28
Orada
o evlerde, girmeye izin verebilecek birini veya evde
kimseyi
bulamazsanız, izin vermeye yetkili biri tarafından
size
izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Sabredin. Çünkü başkasının
mülkünde izinsiz tasarrufta bulunmak haramdır.
Eğer
size: Geri dönün!' denilirse, hemen dönün. İnsanların kapılarında
durmayın. Yani, ev halkı tarafından geri dönmeniz istenirse dönün; izin istemeyi
sürdürerek direnmeyin. Nitekim bu davranış, insanların kalblerinde hoşnutsuzluk
doğurur ve kişiliği rencide eder.
Çünkü
bu, yani geri dönmeniz
sizin
için, densizlik ve şahsiyetsizlik damgasını yemekten
daha
temiz bir davranıştır. Allah, yaptığınızı bilir. Allah, sizi sorumlu
tuttuğu işlerden hangisini yapıp hangisini terkettiğinizi bilir ve ona göre size
muamele eder.
29
içinde
kendinize ait bir şeylerin bulunduğu oturulmayan evlere izin istemeden
girmenizde herhangi bir sakınca yani günah
yoktur.
Belli kişilerin ikametine tahsis edilmeyen yerler genele ait yerlerdir. Bu
sebeple insanların yararlanmak zorunda kaldıkları ribatlar, hanlar, mağazalar,
hamamlar ve benzeri yerler, izin alınmadan girilebilecek yerlerdir. Çünkü bu
yerler, bütün insanların yararlanabilmeleri için hazırlanmıştır. Nitekim sıcak
ve soğuktan korunmak, malzeme ve eşya koymak, alış veriş yapmak ve yıkanmak gibi
ev haline uygun diğer şeylerden istifade etmek hakkı vardır. Bu sebeple, söz
konusu yerlere izin alınmadan girmek günah değildir.
Allah,
sizin açığa vurduklarınızı da, gizlediklerinizi de bilir. Bu ifade, bahis
konusu edilen yerlerden birine, bozgunculuk etmek veya bazı mahrem sırlar elde
etmek, için girene bir tehdit unsuru niteliği taşımaktadır.
Rivayete göre
Hazret-i Ömer İbn
Mes'ûd'la gece teftişinde bulunuyordu. Bu teftişlerin birinde bir kapı
aralığından bakmış ve içeride, önünde şarap bulunan ve şarkıcı bir kadının da
kendisine şarkı söylemekte olduğu bir ihtiyar görmüş. Bunun üzerine
Hazret-i Ömer, kapı üstünden içeriye girmiş,
ihtiyara hitaben: ”Senin gibi yaşlı birinin bu durumda olması doğru mudur?" diye
sormuş. İhtiyar kalkıp: ”Ey mü'minler em iri! Müsade buyur, söyleyeceklerim
var," demiş. Hazret-i Ömer de: ”Söyle,"
demiş. Bunun üzerine ihtiyar: ”Ben bir konuda Allah'a itaasizlik etmişsem sen üç
konuda itaatsizlik ettin" dedi. Hazret-i Ömer:
”Onlar nedir?" deyince, ihtiyar: ”Allahü teâlâ:
'...Birbirinizin kusurlarını araştırmayın...' (Hucûrât:
12) buyruğuyla kusur aramayı yasakladığı halde, kusur aradın. Yine Allah;
'...Evlere kapılarından girin...' (Bakara: 189)
buyurduğu halde, sen üstten girdin. Öte yandan Allah: 'Kendi evinizden başka
evlere, izin almadan ve halkına selâm vermeden girmeyin...'
(Nur: 27) buyurmasına rağmen eve izinsiz girdin"
demiş. Hazret-i Ömer: ”Doğru söyledin. Beni
bağışlar mısın?" demiş. Yaşlı adam: ”Seni Allah bağışlasın" cevabını verdikten
sonra Hazret-i Ömer’in, Yüce Allah'ın
emirleri karşısında kendisinden af dilemesi üzerine etkilenmiş ve tevbe etmiş.
Bunun üzerine Hazret-i Ömer de ağlayarak:
”Allah bağışlamazsa, vay Ömer’in haline" demiştir.
30
Ey Rasülüm Muhammed!
Mü'min
erkeklere, gözlerini harama
dikmemelerini, ırzlarını da helâl olmayan şeylerden
korumalarını söyle. Çünkü bu, göz dikmeme ve koruma
kendileri için şüphe kirinden
daha
temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından
haberdardır. O'na hiçbir şey gizli kalmaz. Bu sebeple onlar, her
halükârda O'ndan korksunlar.
"Ğaddu": Görmeye mani olacak
şekilde göz kapaklarını kapamaktır.
Rivayete göre Hazret-i İsa:
”Bakıştan sakının. Çünkü bakış, kalbte şehveti yeşertir" demiştir.
Hadis-i Şerifte de şöyle buyurulmuştur: ”Bana, kendinizle ilgili altı
şeyi garantileyin ki, hen de size cenneti garanti edeyim: Konuştuğunuz zaman
doğru konuşun. Söz verdiğiniz zaman sözünüzü yerine getirin. Size bir şey emanet
edilince onu yerine getirin. Namusunuzu koruyun. Gözlerinizi harama dikmeyin ve
ellerinizi kötülüklerden uzak tutun. ”
31
Mü'min
kadınlara da şöyle: Gözlerini sakınsınlar. Bakmaları helâl olmayan erkeğe
bakmasınlar. Bakmanın haram olduğu yerler de Ebû
Hanife ve Ahmed b. Hanbel'e göre avret
yeri sayılan yerlerdir. Şafiî mezhebinin tercih edilen görüşüne göre erkek
kadına bakamadığı gibi, kadın da erkeğe bakamaz.
Zinadan korunarak veya örtünerek
namus ve
iffetlerini korusunlar...
Mezhep imamları arasında avret
(örtünmesi gereken) yerlerinin örtülmesinin farz
olduğu konusunda herhangi bir görüş ayrılığı söz konusu değildir. Ancak avret
yerinin vücudun hangi bölgeleri olduğu konusunda farklı görüşler ileriye
sürülmüştür. Nitekim Ebû Hanife'ye göre
erkeğin avret mahalli, göbeğinden diz kapağının altına kadar olan kısımdır. Hür
olan her kadının ise, yüzü ve elleri dışında her yeri avret mahalli sayılmıştır.
Yine Ebû Hanife'nin sahih olan görüşüne göre,
kadının ayaklan, namazın dışında avret mahallidir, namazda değildir.
Diğer taraftan
İmam Malik: ”Erkeğin avret mahalli, ön ve
arkası ile baldırları; kadının ise, yüzü ve elleri dışında her yeridir"
demiştir.
İmam
Şafiî ve Ahmed b. Hanbel ise: ”Erkeğin
avret mahalli, göbekle diz kapağı arasıdır. Diz kapağı avret mahalli değildir ve
hür kadının her yeri avret mahallidir" demişlerdir.
Âyet-i kerimede, öncelikle gözün
sakınılması emredilmiştir. Çünkü bakış, zinanın aracı ve fesatın öncüsüdür. Yani
Allah, bakış tehlikesinin büyüklüğüne dikkat çekmek için, harama bakmanın
yasaklanışıyla namusu korumayı bir arada zikretmiştir. Nitekim bakış, fiiliyata
geçmeye davet eder. Bu sebeple hadis-i
şerifte: ”Bakış, Iblis’in oklarından bir oktur"(n)
buyrulmuştur. Ayrıca bu konuda şöyle denmiştir: ”Harama göz diken felâkete
sürüklenir."
Görünen
kısımları hariç olmak üzere, zinetlerini, zinetlerinin takılacağı mahal
şöyle dursun zinetlerini bile
teşhir
etmesinler. ”Zinet": Kadının süs olarak kullandığı eşya, sürme, elbise ve
allıktır. Bunların bir kısmı, yüzük, sürme ve allık gibi zilletlerdir ki,
şehvetten emin olmak şartıyla bunları yabancı erkeklere göstermenin bir
sakıncası yoktur. Diğerleri ise bilezik, gerdanlık ve küpe gibi gözükmeyen
zilletlerdir. Bunları, âyet-i kerimede belirtilen kişilerin dışında başka
kimselere göstermek helâl değildir.
Başörtülerini, yakalarının üzerine kadar örtsünler. ”Humur": Kadının
başını örttüğü şey (baş örtüsü) demek olan
”hımâr" kelimesinin çoğuludur. Bu nitelikte olmayan baş örtüsü sayılmaz. ”Cüyûb"
ise: Başın girmesi için kesilen yer (yaka) demek
olan ”ceyb" kelimesinin çoğuludur. Buna göre âyetin anlamı şöyledir:
Saçlarını, küpelerini ve
boyunlarını yabancılara karşı örtmek üzere başörtülerini yakalarının üzerine
salsınlar. Bu ifade, kadının göğsü ile boynunun avret mahalli olduğunun bir
kanıtıdır. Bu sebeple, yabancı birinin bu yerlere bakması caiz değildir.
Zilletlerini göstermesinler. Buradaki zilletlerden maksat, bilezik, ayak
bileziği, gerdanlık, küpe ve benzeri gözükmeyen zinetlerdir. Nitekim Ebu'l-Leys
şöyle demiştir: ”Göğüs, bacak ve baş gibi zinet mahallerini göstermesinler.
Çünkü göğüs, gerdanlığın yeri; bacak, ayak bileziklerinin takıldığı yer; kol,
bilezik takma yeri ve baş da taç takma mahallidir. Dolayısıyle Allah, zineti
zikretmiş ve fakat bundan zinet mahallerini kastetmiştir.
Ancak
kocalarına... Yani, zilletlerini kocalarına gösterebilirler. Çünkü
zinetle hedeflenen asıl kimseler onlardır. Nitekim kocalar, hanımlarının her
tarafına bakabilecekleri gibi, zinet yerlerine de elbette bakabilirler. Âyette
geçen ”buûle"“ba'l" kelimesinin çoğuludur. Eşlerden erkek olanına denir.
Babalarına... Dede de baba hükmündedir.
Kocalarının babalarına, kendi oğullarına, kocalarının oğullarına, erkek
kardeşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına, kız kardeşlerinin oğullarına...
Âyet-i kerimede belirtilen gruplarla, söz konusu kadınlar arasındaki yakınlık
dolayısıyla, çoğu kez zarurî olarak bir arada bulunurlar. Aralarında bir
fitnenin ortaya çıkma ihtimali son derece azdır. Çünkü akrabalık, insan
tabiatında cinsi ilişki nefretini uyandırır. Bu sebeple o erkekler, kendilerine
bu derece yakın olan kadınların hizmetleri esnasında görünen zilletlerine
bakabilirler.
Şafiîlere göre ise söz konusu
erkeklerin, göbekle diz kapağı arası hariç olmak üzere, gözükmeyen
(batini) zinete bakmaları caizdir. Kadının
kocası ise, hanımının göbekle diz kapağı arasındaki kısma da bakabilir.
Kendi
kadınlarına... Bunlar, hür Müslüman kadınlardan bizzat kendileriyle
sohbet eden veya hizmet eden kadınlardır. Çünkü kâfir kadınlar, mü'min
hanımların özelliklerini erkeklere tanıtmada sakınca görmezler. Bu sebeple
âyet-i kerimedeki kadınlardan maksat, kendi dinlerinden olan kadınlardır.
Nitekim selef müfesirlerin görüşü bu doğrultudadır.
Konuyla ilgili olarak Fahruddin
Razî şöyle demiştir: ”Selefin sözü müstehab olmak şeklinde yorumlanmış, fakat
tercih edilen görüşe göre 'Kadınlarından maksat, bütün kadınlardır."
Fakir
(müellif) ise şöyle der: ”Geçerli sayılan tefsirlerin çoğu selefin bu
sözüyle doludur. Nitekim selef, Yahudi, Hristiyan, mecusî ve putperest kadını
yabancı erkek hükmüne koyarak, Müslüman kadının bunlar yanında vücudunu açmasını
menetmişlerdir. Bu yasaklamanın önemli iki sebebi vardır. Birincisi, her şeyden
önce aralarında din farkı bulunmaktadır. Çünkü imanla küfür, onları birbirinden
ayırmıştır. İkincisi de, Müslüman olmayan kadının, imandan mahrum olduğu için,
güven telkin etmemesidir. Bu sebeple namuslu kadın, fâsık kadından, onunla
dostluk kurmaktan ve yanında soyunmaktan kaçınmalıdır."
Öte yandan
Hazret-i Ömer, Ebû Ubeyde'ye bir mektup
yazarak, Yahudi ve Hristiyan kadınların Müslüman kadınlarla birlikte hamama
girmelerine engel olmasını istemiştir.
Ellerinin altında bulunanlara, cariyelere...Kadının sahip olduğu köleyse,
kendisine yabancı erkek hükmündedir. Bu köle, ister iğdiş edilmiş olsun, ister
cinsî temas gücü bulunsun, aynıdır. Nitekim Ebû
Hanife'nin görüşü olduğu gibi çoğu âlimlerin görüşü de bu doğrultudadır.
Bu sebeple, kadının o köle ile hacca gitmesi veya yolculuğa çıkması caiz
değildir. Fakat kölesi, kendisini şehvetten emin hissettiği zaman ona bakması
caizdir.
Erkeklerden kadınlara karşı cinsî güçten düşmüş hizmetçilere...
Ev halkından sayılan yani evlere
girip çıkan erkeklerden, kadınlara ihtiyaç duymayacak kadar yaşlı olan veya
cinsel güçleri ve şehvet duyguları yok edilen erkeklerdir. Cinsel gücü
olmayanlardan biri, ”muhannes" diye tanımlanıp kadın gibi davranan ve kadınlara
karşı şehvet duymayan kimsedir. Ancak mecbûb ve hasî hakkında ihtilâf söz
konusudur. Mecbûb, erkeklik organı ile yumurtaları kesilen; hasî de, sadece
yumurtaları alınan, yani iğdiş edilen kişi demektir. Tercih edilen görüşe göre
kadına bakmanın harami ığı konusunda iğdiş edilen, erkeklik uzvu kesilen ve
cinsel temasa gücü olmayan erkekler, diğer erkekler gibidirler. Çünkü onlar,
organları cinsel ilişkiye uygun olmasa da bu ilişkiyi arzu ederler.
Yahut
henüz kadınların gizli kadınlık özelliklerinin farkında olmayan, henüz
şehvet duyacak seviyeye ermeyen
çocuklara gösterebilirler... Çocuk, cins ismi olması dolayısıyla çoğul
hükmündedir. Vasfı zikredilerek bununla yetinilnıiştir. Aynı şekilde ”düşman" da
cins ismidir ve çoğul yerinde kullanılmıştır. Allahu teâlâ'nın: ”Şüphesiz onlar
benim düşmanımdır..." (Şuarâ: 77) sözü buna
örnektir.
Ragıb İsfahanı Müfredatında şöyle
demektedir: ”Tifl" körpe sayılan çocuğa verilen addır. Tufeyli de, davetten
davete koşuşan, asalak demektir."
Avret, insanın ön ve arka
mahallelidir. Bu yerlerin gözükmesi veya onlara bakılması kötü görülmüş,
dolayısiyle bu isimle adlandırılmıştır. ”Avret" kelimesi; noksanlık, kusur ve
çirkin demek olan avr kelimesinden türemiştir.
Tek gözün kör olması ifadesinde
yine bu kelime kullanılmaktadır.
Görülmemesi için
gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar...
Yani, ayağa takılan bileziklere sahip olduklarının anlaşılması için, ses
çıkaracak şekilde ayaklarım yere vurmasınlar. Çünkü bu hareket, erkeklerin
onlara meyletmesine sebep olduğu gibi, onların da erkeklere meyletme arzularının
olduğunu akla getirir. Öte yandan, bu bileziklerin sesini yabancı erkeklere
duyurmak haram olunca, kadınların, aynı erkeklerin duyabilecekleri şekilde
seslerini yükseltmeleri, öncelikle haram olur. Çünkü, onların sesi, fitneye
bileziklerinin sesinden daha yakındır. Bu sebeple, ezanda sesin yükseltilmesi
gerektiği için, kadınların ezan okuması mekruh sayılmıştır.
Ey
mü'minler! Hep birlikte Allah'a tevbe ediniz. Çünkü herbiriniz, nerdeyse
Allah'ın emri ve nehyi karşısında hatadan ve özellikle cinsel arzulardan uzak
kalamayacaktır.
Bu âyet, günahın kulun imanını
yok etmediğine delil teşkil etmektedir. Nitekim Allahu teâlâ, günahlardan dolayı
tevbe edilmesini emrederek ”Ey mü'minler!" diye seslenmiştir.
Ki
kurtuluşa eresiniz, ve böylece dünya ve âhiret mutluluğuna kavuşursunuz.
Yüce Allah, bütün mü'minlere
tevbe edip af dilemelerini emretmiştir. Çünkü zayıf kul, Allah'ın emirlerini
gözetmeye çaba harcasa bile hata edebilir.
|