Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

407

 

030 - RÛM SÛRESİ

 

CÜZ :

21

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

33

İnsanlara bir sıkıntı isabet etse, hemen Rabblerine yönelenler olarak O'na dua ederler. Sonra onlara nezdînden bir rahmet tattırırsa, bakarsın ki onlardan bir fırka, Rabblerine ortak koşar.

"İnsanlara bir sıkıntı" yani kıtlık ve zorluk

"İsabet etse, hemen Rabblerine"bunu üzerlerinden kaldırması için

"yönelenler olarak O'na dua ederler." İbn Abbâs dedi ki: Bütün kalbleriyle ve hiçbir şey oıtak koşmaksızın O'na yönetirler. Bu buyruklarda bu halin hayret edilecek bir husus olduğu anlatılmaktadır. Bu âyeti ile yüce Allah, müşriklerin, ardı arkasına gelen delillere rağmen yüce Allah'a dönmeyi terketmelerinden, peygamberinin hayret etmesi gerektiğine dikkat çekmektedir. Yani bu kâfirlere hastalıkya da darlık gibi bir sıkıntı isabet edecek otursa, hemen Rabblerine dua ederler. Yani başlarına gelen bu musibeti açıp gidermesi İçin Ondan yardım iscerler. Putları bir kenara bırakarak yalnızca O'na yönelirler. Çünkü putların kurtuluşa erdiremeyeceklerini çok iyi bilirler.

"Sonra onlara neslinden bir rahmet"sağlık ve nimet

"tattırırsa, bakarsın ki onlardan bir fırka, Rablerine" O'na ibadetlerinde

"ortak koşar."

34

Kendilerine verdiklerimize nankörlük etsinler dîye. Faydalanın bakalım, yakında bileceksiniz.

"Kendilerine verdiklerimize nankörlük etsinler diye" âyetinde yer alan "lâm"ın "key lâm'ı ("diye" anlamında)" olduğu söylendiği gibi; tehdit anlamını taşıyan bir emir "lâm"ı olduğu da söylenmiştir,O taktirde anlam: "Kendilerine verdiklerimize nankörlük etsinler de görelim" şeklinde olur.Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi

"Artık, dileyen îman etsin, dileyen kâfir olsun." (el-Kehf, 18/29)

"Faydalanın bakalım yakında bileceksiniz" âyeti da bir tehdittir.

Abdullah b. Mes'ûd'un Mushafında

"Ve faydalansınlar..." şeklindedir. -Yani Biz onlara faydalansınlar diye böyle bir imkan verdik. Bu, gaib bir kimse hakkında haber verme kipidir. Tıpkı

"nankörlük etsinler" âyeti gibi. Mushafın hattında ise, gaib hakkında haber verildikten sonra hitab şeklindedir. Ey bunu yapanlar, faydalanın bakalım, demektir.

35

Yoksa Biz, onlara kesin bir delil indirdik de onlara onu koşmalarını bu mu söylüyor?

"Yoksa Biz, onlara kesin bir delil indirdik de... mu?" âyetindeki soru, tevkif(durumu bildirmek) anlamını taşıyan bir sorudur.

ed-Dahhak dedi ki:

"Kesin bir delil(sultan)" kitab demektir. Katade ve er-Rabî b. Enes de böyle açıklamışlardır. Burada konuşmanın kitaba (sultana: kesin delile) izafe edilmesi, anlamın genişletilmesi(mecaz)'dir. el-Ferrâ'nın iddiasına göre Araplar "sultan (kesin delil)" lâfzını müennes olarak kullanıp, "(......): Bu hususta sultan senin aleyhine hüküm vermiştir" derler.

Basralılara göre ise bu kelimenin müzekker olması daha fasihtir. Kur'ân-ı Kerîm'de de böyle kullanılmıştır. Bununla birlikte onlara göre müennes olarak kullanılması da mümkündür. Zira "hüccet(kesin delil)" anlamındadır. Yoksa bu delil sizin şirk koşabileceğinizi mi söylüyor? demek olur. Bu açıklamayıİbn Abbâs ve ed-Dahhak da yapmıştır.

Ali b. Süleyman'ın, Ebû'l Abbas Muhammed b. Yezid'den rivâyetine göre o şöyle demiştir: Sultan (kesin delil), selît'in cem'idir. Tıpkı; "Ekmek" lâfzının çoğulunun; diye getirilmesi gibi. Onun müzekker kabul edilmesi çoğul anlamı, müennes kabul edilmesi ise cemaat(çokluk) anlamına göredir. Daha önce Al-i İmrân Sûresi'nde (3/151. âyetin tefsirinde) sultan kelimesine dair açıklamalar yeteri kadar geçmiş bulunmaktadır. Sultan aynı zamanda insanın kendisi sebebiyle bir ceza görmesini gerektiren herhangi bir hususu, kendisi ile önleyebildiği şey demektir. Yüce Allah'ın: "Veya muhakkak onu kestiririm ya da bana apaçık bir delil (sultan) getirir" (en-Neml, 27/21) âyetinde olduğu gibi.

36

İnsanlara bir rahmet tattırsak, ondan dolayı şımarıverirler. Ellerinin Önünden gönderdikleri sebebi ile de onlara bir kötülük gelip çatarsa, hemen ümitlerini kesiverirler.

"İnsanlara" Yahya b. Sellam'a göre bolluk, genişlik, afiyet; en-Nekkaş'a göre nimet ve yağmur, bir görüşe göre emniyet ve rahatlık, huzur -ki anlamlan birbirine yakındır-

"tattırırsak, ondan dolayı" yani rahmet ile

"şımarıverirler. Ellerinin önünden gönderdikleri" işledikleri masiyetleı

"sebebi ile de onlara bir kötülük"Mücahid'e göre belâ ve ceza, es-Süddî'ye göre yağmur yağmaması

"gelip çatarsa, hemen ümitlerini kesiverirler." Yani rahmet ve kurtuluştan yana ümit keserler. Cumhûr böyle açıklamıştır.

el-Hasen ise şöyle demektedir: Ümit kesmek, şanı yüce Allah'ın gizli hallerde farz kıldığı şeyleri terketmektir.

Genel olarak bu fiil; "Ümit kesti, keser" diye okunmuştur. Bununla birlikte; diye de okunur ki, bu da Ebû Amr,el-Kisaî ve Yakub'un kıraatidir.

el-A'meş ise diye her ikisinin de aynu'l-fiilini esreli okumuştur. Sandı, sanır" gibi.

Âyet-i kerîme kâfirin niteliğini ortaya koymaktadır. Darlık ve zorluk zamanlarında ümit keser, nimet ile karşı karşıya kaldığı vakit şımanr. Şu beyitte söylenildiği gibi:

"Kötü merkeb gibi ki, ona yem verecek olursan,

İnsanları tekmeler ve eğer aç kalırsa anırır."

Kalbinde imanın iyice yer etmediği pek çok kimse de bu mesabededir. Bu kabilden açıklamalar daha önce birkaç yerde geçmiş bulunmaktadır. Mü’min ise nimet halinde Rabbine şükreder, darlık ve sıkıntılı zamanlarda da O'ndan ümidini kesmez.

37

Görmezler mi ki, şüphesiz Allah, dilediğinin rızkını geniş tutar ve daraltır. Muhakkak bunda îman eden bir topluluk için âyetler vardır.

"Görmezler mi ki, şüphesiz Allah, dilediğinin rızkını geniş tutar ve daraltır." Yani dünya hayatında dilediği kimseye bol bol mal ihsan eder, yahut ta kısar. O halde fakirliğin insanları ümitsizliğe götürmemesi gerekir.

"Muhakkak bunda îman eden bir topluluk için âyetler vardır."

38

Akrabaya, yoksula ve yolculara haklarını ver. Bu, Allah'ın rızasını isteyenler için daha hayırlıdır. İşte onlar, umduklarına kavuşanların tâ kendileridir.

Yüce Allah'ın

"Akrabaya, yoksula haklarını ver"âyetine dair açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız:

1- Âyetin Önceki Buyruklarla İlişkisi ve Sadakanın Faziletlisi:

Şanı yüce Allah, bundan önce dilediği kimselere rızkı genişletip yayacağını belirttikten sonra, rızkın kendisine genişletildiği kimseye de fakire yetecek kadarını ulaştırmasını emretmektedir ki, böylelikle zenginin şükür edip etmeyeceğini imtihan etsin. Hitab, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)e olmakla birlikte, maksat o ve onun ümmetidir. Çünkü daha sonra: "Bu, Allah'ın rızasını isteyenler İçin daha hayırlıdır" diye buyurmaktadır.

Yüce Allah, akrabalığı dolayısıyla akrabalara sadaka verilmesini emretmektedir. Çünkü en hayırlı sadaka yakına verilen sadakadır ve bu sadaka ile bir de akrabalık bağı(sıla-i rahim) gözetilmektedir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) akrabalara sadaka vermeyi, köle azad etmekten faziletli tutmuştur. Meymune'ye bir küçük cariyeyi azad etmiş iken şöyle demişti: "Eğer sen onu dayılarına vermiş olsaydın, bunun ecri senin için daha büyük olurdu. " Buhârî, II, 916; Müslim, II, 694;Müsned, VI. 332; Ebû Ya'la,Müsned, XIII, 26

2- Âyet-i Kerîmenin Hükmü Nesh Edilmiş midir?:

Bu âyet-i kerîmenin hükmü hakkında ihtilâf edilmiştir. Bunun miras ile ilgili âyet ile nesholduğu söylendiği gibi; nesh olmadığı da söylenmiştir, Aksine yakın akrabanın, durum ne olursa olsun iyilik noktasında gözetilmesi gereken bir hakkı vardır. Doğru olan da budur.

Mücahid veKatade dedi ki: Akrabalık bağını gözetmek yüce Allah'tan bir farizadır. HattaMücahid şöyle demiştir: Bir kimsenin akrabaları ihtiyaç halindeyken (başka yere) verdiği sadakası kabul edilmez.

Bir diğer görüşe göre akrabalardan kasıt, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın akrabalarıdır. Ancak birincisi daha doğrudur. Çünkü peygamberlerin akrabalarının hakkı yüce Allah'ın Kitabında yer alan:

"Ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a, Rasûlüne, yakın akrabalara... aittir." (el-Enfal, 8/41) âyetinde açıklanmaktadır.

Bir diğer görüşe göre yakın akrabaya verme emri, mendubluk bildirmek içindir. el-Hasen dedi ki: "Hakkı" âyetinden kasıt, bolluk anında onu gözetmek, zorluk anında da güzel söz söylemektir.

"Yoksul (miskin)" hakkında daİbn Abbâs şöyle demektedir:Yani dolaşıp dilenen kimseye yemek yedir. Yolcu ise misafirdir. Buna göre o misafir ağırlamayı farz kılmaktadır. Bütün bunlara dair etraflı ve geniş açıklamalar ilgili yerlerde (mesela bk. el-Bakara, 2/83. âyet, 7. başlık, 177. âyet, 6. başlık, el-Enfal, 8/41, âyet, 11, başlık; Hûd, 11/69 71. âyetler, 2. başlık) geçmiş bulunmaktadır. Cenab-ı Allah'a hamdolsun.

3- Allah'ın Rızasını İsteyenler:

"Bu, Allah'ın rızasını isteyenler İçin daha hayırlıdır." Yani hakk eğer yüce Allah'ın rızası istenerek, O'na yakınlaşmak arzusu ile verilecek olursa, elbetteki cimrilik etmekten daha hayırlıdır.'

"İşte onlar umduklarına kavuşanların tâ kendileridir. Âhirette istedikleri mükâfatı elde edenlerin tâ kendileridir."Buna dair açıklamalar da daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/5. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

39

İnsanların malları arasında artış göstersin diye verdiğiniz herhangi bir faiz, Allah katında artmaz. Fakat Allah'ın rızasını arayarak verdiğiniz zekâta gelince; işte onlar kat kat arttıranlardır.

Yüce Allah'ın:

"İnsanların malları arasında artış göstersin diye verdiğiniz herhangi bir faiz, Allah katında artmaz" âyetine dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:

1- Bu Âyet-i Kerîmede Sözü Edilen Faiz ile Yasak Kılman Faiz:

Yüce Allah, kendi rızası için yapılanlar ve karşılığında mükâfat verdiği harcamaları sözkonusu ettikten sonra, bu şekilde olmayan ve bununla birlikte Allah'ın rızası da aranan bir husustan sözetmektedir.

Bu âyette geçen

"verdiğiniz" anlamındaki âyeti Cumhûr diye med ile okumuşlardır ki, "verdiğiniz" demektir.İbn Kesîr, Mücahid ve Humeyd ise bunu medsiz olarak; artsın diye işlediğiniz herhangi bir riba, anlamına gelecek şekilde okumuşlardır. Bu da: "Doğru iş yaptım, yanlış iş yaptım" demek gibidir. Bununla birlikte yüce Allah'ın:

"Fakat... verdiğiniz zekâta gelince"anlamındaki âyette yer alan;

"Verdiğiniz" âyetini icma ile medli okumuşlardır.

Ribâ, artış demektir. Bunun anlamına dair açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/275-279- âyetler, birinci başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. Ancak orada sözkonusu edilen riba (faiz) haramdır. Burada sözü edilen ise helâldir. Buna göre riba'nın bir kısmı helâl ve bir kısmı haram olmak üzere İki kısım olduğu ortaya çıkmaktadır.

İkrime dedi ki: Yüce Allah'ın:

"İnsanların malları arasında artış göstersin diye verdiğiniz herhangi bir faiz (riba)"âyeti hakkında dedi ki: Ri ba(faiz) iki türlüdür. Birisi helâl, birisi haramdır. Helâl olan kendisinden daha iyisi verilir maksadıyla hediye vermektir.

ed-Dahhak'tan da bu âyet-i kerîme hakkında şöyle dediği nakledilmektedir: Bundan kasıt kendisinden daha üstünü karşılık olarak verilsin diye hediye olarak verilen helâl ribadır. Böyle bir maksatla hediye vermenin ne kişinin lehine olan bir tarafı vardır, ne de aleyhine. Bundan dolayı kişi ecir de almaz, günah ta kazanmaz.

İbn Abbâs da böyle demiştir: "...verdiğiniz herhangi bir faiz..." âyeti ile adamın kendisinden daha fazlası karşılık verilir ümidiyle birşeyi hediye vermesini kastetmektedir. İşte Allah katında artış göstermeyen ve sahibine ecir de verilmeyen budur. Ancak bundan dolayı onun için günah da yoktur. İşte âyet-i kerîme buna dair nazil olmuştur.

İbn Abbâs, İbn Cübeyr, Tavus ve Mücahid dediler ki: Bu âyet-i kerîme hibetu's-sevab (karşılık istenerek yapılan hibe) hakkında inmiştir.

İbn Aliyye dedi ki: İnsanın kendisine mükâfat verilmesi maksadıyla -selam ve buna benzer- yaptığı işler de onun gibidir. Böyle bir kimse bu gibi halde günah kazanmasa dahi, bundan dolayı ecir almaz ve Allah nezdinde ona fazla bir mükâfat da verilmez. Kadı Ebû Bekr b. el-Arabî de bu görüşü İfade etmiştir.

Nesâî'nin, Sünen'inde Abdurrahman H. Alkame'nin şöyle dediği kaydedilmektedir: Sakîflilerden bir heyet Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzuruna geldiler. Beraberlerinde de bir hediye vardı. Peygamber: "Bu bir hediye midir, yoksa bir sadaka mıdır? Eğer bu bir hediye ise bununla sadece Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hoşnutluğu ve İhtiyacın(ın) görülmesi kastedilmiştir. Eğer bu bir sadaka ise bununla ancak yüce Allah'ın rızası aranır." Onlar: Hayır, bu bir hediyedir, dediler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onların hediyelerini kabul etti. Onlarla birlikte oturup, o onlara soru sordu, onlar da ona soru sordular. Nesâî, V1T 279; Beyhakî, ee-Sünenü'l-Kübrâ, IV, 135.

Yine İbn Abbâs ve İbrahim en-Nehaî de şöyle demişlerdir: Bu âyet-i kerîme, akrabalarına ve kardeşlerine onlara faydalı olmak, onları mal sahibi yapmak ve onlara lütufta bulunmak gayesi ve bununla birlikte de kendilerine menfaat sağlayıp kendi mallarını arttırmak kastı ile veren bir topluluk hakkında nazil olmuştur.

en-Nehaî dedi ki: Âyetin anlamı şudur: İnsan bir başkasına bir hizmette bulunur ve onun yanına çabukça koşup giderse, bundan da dünyasında faydalanmak maksadını güderse, yaptığı o hizmet karşılığında sağladığı bu menfaat dolayısıyla bu hizmeti Allah nezdinde artmaz.

Bir açıklamaya göre böyle bir iş, özellikle Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için haram idi. Yüce Allah:

"Daha fazlasını isteyerek minnet etme" (el-Müddessir, 74/6) âyetinde bir şey verip, onun yerine ondan daha fazlasını almasını yasaklamaktadır.

Bir başka açıklamaya göre; âyet-i kerîmede kastedilen haram kılınan faizdir. Buna göre:

"Allah katında artmaz" âyetinin anlamı: Bu faiz onu alanındır, diye hüküm verilmez, aksine o kendisinden alınana aittir, es-Süddî dedi ki: Bu âyet-i kerîme Sakiflilerin faizi hakkında nazil olmuştur. Çünkü onlar kendi aralarında faizli muameleler yaptıkları gibi, Kureyş'in kendileri de aralarında faizli muamelelerde bulunurlardı.

2- Daha Fazlasıyla Mükâfat Görmek Ümidiyle Hibe Vermek:

Kadı Ebubekir b. el-Arabî dedi ki; Âyet-i kerîmenin açık ifadesi mükâfat bakımından insanların mallarından daha fazlasını taleb ederek hibede bulunan kimse hakkındadır. el-Muhelleb dedi ki: Karşılığını isteyerek hibede bulunan ve: Ben bunun karşılığını almak istemiştim, diyen kimsenin durumu hakkında ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Malik dedi ki: Böylesinin durumuna bakılır, eğer onun benzerleri kendisine hibe edilen kimseden karşılığını isteyen tipten ise, bunu istemek hakkı vardır. Fakirin zengine, hizmetçinin sahibine, kişinin emirine ya da kendisinden yukarıdaki kimselere hibede bulunması gibi.Şâfiî'nin iki görüşünden birisi de budur.

Ebû Hanîfe dedi ki: Şart koşmadığı takdirde onun karşılık alma hakkı yoktur.Şâfiî'nin diğer bir görüşü de budur. O der ki: Karşılık almak maksİsmi ile yapılan hibe (hibetu's-sevâb) bâtıldır, hibe yapana faydası yoktur. Çünkü bu bedeli meçhul bir satıştır. el-Kufî buna delil olarak şunu göstermektedir: Hibe konusu teberrudur. Eğer bizler bu hususta karşılık vermeyi öngörecek olursak, bu takdirde teberru manası ortadan kalkar ve bu sefer hibe, ivazlı akitler durumuna geçer. Araplar ise alış-veriş (bey') lafzi ile hibe lâfzı arasında ayırım gözetmiş, alıg-verişi karşılığında bedele hak kazanılan, hibeyi ise böyle olmayan muameleler için tahsis etmişlerdir.

Bizim delilimiz ise Malik'in Muvatta’’ında kaydettiği şu rivâyettir. Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh) dedi ki: Bir kimse eğer bir hibede bulunur da o bunu ancak karşılığı verilsin diye vermişse, bu hususta razı edilinceye kadar hibesi hususunda serbesttir Muvatta’ II, 754

Buna yakın bir rivâyet de Ali(radıyallahü anh)'dan gelmiştir. O şöyle demiştir; Hibeler üç türlüdür. Birisi Allah rızası istenerek yapılan hibe, birisi insanların hoşnutluğu gözetilerek yapılan hibe, diğeri de karşılığı beklenerek yapılan hibedir. Karşılığı beklenerek yapılan hibeyi, sahibi kendisine karşılık verilmeyecek olursa geri alır.

Buhârî de -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- "hibede mükâfat babı" diye bir başlık açtıktan sonraÂişe (radıyallahü anha)'nın şu hadisini zikretmektedir: Âişe dedi ki: Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) hediyeyi kabul eder ve ona karşılık verirdi. Buhârî, II, 907; Tirmizî, IV, 338O, sağmal bir dişi deve (hediye edilmesine) karşılık vermiş ve bunun karşılığını isteyen deve sahibine tepki göstermemişti. Onun tepki göstermesi sadece adamın verilen karşılığı beğenmemesi idi. Halbuki bu karşılık kıymetin üstünde idi. Bu hadisi Tirmizî de rivâyet etmiştir Tirmizî'de tesbit edemedik. Hakim, el-Müstedrek, II, 71; Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübrâ, VI, 180; el-Azîmâbâdî Aunu'l-Mabud, IX, 329

3- Hibenin Kısımları:

Ali (radıyallahü anh)'ın hibeye dair anlattıkları ve onu kısımlara ayırması doğrudur. Çünkü hibede bulunan bir kişinin bu hibesi hakkında şu üç halden biri söz konusudur:

1- O hibesi ile yüce Allah'ın rızasını arar ve bu hibenin karşılığındaki sevabı ondan bekler.

2- Hibesiyle insanlar bundan dolayı kendisini övsünler ve bu sebeble de ondan övgüyle sözetsinler diye insanlar için hibede bulunması.

3- Verdiği hibenin, hibe verdiği şahıstan karşılığını bekleyerek vermesi. Buna dair açıklama daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) da: "Ameller niyetlere göredir. Her kişiye ancak niyet ettiği ne ise o vardır"Buhârî, I, 3, 30;Müslim, III, 1515;Ebû Dâvûd, II, 262;Tirmizî, IV, 179;İbn Mâce, I, 426, II, 1413;Müsned, I, 43 diye buyurmuştur.

Eğer yaptığı hibe ile yüce Allah'ın rızasını gözetmiş ve karşılığında Allah'tan sevap almayı istemiş ise, bunun karşılığını Allah lütuf ve rahmetiyle verir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Fakat Allah'ın rızasını arayarak verdiğiniz zekâta gelince, İşte onlar kat kat arttıranlardır."

Aynı şekilde zengin olsun, ihtiyaçtan kurtulsun, başkalarına yük teşkil etmesin diye akrabalarının hakkını gözetenin durumu da böyledir. Bu hususta da niyete bakılır. Şayet bununla dünyevi bir gösteriş maksadını gözetiyor ise, bu Allah rızası için değil demektir. Eğer üzerindeki akrabalık hakkı ve aralarındaki bağ dolayısıyla bunu yapıyorsa, bu da Allah için demektir.

Hibesi ile riyakârlık yaparak bundan dolayı İnsanlar kendisini övsünler ve bundan ötürü kendisinden iyilikle sözetsinler maksadını güderek insanların hoşnutluğunu arayan kimseye gelince, böylesinin hibeden eline geçecek hiçbir fayda yoktur. Ne dünyada bunun sevabını alır, ne de âhirette ecir alır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Ey îman edenler! Malını sırf insanlara gösteriş olsun diye infak eden... kimse gibi sadakalarınızı başa kakmakla ve eziyet etmekle boşa çıkarmayın." (el-Bakara, 2/264)

Verdiği hibe ile hibe verdiği kimseden karşılık görmek isteyene gelince, o kimse hibesi karşılığında istediğini alabilir ve İbnu'l-Kasım'ın görüşüne göre hibesinin değeri ile kendisine karşılık verilmeyecek olursa, hibesinden geri döner. Ömer ve Ali (radıyallahü anh)'ın sözlerinin zahirlerine göre de hibesinin kıymetinden daha fazla verilerek razı kılınmadığı sürece geri dönebilir. Aynı zamanda bu Mutarrif in el-Vâdıha'dakı görüşüdür: Hibe, bizzat mevcut ise; eğer artmış yahut eksilmiş ise hibe yapan kimse geri dönebilir. Kendisine hibe verilen kişi, o hibenin daha fazla değeri ile karşılık vermiş olsa dahi böyledir.

Şöyle de denilmiştir: Eğer hibe bizzat mevcut bulunuyor ve değişikliğe uğramamış ise, o dilediğini alabilir. Yine bir görüşe göre(kendisine hibe edilen kişinin) tefviz nikâhında olduğu gibi, kıymet ödemesi gerekir. Şayet hibe telef olmuş ise ittifakla onun kıymetinden başkasını almak hakkı yoktur. Bunu da İbnu'l-Arabî söylemiştir.

4- Allah Rızası İçin ve Başka Maksatta Amelde Bulunmak:

Yüce Allah'ın:

"Artış göstersin diye" âyetini yedi kıraat aliminin çoğunluğu fiili "ribâ(faiz)"ya isnad ederek "ya" ile okumuşlardır. Yalnızca Nafî' bunu "te" ile ve "vav"ı da muhatab kipi için olmak üzere sakin okumuştur. "Fazlalık alasınız diye" demek ölür. Aynı zamanda bu İbn Abbâs,el-Hasen, Katade ve en-Nehaî'nin de kıraatidir.Ebû Hatim dedi ki: Bu bizim kıraatimizdir. Ebû Malik ise'"Onu arttırasınız diye" şeklinde te'nis zamiri ile okumuştur.

"Allah katında artmaz" yani bu temizlenmez ve Allah bunun karşılığında sevap vermez. Zira o ancak kendi rızası İçin ve yalnız kendisi için ihlasla yapılan ameli kabul eder. Buna dair açıklamalar daha önce en-Nisa Sûresi'nde (4/134. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

"Fakat Allah'ın rızasını arayarak verdiğiniz zekâta" İbn Abbâs dedi ki: Herhangi bir sadakaya

"gelince, işte onlar kat kat arttıranlardır." Yani yüce Allah'ın kabul edip on kat fazlası ya da daha da fazla kadarıyla mükâfatlandıracağı budur.

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Allah'a güzel bir ödünç verecek olan kimdir? Allah da o verdiğini ona kat kat arttırır." (el-Bakara, 2/245);

"Allah'ın rızasını arayarak ve nefislerinden bir sebat ile mallarını infak edenlerin durumu da yüksek bir tepenin üstünde bulunan... bir bahçeye benzer." (el-Bakara, 2/265) İşte burada da: "İşte onlar kat kat arttıranlardır" dîye buyurmakta, sizler kat kat arttıranlarsınız, diye buyurmamaktadır. Çünkü burada ifade hitabtan gaibe dönmüştür.

Yüce Allah'ın:

"Hatta siz gemilerde bulunduğunuz zaman onlar da içindekileri güzel bir rüzgar ile götürüp..." (Yûnus, 10/22) âyetine benzemektedir.

"Kat kat arttıranlar" in anlamı hakkında da İki görüş vardır. Birincisine göre belirttiğimiz gibi, böylelerine iyilikleri kat kat verilir. Diğerine göre, hayır ve nimetler onlara kat kat verilmiştir. Yani bunlar kat kat mükâfatların sahibidirler. Nitekim güçlü develeri yahut tâ güçlü arkadaşları bulunan kimse hakkında; Filan kişi güç sahibidir" denilir. Develeri semiz ise; "eğer develeri susamış ise; eğer zayıf ise; denilir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu duası da bu kabildendir:" Habis ve habis edici koğulmuş şeytandan Sana sığınırım Allah'ım. " Mâce, I, 109; EM Dâvûd, el-MerSsU, s. 72

Habis edici (muhbis) ise kendisine habislik (pislik) isabet etmiş olandır. Mesela; denilirken bizatihi o aşağılık ve bayağı bir kimsedir, demektir ise; arkadaşları aşağılık kimselerdir, demektir.

40

Allah, sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldüren, sonra da sizi diriltecek olandır. Sizin ortaklarınızdan bu işlerden birisini olsun yapabilen var mıdır? O, koştukları ortaklardan yüce ve münezzehtir.

"Allah sizi yaratan...dır" âyeti mübtedâ ve haberdir. Tekrar müşriklere karşı delil getirilmekte, O'nun yaratıcı, rızık veren, öldürüp dirilten olduğu belirtilmektedir. Daha sonra soru üslûbu ile:

"Sizin ortaklarınızdan bu işlerden birisini olsun yapabilen var mıdır?" diye sormaktadır. Bunların herhangi birisini yapabilen başka hiçbir kimse yoktur.

Daha sonra yüce Allah kendi zatını dengi bulunmaktan, zıtlardan, eşten ve çocuklardan; hak olan:

"O koştukları ortaklardan yüce ve münezzehtir" âyeti ile tenzih etmektedir.

Ortakları onlara izafe etmesinin sebebi, ortaklarına ilâh ve ortaklar ismini vermeleri ve mallarından bir kısmını ortaklarına tahsis etmeleridir.

41

İnsanların kendi elleri ile kazandıklarından ötürü karada ve denizde fesad basgösterdi. İşlediklerinin bazısını onlara tattırsın dîye. Belki dönerler.

"İnsanların kendi elleri ile kazandıklarından ötürü karada ve denizde fesad basgösterdi" âyetinde sözü geçen,

"karada ve denizde fesad" in ne demek olduğu hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Katade vees-Süddî, fesad şirktir demişlerdir ki, en büyük fesat, budur. İbn Abbâs,İkrime ve Mücahid de şöyle demişlerdir: Karada fesad Âdemoğlunun kardeşini öldürmesidir, Kabil, Habil'i öldürmüştür. Denizde fesad ise, herbir gemiyi gasb ve haksızlık yoluyla alan hükümdar vasıtası ile olmuştur.

Bir açıklama da şöyledir: Fesattan kasıt yağmur yağmaması, bitki ve verimin az olması, bereketin gitmesidir. İbn Abbâs da buna yakın bir açıklama yaparak şöyle demiştir: Fesat, kulların tevbe etsinler diye amelleri sebebiyle bereketin eksîlmesidir.en-Nehhâs dedi ki: Bu âyet-i kerîme hakkında yapılmış en güzel açıklama budur. Yine ondan nakledildiğine göre(İbn Abbâs) şöyle demiştir: Denizde fesat, Âdemoğullarının günahları sebebiyle deniz av hayvanlarının kesilmesidir.

Atiyye (el-Avfî) dedi ki: Yağmur azaldı mı o vakit denize (avlanmak maksadıyla) dalmak ta azalır, avcılar tedirgin olup ne yapacaklarını bilmez, denizin canlıları da kör olur.

İbn Abbâs dedi ki: Yağmur yağdı mı denizdeki sadefler açılır, semadan onların İçine düşen yağmur, işte o inci tanelerini meydana getirir.

Bir başka açıklamaya göre fesat, piyasanın durgunlaşması ve geçim sebeplerinin azalmasıdır. Fesadın masiyetler, yol kesicilik ve zulüm olduğu da söylenmiştir. Yani yapılan bu işler ziraati, bayındırlığı ve ticareti engeller.

Bütün bu açıklamalar mana itibarîyle birbirine yakındır.

Kara ve denizden kasıt da, sözlükte olsun, insanlar tarafından olsun bilinen ünlü varlıklardır. Bazı ibadet ehli kimselerin söyledikleri gibi, karadan kasıt dil, denizden kasıt kalb değildir. Bunu söylemelerine gerekçe olarak da, dilin üzerinde olanın görülmesi, kalbte olanın da gizli olmasını gösterirler.

Karadan kastın çölde kalınan yerler, denizden kastın ise kasabalar kentler olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı daİkrime yapmıştır. Ayrıca Araplar büyük şehirlere bihar (denizler) ismini da verirler.Katade dedi ki: Karadan kasıt, çadır ehli, denizden kasıt ise köy ve kasaba ehlidir.

İbn Abbâs dedi ki: Kara nehir kıyısında bulunmayan şehir ve kasabalar demektir. Deniz ise nehir kıyısında bulunan yerler demektir. Mücahid de böyle açıklamıştır. O dedi ki: Allah'a yemin ederim bundan kasıt, sizin şu deniziniz değildir, ancak akar su kenarında bulunan herbir kasaba, denizdir.

Bu anlamdaki açıklamayı en-Nehhâs da yapmıştır ve bunun iki anlamının olduğunu söylemiştir. Birincisi karada kuraklık başgöstermiştir, yani çöllerde ve çöllerdeki yerleşim birimlerinde. Denizde de yanı deniz kıyısındaki şehirlerde... Bu da:

"O kasabaya sor" (Yusuf, 12/82) âyeti gibidir. Yanı yağmurun azlığı ve fiyatların yüksekliği başgöstermiştir.

"İnsanların kendi elleri ile kazandıklarından ötürü" dür ve

"işlediklerinin bazısını" yani yaptıklarının bazısının cezasını

"onlara tattırsın diye."

Burada "ceza" lâfzı hazfedilmiştir. Bir diğer görüşe göre; yol kesmek ve zulüm gibi masiyetler başgöstermiştir. İşte bu, gerçek anlamıyla fesadın tâ kendisidir. Birincisi ise mecazdır. Şu kadar var ki: İkinci cevaba göre ifadede bir hazf ve bir ihtisar sözkonusudur ki; buna da sonraki ibareler delâlet etmektedir. Buna göre de mana şöyle olur: Karada ve denizde masiyetler başgösterdiğinden ötürü Allah da her ikisine yağmur yağdırmadı. İnsanların ihtiyaçlarının fiyatlarını yükseltti, pahalılık oldu. Böylece işlediklerinin bazısının cezasını onlara tattırsın diye.

"Belki dönerler" tevbe ederler.

Yüce Allah:

"İşlediklerinin bazısını" diye buyurması, cezanın büyük bir bölümünün âhirette oluşundandır.

"Onlara tattırsın diye" anlamındaki âyetin benimsenen kıraat şekli;(........) şeklinde "ya" iledir.İbn Abbâs ise bunu "nün" ile "... tattıralım diye" anlamında okumuştur. Aynı zamanda bu es-Sülemî, İbn Muhaysın, Kunbul ve Ya'kub'un da kıraati olup, ta'zim ifade eder. Biz onlara işlediklerinin bazısının cezasını tattıralım diye demek olur.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç