49De ki: "Hak geldi, batıl ne yeniden bir şey var edebilir, ne de geri getirebilir." "De ki: Hak geldi" âyeti ile ilgili olarak Said, Katade'den, haktan kasıt Kur'ân-ı Kerîm'dir, dediğini nakletmektedir.en-Nehhâs dedi ki: İfadenin takdiri hakkın sahibi geldi, takdirindedir. İçinde delillerin ve belgelerin bulunduğu kitab geldi, demektir. "Batıl ne yeniden bir şey var edebilir." Katade dedi ki: Batıl şeytandır, yani şeytan hiçbir kimseyi yaratamaz. "Ne de geri getirebilir." Buna göre; "Ne" nefy edatıdır. Bunun "neyi(yeniden) geri getirebilir?" anlamında soru olması da mümkündür. Yani hak geldi, batılın nesi kaldı ki onu yeniden yaratabilsin ve onu ilk olarak meydana getirebilsin?Yani batıldan geriye hiçbir şey kalmamıştır. Bu da yüce Allah'ın: "Şimdi onlardan geriye kalanı görüyor musun?" (el-Hakka, 69/8) âyetine benzemektedir. Onlardan geriye kalan bir şey göremiyorsun, demektir. 50De ki: "Eğer ben sapmışsam, ancak kendi aleyhime sapmış olurum. Şayet hidayet bulmuşsam, o Rabbimin vahyetmekte olduğundan ötürüdür. Muhakkak O, işitendir, pek yakındır." "De ki: Eğer ben sapmışsam, ancak kendi aleyhime sapmış olurum." Çünkü kâfirler: Sen atalarının dinini terkettin, bundan dolayı sapıttın, demişlerdi. Yüce Allah da ona şunu emretmektedir: Ey Muhammed de ki: Eğer ben sizin iddia ettiğiniz gibi saptı isem, kendi aleyhime sapmış olurum. "Sapmışsam" anlamındaki lâfız genel olarak, "lâm" harfi üstün olmak üzere: diye okunmuştur. Yahya b. Vessab ve başkaları ise, "lâm" harfini esreli ve "dat" harfini de üstün olarak: den gelen bir fiil olarak okumuşlardır. doğru yolda oluşun zıttıdır. "Lâm" harfi üstün olarak ile "dat" harfi esreli olmak üzere; Saptım, saparım" demektir. İşte yüce Allah da: "De ki: Eğer ben sapmışsam ancak kendi aleyhime sapmış olurum" diye buyurmaktadır. İşte bu söyleyiş (yani mazide "lâm" harfi üstün, müzariinde "dat" harfi esreli söyleyiş) Necidlilerin söyleyişidir ve fasihtir. Ancak el-Aliye'de yaşayanlar mazide, diye "lâm" harfini esreli, muzaride de: diye kullanırlar. Benim sapıklığımın vebali benim aleyhimedir, demektir. "Şayet hidayet bulmuşsam o Rabbimin vahyetmekte olduğundan" bana bildirdiği hikmet ve beyandan "ötürüdür. Muhakkak O, işitendir, pek yakındır." Yani kendisine dua edenlerin duasını işitir ve pek yakında dualarını kabul eder. İfadelerin nazmı açısından da şöyle denilmiştir: de ki: Rabbim muhakkak hakkı yerleştirendir, delili açıklayandır. Sapıtmış olanların sapıklığı ortaya konulmuş olan delilleri çürütmez. Şayet ben saparsam elbette kendime zarar vermiş olurum, yoksa bu Allah'ın delilini çürütmez ve eğer doğru yolu bulursam, hiç şüphesiz bu Allah'ın lutfu iledir. Zira delil üzere bana o sebat vermiştir, şüphesiz ki O, herşeyi işitendir, pek yakındır. 51Onları korkuya kapıldıklarında bir görsen! Artık kurtuluş olmayacak ve yakın yerde yakalanmış olacaklar. "Onları korkuya kapıldıklarında bir görsen! Artık kurtuluş olmayacak" âyetinde yüce Allah, kâfirlerin hakkı tanımak zorunda kalacakları bir zamandaki hallerini sözkonusu etmektedir. Âyet: Sen dünya hayatında ölümün geldiği yahut ta yüce Allah'ın kendilerine göndereceği başka bir azâbın inişi esnasında korkuya kapıldıklarını bir görsen, demektir. Bu anlamdaki bir açıklama İbn Abbâs'tan rivâyet edilmiştir. el-Hasen dedi ki: Bu onların kabirlerde Sayha (kıyâmet çığlığı)'dan ötürü duyacakları korku ve dehşettir. Yine ondan nakledilen bir rivâyete göre buradaki korkudan kasıt, kabirlerinden çıkacakları vakit duyacakları bir korkudur.Katade de böyle açıklamıştır. İbn Muğaffel ise şöyle demektedir: Bu korku Kıyâmet günündeyüce Allah'ın vereceği cezayı gözleriyle görecekleri vakit ortaya çıkacaktır. es-Süddî de şöyle demektedir: Bu meleklerin kılıçları ile boyunları vurulduğu esnada Bedir günü duydukları korkudur. Bu halde iken ne kaçabildiler, ne de tevbeye geri dönebildiler. Saîd b. Cübeyr de dedi ki: Bundan kasıt, el-Beyda denilen bir yerde yerin dibine geçirilecek olan ordudur. Onlardan geriye sadece bir adam kalacak, o da insanlara arkadaşlarının karşı karşıya kaldıkları durumu haber verecek ve korkuya kapılacaklar. İşte onların korkuları bu olacaktır. "Artık kurtuluş olmayacak." İbn Abbâs, kurtulmaları sözkonusu olmayacaktır diye; Mücahid ise bir yere kaçış mümkün olmayacak, diye açıklamıştır. "Ve yakın yerde yakalanmış olacaklar." Kabirlerden yakalanmış olacaklar demektir. Nerede bulunurlarsa, oradan yakalanacaklar, diye de açıklanmıştır. Onlar yüce Allah'a göre yakındır. Hiçbir şekilde O'na gizli kalmazlar ve O'nun elinden kurtulamazlar. İbn Abbâs da şöyle demektedir: Bu âyet-i kerîme ahir zamanda Ka'be'yi tahrib etmek üzere yola çıkacak olan seksenbin kişilik ordu hakkında nazil olmuştur. Onlar el-Beyda'ya girmekle birlikte, yerin dibine geçirileceklerdir. İşte "yakın yerde yakalanmak"dan kasıt budur. Derim ki: Bu anlamda Huzeyfe'den gelmiş merfu bir haber vardır. Biz bu haberi "et-Tezkire" adlı eserimizde zikretmiş bulunuyoruz. Huzeyfe dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu -deyip doğudakiler ile batıdakiler arasında ortaya çıkacak bir fitneyi sözkonusu etti ve şöyle devam etti-: "Onlar bu hallerinde bulunuyor iken es-Süfyanî kuru olan vadiden bu işin alevlendiği bir sırada çıkıp gelecek ve Dımaşk'ta konaklayacak. Birisi doğuya, diğeri Medine'ye olmak üzere iki ordu gönderecek. Doğuya giden ordu doğu tarafına doğru yol alacak ve nihayet o lanetli şehir Babil ile o kötü yerde -Bağdat şehrini kastetmektedir- konaklayacaklar. Üçbin kişiden daha fazlasını öldürecekler. Bin kadından fazla kadının ırzına geçecekler ve orada el-Abbas'ın soyundan ileri gelen üçyüz kişiyi öldürecekler. Sonra Şam'a doğru çıkacaklar, Kufe'den bir hidayet bayrağı çıkacak ve Kufe'den iki günlük mesafede bu orduya yetişecek ve onları öldürecekler. Haber verebilecek bir kimse dahi onlardan kurtulamayacak. O ordunun elinde bulunan esir kadın ve çocukları ve ganimetleri kurtaracaklar. Göndereceği ikinci ordu ise Medine'ye varacak. Üç gün, üç gece Medine'yi talan edecekler. Sonra da Mekke'ye doğru yola çıkacaklar. Nihayet el-Beyda'da bulunacakları bir sırada yüce Allah, üzerlerine Cibril (aleyhisselâm)'ı gönderecek. Ey Cibril! Git ve onları imha et, diyecek. Cibril de oraya ayağı ile bir defa vuracak, yüce Allah onları yerin dibine geçirecek. İşte yüce Allah'ın: "Onları korkuya kapıldıklarında bir görsen! Artık kurtuluş olmayacak ve yakın bir yerde yakalanmış olacaklar" âyeti bunu anlatmaktadır. Onlardan geriye sadece biri onların müjdecileri, diğeri ise korkutucuları olan Cüheyneli iki kişi kalacak. İşte bundan dolayı kesin haber Cüheynelilerdedir denilmiştir Burada zikredilenlerin çeşitli kısımlarıyla kaydedildiği bazı rivâyetler için bkz. Hakim. Müstedrek, IV, 565; Ebû Amr ed-Dânî, es-Sünenü'l-Varide fi'l-Fiten, IV, 937, V, 1021, 1022, 109, 1091, 1093; Nuaym b.Hammâd el-Mervezî. el-Fiten, I, 220-224. II, 690-691. "Yakın yerde yakalanmış olacaklar"âyeti, ruhları bulundukları yerde kabzedilecek, ölümden kaçma imkanını bulamayacaklardır de diye açıklanmıştır. Bu açıklama da: Bu korku ruhun alınacağı esnada sözkonusu olur, diyenlerin görüşüne uygundur. Bununla birlikte bunun, karşılık vermek, çağrıya uymak anlamındaki korku ile ilgili olma imkanı da vardır. Çünkü: "Adam başına gelen bir korku dolayısıyla kendisinden yardım isteyen imdat dileyenin istediğine koştu" demektir. Peygamber Efendimiz'in ensara hitaben söylemiş olduğu: "Sizler tamah edilen şeyler sözkonusu olursa, sizden az bulunur, dehşetli hallerde yardıma çağrı esnasında da çok kişi bulunur" şeklindeki Abdurrahman b. Ali b. Muhammed Ebû'l-Farac, Safvetu's-Safve, I, 205.rivâyette de bu anlamdadır. Bu âyetle, yerin dibine geçirilmek yahut ta Bedir gününde olduğu gibi dünyada iken öldürülmenin kastedildiğini söyleyenler, şu açıklamayı da yaparlar: Bunlar âhiretten önce dünya hayatında azâb ile yakalanmış oldular. Bu korku, kıyâmet gününde gerçekleşecektir, diyenler de şöyle derler: Bunlar yerin dibinden, yerin üstüne çıkartılmışlardır.(Onun için korkmuşlardır). "Yakın yerde yakalanmış olacaklar"âyetin cehenneme yakın bir yerden alınıp oraya atılacaklardır, diye de açıklanmıştır. 52"Ona îman ettik" diyecekler, ama onlar için uzak bir yerden ona el atmaları ne mümkün! "Ona" Kur'ân'a inandık. Mücahid'e göre Allah'a, el-Hasen'e göre öldükten sonra dirilişe, Katade'ye göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a "îman ettik, diyecekler." "Ama onlar için uzak bir yerden ona el atmaları ne mümkün!" âyeti ile ilgili olarak İbn Abbâs veed-Dahhak şöyle demiştir: "El atmak"dan kasıt, geri dönmektir. Yani îman etmek için dünyaya geri dönmeyi isteyeceklerdir, fakat böyle bir isteğin yerine getirilmesine imkan bulunmayacaktır. Şairin şu beyitinde de bu anlamda kullanılmıştır: "Meyye'nin bana tekrar dönmesini temenni etti, Ama onun dönüşüne imkan yok." es-Süddî, kasıt tevbedir demiştir. Yani bu tevbe imkanı onlardan uzaklaşmış iken böyle bir istekte bulunacaklardır. Çünkü tevbe ancak dünya hayatında kabul olunur. Bu lâfzın el atmak, el ile yakalamak anlamında olduğu da söylenmiştir. İbnu's-Sikkit dedi ki: Bir adam, bir diğerinin başından ve sakalından yakaladığı takdirde: "Onu yakaladı, yakalar, yakalamak" denilir. Daha sonra da şu beyiti zikreder: "O develer havuzdan suyu içiyorlar, Öyle bir içiş ki, hem bunlar büyük çöllerin ortasını katederler." Bu beyit ile sözünü ettiği develerin yukarıdan(boyları uzun olduğu için) çok büyük miktarda su içtiklerini böylelikle de başka bir suya ihtiyaçları olmadan uzun mesafeleri, çölleri aştıklarını anlatmak istemektedir. Yine (İbnu's-Sikkit) şöyle demektedir: Savaş esnasında "münaveşe" tabiri de buradan gelmektedir. Bu ise iki tarafın birbirine yaklaşması halinde sözkonusudur. "Şiddetlice yakalayan adam" demektir. "El atmak, elle yakalamak" demek olup da bu anlamdadır. Recez vezninde şair şöyle demektedir: "Boyunları iyiden iyiye yakalıyorlardı." "Ama onlar için uzak bir yerden ona el atmaları ne mümkün!" âyeti ile yüce Allah şunu anlatmaktadır: Onların dünya hayatında iken kâfir olduklarından ötürü, âhirette tekrar imanı ele geçirmeleri mümkün değildir. "Onlar için... ona el atmaları ne mümkün" âyetini: şeklindeEbû Amr, el-Kisaî, el-A'meş veHamza hemze ile okumuşlardır.en-Nehhâs şöyle demektedir:Ebû Ubeyde böyle bir okuyuşun(doğru olmaktan) uzak olduğunu görmektedir. Çünkü hemzeli okuyuş uzaklık) anlamındadır. O halde: "Uzak bir yerden onlar için uzaklık nasıl olur" gibi bir mana ortaya çıkar. Ebû Cafer şöyle demektedir: Bu okuyuş caizdir ve güzeldir. Arap dilinde bunun iki türlü açıklaması vardır ve bunlar doğruluktan uzak te'viller de değildir. Bu iki açıklamadan birisi şöyledir: Kelimenin aslı hemzeli olmayıp sonradan "vav" harfi üzerindeki harekenin hafif(gizli) oluşu dolayısıyla hemzeli okunmuş olabilir. Bu Arapçada çokça görülen bir husustur. Büyük toplulukların, büyük topluluklardan naklettiği mushafta da: "Peygamberlerin belirli vakitleri geldiği zaman" (el-Murselat, 77/11) Burada -"belirli vakitleri geldiği" anlamındaki kelime- aslında; şeklindedir. Çünkü bu "vakif'den türetilmiştir. Diğer taraftan: "Ev" kelimesi diye çoğul yapılabilmektedir. Diğer bir açıklamayı da Ebû İshak zikretmektedir ve şöyledir: Bu durumda kelime ağırca hareket demek olan: den türetilmiş olur. Uzak kalmış olan bir husus hakkında onların hareket edebilmeleri mümkün değil, demektir. "o şeyi uzak bir yerden aldım" denilir. ise ağır olan şey demektir.el-Cevherî şöyle demektedir: Hemzeli olarak; "Gecikmek ve uzaklaşmak" anlamındadır. "Ben bu işi geciktirdim, geciktiriyorum" denilir. "(........): O da gecikti" demektir. Mesela: "Son olarak onu yaptı" denilir. Şair de şöyle demektedir: "Sonunda bana itaat etseydi diye temenni ettiğim, Halbuki o işlerden sonra çok işler meydana geldi." Bir başka şair de şöyle demektedir: "Uzun bir süre yükseklere ulaşma isteğini bırakıp oturdun, Ve sonunda payın olanı da elden kaçırdıktan sonra gecikmiş olarak geldin." el-Ferrâ' da şöyle demektedir: lâfzında hemzeli ve hemzesiz okuyuş anlam itibariyle birbirine yakındır. Tıpkı; "Ben o adama sitem ettim, ederim" fiiline benzemektedir. "Uzak bir yer"den kasıt âhirettir. Ebû İshak et-Temimî'den, o İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: "Onlar için... ne mümkün" yani geri dönüş mümkün olamaz. Çünkü onlar geri döndürülme zamanı olmayan bir sırada böyle bir istekte bulunmuş olacaklardır. 53Halbuki önceden onu inkâr etmişlerdi. Üstelik uzak bir yerden gayb hakkında rastgele zanlarda bulunuyorlardı. "Halbuki önceden" yani dünyada iken "onu" Muhammed'i "inkâr etmişlerdi. Üstelik uzak bir yerden gayb hakkında rastgele zanlarda bulunuyorlardı." Araplar hak olmayan bir şeyleri söyleyen herkes için: "O gayb hakkında rastgele zanlarda bulunur" anlamındaki tabirini kullanırlar ve bu taş atıp isabet ettiremeyen kimse için bir misaldir. Yani bunlar zanları ortaya atarak şöyle diyorlar: Ne öldükten sonra diriliş, ne amel defterlerinin verilmesi, ne cennet, ne de cehennem ateşi vardır. Onlar bunu zanlarından hareketle ileri sürüyorlar. Bu açıklamayıKatade yapmıştır. Bir diğer açıklamaya göre "Zanlarda bulunuyorlar" ifadesi, Kur'ân hakkında iftirada bulunarak: O sihirdir, şiirdir, öncekilerin efsaneleridir, derler, demektir. Bir açıklamaya göre de, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında o şairdir, sihirbazdır, kahindir, delidir derler. "Uzak bir yerden" ifadesi de şu demektir: Yaniyüce Allah, onlar için Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın doğru söylediğini bilme imkanını uzaklaştırmıştır. Burada uzaktan kasıt, kalpten uzaklıktır,yani onlar kalplerinden uzakça bir yerden...(zanlarda bulunuyorlar.) Mücahid de: "Onlar uzak bir yerden atılıyorlar" diye meçhul bir fiil olarak okumuştur ki, onlara bununla atış yapılır, demektir. Bir başka açıklamaya göre bunları o kimseleri azdıran ve saptıran kişiler onlara atarlar (telkin ederler.) 54Daha önceden benzerlerine yapıldığı gibi, onlar ile arzuladıkları şeyler arasına, bir engel konacaktır. Çünkü onlar endişeye düşüren bir şüphe içinde idiler. "Daha önceden benzerlerine yapıldığı gibi" âyetindeki: "Benzerler" kelimesi, in çoğuludur. Bu da: "Taraftar, benzer" lâfzının çoğuludur. "Onlar ile arzuladıkları şeyler arasına bir engel konacaktır" âyeti ile ilgili açıklamalardan birisi şöyledir: Onlar ile azaptan kurtulmaları arasına bir engel konacaktır. Bir başka açıklamaya göre onlar ile dünyada iken ellerinde bulunup da (şu anda) arzuladıkları mal ve yakınları arasına engel konacaktır. Katade'nin görüşüne göre de anlam şöyledir: Onlar azâbı göreceklerinde yüce Allah'a itaat etmek ve onlara vermiş olduğu emirleri yerine getirmek isteklerinin kabul edilmesini arzu edecekler, fakat bu istekleri ile kendileri arasına engel olunacaktır. Çünkü böyle bir şey dünya hayatında olabilirdi. İşte o vakitte dünya hayatı sona ermiş olacaktır. "Engel kondu" fiilinin aslı: şeklindedir. Burada "vav"ın harekesi "ha" harfine verildikten sonra "ye" harfine dönüştürüldü, sonra da ağırlığı dolayısıyla harekesi hazfedildi. "Daha önceden" âyeti, daha önceden geçip gitmiş olan kâfir nesiller demektir. "Çünkü onlar" rasûllerin durumu, öldükten sonra diriliş, cennet ve cehennem hakkında, bir başka açıklamaya göre din ve tevhid hakkında -ki anlam birdir- "endişeye düşüren bir şüphe içinde idiler." "Endişeye düşüren" kendisi sebebiyle şüpheye düşülen şey demektir. Mesela: "Adam şüpheye düştü" demektir. "Şüphe eden" demektir. Bunun şüphe ve itham demek olan: den geldiğini söyleyenler şunu da derler: denilir, nitekim pekiştirici ifade kullanılmak istendiğinde: "Çok hayret edilecek bir şey ve çok güzel bir şiir" demek de buna benzemektedir. Sebe' Sûre'si burada sona ermektedir. Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun. Rahmân ve Rahîm Allah'ın İsmi ile Herkesin görüşüne göre Mekke'de inmiştir. Kırkbeş âyet-i kerîmedir. 1Hamd, göklerle yeri yoktan var eden, melekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı elçiler kılan Allah'a mahsustur. O, yaratılışta dilediğini arttırır. Gerçekten Allah herşeye gücü yetendir. "Hamd, göklerle yeri yoktan var eden... Allah'a mahsustur" âyetinde yer alan: "Yoktan var eden" lâfzının sıfat olmak üzere esreli, bir mübteda takdiri ile merfu ve övmek maksİsmi ile de nasb olmak üzere üç türlü gelmesi caizdir. Nitekim, Sîbeveyh: "Hamda lâyık olana hamdolsun" tabirinde de bunun gibi (üç şekil) câiz olduğunu nakletmiştir. Aynı şekilde: "Melekleri... kılan" âyeti da böyledir. Fatır (yoktan var eden): Yaratan demektir. Yusuf Sûresi'nde (12/101. âyetin tefsirinde) ve başka yerlerde buna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Bir şeyin üstünü yarmak" demektir. Mesela: "Ben onu yardım, o da yarıldı" denilir, "Devenin azı dişi çıktı" tabiri buradan gelmektedir. Böyle olan deveye de denilir. " Bir şey çatladı" anlamındadır. "Çatlakları bulunan kılıç" demek olur. Şair Antere de şöyle demektedir: "Kılıcım bir şimşek gibi parlaktır, yanımdan ayırmam onu, Silahım ne pürüzlüdür, ne de çatlağı vardır, onun." " Başlatmak ve icad etmek" demektir.İbn Abbâs dedi ki: Ben "göklerle yeri yoktan var eden (fatır)"in ne demek olduğunu bilemiyordum. Nihayet bir kuyu hakkında çekişen iki bedevi bana geldi. Onlardan birisi: O kuyuyu ilk açan benim, anlamında; dedi. Dişi deveyi baş parmak ile şehadet parmağıyla sağmaya denilir. Göklerle yerin zikredilmesi ile kastedilen, alemin tümüdür. Bununla yüce Allah şuna dikkat çekmektedir: İlkin yaratmaya kadir olan tekrar yaratmaya da kadir olandır. "Melekleri... kılan" âyetindeki lâfzının tenvinli gelmesi câiz değildir, çünkü geçmiş hakkında kullanılmıştır. "Elçiler" lâfzı bir mef'ûldür. Bir fiil takdiri dolayısıyla mef'ûl olduğu da söylenmiştir. Çünkü "fail (âyet-i kerîmedeki câil; kılan)" vezni eğer geçmiş hakkında kullanılacak olursa, ona hiçbir şey amel etmez. Onun muzari' anlamında amel ettirilmesi halinde ise tenvin tahfif için hazfedilir. ed-Dahhak: "Gökleri ve yeri yoktan var etmiş bulunan" diye mazi bir fiil olarak okumuştur. Cebrâîl, Mikail, İsrafil ve ölüm meleği -Allah'ın salât ve selâmı hepsine olsun- âyette geçen: "Melekleri... elçiler kılan"de geçen elçilerdendirler. el-Hasen "melekleri kılan" anlamındaki lafızda geçen: "Kılan" lâfzını merfu' olarak okumuştur. Huleyd b. Neşit de: Melekleri kılmıştır" diye okumuştur ki bütün bunlar açık ve anlaşılır şeylerdir. "Kanatlı" ifadesi bir sıfat olup yani kanatları bulunanlar, demektir. "İkişer, üçer ve dörder" yani herbirisinin iki iki, üç üç ve dört dört kanatları vardır. Katade dedi ki: Kimisinin iki, kimisinin üç, kimisinin dört kanadı bulunmaktadır. Onlar bu kanatları ile semadan yere inerler ve yerden de semaya yükselirler. Aldıkları bu mesafe ise, şu kadar olup onlar bunu azıcık bir vakitte alırlar. Yani onları rasûller kıldı, elçiler kıldı. Yahya b. Sellâm dedi ki: Onların elçilikleri peygamberleredir.es-Süddî ise rahmetiveya intikamı ile kullaradır, demiştir. Müslim, Sahih'inde, İbn Mes'ûd'dan rivâyete göre Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) Cibril(aleyhisselâm)'ı altıyüz kanadı olduğu halde görmüştür Müslim, I, 158;Buhârî, III. 1181, IV, 1840, 1841;Müsned, I, 395, 398, 407. 412. 460. ez-Zührî'den nakledildiğine göre Cebrâîl(aleyhisselâm), Peygamber Efendimiz'e şöyle demiş: "Ey Muhammed! Sen İsrafil'i bir görsen, onun onikibin kanadı vardır. Bu kanadın biri meşrıkte, diğeri mağribtedir. Arş onun omuzu üzerindedir, o yüce Allah'ın azameti dolayısıyla o kadar küçülür ki; hatta küçük bir kuş gibi bir hale gelir, hatta Rabbinin Arşını ancak Onun azameti taşır. " ibnu'l-Mübarek, Zühd, I, 74. Ancak İsrafil'in kanatlarının "onikibin" değil de "oniki" tane olduğu zikredilmektedir. ".lı" sahibi demek olup in çoğuludur. Tıpkı: "Bunlar" lâfzının: 'in çoğulu olduğu gibi. Bunların mütemekkin isimlerden benzeri ise "Gebe develer" anlamındaki kelimenin çoğulunun: diye gelmesi gibi. "İkişer, üçer ve dörder" lâfızlarına ve bunların gayr-ı munsarıf olduğuna dair açıklamalar daha önceden en-Nisa Sûresi'nde (4/3. âyet, 7. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. "O, yaratışta dilediğini arttırır."Müfessirlerin çoğunun açıklamalarına göre meleklerin yaratılışında... demektir. Bu açıklamayı el-Mehdevî zikretmiştir.el-Hasen ise şöyle demektedir: "O yaratılışta... arttırır" meleklerin kanatlarında dilediğini arttırır, demektir. ez-Zührî veİbn Cüreyc şöyle demiştir: Bundan kasıt güzel sestir. Bu hususa dair açıklama ise daha önceden bu tefsirin mukaddimesinde ("Yüce Allah'ın Kitabı Nasıl Okunmalıdır?" bahsinde) geçmiş bulunmaktadır. el-Heysem el-Farisî şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı rüyamda gördüm. Bana: "Sen Kur'ân-ı Kerîm'in sesiyle süslendiği el-Heysem adındaki kişisin. Allah sana hayırla mükâfat versin." Katade de şöyle demiştir: "O, yaratılışta dilediğini arttırır"âyetinden kasıt, güzel gözler, güzel burun ve tatlı bir ağız demektir. Güzel nasib ve pay diye de açıklanmıştır. Muhacir el-Kelaî dedi ki: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:"Güzel hat (yazı) ifadenin açıklığını daha da arttırır. "İbn Hacer, el-İsabe, VI, 385; hadisin ravisi olarak zikredilen Muhacir el-Kulaînin Peygamber Efendimiz'den yaptığı rivâyetlerinin mürsel olduğu ve ashabdan olduğunun bilinmediğini de bilinmektedir. Bunun güzel yüz demek olduğu da söylenmiştir. Bu âyet-i kerîme hakkında gelen rivâyette de şöyle denilmektedir: Maksat güzel yüz, güzel ses ve güzel saçtır. Bunu da el-Kuşeyrî zikretmektedir. en-Nekkaş dedi ki: Bu hafif dalgalı saç demektir. Akıl ve temyiz (ayırdetme) gücü olduğu söylendiği gibi, bilgiler ve sanatlardır diye de açıklanmıştır. "Gerçekten Allah" az ya da çok vermek hususunda "herşeye gücü yetendir." ez-Zemahşerî dedi ki: Âyet-i kerîme mutlaktır. Yaratılıştaki herbir fazlalığı kapsamına alır. Uzun boy, çok dengeli bir suret, organların tamam olması, yakalama gücü, keskin bir akıl, sağlam bir görüş, kalbi cesaret, nefsi itibariyle müsamahakâr olmak, akıcı bir dil, etkileyici bir konuşma, işleri güzel bir şekilde yapma ve buna benzer hiçbir nitelemenin kesinlikle sınırlandıramayacağı daha başka şeyler. 2Allah, insanlara herhangi bir rahmeti açacak olursa, onu tutacak olmaz. Tuttuğunu da O'ndan başka salıverecek olmaz. O, emrinde galibtir, her işinde hikmeti sonsuz olandır. "Allah, insanlara herhangi bir rahmeti açacak olursa, onu tutacak olmaz" âyetinde nahivciler Kur'ân-ı Kerîm'in dışında: "Onu tutacak olmaz" anlamındaki âyetin: diye okunmasını -(zamiri): nın lâfzına göre kullanılması suretiyle câiz kabul etmişlerdir. Âyet-i kerîmede: Onu" şeklinde kullanılması ise(radıyallahü anhhmet lâfzının müennes) manasına binaendir. Aynı şekilde: "Tuttuğunu da... salıverecek olmaz"anlamındaki âyetin; şeklinde okunmasını da câiz kabul ettikleri gibi; "Allah insanlara herhangi bir rahmeti açacak olursa" anlamındaki âyetin da; "Açacak olursa" âyetinin merfû' okunmasını da câiz kabul etmişler ve bu durumda: ism-i mevsul'ü anlamında olur. Yani peygamberler insanlara rahmet olmak üzere gönderilmişlerdir. Allah'tan başka kimse onları peygamber olarak gönderme gücüne sahih değildir. Bir başka açıklama da şöyledir: Allah'ın onlara gönderdiği bir yağmur yahut bir rızkı hiçbir kimse engelleme gücünü bulamaz. Bunlardan O'nun engellediğini de hiç kimse salıveremez. Buradaki "rahmet"in dua olduğu söylenmiştir. Bunu ed-Dahhak söylemiştir. İbn Abbâs tevbe demiştir. Tevfik ve hidayet diye de açıklanmıştır. Derim ki: "Rahmet" lâfzı bütün bunları kapsar. Çünkü bu lâfız umum ve müphemlik ifade etmek için nekire (belirtisiz) gelmiştir. Bedel olarak her türlü rahmeti kapsamına alır. O halde sözü edilen bütün bu açıklamaları kapsayan umumi bir lafızdır. Malik, Muvatta’’ında kaydettiğine göre Ebû Hüreyre. sabah uyandığında yağmur yağmış olduğunu gördüğü vakit: "Fetih(açmak)'in doğuşu ile birlikte bize yağmur yağdırıldı, dediğinin ve sonra da şu: "Allah, insanlara herhangi bir rahmeti açacak olursa, onu tutacak olmaz" âyetini okuduğunun kendisine ulaştığını söylemiştir. Muvatta’, I, 192. "O, emrinde galibtir, her işinde hikmeti sonsuz olandır" âyetine dair açıklamalar ise daha önceden (el-Bakara, 2/129) geçmiş bulunmaktadır. 3Ey insanlar! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Gökten ve yerden size Allah'tan başka rızık veren herhangi bir yaratıcı var mıdır? Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Böyleyken nasıl olur da döndürülüyorsunuz? "Ey İnsanlar! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın" âyetinde geçen "hatırlama (zikir)" şükür anlamındadır. "...Allah'tan başka... bir yaratıcı var mıdır?" âyetindeki: "Başka" anlamındaki lâfzın ref, nasb ve cer ile okunması caizdir. Ref ile okunması iki şekilde açıklanır: Birincisi; "Allah'tan başka yaratıcı var mıdır?" şeklinde olup Allah'tan başka yaratıcı yoktur, anlamında olmasıdır. İkinci şekil ise mahalli i'rabı gözönünde bulundurularak önceki kelimeye sıfat olmasıdır. Çünkü asıl anlamı: "Allah'tan başka yaratıcı var mıdır?" şeklinde olup harf-i cerri fazladan gelmiştir. Nasb ile okunması istisna dolayısıyla, mecrur okunması ise lâfza göre olur. Humeyd et-Tavil dedi ki: Ben el-Hasen'e: Şerri kim yarattı? diye sordum. O: Subhanallah dedi. Hiç aziz ve celil olan Allah'tan başka bir yaratıcı var mıdır? Hayrı da şerri de yaratan O'dur. Hamza veel-Kisaî de cer ile: "Allah'tan başka bir yaratıcı var mıdır?" diye okumuşlardır, diğerleri ise ref' ile okumuşlardır. "Gökten" yağmur ile "yerden" bitki ve nebat ile "size Allah'tan başka rızık veren herhangi bir yaratıcı var mıdır? O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Böyle iken nasıl olur da döndürülüyorsunuz?" âyetinde geçen: " Döndürülüyorsunuz"lâfzı üstün olarak: den gelmektedir. Bu da "döndürmek" anlamına gelir. Mesela: Bu işten seni ne döndürdü?" denilir. Bunun: "Yalan ve iftira" lâfzından geldiği de söylenmiştir. Bu da anlam itibariyle öncekine racidir. Zira yalan doğru ve haktan döndürülmüş bir sözdür. Yüce Allah'ın tevhidini nasıl yalanlayabilirsiniz? demektir. Âyet-i kerîme, Kaderiyye'ye karşı bir delildir. Çünkü yüce Allah'tan başka yaratıcı olmadığını ortaya koymaktadır. Onlar ise -daha önce birkaç yerde geçtiği üzere- onunla birlikte yaratıcıların varlığını söylemiş gibi oluyorlar. |