Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

482

 

042 - ŞÛRÂ SÛRESİ

 

CÜZ :

25

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ŞÛRA SÛRESİ

Rahmân ve Rahîm Allah'ın ismi ile

el-Hasen,İkrime, Atâ ve Cabir'in görüşüne göre Mekke'de inmiştir. İbn Abbâs veKatade ise: Medine'de inmiş:

"Deki: Ben sizden buna karşılık -akrabalıkta sevgiden başka- bir ücret istemem" (eş-Şûra, 42/23) âyetinden itibaren dört âyet müstesna, demişlerdir. 53 âyet-i kerimedir.

1

Hâ, Mîm.

Âyetin tefsiri için bak:2

2

Ayn, Sîn, Kâf.

Yüce Allah'ın:

"Hâ, Mîm, Ayn, Sîn, Kâf" âyeti hakkında Abdu'l-Mu'min şöyle demektedir: Ben el-Huseyn b. el-Fadl'a şunu sordum: Niçin

"Hâ, Mîm" âyeti

"Ayn, Sîn, Kâf"den ayrı olarak yazıldı da buna karşılık: "Kef, He, Yâ, Ayn, Sâd", "Elif, Lam,Ra" ile "Elif, Lanı, Mim, Sad" ayrı yazılmadılar? Şu cevabı verdi: Çünkü

"Ha, Mim, Ayn, Sin, Kâf" âyeti

"Ha, Mim" ile başlayan birtakım sûreler arasında yer almaktadır. Bundan ötürü gerek kendisinden önce, gerek kendisinden sonra kendisine benzeyen sûreler gibi (baştarafı) yazılmıştır. Sanki

"Ha, Mim" mübteda, buna karşılık

"Ayn, Sin, Kâf" da onun haberi gibidir. Ayrıca burada bu harfler iki ayrı âyet olarak sayılmışken buna benzer fakat bir arada yazılan âyetler tek bir âyet olarak sayılmışlardır.

Bir diğer görüşe göre; bütün harfler açıklamanın temeli, söz söylemenin dayanağı olmaları bakımından aynı durumdadır. Bu açıklamayı da el-Cürcanî zikretmiştir.

"Hâ, Mîm, Ayn, Sîn, Kâf" birbirinden ayrı, buna karşılık; "Kef, He, Ya, Ayn, Sâd" bitişik yazılmıştır. Çünkü

"Hâ. Mîm" denildiğine göre; "Olacak olan hükme bağlandı" demektir. Bundan dolayı yazılışında fiil takdir edilen ile takdir edilmeyen harfleri ayrı yazmış olmaktadırlar. Diğer taraftan bu ayrı yazılsa, öteki de bitişik yazılsa yine caizdir. Bu açıklamayı da el-Kuşeyrî nakletmiştir.

İbn Mes’ûd ileİbn Abbâs'ın kıraatinde "Ha, Mim, Sin, Kâf şeklindedir. İbn Abbâs dedi ki: Ali da) bunlar ile fitneleri (meydana gelecek karışıklıkları) biliyordu.

Ertae b. el-Munzir dedi ki: Bir adam yanında Huzeyfe b. el-Yeman bulunduğu sırada İbn Abbâs'a şöyle sordu: Bana yüce Allah'ın:

"Hâ, Mîm, Ayn, Sîn, Kâf" âyetinin tefsirinin ne olduğunu haber ver, dedi. İbn Abbâs ona iltifat etmedi. Bu sorusunu ona üç defa tekrarladığı halde yine ondan yüz çevirdi. Bu sefer Huzeyfe b. el-Yeman şöyle dedi: Onun tefsirini ben sana haber vereyim: Ben senin soruna niçin cevab vermediğini biliyorum. Bu âyet-i kerîme Abdu’l-İlah ya da Abdullah diye anılan onun yakınlarından birisi hakkında inmiştir. Bu kişi doğudaki nehirlerden birisi üzerinde konaklayacak ve bu nehir kıyısında iki şehir inşa edecek, nehir bu iki şehrin ortasını yarıp geçecek. Allah onların mülklerinin son bulmasını, devletlerinin ardı arkasının kesilmesini murad edeceği vakit, bu şehirlerden birisi üzerine geceleyin bir ateş gönderecek, sabahı simsiyah ve kararmış olarak edecektir. Sanki orada böyle bir şey yokmuş gibi yanacaktır. Diğer şehir ise buna; bu şehir nasıl bu hale geldi, diye hayret edecek. O aynı günün aydınlığında her zorba ve inatçı orada toplanıp biraraya gelecek, sonra da yüce Allah o şehri ve bu inatçı ve zorbaları birlikte yerin dibine geçirecek. İşte yüce Allah'ın

"Ha, Mim, Ayn, Sin, Kâf" âyetinin açıklaması budur. Yani; bu yüce Allah'ın hükme bağladığı kararlarından ve hükmü verip, bitirdiği fitne ve kazalarından birisidir. İşte burada

"Ha, Mim": " Hükme bağlandı" demektir.

"Ayn" ondan adaletle;

"Sin" olacaktır,

"Kâf" bu iki şehirde vukua gelecektir, demektir.

Bu tefsirin bir benzeri de Cerir b. Abdullah el-Becelî'den gelen rivâyettir. O şöyle demiştir: Ben Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Dicle, Duceyl, Kutrabbu ve es-Sarat arasında bir şehir inşa edilecektir. Bu şehirde yeryüzünün zorbaları toplanıp bir araya gelecektir, hazineler oraya getirilecek ve orası yerin dibine geçirilecektir. -Bir rivâyette ahalisi ile birlikte de denilmektedir.- Bu yerin dibine geçirilen şehrin yerin içinde yol alması yumuşak bir arazide oldukça güzel bir kazığın girmesinden daha hızlı olacaktır." Hatib Bağdadi, Tarihu Bağdat, I, 28, 29, 30... İbn Abbâs da "Hâ, Mîm, Sin, Kâf" diye "Ayn'sız olarak okumuştur.Taberî'nin nakline göre Abdullah b. Mesud'un Mushaf'ında da böyledir.

Nafî'nin,İbn Abbâs'tan rivâyet ettiğine göre(o şöyle demiştir):

"Ha" Allah'ın hilmi,

"Mim" O'nun vecdi,

"Ayn" O'nun ilmi.

"Sin" O'nun nuru ve aydınlığı,

"Kâf" ise kudretidir. Yüce Allah bunlara yemin etmektedir.

Muhammed b. Ka'b'dan da şöyle dediği nakledilmiştir: Yüce Allah hilmine, vecdine, yüceliğine, nuruna ve kudretine, kalbinden ihlâs ile la ilahe illallah'a sığınan kimseleri azablandırmayacağına yemin etmektedir.

Cafer b. Muhammed ile Said b. Cubeyr de şöyle demişlerdir:

"Ha" rahmandan,

"Mim" mecidden,

"Ayn" alimden,

"Sin" kuddüsten,

"Kâf" da kaahirdendir. Mücahid de şöyle demiştir: Bunlar sûrelerin başlangıcı olan harflerdir. Abdullah b. Bureyde de şöyle demiştir: Bu dünyanın etrafını kuşatan dağın adıdır. Lâfız es-Sa'lebî'nin olmak üzere el-Kuşeyrî'nin zikrettiğine göre bu âyet-i kerîme nazil olunca Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın üzülüp kederlendiği yüzünden anlaşılmıştı. Ona: Ey Allah'ın Rasûlü, seni üzen nedir? diye soruldu. Şöyle buyurdu: "Ümmetimin başına inecek yerin dibine geçirilmek, semadan bir şeyler atılması, onları bir yerlere toplayacak bir ateş, denize doğru sürükleyecek bir rüzgar ve Îsa'nın inişi ile Deccal'in çıkışının hemen ardından gelecek biri diğerinin akabinde ortaya çıkacak birtakım belgeler, alametler bana haber verildi." Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Yine denildiğine göre bu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ile ilgilidir. Buna göre

"ha" onun ümmetinin etrafında toplanacağı havzıdır.

"Mim" uçsuz bucaksız mülkü,

"ayn" onun izzeti,

"sin" onun görülen aydınlığı,

"kâf" onun Makam-ı mahmudda ayakta durması ve mutlak melik(herşeyin sahibi) ve ma'budun huzurunda şan ve şerefiyle yakınlığı demektir.

3

Mutlak galib, sonsuz hikmet sahibi olan Allah sana ve senden öncekilere işte böyle vahyeder.

İbn Abbâs dedi ki: Kendisine kitab verilmiş ne kadar peygamber varsa mutlaka ona; "Hâ, Mîm, Ayn, Sin, Kâf da vahyedilmiştir. Bundan dolayı yüce Allah:

"Allah sana ve senden öncekilere işte böyle vahyeder" diye buyurmuştur.

el-Mehdevî dedi ki: "Haberde nakledildiğine göre,

"Hâ, Mîm, Ayn, Sin, Kâf", Ben daha önce geçmiş olan peygamberlere vahyettim şeklindedir."

İbn Muhaysın, İbn Kesîr ve Mücahid:

"Vahyeder" âyetini meçhul bir fiil olarak: Vahyolunur" diye okumuşlardır. Bu okuyuş İbn Ömer'den de rivâyet edilmiştir. Bu durumda câr ve mecrûr ("sana..."âyeti) failin konumunda olacağından dolayı ref mahallinde olur. Bununla birlikte meçhul fiilin (nâib-i) failinin gizli olması da mümkündür. Yani, bu surenin muhtevası arasında yer aldığı Kur'ân-ı Kerîm sana vahyolunur. Bu durumda

"Allah" ismi de fiil takdiri ile merfu olur, takdiri de: " Onu Allah sana vahyediyor" şeklindedir. Nitekim İbn Amir ile Ebû Bekr yüce Allah'ın;

"Sabah akşam onu oralarda teşbih ederler. (Bunlar)... yiğitlerdir" (en-Nûr, 24/37) âyetini; "Sabah akşam oralarda ona teşbih edilir... yiğitlerdir." O'nu birtakım yiğitler teşbih eder demektir. Sîbeveyh de şu beyiti zikretmektedir:

"Yezid için ağlansın, düşmanlık sebebiyle zayıf düşmüş bir kimse,

Ve Eş'as için de, musibetlerin şaşkın gibi çöle saldığı kimseler (ağlasın)."

Şair burada önce "Yezid için ağlansın" dedikten sonra, onun için kimlerin ağlaması gerektiğini açıklamaktadır. Yani zaafa düşmüş ve helâk olacak kimse onun için ağlasın.

Bununla beraber (bu kıraate göre) bunun mubteda olması, haberin de hazfedilmiş olması da mümkündür. Sanki: "Allah onu vahyediyor" denilmiş gibidir. Yahut bir mübteda takdirine göre de olabilir; "Vahyeden Allah'tır" demek olur. Yahut kendisi mübteda olup, haberi de "mutlak galib, sonsuz hikmet sahibi(dir)" âyetidir.

Diğerleri ise "ha" harfi esreli olarak; "Sana vahyeder" şeklinde ve yüce Allah'ın ism-i fail olmak üzere ref ile okumuşlardır.

4

Göklerde olanlarla, yerde olanlar yalnız O'nundur. O en yücedir, en büyük olandır.

"Göklerde olanlarla yerde olanlar yalnız O'nundur. O en yücedir, en büyük olandır" âyeti da daha önceden birkaç yerde(mesela, el-Bakara, 2/107 ve 255. âyetlerde) geçmiş bulunmaktadır.

5

Gökler nerede ise üstlerinden çatlayacaklar. Melekler de Rabblerini hamd ile teşbih ederler, yeryüzünde olanlar için mağfiret isterler. Şunu bilin ki; muhakkak Allah günahları mağfiret edendir, çok çok rahmet edicidir.

"Gökler nerede ise" âyeti(nun ilk kelimesi) genel olarak "te" ile okunmuştur. Nafi’, İbn Vessab veel-Kisaî "ye" ile okumuşlardır.

" Çatlayacaklar" anlamındaki âyeti Nafi’ ve başkaları(önce) "ye" ve (sonra) "te" ile "ti" harflerini de şeddeli olarak okumuştur. Genel olarakta böyle okunmuştur. Ancak Ebû Amr, Ebû Bekr, el-Mufaddal ve Ebû Ubeyd;

"Çatlayacaklar" şeklinde; " Çatlamak"dan gelen bir fiil olarak okumuşlardır.

Yüce Allah'ın:

"Gök yarıldığı zaman" (el-İnfitar, 82/1) âyetinde olduğu gibi. Buna dair açıklamalar daha önceden Meryem suresinde(19/90. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

İbn Abbâs dedi ki:

"Gökler nerede ise üstlerinden çatlayacak" yani müşriklerin:

"Allah evlat edindi" (el-Bakara, 2/116) sözleri dolayısı ile herbiri kendisine bitişik olan diğerinin üstünde nerede ise çatlayacak (ve üzerine düşecek) hale gelmiştir.

ed-Dahhak ilees-Süddî de şöyle demektedir:

"Çatlayacaklar" yani üstlerinde yüce Allah'ın azametinden dolayı çatlayacaklar.

"Üstlerinde" âyetinin, eğer akıl sahibi varlıklar olsalardı Allah'tan korktuklarından ötürü çatlayıp yer üzerine düşeceklerdi, anlamında olduğu da söylenmiştir.

"Melekler de Rabblerini hamd ile teşbih ederler." Onu nitelendirilmesi câiz olmayan ve celaline yakışmayan şeylerden tenzih ederler. Müşriklerin cesaretlerinden ötürü hayret ederler, diye de açıklanmıştır. Çünkü hayret edilen şeyler görüldüğünde teşbih ile zikir yapılır.

Ali (radıyallahü anh)'dan rivâyete göre o şöyle demiştir: Onların teşbihleri, müşriklerin Allah'ın gazabına maruz kalacak şekilde neler yaptıklarını görüp, hayret etmelerinden dolayıdır.İbn Abbâs da şöyle demektedir: Onların teşbihleri, gördükleri yüce Allah'ın azameti karşısında zilletle boyun eğmelerinden ötürüdür.

"Rabblerini hamd ile" âyeti da Rabblerinin emri ile, anlamındadır. Bu açıklamayıes-Süddî yapmıştır.

"Yeryüzünde olanlar için istiğfar ederler" âyetini ed-Dahhak yeryüzünde bulunan mü’minler için mağfiret dilerler diye açıklamıştır. es-Süddî de böyle demiştir. Bunun açıklaması da daha önce el-Mu'min Sûresi'nde geçen:"Mü’minlere de mağfiret dilerler" (el-Mu'min, 40/7) âyetinde zikredilmiştir. Buna göre burada meleklerden kasıt Arş'ın taşıyıcılarıdır. Semadaki bütün melekler olduğu da söylenmiştir, el-Kelbî'nin açıklamasının zahirinden anlaşılan budur.Vehb b. Münebbih ise şöyle demektedir: Bu âyet yüce Allah'ın:

"Îman edenlere de mağfiret dilerler"âyeti ile neshedilmiştir. el-Mehdevî şöyle demektedir: Doğrusu bunun neshedilmiş olmadığıdır, çünkü bu, bir haberdir(haberler nesholınaz) ve bu mü’minlere has bir özelliktir.

Ebû'l-Hasen el-Maverdî'nin el-Kelbî'den naklen belirttiğine göre; denenen ve yeryüzündeki insanlar arasında hükmetmek üzere gönderilip de Zühre (yıldızı)'ye kendilerini kaptıran ve -Nûh'un babası olan- İdris'e kaçıp da kendilerine dua etmesi için ondan istekte bulundukları sırada, diğer melekler Rabblerine hamd ile teşbihte bulundular ve Âdemoğulları için mağfiret dileğinde bulundular.

Ebû'l-Hasen İbnu'l-Hassar da dedi ki: Bir hususu farketmeyen bazı kimseler bu âyet-i kerimenin Harut ve Marut sebebiyle indiğini ve el-Mu'min Sûresi'ndeki âyet ile nesholduğunu sanmışlardır. Halbuki bunlar Arş'ın taşıyıcısı olan meleklerin özellikle mü’minlere mağfiret dilemek gibi bir hususiyete sahib olduklarını, diğer taraftan yeryüzünde bulunan kimseler için mağfiret dileğinde bulunan başka meleklerin bulunduğunu bilememişlerdir.

el-Maverdî dedi ki: Meleklerin yeryüzünde bulunan kimseler için mağfiret dileğinde bulunmaları ile ilgili olarak iki görüş vardır. Bu görüşlerden birisine göre günah ve hatalarından ötürü mağfiret dilerler. Mukâtil 'in görüşünden anlaşılan da budur. İkincisine göre ise bundan maksat, onlar için rızık talebinde bulunmak ve azıklarının genişletilmesini istemektir. Bu açıklamayıel-Kelbî yapmıştır.

Derim ki: Daha kuvvetli görülen görüş budur. Çünkü yer kâfir olanı da olmayanı da barındıran genel bir yerdir. Mukâtil 'in açıklamasına göre ise bunun kapsamına kâfir girmez. Bu hususta Âsım el-Ahvel'in rivâyet ettiği bir haber de nakledilmektedir. O Ebû Osman'dan onun da Selman'dan rivâyetine göre Selman şöyle demiştir: Şayet kul rahatlık ve bolluk zamanlarında Allah'ı anan birisi olup da ona bir sıkıntı gelip isabet ederse melekler şöyle derler: Bu Âdemoğlunun tanınan zayıf bir kimsenin sesidir. Bu, rahatlık zamanlarında Allah'ı zikreden birisi idi. İşte buna bir sıkıntı gelip çatmış bulunuyor. Bunun üzerine o kişiye mağfiret dilemeye koyuldular. Şayet bu şahıs eğer rahatlık zamanlarında Allah'ı zikretmeyen birisi olup da başına bir sıkıntı gelmiş ise bu sefer melekler: Bu, Âdemoğullarından daha önce tanımadığımız birisinin sesidir. Bu kişi rahatlık zamanlarında Allah'ı zikretmiyordu. Şimdi de başına bir sıkıntı gelmiş bulunuyor (derler) ve onun için Allah'tan mağfiret dilemezler.

Bu açıklama âyet-i kerimenin yüce Allah'ı darlık zamanlarında ve rahatlık zamanlarında zikreden kimse hakkında olduğunu göstermektedir. O halde bu âyet-i kerîme yeryüzünde bulunan bir takım mü’minler hakkında özeldir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Meleklerin mağfiret dilemek ile yüce Allah'ın:

"Muhakkak ki Allah göklerle yeri zeval bulmasınlar diye tutar... Muhakkak o Halimdir, mağfiret edicidir." (Fatır, 35/41) âyetinde ve:

"Muhakkak senin Rabbin zulümlerine rağmen insanlara yine de mağfiret edendir"(er-Ra'd, 13/6) âyetinde sözü edilen Allah'ın hilmini ve bağışlayıcılığını taleb etmeyi kastetmeleri ihtimali vardır. Onlara hilm ile muamele edilmesinden maksat, onlardan intikam almayı çabuklaştırmamasıdır. Bu durumda âyet, umumi olmaktadır. Bu açıklamayı daez-Zemahşerî yapmıştır.

Mutarrif dedi ki: Allah'ın kulları arasında Allah'ın kullarının en samimi şekilde iyiliklerini isteyenlerin melekler olduğunu görüyoruz. Allah'ın kulları arasında Allah'ın kullarını en çok aldatmaya çalışanların da şeytanlar olduklarını görüyoruz. Bu daha önceden(Fatır, 35/7. âyetin tefsirinde) de geçmiş bulunmaktadır.

"Şunu bilin ki, muhakkak Allah günahları mağfiret edendir, çok çok rahmet edicidir" âyeti ile ilgili olarak bir ilim adamı şöyle demiştir: Yüce Allah önceleri heybet ve ta'zim ile söze başladı, sonraları da lütfunu hatırlatıp müjde verdi.

6

O'ndan başka veli edinenlere gelince, Allah onların üzerinde bir hafizdir, sense onların üzerlerinde bir vekil değilsin.

"O'ndan başka veli" yani tapındıkları putlar

"edinenlere gelince, Allah onların üzerinde bir hafizdir." Yani kendilerine karşılıklarını vermek üzere amellerini iyice tesbit eder.

"Sense onların üzerlerinde bir vekil değilsin." Bu âyet kılıç(cihadı emreden) âyeti ile nesholmuştur. Haberde: "Sema gıcırdamaktadır, gıcırdamakta da haklıdır'" Tirmizi, IV, 556;İbn Mace, II, 1402;Müsned, V, 173. diye buyurulmaktadır. Yani orada sakin olanların çokluğunun ağırlığından dolayı ses çıkarmakta(gıcırdamakta)dır. Onlar çokluklarına rağmen Allah'a ibadetten usanmazlar, kesintisiz ibadet ederler. Bu kâfirler ise buna rağmen O'na ortak koşmaktadırlar.

7

Hem şehirlerin anasını ve onun etrafında bulunanları uyarıp korkutasın, hem de kendisinde şüphe bulunmayan toplanma günü ile uyarıp korkutasın diye sana da böylece Arapça bir Kur'ân vahyettik.(O gün insanların) bir kısmı cennette, bir kısmı da cehennemde olacaktır.

"...Sana da böylece Arapça bir Kur'ân vahyettik" âyeti şu demektir: Biz sana ve senden öncekilere bu hususları vahyettiğimiz gibi, yine sarıa Arap dili ile güzel bir şekilde açıkladığımız Arapça bir Kur'ân da indirmiş bulunuyoruz.

Bir başka açıklamaya göre de; Biz senin üzerine kavminin dili ile Arapça bir Kur'ân indirdik. Tıpkı herbir peygambere kendi kavminin dili ile indirdiğimiz gibi. Anlam birdir.

"Hem şehirlerin anasını..." yani Mekke'yi... Mekke'ye şehirlerin anası denilmesinin sebebi, yeryüzünün onun altında düzenlenmeye başlandığından dolayıdır.

"Ve onun etrafında bulunan" diğer insan

"ları uyarıp korkutasın, hem de kendisinde şüphe bulunmayan" gerçekleşeceğinde tereddüt olmayan

"toplanma günü" o da kıyâmet günüdür

"ile uyarıp korkutasın diye... vahyettik."

"Bir kısmı cennette bir kısmı da cehennemde olacaktır" âyeti mübteda ve haberdir. el-Kisaî

"bir kısmı" anlamındaki: ("ferik" kelimesinin) nasb ile okunmasını câiz kabul etmektedir.

Buna göre ifade; " Bir kısmının cennette olacağını, bir kısmının da cehennemde olacağını belirtip korkutasın diye..." takdirindedir.

8

Eğer Allah dileseydi onları tek bir ümmet kılardı. Fakat dilediği kimseyi rahmetine girdirir. O zâlimlerin ise hiçbir dost ve hiçbir yardımcıları yoktur.

"Eğer Allah dileseydi onları tek bir ümmet kılardı" âyeti ile ilgili olaraked-Dahhak şöyle demiştir: Tek bir din mensubu yapardı onlar da ya sapık kimseler yahut hidayet bulan kimseler olurlardı.

"Fakat dilediği kimseyi rahmetine girdirir." Enes b. Malik: İslâm'a girdirir, diye açıklamıştır.

"O zâlimlerin" âyeti mübteda olarak merfudur, haberi ise

"hiçbir dost ve hiçbir yardımcıları yoktur" âyetidir.

"Hiçbir yardımcı" âyeti bir önceki kelimenin lâfzına atfedilmiştir. Bununla birlikte mahalline atıf ile; şeklinde okunması da mümkündür. Buradaki; de zaiddir.

9

Yoksa onlar O'ndan başka veliler mi edindiler? İşte Allah... Veli O'dur. Ölüleri de O diriltir. O herşeye gücü yetendir.

"Yoksa onlar O'ndan başka veliler"yani putlar

"mı edindiler?" Hayır... edindiler, anlamındadır.

"İşte Allah... Veli O'dur." Yani ey Muhammed, senin de gerçek dostun, sana uyanların da gerçek dostu O'dur. O'ndan başka veli(dost ve yardımcı) yoktur.

"Ölüleri de O diriltir." Maksat diriliş esnasında ölülerin diriltilmesidir.

"O, herşeye gücü yetendir." O'nun dışındaki diğer veliler ise, hiçbir şeye güç yetiremezler.

10

Herhangi bir şey hakkında anlaşmazlığa düşerseniz, O'nun hakkında hüküm vermek (hakkı) Allah'ındır. İşte benim Rabbim olan Allah O'dur. Yalnız O'na tevekkül ettim ve ben yalnız O'na dönerim.

"Herhangi bir şey hakkında anlaşmazlığa düşerseniz..." âyeti Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın mü’minlere söylemiş olduğu bir sözü aktarmaktadır. Şu demektir: Ehl-i kitab mensubu olan kimseler ile müşrik olan kâfirlerden din ile ilgili hususlarda size muhalefet ettikleri herhangi bir hususta siz de onlara: Buna dair hüküm vermek yetkisi Allah'ındır, sizin değildir. O dinin sadece İslâm olduğunu, başkasının geçerli olmadığını hükme bağlamıştır. Şeriata dair emirler ve âyetler ise ancak Allah'ın açıklamalarından öğrenilir, deyiniz.

"İşte benim Rabbim olan Allah O'dur." Yani bu sıfatlara sahib olan bir ve tek olarak benim Rabbimdir. Bu âyette hazfedilmiş takdiri ifadeler de vardır. Yani ey Muhammed, onlara de ki: İşte Allah O'dur, ölülere hayat verendir. Anlaşmazlığa düşenler arasında hüküm verir O. O benim Rabbimdir.

"Yalnız O'na tevekkül ettim." Güvenip dayandım

"ve ben yalnız O'na dönerim."

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç