Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

453

 

038 - SÂD SÛRESİ

 

CÜZ :

23

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

17

 Dediklerine sabret. Kuvvet sâhibi kulumuz Dâvûd'u an. Gerçekten o, (Allah'a) dönendir.

"Dediklerine sabret. Kuvvet sâhibi kulumuz Dâvûd'u an” günahı gözlerinde büyütmek için kıssasını onlara anlat. Çünkü o, şânının o kadar yüceliğine ve büyük nimet ve ikramlara kavuşmasına rağmen küçük bir günah yapınca derecesinden düştü, melekler temsil getirmek ve üstü kapalı konuşmakla onu kınadılar. O da sonunda durumu fark etti; Rabbinden bağış diledi ve Allah’a döndü. Artık kâfirler ve taşkınlık edenler ne düşünür!

Ya da onun kıssasını hatırla da kendini koru; onun gibi ayağın kaymasın. Ufak bir ihmalinden dolayı aynı sitem senin de başına gelmesin. (Kuvvet sâhibi) fülanün evdin ve zu eydin ve adin ve eyadin denir ki, hepsi aynı manayadır.

"Gerçekten o, Allah'a dönendir” Allah'ın rızâsını güdendir. Bu da eyd lâfzının illetidir ve ondan Dîn kuvveti murat edildiğinin delilidir. Kendisi bir gün oruç tutar, bir gün de tutmazdı, gecenin yarısını da namazla geçirirdi.

18

 Gerçekten dağları ona ram ettik; onunla akşam ve kuşluk tesbih ediyorlardı.

"Gerçekten dağları ona ram ettik” bunun tefsiri yukarıda geçmiştir. Yüsebbihne lâfzı hâl’dir, müsebbihatin yerine konulmuştur; bu da geçmiş hâli zihinde canlandırmak ve teşbihin hâlden hâle geçerek değişmesini göstermek içindir.

"Onunla akşam ve kuşluk vakti tesbih ediyorlardı” işrak, vaktel işrak demektir ki, güneşin doğduğu vakittir. Yani ışık verip de ışığının kuvvetlendiği andır ki, o da kuşluk vaktidir. Güneşin şuruku da doğmasıdır, şerakatiş şemsü ve Lemmâ teşrik diye çekimi yapılır. Ümmühani radıyallahü anha şöyle demiştir: Aleyhis-salâtü ves-selâm kuşluk namazını kıldı ve: Bu, işrak namazıdır, dedi. İbn Abbâs radıyallahü anhuma da şöyle buyurmuştur: Ben kuşluk namazını ancak bu ayetle tanıdım.

19

 Toplucakuşları da. Hepsi ona dönücü idi.

 (Topluca kuşları da) iki hâl arasında mutabakata riayet edilmemesi kuşların topluca haşrinin Dâvûd'un gücünü aşamalı olarak haşrinden daha çok göstermesi içindir. Mübteda ve haber olarak vettayru mahşuretün de okunmuştur.

"Hepsi ona dönücü idi” dağlardan ve kuşlardan her biri onun teşbihi sebebiyle teşbihe dönücü idi. Bununla mâ-kabli arasındaki fark şudur: Bu teşbihe katılmayı, o ise devamı akla getirir.

Ya da onlardan her biri ile Dâvûd aleyhis-salâtü ves-selâm teşbihi Allah'a döndürürdü.

20

Onun mülkünü sağlamlaştırdık ve ona hikmeti ve sözün ayrımını verdik.

"Onun mülkünü sağlamlaştırdık” heybet, zafer ve asker çokluğu ile takviye ettik. Mübalağa için şedde ile (şeddedna) da okunmuştur. Şöyle denilmiştir: Bir adam bir adamda ineği olduğunu iddia etti, bunu da açıklayamadı. Dâvûd'a davalıyı öldür, bunu da ona bildir, diye vahyedildi. O da bildirdi, adam da: Şüphesiz ben onun babasını öldürdüm ve ineğini aldım, dedi. Bunun üzerine heybeti daha da arttı.

"Ona hikmet verdik” peygamberlik, mükemmel ilim ve sağlam iş "ve sözün ayrımını verdik". Faslel hitab hakkı bâtıldan ayırmakla davaları karara bağlamak demektir ya da özlü konuşmadır ki, duracak yerde durmak, durmayacak yerde durmamak, atıflar yapmak, yeni söz başları kurmak, zamir, zâhir, hazf, tekrar vb. gibi şeylerle maksadı karşıya gayet açık şekilde anlatan veciz sözdür. Emma ba'd'e faslel hitap denilmesi, maksadı hamdele ve salveleden ayırdığı içindir. Orta halli konuşmadır da denilmiştir ki, ne meramı ifade etmeyecek kadar kısa ne de usandıracak kadar uzun olmayan demektir. Nitekim Efendimiz aleyhis-salâtü ves-selâm’ın konuşması da: Ne çok kısa ne de bıktıracak kadar uzun idi denilerek böyle nitelenmiştir.

21

Hasımların haberi sana geldi mi? Hani mihraba tırmanmışlardı.

"Hasımların haberi sana geldi mi?” istifhamın manası şaşırtmak ve dinlemeye teşvik etmektir. Hasm kelimesi aslında mastardır, bunun içindir ki, çoğula kullanılmıştır.

(Hani mihraba tırmanmışlardı). Odanın suruna tırmanmışlardı. Tesevvere sur kökünden tefe'ul veznindedir, sinam'dan tesenneme gibi. İz edâtı da mahzûfa müteallıktır yani nebee tehakümil hasmi iz tesevveru demektir ya da nebe' lâfzına mütealliktir ki, bundan maksat da Davut aleyhis-salâtü ves-selâm zamanında gerçekleşen olay demektir. Eta lâfzının da ona isnadı mahzûf muzâf itibarı iledir yani kıssatü nebeil hasm demektir. Çünkü hasm lâfzında fiil manası vardır; eta'ya müteallik değildir. Çünkü Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e gelmesi o zaman değildir. (Hani Dâvûd'un karşısına çıkmışlardı) buradaki iz birincisinden bedeldir yahut tesevveru'nûn zarfıdır.

22

Hani, Dâvûd'un karşısına çıkmışlardı da onlardan korkmuştu.

"Korkma, biz birbirine saldıran iki hasımız; aramızda hüküm ver, aşırı gitme ve bizi yolun doğrusuna ilet” dediler.

"Onlardan korkmuştu” ziyaretçinin yasak ve korumaların da kapıda olmalarına rağmen yanına girmişlerdi. Çünkü Davut aleyhisselâm zamanını bölümlere ayırmıştı: Bir gün ibâdet ederdi, bir gün davalara bakardı, bir gün vaaz verir, bir gün de yakınları ile meşgul olurdu. Melekler boş olduğu bir gün sûra tırmanarak yanına girdiler:

"Korkma, biz iki hasımız, dediler” biz iki bölük davacıyız demektir, hasmın yanındakileri de hasım saymışlardır.

"Birbirimize haksızlık ettik” bu da melek oldukları takdirde - ki, meşhur görüş budur - faraza demek istiyor ve ona îma ediyorlar.

"Aramızda hüküm ver, aşırı gitme” haksız karar verme. "Teştut” da okunmuştur ki, haktan uzaklaşma demektir, tüşattıt ve tüşatıt da okunmuştur ki, hepsi şatat'tan, haddi aşmaktan gelir.

"Bizi yolun doğrusuna ilet” ortasına ki, âdil olana demektir.

23

Şüphesiz bu, benim kardeşimdir; onun doksan dokuz dişi koyunu var, benim de tek bir dişi koyunum var. Onu da bana ver, dedi ve beni sözle mağlup etti.

"Şüphesiz bu, benim kardeşimdir” Dîn yahut sohbet kardeşim demektir "onun doksan dokuz dişi koyunu var, benim de tek bir dişi koyunum var” burada geçen na'ce dişi koyun demektir, kadından da kinaye edilir. Üstü kapalı konuşmada kinaye ve misal maksadı daha iyi ifade eder. Te'nin fethi ile tes'un ve tes'une, nûn'un kesri ile de ni'cetün de okunmuştur. (Onu da bana ver) aslında elimin altındakilere baktığım gibi ona da bakayım, demektir. Bana kifl yani hisse ver de denilmiştir. (Beni konuşmada mağlup etti) öyle deliller getirdi ki, bir türlü reddedemedim ya da hıtbe (kadın isteme) konusunda beni mağlup etti demektir. Hatabtül mer'ete ve hatabeha deyiminden gelir ki, bir kadını ben de istedim, o da istedi, o evlendi demektir. Ve âzzenîde okunmuştur ki, beni mağlup etti demektir, şedde atılarak garip bir şekilde ve azenî de okunmuştur.

24

Dâvûd dedi: Yemin olsun, gerçekten senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlık etti. Şüphesiz ortaklar elbette bazıları bazılarına haksızlık eder. Ancak îman edip iyi şeyler yapanlar müstesnadır ki, bunlar da pek azdır. Dâvûd onu imtihan ettiğimizi zannetti, Rabbine istiğfar etti ve rüku ederek Rabbine döndü.

"Davut dedi: Yemin olsun, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlık etmiştir". Bu da mahzûf kasemin cevabıdır, ortağının yaptığını aşırı şekilde reddetmek ve açgözlülüğünü kötü göstermek içindir. Belki de bunu davalı itiraf ettikten sonra demiştir ya da davanın doğru olduğunu kabul ederek demiştir. Sual kelimesi mef’ûlüna muzâftır, ilâ edâtı ile geçişli kılınması da izafe (katmak, ilave etmek) manasına geldiği içindir.

"Şüphesiz ortaklardan çokları” huleta mallarını birbirine karıştıran kimseler demektir ki, tekili hâliyt'tır (birbirlerine haksızlık eder) ye'nin fethi ve gizli nûn takdiri ve hazf ile (leyebğıye) de okunmuştur. Meselâ:

Idrıbe ankel humume tarıkaha

(Kapını çalan sıkıntılarını defet)

Kavlinde olduğu gibi (ıdribe, ıdriben) demektir. Kesre ile yetinilerek ye'nin hazfi ile (leyebği) de okunmuştur.

"Ancak îman edip iyi şeyler yapanlar müstesnadır ki, bunlar da pek azdır". Mahum'daki kapalı bırakmak ve azlıklarından şaşmak için ziyade kılınmıştır.

"Davut onu imtihan ettiğimizi zannetti” günahı ile mihnet verdiğimizi ya da ayılır mı diye bu kararla imtihan ettik, demektir.

"Rabbine istiğfar etti” günahı için "rüku ederek kapandı” secdeye kapandı demektir, ona rüku demesi, secdeye rukûdan gidildiği içindir ya da rakian namaz kılarken demektir, sanki istiğfar etmek için iki rekat namaz kılmak istemiştir "ve döndü” tevbe ile Allah'a döndü.

Bu kıssada en çok verilmek istenen şudur: Dâvûd aleyhisselâm başkasının olan bir şeyi kendinin olmasını istemiştir, üstelik benzeri de kendinde varken. Allah onu bu kıssa ile uyardı, o da tevbe ve istiğfar etti. Şu rivâyete gelince: Gözüne bir kadın çarpmış, ona aşık olmuş ve onunla evleninceye kadar uğraşmış, ondan da Süleyman olmuştur, hikayesi, eğer doğru ise belki de o kadını dünürlük yolu ile istemiştir ya da kocasından onu boşamasını istemiştir. Bu o zamanlar normal bir şeydi, Ensâr da Muhâcirlere bu mana da teklifte bulunmuştur. Şu anlatılan şeye gelince: O, Oriya denen birini defalarca savaşa göndermiş ve ön saflarda çatışmasını istemiş, o da öldürülünce karısı ile evlenmiştir; bu ise dalga geçme ve iftiradır.

Şöyle de denilmiştir: Birileri onu öldürmek istediler, özel odasına tırmandılar, yanına girdiler. Orada başkalarını da görünce dava meselesini uydurdular, o da maksatlarını anladı ve onlardan intikâm almak istedi. Bunun Allah'tan bir imtihan olduğunu düşündü, aklına gelen şeyden tevbe ve istiğfar etti.

25

Biz de onun bu hareketini bağışladık. Gerçekten onun için yanımızda yakınlık ve dönüş güzelliği var.

"Biz de onun bu hareketini bağışladık” istiğfar ettiği şeyi.

"Gerçekten onun için yanımızda yakınlık vardır” bağışlanmadan sonra yakınlık vardır "ve dönüş güzelliği vardır” cennette gideceği yer vardır.

26

Ey Davut, şüphesiz biz seni yeryüzünde hâlife kıldık; sen de insanların arasında hak ile hükmet ve hevese uyma; sonra seni Allah'ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah,'ın yolundan sapanlar için hesap gününü unuttuklarından dolayı şiddetli bir azâp vardır.

"Ey Davut, şüphesiz biz seni yeryüzünde hâlife kıldık” ondaki mülkün üzerine getirdik yahut senden önce hakkı icra eden peygamberlerin hâlifesi kıldık.

"Sen de insanlar arasında hak ile hükmet” Allah'ın hükmü ile "hevese uyma” nefsin arzusuna. Bu da daha önce denildiği gibi günahının, sormadan önce davacıyı tasdik etme ve ötekisini zâlimlikle suçlama olduğunu teyit eder.

"Sonra seni Allah'ın yolundan saptırır” hakkı gösteren delillerden uzaklaştırır.

"Şüphesiz Allah,'ın yolundan sapanlar için hesap gününü unuttuklarından dolayı şiddetli bir azâp vardır” unutmaları sebebiyle ki, o da hak yoldan sapmalarıdır. Çünkü onu hatırlamak hakka sarılmayı ve nefse muhalefeti gerektirir.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1286  H : 685)

 

BEYDÂVÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

ŞÂFİÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç