Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

400

 

029 - ANKEBÛT SÛRESİ

 

CÜZ :

20

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

39

Karun'u, Fir'avun'u ve Hâmân'ı da (helâk ettik.) Yemin olsun ki Mûsa onlara apaçık belgelerle gelmişti de onlar o yerde büyüklendiler. Halbuki onlar ileriye geçip kurtulamadılar.

"Karun'u, Fir'avun'u ve Hâmân'ı da"âyeti hakkında el-Kisaî dedi ki: Dilersen bu da (bir önceki âyette olduğu gibi) Âd ve Semûd'a atfedilmiş olabilir ki bundaki açıklamalar burada da sözkonusudur. Arzu edilirse bunu "... onları yoldan alıkoydu" âyetine atfedilmiş kabul edilebilir. Karun'u, Fir'avun'u ve Hâmân'ı da doğru yoldan alıkoydu, demek olur. Bunlara peygamberler geldikten sonra, Biz bunları da helâk ettik, diye de açıklanmıştır.

"Onlar da o yerde" hakka ve yüce Allah'a İbadete karşı

"büyüklendiler."

"Halbuki onlar İleri geçip kurtulamadılar." Bir açıklamaya göre onlar küfürde ileri geçenler (öncelikle kâfir olanlar) değillerdi. Onlardan önce küfre sapmış pek çok nesiller vardı ve Biz onları helâk etmiştik Buna göre bu kısmın meali: "Bunlar (bu büyüklerime işini) ilk yapan kimseler değil-, drdiye yapılabilir.

40

Derken Biz, herbirini günahı ile aldık. Kimilerinin üzerine taş yağdıran kasırga gönderdik, kimilerini o çığlık yakaladı. Onlardan kimisini yere geçirdik. Kimilerini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyordu, fakat onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.

"Derken Biz herbirini günahı ile aldık." el-Kisaî dedi ki:

"Herbirini" anlamındaki âyet

"aldık" fiili ile nasbedilmistir. "Onların herbirini günahı sebebiyle aldık, yakaladık" demektir.

"Kimilerinin üzerine taş yağdıran kasırga gönderdik." Bunlardan kasıt Lût kavmidir, el-Hâsib: Küçük caş demek olan hasbâ getiren rüzgar demektir. Herbir azâb hakkında da kullanılır.

"Kimilerini o çığlık yakaladı."Maksat Semûd kavmi ile Medyenlilerdir.

"Onlardan kimisini yere geçirdik."Karun'u kastetmektedir.

"Kimilerini de" Nûh kavmi ile Fir'avun kavmini

"suda boğduk."

"Allah onlara zulmetmiyordu." Çünkü onları korkutup uyardı, onlara mühlet verdi,peygamberler gönderdi ve ileri sürebilecekleri bir mazeretlerini bırakmadı.

41

Allah'tan başka veliler edinenlerin durumu, kendine yuva yapan örümceğin durumuna benzer. Muhakkak yuvaların en gevşek olanları örümcek yuvasıdır, eğer bilselerdi."

"Allah'tan başka veliler edinenlerin durumu, kendine yuva yapan örümceğin durumuna benzer" âyeti ile ilgili olarak el-Ahfeş şöyle demektedir:

"Örümceğin durumuna benzer" âyetinde vakıf tamam olmaktadır. Daha sonra yüce Allah bu misali açarak: "Kendine yuva yapan" buyurmaktadır.

İbnu’l-Enbarî dedi ki: Bu bir yanlışlıktır, çünkü

"Kendine yuva yapan" âyeti "ankebût (örümcek)" in adaşıdır. Tıpkı; Yuva yapanın misali gibidir" denmiş gibidir. Dolayısıyla mevsûlu bırakıp sıla üzerinde vakıf yapmak güzel olmaz. Bu da yüce Allah'ın:

"Kocaman kitaplar taşıyan eşeğin hali gibidir" (el-Cuma,.62/5) âyetine benzemektedir. Burada "taşıyan" âyeti "eşek" için bir sıladır. "Taşıyan" lâfzını bırakıp "eşek" anlamındaki lâfız üzerinde vakıf yapmak güzel olmaz.

el-Ferrâ'' dedi ki: Buyüce Allah'ın, Allah'ı bırakıp da kendisine fayda da sağlamayan, zarar da vermeyen ilâhlar edinen kimseler için vermiş olduğu bir misaldir. Tıpkı örümcek yuvasının sıcağa ve soğuğa karşı örümceği koruyamadığı gibi. "Örümcek" anlamındaki lâfız üzerinde vakıf yapmak güzel olmaz. Çünkü maksat (benzetilen) hiçbir şeye karşı koruyamayan örümcek yuvasına benzetmektir. Hiçbir fayda sağlayamayan, hiçbir zarar veremeyen uydurma ilahlar örümcek yuvasına benzetilmiştir.

"Muhakkak yuvaların en gevşek olanları" en zayıf ve güçsüzleri

"örümcek yuvasıdır." ed-Dahhak dedi ki: Yüce Allah onların ilâhlarının güçsüzlüklerine ve gevşekliklerine bir örnek vererek bunları örümcek yuvasına benzetmiştir.

"Eğer bilselerdi" âyetindeki; "Eğer" lâfzı "örümcek yuvası'na taalluk etmektedir. Yani eğer bunlar putlara ibadet etmenin kendilerine hiçbir fayda sağlamayan örümceğin yuva edinmesine benzediğini ve onların örneklerinin bu olduğunu bilselerdi, elbette ki bu uydurma ilâhlara ibadet etmezlerdi. Yoksa, onlar Örümceğin yuvasının zayıf olduğunu bilselerdi, denmek istenmemiştir.

Nahivciler derler ki:-"Örümcek" lâfzının sonundaki "te" zaiddir. Çünkü bundan küçültme ismi ve çoğulu yapıldığı vakit bu "te" düşmektedir. Kelime müennesdir. el-Ferrâ' bunun müzekker olduğunu da nakletmiş ve şu beyiti zikretmiştir:

"Onların Hattat (denilen tepe)ları üzerinde bir takım evler vardır,

Onları sanki örümcek yapmış gibidir."

Bu beyitin ilk mısraı şu şekilde de rivâyet edilmektedir;

el-Cevherî dedi ki: el-Hattat bir dağ adıdır. el-Ankebut (örümcek) ise havada ince ve delik deşik bir şekilde bir dokuması olan, bilinen böcektir. Bunun çoğulu; şekillerinde gelir. diye kullanıldığını da nakletmiştir. Şair dedi ki:

"Sanki onun ağzından akan salyalarından,

Dizginleri üzerine bir örümcek yuvası düşüyor gibi."

Bunun küçültme ismi de; diye yapılır. Yezid b. Meysere'den nakledildiğine göre; örümcek yüce Allah'ın bu hale soktuğu bir şeytandır.

Atâ el-Horasanî de şöyle demiştir: Örümcek iki defa ağını örmüştür. Bir seferinde Câlût kendisini aradığı vakit Davud'un üzerinde ağ örmüştür. Bir seferinde de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in üzerinde ağını örmüştür. Bundan dolayı öldürülmesi yasaklanmıştır.

Rivâyet edildiğine göre Ali(radıyallahü anh) da şöyle demiştir: Evlerinizdeki örümcek ağlarını temizleyiniz, çünkü örümcek ağlarını evlerde bırakmak fakirlik sebebidir. Mayayı esirgemek de fakirlik sebebidir.

42

Şüphesiz ki Allah kendinden başka neyi çağırıyorlarsa bilir. O Azîzdir, Hakimdir.

"Şüphe yok ki Allah, kendinden başka neyi çağırıyorlarsa bilir" âyetinde ki

"Neyi çağırıyorlarsa"daki edatı anlamında bir ism-i mevsuldür ise teb'îz (kısmilik bildirmek için)dir. Eğer te'kid için fazladan gelmiş olsaydı mana değişik olurda. Âyetin anlamı şudur;

Şüphesiz ki Allah, kendisinden başka tapındıkları varlıkların zayıf olduğunu bilir.

Âsım,Ebû Amr ve Ya'kub "Çağırıyorlar" şeklinde "ye" ile okumuşlardır. Ebû Ubeyd'in tercih ettiği budur, çünkü bundan Önce "ümmetler" den sözedilmiştir, Diğerleri ise muhatab kipi ile "te" ile (çağırıyorsanız... diye) okumuşlardır.

43

İşte misaller! Biz bunları insanlara veriyoruz. Onlara âlimlerden başkası akıl erdiremez.

"İşte misaller!" Yani Biz, bu misali ve bundan başka el-Bakara Sûresi'nde (2/26. âyette), el-Hac Sûresi'nde (22/73. âyette) ve başkalarında zikredilen misalleri,

"Biz bunları İnsanlara veriyoruz"açıklıyoruz

"Onlara âlimlerden" Allah'ı bilenlerden

"başkası akıl erdiremez" kavrayamaz. Nitekim Câbîr, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:"Âiim kişi Allah'tan gelenleri aklıyla kavrayarak, O'na itaat ile amel eden, O'nu gazablandıran şeylerden de kaçınan kişidir. "el-Haris b. Usâme el-Heysemî,Müsnedu'l-Haris, II, 816

44

Allah göklerle yeri hak ile yarattı. Muhakkak bunda mü’minler için bir âyet vardır.

"Allah göklerle yeri hak İle" adalet ile

"yarattı." Şöyle de açıklanmıştır: Kelâmıyla ve kudretiyle yaratmıştır. İşte

"hak" budur.

"Muhakkak bundamü’minler" tasdik edenler

"için bir âyet" alâmet, delâlet

"vardır."

45

Sana vahyolunan kitabı oku! Namazı da dosdoğru kıl, çünkü namaz İnsanı hayâsızlıktan ve münkerden alıkor. Allah'ı zikretmek ise en büyüktür. Allah ne yaptığınızı bilir.

Bu âyete dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:

1- Kur'ân Okuma Emri:

"...Kitabı oku" âyeti Kur'ân'ı okuyup bunu sürdürmeye dair bir emirdir. Kur'ân okumaktan yüz çeviren kimselerin tehdit altında olduklarına dair açıklamalar daha önceden Tâ-Hâ Sûresi'nde (20/124, âyetin ve devamının tefsirinde) Kur'ân okumayı teşvikin enîredildiğine dair açıklamalar da bu kitabımızın mukaddimesinde ("Allah'ın Kitabını Okuma Şekli ve Görüş Ayrılıkları" başlığı ve devamında) geçmiş bulunmaktadır,

Kitab'tan maksat da Kur'ân-ı Kerîm'dir.

2- "Namaz Kıl" Emri:

Yüce Allah'ın:

"Namazı da dosdoğru kıl" emrinde hitab Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ve onun ümmetinedir. Namazın dosdoğru kılınması ise vakitleri içerisinde, kıraatiyle, rükûuyla, sücûduyla, kuûduyla, teşehhüdüyle ve bütün şartlarıyla yerine getirilmesi demektir. Buna dair yeterli açıklamalar daha önceden el-Bakara Sûresi' nde (2/3. âyet, 5. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Tekrarlamanın anlamı yoktur.

3- Namazın Müslümanın Hayatı Üzerindeki Etkisi:

"Çünkü namaz insanı hayâsızlıktan ve münkerden alıkor" âyetinde kastedilen beş. vakit namazdır. Vakitler arasındaki küçük günahlara keffaret olan budur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyetinde belirttiği gibi: "Şayet sizden herhangi birinizin kapısı önünde bir nehir olur da, o da o ırmakta günde beş defa yıkanacak olursa, size göre o kimsenin üzerinde kir ve pastan bir eser kalır mı?" Ashab: Üzerinde kir ve pasından hiçbir şey kalmaz, dediler. Peygamber şöyle buyurdu: "İşte beş vakit namazın misali de böyledir. Allah onlar vasıtasıyla günahları siler."Bu hadisi Tirmizî,Ebû Hüreyre'den rivâyet etmiş ve hakkında: Hasen, sahih bir hadistir demiştir Tirmizî, V, 151; Müslim, I, 462;Buhârî, I, 197; Nesâî, I, 230; İbn Mâce, I, 447;Muvatta’, I, 174;Müsned, II, 379.

İbn Ömer bu âyette namazdan kastın, Kur'ân-ı Kerîm olduğunu söylemiştir. Namazda okunan Kur'ân-ı Kerîm hayâsızlıktan ve münkerden, zinadan ve masiyetlerden alıkor, demektir.

Derim ki: Sahih hadiste sözü edilen: "Ben namazı kendimle kulum arasında iki yarıya böldüm"Müslim, 7, 296, 297;Tirmizî, V, 201;Ebû Dâvûd, I, 216;İbn Mâce, II, )243;Muvatta’, I, S; Müsned, 1, 285, 460 âyetinde de namazdan kastedilen bu anlamdır. Bununla Fâtiha okumak kasdedilmiştir.

Hammâd b. Ebi Süleyman, İbn Cüreyc ve el-Kelbî dediler ki: Kul namazında bulunduğu sürece ne bir hayâsızlık işler, ne de bir münker. Sen namazda olduğun sürece namaz bundan alıkor, demektir,

İbn Atiyye dedi ki: Bu garib bir iddiadır. Böyle bir iddianın Enes b. Mâlik’in söylediği nakledilen şu rivâyetle ne ilgisi vardır; Ensar'dan bir genç vardı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte namaz kılar, bununla birlikte ne kadar hayâsızlık, hırsızlık varsa mutlaka işlerdi. Bu kişiden Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a söz edilince şöyle dedi: "Şüphesiz ki namaz pek yakında onu (bu işlerinden) vazgeçirecektir." Bu kadarıyla el-Heysemî Mecmau'z-Zevaid, II, 258 Gerçekten aradan fazla bir zaman geçmeden tevbe etti ve halini düzeltti. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):"Ben size dememiş miydim?"diye buyurdu.

Âyet-i kerimenin tevili ile ilgili üçüncü bir görüş daha vardır ki; bu da muhakkıkların beğendiği, sufi şeyhlerinin kabul ettiği ve müfessirlerin zikrettiği bir görüştür. Buna göre "namazı dosdoğru kıl" âyetinden kasıt, namazı devamlı kılmak ve namazın sınırlarına riâyet ederek, gereği gibi yerine getirmektir. Sonra da yüce Allah kendi tarafından vermiş olduğu bir hükmü haber vermekte ve namazın, namaz kılan ve namaza riayet eden kimseyi hayâsızlıktan ve münkerden alıkoyacağını bildirmektedir. Buna sebeb ise namazda öğütleri de ihtiva eden Kur'ân tilâvetinin söz konusu olmasıdır. Namaz, namaz kılanın bütün bedenini çalıştırır. Namaz kılan kişi kıbleye yönelip de Rabbinin önünde huşu' ve zilletle eğilip Rabbinin huzurunda bulunduğunu hatırlar, Rabbinin her halini görüp gözettiğini hatırlayacak olursa, bütün bunlar sebebiyle nefsi ıslah olur ve Rabbinin önünde zilletini arzeder. Yüce Allah'ın gözetimi altında olduğunu yakından hisseder, bunun heybeti de azaları üzerinde kendisini gösterir. Bu şekilde kıldığı bir namazdan daha aradan fazla bir vakit geçmeden yeni bir namazın gölgesi üzerine düşer, bu sefer öncekinden daha güzel bir hal ile bir başka namazı kılar. İşte bu husustaki haberlerin anlamı budur. Çünkü mü’minin namazının böyle olması gerekir.

Derim ki: Özellikle kişi kendisine, bu onun son ameli olabilir, duygusunu kazandırabilirse, bu böyledir. Böylesi maksadı daha bir gerçekleştirici, isteğe daha bir ulaşımadır. Çünkü ölümün sınırlı bir yaşı, özel bir zamanı, belli bir hastalığı yoktur ve bu hususta da hiçbir görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Selefin bazılarından rivâyet edildiğine göre namaza kalktı mı titrer, rengi sararırdı. Bu hususta ona sebeb sorulunca, şu cevabı vermiş: Ben yüce Allah'ın huzurunda duruyorum. Dünya hükümdarları karşısında benim böyle davranmam uygun düşerken, ya bütün hükümdarların mutlak hakimi huzurunda nasıl davranabilirim?

İşte böyle bir namaz hiç şüphesiz hayâsızlıktan ve münkerden alıkor. Kıldığı namaz -bizim namazımız gibi- fıkhı ölçüler içerisinde geçerli bir namazın ötesine gitmiyor; -bizim namazımız da, keşke fıkhi ölçüler içerisinde geçerli olabilecek kadar dahi olsa- namazda huşu'u, tezekkürü ve fazilete riayeti yoksa işte böyle bir namaz kişiyi nerede olursa bulunduğu o konumda bırakır. Eğer o kimse yüce Allah'tan kendisini uzaklaştıracak masiyeller yolunda bulunuyorsa, namazı bundan sonra da bu halini sürdürecek şekilde onu öylece bırakır. İşte İbn Mes'ûd,İbn Abbâs'tan rivâyet edilen hadis ileel-Hasen ve el-A'meş'in; "Kimin kıldığı namaz kendisini hayâsızlıktan ve münkerden alıkoymazsa o namaz onu ancak Allah'tan uzaklaştırır' el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, II, 258. şeklindeki sözleri buna göre yorumlanır. el-Hasen'in, bu hadisi Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'dân mürsel olarak rivâyeti de gelmiş olmakla birlikte, bunun senedi sahih değildir.

İbn Atiyye dedi ki: Babam (Allah ondan razı olsun)'ı şöyle derken dinlemiştim: Eğer bizler bunun söylendiğini kabul edip bu sözün manasına bakılacak olursa, günahkâr kimsenin kıldığı namazın tıpkı bir masiyetmiş gibi, Allah'tan uzaklaştırdığını söylemek câiz olamaz. Bu ancak şu şekilde yorumlanabilir: Böyle bir namaz o kimseyi Allah'a yakınlaştırmak hususunda etkili olmaz. Onu, işlemiş olduğu hayâsızlık, münker ve Allah'tan uzak kalmayı gerektiren masiyetleri ve hah üzere bırakır ve namaz böyle bir kimseyi önceden tutturmuş olduğu ve kendisini Allah'tan uzak bırakan yol üzerinde bırakır. Bu haliyle böyle bir namaz o kişiyi Allah'a uzaklıktan alıkoymayınca, sanki onu Allah'tan uzaklaştırmış gibi olur. İbn Mes'ûd'a şöyle denilmiş: Filan kişi çok namaz kılıyor: O: Namaz ancak kendisine itaat edenlere fayda verir, diye karşılık vermiş.

Derim ki: Özetle söylenecek olursa "onun namazı o kimseyi ancak Allah'tan uzaklaştırır; böyle bir namaz ancak o kimseye Allah'ın gazabını arttırır" şeklinde gelen ifadeler şuna işaret etmektedir: Hayâsızlık ve münkeri işleyen kimsenin kıldığı namazın kıymeti yoktur. Buna sebeb ise masiyetlerin o kimse üzerindeki baskın etkisidir.

Bunun emir manasına haber kipinde ifade olduğu da söylenmiştir. Yani namaz kılan kimse hayâsızlıktan ve münkerden uzak dursun. Yoksa bizatihi namaz alıkoymaz, ancak bu işten vazgeçmeye bir sebebtir. Bu da yüce Allah'ın şu buyruklarına benzemektedir:

"İşte bu, size hakkı söyleyen kitabımızdır." (el-Câsiye, 45/29);

"Yoksa Biz onlara kesin bir delil indirdik de onlara ona ortak koşmalarını bu mu söylüyor?" (er-Rum, 30/35)

4- Kulun Allah'ı Anması ve Allah'ın Kulunu Anması:

"Allah'ı zikretmek ise elbette en büyüktür" âyetinin anlamı şudur: Allah'ın sizi sevap ile sizden övgü ile sözedip anması sizin, ibadet ve namazlarınızda onu zikretmenizden çok daha büyüktür. Bu anlamdaki açıklamayı İbn Mes'ûd,İbn Abbâs, Ebû'd-Derda, Ebû Kurra, Selman veel-Hasen de ifade etmişlerdir.Taberî'nin tercih ettiği açıklama da budur. Bu anlamdaki açıklama merfu olarak Mûsa b. Ukbe yoluyla gelen hadiste de rivâyet edilmiştir. Mûsa, Nâfî'den, onun İbn Ömer'den rivâyetine göre Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) yüce Allah'ın:

"Allah'ı zikretmek ise en büyüktür"âyeti hakkında şöyle demiştir: "Allah'ın sizi anması, sizin onu anmanızdan daha büyüktür.' Taberî, Câmiu'l-Beyân, XX, 156, 157; ancak mevkuf rivâyetler halinde; EM Suca1 ed-Deylemî, el-Firdevs, IV, 406,İbn Abbâs'ın sözü olarak. Şöyle de açıklanmıştır: Sizin kıldığınız namazlarınızda, okuduğunuz Kur'ân-ı Kerîm'de Allah'ı zikretmeniz herşeyden daha faziletlidir. Bir diğer açıklamaya göre anlam şudur: Namazın hayâsızlıktan ve münkerden alıkoymasının devam etmesi ile birlikte Allah'ı zikretmek en büyüktür.

ed-Dahhâk şöyle demiştir: Haram kıldığı şeyler esnasında Allah'ı hatırlayarak, o haramı terketmek zikrin en büyüğüdür.

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Yüce Allah'ın hayâsızlıkları ve münkeri yasakladığını hatırlamak en büyüktür; yani çok büyük bir iştir. Çünkü (Arapçada) "en büyük(ekber)" bazen "çok büyük(kebir)" anlamında kullanılır.

İbn Zeyd veKatade şöyle demişlerdir: Yüce Allah'ı zikretmek herşeyden daha büyüktür. Yani zikirsiz yapılan bütün ibadetlerden daha faziletlidir. Şöyle de denilmiştir: Allah'ı zikretmek insanı masiyetten alıkoyar. Çünkü O'nu zikredip hatırlayan bir kimse O'nun emirlerine aykırı davranmaz.

İbn Atiyye dedi ki: Benim kanaatime göre anlam şöyledir; Allah'ı zikretmek mutlak olarak en büyüktür. Yani asıl hayâsızlıktan ve münkerden alıkoyan odur. Namazda bu zikrin bir parçası dahi bunu gerçekleştirir. Aynı şekilde namazın dışında da böyledir. Çünkü ancak Allah'ı hatırlayan, O'nun gözetimi altında olduğunun şuuruna varan kimse için günahlardan uzak durmak mümkün olabilir. Bunun mükâfatı da yüce Allah'ın o kimseyi hatırlamasıdır. Hadîs-i şerîfte belirtildiği gibi: "Kim Beni kendi nefsinde zikrederse, Ben de onu kendi nefsimde zikrederim. Kim Beni bir topluluk arasında zikrederse, Ben de onu onlardan daha hayırlı bir topluluk arasında zikrederim. " Müslim, IV, 2061, 2067;Buhârî, VI, 2694;Tirmizî, V, 581; İbn. Mace, II, 1255;Müsned, II, 251, 354.

Namazdaki hareketlerin herhangi bir günahtan alıkoymakta bir etkisi yoktur. Asıl fayda veren zikir, ilimle beraber kalbin yönelmesiyle ve Allah'ın dışındaki her şeyin kalpten uzaklaştırılması ile birlikte yapılan zikirdir. Dili aşmayan zikrin ise, mertebesi elbetteki böyle değildir. Yüce Allah'ın kulunu anması, onun üzerine hidayetini ve ilmin nurunu yağdırması demektir. İşte bu da kulun Rabbini zikretmesinin bir meyvesidir. Zaten yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Öyle ise Beni anın ki Ben de sizi anayım," (el-Bakara, 2/152)

Âyet-i kerimenin geri kalan bölümleri ise bir çeşit tehdit ve yüce Allah'ın gözetimi altında olduğunu hatırdan çıkarmamaya bir teşviktir.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç