17
Dediklerine sabret. Kuvvet sâhibi kulumuz Dâvûd'u
an. Gerçekten o,
(Allah'a) dönendir.
"Dediklerine
sabret. Kuvvet sâhibi kulumuz Dâvûd'u an”
günahı gözlerinde büyütmek
için kıssasını onlara anlat. Çünkü o, şânının o kadar yüceliğine ve büyük nimet
ve ikramlara kavuşmasına rağmen küçük bir günah yapınca derecesinden düştü,
melekler temsil getirmek ve üstü kapalı konuşmakla onu kınadılar. O da sonunda
durumu fark etti; Rabbinden bağış diledi ve Allah’a döndü. Artık kâfirler ve
taşkınlık edenler ne düşünür!
Ya da
onun kıssasını hatırla da kendini koru; onun gibi ayağın kaymasın. Ufak bir
ihmalinden dolayı aynı sitem senin de başına gelmesin.
(Kuvvet sâhibi) fülanün evdin ve zu eydin ve adin ve eyadin denir ki,
hepsi aynı manayadır.
"Gerçekten o,
Allah'a dönendir”
Allah'ın rızâsını güdendir. Bu da eyd lâfzının illetidir ve ondan Dîn kuvveti
murat edildiğinin delilidir. Kendisi bir gün oruç tutar, bir gün de tutmazdı,
gecenin yarısını da namazla geçirirdi.
18
Gerçekten dağları ona ram ettik; onunla akşam ve kuşluk
tesbih ediyorlardı.
"Gerçekten
dağları ona ram ettik”
bunun tefsiri yukarıda
geçmiştir. Yüsebbihne lâfzı hâl’dir, müsebbihatin yerine konulmuştur; bu da
geçmiş hâli zihinde canlandırmak ve teşbihin hâlden hâle geçerek değişmesini
göstermek içindir.
"Onunla akşam ve
kuşluk vakti tesbih ediyorlardı”
işrak, vaktel işrak demektir
ki, güneşin doğduğu vakittir. Yani ışık verip de
ışığının kuvvetlendiği andır ki, o da kuşluk vaktidir. Güneşin şuruku da
doğmasıdır, şerakatiş şemsü ve Lemmâ teşrik diye
çekimi yapılır. Ümmühani radıyallahü anha şöyle
demiştir: Aleyhis-salâtü ves-selâm kuşluk
namazını kıldı ve: Bu, işrak namazıdır, dedi. İbn
Abbâs radıyallahü anhuma da şöyle
buyurmuştur: Ben kuşluk namazını ancak bu ayetle tanıdım.
19
Toplucakuşları da. Hepsi ona dönücü idi.
(Topluca
kuşları da) iki hâl
arasında mutabakata riayet edilmemesi kuşların topluca haşrinin Dâvûd'un gücünü
aşamalı olarak haşrinden daha çok göstermesi içindir. Mübteda ve haber olarak
vettayru mahşuretün de okunmuştur.
"Hepsi ona
dönücü idi” dağlardan
ve kuşlardan her biri onun teşbihi sebebiyle teşbihe dönücü idi. Bununla
mâ-kabli arasındaki fark şudur: Bu teşbihe
katılmayı, o ise devamı akla getirir.
Ya da
onlardan her biri ile Dâvûd aleyhis-salâtü ves-selâm
teşbihi Allah'a döndürürdü.
20
Onun mülkünü sağlamlaştırdık ve ona hikmeti ve sözün
ayrımını verdik.
"Onun mülkünü
sağlamlaştırdık”
heybet, zafer ve asker çokluğu ile takviye ettik. Mübalağa için şedde ile
(şeddedna) da okunmuştur. Şöyle denilmiştir: Bir
adam bir adamda ineği olduğunu iddia etti, bunu da açıklayamadı. Dâvûd'a
davalıyı öldür, bunu da ona bildir, diye vahyedildi. O da bildirdi, adam da:
Şüphesiz ben onun babasını öldürdüm ve ineğini aldım, dedi. Bunun üzerine
heybeti daha da arttı.
"Ona hikmet
verdik” peygamberlik,
mükemmel ilim ve sağlam iş "ve sözün ayrımını verdik".
Faslel hitab hakkı bâtıldan ayırmakla davaları karara bağlamak demektir
ya da özlü konuşmadır ki, duracak yerde durmak,
durmayacak yerde durmamak, atıflar yapmak, yeni söz başları kurmak, zamir,
zâhir, hazf, tekrar vb. gibi şeylerle maksadı karşıya gayet açık şekilde anlatan
veciz sözdür. Emma ba'd'e faslel hitap denilmesi, maksadı hamdele ve salveleden
ayırdığı içindir. Orta halli konuşmadır da denilmiştir ki, ne meramı ifade
etmeyecek kadar kısa ne de usandıracak kadar uzun olmayan demektir. Nitekim
Efendimiz
aleyhis-salâtü ves-selâm’ın konuşması da: Ne çok kısa ne de bıktıracak
kadar uzun idi denilerek böyle nitelenmiştir.
21
Hasımların haberi sana geldi mi? Hani mihraba
tırmanmışlardı.
"Hasımların
haberi sana geldi mi?”
istifhamın manası şaşırtmak
ve dinlemeye teşvik etmektir. Hasm kelimesi aslında mastardır, bunun içindir ki,
çoğula kullanılmıştır.
(Hani mihraba
tırmanmışlardı).
Odanın suruna tırmanmışlardı. Tesevvere sur kökünden tefe'ul
veznindedir, sinam'dan tesenneme gibi. İz edâtı da mahzûfa müteallıktır
yani nebee tehakümil hasmi iz tesevveru demektir
ya da nebe' lâfzına mütealliktir ki, bundan
maksat da Davut aleyhis-salâtü ves-selâm
zamanında gerçekleşen olay demektir. Eta lâfzının da ona isnadı mahzûf muzâf
itibarı iledir yani kıssatü nebeil hasm
demektir. Çünkü hasm lâfzında fiil manası vardır; eta'ya
müteallik değildir. Çünkü Resûlüllah
sallallahü aleyhi ve sellem'e gelmesi o zaman
değildir. (Hani Dâvûd'un karşısına çıkmışlardı)
buradaki iz birincisinden bedeldir
yahut tesevveru'nûn
zarfıdır.
22
Hani, Dâvûd'un karşısına çıkmışlardı da onlardan korkmuştu.
"Korkma, biz birbirine saldıran iki hasımız; aramızda hüküm
ver, aşırı gitme ve bizi yolun doğrusuna ilet” dediler.
"Onlardan
korkmuştu”
ziyaretçinin yasak ve korumaların da kapıda olmalarına rağmen yanına
girmişlerdi. Çünkü Davut aleyhisselâm zamanını
bölümlere ayırmıştı: Bir gün ibâdet ederdi, bir gün davalara bakardı, bir gün
vaaz verir, bir gün de yakınları ile meşgul olurdu. Melekler boş olduğu bir gün
sûra tırmanarak yanına girdiler:
"Korkma, biz iki
hasımız, dediler” biz
iki bölük davacıyız demektir, hasmın yanındakileri de hasım saymışlardır.
"Birbirimize
haksızlık ettik” bu
da melek oldukları takdirde - ki, meşhur görüş budur - faraza demek istiyor ve
ona îma ediyorlar.
"Aramızda hüküm
ver, aşırı gitme”
haksız karar verme. "Teştut” da okunmuştur ki,
haktan uzaklaşma demektir, tüşattıt ve tüşatıt da okunmuştur ki, hepsi
şatat'tan, haddi aşmaktan gelir.
"Bizi yolun
doğrusuna ilet”
ortasına ki, âdil olana demektir.
23
Şüphesiz bu, benim kardeşimdir; onun doksan dokuz dişi
koyunu var, benim de tek bir dişi koyunum var. Onu da bana ver, dedi ve beni
sözle mağlup etti.
"Şüphesiz bu,
benim kardeşimdir”
Dîn yahut sohbet kardeşim demektir
"onun doksan dokuz dişi koyunu var, benim de tek bir
dişi koyunum var” burada geçen na'ce dişi koyun demektir, kadından da
kinaye edilir. Üstü kapalı konuşmada kinaye ve misal maksadı daha iyi ifade
eder. Te'nin fethi ile tes'un ve tes'une, nûn'un
kesri ile de ni'cetün de okunmuştur. (Onu da bana ver)
aslında elimin altındakilere baktığım gibi ona da bakayım, demektir. Bana kifl
yani hisse ver de denilmiştir.
(Beni konuşmada mağlup etti) öyle deliller
getirdi ki, bir türlü reddedemedim ya da hıtbe
(kadın isteme) konusunda beni mağlup etti
demektir. Hatabtül mer'ete ve hatabeha deyiminden gelir ki, bir kadını ben de
istedim, o da istedi, o evlendi demektir. Ve âzzenîde okunmuştur ki, beni mağlup
etti demektir, şedde atılarak garip bir şekilde ve azenî de okunmuştur.
24
Dâvûd dedi: Yemin olsun, gerçekten senin koyununu kendi
koyunlarına katmak istemekle sana haksızlık etti. Şüphesiz ortaklar elbette
bazıları bazılarına haksızlık eder. Ancak îman edip iyi şeyler yapanlar
müstesnadır ki, bunlar da pek azdır. Dâvûd onu imtihan ettiğimizi zannetti,
Rabbine istiğfar etti ve rüku ederek Rabbine döndü.
"Davut dedi:
Yemin olsun, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlık
etmiştir". Bu da
mahzûf kasemin cevabıdır, ortağının yaptığını aşırı şekilde reddetmek ve
açgözlülüğünü kötü göstermek içindir. Belki de bunu davalı itiraf ettikten sonra
demiştir ya da davanın doğru olduğunu kabul
ederek demiştir. Sual kelimesi mef’ûlüna muzâftır, ilâ edâtı ile geçişli
kılınması da izafe (katmak, ilave etmek)
manasına geldiği içindir.
"Şüphesiz
ortaklardan çokları”
huleta mallarını birbirine karıştıran kimseler demektir ki, tekili hâliyt'tır
(birbirlerine haksızlık eder) ye'nin fethi ve
gizli nûn takdiri ve hazf ile
(leyebğıye) de okunmuştur. Meselâ:
Idrıbe ankel humume tarıkaha
(Kapını çalan sıkıntılarını defet)
Kavlinde olduğu gibi
(ıdribe, ıdriben) demektir. Kesre ile
yetinilerek ye'nin hazfi ile (leyebği) de
okunmuştur.
"Ancak îman edip
iyi şeyler yapanlar müstesnadır ki, bunlar da pek azdır".
Mahum'daki mâ kapalı bırakmak ve azlıklarından
şaşmak için ziyade kılınmıştır.
"Davut onu
imtihan ettiğimizi zannetti”
günahı ile mihnet
verdiğimizi ya da ayılır mı diye bu kararla
imtihan ettik, demektir.
"Rabbine
istiğfar etti” günahı
için "rüku ederek kapandı” secdeye kapandı
demektir, ona rüku demesi, secdeye rukûdan gidildiği içindir
ya da rakian namaz kılarken demektir, sanki
istiğfar etmek için iki rekat namaz kılmak istemiştir
"ve döndü” tevbe ile Allah'a döndü.
Bu kıssada en çok verilmek
istenen şudur: Dâvûd aleyhisselâm başkasının
olan bir şeyi kendinin olmasını istemiştir, üstelik benzeri de kendinde varken.
Allah onu bu kıssa ile uyardı, o da tevbe ve istiğfar etti. Şu rivâyete gelince:
Gözüne bir kadın çarpmış, ona aşık olmuş ve onunla evleninceye kadar uğraşmış,
ondan da Süleyman olmuştur, hikayesi, eğer doğru ise belki de o kadını dünürlük
yolu ile istemiştir ya da kocasından onu
boşamasını istemiştir. Bu o zamanlar normal bir şeydi, Ensâr da Muhâcirlere bu
mana da teklifte bulunmuştur. Şu anlatılan şeye gelince: O, Oriya denen birini
defalarca savaşa göndermiş ve ön saflarda çatışmasını istemiş, o da öldürülünce
karısı ile evlenmiştir; bu ise dalga geçme ve iftiradır.
Şöyle de
denilmiştir:
Birileri onu öldürmek istediler, özel odasına tırmandılar, yanına girdiler.
Orada başkalarını da görünce dava meselesini uydurdular, o da maksatlarını
anladı ve onlardan intikâm almak istedi. Bunun Allah'tan bir imtihan olduğunu
düşündü, aklına gelen şeyden tevbe ve istiğfar etti.
25
Biz de onun bu hareketini bağışladık. Gerçekten onun için
yanımızda yakınlık ve dönüş güzelliği var.
"Biz de onun bu
hareketini bağışladık”
istiğfar ettiği şeyi.
"Gerçekten onun
için yanımızda yakınlık vardır”
bağışlanmadan sonra yakınlık
vardır "ve dönüş güzelliği vardır” cennette
gideceği yer vardır.
26
Ey Davut, şüphesiz biz seni yeryüzünde hâlife kıldık; sen
de insanların arasında hak ile hükmet ve hevese uyma; sonra seni Allah'ın
yolundan saptırır. Şüphesiz Allah,'ın yolundan sapanlar için hesap gününü
unuttuklarından dolayı şiddetli bir azâp vardır.
"Ey Davut,
şüphesiz biz seni yeryüzünde hâlife kıldık”
ondaki mülkün üzerine
getirdik yahut senden önce hakkı icra eden
peygamberlerin hâlifesi kıldık.
"Sen de insanlar
arasında hak ile hükmet”
Allah'ın hükmü ile
"hevese uyma” nefsin arzusuna. Bu da daha önce
denildiği gibi günahının, sormadan önce davacıyı tasdik etme ve ötekisini
zâlimlikle suçlama olduğunu teyit eder.
"Sonra seni
Allah'ın yolundan saptırır”
hakkı gösteren delillerden
uzaklaştırır.
"Şüphesiz
Allah,'ın yolundan sapanlar için hesap gününü unuttuklarından dolayı şiddetli
bir azâp vardır”
unutmaları sebebiyle ki, o da hak yoldan sapmalarıdır. Çünkü onu hatırlamak
hakka sarılmayı ve nefse muhalefeti gerektirir.
|