Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

345

 

023 - MÜ'MİNÛN SÛRESİ

 

CÜZ :

18

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

60

Ve Rablerine dönecekleri için, verdiklerini, hayır ve iyilikleri, verdikleri zekât ve bağışları

yürekleri çarparak verirler. Onlar, kendilerinden kabul edilmez korkusunu ve yerini bulmaz endişesini taşıyarak infakta bulunurlar. Yoksa korkuları, sırf Allah'a dönmekten dolayı değildir.

61

İşte onlar, üstün niteliklerle nitelenen kişiler

iyiliklere koşuşurlar ve onun için önde giderler. Bu kimselere iyi amellerden dolayı vadedilen peşin hayırlar, âhiretten önce, dünyada verilmiştir. Nitekim iyilikler için yarışanlar, yarışı kazananların derecesini elde ederler.

62

Biz, hiç kimseye gücünün üstünde teklifte bulunmayız.

Mukatil b. Süleyman şöyle demiştir: ”Ayakta duramayan oturarak namaz kılsın; oturamayatı ise işaretle kılsın."

Harirî de: ”Allah, kullarını kendisini hakkıyle tanımalarından sorumlu tutmamış, ancak güçleri ölçüsünde tanımaktan sorumlu tutmuştur. Eğer Allah, hak ettiği kadar tanımalarından sorumlu tutsaydı, O'nu gereği gibi tanıyamazlardı. Çünkü Yüce Allah'ı, kendisinden başka hiç kimse gereği gibi tanıyamaz" demiştir.

Katımızda gerçeği, doğruyu

söyleyen bir kitap, amel defterleri

vardır. Burada, herkesin ameli tesbit edilmiştir. O kitapta, gerçeğe uymayan bir şey bulunmaz. O, sadece hakikati ortaya koyar ve tıpkı konuşan birinin açıklamada bulunduğu gibi bakana doğruyu açıklar.

Ve onlara, mükâfatın azaltılması veya azabın artırılması suretiyle

asla haksızlık edilmez.

63

Hayır, onların yani kâfirlerin

kalbleri bundan, Kur'ân'da açıklanan bu şeyden

habersizdir. Ondan gafildirler.

Ayrıca onların bundan, yani bu sayılanladan

başka birtakım daha nice

amelleri vardır ki... Onlar, Kur'ân'da kendilerini kınama tarzında gelecek olan çeşit çeşit küfürleri ve isyanlarıdır.

Onlar bu işleri yapar dururlar. Onlar bu tür davranışları alışkanlık haline getirmişlerdir.

64

Nihayet, bolluk içinde olanlarını, uhrevî

azap ile yakaladığımız zaman, yani onlar, varlıklı olanlarıyla elebaşlarının yakasına yapışıncaya kadar o işlerine devam eder dururlar. Varlıklılarını yakaladığımız zaman da

hemen feryadı basarlar. Yani, o anda aniden yardım için feryat etmeye başlarlar ve kurtuluş için yalvarıp yakarırlar.

65

Onlara:

'Bugün artık boşuna feryat etmeyin! deriz. Âyette, korkutmak ve feryat etme vaktinin kaçırıldığını bildirmek için, kıyamet gününden ibaret olan gün, özellikle dile getirilmiştir.

Çünkü size sizi abluka altına alan azaptan kurtaracak

bir yardımımız dokunmaz.'

66

Bak. Âyet 67.

67

Dünyada iken faydalanasınız diye

Size âyetlerim okunduğu zaman, buna karşı kibirlenerek kitabımı inkâr ederek

arkanızı dönüp gidiyor, gerisin geriye topukların üzerine dönüp kaçıyor ve âyetlerimi dinlemek istemiyor,

geceleyin, Kur'an hakkında,

saçmalayıp duruyordunuz.

Nitekim müşrikler, Kabe'nin etrafında toplanarak Kur'an aleyhinde bulunuyor ve düzenledikleri gece toplantılarında yerine göre onu sihir ve şiir olarak adlandıran ve böylece onları küçümseyen sohbetler yapıyorlardı.

Âyet-i Kerimede, geceyi, Allah'a itaat dışında şeylerle geçirmenin kınandığına işaret edilmiştir. Nitekim Kurtubî şöyle der: ”Yatsı namazından sonra sohbete dalmak ittifakla hoş görülmemiştir. Çünkü namazlar, insanların hatalarını örtmüştür. Artık emin olarak uyuyabilirler. Amelleri kaydeden melekler, insanın amel defterlerini ibadetlerini kaydederek kapatmışlardır. Eğer bundan sonra gece sohbetine devam ederlerse anlamsız sözlere dalarlar ve dolayısıyla son kayıt bu sözler ve anlamsız ifadeler olur."

Öte yandan fıkıh âlimi Ebu'l-Leys bu konuda şöyle demiştir: ”Gece sohbeti üç çeşittir:

1. İlmî müzakerelerden ibaret olan sohbet. Bu sohbet uykudan daha hayırlıdır. Çünkü bunda, hayır vardır ve insanlara iyilik hedeflenir.

2. Geçmişe ait efsaneler, alay ve gülmekten ibaret olan sohbet. Bu ise mekruh sayılmıştır.

3. Yalan ve anlamsız sözlerden kaçınarak sırf kaynaşmak için yapılan sohbet. Bu sohbette herhangi bir sakınca söz konusu değildir. Ancak, genelde gece sohbeti nehyedildiği için bu sohbeti terketmek daha iyidir. Fakat herhalükârda illâ bu sohbeti yapacak olurlarsa, sonunda Allah'ı zikretmeye, tesbih etmeye ve O'ndan af dilemeye yönelmeleri gerekir. Böylece hayra dönmüş olurlar. Nitekim Hazret-i Peygamber, sohbet mahallinden kalkacağı sırada şöyle duâ ederdi: ”Bütün noksanlıklardan uzak olan Allah'ım! Sana hamdeder, senden başka hiçbir ilâhın olmadığına tanıklık eder, sana sığınır ve sana tevbe ederim." Sonra da; ”Bunları bana Cebrail öğretti" derdi.

68

Onlar, yani kâfirler

bu sözü, yani Kur'an'ı

hiç düşünmediler mi? Yani onlar, Kur'ân'a karşı yaptıkları kötülüklere ek olarak büyüklük taslamaları ve gerçeği terk ile ilgili yaptıklarını, ifadesinin eşsizliğini, gayb âleminden haber vermesini ve Rablerinden bir gerçek olduğunu bilip iman etmeleri gereken Kur'an'ı düşünmeden mi yapmışlardır?

Yoksa onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey -bir kitap-

mi geldi? Ki, bu yüzden Kur'an'ı yadırgayıp küfre ve sapıklığa düşmüşlerdir.

69

Yoksa peygamberlerini, O'nun güvenilirliğini, doğruluğunu ve ahlâk güzelliğini

henüz tanıyamadılar da bu yüzden mi onu inkâr ediyorlar? O'nun peygamberliğini bu sebeple mi tanımıyorlar? Oysa peygamber’in durumunu bilmemeleri söz konusu değildir. Bu yüzden inkârlarının geçersizliği ortaya çıkmıştır.

70

Yoksa onda bir delilik olduğunu mu söylüyorlar? Başka bir kınamaya geçilmiştir. Yani, yoksa onlar, insanların en akıllısı, en zeki ve en şahsiyetlisi olmasına rağmen, onda bir deliliğin olduğunu mu söylüyorlar? Hayır!

Aksine o, kendilerine hakkı getirmiştir. Yani durum, onların gerek Kuran ve gerekse peygamber hakkında iddia ettikleri gibi değildir. Aksine o kendilerine, hiçbir şekilde yan çizmeye ve bâtıla yönelmeye imkân olmayan gerçeği getirmiştir.

Fakat onların çoğu haktan sadece bu haktan değil, sırf hak olduğu için bütün gerçeklerden

hoşlanmamaktadırlar. Çünkü onların cibiliyetlerinde bozukluk ve sapıklık vardır.

Âyet-i kerimede bu niteliğin insanların büyük kısmında bulunan bir nitelik olarak yer alması, onların, apaçık haktan hoşlanmamalarına ters değildir. Çünkü bütün peygamberlerin kavmi, çoğunlukla inatçıydı. Nitekim Allahu teâlâ şöyle buyurmuştur: ”Yemin olsun ki, onlardan önce gelip geçenlerin çoğu sapılmıştı." (Sâffât: 71) Şu halde azınlık, tıpkı değerli mücevherat ve çiçekler gibi, imana müsaittirler. Çoğu da, değersiz taşlar ve kurumuş bitkiler gibi, işe yaramayanlardır. Halkın çoğunun durumu böyledir. Fakat şahsiyetli ve temiz insanlar, onlar gibi değillerdir. Dinî emirlerle mükellef olmaları onların sadece şereflerini artırmaktadır. Hadis-i Kudsî de şöyle buyrulmuştur: ”Rabbin, zincirlerle cennete sevkedilen zümreye şaşmıştır. ”(?)

71

Eğer hak, hoşlanmadıkları Kur'an

onların arzularına, kâfirlerin isteklerine uygun olarak inmek suretiyle

uysaydı, mutlaka gökler, yer ve bunlarda bulunanlar, melekler, insanlar ve cinler

bozulur giderdi. Düzeni bozulur nizam ve intizam kalmazdı.

Hayır, Biz onlara şan ve şereflerini getirdik. Âyet-i kerimede, inanmayanlar hakkı kötü görmeleri sebebiyle kötülemekten dünya ve âhiret şan ve şereflerinin kendisinde bulunduğu Kurandan yüz çevirmelerinin çirkinliğinin ifade edilmesine geçilmiştir. Nitekim Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmuştur: ”Şüphesiz Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür, bir şereftir..." (Zuhruf: 44) Buna göre âyetin anlamı şöyle olmaktadır: ”Hayır. Biz onlara, bütünüyle kabul etmeleri gereken şan ve şereflerini getirdik."

Fakat onlar, kendi şereflerine yönelmenin ve özen göstermenin gerekli olmadığı şeye değil de, şu andaki hallerinin ıslahına ve gelecekteki şereflerine

sırt çeviriyorlar.

Aşağıdaki âyetle de, başka bir yönden azarlamaya geçilerek şöyle buyuru Imuştur:

72

Yoksa sen onlardan bir vergi mi istiyorsun? Yani onlar, senin peygamberliği tebliğ etmene karşılık onlardan bir ücret istediğini mi sanıyorlarda bundan dolayı mı sana inanmıyorlar?

Rabbinin vergisi daha hayırlıdır. Dolayısıyla onlardan bir ücret isteme. Çünkü Rabbinin dünyadaki rızkı ve âhiretteki mükâfatı, daha fazla ve daha sürekli olduğu için senin için ondan daha hayırlıdır.

O, rızık verenlerin en iyisidir. Yani bir bedel olarak verenden daha iyidir. Çünkü Allah'ın verdiği şey kesilmez değişikliğe uğramaz.

73

Gerçekten sen onları selim aklın doğruluğuna şahit olduğu, içinde hiçbir eğriliğin bulunmadığı

doğru bir yola davet ediyorsun.

74

Âhirete inanmayanlar ise, -Dünya hayatından başka bir hayatın olmadığını iddia ettikleri için, kendilerini kötüleme babından böyle nitelenmişlerdir.- Kendilerini davet etmekte olduğun hak

yoldan ısrarla sapmaktadırlar. Çünkü âhirete inanmak, hakkı istemeye götüren en güçlü sebeplerden biridir.

Rivayete göre Harun Reşit, hacdan dönerken Kûfe'de birkaç gün kalmış ve oradan ayrılacağı bir sırada yoluna Deli Behlül çıkmış ve en tiz sesiyle üç defa: ”Harun!" diye bağırmış, Bunun üzerine Harun, hayretle: ”Bana kim sesleniyor? diye sormuş. Yanındakiler: ”Deli Behlül" diye cevap vermişler. Bunun üzerine Harun, durmuş perdenin kaldırılmasını emrederek, (çünkü insanlarla perde arkasından konuşuyormuş) Deli Behlül'e: ”Beni tanıyor musun?" diye sormuş. Behlül: ”Evet, seni tanıyorum" demiş. Harun: ”Kimim ben?" demiş. Behlül: ”Sen, batıda bulunduğun sırada doğuda birinin haksızlığa uğraması halinde, Allah'ın kıyamet günü bundan dolayı hesaba çekeceği kişisin" demiş. Behlül'ün bu sözünden etkilenen Harun Reşit ağlayarak ona şöyle demiş: ”Durumumu nasıl görüyorsun?" Behlül: ”Durumunu Allah'ın kitabına arzet. Nitekim Allah şöyle buyurur: ”İyiler mutlaka cennette ve kötüler ise mutlaka cehennemdedir." (İnfitâr: 13-14) Bunun üzerine Harun Behlül'e: ”Amellerimiz nerede?" diye sormuş. Behlül: ”Allah, ancak takva sahiplerinden kabul eder." (Mâide: 27) âyetini okumuş. Harun Reşit: ”Allah'ın Rasûlüne olan yakınlığımız nerede?" diye sormuş. Deli Behlül: ”Sûra üflendiği zaman, o gün, aralarında soy yakınlığı kalmaz. Birbirlerine de bir şey soramazlar." (Müminün: 101 ) âyetini okumuş. Harun Reşit: ”Allah'ın Rasûl ünün bize olan şefaati nerede?" diye sorunca Behlül: ”O gün şefaati, sadece Allah'ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseye fayda verir" (Tâhâ: 109) âyetini okumuş. Harun Reşit Behlül'e: ”Bir ihtiyacın var mı" diye sormuş. Behlül: ”Evet, günahlarımı bağışlamanı ve beni cennete koymanı istiyorum" demiş. Harun: ”Bu iş benim elimde değildir. Duyduk ki senin borcun varmış. Senin adına ödeyelim" demiş. Behlül: ”Borç, borçla ödenmez. Onun için insanların mallarını kendilerine ver" cevabını vermiş. Harun Reşit: ”Öyleyse sana, ölünceye kadar bir maaş bağlanmasını emredeyim mi?" demiş. Behlül: ”Biz, Allahu teâlâ'nın iki kuluyuz. O hiç seni hatırlarda beni unutur mu?! Ne dersin?" demiş. Harun Reşit, Deli Behlül un nasihatlerini kabul ederek yoluna devam etmiştir.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1725  H : 1137)

 

RÛHU'L-BEYÂN TEFSÎR-İ - (TÜRKÇE)

 

HANEFÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç