin karşılığında (Allah için) birbirinizi sevmenizden ve O'na itaat ile yakınlaşmanızdan başka bir ücret istemiyorum. "Deylemi, Firdevs. V, 142-143; Taberani, Kebir, XI. 90;Müsned, I, 26.

Mansur ile Avf, el-Hasen'den:

"De ki: Ben sizden buna karşılık -akrabalıkta sevgiden başka- ücret istemem" âyeti hakkında dedi ki: Yüce Allah'a sevgi beslemelerini ve O'na itaat etmek suretiyle O'na yakınlaşmalarını istemiştir.

Bazıları da, âyet-i kerîme nesholmuştur, demişlerdir. Çünkü âyet-i kerîme Mekke'de inmiştir. Müşrikler de Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a eziyet ediyorlardı. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme inmiş ve yüce Allah onlara Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı sevmelerini, onun akrabalık bağını gözetmelerini emretmiştir. Mekke'den, Medine'ye hicret edip ensar onu barındırıp ona yardım edince, yüce Allah da onu:

"Ben sizden bunun için herhangi bir ücret de istemiyorum. Benim mükâfatım ancak âlemlerin Rabbine aittir" (eş-Şuara, 26/109, 127, 145, 164, 180) diyen diğer peygamber kardeşlerine katmayı murad edince, üzerine: "De ki: Ben sizden buna karşılık -akrabalıkta sevgiden başka- ücret istemem" âyetini indirdi. Böylelikle bu âyet, hem bu âyet-i kerîme ile hem de yüce Allah'ın:

"De ki: Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum ve ben kendiliğimden bir şeyler uyduranlardan da değilim."(Sad, 38/86);

"Yoksa sen onlardan ücret mi istersin? Rabbinin verdiği rızık daha hayırlıdır." (el-Mu'minun, 23/72) ile:

"Yoksa sen onlardan ücret mi istiyorsun da bu nedenle onlar borçtan dolayı ağır bir yük altına mı girmişler?"(et-Tur, 52/40) buyrukları ile nesholdu. Bu açıklamayı ed-Dahhak ile el-Huseyn b. el-Fadl yapmışlardır. Ayrıca Cuveybir bunued-Dahhak ve İbn Abbâs'tan da rivâyet etmiştir.

es-Sa'lebî dedi ki: Bu, pek kuvvetli bir görüş değildir. Yüce Allah'a itaat etmek suretiyle peygamberine sevgi beslemek ve Ehl-i Beytini sevmek suretiyle Allah'a yakınlaşmak nesholmuştur, demek kadar çirkin bir şey ne olabilir? Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kim Muhammed âline sevgi besleyerek ölürse şehid olur. Kim Muhammed âline sevgi besleyerek ölürse, yüce Allah melekleri ve rahmeti kabrinin ziyaretçileri yapar. Kim de Muhammed âline buğzederek ölürse, kıyâmet gününde gözlerinin ortasında (alnında) Allah'ın rahmetinden ümit kesmiştir, yazılı olarak gelecektir. Kim Muhammed âline buğzederek ölürse, cennet kokusunu almayacaktır. Kim benim âl-i beytime buğzederek ölürse, benim şefaatimden onun hiçbir payı yoktur."Merhum müfissirin rivâyetin hem senedini hem de kaynağını zikretmemesi, ayrıca hadisin muhtevası, peygamber kelamı olmadığı kanaatini pekiştirmektedir.

Derim ki: Bu haberiez-Zemahşerî Tefsir'inde bundan daha uzun bir şekilde zikretmektedir. O şöyle diyor: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)da buyurdu ki: "Kim âl-i Muhammed'e sevgi duyarak ölürse o şehid olarak ölür. Kim Muhammed âline sevgi besleyerek ölürse, imanını tamamlamış bir mü’min olarak ölür. Kim Muhammed âline sevgi duyarak ölürse, ölüm meleği ona cenneti müjdeler, sonra da münker ve nekir (ona aynı müjdeyi verirler). Kim Muhammed âline sevgi duyarak ölürse, bir gelinin kocasının evine zifafa götürülmesi gibi cennete götürülür. Kim Muhammed âline sevgi duyarak ölürse, kabrinde cennete açılan iki kapı açılır. Kim Muhammed alîne sevgi üzere ölürse, Allah onun kabrini rahmet meleklerinin ziyaretgâhı yapar. Kim Muhammed âline sevgi üzere ölürse, sünnet ve cemaat üzere ölür. Kim de Muhammed âline buğzederek ölürse, kıyâmet gününde gözlerinin arasında "Allah'ın rahmetinden ümit kesmiştir' yazılı olduğu halde gelir. Kim Muhammed âline buğz üzere ölürse, kâfir olarak ölür. Kim Muhammed âline buğz üzere ölürse, cennetin kokusunu almaz." Bu rivâyet için de bir önceki rivâyete dair değerlendirme geçerlidir. Zemahşerî'nin bunu zikretmiş olması, rivâyete hiçbir kuvvet kazandırmaz.

en-Nehhâs dedi ki:İkrime'nin görüşüne göre ise âyet nesholmuş değildir. O şöyle diyor: Kureyşliler akrabalık bağlarını gözeten kimselerdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderilince, onunla bağlarını kestiler. O da onlara şöyle dedi: "Ben buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Yalnızca bana sevgi beslemenizi, akrabalık bağım dolayısıyla beni koruyup, beni yalanlamamanızı istiyorum."

Derim ki:İbn Abbâs'ın Buhari'deki görüşü ileen-Nehaî'nin ondan naklettiği görüşün aynısıdır. Buna göre nesh sözkonusu değildir.

en-Nehhâs dedi ki:el-Hasen'in görüşü güzel bir görüştür. Onun doğruluğuna da Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'danmüsned olarak (muttasıl bir sened ile) rivâyet edilen hadis de delil teşkil etmektedir. Nitekim bize Ahmed b. Muhammed el-Ezdî anlattı, dedi ki: Bize er-Rabî' b. Süleyman el-Muradî haber verdi, dedi ki: Bize Esed b. Mûsa haber verdi. Bize Kazea -ki o İbn Yezid el-Basrî'dir- anlattı, dedi ki: Bize Abdullah b. Ebi Necî"Hasılı nüshada "Necî" olmakla birlikte, doğrusu "Necih'dir. Bir sonraki notta gösterilen rivâyetin yer aldığı kaynaklara bakınızMücahid'den naklen anlattı.Mücahid'in, İbn Abbâs'tan rivâyetine göre Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:"Ben sizepeygamber olarak getirmiş olduğum apaçık deliller, belgeler ve hidayet karşılığında herhangi bir ücret istemiyorum. Ancak yüce Allah'ı sevmenizi ve O'na itaatte bulunarak O'na yakınlaşmaya çalışmanızı istiyorum."Müsned, I, 268; Hakim, Müstedrek, II, 481; Taberani, Kebir, XI, 90. İşte yüce Allah'tan aldıklarını beyan eden peygamber bunu söylerimiş bulunuyor. Diğer peygamberler de ondan önce böylece.-

"Benim mükâfatımı vermek ancak Allah'a aittir" (Sebe', 34/47) demişlerdir.

2- Âyetin Nüzul Sebebi:

Bu âyetin ne sebeple indiği hususunda(tefsir âlimleri) farklı görüşlere sahiptirler.İbn Abbâs dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldiğinde öyle birtakım olaylarla karşı karşıya geliyor ve öyle birtakım hakları yerine getirmek durumunda oluyordu ki; elinde bulunanlar bunları yerine getirmeye yetmiyordu. Bunun üzerine ensar şöyle dedi: Şüphesiz Allah bu zat sayesinde sizi hidayete iletmiştir. Ayrıca o sizin kardeşinizin oğludur. O elindeki imkanların el vermediği birtakım olaylarla ve yerine getirmek durumunda olduğu haklarla karşı karşıya kalmaktadır. Haydi onun için bir mal toplayalım, dediler ve bunu yaptılar. Sonra da bu topladıkları malı götürüp ona verdiler, bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil oldu.

el-Hasen de şöyle demiştir: Bu âyet-i kerîme ensar ile muhacir karşılıklı olarak öğülmeye koyulunca nazil olmuştur. Ensar: Biz şunları yaptık, diye öğündü, muhacirler deRasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a olan yakınlıkları ile öğündüler. Miksem'in, İbn Abbâs'tan rivâyetine göre o şöyle demiştir: Rasûlullah(sallallahü aleyhi ve sellem) birtakım sözler kulağına gelince, bir hutbe irad etti ve ensara şunları söyledi: "Sizler önceden zelil olup benim sayemde Allah sizi aziz kılmadı mı? Sizler önceden sapık olup benimle Allah sizi hidayete eriştirmedi mi? Sizler önceden korku içerisinde iken benimle Allah sizi emniyete kavuşturmadı mı? Niçin bana cevap vermiyorsunuz?" Onlar, sana ne diye cevap verelim? diye sordular. Şöyle buyurdu: "Diyebilirsiniz ki: Senin kavmin seni kovunca biz seni barındırmadık mı? Senin kavmin seni yalanlayınca biz seni tasdik etmedik mi?" diye onlara pek çok şey sayıp döktü. Bunun üzerine (ensar) dizleri üzerlerine çöküp şöyle dediler: Canlarımız ve mallarımız senindir. Bu sefer:

"De ki: Ben sizden buna karşılık -akrabalıkta sevgiden başka- ücret istemem" âyeti nazil oldu. Müsned, III, 76; İbn Ebi Şeybe, Mûsannaf, VII, 41H;Taberani, Evsat, IV, 159; Kebir, VII, 151;Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, X, 29, 31, 32.

Katade dedi ki: Müşrikler dediler ki: Muhammed bu yaptıkları sebebiyle belki de bir ücret almak istiyor. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme onları Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ve onun akrabalarına sevgi beslemeye teşvik etmek üzere nazil oldu.

es-Sa'lebî dedi ki: Bu, âyetin muhtevasına daha uygun görülmektedir, çünkü sûre Mekke'de inmiştir.

"Kim bir güzellik kazanırsa..." âyetindeki: " Kazanır"ın mastarı olan: " Kesbetmek, kazanmak" demektir. Mesela: "Filan kişi ailesi için kazanır" denilir.

"İktisab (kazanmak)" demektir. Bu da Arapların, yol ve çare bulmaya çalışan kişiyi anlatmak üzere kullandıkları: ifadelerinden alınmıştır. Bu hususa dair açıklamalar daha önceden el-En'am Sûresi'nde(6/113- âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

İbn Abbâs dedi ki:

"Kim bir güzellik kazanırsa" âyetinde kastedilen Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın âline sevgi beslemektir.

"Biz de kendisine onun güzelliğini arttırırız." Yani onun iyiliğini ona ve daha fazlasına katlarız.

"Muhakkak Allah çok mağfiret edicidir, iyiliklerin mükâfatını verendir" âyeti ile ilgili olarak Katade: Günahları bağışlayandır (Gafûr), iyiliklerin karşılığını verendir (Şekur).

es-Süddî de şöyle demiştir: O Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın âlinin günahlarını bağışlayandır, onların iyiliklerinin karşılığını, mükâfatını verendir, demektir.

24

Yoksa onlar: "Allah'a yalan iftira etti" mi diyorlar? Allah dilerse senin kalbini mühürler. Allah batılı mahveder ve hak olanı kelimeleri ile gerçekleştirir. Çünkü O, kalplerin özünü çok iyi bilendir.

"Yoksa onlar Allah'a yalan iftira etti mi diyorlar?" âyetindeki:

"Yoksa" lâfzında "mim" harfi sıla (fazladan)dır. İfade: "İftira etti mi diyorlar?" takdirindedir.

Âyet daha önceki âyetlerle ilişkilidir. Çünkü yüce Allah daha önceden:

"De ki: Ben Allah'ın indirdiği bütün kitablara îman ettim." (eş-Şura, -12/15) diye buyurduktan sonra

"Allah hak ile kitabı ve mizanı indirendir" (eş-Şura, 42/17) diye buyurmaktadır. İşte bunların açıklamalarını tamamlamak üzere de burada:

"Yoksa onlar Allah'a yalan iftira etti mi diyorlar?" diye buyurmaktadır.Yani Kureyş kâfirleri: Muhakkak Muhammed Allah'a karşı yalan uyduruyor, demişlerdi.

"Allah dilerse senin kalbini mühürler" âyeti şart ve cevabını ihtiva etmektedir. Katade: Kalbini mühürleyip sana Kur'ân'ı unutturur, diye açıklamaktadır. Yüce Allah böylelikle onlara şunu haber vermektedir: Eğer Muhammed, Allah'a karşı yalan iftira edecek olursa, bu âyet-i kerîme ile onlara haber verdiği işi ona yapardı.

Mücahid ve Mukâtil de şöyle demişlerdir:

"Allah dilerse" onların eziyetlerine karşı sabır ile senin kalbine metanet verir, ta ki onların söylediklerinden ötürü senin kalbine herhangi bir zorluk ve ağırlık girmesin.

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Eğer Allah dilerse, senin (akıl ile) ayırdetme gücünü ortadan kaldırır. Manası: Eğer içinden Allah'a karşı yalan uydurup iftira etmeyi geçirecek olursan, şüphesiz Allah senin kalbini mühürler, şeklinde olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı İbn Îsa yapmıştır.

Bir diğer açıklamaya göre eğer Allah dilerse, kâfirlerin kalplerini ve dillerini mühürler ve acilen onları cezalandırır. Bu durumda hitabPeygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a olmakla birlikte, maksad kâfirlerdir. Bu açıklamayı el-Kuşeyrî zikretmiştir. Daha sonra yüce Allah yeni bir hususu dile getirerek şöyle buyurmaktadır:

"Allah batılı mahveder." İbnu'l-Enbarî dedi ki:

"Senin kalbini mühürler" (âyeti üzerinde vakıf) tamdır.

el-Kisaî de şöyle demiştir: Âyette takdim ve tehir vardır. İfadenin mecazen anlamı şöyledir: "Allah batılı mahveder." Burada Mushaf'ta ("mahveder" anlamındaki kelimenin sonundan) "vav" hazfedilmiştir. Halbuki âyet ref mahallindedir. Buradan "vav"ın hazfedilmesi yüce Allah'ın:

"Biz de zebanileri çağırıveririz"(el-Alak, 96/18) âyeti ile; " İnsan... dua eder." (el-İsra, 17/11) âyetinde "vav"ın hazfedildiği gibi hazfedilmiştir. Burada "vav"ın hazfedilmesinin sebebi ise daha önce geçen " Senin kalbini mühürler" âyetine (ki "mühürler" anlamındaki fiilin meczum olup) atfedilmiş olmasından dolayıdır.'r)

ez-Zeccâc da şöyle demiştir: Yüce Allah'ın:

"Yoksa onlar Allah'a yalan iftira etti mi diyorlar?" âyetinde ifade tamam olmaktadır. Buna karşılık

"Allah batılı mahveder" âyeti ise Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın getirdiklerini inkâr eden kimselere karşı bir delil getirmedir. Yani eğer onun getirdiği batıl olsaydı, yüce Allah'ın iftiracılara uygulamayı adet ettiği şeyler onun da başına aynı gelirdi.

"Ve hak olanı" yani İslâm'ı

"kelimeleri ile" Kur'ân-ı Kerîm'den indirdibuyrukları ile

"gerçekleştirir" sağlamlaştırır.

"Çünkü O, kalplerin özünü çok iyi bilendir" âyeti umumidir.Yani kulların kalplerinde olan herşeyi bilendir. Hususi olduğu da söylenmiştir, yani eğer sen içinden Allah'a karşı yalan düzüp uydurmayı geçirecek olursan, şüphesiz ki onu bilir ve senin kalbini mühürler.

25

O, kullarından tevbeyi kabul eden, kötülükleri affeden ve de işlemekte olduğunuzu bilendir.

"O, kullarından tevbeyi kabul eden...dir" âyeti ile ilgili olarakİbn Abbâs şöyle demektedir: Yüce Allah'ın:

"De ki: Ben sizden buna karşılık -akrabalıkta sevgiden başka- ücret istemem" (Şura, 42/23) âyeti nazil olunca, birtakım kimseler kendi kendilerine: Olsa olsa bununla kendisinden sonra akrabalarına dikkat edelim diye bizi teşvik etmek istiyor, diye düşündüler.Cebrâîl, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a durumu haber verdi ve onların Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ı böyle bir itham altında tuttuklarını bildirdi. Bunun üzerine yüce Allah:

"Yoksa onlar: Allah'a yalan iftira etti mi diyorlar?" (Şura, 42/24) âyetini indirdi. Bazıları: Ey Allah'ın Rasûlü! Bizler senin doğru sözlü olduğuna şahitlik ediyoruz ve tevbe ediyoruz, dediler. Bu sefer de:

"O kullarından tevbeyi kabul eden...dir." âyeti nazil oldu.

İbn Abbâs dedi ki: Gerçek dostlarından ve kendisine itaat eden kimselerden(tevbeyi kabul eder) demektir. Bununla birlikte âyet-i kerîme umumidir. Tevbenin anlamı ve hükümleri ile ilgili açıklamalar daha önceden (en-Nisa, 4/17-18. âyetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Bu lâfız da bundan önce et-Tevbe Sûresi'nde(9/104. âyet-i kerimede) geçmiş bulunmaktadır.

"Kötülükleri" İslâm'dan önceki şirki

"affeden ve" hayır ve şer türünden

"ne işlemekte olduğunuzu bilendir."

"Ne işlemekte olduğunuzu" âyetini Hamza,el-Kisaî, Hafs ve Halef muhatab kipi olarak "te" ile okumuşlardır. İbn Mes’ûd ve arkadaşlarının kıraati de budur. Diğerleri ise "ye" ile haber kipi şeklinde("ne yaptıklarını" anlamında) okumuşlardır.Ebû Ubeyd ve Ebû Hatim de bu okuyuşu tercih etmişlerdir. Çünkü bu âyet birincisi:

"O kullarından tevbeyi kabul eden...dir" âyeti, diğeri ise

"îman edip salih amel işleyenlere icabet eder." (eş-Şura, 42/26) âyeti olan iki ayrı haber arasında yer almaktadır.

26

Îman edip salih amel işleyenlere icabet eder ve onlara lütfundan daha fazlasını da verir. Kâfirlere gelince, onlar için çok çetin bir azâb vardır.

 " lere"nasb konumundadır. Yani Allah, îman eden kimselere icabet eder. Bu da Allah kalbinden ihlâs ile ibadet edip bedeni ile itaat eden kullarının ibadetini kabul eder, demektir.

Kendisine dua ettikleri vakit dualarında dileklerini verir, diye de açıklandığı gibi, O, mü’minlerin birbirlerine yaptıkları duayı kabul eder, diye de açıklamıştır.

(........) aynı anlamda olup

"icabet etti, kabul etti" demektir. Daha önce el-Bakara Sûresi'nde(2/186. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

İbn Abbâs dedi ki:

"Îman edip, salih amel işleyenlere icabet eder" onları kardeşleri hakkında şefaatçi kılar.

"Ve onlara lütfundan daha fazlasını da verir." Kardeşlerinin kardeşleri(kardeş gibi belledikleri dostları, din kardeşleri) hakkında onları şefaatçi kılar, demektir.

el-Müberred dedi ki:

"Îman edip salih amel işleyenlere icabet eder" âyeti îman eden kimseler icabetin gereğini yerine getirsinler, demektir. İşte (bu fiilin kipini teşkil eden):kipinin anlamı budur. Bu durumda: "...enler" ref' mahallindedir.

"Kâfirlere gelince, onlar için çok çetin bir azâb vardır."

27

Eğer Allah kullarına rızkı yaysaydı, yeryüzünde elbette azgınlık ederlerdi. Fakat O, dilediğini bir ölçü ile indirir. Muhakkak O, kullarından haberdardır, çok iyi görendir.

Bu âyete dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:

1- Ayet-i Kerîme'nin Nüzul Sebebi:

Bu âyetin nüzulü ile ilgili olarak şöyle denilmiştir: Ayet, Suffe ehlinden birtakım kimselerin geniş rızık sahibi olmayı temenni etmeleri üzerine inmiştir. Habbab b. el-Eret dedi ki: Ayet bizim hakkımızda indi. Biz Nadiroğulları, Kureyza ve Kaynuka oğullarının mallarına baktık, o mallara sahib olmayı temenni ettik. Bunun üzerine bu âyet indi.

"Eğer Allah kullarına rızkı yaysaydı" genişletseydi. Çünkü:

"O şeyi yaydı" anlamındadır. ("Sin1" yerine) "sad" ile de aynı anlamdadır.

"Yeryüzünde elbette azgınlık ederlerdi." Haddi aşarlar ve isyan ederlerdi.İbn Abbâs dedi ki: Onların azgınlık etmeleri bir mevkiden sonra bir diğerini istemeleri, bir binekten sonra ötekini, bir vasıtadan sonra diğerini, bir elbiseden sonra bir başkasını temenni etmeleri demektir.

Bir başka açıklamaya göre yüce Allah şunu anlatmak istemektedir: Şayet onlara çok şeyler vermiş olsaydı, onlar yine ondan daha fazlasını isteyeceklerdi. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Eğer Âdemoğlunun iki vadi dolusu altını olsaydı, onların yanına bir üçüncüsünü isteyecekti."bu lafızla: İbn Hibban, Sahih, VIII, 30; Tirmizi, IV. 569; Müsned, IV, 368, V, 117; "altın" yerine "malı" «şeklinde: Müslim, II, 725, 726:Buhârî, V, 236-t, 2365;Müsned, III, 122. 243, 272, VI, 55. İşte burada sözü geçen "bağy; istemek, haddi aşmak" bu demektir.İbn Abbâs'ın açıklamasının anlamı da budur.

Bir başka açıklama da şöyledir: Eğer Biz onları mal konusunda birbirine eşit kılmış olsaydık, biri diğerine boyun eğmez ve böylelikle sanatlar, meslekler işlemez olurdu.

Bir diğer açıklama: Yüce Allah rızık ile rızkın sebebi olan yağmuru kastetmiştir. Yani eğer O sürekli yağmur yağdırsaydı, onunla uğraşırlar ve dua etmezlerdi. Bundan dolayı kendisine yalvarıp yakarsınlar diye kimi zaman yağmur yağdırmaz, kendisine şükretsinler diye de kimi zaman bol bol rızık verir.

Şöyle de açıklanmıştır: Onlar bol mahsûl elde ettiklerinde birbirlerine baskın düzenlerlerdi. Bundan dolayı buradaki

"azgınlık"ın bu anlamda yorumlanması uzak bir ihtimal değildir.

ez-Zemahşerî dedi ki:" Elbette azgınlık ederlerdi"âyeti zülüm demek olan 'den gelmektedir.Yani bu ölekine, o da diğerine haksızlık eder, zulmederdi, demektir. Çünkü zenginlik azgınlaşmanın ve başkalarina karşı haksızlığa yönelmenin bir sebebidir. İbret olarak Karun yeter. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyeti da bu anlamı dile getirmektedir: "Ümmetim için en çok korktuğum şey, dünya hayatının süsü ve bolluğudur."Az farkla:Müslim, II, 728;Müsned, III, 7; Humeydi,Müsned, II, 325.Araplardan birisi de şöyle demiştir:

"Baharın ilk yağmurları bizimle, Dûdânoğulları arasında

(ok ve yay yapımında kullanılan) Neb' ve şevhat (kayın ağacı) ağaçlarını bitirir."

Âyet şu demektir: Onlar o vakit canlanırlar ve kendi kendilerine azgınlık etmeyi ve birbirlerini aldatmayı telkin ederler. Üstünlük ve büyüklük, kibirlilik demek olan bağyden geliyor olabilir.Yani o vakit onlar yeryüzünde büyüklük taslarlar ve büyüklüğe tabi olarak orada üstünlük sağlamaya çalışır, bozgunculuk çıkartırlar.

"Fakat o dilediğini bir ölçü ile indirir." Yani o azıklarını onlara yetsin diye dilediği kadarıyla indirir. Mukâtil dedi ki:

"Dilediğini bir ölçü ile indirir"dilediği kimseyi zengin, dilediğini de fakir kılar, demektir.

2- Cenab-ı Allah'ın Fiillerindeki Maslahatlar:

İlim adamlarımız der ki: Şanı yüce Rabbin maslahat olanı yapması vacib olmamakla birlikte, O'nun fiilleri maslahatlardan uzak değildir. O herhangi bir kuluna eğer genişçe bir rızık verecek olursa, bunun o kimseyi fesada götüreceğini bilir. Bundan dolayı bu kimsenin maslahatına olmak üzere ona dünyalığı az verir. O halde rızkın darlığı bir küçüklük olmadığı gibi, rızkın genişliği de bir fazilet değildir. O rızıklarını fesad yollarında kullanacaklarını bilmekle birlikte, birtakım kimselere zenginlik verir, eğer bunlara yaptığından farklı bir muamelede bulunmuş olsaydı, belki kendileri salaha daha yakın olurlardı. Genel olarak bu konuda iş Allah'ın meşietine havale edilmiştir. Yüce Allah'ın yaptığı bütün fiillerinde maslahatı öngören yaklaşımı esas alarak açıklamaya(bizim için) imkan yoktur.

Enes, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'den, Peygamber de şanı yüce Rabbinden şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: "Benim herhangi bir dostumu hakir düşüren bir kimse bana karşı savaş ilan etmiş olur ve Ben kendi dostlarımın yardımına herşeyden çabuk koşarım ve şüphesiz Ben kızgın arslanın kızdığı gibi onlar için gazaplanırım. Ölümden hoşlanmayan, bununla birlikte Benim de kendisine kötülük yapmak istemediğim fakat kendisi için de ölümün kaçınılmaz olduğu mü’min kulumun ruhunu kabzetmekte tereddüt ettiğim kadar yaptığım hiçbir işte tereddüt etmem. Mü’min kulum Bana kendisine farz kıldığım şeyleri eda etmekle yaklaştığı gibi hiçbir şeyle yaklaşmaz. Mü’min kulum nafilelerle Bana yakınlaşmaya devam eder durur. Nihayet Ben onu severim, onu sevdim mi onun işitmesi, görmesi, dili, eli olurum. Onun destekçisi olurum. Benden bir şey isterse veririm, Bana dua ederse duasını kabul ederim. Mü’min kullarım arasından Benden bir tür ibadette bulunmayı ister ve Ben çok iyi biliyorum ki eğer o ibadet türünü ona verecek olursam, bu sefer ucb (kendini beğenmek) ona gelir ve onun o amelini ifsad eder. Yine mü’min kullarım arasından ancak zenginliğin kendisini düzelttiği kimseler vardır ve eğer Ben onu fakir kılacak olursam, fakirlik onu ifsad eder. Aynı şekilde mü’min kullarım arasından ancak fakirliğin ıslah ettiği kimseler de vardır. Onları zengin edecek olursam, zenginlik onu ifsad eder. Ben kullarımı, onların kalplerini bildiğime göre tedbir ederim. Şüphesiz ki Ben herşeyi çok iyi bilenim, herşeyden haberdar olanım.'" Daha sonra Enes şöyle dedi: "Allah'ım, ben ancak zenginliğin kendilerini ıslah ettiğimü’min kullarındanım. Rahmetin ile Sen beni fakir kılma." Muhtevası itibariyle buradakine yakın rivâyet: Abdullah b. Ebid-Dünya. el-Evliya, 1. 9; Hakim et-Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl, 11, 232. Çeşitli bölümleriyle rivâyeti için bk.:Heysemi, Mecmeu'z-Zevâid, II, 248, X, 270; Beyhâki, es-Sünen, 111, 346. X. 219; Taberâni, Evsat, I, 192; Kebir, VIII, 221; Beyhâki, Kitab-üz-Zühd-il-Kebir; II. 269. (Kimi rivâyetler Ebû Hüreyre'den).

28

O ümitsizliğe düşmelerinden sonra yağmuru indiren ve rahmetini yayandır. O, gerçek dost ve yardımcıdır. Hamde layık olandır.

İbn Kesîr, İbn Muhaysın, Humeyd, Mücahid,Ebû Amr, Ya'kub, İbn Vessab,el-A'meş ve başkaları ileel-Kisaî "indiren" anlamındaki âyeti;(........) şeklinde şeddesiz olarak okumuşlardır. Diğerleri ise şeddeli okumuşlardır. Yine İbn Vessab,el-A'meş ve başkaları

"ümitsizliğe düşmeleri" anlamındaki âyeti "nun" harfini esreli olarak: diye okumuşlardır.

Bütün bunlara dair açıklamalar daha önceden(el-Hicr, 15/55. âyetin; en-Nahl, 16/2. âyetin; er-Rum, 30/36. âyetin tefsirlerinde) geçmiş bulunmaktadır.

"Yağmur" demektir. Ona bu ismin veriliş sebebi, insanların imdadına yetişmesinden ötürüdür, "Yağmur yere isabet etti" demektir. Allah ülkeye yağmur yağdırdı, yağdırır" denilir.

"Yere yağmur yağdırıldı, yağdırılır" demektir. Yağmur yağdırılan yere de: denilir. el-Esmaî'den şöyle dediği nakledilmektedir: Ben Arap kabilelerinden birisine uğradım. Önceden onlara yağmur yağdırılmıştı. Aralarından yaşlı birisine: Size matar (yağmur) geldi mi (yağdı mı)? diye sordum. O yaşlı kadın şöyle dedi: "Bize istediğimiz kadar yağmur yağdırıldı" dedi.

Zu'r-Rimme de şöyle demiştir: Yüce Allah filanoğullarının cariyesini kahretsin. Ne kadar da fasihtir. Ben ona sizin bulunduğunuz yerde yağmur (matar) nasıldı, diye sordum, o bana: “Bize istediğimiz kadar yağmur yağdı" dedi. Bu rivâyetlerin birincisini es-Sa'lebî, ikincisini de el-Cevherî nakletmiştir. Kimi zaman buluta ve bitkiye de ismi verildiği de olur.

"Ümit kesmek" demektir. Bu açıklamayıKatade ve başkaları yapmıştır.Katade dedi ki: Nakledildiğine göre bir adamÖmer b. el-Hattâb'a şöyle demiş: Ey mü’minlerin emiri! Yağmurun damlası yağmadı. Bulut çok az ve insanlar artık ümit kestiler. Bunun üzerine: İnşaallah size yağmur yağdırılması yakındır dedi, sonra da: "O ümitsizliğe düşmelerinden sonra yağmuru indiren...dir" âyetini okudu.

"(Ğays) Yağmur" vaktinde ve faydalı olana denir."(Matar) yağmur" ise kimi zaman faydalı olabilir, kimi zaman da zararlı olabilir. Vaktinde de yağabilir, vakitsiz de yağabilir. Bu açıklamayı da el-Maverdî yapmıştır.

"Ve rahmetini yayandır." Bir görüşe göre bundan kasıt yağmurdur,es-Süddî'nin görüşü de budur. Yağmurdan sonra güneşin çıkmasıdır, diye de açıklanmıştır. Bunu da el-Mehdevî zikretmektedir.

Mukâtil dedi ki: Bu âyet, Mekke ehline sonunda ümit kesinceye kadar yedi yıl süre ile yağmur yağmaması, sonra da yüce Allah'ın yağmuru yağdırması üzerine inmiştir.

Bir başka görüşe göre âyet-i kerîme Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan -istiska ile ilgili rivâyette geldiği gibi- cuma gününde yağmur yağdırılması için peygamberden dua etmesini istemesi Sözkonusu İm rivâyet için bk.: Müslim, II, 614;Buhârî, I. 315. 343, 344, 346, 349, III, 1313, V, 2261, 2235; Ebû Davud, I, 304;Nesâî, III, 159, 160, 162, 165;İbn Mace, I, 404;Müsned, III, 104, 187 194, 261. 271, IV, 235. üzerine inmiştir. Bunu da el-Kuşeyrî zikretmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

"O gerçek dost ve yardımcıdır"âyetindeki "el-Veli" dostlarına yardım eden demektir.

"Hamde layık olandır" anlamı verilen "el-Hamid" de her dil ile öğülen demek

29

Göklerle yerin yaratılışı ve onlarda yaydığı herbir canlı O'nun âyetlerindendir ve O dilediği zaman onları toplamaya gücü yetendir.

"Göklerle yerin yaratılışı... O'nun âyetlerindendir." Kudretine delil olan alametlerindendir, demektir.

"Ve onlarda yaydığı herbir canlı"âyeti ile ilgili olarakMücahid şöyle demektedir: Bunun kapsamına melekler ve insanlar girmektedir. Nitekim yüce Allah bir başka yerde:

"Ve bilemeyeceğiniz daha nice şeyleri de yaratır" (en-Nahl, 16/8) diye buyurmaktadır.

el-Ferrâ'' dedi ki: Yüce Allah burada sema bir tarafa sadece yeryüzünde yaydığı canlıları kastetmektedir. Yüce Allah'ın:

"O iki denizden inci ve mercan çıkar." (er-Rahmân, 55/22) âyetine benzemektedir. Halbuki bunlar tatlı sudan değil, tuzlu sudan çıkarlar. Ebû Ali de şöyle demiştir: İfade: O ikisinden birisinde yaydıklarında... takdirindedir. Burada muzaf hazfedilmiştir. Yüce Allah'ın:

"O iki denizden çıkar" âyeti da ikisinden birisinden çıkar anlamındadır.

"Ve O" kıyâmet gününde

"dilediği zaman onları toplamaya gücü yetendir."

30

Size isabet eden her musibet ellerinizle kazandıklarınız sebebi iledir. Çoğunu da affeder.

"Size isabet eden her musibet ellerinizle kazandıklarınız sebebi iledir"

âyetindeki:

"Kazandıklarınız sebebi iledir"âyetini Nafî' ve İbn Amir "fe"siz olarak; diye okumuşlardır. Diğerleri ise "fe" ile okumuşlardır. Ebû Ubeyd ile Ebû Hatim harf fazlalığı ve ecir fazlalığı dolayısıyla bunu tercih etmiştir.

el-Mehdevî dedi ki: Eğer baştaki: (........)'ın mevsule olduğu kabul edilirse, o takdirde "fe" harfinin hazfedilmedi de. kalması da caizdir. Bununla birlikte kalması daha güzeldir. Eğer şart edatı olduğu kabul edilirse, Sîbeveyh'e göre hazfedilmesi câiz olmaz. Bununla birlikte el-Ahfeş bunun câiz olacağını kabul etmiş ve delil olarak yüce Allah'ın:

"Eğer onlara itaat ederseniz, elbette siz de müşrikler olursunuz" (el-En'am, 6/121) âyetini delil göstermiştir.

Burada sözü edilen;

"musibet" el-Hasen'in açıklamasına göre masiyetlere karşılık verilen had cezalarıdır.ed-Dahhak şöyle demiştir: Kişi Kur'ân-ı Kerîmi öğrendikten sonra onu unutursa ancak işlediği bir günah sebebiyle unutur. Çünkü yüce Allah:

"Size isabet eden her musibet ellerinizle kazandıklarınız sebebi iledir" diye buyurmaktadır. Acaba Kur'ân-ı Kerîm'i unutmaktan daha büyük hangi musibet olabilir! Bunu İbnu'l-Mübarek, Abdu’l-Aziz b. Ebi Revvad'dan... yoluyla zikretmiş bulunmaktadır.

Ebû Ubeyd dedi ki: Bu açıklama ancak Kur'ân okumayı terketme halinde kabul edilebilir, yoksa Kur'ân okumaya devam edip hıfzını unutmamaya çalışan birisi olmakla birlikte, elinde olmayarak unutuyor ise, onun bu tehditle hiçbir ilgisi yoktur. Bunun doğruluğunu ortaya koyan hususlardan birisi de Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Kur'ân-ı Kerîm'den bazı yerleri unutması sonra da hatırlamasıdır. Bu hususu ortaya koyan rivâyetlerden birisi de Âişe(radıyallahü anhnhâ)'nın, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan yaptığı şu rivâyettir: Peygamber bir seferinde bir adamın mescidde Kur'ân okuduğunu işitince şöyle buyurmuştur: "Allah'ın rahmeti bunun üzerine olsun. O bana şu şu sûreden unutmuş olduğum birtakım âyet-i kerimeleri bana hatırlattı."Buhârî, IV, 1922;Müslim, I, 543, Müsned, VI. 138.

Buradaki 'nın, anlamında olduğu da söylenmiştir. Buna göre mana şöyle olur: "Geçmişte sizin başınıza gelmiş olan herbir musibet ellerinizin kazandıkları sebebi iledir."

Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bu âyet-i kerîme, yüce Allah'ın kitabında en çok umut veren bir âyet-i kerimedir. Çünkü eğer musibetler sebebiyle benini günahlarım bağışlanıyor ise ve pek çoğunu da Cenab-ı Allah'ın kendisi affediyor ise, artık o günahın keffareti ve yüce Allah'ın affından sonra geriye ne kalır ki!

Bu anlam yine ondan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a merfu olarak da rivâyet edilmiştir. Ali b. Ebî Tâlib (radıyallahü anh) dedi ki: Ben sizlere Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bize söylediği şekliyle Allah'ın kitabındaki en üstün âyeti haber vereyim mi?(O yüce Allah'ın):

"Size isabet eden her musibet ellerinizle kazandıklarınız sebebi iledir" âyetidir. (Peygamber devamla buyurdu ki):"Ey Ali! Size isabet eden hastalık yahut ceza ya da dünyadaki bir bela ellerinizin kazandıkları sebebi iledir. Yüce Allah ise âhirette sizi ikinci defa cezalandırmayacak kadar kerimdir. Dünyada affettiği bir şeyi affettikten sonra ise yüce Allah onun cezasını tekrar vermeyecek kadar da Halimdir."'Hakim, Müstedrek, IV, 429; Müsned, I, «5.

el-Hasen dedi ki: Bu âyet-i kerîme nazil olunca, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:"Bir damarın(radıyallahü anhhatsızlıktan dolayı) seyirmesi, bir dalın çiziği, bir taşın tökezletmesi mutlaka bir günah sebebi iledir. Hiç şüphesiz Allah'ın affettikleri ise bundan da çoktur." Hennad b. es-Serri, Zühd, 1, 249; Beyhaki, Şuabu'l-îman, VII, 153, -ayetin nüzulundan söz etmeksizin- biri Ubeyy b. Kabın sözü olarak; diğeriKatade'nin Peygamber Efedimizden mürsel bir rivâyeti olarak.

el-Hasen dedi ki: İmrân b. Husayn'ın huzuruna girdik. Bir adam şöyle dedi: Sende gördüğüm bu ağrıların neden olduğunu sormak benim için kaçınılmaz bir şeydir. İmrân dedi ki: Kardeşim yapma! Allah'a yemin ederim ben ağrıları severim. Ağrıları seven de insanlar arasında Allah'ın en sevdiği bir kimse olur. Çünkü yüce Allah:

"Size isabet eden her musibet, ellerinizle kazandıklarınız sebebi iledir. Çoğunu da affeder" diye buyurmaktadır. Bu ellerimin kazandıkları sebebiyledir, geriye kalanları Rabbimin affetmesi ise daha da çoktur.

Murre el-Hemdanî dedi ki: Şureyh'in elinde bir yara gördüm. Bu ne oluyor, ey Umeyye'nin babası, diye sordum, şöyle dedi: Bu "ellerinizin kazandıkları" sebebi iledir ve O, pek çoğunu da affeder.

İbn Avn dedi ki: Muhammed b. Şîrîn çokça borca batınca, bundan ötürü kederlendi ve şöyle dedi: Şüphesiz ben bu kederi çok iyi tanıyorum. Bu kırk sene öncesinden işlediğim bir günah sebebi iledir.

Ahmed b. Ebi'l-Havarî dedi ki: Ebû Süleyman ed-Daranî'ye şöyle soruldu: Akıl sahibleri acaba neden kendilerine kötülük yapan kimseleri kınamaktan vazgeçiyorlar? Şöyle dedi: Çünkü onlar yüce Allah'ın kendi günahları sebebiyle belaya maruz bıraktığını biliyorlar. Yüce Allah:

"Size isabet eden her musibet ellerinizle kazandıklarınız sebebi iledir. Çoğunu da affeder" diye buyurmuştur.

İklime dedi ki: Herhangi bir kula isabet eden en ufak bir musibet ve daha büyüğü mutlaka o olmaksızın Allah'ın kendisini bağışlamayacağı bir günah sebebiyle yahutta o olmaksızın Allah'ın kendisini oraya ulaştırması sözkonusu olmayan bir dereceye nail olması sebebiyle isabet eder.

Rivâyete göre bir adam Mûsa (aleyhisselâm)'a şöyle demiş: Ey Mûsa! Sen benim için yüce Allah'tan, ne olduğunu kendisinin daha iyi bildiği bir ihtiyacımı görmesini dile. Mûsa bunu yaptı. Münacattan geri döndüğünde, adamın bir arslan tarafından paramparça edilip öldürülmüş olduğunu gördü. Mûsa: Bu neden böyle oldu Rabbim, diye sordu. Şanı yüce Allah ona şöyle buyurdu; Ey Mûsa! O benden öyle bir dereceye erişmeyi diledi ki, onun o dereceye ameli ile ulaşmayacağını biliyordum. Bundan dolayı o dereceye ulanmasına sebeb kılmak üzere onu gördüğün şekilde bir musibet ile karşı karşıya bıraktım.

Ebû Süleyman ed-Daranî bu hadisi zikrettiği vakit şöyle derdi: Böyle bir bela olmadan da o kulunu o dereceye ulaştırabilmeye kadir olanın şanı ne yücedir! Ama O dilediğini yapar.

Derim ki: Anlam itibariyle bu âyet-i kerimenin bir benzeri de yüce Allah'ın:

"Kim bir kötülük yaparsa, onun cezasını görür" (en-Nisa, 4/123) âyeti ile dile getirilmiştir. Buna dair açıklamalar daha önceden (belirtilen âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

İlim adamlarımız der ki: Bu mü’minler hakkında böyledir. Kâfire gelince, onun cezası âhirete ertelenmiştir. Bunun kâfirlere hitab olduğu da söylenmiştir. Çünkü kendilerine bir kötülük isabet ettiğinde, bu Muhammed'in uğursuzluğundan ötürüdür, diyorlardı. Yüce Allah böylelikle onlara cevap vermekte ve aksine bu sizin küfrünüzün uğursuzluğundan ötürüdür, demiş olmaktadır. Ancak birinci görüştü kabul edenler) daha çoktur, daha kuvvetli ve daha yaygın bir görüştür.

Sabit el-Bunanî dedi ki: Eziyet zamanları günahın işlendiği zamanları silip götürür, denirdi.

Diğer taraftan bu hususta iki görüş vardır: Birincisine göre bu âyet kendilerine ceza olmak üzere ergenlik yaşına gelmiş olanlar hakkında özeldir. Çocuklar hakkında ise. musibet onlar için bir sevab sebebidir. İkinci olarak da bu ergenlik yaşına gelmiş olanlar hakkında kendi nefislerinde, küçük çocuklar hakkında ise baba ve anne gibi onların dışındakiler hakkında olmak üzere umumidir. (Yani çocukların başına gelen musibetler, anne ve babaların günahları sebebi iledir).(Allah en iyisini bilendir).

"Çoğunu da affeder." Mahiyetlerin bir çoğunu onlar için hadleri gerektiren cezalar olmamak sureti ile de affeder. el-Hasen'in yaptığı açıklamanın gereği budur. Bir diğer açıklamaya göre O; dünyada onları cezalandırmamak sureti ile isyan edenlerin çoğunu affeder anlamındadır.

31

Siz yeryüzünde aciz bırakabilecekler değilsiniz. Sizin Allah'tan başka ne bir veliniz, ne de bir yardımcınız vardır.

"Siz yeryüzünde aciz bırakabilecekler" yani Allah'ın azabından kendinizi kurtarabilecekler

"değilsiniz." Asla O'nu aciz bırakamazsınız, O'nun(kaza ve hükmünden) kendinizi kurtaramazsınız.

"Sizin Allah'tan başka ne bir veliniz, ne de bir yardımcınız vardır" âyetine dair açıklama daha önceden başka yerde (el-Bakara, 2/107. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç