60
Ve
Rablerine dönecekleri için, verdiklerini, hayır ve iyilikleri, verdikleri
zekât ve bağışları
yürekleri çarparak verirler. Onlar, kendilerinden kabul edilmez korkusunu
ve yerini bulmaz endişesini taşıyarak infakta bulunurlar. Yoksa korkuları, sırf
Allah'a dönmekten dolayı değildir.
61
İşte
onlar, üstün niteliklerle nitelenen kişiler
iyiliklere koşuşurlar ve onun için önde giderler. Bu kimselere iyi
amellerden dolayı vadedilen peşin hayırlar, âhiretten önce, dünyada verilmiştir.
Nitekim iyilikler için yarışanlar, yarışı kazananların derecesini elde ederler.
62
Biz, hiç
kimseye gücünün üstünde teklifte bulunmayız.
Mukatil b. Süleyman şöyle
demiştir: ”Ayakta duramayan oturarak namaz kılsın; oturamayatı ise işaretle
kılsın."
Harirî de: ”Allah, kullarını
kendisini hakkıyle tanımalarından sorumlu tutmamış, ancak güçleri ölçüsünde
tanımaktan sorumlu tutmuştur. Eğer Allah, hak ettiği kadar tanımalarından
sorumlu tutsaydı, O'nu gereği gibi tanıyamazlardı. Çünkü Yüce Allah'ı,
kendisinden başka hiç kimse gereği gibi tanıyamaz" demiştir.
Katımızda gerçeği, doğruyu
söyleyen
bir kitap, amel defterleri
vardır.
Burada, herkesin ameli tesbit edilmiştir. O kitapta, gerçeğe uymayan bir şey
bulunmaz. O, sadece hakikati ortaya koyar ve tıpkı konuşan birinin açıklamada
bulunduğu gibi bakana doğruyu açıklar.
Ve
onlara, mükâfatın azaltılması veya azabın artırılması suretiyle
asla
haksızlık edilmez.
63
Hayır,
onların yani kâfirlerin
kalbleri
bundan, Kur'ân'da açıklanan bu şeyden
habersizdir. Ondan gafildirler.
Ayrıca
onların bundan, yani bu sayılanladan
başka
birtakım daha nice
amelleri
vardır ki... Onlar, Kur'ân'da kendilerini kınama tarzında gelecek olan
çeşit çeşit küfürleri ve isyanlarıdır.
Onlar bu
işleri yapar dururlar. Onlar bu tür davranışları alışkanlık haline
getirmişlerdir.
64
Nihayet,
bolluk içinde olanlarını, uhrevî
azap ile
yakaladığımız zaman, yani onlar, varlıklı olanlarıyla elebaşlarının
yakasına yapışıncaya kadar o işlerine devam eder dururlar. Varlıklılarını
yakaladığımız zaman da
hemen
feryadı basarlar. Yani, o anda aniden yardım için feryat etmeye başlarlar
ve kurtuluş için yalvarıp yakarırlar.
65
Onlara:
'Bugün
artık boşuna feryat etmeyin! deriz. Âyette, korkutmak ve feryat etme
vaktinin kaçırıldığını bildirmek için, kıyamet gününden ibaret olan gün,
özellikle dile getirilmiştir.
Çünkü
size sizi abluka altına alan azaptan kurtaracak
bir
yardımımız dokunmaz.'
66
Bak. Âyet 67.
67
Dünyada iken faydalanasınız diye
Size
âyetlerim okunduğu zaman, buna karşı kibirlenerek kitabımı inkâr ederek
arkanızı
dönüp gidiyor, gerisin geriye topukların üzerine dönüp kaçıyor ve
âyetlerimi dinlemek istemiyor,
geceleyin, Kur'an hakkında,
saçmalayıp duruyordunuz.
Nitekim müşrikler, Kabe'nin
etrafında toplanarak Kur'an aleyhinde bulunuyor ve düzenledikleri gece
toplantılarında yerine göre onu sihir ve şiir olarak adlandıran ve böylece
onları küçümseyen sohbetler yapıyorlardı.
Âyet-i Kerimede, geceyi, Allah'a
itaat dışında şeylerle geçirmenin kınandığına işaret edilmiştir. Nitekim
Kurtubî şöyle der: ”Yatsı namazından sonra
sohbete dalmak ittifakla hoş görülmemiştir. Çünkü namazlar, insanların
hatalarını örtmüştür. Artık emin olarak uyuyabilirler. Amelleri kaydeden
melekler, insanın amel defterlerini ibadetlerini kaydederek kapatmışlardır. Eğer
bundan sonra gece sohbetine devam ederlerse anlamsız sözlere dalarlar ve
dolayısıyla son kayıt bu sözler ve anlamsız ifadeler olur."
Öte yandan fıkıh âlimi Ebu'l-Leys
bu konuda şöyle demiştir: ”Gece sohbeti üç çeşittir:
1.
İlmî müzakerelerden ibaret olan sohbet. Bu sohbet uykudan daha hayırlıdır. Çünkü
bunda, hayır vardır ve insanlara iyilik hedeflenir.
2.
Geçmişe ait efsaneler, alay ve gülmekten ibaret olan sohbet. Bu ise mekruh
sayılmıştır.
3.
Yalan ve anlamsız sözlerden kaçınarak sırf kaynaşmak için yapılan sohbet. Bu
sohbette herhangi bir sakınca söz konusu değildir. Ancak, genelde gece sohbeti
nehyedildiği için bu sohbeti terketmek daha iyidir. Fakat herhalükârda illâ bu
sohbeti yapacak olurlarsa, sonunda Allah'ı zikretmeye, tesbih etmeye ve O'ndan
af dilemeye yönelmeleri gerekir. Böylece hayra dönmüş olurlar. Nitekim
Hazret-i Peygamber, sohbet mahallinden
kalkacağı sırada şöyle duâ ederdi: ”Bütün noksanlıklardan uzak olan Allah'ım!
Sana hamdeder, senden başka hiçbir ilâhın olmadığına tanıklık eder, sana sığınır
ve sana tevbe ederim." Sonra da; ”Bunları bana
Cebrail öğretti" derdi.
68
Onlar,
yani kâfirler
bu sözü,
yani Kur'an'ı
hiç
düşünmediler mi? Yani onlar, Kur'ân'a karşı yaptıkları kötülüklere ek
olarak büyüklük taslamaları ve gerçeği terk ile ilgili yaptıklarını, ifadesinin
eşsizliğini, gayb âleminden haber vermesini ve Rablerinden bir gerçek olduğunu
bilip iman etmeleri gereken Kur'an'ı düşünmeden mi yapmışlardır?
Yoksa
onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey -bir kitap-
mi
geldi? Ki, bu yüzden Kur'an'ı yadırgayıp küfre ve sapıklığa düşmüşlerdir.
69
Yoksa
peygamberlerini,
O'nun güvenilirliğini, doğruluğunu ve ahlâk güzelliğini
henüz
tanıyamadılar da bu yüzden mi onu inkâr ediyorlar? O'nun
peygamberliğini bu sebeple mi tanımıyorlar?
Oysa peygamber’in durumunu bilmemeleri söz
konusu değildir. Bu yüzden inkârlarının geçersizliği ortaya çıkmıştır.
70
Yoksa
onda bir delilik olduğunu mu söylüyorlar? Başka bir kınamaya geçilmiştir.
Yani, yoksa onlar, insanların en akıllısı, en zeki ve en şahsiyetlisi olmasına
rağmen, onda bir deliliğin olduğunu mu söylüyorlar? Hayır!
Aksine
o, kendilerine hakkı getirmiştir. Yani durum, onların gerek Kuran ve
gerekse peygamber hakkında iddia ettikleri
gibi değildir. Aksine o kendilerine, hiçbir şekilde yan çizmeye ve bâtıla
yönelmeye imkân olmayan gerçeği getirmiştir.
Fakat
onların çoğu haktan sadece bu haktan değil, sırf hak olduğu için bütün
gerçeklerden
hoşlanmamaktadırlar. Çünkü onların cibiliyetlerinde bozukluk ve sapıklık
vardır.
Âyet-i kerimede bu niteliğin
insanların büyük kısmında bulunan bir nitelik olarak yer alması, onların, apaçık
haktan hoşlanmamalarına ters değildir. Çünkü bütün
peygamberlerin kavmi, çoğunlukla inatçıydı. Nitekim Allahu teâlâ şöyle
buyurmuştur: ”Yemin olsun ki, onlardan önce gelip geçenlerin çoğu sapılmıştı."
(Sâffât: 71) Şu halde azınlık, tıpkı değerli
mücevherat ve çiçekler gibi, imana müsaittirler. Çoğu da, değersiz taşlar ve
kurumuş bitkiler gibi, işe yaramayanlardır. Halkın çoğunun durumu böyledir.
Fakat şahsiyetli ve temiz insanlar, onlar gibi değillerdir. Dinî emirlerle
mükellef olmaları onların sadece şereflerini artırmaktadır.
Hadis-i Kudsî de şöyle buyrulmuştur:
”Rabbin, zincirlerle cennete sevkedilen zümreye şaşmıştır. ”(?)
71
Eğer
hak, hoşlanmadıkları Kur'an
onların
arzularına, kâfirlerin isteklerine uygun olarak inmek suretiyle
uysaydı,
mutlaka gökler, yer ve bunlarda bulunanlar, melekler, insanlar ve cinler
bozulur
giderdi. Düzeni bozulur nizam ve intizam kalmazdı.
Hayır,
Biz onlara şan ve şereflerini getirdik. Âyet-i kerimede, inanmayanlar
hakkı kötü görmeleri sebebiyle kötülemekten dünya ve âhiret şan ve şereflerinin
kendisinde bulunduğu Kurandan yüz çevirmelerinin çirkinliğinin ifade edilmesine
geçilmiştir. Nitekim Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmuştur: ”Şüphesiz Kur'an,
sana ve kavmine bir öğüttür, bir şereftir..." (Zuhruf:
44) Buna göre âyetin anlamı şöyle olmaktadır: ”Hayır. Biz onlara,
bütünüyle kabul etmeleri gereken şan ve şereflerini getirdik."
Fakat
onlar, kendi şereflerine yönelmenin ve özen göstermenin gerekli olmadığı
şeye değil de, şu andaki hallerinin ıslahına ve gelecekteki şereflerine
sırt
çeviriyorlar.
Aşağıdaki âyetle de, başka bir
yönden azarlamaya geçilerek şöyle buyuru Imuştur:
72
Yoksa
sen onlardan bir vergi mi istiyorsun? Yani onlar, senin
peygamberliği tebliğ etmene karşılık onlardan
bir ücret istediğini mi sanıyorlarda bundan dolayı mı sana inanmıyorlar?
Rabbinin
vergisi daha hayırlıdır. Dolayısıyla onlardan bir ücret isteme. Çünkü
Rabbinin dünyadaki rızkı ve âhiretteki mükâfatı, daha fazla ve daha sürekli
olduğu için senin için ondan daha hayırlıdır.
O, rızık
verenlerin en iyisidir. Yani bir bedel olarak verenden daha iyidir. Çünkü
Allah'ın verdiği şey kesilmez değişikliğe uğramaz.
73
Gerçekten sen onları selim aklın doğruluğuna şahit olduğu, içinde hiçbir
eğriliğin bulunmadığı
doğru
bir yola davet ediyorsun.
74
Âhirete
inanmayanlar ise, -Dünya hayatından başka bir hayatın olmadığını iddia
ettikleri için, kendilerini kötüleme babından böyle nitelenmişlerdir.-
Kendilerini davet etmekte olduğun hak
yoldan
ısrarla sapmaktadırlar. Çünkü âhirete inanmak, hakkı istemeye götüren en
güçlü sebeplerden biridir.
Rivayete göre Harun Reşit, hacdan
dönerken Kûfe'de birkaç gün kalmış ve oradan ayrılacağı bir sırada yoluna Deli
Behlül çıkmış ve en tiz sesiyle üç defa: ”Harun!" diye bağırmış, Bunun üzerine
Harun, hayretle: ”Bana kim sesleniyor? diye sormuş. Yanındakiler: ”Deli Behlül"
diye cevap vermişler. Bunun üzerine Harun, durmuş perdenin kaldırılmasını
emrederek, (çünkü insanlarla perde arkasından
konuşuyormuş) Deli Behlül'e: ”Beni tanıyor musun?" diye sormuş. Behlül:
”Evet, seni tanıyorum" demiş. Harun: ”Kimim ben?" demiş. Behlül: ”Sen, batıda
bulunduğun sırada doğuda birinin haksızlığa uğraması halinde, Allah'ın kıyamet
günü bundan dolayı hesaba çekeceği kişisin" demiş. Behlül'ün bu sözünden
etkilenen Harun Reşit ağlayarak ona şöyle demiş: ”Durumumu nasıl görüyorsun?"
Behlül: ”Durumunu Allah'ın kitabına arzet. Nitekim Allah şöyle buyurur: ”İyiler
mutlaka cennette ve kötüler ise mutlaka cehennemdedir."
(İnfitâr: 13-14) Bunun üzerine Harun Behlül'e: ”Amellerimiz nerede?" diye
sormuş. Behlül: ”Allah, ancak takva sahiplerinden kabul eder."
(Mâide: 27) âyetini okumuş. Harun Reşit:
”Allah'ın Rasûlüne olan yakınlığımız nerede?" diye sormuş. Deli Behlül: ”Sûra
üflendiği zaman, o gün, aralarında soy yakınlığı kalmaz. Birbirlerine de bir şey
soramazlar." (Müminün: 101 ) âyetini okumuş.
Harun Reşit: ”Allah'ın Rasûl ünün bize olan şefaati nerede?" diye sorunca
Behlül: ”O gün şefaati, sadece Allah'ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu
kimseye fayda verir" (Tâhâ: 109) âyetini okumuş.
Harun Reşit Behlül'e: ”Bir ihtiyacın var mı" diye sormuş. Behlül: ”Evet,
günahlarımı bağışlamanı ve beni cennete koymanı istiyorum" demiş. Harun: ”Bu iş
benim elimde değildir. Duyduk ki senin borcun varmış. Senin adına ödeyelim"
demiş. Behlül: ”Borç, borçla ödenmez. Onun için insanların mallarını kendilerine
ver" cevabını vermiş. Harun Reşit: ”Öyleyse sana, ölünceye kadar bir maaş
bağlanmasını emredeyim mi?" demiş. Behlül: ”Biz, Allahu teâlâ'nın iki kuluyuz. O
hiç seni hatırlarda beni unutur mu?! Ne dersin?" demiş. Harun Reşit, Deli Behlül
un nasihatlerini kabul ederek yoluna devam etmiştir.
|