Rahmân ve Rahîm Allah’ın İsmi ile Medine’de indiği icma ile kabul edilmiştir. 1(Bu) indirdiğimiz ve farz kıldığımız bir sûredir. Öğüt alasınız diye onda apaçık âyetler de indirdik. Bu sûrenin maksadı iffet ve tesettüre dair hükümleri zikretmektir. Ömer(radıyallahü anh) Küfe ahalisine: "Hanımlarınıza Nûr Sûresi'ni öğretiniz" diye talimat yazmıştır.Âişe (radıyallahü anha) da şöyle demiştir: "Kadınları yüksek köşklerde yerleştirmeyiniz, onlara yazı yazmayı da öğretmeyiniz. Onlara Nûr Sûresi ile yün eğirmeyi öğretiniz. " "Ve farz kıldığımız" âyeti "ra" harfi şeddesiz olarak okunmuştur. Yani bu sûrede bulunan hükümleri sizlere de, sizlerden sonra gelecek olanlara da farz kılmışızdır. Şeddeli okuyuşun anlamı da: Biz bu sûrede çeşitli hükümleri farz kılmışızdır, demek olur. Ebû Amr "ra" harfini şeddeli olarak okumuştur. Yine bunun anlamı, onu kısımlara ayırarak, kısım kısım indirdik, demektir. Çünkü "farz" kesmek demektir. "Yayın kesmesi" ifadesi de buradan gelmektedir. Miras feraizi, nafaka farzı da böyledir. Yine ondan şeddeli okuyuşun, onu tafsilatlı açıklamalar ihtiva eden bir sûre kıldık ve geniş geniş açıkladık anlamında olduğu da nakledilmiştir. Bir diğer açıklamaya göre bu okuyuş, çokluk manasını ifade eder. Bu da sûredeki çok sayıdaki farzlar dolayısı iledir. Sûre sözlükte şerefli bir konuma verilen addır. Kur'ân-ı Kerîrn'deki sûrelere bu adın veriliş sebebi de budur. Şair Züheyr(doğrusu Nâbiğa'dır) der ki: "Allah'ın sana bir sûre (yüksek bir makam ve üstünlük) verdiğini görmez misin? Ondan aşağıda kalan herbir hükümdarın O'na doğru yükselmeye çalıştığını görürsün." Buna dair açıklamalar kitabımızın mukaddimesinde(sûre, âyet, kelime ve harf başlığı altında) geçmiş bulunmaktadır. "Sûre" kelimesi mübtedâ olarak merfû' da okunmuştur. Haberi de "İndirdiğimiz" anlamındaki kelimedir. Bu açıklamayıEbû Ubeyde ve el-Ahfeş yapmıştır. ez-Zeccâc,el-Ferrâ' ve el-Müberred ise "sûre" kelimesini mübtedânın haberi olarak merfû' okumuşlardır. Çünkü bu kelime nekredir, Hiçbir yerde ise nekre ile başlanmaz. Bu da: "Bu... bir sûredir" anlamındadır. "Sûre" kelimesinin mübtedâ, ondan sonraki âyetlerin da katıksız bir nekre olmaktan çıkarttığı sıfatı olması da ihtimal dahilindedir. Böyle bir durum sebebiyle de mübtedâ olması uygun düşmektedir. Haber de yüce Allah'ın; "Zina eden dişi..." âyetinde yer almış olur. "Biz bir sûre indirdik, o sureyi İndirdik" takdirinde olarak "sûre" kelimesi nasb ile de okunmuştur. Şair şöyle demektedir: "Tek başıma yanından geçecek olursam korkarım kurttan, Artık korkarım, rüzgarlardan korkarım yağmurdan." Ya da bir fiil takdiri ile de nasb edilmiş olabilir. Yani: Sûreyi oku, demek olur. el-Ferrâ' der ki:(Nasb ile okuyuşa göre) "(kendisini) indirdiğimiz" âyetindeki zamirden haldir. Bu şekilde zamirden hal olan bir kelimenin, hal sahibi olan zamirden önce gelmesi caizdir. 2Zina eden dişi ile zina eden erkeğin herbirine yüzer değnek vurun, Allah'a ve âhiret gününe îman etmiş kimseler İseniz, Allah'ın dini hususunda her ikisine de acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir topluluk da azaplarına şahit olsunlar. Bu âyete dair açıklamalarımızı yirmiiki başlık halinde sunacağız: 1- Zinanın Tarifi: Yüce Allah'ın: "Zina eden dişi ile zina eden erkeğin..." âyetinde geçen zina -hırsızlık ve öldürme gibi- sözlükte de şeriatte de ne anlama geldiği bilinen bir terimdir. Bu da erkeğin bir kadın ile -aralarında nikâh ve nikâh şüphesi olmaksızın- kadının da iradesi ile fercinde İlişki kurmanın adıdır. Şöyle de tarifi yapılabilir: Zina, tabiat itibariyle arzu edilen, fakat şer'an haram kılınan şekilde bir ferci, bir ferce sokmaktır. Bu husus gerçekleşti mi had vacib olur. Zina haddi, bunun gerçek mahiyeti, ilim adamlarının bu husustaki görüşlerine dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Bu âyet-i kerîmenin en-Nisâ Sûresi'nde yer alan "zina edenleri evlerde hapsetme" âyeti ile "onlara eziyet etme" âyetini (en-Nisâ, 4/15-16. âyetleri) neshettiği ittifakla kabul edilmiştir. 2- Evli Olmayanın Zina Cezası: Yüce Allah'ın: "Herbirine yüzer değnek vurun"âyeti zina eden hür, bâlığ ve evlenmemiş olanın haddini (cezasını) ifade etmektedir. Erkek ve dişi için ceza budur. Sünnette de, bir yıllık sürgün bu husustaki görüş ayrılıkları söz konusu olmakla birlikte de sabit olmuştur. Cariyelere ceza elli celdedir. Çünkü yüce Allah: "Şayet evlendikten sonra fuhuş işlerlerse onlara muhsan olanlara verilen cezanın yarısı verilir." (en-Nisâ, 4/25) diye buyurmaktadır. Bu cariye hakkındaki hükümdür, köle de aynı durumdadır. Hür ve muhsan (evli) kimselerin zina halinde cezaları ise, sopa değil recmdir. İlim adamları arasında hem yüz celde vurulur, sonra da recmedilir diyenler de vardır, Bütün bu hususlar geniş bir şekilde en-Nisâ Sûresi'nde (belirtilen âyetlerin tefsirinde) geçmiş olduğundan burada onları tekrarlamaya gerek kalmamıştır. Yüce Allah'a hamdolsun. 3- Kıraate Dair Bazı Açıklamalar: "Zina eden dişi ile zina eden erkeğin" anlamındaki âyeti Cumhûr ref ile okumuşlardır. Îsa b.Ömer es-Sakafî ise "Zina eden dişi" lâfzını nasb ile okumuştur. Sîbeveyh'e göre bu daha uygundur, çünkü ona göre bu; "Zeyd'i vur" takdirindedir. YineSîbeveyh'e göre ref ile okumanın da izahı şöyle olur: Bu bir mübtedanın haberidir ve takdiri de şöyledir: "Size okunanlar arasında zina eden dişi ile zina eden erkeğin... hükmü...dır." Her ne kadarSîbeveyh'e göre kıyas nasb ile okumak şeklinde ise de, insanlar bunu icmâ' ile merfû' okumuşlardır.el-Ferrâ', el-Müberred ve ez-Zeccâc ise refi daha uygun görmektedirler. Haber de yüce Allah'ın: "Vurun" âyetidir. Çünkü ifadenin manası şöyledir: Zina eden dişi ile zina eden erkeğe Allah'ın hükmü gereğince celde vurulur." Bu da güzel bir açıklamadır ve nahivcilerin çoğunluğunun görüşüdür. Arzu edilirse haber; "(zina eden dişi ile zina eden erkeğe) celde vurmak gerekir" şeklinde takdir de edilebilir. İbn Mes'ûd ise sonda "ye" harfi olmaksızın, "Zina eden erkek" diye okumuştur. 4- Bu Âyette Dişi İle Erkeğin Birlikte Zikredilmesinin Hikmeti: Şanı yüce Allah, erkeği ve dişiyi birlikte zikretmiştir. Halbuki "zani" demek yeterli olurdu. Bir görüşe göre ikisinin de zikredilmesi te'kid içindir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Hırsızlık eden erkekle, hırsızlık eden kadının... ellerini kesin." (el-Mâide, 5/38) Burada her ikisinin birlikte söz konusu edilmesi herhangi bir kimsenin; erkek bu fiili işleyen, kadın da bu fiilin kendisinde işlendiği nesne olduğundan dolayı kadına had icab etmez, diye bir kanaate kapılmaması içindir. İşte burada dişinin de söz konusu edilmesi, aralarındaŞâfiî'nin de bulunduğu bir takım ilim adamlarının içine düştüğü bir müşkülü ortadan kaldırmak içindir. Bunlar şöyle demişlerdir; Ramazan ayında ilişki kurmak halinde kadına keffaret yoktur, çünkü bu hususta peygamberden hükmü sormaya gelen kişi: Ben ramazan gününde eşimle cima ettim demiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da ona: "Keffarette bulun" diye cevap vermiştir. Buhârî, Siyam 50, Nafakat 13, Keffârât 2-4, Müslim, Siyam 81 vd; Ebû Dâvûd, Savm 38,İbn Mâce, Siyam 14; Müsned, II, 241, VI, 276. Görüldüğü gibi Peygamber burada erkeğe keffarette bulunmayı emretmiştir, kadın ise cima eden değildir, ilişkiyi kuran da değildir. 5- Zina Eden Dişinin Önce Zikredilmesi: Bu âyet-i kerîmede zina eden dişinin önce anılmış olması, o dönemde kadınların zinalarının çokça yaygın olmasından dolayıdır. O dönemin fahişeleri ile Arapların cariyelerinin sancaktan olurdu ve zinayı açıktan açığa işlerlerdi. Şöyle de açıklanmıştır: Zina, kadınlar için daha bir utanç vericidir ve hamilelik dolayısıyla onların zinaları daha bir zararlıdır. Bir diğer açıklama da şöyle yapılmıştır Kadında şehvet daha çoktur ve onda daha baskındır. İşte hükmün ağırlığına dikkat çekmek için kadının öncelikle söz konusu edilmesi şehvetini bastırması İçindir. Her ne kadar kadında fıtrî olarak haya varsa da zina etti mi büsbütün hayası gider. Aynı şekilde(zina dolayısı ile) kadın için utanılacak durum daha ileri derecededir. Zira kadınların asıl konumu hicab ve korunmak çerçevesindedir. Onların önceden anılmaları bu hükmün ağırlığına ve bu açıdan onlara dair hükmün önemine dikkat çekmek içindir. 6- Celd (Sopa) Hükmü Umumi Değildir; Yüce Allah'ın: "Zina eden dişi ile zina eden erkeği" âyetinde isimlerin başına gelen elif ve lâm cins içindir. Bu da bütün zina edenler hakkında hükmün böylece umumî olduğu anlamına gelir. Recm ile birlikte celde cezasının da verileceğini kabul edenler derler ki: Sünnet fazladan bir hüküm gelirmiş ve o bakımdan recm ve celd birlikte uygulanır. Bu İshak b. Râhaveyh ve el-Hasen b. Ebi'l-Hasen'in görüşüdür. Ali b. Ebî Tâlib (radıyallahü anh) da Şuraha'ya böylece uygulama yapmıştır. Buna dair açıklamalar daha önceden en-Nisâ Sûresi'nde (4/16. âyet, 4. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. Cumhûr ise şöyle demektedir: Bu hüküm (celd hükmü) evlenmemiş erkek ve dişi hakkındadır. Onlar, kölelerin ve cariyelerin bu umumun kapsamı dışında olduğunu belirterek, bu âyetin umumî olmadığına delil göstermişlerdir. 7- Aynı Örtü Altında Bir Erkek ve Bir Kadın Bulunursa: Şanı yüce Allah, zina eden İki kişiye, bu hususta aleyhlerine şahidlîk edilmesi halinde, uygulanması gereken cezayı -ileride de açıklanacağı üzere- belirtmiş bulunmaktadır. İlim adamları da icma ile böyle demişlerdir. Ancak bir erkek, bir kadın ile aynı örtü altında bulunacak olursa, uygulanması gereken hükmün ne olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptirler. İshak b. Râhaveyh der ki: Bunların herbirine yüzer değnek vurulur. Bu görüş Ömer ve Ali (radıyallahü anh)dan da rivâyet edilmekle birlikte; böyle bir görüş onlardan sabit olmamıştır. Atâ ve Süfyan es-Sevrî de: Te'dib edilirler, demişlerdir. Malik ve Ahmed de te'dib'in sınırı ile ilgili görüşleri göz önünde bulundurarak böyle demişlerdir. İbnu'l-Munzir dedi ki: Bizim gördüğümüz ilim adamlarının büyük çoğunluğu bu halde bulunan kimselerin te'dib edileceği kanaatinde idiler. Bu mesele ile ilgili tercihe değer görüşün hangisi olduğu ile ilgili açıklamalar, daha önceden Hûd Sûresi'nde(11/84-95. âyetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Hamd, yalnız Allah'adır. 8- Celde (Değnek, Sopa) Cezası: Yüce Allah'ın: "Vurun" âyetinde "fe" harfi başa gelmiş bulunmaktadır. Çünkü bu bir emirdir, emir de şarta benzer. el-Müberred der ki: Bu âyette bir çeşit (şart ve) ceza manası da vardır. Bir kimse zina ederse, ona şunu şunu uygulayınız, anlamındadır. Burada "fe" harfi gelmesinin sebebi budur. Yüce Allah'ın; "Hırsızlık eden erkek ile hırsızlık eden kadının ellerini kesiniz" (el-Mâide, 5/38) âyeti da böyledir. 9- Bu Emrin Muhatabı: Bu emirle muhatab olan kimselerin, İmâm(İslâm devlet yöneticisi) ile onun adına görevde bulunanlar olduğunda görüş ayrılığı yoktur. Malik ileŞâfiî ek olarak: Kölelere de efendileri uygular, demişlerdir. Şâfiî; bütün sopa ve el kesme cezalarında da böyledir (yani efendi köleye cezayı uygular), der. Malik ise el kesme cezasında değil de sopa cezasında efendinin cezayı uygulayacağını kabul etmiştir. Burada hitabın müslümanlara yönelik olduğu da söylenmiştir. Çünkü dinin hükümlerim uygulamak, bütün müslümanların görevidir. Bundan sonra İmâm, bu hükümleri onların adına vekaleten uygular. Zira hepsinin hadlerin uygulanması için bir araya gelip toplanmalarına imkân yoktur. 10- Sopa Cezası Nasıl Uygulanır? İlim adamları sopa cezasının kamçı ile uygulanması gerektiğini icmâ ile kabul etmişlerdir. Bu uygulamada kullanılacak olan kamçının ne çok sert ve katı ne de pek yumuşak olmayıp ikisi arasında olması gerekir. Malik, Zeyd b. Eslem'den rivâyet ettiğine göre; bir adam Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) döneminde zina ettiği itirafında bulundu.Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine bir kamçı getirilmesini istedi. Ona kırık bir kamçı getirildi: "Bundan daha yukarıda olsun" diye buyurdu. Bu sefer yeni, henüz yanları keskince bir yeni kamçı getirildi. Bu sefer: "Bundan daha aşağıda olsun" diye buyurdu. Bunun üzerine ona, keskinliği nisbeten gitmiş ve bir parça yumuşamış bir kamçı getirildi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)ın emir verilmesi üzerine ona ceza uygulandı. Muvatta’, Hudûd 12 Ebû Ömer(İbn Abdi’l-Berr) dedi ki: Bütün Muvatta’' ravileri bu hadisi böylece mürsel olarak rivâyet etmişlerdir. Herhangi bir şekilde bu lafızla, bu hadisin muttasıl bir senedle rivâyet edildiğini bilmiyorum,Ma'mer de Yahya b. Ebi Kesir'den, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)dan aynen onun benzeri bir hadis rivâyet etmiştir. Ömer (radıyallahü anh)ın şarab içmesi dolayısıyla Kudame(b. Maz'un)u tam bir kamçı ile vurduğuna dair açıklamalar daha önceden el-Mâide Sûresi'nde (5/93. âyet, 9. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Burada sözü edilen tam kamçıdan kasıt, ortalama bir kamçıdır. 11- Zina Cezası Uygulanacak Olanın Elbiselerinin Soyulması: İlim adamları zina dolayısıyla sopa vurulacak olan kimsenin elbiselerinin soyulması hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Malik,Ebû Hanîfe ve başkaları, üzerlerinden elbiseleri çıkartılır, demişlerdir. Ancak kadının üzerinde kendisini vurulacak sopalara karşı koruyacak olan elbiseler dışında, onu setredecek kadarı bırakılır. el-Evzaî de şöyle demektedir; İmâm muhayyerdir, isterse (erkeğin) elbiselerini çıkartır, isterse bırakır. en-Nehaî ve en-Nehaî şöyle demektedirler: Elbiselerini üzerinden soymaz ama üzerinde de bir gömlek bırakır. İbn Mes'ûd dedi ki: Bu ümmette tamamen elbiseleri soymak da, upuzun yatırmak da helâl değildir. es-Sevri de bu görüştedir. 12- Erkek ve Kadınları Dövme Keyfiyeti: İlim adamları erkek ve kadınların dövülmesi keyfiyeti hususunda farklı görüşlere sahiptir. Malik der ki: Bütün hadlerde erkek ile kadın arasında hiçbir fark yoktur. İkisinden yalnızca birisine haddin uygulanması söz konusu değildir. Ona göre had, ancak sırta uygulanırsa yerini bulur. Re'y ashabı ve Şâfiî'lerin görüşüne göre ise erkek ayakta durur halde dövülür. Bu aynı zamandaAli b. Ebî Tâlib (radıyallahü anh)ın da görüşüdür. el-Leys b. Sa'd ileEbû Hanîfe ve Şâfiî derler ki: Bütün hadlerde dövmek ve ta'zir'de dövmek, yere uzunlamasına yatırılmaksızın, ayakta ve üzerinde elbise bulunmaksızın uygulanır. Ancak kazf haddi üzerinde elbise bulunduğu halde vurulur. Bunu el-Mehdevî, et-Tahsil'de Malik'ten nakletmektedir. Üzerindeki palto ve kürk gibi kalın elbiseler de çıkartılır. Şâfiî de şöyle demektedir; Eğer yatırmakta bir salah varsa yatırılır. 13- Hadlerin Uygulanacağı Yerler: İlim adamları had uygulanması esnasında insanın nerelerine vurulacağı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Malik dedi ki:(Vurarak uygulanan) bütün hadler ancak sırta vurulur. Ta'zir de bu şekildedir. Şâfiî ve mezhebine mensub ilim adamları derler ki: Yüze ve ferce vurulmaz, diğer azalara vurulur. Bu görüş Ali (radıyallahü anh)dan da rivâyet edilmiştir.İbn Ömer de zina dolayısıyla celde vurdurduğu bir cariyenin ayaklarına da vurulmasını işaret etmiştir. İbn Atiyye der ki: Yüze, avrete ve Öldürme tehlikesi bulunan yerlere vurulmayacağı hususunda icmâ' vardır. Başa vurulması hususunda görüş ayrılığı vardır. Cumhûr başa vurmaktan sakınılır derken,Ebû Yûsuf: Başa vurulur, demiştir.Ömer ve oğlu (Abdullah)ın da başa vurulur, dedikleri rivâyet edilmiştir.Ömer (radıyallahü anh) da, had olarak değil de ta'zir olarak Sabiğ'in başına vurmuştur. Malik’in delillerinden birisi de: İnsanların yaptıklarını gördüğü uygulama ilePeygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın: "Ya delil getirirsin, yahut ta sırtına had uygularım"Buhâri, Şehâdât 21. Tefsir 24. .sûre 3; Müslim, Liân 11, 12;Ebû Dâvûd, Talâk 27; Tirmuî, Tefsir 24. süre 3; Nesâi, Talâk 37, 38;ibn Mâce, Talâk 27;Müsned, 1, 238 şeklindeki hadisidir, ileride gelecektir. 14- Had Cezasında Vurma Şekli: Gereken şekilde vurmanın, can yakıcı olmakla birlikte, yaralamaması ve deriyi yırtmaması gerekir. Vuran kimsenin koltuk altı görünecek kadar elini kaldırmaması gerekir. Cumhûr bu görüştedir, Ali ve İbn Mes'ûd (radıyallahü anh)ın da görüşü budur. Ömer(radıyallahü anh)a had uygulanması gereken bir adam getirildi. Ona iki kamçı arası bir kamçı getirildi. Vurana: Vur, fakat koltuk altın görünmesin ve her azasına da hakkını ver, diye buyurdu. - Yine Ömer(radıyallahü anh)a içki içmiş birisi getirildi, o da şöyle dedi: Şimdi ben seni, sana karşı içinde bir şefkat duymayacak birisine göndereceğim. Onu Mutî' b. el-Esved el-Adevî'ye gönderdi ve; Yarın sabah ona had vur, dedi. Ömer(radıyallahü anh) onun yanına vardığında, ona şiddetle vurmakta olduğunu gördü ve: Sen adamı öldürdün, ona kaç celde vurdun? diye sordu. O: Altmış deyince, bunları (şiddetli vurduğun için) geri kalan yirmisinin yerine say, dedi. Ebû Ubeyde dedi ki:Ömer (radıyallahü anh)ın: "Bunları geriye kalan yirminin yerine say" sözleri şu demektir: Senin ona vurduğun bu şiddetli darbeleri geriye kalmış ve vurmadığın yirmi celdenin yerine say ve geri kalan yirmi celdeyi ona vurma. Bu hadisteki fıkhı inceliklerden birisi de şudur: İçki içene uygulanacak cezada vuruşlar hafiftir. İlim adamları hangi hadlerin vuruşlarının daha ağır olacağı hususunda farklı görüşlere sahiptirler ki, bu da bir sonraki başlığın konusunu teşkil etmektedir. 15- Vurma Hadlerinin Şiddeti: Malik ve mezhebine mensub ilim adamları ileel-Leys b. Sa'd şöyle demişlerdir: Vurma bütün hadlerde birbirine eşittir ve bu vurma iz bırakmayacak ve iki vuruş şekli arasında ortalama olacaktır. Şâfiî(radıyallahü anh)ın görüşü de budur. Ebû Hanîfe ve mezhebine mensub ilim adamları derler ki: Ta'zir, vurmanın en şiddetli olanıdır. Zina dolayısıyla vurma, içki dolayısıyla vurmadan daha şiddetlidir. İçki içene uygulanacak vurma cezası kazfteki vurmadan daha ağırdır. es-Sevrî ise şöyle demektedir: Zinada vurma cezası, kazfin vurma cezasından daha şiddetlidir. Kazfin vurması ise şarab içmenin cezası olan vurmadan daha şiddetlidir. Malik bu hususta vurmaların sayısının nass ile tesbit edildiğini delil göstermiştir. Hükmü kabul edilmesi gerekenden(şeriat koyucudan) bu hadlerin herhangi birisinin hafifletileceğine ya da ağırlaştıracağına dair bir nass varid olmamıştır. Ebû Hanîfe iseÖmer (radıyallahü anh)ın uygulamasını delil göstermiştir. Onun ta'zir dolayısıyla uyguladığı vurma cezası, zina dolayısıyla uyguladığı vurma cezasından daha ağırdır. es-Sevrî de şunu delil göstermiştir: Zinanın vurma cezası sayıca daha fazla olduğundan dolayı kazfin cezasından daha ağır şiddette olması imkânsızdır. İçki hakkında da aynı şey söylenir. Çünkü içki ile İlgili had ictihad ile sabit olmuştur. İctihad ile ilgili meseleler ise tevkif ile sabit olmuş (nass ile tesbit edilmiş) meselelerin kuvvetinde olamazlar. 16- Haddi Uygulama Yetkisi Kimindir? Yüce Allah'ın zina, şarab, zina iftirası ve buna benzer uygulanmasını farz kıldığı hadlerin, yöneticilerin huzurunda uygulanması gerekir. Bu haddi ancak İmâmın bu iş için seçeceği faziletli ve hayırlı kimseler uygularlar. Böyle bir durum ortaya çıktığı her seferinde sahabe (Allah hepsinden razı olsun) böyle yapardı. Buna sebeb, bunların yerine getirilmeleri, miktarları, uygulanacakları yerleri ve halleri itibariyle gereği gibi korunmaları gereken, uygulanan şer'i bir(er) kural ve Allah'a yakınlaştırıcı bir(er) ibadet olmalarıdır. Bunlara dair şart ve hükümler aşılamaz. Çünkü müslümanın kanı ve değeri pek büyüktür. Mümkün olan her yolla buna gereken riayetin gösterilmesi icab eder. Sahih(-i Müslim)in rivâyetine göre Hudayn b. el-Münzir Ebû Sâsân şöyle demiştir: Osman b. Affan'ın huzuruna Velid'în getirildiğini gördüm. Velid sabah namazını iki rek'at kıldırdıktan sonra: Size daha da kıldırayım (mı)? diye sormuş. Birileri Humran olan iki kişi aleyhine şahitlik etmişti. Humran onun şarab içtiğine dair, diğeri ise onu kusarken gördüğüne dair şahitlik etmişti. Osman (radıyallahü anh) dedi ki: Onun kusmasının tek sebebi içmiş olmasıdır. Sonra da: Ey Ali! Kalk, buna sopa vur, dedi. Ali: Ey Hasan! Kalk, ona sopa vur, dedi. Bu seferel-Hasen -bu sözlerinden rahatsız gibi- şöyle dedi: Bunun nimetinden istifade eden kimse külfetine de onun katlanmasını iste! Bunun üzerine: Ey Abdullah b. Ca'fer kalk, buna sopa vur, dedi. O da ona sopa vurmaya başladı, Ali (radıyallahü anh) da sayıyordu... Müslim, Hudûd 38;İbn Mâce, Hudûd 16; Müsmd, 1, 140, 144. (Buna dair açıklamalar) daha önceden el-Mâide Sûresi'nde de geçmişti. Şimdi Osman(radıyallahü anh)ın, İmâm Ali'ye: Kalk, ona sopa vur, demesi üzerinde dikkatle düşünelim. 17- Zina ve Kazfte Sopa Cezasının Sayısı Nass ile Tesbit Edilmiştir: Yüce Allah zina ve kazfte sopa cezalarının sayısını nass ile tesbit etmiş bulunmaktadır. İçki içmenin cezasının seksen sopa olduğu da Ömer(radıyallahü anh)ın Ashab-ı Kiram’ın huzurunda -el-Mâide Sûresi'nde (5/93. âyet, 9. başlıkta) geçtiği üzere- tesbit edilmiş bulunmaktadır. O halde bütün bu hususlarda tesbit edilmiş olan bu had aşılamaz. İbnu'l-Arabî der ki: "Bunun böyle olması, insanların peşi peşine kötülük işlememeleri, masiyetlerin onlara tatlı görünmemeleri halinde böyledir. Ta ki insanlar kötülük İşlemeye alışmasınlar ve sürekli kendilerini masiyet işlemeye vermesinler. İşledikleri münkerden birbirlerini nehyetmeyecek bir hale düşmesinler. Bu hale geldikleri takdirde, o vakit hadleri ağırlaştırmak kaçınılmaz bir hal alır. Günahın daha fazla işlenmesi dolayısıyla had de arttırılır.Ömer (radıyallahü anh)a Ramazanda sarhoş olmuş bir kişi getirilir, ona yüz değnek vurur. Bunun sekseni içki içme haddi idi, yirmisi de Ramazan ayının saygınlığını çiğnemesi dolayısıyla idi. İşte bu şekilde işlenen suçun ağırlığı ve çiğnenen saygınlıkların ileri derecede olması halinde de cezaların arttırılması gerekmektedir. Bir adam küçük bir çocukla oynaşınca vali ona üçyüz kamçı vurmuştu. Malik bunu haber alınca, buna karşı bir tepki göstermedi. Peki ya bizim şu çağımızda saygınlıkların nasıl çiğnendiğini, masiyetlerin nasıl önemsenmediğini, münkerlerin açıkça işlenip hadler karşılığında rüşvet alınarak satıldıklarını ve hakimlerin huzurunda kölelerin hadleri uyguladıklarını görmüş olsaydı, hiç şüphesiz kahrından ölür, kimseyle oturmazdı. Hasbunallah ve ni'melvekil (Allah bize yeter! O ne güzel vekil)dir!" Derim ki: Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır ya belki de bundan dolayı içki haddi seksen sopaya ulaşıncaya kadar arttırılmıştır.Darakutnî rivâyet ediyor: Bize Kadı el-Huseyn b. İsmail anlattı: Bize Ya'kub b. İbrahim ed-Devrakî anlattı. Bize Safvan b. Îsa anlattı, bize Üsame b. Zeyd, ez-Zührî'den anlattı. ez-Zührî dedi ki: Bana Abdu'r-Rahmân b. Ezher haber verdi. Dedi ki: Huneyn günü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)ı insanlar arasından geçerek Halid b. el-Velid'in evini sorduğunu gördüm. Huzuruna sarhoş birisi getirildi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında bulunanlara söyleyince, onlar da ellerinde bulunanlarla onu vurdular. Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) da onun üzerine toprak attı. Sonra Ebubekir (radıyallahü anh)ın huzuruna sarhoş birisi getirildi. O günlerde onların vurdukları ceza miktarını tesbit etmeye çalıştı ve kırk sopa vurdu. ez-Zührî dedi ki: Sonra bana Humeyd b. Abdu'r-Rahmân, İbn Vebra el-Kelbî'den şöyle dediğini nakletti: Halid b. el-Velid beni Ömer'e gönderdi, yanına vardım. Huzurunda Osman b. Affan, Abdu'r-Rahmân b. Avf, Ali,Talha ve ez-Zübeyr vardı. Onunla birlikte mescidde yaslanmış oturuyorlardı. Dedim ki; Halid b. el-Velid beni sana gönderdi, onun sana selamı var, diyor ki; İnsanlar içki içmeye iyiden iyiye alıştılar. Onun cezasını da önemsemez oldular. Ömer dedi ki: İşte bunlar senin yanında bulunuyorlar, haydi onlara sor. Ali dedi ki: Görüşümüze göre sarhoş olan bir kimse hezeyana başlar. Hezeyana başladı mı iftira eder. İftira eden kimseye de seksen sopa ceza uygulanmalıdır. Bunun üzerine Ömer dedi ki: Arkadaşına onun bu söylediklerini tebliğ et. Bunun üzerine Halid de seksen sopa vurdu,Ömer de seksen sopa ceza uyguladı.Ömer (radıyallahü anh)ın huzuruna böyle bir işi yanılarak işlemiş zayıf bir kimse getirildi mi kırk celde vururdu. Osman da aynı şekilde kimine seksen, kimine kırk sopa vururdu." Dârakutni, III, 157 Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)ın ashabı azarlayıcı bir üslupla: "Eğer hilalin gözükmesi gecikmiş olsaydı, ben de size daha fazla (oruç tuttururdum)" Buhârî, Savm 49, Hudûd 42, Temenni 9, t'tisâm 5; Müslim, Siyam 57; Dâriml, Savm 14;Müsned, II, 281, 516. sözleri de bu kabildendir. Çünkü onlar (Peygamber efendimize uyarak) aralıksız oruç tutmaktan vazgeçmemişlerdi. Bir rivâyette de şöyle buyurmuştur: "Eğer ay uzayıp gitmiş olsaydı, sizinle öyle aralıksız bir oruç tutardık ki, bu konuda gereksiz yere işi sıkı tutanlar, böyle sıkı tutmalarından vazgeçeceklerdi."Buhârî, Temenni 9;Müslim, Siyam 59-60;Müsned, III, 124, 193, 200, 253 Hamıd b. Yahya, Süfyan'dan, o Mis'ar'dan, o Atâ b. Ebi Mervan'dan rivâyetine göre Ali, Necaşi'ye içki dolasıyla yüz celde vurmuştur. Bunu Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr) zikretmiş, ancak sebebini belirtmemiştir. 18- Şefkat ve Merhamet Allah'ın Hadlerinin Uygulanmasına Engel Olmamalıdır; Yüce Allah'ın: "Allah'a ve âhiret gününe îman etmiş kimseler İseniz, Allah'ın dini hususunda her İkisine de acıyacağınız tutmasın"âyeti şu demektir: Kendilerine had uygulanacak olanlara şefkat duyarak hadleri uygulamaktan uzak durmayınız. Acıtmayacak bir şekilde vuruşlarınızı hafifletmeyiniz. Tefsir âlimlerinin büyük çoğunluğunun açıklaması bu şekildedir. en-Nehaî,en-Nehaî ve Saîd b. Cübeyr de "Allah'ın dîni hususunda her İkisine de acıyacağınız tutmasın" âyeti hakkında şöyle demişlerdir: Vurma ve celde cezasının uygulanması sırasında demektir. Ebû Hüreyre(radıyallahü anh) dedi ki: Bir yerde, bir haddin uygulanması, o yerin ahalisi İçin kırk günlük yağmur yağmasından daha hayırlıdır. Nesâi, Kat'us-Sârik 7; ayrıca bu manada Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)a menfi bir hadis olarak. Nesâî, aynı yer;İbn Mâce Hudûd 3;Müsned, II, 362, 402. Daha sonra bu âyet-i kerîmeyi okudu. "Ra'fet(acımak)"; rahmetten daha ince bir duygudur. Bu kelime "feale" vezninde elifin üstün telaffuzu ile; şeklinde okunduğu gibi, "fe'âle" vezninde; diye de okunmuştur. Böylelikle bu kelimenin üç türlü söylenişi bulunmaktadır, hepsi de mastardır. En meşhur olanı birincisi "elifin sakin okunuşu)dır. Bu da kalbi incelip merhamet duyma halini anlatan; dan gelmektedir. Elif sakin ve medli olarak; şekillerinde söylenir. "Üzüntü, keder" gibi. ise; ona ra'fet duydum, demektir. Rauf, yüce Allah'ın sıfatlarından olup, şefkatli ve çok merhametli demektir. 19- "Allah'ın Dini" Allah'ın Hükmüdür: Yüce Allah'ın: "Allah'ın dini hususunda" âyeti, Allah'ın hükmü hususunda anlamındadır. Nitekim yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Yoksa o hükümdarın dinine göre kardeşini alıkoyabilecek değildi." (Yusuf, 12/76) Burada "hükümdarın dini"nden kasıt, onun hükmüdür. "Allah'ın dini hususunda" âyetinin Allah'a size emretmiş ve şeriat kılmış olduğu hadlerin uygulanmasında, Allah'a itaat hususunda... diye de açıklanmıştır. Daha sonra yüce Allah bu hususta onların kararlılık göstermeleri gerektiğini hatırlatmak ve teşvik etmek üzere: "Allah'a ve âhiret gününe Îman ediyorsanız diye" buyurmaktadır. Bu ifade bir işe teşvik etmek istediğiniz bir kimseye: Eğer adamsan bu işi yap, demeye benzer. Yiğit adamların yapmaları gereken İş budur, demektir. 20- Mü’minlerden Bir Kesim Cezanın Uygulanışına Şahit Olmalıdır: "Mü’minlerden bir topluluk da azaplarına şahit olsunlar" âyeti ile ilgili olarak şöyle denilmiştir: Cezanın uygulanışına te'dib edilmeyi hakedenlerden başkaları şahit olmaz. Mücahid dedi ki: Bir adamdan, bin kişiye kadar; İbn Zeyd de: Zina hakkında şahitliğe kıyas ederek dört kişinin hazır olması kaçınılmazdır, demiştir. Çünkü bu da onunla ilgili bir husustur. Malik,el-Leys ve Şâfiî'nin de görüşü budur. İkrime ve Atâ ise şöyle demektedirler: İki kişinin şahitlik etmesi kaçınılmazdır. Malik'in meşhur görüşü de budur. Çünkü o bunu bir şahitlik konusu olarak değerlendirmiştir. ez-Zührî: Üç kişi demiştir. Çünkü çoğul kipinin asgari miktarı o kadardır.el-Hasen de: Bir ve daha yukarısı demiştir, yine ondan on kişi dediği de rivâyet edilmiştir. er-Rabi ise üçten fazla olmalıdır, demiştir. Mücahid'in delili yüce Allah'ın: "Onların herbir kesiminden bir topluluk da... kalmalı değil miydi?" (et-Tevbe, 9/122); "Eğer mü’minlerden iki topluluk birbirleri ile çarpışırlarsa..."(el-Hucurat, 49/9) âyetleridir. Bu ise iki adamın dövüşmesi hakkında nazil olmuştur. O haldeyüce Allah'ın; "Mü’minlerden bir topluluk da azaplarına şahit olsunlar" âyetinde de böyle olmalıdır. Birden, bine kadar sayıdaki kimseye de "taife(mealde; topluluk)" ismi verilir.İbn Abbâs ve İbrahim de böyle demişlerdir. Ebû Berze el-Eslemî de zina edip çocuk doğurmuş bir cariyesinin üzerine bir elbise örttükten sonra, oğluna; iz bırakmayacak, hafif te olmayıp fakat acıtacak şekilde elli sopa vurmasını emretti. Bir topluluk da çağırdıktan sonra; "Mü’minlerden bir topluluk da azaplarına şahit olsunlar" âyetini okudu. 21- Cezanın Uygulanması Esnasında Topluluğun Hazır Bulunmasından Maksat Nedir?: Topluluğun hazır bulunmasındaki maksadın ne olduğu hususunda farklı görüşler vardır. Acaba bundan kasıt zina edenlere sert davranıp herkesin huzurunda onların azarlanması mıdır ve bu, hem ceza uygulananları bu suçtan uzaklaştırıp hazır bulunanların da bununla öğüt alarak, bundan dolayı uzak kalmaları, buna dair haberin yaygınlaşarak geride kalanların da bundan ibret almaları mıdır? Yoksa bu cezanın uygulandığı kimselere tevbe etmeleri ve ilahi rahmete nail olmaları için midir? Bu hususta ilim adamlarının iki görüşü vardır: 22- Zina Suçunun Ağırlığı: Huzeyfe (radıyallahü anh)dan gelen rivâyete göre o Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Ey insanlar topluluğu! Zinadan uzak durunuz. Çünkü onda altı tane kötü haslet vardır. Bunların üçü dünyada, üçü âhirettedir. Dünyadakiler şunlardır: Zina güzelliği giderir, fakirliğe sebeb olur, ömrü kısaltır. Âhiretteki kötü hasletlere gelince: (İlâhî) gazabı, kötü bir şekilde hesaba çekilmeyi ve cehennemde de ebedî kalmayı gerektirir." Enes'ten rivâyete göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)şöyle buyurmuştur: "Her cuma iki defa ümmetimin amelleri bana sunulur. Allah'ın zina edenlere gazabı pek şiddetlidir."Bu anlamda teshil edemedik. Ancak, amellerin yüce Allah'a her pazartesi ve perşembe günü arzedildiğine dair rivâyetler için bk.:Müslim, Birr 35, 36;Ebû Dâvûd, Savm 59;Tirmizî, Savm 43;Dârimî, Savm 41;Muvatta’', Husnu’l-Huluk 18;Müsned, II, 268, 329, 48.4, V, 200, 201, 205, 209. Yine Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)dan şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Şa'ban ayının onbeşinci gecesinde yüce Allah ümmetime(radıyallahü anhhmet nazarıyla) bakar. Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamış her mü’mine mağfiret buyurur. Beşi müstesna: Sihirbaz, kâhin, anne-babasına karşı gelen, içkici ve zina üzere ısrar eden."Bu hadisi de bu lâfzıyla teshit edemedik. "Şaban ayının onbeşinci gecesinde yüce Allah'ın, müşrikya da kardeşine kin besleyenlerin dışındakilere mağfiret edeceğine dair" sıhhat mertebesine ulaşamayan bazı rivâyetler için bk.el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, VIII, 65. 3Zina eden erkek ancak zina eden veya müşrik olan bir kadını nikâh edebilir. Zina eden kadını da ancak zina eden veya müşrik olan bir erkek nikâhlayabilir. Böylesi mü’minlere haram kılınmıştır. Bu âyete dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız: 1- Bu Âyetin Anlamı: İlim adamları bu âyetin anlamı hususunda, altı türlü te'vil olunabileceğini söyleyerek, farklı görüşler belirtmişlerdir: 1-Bu âyetten maksat, zinanın ne kadar çirkin ve ne kadar kötü olduğunu, mü’minlere de kesinlikle haram kılınmış olduğunu anlatmaktır. Bu anlamın önceki âyetlerle da ilişkisi gayet güzel ve beliğdir. Yüce Allah: "Ancak ... nikâh edebilir" âyeti ancak böyle birisi ile ilişki kurabilir demektir. Burada nikâh, cima manasına kullanılmış olur. Bunun hem erkek, hem kadın için ayrı ayrı söz konusu edilmesi ise, mübalağa ve her iki tarafı da bu hususta sorumlu tutmak manasındadır. Daha sonra fazladan bir de müşrik kadın ile müşrik erkeği de zikretmektedir ki, şirk zinaya göre masiyetler arasında daha genel bir masiyettir. Bunun da anlamı şöyle olur: Zina eden bir kimse, zina ettiği vakit ya müslümanlardan zina eden bir kadın ile ilişki kurmaktadır,veya ondan daha güzel müşriklerden bir kadın ile ilişki kurmaktadır. İbn Abbâs ve yakın öğrencilerinden bu âyet-i kerîmedeki "nikâh" lâfzının ilişki kurmak ve cima manasına olduğunu söylediği rivâyet edilmiştir. ez-Zeccâc bunu kabul etmeyerek şöyle der: Yüce Allah'ın Kitabında m-kâh lâfzı ancak evlendirmek, evlenmek manasına kullanılmıştır. Ancak durum dediği gibi değildir. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ondan sonra başka bir koca ile nikâhlanmadıkça" (el Bakara, 2/230) diye buyurulmaktadır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)da bunun (nikâhlanıp, evlenmek suretiyle) ilişki kurmak anlamında olduğunu beyan etmiştir. Buna dair açıklamalar daha önceden el-Bakara Sûresi'nde (2/230. âyet, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Taberî de bu te'vile uygun bir rivâyeti Saîd b. Cübeyr,İbn Abbâs ve İkrime'den nakletmektedir. Ancak bu rivâyeti tamamlayıcı da olmayan, sonuca da götürmeyen bir şekilde kaydetmiştir. el-Hattabî de bu görüşüİbn Abbâs'tan nakletmiş ve bunun anlamının ilişki kurmak olduğunu belirtmiştir. Yani bu zina, ancak bir zaniye ile yapılır. Bu da her iki tarafın da zina etmiş olacağını ifade eder. Bu bir görüş. 2-Ebû Dâvûd veTirmizî'nin rivâyetine göre Amr b. Şuayb babasından, o dedesinden rivâyet ettiğine göre Mersed b. Ebi Mersed Mekke'deki esirleri taşır (Medine'ye getirir, kurtanr)dı. Mekke'de "Anak" diye adlandırılan bir fahişe vardı, bu da onun dostu idi. Mersed dedi ki: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)a gelip dedim ki: Ey Allah'ın Rasûlü! Anak'ı nikâhlayayım mı? Bir süre sustu, bana cevap vermedi. Bunun üzerine: "Zina eden kadını da ancak zina edenveya müşrik olan bir erkek nikâhlayabilir"âyeti nazil oldu, beni çağırdı ve bana bu âyeti okuduktan sonra: "Onu nikâhlama" dedi. Ebû Dâvûd, Nikâh 4;Tirmizî, Tefsir 24. sûre 1;Nesâi, Nikâh 12, Ebû Dâvûd'un lâfzı bu şekildedir, Tirmizî'nin rivâyeti ise daha eksiksizdir. el-Hattabî dedi ki: Bu hüküm o kadına hastır, çünkü o kadın kâfir idi. Zina eden müslüman bir kadının nikâh akdi feshedilmez. Bu görüşe göre de bu âyet-i kerîme müslümanlardan özel bir kişi hakkında inmiştir. Bu kişi, zinakâr fahişelerden olup Um Mehzûl diye bilinen bir kadını nikâhlamak için izin istemişti. Bu kadın,(kendisiyle evlenecek olanın) nafakasını karşılamayı da taahhüt etmişti. Bunun üzerine yüce Allah bu âyeti indirdi. Müsned, U, 159, 225; Hakim, el-Müstedrek, II, 396; Beyhakî, Sünen, VIII, 246. Bu görüşü Amr b. el-Âs İbnu'l-Arabî, Ahkâmu'l-Kur'ân, III, 132£J'de,İbn Ömer demektedir. Hadisin(yukarıda gösterilen kaynaklarda) râvisi ise Abdullah b. Amr b. el-Âs'tır. Ashabdan bu görüşü ifade edenin o olması daha uygun geliyor. ileMücâhid ifade etmiştir. 4- Bu âyet-i kerîme, Suffa ashabı hakkında nazil olmuştur. Bunlar muhacirlerden olup Medine'de evleri, aşiretleri yoktu. Mescidin suffasında yerleşmişlerdi. Dörtyüz kişi idiler. Gündüzün rızık peşinde koşar, geceleyin de suffada kalırlardı. Medine'de de açıktan açığa fuhuş işleyen fahişeler vardı. Bunların elbiseleri ve yemekleri pek çoktu. Suffadakiler bunlarla evlenip onların meskenlerinde barınıp yemeklerinden yiyip elbiselerinden giyinmek istediler. Bu âyet-i kerîme onları böyle bir duruma düşmekten korumak üzere nazil olmuştur. Bu açıklamayı da İbn Ebi Salih yapmıştır. 5- ez-Zeccâc ve başkası bu görüşü el-Hasen'den nakletmişlerdir. Buna göre o şöyle demiştir: Burada kasıt, kendilerine zina haddi uygulanmış, zina eden erkek ve kadındır. O şöyle demiştir: Bu yüce Allah'ın bir hükmüdür. Zina haddi uygulanmış bir erkeğin, zina haddi uygulanmış bir kadından başkasıyla evlenmesi câiz değildir. İbrahimen-Nehaî de buna yakın görüş belirtmiştir. Ebû Dâvûd'un, Mûsannef'inde (Sünen'inde) kaydedildiğine göreEbû Hüreyre şöyle demiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki; "Zina edip had uygulanmış bir erkek ancak kendisi gibi olanı nikâhlayabilir." Ebû Dâvûd, Nikâh 4;Müsned, II, 324. Rivâyete göre had uygulanmış bir kimse, had uygulanmamış bir kadın ile evlenmiş, Ali (radıyallahü anh) da onları birbirlerinden ayırmıştır. İbnu'l-Arabî der ki: Bu naklen sabit olmadığı gibi, aklen de sahih olmayan bir husustur. Erkekler arasından had uygulanmış birisinin yalnızca had uygulanmış kadınları nikâhlayabileceğini söylemek doğru olabilir mi? Bu hangi rivâyete dayanarak kabul edilebilir ve şeriatteki hangi aslî hüküm, bu kıyasın dayanağını teşkil edebilir? Derim ki: el-Kiya(el-Herâsî) bu görüşü aynı zamandaŞâfiî mezhebine mensub kimi müteahhir fakihlerden de nakletmiş ve zina eden bir erkek eğer zina etmeyen bir kadın ile evlenecek olursa, âyetin zahiri gereğince birbirlerinden ayrılacaklarını belirtmişlerdir. el-Kiyâ der ki: Ancak bu zahir ile amel etmektir. Bu görüşü kabul eden bir kimsenin zina eden bir erkeğin, müşrik bir kadınla evlenmesini de câiz kabul etmesi, zina eden bir kadının da müşrik bir erkekle evlenmesini câiz kabul etmesi gerekir. Bunun câiz olması ise son derece uzak bir ihtimaldir ve hatta bu büsbütün İslâm'dan çıkıştır. Hatta bunlar bazen şunu da söylerler: Âyet-i kerîme zina eden kadın hakkında değil de özel olarak müşrik erkeğin nîkâhlanması hususunda neshedilmiştir. 6- Âyet-i kerîme neshedilmiştir. Malik, Yahya b. Said'den, o Said b. el-Müseyyeb'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: "Zina eden erkek ancak zina edenveya müşrik olan bir kadını nikâh edebilir. Zina eden kadını da ancak zina eden veya müşrik olan bir erkek nikâhlayabilir" âyeti hakkında(Said b. el-Müseyyeb) dedi ki; Bu âyet-i kerîmeyi daha sonra gelen: "İçinizden evli olmayanları... evlendirin" (en-Nûr, 24/32) âyeti neshetmiştir. İbn Amr da böyle demiştir. O dedi ki: Zina eden kadın da müslümanların evli olmayan (dul)ları arasına girer. Ebû Ca'fer en-Nehhâs dedi ki: İlim adamlarının çoğunluğu bu görüşü benimsemişlerdir. Fetva verme ehliyetine sahip kimseler de şöyle derler: Bir kadın ile zina eden bir kimse o zina ettiği kadın ile evlenebileceği gibi başkası da onunla evlenebilir, Buİbn Ömer'in, Salim'in, Cabir b. Zeyd'in,Atâ, Tavus ve Malik b. Enes'in görüşü olduğu gibi, Ebû Hanîfe ve mezhebine mensup ilim adamlarının da görüşüdür. Şâfiî der ki: Bu âyet hakkında söylenecek söz Said b. el-Müseyyeb'in sözü gibidir. Allah'tan yanılmayacağımı ümit ederek söylüyorum ki, bu âyet mensuhtur. İbn Atiyye dedi ki: Bu âyet-i kerîmede müşriklerden söz edilmesi bütün bu yaklaşımları zayıf kılmaktadır. İbnu'l-Arabî der ki: Bence uygun görüş şudur: Nikâh lâfzı ile ya İbn Abbâs'ın dediği gibi, ilişki kurmak kastedilmiştir, yahutda akit. Eğer ilişki kurmak kastedilmiş ise bunun manası: Bir zina ancak zaniye bir kadın ile yapılır. Bu da şu demektir: Erkek de, kadın da her iki taraf da zinakârdır. Buna göre âyetin takdiri de şöyle olur: Zinakâr bir kadın ile ilişki kurmak, ancak zina eden bir erkeğin yahut müşrik bir erkeğin işidir. Bu açıklamaİbn Abbâs'tan rivâyet edilmektedir ve sahih bir manadır. Eğer: Baliğ bir kimse bir kız çocuğu ile yahut akıllı bir kişi deli birisi ile yahut uyuyan bir kişi uykuda olan bir kadın ile zina edecek olursa, bu sadece erkek tarafından bir zinadır ve bu erkek zaniye olmayan birisini nikâhlamış (ilişki kurmuş) olmaktadır. O takdirde daha önce geçen maksadın dışına çıkılmış olmaktadır denilirse, cevabımız şu olur: Bu, her bakımdan bir zinadır. Şu kadar var ki onlardan birisinden had düşer, diğerine ise uygulanır. Şayet "nikâh" lâfzı ile akit kastedilmiş ise âyetin anlamı şöyle olur: Zina etmiş bir kadın ile evlenip de, hamile olup olmadığını anlamadan onunla gerdeğe giren bir kimse zina eden kişi gibidir. Ancak bu hususta ilim adamlarının ihtilâfı dolayısıyla ona had uygulanmaz. Şayet böyle birisi ile nikâh akdi yapıp da onun hamileliği, ortaya çıkıncaya kadar, onunla gerdeğe girmeyecek olursa, İcma ile bu akit caizdir. Bir diğer görüşe göre âyet-i kerîmenin maksadı, zina eden bir erkek, zaniye bir kadından başkasıyla evlenemez, demek değildir. Çünkü böyle birisinin zaniye olmayan bir kadın ile evlenmesi de düşünülebilir. Ancak mana şöyle olur: Zaniye bir kadın ile evlenen bir kimse de zanidir. Sanki: Zaniye kadını ancak zina eden erkek nikâhlar, denilmek istenmiş ve ifadelerde lâfızlar yer değiştirmiştir. Bu da şu demektir: Zaniyeyİ ancak onun zinasına razı olan bir erkek nikâhlayabilir. Böyle bir şeye de ancak kendisi zina ediyor ise razı olur, 2- Zaniye Kadın ile Evlenmek Sahihtir: Bu âyet-i kerîmede zaniye ile evlenmenin sahih olduğuna delil vardır. Aynı şekilde evli birisinin hanımı zina edecek olursa, nikâh fâsid olmaz. Koca da zina edecek olursa, hanımı ile olan nikâhı fâsid olmaz. Bu açıklama ise âyet-i kerîmenin mensûh olduğunu kabul etmeye binâendir. Âyetin muhkem olduğu da söylenmiştir, bu da ileride gelecektir. 3- Zina Eden Erkek ve Kadının Biribirleriyle Evlenmeleri: Rivâyete göre Ebubekir (radıyallahü anh) döneminde bir adam bir kadın ile zina etti. Her ikisine de yüzer sopa had uyguladıktan sonra olduğu yerde onları birbirleriyle evlendirdi ve sonra da onları bir sene sürgüne gönderdi. Benzeri bir uygulamaÖmer, İbn Mes'ûd ve Câbir(radıyallahü anhüm)dan da rivâyet edilmiştir. İbn Abbâs dedi ki: Bunun başı zina, sonu nikâhla bitmiştir. Buna şöyle bir Örnek gösterilebilir: Bir adam birisinin bahçesinden meyve çalar, sonra bahçe sahibine gider. O çaldığı meyveyi ondan satın alır. Çalması haram, satın alması helâldir. Şâfiî veEbû Hanîfe bu görüşü kabul etmişler ve suyun(zinanın) hurmiyetinin olmadığı görüşünü benimsemişlerdir, Yani evlilik sebebiyle sabit olan bir akım haramlar zina sebebiyle sabit olmaz. İbn Mes'ûd (radıyallahü anh)dan da şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Bir adam, bir kadın ile zina eder, sonra da onu nikâhlayacak olursa, her ikisi de ebediyyen zinakârdırlar. İşte Malik de bu görüşü kabul etmiştir. Onun görüşüne göre o fasit olan suyundan rahminin temizliğini anlayıncaya kadar onu nikâhlayamaz. Çünkü nikâhın kendine göre bir hürmeti (saygınlığı) vardır. Onun saygınlığından birisi de nikâh dolayısı ile helâl olan suyun, zina suyunun üzerine dökülmemesi ve böylelikle haramın helâla, hakir ve bayağı halin suyunun, şerefli halin suyu ile karışmamasıdır. 4- Zinakar Bilinen Bir Kimsenin Böyle Olmadığı İntibaını Vererek Evlenmesinin Hükmü: İbn Hüveyzimendâd der ki: Zina veya fasıklık türlerinden bir başkası ile bilinen ve bunu açıktan işleyen bir kimse, şayet namus ve iffet ehli bir ailenin kızı ile evlenir de kendisi hakkında onları aldatacak (namus ehli birisi olduğunu gösterecek) olursa, onunla birlikte kalmak yahut ondan ayrılmak hususunda muhayyerdirler. Çünkü bu da kusurlardan bir kusur gibidir. İbn Hüveyzimendâd bu görüşüne Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)ın: "Zinakâr ve bundan dolayı had cezası uygulanmış olan bir kimse ancak kendisi gibi olanı nikâhlayabilir"Birinci başlıkta geçmiş olan bu hadisin kaynakları da orada gösterilmişti. hadisini delil göstermiştir. İbn Hüveyzimendâd der ki: Hadiste had cezası uygulanmış birisinin söz konusu edilmesinin sebebi, fasıklıkla meşhur olmasıdır. İşte evlenmesi halinde eşinden ayrılması icab eden kişi budur. Fâsıklıkla meşhur olmayan kişi hakkında bu hüküm söz konusu değildir. 5- Âyetin Muhkem Olmadığını Söyleyenler ve Bu Görüşün Bazı Hükümlere Etkisi: Mütekaddiminden bir kesim şöyle demiştir; Âyet-i Kerîme nesh edilmiş değildir. Bunlara göre zina eden bir kimsenin kendisi ile hanımı arasındaki nikâhı fasid olur. Kadın zina edecek olursa, kendisi ile kocası arasındaki nikâhı da fasid olur. Bunlardan bir topluluk da şöyle demiştir: Bu yolla nikâh fesh olmaz, ancak kocaya hanımı zina ettiği takdirde karısını boşaması emredilir. Boşamayacak olursa, günahkâr olur. Ne zina eden bir kadınla, ne zina eden bir erkekle evlenmek caizdir. Ancak tevbe açıkça tesbit edilecek olursa, o takdirde nikâhlanmak câiz olur. 6- Mü’minlere Fahişelerle Evlenmek Haramdır: "Böylesi mü’minlere haram kılınmıştır." Yani bu gibi fahişeleri nikâhlamak mü’minlere haramdır. Kimi te'vil âlimleri şunu iddia ederler: Böyle fahişelerle nikâhlanmayı yüce Allah, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetine haram kılmıştır. Bu türden kadınların en meşhurlarından birisi de Anâk diye bilinen kadındır, 7- İslâm ve Harb Diyarında Zinanın Hükmü: Yüce Allah Kitab-ı Kerîm'inde zinayı haram kılmıştır. Erkek nerede zina ederse etsin, ona had uygulanmalıdır. Malik, Şâfiî ve Ebû Sevr'in görüşü budur. Re'y ashabı ise müslüman bir kimse eğer Dar-ı Harbde eman ile bulunur da orada zina ettikten sonra İslâm diyarına çıkıp gelecek olursa, ona had uygulanmaz. İbnu'l-Münzir der ki: Dar-ı Harb ile Dar-ı İslam arasında fark yoktur. Kim zina ederse, ona had uygulanır. Bu yüce Allah'ın: "Zina eden dişi ile zina eden erkeğin her birine yüzer değnek vurun" âyetinin zahirinin bir gereğidir. 4Muhsan hanımlara iftira edenler, sonradan dört şahit getirmeseler o kimselere seksener (değnek) vurun ve şahitliklerini ebediyyen kabul etmeyin. Onlar fâsıkların tâ kendileridir. Bu âyete dair açıklamalarımızı yirmialtı başlık halinde sunacağız: 1- Âyetin Nüzul Sebebi: Bu âyet-i kerîme zina iftirasını yapanlar hakkında inmiştir. Saîd b. Cübeyr dedi ki: Bu âyetin iniş sebebi mü’minlerîn annesiÂişe (radıyallahü anhnhâ) hakkında söylenenler olmuştur. Bir diğer görüşe göre bu âyet-i kerîme özel olarak o olay hakkında değil, genel olarak zina İftirasında bulunanlar sebebiyle nazil olmuştur. İbnu’l-Münzir dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)ın haberleri arasında iftiraya açıkça delâlet eden bir haber bulamamaktayız. Ancak yüce Allah'ın Kitabı bu konuda yeterli olup başkasına ihtiyaç bırakmamaktadır ve haddi gerektiren kazfin var olduğuna delil teşkil etmektedir, ilim ehli de bu hususta icmâ' halindedirler. 2- İftiranın Sözlük Anlamı: Yüce Allah'ın: "...iftira edenler" âyeti ile seb edenler, sövenler kastedilmektedir. Bu kelime İçin "ram'ı" ismi istiare olarak kullanılmıştır. Çünkü bu, sözlü olarak eziyet vermek anlamındadır. Nitekim en-Nâbiğa şöyle demiştir: "Dilin yarası, elin yarası gibidir." Bir başka şair de şöyle demektedir; "Benim de babamın da uzak olduğu bir hususta bana iftirada bulundu, O kuyu sebebiyle bana iftira etti." Buna "kazf ismi da verilir. Hadîs-i şerîfte geçen: "İbn Ümeyye hanımını, Şerik b. es-Sahmâ ile (zina etmekle) kazfetti (suçladı)" hadisinde de bu ifade kullanılmıştır. Buhârî, Şehâdât 21, Tefsir 24. sûre 3; Müslim, Liân 11; Ebû Dâvud, Talâk 26; Tirmizî, Tefsir 24. sûre 3; Nesâî, Talâk 37, 38;İbn Mâce, Talâk 27;Müsned, III, 142. 3- İffetlilere İftira: Yüce Allah, kadınları -bu açıdan- daha önemli olduklarından, böyle bir fiili işledikleri iftirası nefisleri daha bir yaralayıcı ve daha çirkin olduğundan dolayı bu âyet-i kerîmede söz konusu etmiştir. Erkeklere böyle bir iftirada bulunmak da mana itibariyle âyetin hükmüne girmektedir. Ümmet de bu hususta icmâ' etmiştir. Bu da yüce Allah'ın domuz etinin haram olduğunu nass ile bildirmekle birlikte, yağının, kıkırdaklarının ve benzerlerinin de mana itibariyle benzemeleri ve icmâ' dolayısıyla(o hükme) dahil olmasına benzemektedir. ez-Zehravî'nin naklettiğine göre âyet, muhsan olan kişiler anlamındadır. Dolayısıyla bu kelime lâfzı itibariyle erkekleri de, kadınları da kapsamaktadır. Buna delil yüce Allah'ın: "Kadınlardan muhsan olanlar da..."(en-Nisâ, 4/24) âyeti da buna delildir. Bir toplulukla şöyle demiştir: "Muhsana" ile kasıt ferclerdir. Nitekim yüce Allah: "Fercini muhsan kılan(ırzını koruyan) o kızı da(an)" (el-Enbiya, 21/91) diye buyurmaktadır. O takdirde âyetin kapsamına erkek ve kadınların avret yerleri girer. Bir diğer görüşe göre yabancı kadına İftiranın söz konusu edilmesi, daha sonra erkeğin kendi hanımına iftira etmesi halini atfetmek içindir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Cumhûr "Muhsan hanımlara" kelimesini "sâd" harfini üstün olarak okumuşlardır. Yahya b. Vessâb ise esreli okumuştur. "Muhsan kadınlar" burada iffetli kadınlar anlamındadır. en-Nisâ Sûresi'nde(4/25. âyet, 5- başlık ve devamında) ihsandan söz edilmiş ve mertebeleri belirtilmiştir. Yüce Allah'a hamdolsun. 4- Zina İftirasında Aranan Şartlar: Zina iftirası (kazf)de ilim adamlarına göre dokuz şart bulunmalıdır: Bu şartların ikisi iftirada bulunan kimsede olmalıdır. Bunlar akıl ve bulûğdur. Çünkü bu iki şart mükellef olmanın asıl dayanaklarıdır. Bu şartlan taşımayanlar mükellef değildir. İki şart iftira (kazf)de kullanılan ifadelerde aranır. Bu da bu iftirasında haddi gerektirecek bir ilişkiyi söz konusu etmelidir ki, bu da zina ya da Lut kavminin amelidir, yahut iftira ettiği kimseyi -diğer masiyetler ile değil de- babasından olmadığını söylemekle olur. Beş şart da hakkında iftirada bulunulan kimsede aranır. Bunlar da akıl, bulûğ, müslüman olmak, hürriyet, kendisine iftira yoluyla isnad edilen fuhuştan uzak iffetli olmak -başkasından uzak olup, olmaması aranmaz.- İftirayı atanda akıl ve buluğu şart koştuğumuz gibi, iftiraya uğrayanda da bunları şart koşmamız -ihsanın mahiyeti çerçevesinde olmamakla birlikte- haddin, ancak kendisine iftira atılan kimseye gelebilecek zarar yolu ile eziyetten uzak tutmak için emredilmiş olmasından dolayıdır. Âkil ve baliğ olmayan kimse hakkında ise böyle bir zarar söz konusu değildir. Zira bu gibi kimselerin İster kendilerinin yaptıkları, ister kendilerine yapıldığı söylenmiş olsun, Lût kavminin amelini işlemeleri zina diye adlandırılmaz. 5- Zina İftirasında Kullanılan Açık ve Kapalı İfadelerin Hükmü: İlim adamları zina iftirası açıkça zikredilmesi halinde bunun haddi gerektirici bir iftira olacağını ittifakla kabul etmişlerdir. Şayet açık olmayarak üstü kapalı bir ifade kullanacak olursa, Malik: Bu da bir iftiradır, demiştir. Şâfiî veEbû Hanîfe ise; ben bu sözlerimle ona zina iftirasında bulunmayı kastettim, demedikçe kazf (zina iftirası) olmaz, Malik'in görüşünün delili, iftira dolayısıyla haddin ancak iftirada bulunanın iftira ettiği kimseyi karşı karşıya bıraktığı musibeti ortadan kaldırmak için öngörülmüş olmasıdır. Eğer böyle bir musibet kapalı ifade ile gerçekleşiyor ise, o halde bu kapalı ifadenin de açıkça kullanılan ifade gibi bir kazf olması icab eder. Bu hususta da esas dayanak, kullanılan İfadeden anlaşılandır. Şanı yüce Allah Şuayb(aleyhisselâm) hakkında bize şunu haber vermektedir: "Çünkü sen muhakkak yumuşak huylu ve aklı başında bir kimsesin."(Hûd, 11/87) Kavmi bu sözleriyle onun beyinsiz ve sapık olduğunu söylemek istemişlerdi. Onlar daha önceden Hûd Sûresi'nde(belirtilen âyetin tefsirinde) geçtiği üzere yorumlardan birisine göre, zahiren övgü olan sözlerle ona kapalı ifadelerle hakaret etmek istemişlerdi. Yüce Allah, Ebû Cehil hakkında da (kıyâmette kendisine) şöyle denileceğini bildirmektedir: "Tat bakalım, çünkü sen güçlü ve değerli imişsin." (ed-Duhan, 44/49) Meryem (selâm ona)e de şu sözlerin söylendiğini bize nakletmektedir: "Ey Harun'un Kardeşi! Senin baban kötü bir adam değildi. Anan da ahlâksız bir kadın değildi." (Meryem, 19/28) Onlar bu sözleriyle babasını öğmüş, annesinin de hayasızlık etmediğiniyani zina etmemiş olduğunu söylemişler, fakat kapalı bir ifadeyle Meryem hakkında bunu kullanmış oluyorlardı. Bundan dolayı yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bir de onların küfürleri ve Meryem aleyhinde pek büyük bir iftirada bulunmaları sebebiyle..." (en-Nisa, 4/156) Onların küfürlerinin ne olduğu bilinmektedir, pek büyük iftiraları ise kapalı sözlerle onun hakkında söyledikleridir. Yani senin baban kötü bir adam değildi, annen de hayasız bir kadın değildi.Yani sen (kocan bulunmadığı halde) bu çocuğu doğurmuş olmakla onlar gibi olmadığını göstermiş oluyorsun, (demek istemişlerdi). Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Deki: 'Göklerden ve yerden sizi rızıklandıran kimdir?' Allah'tır de. Şüphe yok ki Biz yahut siz ya bir hidayet üzereyiz, veya apaçık bir sapıklıkta."(Sebe’ 34/24) Bu İfadelerden anlaşıldığı üzere kasıt, kâfirlerin hidayet üzere olmadıkları, yüce Allah'ın ve Rasûlünün gösterdiği yolun ise hidayet olduğudur. İşte böylelikle kapalı ifadelerden tıpkı açık ifadelerden, anlaşılanın kendisi anlaşılmaktadır. Nitekim Ömer(radıyallahü anh) da şair el-Hutay'a'yı şu sözleri söylemesi üzerine hapsetmiş idi: "Bırak üstün değerleri için. yolculuk yapma, onları ele geçirmek Otur (evinde)! Çünkü sen(kendisine) yemek yedirilen, elbise giydirilensin." Çünkü o bu sözleriyle (hicvettiği şahsı) yemek yedirilmeleri, içirilmeleri ve giyimlerinin karşılanması bakımından kadınlara benzetmiş olmaktadır. Necaşî'nin şu: "Onun kabilesi hiçbir taahhüdü ihlâl etmezler, İnsanlara bir hardal tanesi kadar dahi zulmetmezler." Sözlerini işitince: Keşke Hattab da böyle olsaydı, demişti. Şair ise bu sözleriyle kabilesinin zayıf olduğunu anlatmak istemiştir. Buna benzer ifadeler pe'k çoktur, 6- Kitap Ehli Kimselere Zina İftirasında Bulunmak: İlim adamlarının Cumhûru(çoğunluğu) kitab ehline mensub bir erkekveya onlardan bir kadına zina iftirasında bulunan kimseye had uygulanmayacağı kanaatindedirler. ez-Zührî,Said b. el-Müseyyeb veİbn Ebi Leylâ ise şöyle demişlerdir: Şayet kadının müslüman bir kocadan olma bir çocuğu varsa, bu iftirada bulunana had uygulanır, Bu hususta üçüncü bir görüş daha vardır: Bu görüşe göre, bir kimse eğer müsl umanın nikâhı altında bulunan hristiyan bir kadına iftirada bulunacak olursa, ona had uygulanır. İbnu'l-Münzir der ki: İlim adamlarının ileri gelenleri birinci görüşü benimsemiş ve ittifakla bunu dile getirmişlerdir. Ben bu hususta muhalefet eden bir kimseye ne yetiştim, ne de karşılaştım. Hristiyan bir kimse, hür müslüman bir kimseye zina iftirasında bulunacak olursa müslümanın cezası gibi ona da seksen sopa vurulur. Bu hususta görüş ayrılığı olduğunu bilmiyorum. 7- Zina İftirasında Bulunan Kölenin Cezası ve Had Kimin Hakkıdır? İlim adamlarının Cumhûruna göre; köle, hür bir kimseye zina iftirasında bulunacak olursa, ona kırk sopa vurulur. Çünkü bu da tıpkı zina haddi gibi kölelik dolayısıyla yan yarıya indirilir. İbn Mes'ûd, Ömer b. Abdu'l-Aziz, Kabisa b. Züeyb'den gelen rivâyete göre ise köleye seksen sopa vurulur. Ebubekr b. Muhammed de hür bir kimseye zina iftirasında bulunmuş bir köleye seksen sopa vurmuştur. el-Evzaî de bu görüştedir. Cumhûr, yüce Allah'ın: "Şayet... fuhuş işlerlerse onlara evli ve hür kadınlara verilen cezanın yarısı verilir" (en-Nisa, 4/25) âyetini delil göstermektedirler. Diğerleri de şöyle demektedir: Biz daha önceki âyetlerden zinanın yüce Allah'a ait bir hak olduğunu anlamaktayız. Yüce Allah'ın üzerindeki nimetleri az olan kimseler hakkında daha hafif, yüce Allah'ın nimetleri üzerinde pek çok olan kimse hakkında ise daha çirkin bir iş olabilir. Ancak iftira suçunun cezası insanın bir hakkıdır ve bu hak, iftiraya uğrayanın ırzına karşı işlenen suç dolayısıyla vacib olmuştur. Böyle bir suç kölelik ya da hürriyet dolayısıyla farklılık arzetmez. Bu görüşün sahipleri şöyle de diyebilirler: Eğer bu hususta farklılık olsaydı, zina hakkında söz konusu edildiği gibi burada da söz konusu edilmeliydi. İbnu'l-Münzir der ki; Ancak genel olarak İslâm âleminin belli başlı bölgelerindeki ilim adamlarının kabul ettiği görüş birincisidir, ben de birinci görüşü kabul etmekteyim. 8- Hür Bir Kimse Köleye Zina İftirasında Bulunursa: İlim adamlarının icma ile kabul ettiklerine göre; hür bir kimse köleye iftirada bulunacak olursa, bundan dolayı ona ceza uygulanmaz. Buna sebep aralarındaki mertebe farkı ile Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)ın şuâyetleridir: "Kim kölesine zina İftirasında bulunacak olursa, böyle olması hali müstesna kıyâmet gününde ona had uygulanır." Bu hadisi Buhârî veMüslim rivâyet etmiştir. Buhârî, Hudûd 45;Müslim, Eymân 37;Ebû Dâvûd, Edeb 124;Tirmizî, Birr 30;Müsned, II, 431, 500 Bazı rivâyet yollarında şu ifadeler de bulunmaktadır: "Kim kölesine zina iftirasında bulunup da bunu ispatlamayacak olursa, kıyâmet gününde ona had, seksen sopa olarak uygulanır. " Darakutnî, III, 91 Bunu da Darakutnî zikretmektedir. İlim adamları derler ki: Bunun âhirette uygulanacak olmasının sebebi orada böyle bir mülkiyetin kaldırılacağından, üstün olan ile aşağıda olanın, hür ile kölenin eşit olacağından ve kimsenin kimseye takva dışında herhangi bir üstünlüğünün bulunmayacağından dolayıdır. Bunlar gerçekleşeceğinde insanlar hadlerde ve saygınlıkta birbirlerine eşit olurlar. Kimde bir hak varsa, o hak alinip sahibine verilir. Mazlumun, zalimi affetmesi hali müstesna. Dünyada birbirlerine denk olmayışlarının sebebi, kölelere malik olanların onları mükâfatlandırmak (ya da cezalandırmak) hususunda herhangi bir olumsuz hal ile karşı karşıya kalmamalarıdır. O takdirde hiçbir hususta efendilerin herhangi bir saygınlıkları ve üstünlükleri de kalmaz. İnsanların birbirlerinin emirlerine verilmesinin faydası da ortadan kalkar. Bu, hikmeti sonsuz, herşeyi bilenin bir hikmetidir. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. 9- Hür Olan Kimseye Köle Zannıyla Zina İftirasında Bulunanın Hükmü: Malik ve Şâfiî derler ki: Bir kimse köle zannettiği bir kişiye zina iftirasında bulunup da onun hür olduğu anlaşılırsa, ona had uygulanır. Hasan-ı Basrî de bu görüştedir, İbnu'l-Münzir de bunu tercih etmiştir. Yine Malik der ki: Um veled (efendisinden çocuk doğurmuş cariye)e zina İftirasında bulunan bir kimseye de had uygulanır. İbn Ömer'den de bu görüş rivâyet edilmiştir. Şâfiî'nin görüşüne kıyasen o da bu görüşte olmalıdır. Hasan-ı Basrî ise: Böyle bir kimseye had uygulanmaz, demiştir. 10- Zina İftirasına Dair Kapalı Bir İfadeye Örnek: İlim adamları bir erkeğe: Ey iki bacağı arasında kendisiyle ilişki kurulmuş kişi, diyen kimsenin hükmü hakkında farklı görüşlere sahiptirler. İbnu'l-Kasım; Böylesine had uygulanır, çünkü bu kapalı bir ifadedir, demiştir. Eşheb ise: Bu söz dolayısıyla had uygulanmaz demiştir, Çünkü bu söz, icma ile zina sayılmayan bir fiile nisbet etmedir. 11- Bazı Şartları Eksik Olan Zina İftirasında Bulunmanın Hükmü: Bulûğdan önce ve kendisiyle ilişki kurulması mümkün olan bir kız çocuğuna zina iftirasında bulunan bir kimsenin bu sözleri Malik'e göre bir kazf (zina iftirası)dır.Ebû Hanîfe, Şâfiî ve Ebû Sevr ise: Bu kazf sayılmaz, çünkü bu durumdaki bir çocuğa had uygulanmayacağı için yapılan bu iftira da zina iftirası sayılmaz. Ancak bunu söyleyen kimseye de ta'zir cezası uygulanır, demişlerdir. İbnu'l-Arabî der ki: Mesele her iki ihtimali de kaldırır ve zorcadır. Çünkü Malik iftiraya uğrayanın ırzını koruma altına almayı göz önünde bulundururken, diğerleri ise iftirada bulunanın haksız cezaya karşı korunmasını göz önünde bulundurmuşlardır. Ancak iftiraya uğrayanın ırzını koruma altına almak daha önceliklidir. Çünkü iftirada bulunan bir kimse dilinin ucu ile mahremiyetini açığa çıkarmıştır, o bakımdan ona had uygulamak gerekir, İbnu'l-Münzir der ki: Ahmed dokuz yaşındaki kız çocuğu hakkında: Ona iftirada bulunana sopa cezası vurulur, demiştir. Oğlan çocuğu da on yaşına ulaştığı takdirde ona iftirada bulunan dövülür. İshak der ki: Benzeri ilişki kurabilen bir erkek çotuğa zina iftirasında bulunan kimseye had uygulanır. Kız çocuğu da dokuz yaşını geçti mi bu durumdadır, İbnu'l-Münzir der ki: Baliğ olmayan bir kimseye iftirada bulunana had uygulanmaz, çünkü bu bir yalandır. Ancak verdiği rahatsızlık dolayısıyla ona ta'zir cezası uygulanır. Ebû Ubeyd dedi ki:Ali (radıyallahü anh)dan rivâyet edildiğine göre bir kadın yanına gelmiş ve ona kocasının kendisine ait olan cariye ile ilişki kurduğunu söz konusu etmiş.Ali (radıyallahü anh) ona şöyle demiş; Eğer doğru söylüyor isen, biz onu recmederiz. Şayet yalan söylüyor isen, o takdirde sana iftira cezası uygularız. Bu sefer kadın: İçimdeki kin ve öfke ile birlikte beni serbest bırakınız, aileme geri gideyim, cevabını vermiş. Ebû Ubeyd dedi ki: Bu hadisteki fıkhl inceliklerden birisi şudur: Koca hanımına ait olan cariye ile ilişki kuracak olursa, ona had uygulanır. Bir diğer incelik de şudur: Bir kimse bu hususta ona iftirada bulunacak olursa, ona iftirada bulunan kişiye had uygulanır.Ali (radıyallahü anh)ın: Eğer yalan söylüyor isen, sana iftira cezası uygularız, sözüne dikkat etmemiz gerekir. Bütün bunlar şöyle izah edilir: Eğer bu işi yapan kişi, yaptığını ve söylediğini bilmeyen bir kimse değilse bu hüküm söz konusudur. Eğer bunları bilmeyen yahut helal olduğu şüphesi iddiasında bulunan bir kimse ise, bütün bu hallerde had cezası ondan bertaraf edilir. Bu rivâyetteki bir diğer fıkhî incelik de şudur: Bir adam, bir adama hakimin huzurunda zina iftirasında bulunacak olsa, iftiraya uğrayan da hazır bulunmuyor ise, iftiraya uğrayan kişi gelip cezanın uygulanmasını isteyinceye kadar, iftirada bulunana bir ceza verilmez. Çünkü gelip onu tasdik edebilir, bunu bilemiyoruz. Nitekim Ali (radıyallahü anh)ın bu kadına ceza vermeye kalkışmadığı görülmektedir. Yine bundan anlaşıldığına göre; hakimin huzurunda bir adama zina iftirasında bulunulacak olsa, daha sonra iftiraya uğrayan kişi gelip hakkım isterse, kendisi bu iftirayı dinlemiş olduğundan dolayı hakim bu hakkı alır. Nitekim: Eğer yalan söylüyor isen, sana ceza uygularız, dediğini görüyoruz. Buna sebep ise iftiranın insanlara ait haklar arasında yer almasıdır. Derim ki: Kazf haddi Allah'ın haklarından mıdır, yoksa insanların haklarından mıdır, hususunda görüş ayrılığı vardır, ileride gelecektir. Ebû Ubeyd dedi ki: el-Esmaî dedi ki: Şu'be bu rivâyette kadının söylediği: "Beni hıncım ve öfkemle başbaşa bırakınız" sözleri hakkında bana soru sordu, ben de ona şöyle dedim: Bu ifade tencerenin kaynayıp taşması tabirinden alınmıştır, O bakımdan tencerenin kaynayıp taşmasını anlatmak üzere: denilir. O bakımdan bu kadının sözlerinin anlamı şu olur: İçinde öfke ve kıskançlık -istediği sonucu alamayınca- kaynayıp, taşmaktadır. İşte bu anlamdan hareketle; denilir, yani içinde ona karşı kaynayıp coşan bir kini vardır, demek istenir. 12- Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın Hanımlarından Birisine Zina İftirasında Bulunanın Hükmü: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)ın hanımlarından birisine zina iftirasında bulunan kimseye iki had uygulanır. Bu görüşMesrûk'a aittir, İbnu’l-Arabî der ki: Sahih olan bu haddin bir tane olacağıdır, çünkü yüce Allah'ın: "Muhsan hanımlara iftira edenler..."âyeti umumidir; onların sahib oldukları şeref onlara yapılan iftira dolayısıyla haddin arttırılmasını gerektirmez. Çünkü konumun şerefi hadlere etki etmez. Şerefin azlığı da azaltılması suretiyle haddi etkilemez. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. İleride Âişe(radıyallahü anhnhâ)ya İftirada bulunan kimsenin öldürülüp öldürülmeyeceğine dair açıklamalar gelecektir. 13- İftiralarını Şahitle îspatlayamayanlar: Yüce Allah'ın: "Sonradan dört şahit getirmeseler" âyeti, böyle bir iddianın ispatlanması İçin gerekli olan dörc şahidi getiremeyenler, demektir. Bu dört şahit diğer haklardan farklı olarak zina için gereklidir, bu da yüce Allah'ın kullarına bir rahmeti ve onların hallerini setretmek içindir. Buna dair açıklamalar daha önceden en-Nisâ Sûresi'nde (4/15- âyet, 5. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. 14- Şahidlerin, Şahitlikte Bulunmalarında Aranan Şartlar: Malik'e -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- göre şahitlerin şehadeti edâ şartlarından birisi de; bunun aynı mecliste(tek oturumda) gerçekleşmesidir. Eğer bu şahitlik değişik meclislerde gerçekleşirse, şahitlik olmaz. Abdu'l-Melik dedi ki: Şahitlerin toplu olarak da, ayrı olarak da şahitlikleri kabul edilir. Malik şahitlerin bir arada bulunup(Öylece şehadet etmelerini) bir taabbud kabul etmektedir. İbnu'l-Hasan da böyle demiştir. Abdu'l-Melik'in görüşüne göre ise maksat, şahitliğin edâ edilmesi ve bunun toplamı bulmasıdır. Bu da hasıl olmuştur. Osman el-Bettî ve Ebû Sevr'in görüşü de budur, İbnu'l-Münzir de bunu tercih etmiştir. Çünkü yüce Allah: "Sonradan dört şahit getirmeseler"ile "şahitlerini getiremediklerine göre..." (en-Nûr, 24/13) diye buyurmakta, bunların ayrı ayrı veya bir arada bulunmalarını söz konusu etmemektedir. 15- Şahitlik Tamam Olmakla Birlikte, Şahitlerin Âdil Oldukları Belirtilmezse: Şahitlik tamam olmakla birlikte, şahitlerin âdil oldukları tesbit edilmeyecek olursa, o takdirde Hasan-ı Basrî ve Şa'bînin görüşlerine göre ne şahitlere had gerekir, ne de hakkında şahitlikte bulunulan kimseye. Ahmed, en-Nu'man (b. Sabit yani Ebû Hanîfe) ve Muhammed b. el-Hasen de bu görüştedirler. Malik der ki: Dört kişi onun zina ettiğine dair şahitlik etse ve bunlardan birisi âdil olarak kabul edilmeyen yahut ta köle olursa, hepsine celde vurulur. Süfyan es-Sevrî, Ahmed ve İshak da bir kadının zina ettiğine dair şahitlik eden dört âmâya celde vurulacağı görüşündedirler. 16- Zina Cezası Uygulandıktan Sonra Şahidlerden Birisi Şehadetinden Dönecek Olursa: Zina ettiği hususunda aleyhinde şahitlik edilen şahıs recmedildikten sonra, şahitlerden birisi şahitliğinden geri dönerse, bir kesimin görüşüne göre diyetin dörtte birini tazminat olarak öder, diğerlerine de bir şey düşmez. Katade, Hammâd , İkrime, Ebû Haşim, Malik, Ahmed ve Re'y ashabı böyle demişlerdir. Şâfiî de şöyle der: Eğer: Ben bunu öldürülsün diye kasten yaptım diyecek olursa, ölenin velileri muhayyerdirler, Dilerlerse onun öldürülmesini taleb ederler, dilerlerse onu affedip diyetin dörtte birini alırlar ve bununla birlikte ona da(kazf) haddi uygulanır. Hasan-ı Basrî de o kimse öldürülür, diğer üçüne de her birisi diyetin dörtte biri ödetilir, demiştir. İbn Şîrîn der ki: Şayet ben hata ettim, benim kastettiğim bir başkası idi diyecek olursa, bütünüyle tam bir diyet öder. Eğer kasten böyle yaptım diyecek olursa, ona karşılık öldürülür. İbn Şubrume de bu görüştedir. 17- Kazf Haddi Allah'ın Hakkı mıdır? Kul Hakkı mıdır?: İlim adamları kazf haddi Allah'ın haklarından mıdır, kul haklarından mıdır yoksa her iki hakkın karışımı mıdır, hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Birincisi Ebû Hanîfe'nin görüşüdür, ikincisi Malik ve Şâfiî'nin görüşüdür, üçüncüsü ise kimi müteahhir ilim adamlarının görüşüdür. Görüş ayrılığının etkisi şudur: Şayet bu yüce Allah'ın bir hakkı olup İmâma ulaşacak olursa, iftiraya maruz kalan kişi bu hususta talepte bulunmayacak olsa dahi İmâm bu haddi uygular. İftirada bulunan kişiye de kendisi ile Allah arasında yapacağı tevbenin faydası olur. Zinada olduğu gibi, kölelik sebebiyle had yarıya iner. Şayet kul hakkı ise, İmâm bu hakkı iftiraya maruz kalanın talebi olmadıkça uygulamaz. Kulun affetmesiyle de bu ceza düşer, İftiraya maruz kalan kişi hakkını helâl etmedikçe, iftira edene de tevbenin faydası olmaz. 18- "Dört Şahit" İfadesi İle İlgili Kıraat ve Açıklanması: Yüce Allah'ın: "Dört şahit" ibaresini Cumhûr "dört" anlamındaki kelimeyi "şahitler" anlamındaki kelimeye izafet yaparak okumuşlardır. Abdullah b. Müslim b. Yesâr ile Ebû Zür'a b. Amr b. Cerir ise "Dört" kelimesini tenvinli olarak okumuşlardır. "Şahit" kelimesi ile ilgili de dört türlü açıklama yapılmıştır; Bu kelime "dört" anlamındaki kelimenin sıfatı ya da bedeli olarak cer mahallindedir. Bununla birlikte nekreden halya da temyiz de olabilir. Ancak hal ve temyiz olması tartışılır. Zira burada hal, nekredendir, temyiz ise çoğul gelmiştir.Sîbeveyh'in görüşüne göre sayı tenvinli gelmekle birlikte, onu izafe yapmamak, ancak şiirde câiz olur. Ebû’l-Feth Osman b. Cinnî ise bu kıraati güzel görmekle birlikte, Cumhûrun kıraatini daha sevimli bulmuştur, en-Nehhâs der ki: "Şahitler" kelimesi, "sonra da dört şahit getiremeyecek olurlarsa" antamında nasb mahallinde olabilir. 19- Dört Şahidin, Şahitliğinde Aranan Şartlar: Dört şahidin bizzat gördüklerine ve bu işi tıpkı(sürme) milin(in) sürmedanlıkta olduğu gibi, gördüklerine şahitlik edecek şekilde olmalıdır. Bundan önce en-Nisa Sûresi'nde (4/15.'âyet, 5. başlıkta) ve hadisin nassında geçtiği gibi. Ayrıca bu şahitlik Malik'in görüşüne göre; aynı yerde bir arada yapılmalıdır. Onlardan birisi bu hususta tereddüt geçirecek olursa,(açıkça) şahitlik eden diğer üçüne iftira cezası uygulanır. Nitekim Ömer, el-Muğire b. Şu'be'nin durumu hakkında böyle yapmıştı. Çünkü Muğire'nin aleyhinde Ebû Bekre Nufey' b. el-Hâris ile kardeşi Nafî -ez-Zehravî'ye göre;(kardeşi) Abdullah b. el-Haris'tir- ve bu İkisinin anne bir kardeşi ve Muaviye'nin kardeşi olduğunu belirterek nesebine ilhak ettiği Ziyad ile (dördüncü olarak) Şibl b. Ma'bed el-Becelî şahitliği eda etmek için geldiklerinde, Ziyad durdu ve bu konuda şahitlik etmedi. Bunun üzerine Ömer(radıyallahü anh) sözü edilen üç kişiye kazf cezasını uyguladı. 20- "Seksen Celde" Yüce Allah'ın: "O kimselere... celde vurun" âyetinde geçen "celd" vurmak demektir. "Mücâlede" derilerde veya derilerle vuruşmak anlamındadır. Bilahare "celd" bunların dışında kılıç ya da başka şeylerle vuruşmak için istiare olarak kullanılmıştır. Kays b. el-Hatim'in şu beyiti de bu kabildendir; "el-Hadika günü kılıçla miğfersiz ve zırhsız olarak çarpışırım onlarla, Elimde kılıç, çocukların oynarken dürüp katladığı bir mendil gibidir." "Seksener" kelimesi mastar olarak nasbedilmiştir. "Değnek" kelimesi de temyizdir. "Ve şahitliklerini ebediyyen kabul etmeyin" ifadesi ömür boyunca onların şahitliklerinin kabul edilmemesini gerektirmektedir. Daha sonra onların fâsık,yani yüce Allah'a itaatin dışına çıkan kimseler olduklarına hüküm vermektedir. Ancak bundan sonra tevbe edenler ve ıslâh olanlar müstesna. Şüphesiz Allah günahları bağışlayandır, rahmet edendir. 21- Tevbe Edenlerin Durumu: "Ancak... tevbe edenler müstesna"âyeti istisna olarak nasb mahallindedir. Bedel olarak cer mahallinde olması da mümkündür, yani iftira ettikten sonra tevbe edip hallerini düzelten kimseler dışında onların şahitliklerini ebediyyen kabul etmeyiniz. "Şüphesiz Allah günahları bağışlayandır, rahmet edendir." Ayet-i kerîme iftirada bulunan hakkında üç hüküm ihtiva etmektedir: Sopa vurulması, şahitliğinin ebediyyen reddedilmesi ve fasıklığı. Âyetteki İstisnanın, ona vurulacak sopa cezasında herhangi bir etkisinin olmadığı icma ile kabul edilmiştir. Bundan tek istisna ileride geleceği üzere Şa'bî'den gelen rivâyettir. İstisnanın, fâsıklığı hususunda etkili olacağı da icma ile kabul edilmiştir. Ancak ilim adamları bu istisnanın, bu kimselerin şahitliğinin reddi hususundaki etkisi ile ilgili farklı görüşlere sahiptirler. Kadı Şureyh, İbrahim en-Nehaî, Hasan-ı Basrî, Süfyan es-Sevrî veEbû Hanîfe der ki: İstisnanın şahitliğinin reddedilmesinde herhangi bir etkisi yoktur. Onun fâsıklığı ancak Allah nezdinde ortadan kalkar. İftirada bulunan kimsenin şahitliği, tevbe etse, kendi kendisini yalanlasa dahi hiçbir şekilde, hiçbir durumda asla kabul edilmez. Cumhûrun kanaatine göre ise istisnanın şahitliğin reddi hususunda etkisi olur. İftira eden kimse tevbe ettiği takdirde, şahitliği de kabul edilir. Çünkü onun şahitliğinin reddedilmesi ancak fasıklıktan dolayı idi. Tevbe ile bu ortadan kalktığına göre, kendisine iftira haddinin uygulanmasından önce olsun, sonra olsun şahitliği kabul edilir. Genel olarak fukahânın kabul ettiği görüş budur. Ancak böyle bir kimsenin tevbesinin ne şekilde olacağı hakkında farklı görüşler vardır. Ömer b. el-Hattâb(radıyallahü anh), eş Şa'hî ve diğerlerine göre; kendisine had uygulandığı nususta yalancı olduğunu belirtmedikçe tevbe etmiş olmaz. Ömer (radıyallahü anh)ın uygulaması da bu şekildedir, çünkü o Muğire aleyhine şahitlik edenlere şöyle demişti: Kim yalancı olduğunu söylerse bundan sonra ben onun şahitliğini kabul ederim, kim de böyle yapmayacak olursa ben de şahitliğini geçerli kılmam. eş-Şibl b. Ma'bed ve Nafî b. el-Hâris b. Kelede kendilerini yalanladılar ve tevbe ettiler. Ebû Bekre ise böyle bir işe yanaşmadı, o bakımdan onun şahitliğini kabul etmezdi. en-Nehhâs bu görüşü Medinelilerden de nakletmektedir. Aralarında Malik -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- ve başkalarının da bulunduğu bir kesim de şöyle demiştir: Böyle bir kimsenin tevbesi halini ıslah edip, düzeltmesidir. İsterse yalanlamak suretiyle söylediği sözden geri dönmesin. İftirası dolayısıyla pişmanlık duyup mağfiret dilemesi ve benzeri bir işe tekrar dönmeyi terketmesi ona yeter.İbn Cerir'in de görüşü budur. en-Nehaî'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: İstisna her üç hükümden de yapılmıştır, Böyle bir kimse tevbe eder, tevbesi açığa çıkarsa ona had uygulanmaz, şahitliği kabul edilir ve fasıklıkla nitelendirilmesi de ortadan kalkar. Çünkü artık o, kendilerinden razı olunan (şahitliği kabul edilen) kimselerden olmuş olur. Yüce Allah da: "Muhakkak Ben tevbe eden... kimselere çok çok mağfiret ediciyim." (Tâ-Hâ, 20/82) diye buyurmuştur. 22- İftirada Bulunanın Şahitliği Ne Zaman Düşer?: İlim adamlarımız -yüce Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- zina iftirasında bulunan kimsenin şahitliğinin ne zaman düşeceğini (geçersiz olup kabul edilmeyeceği) hususunda farklı görüşlere sahiptir. İbnu'l-Macişun: Bizzat iftira etmesiyle birlikte (düşer) derken, İbnu'l-Kasım, Eşheb ve Suhnun ise: Ona had cezası uygulanmadıkça şahitliği düşmez, demişlerdir. Eğer afya da buna benzer haddi uygulamaya engel herhangi bir sebeb bulunursa şahitliği reddedilmez. Şeyh Ebû'l-Hasen el-Lahmî der ki: Böyle bir kimsenin eceli gelinceye kadar şahitliği İptal edilir. Ancak iftira halinde kişinin kendisini yalanlamak suretiyle tevbenin söz konusu olacağı, görüşü tercih edilmektedir. Aksi takdirde eğer iftirada bulunup kendisine had uygulandıktan sonra yine de adaleti üzere kalacağı söyleniyorsa, adaletin geri dönmesi nasıl söz konusu olsun? 23- Böyle Bir Günahtan Tevbe Eden Kimsenin Tevbeden Sonra Şahitliği Hangi Alanlarda Caizdir? Tevbe ettikten sonra şahitliğinin geçerli olacağını kabut edenler, hangi hususlarda şahitliğinin kabul edileceği hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Malik -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- dedi ki: Kayıtsız ve şartsız olarak her hususta şahitliği caizdir. Herhangi bir günah sebebiyle had cezası uygulanmış olan herkesin durumu da budur. Bu görüşü Nâfî ve İbn Abdi'l-Hakem, Malik'ten rivâyet etmişlerdir. Aynı zamanda bu İbn Kinâne'nin de görüşüdür. el-Vakaar (lakabli Zekeriya b. Yahya)'nın Malikten naklettiğine göre; özel olarak haddin kendisine uygulandığı hususta şahitliği kabul edilmez, ancak diğer hususlarda şahitliği kabul edilir. Mutarrif ve İbnu'l-Macişun'un da görüşü budur. el-Utbî, Esbağ ve Suhnun'dan da benzerini rivâyet etmektedir. Suhnun dedi ki: Herhangi bir hususta kendisine had uygulanmış bir kimsenin şahitliği, kendisine haddin uygulandığı benzer bir durumda geçerli değildir. Muttarrif ve İbnu'l-Macişun da şöyle demişlerdir: Zina İftirası dolayısıyla ya da zina sebebiyle kendisine had uygulanmış olan bir kimsenin zina, kazf ve liân ile ilgili hiçbir hususta şahitliği kabul edilmez, isterse adaletli bir kimse olsun. Onlar bu görüşlerini Malik'ten rivâyet ederler. Zina mahsulü çocuğun şahitliğinin zina ile ilgili hususlarda câiz olmayacağını da ittifakla kabul etmişlerdir. 24- Atıf İle Birbirine Bağlanmış Cümlelerden Sonra Yapılan İstisnanın Fıkıh Usulü Açısından Hükmü: Birbirine atıf ile bağlanmış cümlelerden sonra, istisna yapıldığı takdirde Malik, Şâfiî ve mezhebine mensub ilim adamlarına göre bu istisna, bütün cümlelere ait olur. Ebû Hanîfe ve onun mezhebine mensub ileri gelen ilim adamlarına göre istisna zikredilmiş en yakına râci olur. Burada da fâsıklıktır, bundan dolayı şahitliği kabul edilmez. Çünkü istisna özel olarak fasıklığa raci'dir, şahitliği kabulüne değil. Bu usûl kaidesinde görüş ayrılığının İki sebebi vardır. Birinci sebep: Cümleler bünyelerindeki atıf dolayısıyla tek bir cümle hükmünde midir, yoksa herbir cümlenin bağımsız olarak ayrı bir hükmü vardır ve atıf harfi ifadeyi güzelleştirici ve hükmü ortak kılıcı mıdır, şeklindeki görüş ayrılığıdır. Cümlelerin atfı hususunda doğru olan görüş budur.(Hükümlerde ortak kılıcıdır) Çünkü nahivde de bilindiği üzere farklı cümlelerin birinin diğerine atfedilmesi caizdir. İkinci sebep; istisnanın önceki cümlelere ait olması bakımından şarta benzetilmesidir. Bunu kabul eden fukahâ istisnanın önce geçen bütün cümlelere ait olduğunu kabul ederler. Bir diğer görüş ise; bu benzerliğin olmadığı doğrultusundadır. Zira böyle bir şey dilde kıyas kabilindendir, bu ise fıkıh usûlünde bilindiği üzere fasittir. Aslolan bütün bunların ihtimal dahilinde olduğu ve bir tercihin yapılamayacağıdır. O halde bu konuda el-Kadi'nin dediği şekilde genel bir kanaat belirtmemek gerekir. Bu hususta yüce Allah'ın Kitabında her iki şeklinde varid olması meseleyi daha da zorlaştırmaktadır. Mesela, muharebe(yol kesme) âyetinde (el-Mâide, 5/33) zamirin önce zikredilenlerin hepsine ait olduğu ittifakla kabul edilmiştir. Hata yoluyla mü’minin öldürülmesi ile ilgili âyette (en-Nisa, 4/92) istisnanın da son cümleye ait olduğu İttifakla kabul edilmiştir.(Konumuzu teşkil eden) kazf âyetinde ise her iki ihtimal de söz konusudur. O halde burada meselenin tetkik edilerek bir sonuca ulaşmak gereği kaçınılmaz biricik yol olarak, ortaya çıkmaktadır. İlim adamlarımız der ki: İşte bu, usûle dair genel bir yaklaşım tarzıdır. Cüzî alanda, fikhî bakış açısında Malik veŞâfiî -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun-nin görüşleri ağırlık kazanmaktadır. Şöyle ki: Burada istisna fasıklığa ve şahitliğin kabul edilmesi yasağına bir arada râci'dir. Bu hususta kabul edilmesi gereken bir haberin, aralarında fark olduğunu belirtmesi hali müstesna. Ümmet tevbenin küfrü dahi sileceğini icma ile kabul etmiştir. Küfürden daha aşağı mertebede olanları silmesi ise öncelikle söz konusudur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır, Ebû Ubeyd der ki: İstisna bir önceki cümleye râci'dir. Bir kimseyi zina etmekle suçlayan bir kişi bizzat zinayı işleyenden daha büyük bir günah işlemiş olamaz. Zina eden tevbe ettiği takdirde şahitliği kabul edilir, çünkü; "günahtan tevbe eden, günahı olmayan bir kimse gibidir." İbn Mâce, Zühd 30 Yüce Allah kulundan tevbeyi kabul ettiğine göre, kulların tevbe edenin tevbe ettiğini kabul etmeleri öncelikle söz konusudur. Üstelik böyle bir istisna Kur'ân-ı Kerîm'de bir kaç yerde mevcuttur. Bunlardan birisi yüce Allah'ın: "Allah'a ve Rasûlüne karşı Savaşanların... yalnız... tevbe edenler müstesnadırlar" (el-Mâide, 5/33-34) âyetidir. Şüphesiz ki bu istisna daha önce anılanların hepsine aittir. ez-Zeccâc der ki: Zina iftirasında bulunan kimsenin günahı kâfirden daha büyük değildir. O halde tevbe edip halini düzelttiği takdirde şahitliğinin kabul edilmesi de onun hakkıdır.(ez-Zeccâc devamla) der ki: Yüce Allah'ın: "Ebediyyen" âyeti ise, iftira etmeye devam ettiği sürece anlamındadır. Nitekim: Kâfirin şahitliğini ebediyyen kabul etme! denildiği takdirde, bu kâfir kaldığı sürece kabul etme, anlamındadır, en-Nehaî der ki: Bu meselede muhalif kanaat sahipleri lehine şöyle bir delil vardır: Allah onun tevbesini kabul ederken, siz onun şahitliğini kabul etmemektesiniz. Diğer taraftan, istisna bir takım usûl âlimlerinin kanaatine göre eğer son cümleye râci' ise yüce Allah'ın: "Onlar fasıkların tâ kendileridir" âyeti bir ta'lildir. Yoksa bizatihi muştakil bir cümle değildir, fasıklıkları sebebiyle şahitliklerini kabul etmeyiniz, demektir. Fâsıklık ortadan kalkacak olursa, şahitlikleri ne diye kabul edilmesin? Diğer taraftan iftirada bulunan kimsenin tevbesi, kendi kendisini yalanlamasıdır. Nitekim Ömer(radıyallahü anh), Muğire'ye iftirada bulunan kimselere benzeri bir sözü ashabın huzurunda söylemiş ve onlardan kimse buna itiraz etmemiştir. Halbuki mesele Basra'dan, Hicaz'a kadar ve oradan diğer bölgelere kadar oldukça yaygınlık kazanmıştı. Eğer âyetin te'vili Kûfelilerin dediği gibi olsaydı, Ashab-ı Kiram'ın böyle bir şeyi bilmemeleri düşünülemez ve Ömer'e: İftirada bulunan bir kimsenin tevbesinin kabul edilmesi, ebediyyen câiz değildir, derlerdi. Yüce Allah'ın Kitabının yanlış te'vil edilmesi sonucunda verilen bir hükme karşı susmaları mümkün olmazdı. Böylelikle onların (muhalif kanaatte olanların) görüşleri çürütülmüş olmaktadır. Yardım Allah'tandır. 25- Şehadetin Kabul Edilmemesi, İftira Cezasının Uygulanması Şartına Bağlıdır: el-Kuşeyrî dedi ki: Şayet iftiraya maruz kalan kişi, İftirada bulunana haddin uygulanmasını istemeden ya da yetkili devlet otoritesine konu arzedilmeden Önce ölür, yahut affederse, o takdirde iftirada bulunan şahsın şahitliğinin kabul edileceğinde görüş ayrıltğı yoktur. Çünkü karşı kanaati savunanlara göre bu meselede şahitliğin kabul edilmesinin yasaklanışı, cezanın uygulanmasına atfedilmiştir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O kimselere seksener değnek vurun ve şahitliklerini ebediyyen kabul etmeyin." İşte bu hususta Şâfiî de şöyle demektedir: Böyle bir kimsenin had uygulanmadan önceki hali, had uygulandıktan sonraki halinden daha kötüdür, çünkü hadler keffârettir. Daha iyi halinde şahitliği reddedilirken, olumsuz ve daha aşağı halde nasıl kabul edilebilir? Derim ki: O böyle demiştir, ancak bu hususta bir aykırılık yoktur. Çünkü daha önce İbnu’l-Macişun'dan bizzat iftirada bulunmakla şahitliğinin reddedileceğine dair görüş kaydedilmiş bulunmaktadır. Bu, el-Leys,el-Evzaî ve Şâfiî'nin de görüşüdür. Had uygulanmayacak olsa dahi şahitliği reddedilir, çünkü İftirada bulunmakla fâsık olur. Zira bu büyük günahlardandır. İftiraya maruz kalan kimsenin zina ettiğini ikrar etmedikçe,ya da aleyhine delil,ortaya konulmadıkça, onun böyle bir günahtan uzak olduğu sahih bir şekilde ortaya konulamaz. 26- Allah Günahları Bağışlayandır: "Ve ıslah olanlar müstesna" âyeti ile tevbe ettiklerini açığa vuranları kastetmektedir. Amellerini ıslah edenler diye de açıklanmıştır. "Şüphesiz Allah günahları bağışlayandır, rahmet edendir." Çünkü onlar da tevbe etmişler ve yüce Allah tevbekrini kabul etmiştir. 6Eşlerine zînâ İsnad edip kendilerinden başka şahidleri olmayanların herbirisinin şahitliği dört defa "Kendisi muhakkak doğru söyleyenlerdendir" diye Allah adına şehadet etmesidir. 7Beşincisinde de: "Eğer yalancılardan ise Allah'ın laneti üzerine olsun" diye şehadet eder. 8Kadının: "Billahi o, muhakkak yalancılardandır" diye dört defa şahitlik etmesi, o zevceden cezayı Savar. 9Beşincisinde de: "Eğer o doğru söyleyenlerden ise Allah'ın gazabı benim üzerime olsun" der. 10Ya üzerinizde Allah'ın lütfü, rahmeti ve Allah gerçekten tevbelerİ kabul eden Hakîm olmasaydı... Bu âyete dair açıklamalarımızı otuz başlık halinde sunacağız: 1- Kıraate ve Nahve Dair Bazı Açıklamalar: "Kendilerinden başka şahitleri olmayanların" âyetinde; "Kendileri" lâfzı ref ile bedel olarak okunmuştur. İstisna olarak ve bir de; "ol... an"ın haberi olarak nasb ile de okunabilir. "Herbirisinin şahitliği dört defa... Allah adına şehadet etmesidir" âyetinde "Şahitliği" ref ile mübtedâ okuyuş, Kûfelilerin kıraati olup; "Dört defe" da onun haberidir.Yani kişinin üzerinden iftira haddini ortadan kaldıracak olan kimsenin şahitliği, dört defa yapacağı şahitliktir. Medineliler ile Ebû Amr "dört defa" anlamındaki kelimeyi nasb ile okumuşlardır. Çünkü "şahitliği" kelimesi; " Şahitlik etmesi" anlamındadır. İfadenin takdiri de şöyledir: Onlardan herhangi birisi dört defa şahitlik etmelidir. Yahut da durum onlardan herhangi birisinin dört şahitlikte bulunmasıdır. İkincisinde; bu lâfzın "şehâdet" kelimesi ile mansub olduğunda da görüş ayrılığı yoktur. "Beşincisinde" anlamındaki âyet mübteda olarak merfu'dur. Haber ise ve onun sılasıdır. Bu edatın şeddesiz gelmesinin anlamı şeddeli geleninki gibidir. Çünkü; manasındadır. Ebû Abdu'r-Rahmân, Talha ve Hafs'ın rivâyetine göre Âsım bu kelimeyi nasb ile okumuştur. Bunun da anlamı: Beşinci defa şahitliği de... diye yapar. Diğerleri, mübteda olarak merfû' okumuşlardır. Haber, "Allah'ın laneti üzerine olsun" buyruğundadır. Yani beşinci şehadet, adamın söyleyeceği:"...Allah'ın laneti üzerine olsun" sözleridir, şeklindedir. 2- Âyetlerin Nüzul Sebebi: Ebû Dâvûd'un zikrettiğiİbn Abbâs yoluyla gelen rivâyete göre Hilâl b. Ümeyye Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)ın huzurunda hanımının Şerik b. Sahmâ ile zina ettiğini ileri sürdü. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ya delil getirirsin yahut sırtına had uygularım" diye buyurdu. Hilâl dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü! Bizden herhangi bir kimse bir adamı hanımının üzerinde görecek olursa, gidip delil mi arayacak? Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) yine: "Ya delil getirirsin yahut sırtına had uygularım" demeye devam etti. Hilâl dedi ki: Seni hak ile gönderene yemin ederim ki ben gerçekten doğru söylüyorum ve yemin ederim ki Allah benim bu işim hakkında sırtımı uygulanacak hadden kurtaracak buyrukları indirecektir. Bunun üzerine; "Eşlerine zina İsnad edip kendilerinden başka şahitleri olmayanların herbirisine..." âyeti nazil oldu ve bu buyrukları: "Eğer o doğru söyleyenlerden ise... der" âyetine kadar okudu ve hadisin tamamını zikretti. Bu hadis daha finceden ikinci âyetin tefsirinde 13 haslıkla işaret edilmiş, kaynakları da orada gösterilmişti. Denildiğine göre daha önce geçen ve muhsan hanımlara zina iftirasında bulunan kimseler hakkındaki âyet-i kerîme nazil olunca ve bu âyetzahiri itibariyle gerek kocaları, gerekse de başkalarını kapsadığından dolayı Sa'd b. Muâz dedi ki; Ey Allah'ın Rasûlü! Ben hanımımla birlikte bir adamı göreceğim de gidip dört şahit getirinceye kadar ona mühlet vereceğim öyle mi? Allah'a yemin ederim (korkutmak maksadıyla) kılıcın eniyle değil de keskin tarafıyla öldürmek kastıyla vururum. Bunun üzerine Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:"Siz Sa'd'ın bu derece kıskançlığına hayret mi ediyorsunuz? Elbette -ki ben ondan daha kıskancım, yüce Allah ise benden de kıskançtır. "Buhârî, Hudûd 40, Tevhid 20; Müslim, Liân İĞ, 17;Dârimî, Nikâh 37;Müsned, IV, 248. Ancak sözü geçen bu şahıs, Sad b. Muâz değil, Sa'd b. öbâde'dir. Sa'd'in söylediği sözler ile ilgili farklı rivâyetler gelmiş ise de manaları buna yakındır. Daha sonra da Hilal b. Ümeyye el-Vâkifî geldi ve hanımının Şerik b. Sahmâ el-Belevî ile -belirttiğimiz üzere- zina ettiğini ileri sürdü. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona kazf haddi vurmayı kararlaştırdı ise de bunun üzerine bu âyet-i kerîmeler nazil oldu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)onları mescidde bir araya getirdi ve lanetleştiler. Beşinci şahitlik esnasında kadın kendisine öğütler verilip de: Eğer yalan söylüyor isen(artık bu), ilâhî azâbı gerektirecek bir ifadedir denilince, tereddüt etti. Sonra da: Ben bu günden itibaren artık kavmimi rezil edemem dedi ve lanetleşmeyi tamamladı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da onları birbirinden ayırdı. Daha sonra o kadın -istenilmeyen vasıflarda- teni siyah, beyaza çalan deveyi andıran bir çocuk doğurdu. Bundan sonra bu oğlu Mısır'a emir oldu ve babasının kim olduğunu bilmiyordu. Yine Uveymir (b. Eşkar) el-Aclânî gelerek hanımının zina ettiğini İleri sürdü ve lanetleşti. Meşhur olan ise Hilal'in başından geçen olayın daha önce meydana geldiği ve âyetin nüzul sebebini teşkil ettiğidir. Bir görüşe göre de Uveymir b. Eşkar'ın başından geçen olay daha önce olmuştur. Bu da hadis İmâmlarının rivâyet ettikleri meşhur bir hadistir. Uveymir b. Eşkan el-Adânî'nin başından geçen bu olaya dair rivâyetler için bk.:Buhârî, Tefsir 24. sûre 1T Talâk 4, 29, hisâm 5; Müslim, Liân 1;Ebû Dâvûd, Talâk 27;Nesâi, Talâk 7, 35;İbn Mâce, Talâk 27;Dârimî, Nikâh 39;Muvatta’', Talâk 34;Müsned, v, 334, 336, 337. Ebû Abdullah b. Ebi Sufra dedi ki: Doğru olan hanımının zina ettiğini ileri süren Uveymir olduğudur. Hilal b. Ümeyye ismi hata yoluyla zikredilmiştir. et-Taberî dedi ki: Hadiste Hilal b. Ümeyye adının zikredilmesi münkerdir. İftira eden şahsın asıl ismi Uveymir b. Zeyd b. el-Ced b. el-Aclanî'dîr. Bu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ile birlikte Uhud'da hazır bulunmuştu. Hanımının Şerik b. es-Sehma ile zina ettiğini söylemişti. es-Sahma Şerik'in annesinin adıdır. Ona bu ismin veriliş sebebi siyah oluğu idi. Kendisi asıl İbn Abde b. el-Ced b. el-Aclânî'dir. Ahbar bilginleri böyle diyorlardı. Denildiğine göre Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) cuma günü hutbesinde insanlara: "Muhsan hanımlara İftira edenler..." âyetlerini okudu.Âsım b. Adî el-Ensarî dedi ki: Allah beni sana feda etsin. Bizden bir kimse hanımının karnı üzerinde bir adam bulacak olsa ve cereyan eden olayı haber verip, konuşursa ona seksen sopa vurulacak. Müslümanlar da o kimseye fasık diyecekler, şahitliği de kabul edilmeyecek. Peki böyle bir durumda biz dört şahidi nereden bulacağız? O gidip dört şahit buluncaya kadar adam işini görmüş, bitirmiş olacak. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Âyet böyle indirildi. EyÂsım b. Adî." Âsım âyeti dinleyen ve itaat eden bir halde çıkıp gitti. İstirca etmekte (innâ lillah ve innâ ileyhi raciun demekte) olan Hilal b. Ümeyye ile karşılaştı. Ona; Ne haber? diye sordu. O da: Kötü dedi, Şerik b. es-Sahma'yı karım Havle'nin karnı üzerinde onunla zina ederken buldum. Burada sözü edilen Havle ise Âsım b. Adiy'in kızıdır. Bu rivâyet te bu şekildedir: Yani hanımı ile Şerik’i gören kişi Hilal b. Ümeyye'dir. Fakat sahih olan, -daha önce açıklandığı üzere- buna muhaliftir. el-Kelbî dedi ki: Daha kuvvetli ihtimale göre hanımı ile birlikte Şerik'i gören kişi Uveymir el-Aclanîdir. Çünkü Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)dan el-Aclanî ile hanımı arasında lanetleşmeyi gerçekleştirdi, şeklindeki rivâyetler çoktur. Raviler de zina eden bu şahsın Şerik b. Abde olup annesinin adının es-Sahmâ olduğunu ittifakla belirtmektedirler. Uveymir ile Kays'ın kızı Havle ve Şerik ise Âsım'ın amca çocuklarıdırlar. Bu olay hicretin dokuzuncu yılında, Şa'ban ayında, Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)ın Tebuk'ten Medine'ye dönüşü sırasında olmuştu. Bu açıklamaları et-Taberî yapmıştır. Darakutnî'nin rivâyetine göre de Abdullah b. Ca'fer şöyle demiştir; Uveymir el-Aclânî ile hanımı arasında lanetleşmeyi gerçekleştirdiği sırada Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)ın huzurunda bulundum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) o sırada Tebûk gazvesinden dönmüştü.(Uveymir) karısının karnında gebe bulunduğu çocuğu kabul etmemiş ve bunun İbnu's-Sahmâ'dan olduğunu söylemişti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da ona şöyle buyurmuştu: "Hanımını getir. Hakkınızda Kur'ân nazil olmuş bulunuyor." Peygamber ikindi namazından sonra minber’in yakınında bir örtü üzerinde aralarında lanetleşmeyi icra etti. Dârakutnî, III, 277. Bu rivâyetin senedinde el-Vâkıdî,ed-Dahhâk b. Osman'dan, o İmrân b. Ebi Enes'ten İsmi; "İmrân b. Ebû Enes'" diye kaydedilen şahıs, Dârakutnî, belirtilen yerde: "İmrân b. Ebî Uveys" olarak zikredilmektedir. dedi ki; Ben Abdullah b. Ca'fer'i şöyle derken dinledim... diyerek hadisin geri kalan bölümünü zikretmektedir. 3- Hanımlara Zina İftirasının Mahiyeti ve Bazı Hükümleri: Yüce Allah'ın: "Eşlerine zina isnad edip..." âyeti her türlü zina isnadı hakkında umumi bir tabirdir. İster hanımına: Sen zina ettin, ister: Ey zâniye, desin, isterse de: Ben onu zina ederken gördüm, ya da: Bu çocuk benden değildir desin, âyet-i kerîme bütün bunları kapsamaktadır. Koca eğer dört şahit getirmeyecek olursa, liân icab eder, İlim adamlarının Cumhûru, fukahânın geneli ve hadis ehlinin büyük topluluğu bu görüştedir. Malik'ten de buna benzer bir rivâyet nakledilmiştir. Malik şöyle derdi: Ben seni zina ederken gördüm demedikçe, yahut karısının hamileliğinin ya da çocuğunun kendisinden olmadığını söylemedikçe lanetleşme olmaz. Ebû'z-Zinâd, Yahya b. Said ve el-Bettî'nin de görüşleri Malik'in görüşü gibidir: Mülâane (lânetleşme, liân) zina iftirasını yapmakla gerekmeyip ya görmekle yahut da istibrâya rağmen Burada "istihrâ'dan kasıt, kocanın ay halinden sonra hanımı ile ilişki kurmamış olmakla birlikte kendisinden de hamile olmadığının anlatılmış olması demektir. hamilelikle birlikte çocuğun kendisinden olmadığını iddia etmekle olur. Malik'in meşhur olan görüşü budur, İbnu'l-Kasım da böyle demiştir. Ancak doğru olan -yüce Allah'ın: "Eşlerine zina isnad edip..." âyetinin umumiliği dolayısıyla- birinci görüştür. İbnu'l-Arabî der ki: Kur'ân-ı Kerîm'in zahir ifadesi, görmek söz konusu olmaksızın mücerred iftira sebebiyle lanetleşmenin vacib olmasında yeterlidir. O bakımdan onun esas alınması gerekir. Özellikle sahih hadiste de şöyle denilmektedir: Ne dersin? Bir adam karısı ile birlikte birisini görürse, ne yapmalıdır? Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):"Git onu getir"demiş ve gördüğünü açıkça söylemekle onu mükellef tutmamıştır. Kör bir kimsenin hanımına zina İsnad etmesi halinde lanetleşeceği icmâ ile kabul edilmiştir. Eğer görmek, lanetleşmenin bir şartı olsaydı, âmâ için lanetlenme söz konusu olmazdı. Bu açıklamayı Ebû Ömer yapmıştır. İbnu’l-Kassar'ın da Malik'ten naklettiğine göre; âmânın lanetleşmesi: Ben o adamın fercinin, karımın fercinde olduğunu elimle dokunarak tespit ettim, demedikçe sahih olmaz. Bu hususta Malik ve ona uyanların lehine delil,Ebû Dâvûd'da yer alan şu rivâyettir:İbn Abbâs (radıyallahü anh)dan dedi ki: (Tebuk'e mazeretsiz olarak gitmedikleri için) tevbeleri kabul edilen üç kişiden birisi olan Hilâl b. Ümeyye, akşam vakti çalıştığı arazisinden geri dönünce hanımı yanında bir adam gördü. Gözüyle gördü, kulağıyla işitti. Sabah oluncaya kadar onu tedirgin edecek bir şey yapmadı. Sabah olunca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)ın yanına gidip şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasûlü! Ben akşam vakti ailemin yanına geri döndüm. Onların yanında bir adam gördüm. Gözümle gördüm, kulağımla işittim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)onun bu söylediklerinden hoşlanmadı ve bu ifadeler ona çok ağır geldi. Bunun üzerine: "Eşlerine zina isnad edip, kendilerinden başka şahitleri olmayanların her birisinin şahitliği..." âyeti nazil oldu deyip hadisin geri kalan bölümünü zikretti. Ebû Dâvûd, Talâk 27, hadis no: 2256 İşte bu, Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)ın hakkında hüküm verdiği lânetleşmenin ancak görmek halinde söz konusu olduğunu ve dolayısıyla bundan daha ileriye gitmemek gerektiğini göstermektedir. Kim hanımına zina isnad edip de görmekten söz etmezse ona had uygulanır. Buna sebep yüce Allah'ın: "Muhsan hanımlara iftira edenler..."âyetinin genel ifadesidir. 4- Gebeliğin Kendisinden Olmadığını İddia Ederse: Koca hanımının gebeliğinin kendisinden olmadığını iddia ederse lanetleşîr. Çünkü bu görmekten daha kuvvetli bir delildir, ancak ilişki kurmamış olduğunu ve ondan sonra da hamile olmadığının anlaşıldığını(istibrâ) söz konusu etmelidir. İlim adamlarımız istibrâ (hamile olmadığının anlaşılması) hususunda farklı görüşlere sahiptirler. el-Muğîre ve Malik bu husustaki İki görüşlerinden birisine göre bu hususta bir defa ay hali olmak yeterlidir, derler. Yine Malik: Ancak üç ay hali olduktan sonra o çocuğun kendisinden olmadığını söyler, demiştir. Ancak sahih olan birincisidir, çünkü rahimde hamileliğin bulunmadığı bir ay hali ile gerçekleşir. Nitekim cariyenin istibrâsı (hamile olmadığının anlaşılması) da bununla gerçekleşir. Üç defa ay hali olmayı iddetlerde göz önünde bulundurmak, ileride yüce Allah'ın izniyle et-Talâk Sûresi'nde açıklanacağı üzere bir başka sebepten dolayıdır. el-Lahmî, Malik'ten bir defasında şöyle dediğini nakletmektedir: Çocuk istibrâ ile (kadının ay hali olması delil gösterilmekle) nefyedilmez (reddedilmez,) Çünkü gebelikle beraber ay hali de olunabilir. Eşheb, İbnu'l-Mevvâz'ın Kitab'ında böyle demiştir, el-Muğire de bu görüştedir. O ayrıca şöyle der: Çocuğun kendisinden olmadığını ancak beş yıl süre geçmekle İleri sürebilir, çünkü -önceden de geçtiği üzere- hamilelik süresinin azamisi budur, 5- Liân Kimler Arasında Olur? Liân Sonucu Ayrılmanın Mahiyeti: Mezhebimize (Maliki mezhebine) göre liân hür olsunlar, köle olsunlar, mü’minya da kâfir olsunlar, fâsıkya da adaletli olsunlar her iki eş arasında olur. Şâfiî de bu görüştedir. Ancak adam ile cariyesi arasında, kendisi ile um veledi arasında la netleşme söz konusu değildir. Bir görüşe göre cariyenin çocuğunun ondan olmadığı ancak -Kândan farklı olarak- tek bir yemin ile kabul edilebilir. Şöyle de denilmiştir: Um veledinin çocuğunu reddedecek olursa lanetledir. Birinci görüş, Mâlikî mezhebi esaslarından çıkartılan sonuçtur, doğrusu da budur.Ebû Hanîfe der ki: Lian ancak hür ve müslüman iki eş arasında sahih olur. Çünkü ona göre Hân bir şahitliktir. Bize veŞâfiî'ye göre liân bir yemindir. Yemini sahiholan herkesin zina iftirasında bulunup liân yapması da sahihtir. Erkek ve kadının mükellef olmalarının şart olduğunu (fukahâ) ittifakla kabul etmişlerdir. Hadiste yer alan; "Hanımıyla birlikte bir adam buldu" ifadesi lanetleşmenin karı ve kocaya vacib olduğunun delilidir. Çünkü bu hususta erkekler arasında da, kadınlar arasında da herhangi bir tahsise gidilmemiştir. Liân âyeti de bu soruya cevap olarak nazil olmuş ve: "Eşlerine zina İsnad edip..." buyrularak eşler arasında bir tahsis yoluna gidilmemiştir. Malik ile Medineliler de bu görüştedirler. Şâfiî, Ahmed, İshak, Ebû Ubeyd ve Ebû Sevr'in de görüşleri budur. Aynı şekilde liân nikâhın feshedilmesini gerektirdiğinden bu yönüyle talâka benzemektedir. Dolayısıyla talâk yapması câiz olan herkesin liân yapması da câiz olur. Liân ise yapılan yeminlerden ibarettir, şahitlik değildir. Nitekim söz söyleyenlerin en doğrusu olan yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bizim şahitliğimiz o iki kişinin şahadetinden elbette daha doğrudur." (el-Mâide, 5/107) Burada "şahitlik" yemin anlamındadır. Yüce Allah bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Münafıklar sana geldiklerinde dediler ki: 'Şehadet ederiz ki muhakkak sen Allah'ın Rasûlüsün.'" (el-Munafikun, 63/11) Daha sonra ise: "Onlar yeminlerini kalkan edindiler." (el-Munafikun, 63/2) diye buyurmaktadır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)da; "Şayet yeminler olmasaydı, ben ona ne yapacağımı bilirdim. "Hadisin, ikinci âyetin tefsiri 13. başlıkçı gösterilen kaynaklarına bakınız, diye buyurmaktadır, es-Sevrî veEbû Hanîfe'nin getirdikleri delillere gelince; bu deliller ayakları üstünde durabilecek kadar güçlü değildir. Bunlardan birisi Amr b. Şuayb'in babasından, onun dedesi Abdullah b. Amr'dan gelen rivâyettir. Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) dedi ki: "Dört kişi arasında lanetleşme yoktur: Hür ile cariye arasında liân yoktur. Hür kadın ile küle arasında liân yoktur. Müslüman ile yahudi kadın arasında liân yoktur. Müslüman ile hristiyan kadın arasında liân yoktur."Bunu Darakutnî hepsi de zayıf olan çeşitli yollardan rivâyet etmektedir, Darakutnî, III, 163, râvilerinden Osman b. Abdurrahman'ın, İıadİNİ metruk bir râvî" olduğunu kaydetmektedir. İki İmâm el-Evzaî veİbn Cüreyc, Amr b. Şuayb'dan, o babasından, o da dedesinden, dedesinin sözü olarak rivâyet etmekte olup, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)a merfu olarak nisbet etmemektedirler.Dârakutni, III, 164. Hadis ile ilgili Ebû't-Tayyib Muhammed Abâdinin ÎVliA'inde: "bu mevkuf rivâyetin dahi sitbûuı tanışılır" denilmektedir. Kıyastan da şunu delil göstermişlerdir: Kocalar yüce Allah'ın: "Kendilerinden başka şahitleri olmayanların" âyetinde şahidler arasından istisna edildiklerinden; ancak şahitliği câiz olan kimselerin Iânetleşmeleri icab etmektedir. Aynı şekilde şayet bu bir yemin olsaydı, defalarca tekrarlanmazdı. Bunun tekrarlanmasındaki hikmet ise sayı itibariyle zinada aranan şahitler sayısının yerini cutmasıdır. Biz deriz ki: Bu iddia kasame yemini ile çürütülebilir, çünkü kasame yemini icmâ' İle şahitlik olmamakla birlikte defalarca tekrarlanır. Tekrarlanmasındaki hikmet ise namus ve kanların vebalinin büyüklüğüdür. İbnu'l-Arabî der ki: Liânın yemin olup şahitlik olmadığının ayırıcı ölçüsü şudur: Koca iddiasını ispatlamak ve kendisini azaptan (cezadan) kurtarmak için, kendi nefsi için kendisi lehine yemin eder. Herhangi bir kimsenin kalkıp "şeriatte şahit başkası aleyhine hüküm gerektirecek sözlerle kendisi hakkında ve kendi adına şahitlik eder" iddiasında bulunması mümkün müdür? Böyle bir şey aslı(nastan dayanağı) itibariyle(delil olmaktan) uzaktır, kıyas yoluyla da buna benzer bir hükme varılamaz. 6- Dilsizin. Lanetleşmesi: İlim adamları dilsizin lanetleşmesi hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Malik ve Şâfiî lanetleşir derler. Çünkü dilsiz bir kimse, -ne dediği anlaşıldığı takdirde- talâkı, ziharı ve îlâsı sahih olan kimselerdendir. Ebû Hanîfe: Lanetleşmez demiştir, çünkü dilsiz, şahitlik yapmaya ehil kimselerden değildir. Zira konuştuğu takdirde lanetleşmeyi kabul etmeyebilir. O halde bizim ona haddi uygulamaya imkânımız olmaz. Bu anlamdaki açıklamalar ve buna dair deliller daha Önce Meryem Sûresi'nde (19/29-33. âyetler, 5- başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamdolsun. 7- Daha Sonra Evlendiği Hanımına Liân Yapabilir mi? İbnu'l-Arabî dedi ki:Ebû Hanîfe'nin görüşüne göre âyet umumîdir. O bakımdan o şöyle demektedir; Adam kendisiyle evlenmeden önce eşine zina ettiği iftirasında bulunacak olursa, onunla lanetleşir. Ancak o bu görüşü ileri sürerken yüce Allah'ın: "Muhsan hanımlara iftira edenler"âyetinin muhtevasını unutmuş görünmektedir. Bu durumda koca, henüz daha evli değilken kadının zina ettiği iftirasında bulunmuştur. Liân, ancak nesebi de ilgilendiren bir zina iftirası hakkında söz konusudur. Bu ise nesebi ilgilendirmeyen bir zina İftirasında bulunmuştur. O bakımdan tıpkı yabancı bir kadına zina isnadında bulunması halinde olduğu gibi, bu da lânetleştirmeyi gerektirmez. 8- Boşamadan Sonra Zina İsnadında Bulunmak: Hanımını boşa diktan sonra zina iftirasında bulunacak olursa, duruma bakılır. Eğer ortada kocanın, kendisinden olmadığını ileri sürdüğü bir neseb yahut bir hamilelik bulunup onunla alakası olmadığını ortaya koymak istiyorsa lanetleşir, aksi takdirde lanetleşemez. Osman el-Bettî dedi ki: Hiçbir şekilde lanetleşemez, çünkü böyle bir kadın zevce değildir. Ebû Hanîfe dedi ki: Her iki halde de la neti eşmez, çünkü zevce değildir. Ancak az önce sözünü ettiğimiz şekilde hanımı henüz olmadan önce iftira dolayısıyla lanetleşmeyi kabul etmesi ile bu, bir çelişkidir. Daha doğrusu bu durumda lanetleşmesi daha uygundur. Çünkü nikâh önceden vardı ve o kendisine katılacak bir nesebi reddedip onunla ilgisinin olmadığını ortaya koymak istemektedir. Dolayısıyla lanetleşme kaçınılmaz bir şeydir. Eğer ortada beklenilen bir hamilelik ve kendisine taalluk edeceğinden korkulan bir neseb bulunmuyorsa, lanetlenmenin bir faydası yoktur. Ne diye lanetleşme hükmünü vermektedir. Bu durumda zina isnadı katıksız bir iftira olup yüce Allah'ın; "Muhsan hanımlara İftira edenler..."âyetinin genel çerçevesi içerisine girmektedir. Buna göre böyle birisine had uygulamak icab eder ve açıkça tutarsızlığı dolayısıyla el-Betrî'nin söylediği de çürütülmüş olur. 9- İddetin Bitiminden Sonra Koca İle Hanımı Arasında Lanetleşmenin Yapılabileceği Yer: İddetin bitiminden sonra koca ile önceki hanımı arasında yalnızca tek bir meselede lanetleşme yapılabilir. O da kocanın hanımının yanında değil iken gıyabında bir çocuk doğurmuş olması ve onun durumdan haberdar olmayarak onu boşayıp iddetinin bu haliyle sona ermesidir. Daha sonra koca gelip de bu çocuğun kendisinden olmadığını söyleyecek olursa, bu noktada iddetten sonra eski karısıyla lanetleşebilir. Aynı şekilde karısının vefatından sonra gelip de çocuğun kendisinden olmadığını söyleyecek olursa, iddetin geçişinden sonra kadın ölmüş olmakla birlikte, kendi kendisine (yalnız başına) lanetleşir. Karısına mirasçı olur. Çünkü aralarında ayrılık meydana gelmeden önce ölmüş bulunmaktadır. 10- Hamile Kadın İle Doğumdan Önce Lânetleşilir mi? Koca hamileliğin kendisinden olmadığını iddia edip bu husus şartlarına uygun şekilde gerçekleşecek olursa, doğumdan önce de lanetleşebilir.Şâfiî de bu görüştedir. Ebû Hanîfe ise: Ancak doğum yaptıktan sonra lanetleşebilir; çünkü gebelik diye zannedilen husus, herhangi bir hastalığın sebebi de olabilir, demektedir. - Bizim açık delilimiz Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın doğumdan önce lanetteşmeyi kabul ettiği ve şöyle buyurduğudur: "Eğer şu şekilde çocuk doğurursa, o babasına aittir. Eğer böyle bir çocuk doğurursa, filana aittir." Çocuk, Peygamberin belirttiği hoşlanılmayan vasıflarda dünyaya geldi. 11- Arka Yoldan İlişki İsnadında Lânetleşme Gerekir mi? Hanımını arka yoldan başkasıyla ilişki kurmakla itham ettiği takdirde lânetleşir. Ebû Hanîfe: Lânetleşmez, demiştir. O, bunu Lût kavminin ilişkisinin haddi gerektirmediği kaidesine binâen söylemiştir. Ancak bu yanlıştır, çünkü böyle bir iftira da başlı başına bir musibettir ve yüce Allah'ın: "Eşlerine zina edip... " âyetinin genel kapsamı içerisine girmektedir. Daha önce el-A'raf Sûresi(7/80. âyet, 2. başlıkta) ve el-Mu'minun Sûresinde (23/10-11. âyetler, 7. başlıkta) bundan dolayı haddin gerektiğine dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. 12- Bir Kişi Kendi Hanımına ve Kayınvalidesine Zina İsnad Ederse: İbnu'l-Arabî dedi ki: Bu adamın (Ebû Hanîfe'nin) garib kanaatlerinden birisi de şudur: Koca hanımının ve annesinin zina ettiğini ileri sürer de anne dolayısıyla kendisine had uygulanacak olursa, kız dolayısı ile ona had uygulanmaz. Şayet kızı dolayısıyla lanetlenirse, annesi dolayısıyla uygulanması gereken had düşmez. Ancak bu görüşünün açıklanabilir bir tarafı yoktur ve ben bu hususta onların nakledilen bir rivâyetlerini de görmedim. Bu son derece yanlış bir iddiadır. Çünkü o aynı zamanda eşi olan kız hakkında annenin haddi dolayısıyla âyetin umumunu tahsis ederken herhangi bir rivâyete ve kıyasını esas aldığı herhangi bir asla dayanması da söz konusu değildir. 13- Hanımının Zina Ettiğini İleri Sürdükten Sonra Hanımı Lânetleşmeden Önce Zina Edecek Olursa: Bir kimse, hanımının zina ettiğini ileri sürdükten sonra, lânetleşmeden önce zina edecek olursa (kocaya) ne had gerekir, ne de lânetleşme. Ebû Hanîfe,Şâfiî ve ilim ehlinin çoğunluğu da böyle demiştir. es-Sevrî ve el-Müzeni ise iftira edenden had sakıt olmaz demişlerdir. İftiraya maruz kalanın iftiradan sonra zina etmiş olması daha önceki muhsan oluşuna bir halel getirmez ve bu, ihsanı ortadan kaldırmaz. Çünkümuhsanlıkve iffetin göz önünde bulundurulacağı vakit iftira halidir, ondan sonrası değil. Nitekim bir müslümana iftira edip zina ettiğini söyledikten sonra, iftiraya maruz kalan kimse bu iftiraya maruz kaldıktan sonra ve iftira edene had uygulanmasından önce, irtidad edecek olursa, iftira edenden had düşmez. Aynı şekilde bütün hadler uygulanması gereken vakitlerinde göz önünde bulundurulurlar, uygulanma vaktindeki durum değil. Bizim delilimiz şudur: Lânetleşmeden ve haddin uygulanmasından önce öyle bir husus ortaya çıkmaktadır ki, eğer bu baştan beri mevcut olsaydı, lânetleşmenin sıhhatini ve haddin vücubunu engellerdi. İkinci halde de bunun ortaya çıkması aynı şeydir. Nitekim bir kimse zahiren adaletli olan iki şahit tutacak olsa, hakim de onların zina etmek, içki içmek gibi bir fiil İşledikleri için, fasıklıkları ortaya çıkıncaya kadar şahitlikleri gereğince hüküm vermeyecek olursa (bu durumun ortaya çıkışından sonra) hakimin onların, o husustaki şahitlikleri ile hüküm vermesi câiz değildir. Aynı şekilde iffet ve muhsan oluşa dair hüküm de zahire bakılarak tesbit edilir, kat'î ve yakîn bir kanaat göz önünde bulundurulmaz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmuştur: "Mü’minin sırtı koruma altındadır."Dolayısıyla katî bir delil bulunmadıkça iftira edene had uygulanmaz. Başarı Allah'tandır. 14- Bir Kimse Hamile Kalmayacak Kadar Yaşlı Olan Hanımına Zina İftirasında Bulunacak Olursa: Bir kimse hamile kalmayacak kadar yaşlanmış karısına zina isnadında bulunacak olursa lânetleşirler. Erkek kendisine uygulanacak haddi, kadın da kendisine gelecek olan azâbı defetmek için lanetlesin Şayet hamile kalmayacak kadar küçük yaşta olursa, bu sefer erkek, üzerinden haddi defetmek için lânetleşir, kadın lânetlegmez. Çünkü ikrar edecek olursa, ona herhangi bir ceza uygulanmaz. İbnu'l-Mâcişûn der ki: Buluğ yaşına gelmemiş olana iftira eden kimseye had uygulanmaz. el-Lahmî der ki: Buna göre hamile olmayacak kadar küçük kadının kocasının lânetleşme yükümlülüğü de yoktur. 15- Birisi Koca Olmak Üzere Dört Kişi Bir Kadının Zina Ettiğine Dair Şahitlik Ederlerse: Dört kişi bir kadının zina ettiğini söyleyip, bu dörtten birisi kadının kocası ise koca lânetleşir, diğer üç şahide de had cezası vurulur. Şâfiî'nin iki görüşünden birisi budur, ikinci görüşe göre ise bunlara had uygulanmaz. Ebû Hanîfe der ki: Eğer koca ile birlikte üç kişi baştan şahitlik ederse, şahitlikleri kabul edilir ve kadına had cezası uygulanır. Bizim delilimiz yüce Allah'ın: "Muhsan hanımlara iftira edenler..."(6. âyet) âyetidir. Bu âyet ta yüce Allah muhsan bir kimseye iftira edip de dört şahit getiremeyen kimseye had cezası uygulanacağını haber vermektedir. Bu âyetin zahiriiftira eden kimsenin dışında dört tane şahidin getirilmesini gerektirmektedir. Koca ise hanımına iftira eden bir kimsedir. Dolayısıyla o da şahitlerden birisi olmaktan çıkmıştır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 16- Koca, Karısının Hamileliğinin Kendisinden Olmadığını İddia Etmeyecek Olursa: Koca, hanımının hamile olduğunu görüp de onun kendisinden olmadığını söylemeyecek olursa, artık sustuktan sonra onu tekrar reddetme hakkı kalmaz. Şureyh ile Mücahid: Ebediyyen o çocuğu reddetme hakkına sahiptir, demişlerdir. Ancak bu bir hatadır, çünkü hamileliği öğrendikten sonra susması, onun kendisinden olduğuna rıza göstermesi demektir, Tıpkı önce çocuğun kendisinden olduğunu ikrar edip daha sonra onu nefyetmesi gibidir. O durumda onun bu nefyi kabul edilmez. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 17- Koca, Karısının Hamileliğinin Kendisinden Olmadığını Söylemeyi Gerekçeye Bağlı Olarak Erteleyecek Olursa: Koca, karısının hamileliğinin kendisinden olmadığını İleri sürmeyi doğum yapıncaya kadar erteler ve: Ben bunun ileride boşalacak bir kist olacağını yahut ta düşük yaparak böylelikle iftiradan kurtulmuş olacağımı ümit ediyordum, diyecek olursa, doğumdan sonra o çocuğun kendisinden olmadığını söylemesi mümkün belirli bir süresi var mıdır ve bu süreyi geçirecek olursa bu İmkân ortadan kalkar rru? Bu hususta görüş ayrılığı vardır. ' Biz (Mâlikîler) deriz ki: Şayet o, üç gün geçinceye kadar mazeretsiz olarak susarsa, o çocuğun kendisinden olduğuna razı demektir ve o çocuğun kendisinden olmadığını ileri süremez. Şâfiî de bu görüştedir. YineŞâfiî şöyle demiştir: Adet olduğu üzere hakimin huzurunda imkân bulmakla birlikte, çocuğun kendisinden olmadığını söylemeyecek olursa, artık bundan sonra o çocuğun kendisinden olmadığını söyleme hakkı kalmaz. Ebû Hanîfe: Ben bu hususta herhangi bir iddete itibar etmiyorum, demektedir,Ebû Yûsuf ile Muhammed: Bu hususta nifâs(lohusalık) müddeti olan kırk günlük bir süre muteberdir, demişlerdir. İbnu'l-Kassar der ki; Görüşümüzün delili şudur: Babanın kendi çocuğunun, kendisinden olmadığını söylemesi haramdır. Kendisinden olmayan bir çocuğun kendisinden olduğunu söylemesi de haramdır. O bakımdan bu çocuğun kendisinden olmadığını söylemesinin câiz olup olmadığı hususunda gereği üzere düşünüp taşınabilmesi için ona genişlik tanımak kaçınılmaz bir şeydir. Bu süreyi üç gün olarak belirlememizin sebebi çokluğun ilk sınırı, azlığın da son sının oluşundandır. Nitekim el-Mûsarrat (diye bilinen memeleri bağlandığı için, memeleri sütle dolmuş koyun, inek, dişi deve vs.)nin durumunun tecrübe edilebilmesi için tanınan süre de üç gündür. Burada da bu sürenin öylelikle tanınması gerekir. Ebû Yûsuf İle Muhammed'in kabul ettikleri süreyi (mesela) doğum ve süt emzirme süresine tercih etmeyi haklı kılacak herhangi bir sebeb yoktur. Çünkü bu konuda onların lehine şeriatte herhangi bir şahit bulunmamaktadır. Biz ise bu hususta şeriatte musarrat için l,anınan sürede bir şahit zikretmiş bulunmaktayız. 18- Birisine Harf Ziyadesi ya da Eksiği ile "Zinakâr" Demek: İbnu'l-Kassar der ki: Bir kadın kocasınaya da yabancı birisine: Ey zaniye(erkeğe zani, kadına zaniye denilir) diyecek olursa, aynı şekilde yabancı bir erkek, yabancı bir erkeğe böyle hitab edecek olursa, bu hususta bizim mezhebimize mensub ilim adamlarının herhangi bir ifadelerinin bulunduğunu bilmiyorum. Ancak kanaatime göre böyle bir söz kazf olur ve bunu söyleyene de had uygulanır, çünkü böyle diyen bir kimse bununla bir harf ziyade söylemiş olmaktadır.Şâfiî ile Muhammed b.el-Hasen de böyle demiştir.Ebû Hanîfe ile Ebû Yûsuf derler ki: Bu söz kazf olmaz. (Hanefi mezhebi İmâmları) ittifakla derler ki: Karısına ("ya" eksiği ile) ey zani diyecek olursa, bu bir kazftir. Bunun erkek hakkında kazf oluşunun delili ise şudur: Şayet hitabtan manası anlaşılıyor ise hükmü de sabit olur. İster bu Arapça almayan bir lafızla söylensin, ister Arapça söylensin. Nitekim bir kimse kadına (erkeğe hitab olan kip ile:) sen zina ettin diyecek olursa, bu dahi kazf olur. Çünkü bunun manası bu lâfızdan anlaşılmaktadır, Ebû Hanîfe İle Ebû Yûsuf’un lehine delil şudur: Yüce Allah'ın: "Bir kısım kadınlar... dediler."(Yusuf, 12/30) âyetinde kadınlar hakkında müzekker kipin kullanılması uygun olduğuna göre, bir kimsenin bir kadına "(erkeğe hitab olan şekliyle): ey zani" demesinin kazf olması da uygun düşmektedir. Ancak müzekker fiilin önceden gelmesi halinde müennes olarak kullanılması câiz olmadığından dolayı, müennes kip ile ona hitab etmesinin bir hükmü olmaz. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 19- Fasit Nikâhla Nikâhlandığı Zevcesi ile Liân Olur mu? Fasit nikâh ile nikâhlı zevcesi ile liân yapar. Çünkü o kadın ile ilişki kurmuş bulunmaktadır ve bu durumda neseb ona ilhak edilir. O bakımdan bu hususta liân da söz konusu olur. 20- Koca Lânetleşmeyi Kabul Etmeyecek Olursa: Koca lânetleşmeyi kabul etmeyecek olursa, hükmün ne olacağı hususunda farklı görüşler vardır. Ebû Hanîfe der ki: Ona had uygulanmaz, çünkü yüce Allah, yabancı İçin haddi, koca için Hânı öngörmüştür. Yabancı kimsenin iftirası halinde liân söz konusu olmayacağına göre, koca hakkında da had söz konusu olmaz. Ancak lânetleşmeyi kabul edinceye kadar hapse atılır. Çünkü hadler kıyasa başvurmak suretiyle ertelenemez. Malik, Şâfiî ve fukahânın çoğunluğu şöyle demektedirler: Koca lânetleşmeyi kabul etmeyecek olursa, ona had uygulanır. Çünkü yabancı için şahitler ne ise, onun İçin iftiradan uzak olduğunu ortaya koymakta laneti eşmek odur. Eğer yabancı bir kimse şahit getirmeyecek otursa ona had uygulanır. Lânetleşmeyecek olursa kocanın hükmü de bu olmalıdır. el-Aclânî ile İlgili hadiste buna delâlet eden hususlar vardır. Çünkü o hadiste el-Aclânî'nin şöyle dediği kaydedilmektedir: "Eğer susarsam, beni öfkelendiren bir hususa rağmen susmuş olacağım. Eğer öldürürsem öldürüleceğim, konuşursam bana sopa cezası uygulanacak." 21- Şahitleri ile Birlikte Kocanın Lânetleşme Hakkı Var mıdır?: Yine ilim adamları kocanın şahit getirmekle birlikte lânetleşme hakkı olup olmadığı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Malik ileŞâfiî der ki: Şahitleri ister olsun, ister olmasın lânetleşir. Çünkü şahidlerin, haddi bertaraf etmenin dışında herhangi bir etkileri yoktur. Çocuğun kendinden olmadığını İleri sürmek ve bunu kabul etmemek için de lânetleşme kaçınılmaz bir şeydir. Ebû Hanîfe ve mezhebine mensub ilim adamları şöyle derler: Kocanın lânetleşmesi kendisinden başka şahitlerinin bulunmadığı halde söz konusudur. Çünkü yüce Allah: "Kendilerinden başka şahitleri olmayanların herbirisinin şahitliği..." diye buyurmaktadır. 22- Lânetleşmeye Önce Kim Başlar: Lânetleşmeye, yüce Allah'ın âyetinde öncelikle kendisinden söz ettiği kimse olan koca başlar. Bunun sonucunda koca kendisine uygulanacak iftira cezasını önlemiş ve çocuğun kendisinden olmadığını bildirmiş olmaktadır. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ya delil getirirsin yahut da sırtına bir had uygulanacaktır." Şayet kocadan önce kadının başlaması istenecek olursa câiz olmaz. Çünkü bu yüce Allah'ın zikrettiği sıranın aksine olur. Ebû Hanîfe, câiz olur demiştir, ancak bu batıldır. Çünkü Kur'ân'ın zahirine muhaliftir, Ayrıca bu hususta onun dayandığı bir esası olmadığı gibi, mana itibariyle de görüsünü güçlendirecek bir taraf yoktur. Bilakis mana bizi desteklemektedir, çünkü kadın iânetleşmeye başladığı takdirde o sabit olmamış bir şeyi reddetmiş olur ki; bunun da açıklanabilir bir tarafı yoktur. 23- Lûnetleşme Keyfiyeti: Lânetleşme keyfiyetine gelince; hakim lânetleşecek kocaya şöyle der: Deki: Allah adına şahitlik ederim ki, ben bu kadını zina ederken gördüm. Zina eden erkeğin fercini, onun fercinde sürmedanlıktaki sürme mili gibi gördüm ve onu gördükten sonra ben onunla ilişki kurmadım. Dilersen şöyle de diyebilirsin: Yemin olsun ki bu kadın zina etti ve onun zinasından sonra da ben onunla bir ilişki kurmadım. Bu iki lâfızdan dilediği herhangi birisini dört defa tekrarlar. Şayet bu lâfızlar hakkındaveya herhangi birisinde yemin etmekten kaçınacak olursa, ona had uygulanır. Şayet hamileliğin kendisinden olmadığını ileri sürecek olursa şöyle der: Allah adına şahitlik ederim ki, ben onun hamile olup olmadığını anlamak için ondan uzak'durdum ve ondan sonra da onunla ilişki kurmadım ve bu hamilelik benden değildir, diyerek ona işaret eder. Bu hususta da dört defa yemin edip bu yeminlerin herbirisinde: Onun aleyhine söylemiş olduğum bu sözümde şüphesiz ki ben doğru söyleyenlerdenim, Daha sonra beşincisinde de: "Eğer yalan söyleyenlerden isem Allah'ın laneti üzerime olsun" der. İsterse: Eğer onun hakkında söylediğim hususlarda yalan söylüyor isem... da diyebilir. Koca bunları söylediği takdirde ona had uygulanmaz ve çocuğun da kendisinden olmadığı sabit olur. Koca lânetleşmesini bitirdikten sonra kadın kalkar ve Allah adına dört defa yemin eder. Bu yeminlerinde: Allah adına şahitlik ederim ki o yalancıdır. Yahut; o benim aleyhime ileri sürdüğü iddia ve söz konusu ettiği hususlarda yalan söyleyenlerdendir, der. Şayet hamile ise: Ve şüphesiz benim bu gebeliğim ondandır, der. Sonra da beşincisinde: Eğer o doğru söyleyen birisi ise, Allah'ın gazabı üzerime olsun; ya da: Eğer bu söylediği sözlerinde doğru söyleyenlerden ise... der. Zina iftirası dolayısı ile lânetleşmeyi vacib kabul edenlere göre bu dört şahitlikten herbirisinde: Allah adına şahitlikederim ki, şüphesiz ki ben filan kadın hakkındaki zina iddiamda doğru söyleyenlerdenim, der. Beşincisinde ise: Eğer onun hakkında iddia ettiğim zina hususunda ben yalan söylüyor isem Allah'ın laneti üzerime olsun. Kadın da der ki: Allah adına şahitlikederim ki, o bana isnad ettiği zina hususunda yalan söyleyen birisidir. Beşincisinde de: Eğer o bana isnad etmiş olduğu zina hususunda doğru söyleyen birisi ise Allah'ın gazabı üzerime olsun, der. Şâfiî der ki: Lânetleşen kişi; Ben eşim, filanın kızı filana isnad ettiğim zina iddiasında doğru söyleyenlerden olduğuma dair Allah adına şahi'lik ederim, der ve eğer hazır bulunuyor ise ona işaret eder. Bu sözlerini dört defa tekrarlar. İmâm(halife, hakim) ona öğüt verir, yüce Allah'ı hatırlatır ve ona der ki: Eğer doğru söylemiyor isen, Allah'ın lanetine uğrayacağından korkarım. Şayet bu lânetleşmeye devam etmek istediğini görür ise birisine eliyle ağzını kapatmasını ister ve şöyle demesini emreder: Senin: Eğer yalancılardan isem Allah'ın taneli üzerime olsun, sözlerini söylemen lanetin senin üzerine inmeni gerektirir. Şayet yine kabul etmeyecek olursa onu bırakır ve şu sözleri söyler: Eğer ben filan kadına İsnad ettiğim zina iddiasında yalan söyleyenlerden isem, Allah'ın laneti üzerime olsun. Şâfiî bu husustaEbû Dâvûd'un, İbn Abbâs'tan naklettiği rivâyeti delil göstermektedir. Buna göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) lânetleşen karı-kocaya lânetleşmelerini emrettiği esnada bir adama da, beşinci yemini yapacağı sırada elini ağzına koymasını emredip: Bu (lanetin sana gelmesini) gerektiricidir, demiş olmasını delil göstermektedir. Ebû Dâvûd, Talâk 27, hadis no: 2256'da; bu hatırlatmaların yapıldığı zikredilmekte ise de, ağızlarının birisi tarafından kapatıldığına dair bir ifade geçmemektedir. 24- İsmini Zikrettiği Bir Adam ile Karısının Zina Ettiğini Söyleyenin Hükmü: İlim adamları ismen zikrettiği bir adam ile zina ettiğini söyleyerek, karısına zina isnad eden kimseye had uygulanıp uygulanmayacağı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Malik der ki: Karısı dolayısıyla liân yapması gerekir. Zina ettiğini söylediği adam dolayısıyla da ona had uygulanır.Ebû Hanîfe de böyle demiştir, çünkü bu sözleriyle zina iftira etmek zorunda olmadığı bir kimseye zina isnadında bulunmuş olmaktadır. Şâfiî: Ona had gerekmez, demektedir, çünkü yüce Allah karısının zina ettiğini söyleyen bir kimseye: "Eşlerine zina isnad edip..." âyeti ile sadece bir haddin uygulanmasını öngörmüş ve muayyen bir kimsenin ismini zikreden ile zikretmeyen arasında herhangi bir ayırım gözetmemiştir, el-Aclanî de karısının Şerik ile zina ettiğini söylediği gibi, Hilal b. Ümeyye de aynı şekilde söylemiş ve bunlardan herhangi birisine ayrıca had uygulanmamıştır. İbnu'l-Arabî der ki: Kur'ân-ı Kerîm'in zahiri bizim lehimizedir, çünkü yüce Allah yabancı bir kimse ile zevceye zina iftirasında bulunma ile ilgili haddi mutlak olarak zikretmiş, daha sonra zevceye zina isnadı dolayısıyla hadden liân ile kurtulacağı hususi hükmünü getirmiştir. Yabancılara zina isnad etme hükmü ise âyetteki mutlak hal ile kalmıştır. Şerik dolayısıyla el-Aclânî'ye ve Hilal'e had uygulanmayışının sebebi ise, Şerik'in böyle bir talepte bulunmayışıdır. Kazf haddi de gerek bizim, gerek onların icmaı ile ancak mağdur tarafın talebinden sonra İmâm tarafından uygulanır. 25- Liânın Yapılacağı Yer: Lânetleşen iki kişi lânetleşmelerini bitirdikten sonra ayrılırlar ve onların herbirisi caminin, diğerinin çıktığı kapıdan farklı bir kapısından çıkar. İkisinin de aynı kapıdan çıkmalarının lanetlenmelerine bir zararı olmaz. Laneti eşmenin ancak sultanın yahut da onun yerini tutan bir hakimin huzurunda ve cuma namazının kılındığı bir camide yapılacağı hususunda görüş ayrılığı yoktur. Kimi ilim adamları lânetleşmenin ikindi namazından sonra camide yapılmasını müstehab kabul etmiştir. Hristiyan olan bir kadın, müslüman kocası ile kendisinin tıpkı müslüman kadının laneti eşeceği gibi, kilisesinin ta'zim edeceği bir yerinde laneti esir. 26- Lânetleşmenin Sonucu Olan Hükümler: Malik ve mezhebine mensub ilim adamları derler ki: Lânetleşme tamam oldu mu lânetleşen kişiler artık birbirlerinden ayrılırlar. Ebediyyen bir daha bir araya gelemezler, biri diğerinden miras alamaz. İster bir kocayla evlenmeden önce, ister sonra bir daha tekrar kocanın o kadına dönmesi de helâl olmaz. el-Leys b. Sa'd'ın, Züfer b. el-Huzeyl'in ve el-Evzaî'nin görüşü de budur. Ebû Hanîfe,Ebû Yûsuf ve Muhammed b. el-Hasan ise der ki: Hakim onları birbirlerinden ayırmadığı sürece lânetleşmeyi bitirmelerinden sonra birbirlerinden ayrılmış olmazlar. es-Sevri de bu görüştedir. Çünküİbn Ömer şöyle demiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) lânetleşen kimseleri birbirinden ayırmıştır. Buhârî, Tefsir 24. sûre 4; Ebû Dâvûd, Talâk 27; Dârimi, Nikâh 39.İbn Ömer bu sözleriyle ayırma işini Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)a izafe etmiştir. Diğer bir delilleri de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın; "Senin onun aleyhine bir yolun yoktur"Buhârî, Talâk 33, 53;Müslim, Liân 5; Ebû Dâvûd, Talâk 27; Nesâî, Taiük 44;Müsned, U, 11. âyetidir Şâfiî de der ki: Koca şahitliği ve laneti eşmeyi tamamladıktan sonra artık karısının onunla evlilik bağı kesilmiş olur. Karısı ister lânetleşsin, ister lânetleşmesin.(Şâfiî) der ki: Kadının lânetleşr ıesi sadece kendine haddin uygulanmasını önlemek içindir, başka bir sebebi yoktur. Onun lânetleşmesinin aradaki evlilik bağının sona ermesinde herhangi bir katkısı olmaz. Erkeğin lanetlenmesi, çocuğun kendisinden olmadığını ortaya koyduğuna ve erkeğin üzerinden haddi kaldırdığına göre; aradaki evlilik bağı da sona erer. Osman el-Bettî ise lanetlenmenin, koca ayrıca karısını boşamadıkça aradaki evlilik bağına bir eksiklik getirdiği görüşünde değil idi. Böyle bir görüşü ondan önce Ashab-ı Kiram'dan herhangi bir kimse ifade etmiş değildir. Bununla birlikte el-Bettî lânetleşen kocanın lânetleşmeden sonra karısın) boşamasını müstehab kabul etmiş, bundan önce müstehab kabul etmemiştir. Bu da ona göre lânetleşmenin yeni bir hüküm ihdas etmiş olduğunun delilidir. Osman'ın aynı görüşünü -et-Taberî'nin naklettiğine göre- Cabir b. Zeyd de ifade etmiştir. Bu görüşü el-Lahmî, Muhammed b. Ebi Sufra'dan da nakletmektedir. (Mâlikî) mezhebin(in) meşhur olan görüşü ise lânetleşmenin bizzat tamamlanması ile birlikte birbirlerinden ayrılmalarının gerçekleşeceği şeklindedir. Bu görüşün sahipleri şunu delil gösterirler: Yüce Allah'ın kitabında erkekveya kadının lânetleşmesi halinde ayrılığın gerçekleşmesini gerektirecek bir hüküm yoktur. Ayrıca Uveymir de: Eğer onu yanımda tutacak olursam, ona yalan söylemiş olurum, demiş ve onu üç defa boşamıştır. Ona: Böyle bir söz söylemene gerek olmadığı halde niye böyle bir söz söyledin, çünkü sen lânetlegmekle onu boşamış oldun, dememiştir. Meşhur olan görüşünde Malik'in ve ona muvafakat edenlerin lehine delil Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)ın: "Senin onun aleyhine herhangi bir yolun yoktur"diye buyurmuş olmasıdır. Bu ise onun lânetleşmenin tamamlanmasıyla birlikte, karısının aleyhine herhangi bir yolunun kalmamış olduğunu bildirmektedir, Onları birbirinden ayırması ise yeni bir hüküm değildir, o yüce Allah'ın aralarında emretmiş olduğu uzaklaşmanın yerine getirilmesinden ibarettir. Zaten tânetleşmenin sözlükteki anlamı da budur. Lânetleşmek, karşılsklı olarak uzaklaştırmak, birinin diğerini kovması anlamındadır. 27- Koca Lânetleşmeden Sonra Kendisinin Yalan Söylediğini İleri Sürerse: İlim adamlarının çoğunluğunun kanaatine göre lânetleşen karı-koca bir daha ebediyyen nikâhtanamazlar. Şayet koca, daha sonra kendisinin yalan söylediğini söyleyecek olursa, ona had uygulanır ve çocuk onun nesebine katılır. Bununla birlikte karısı da ona ebediyyen bir daha geri dönmez. Uygulama, hakkında şüphe ve ihtilâfın söz konusu olmadığı bu sünnet üzere yapılagelmiştir. İbnu’l-Münzir'in, Atâ'dan naklettiğine göre lânetleşen koca eğer lânetleşmeden sonra yalan söylediğini söyleyecek olursa, ona had uygulanmaz. Ancak onlar Allah'tan gelen bir lanet sebebiyle de birbirlerinden ayrılmış olurlar. Ebû Hanîfe ve Muhammed de şöyle demektedirler: Yalan söylediğini bildirecek olursa, ona had uygulanır ve çocuk nesebine katılır. Bundan sonra da artık o da o kadına talib olacaklardan birisi olur, dilerse onu ister. Bu aynı zamandaSaid b. el-Müseyyeb,el-Hasen, Saîd b. Cübeyr ve Abdu'l-Aziz b. Ebi Seleme'nin de görüşüdür. Derler ki; Çocuk onun nesebine katıldığı gibi artık nikâhlanması da onun için helâl olur. Çünkü bu İkisi arasında herhangi bir fark yoktur. Çoğunluğun görüşüne delil, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın:"Senin onun -aleyhine bir yolun yoktur"hadisidir. Burada "kendi kendini yalanlama halin müstesna" diye buyurulmamıştır, İbn İshak ve bir topluluk ez-Zührî'den şöyle dediğini rivâyet ederler: Sünnet, bu ikisi laneti eştikleri takdirde bunların birbirlerinden ayrılacakları ve ebediyyen bir araya gelemeyecekleri şeklinde uygulana gelmiştir. Bunu Dârakutnî de rivâyet ettiği gibi, bunu Saîd b. Cübeyr yoluyla gelen merfû' bir hadis olarak da rivâyet etmiştir.Saîd b. Cübeyr'in,İbn Ömer (radıyallahü anh)dan, onun Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)dan rivâyetine göre Peygamber şöyle buyurmuştur:"Lânetleşen iki kişi ayrıldıkları takdirde, ebediyyen bir daha bir araya gelemezler."Dârakutnî, III, 276 Ali ile Abdullah (b. Mes'ûd)un da şöyle dedikleri rivâyet edilmiştir: Sünnetin uygulanması şu ki: Lânetleşen kişiler bir daha bir araya gelemezler. Ali (radıyallahü anh)dan; "ebediyyen" kaydı da vardır. Dârakutnî, III, 276-7 28- Lânetleşmenin Gerçekleşmesi İçin Gerekli Unsurlar; Lanetlenmenin dört hususa ihtiyacı vardır: Lâfızların sayısı: Bu da az Önce geçtiği üzere dört defa şahitliktir. Yer: Orada bulunulan yerdeki en şerefli bir mekâna gidilir. Eğer Mekke'de iseler rükün ile makam arasında, Medine'de iseler minberin yanında, Beytu'l-Makdis'te iseler malum kayanın yanında, şayet diğer şehirlerde bulunuyor iseler oranın mescidlerinde lânetleşirler. Eğer kâfir iseler ta'zimine inandıkları yerlere gönderilirler, yahudi iseler havrada, mecusi iseler ateş mabedinde, putperest gibi dinsiz kimseler iseler hakimin hüküm vereceği mecliste aralarında lânetleşirler. Zaman: İkindi vaktinden sonradır. İnsanların toplanması: Bu da dört ve daha fazla kişinin huzurunda yapılmasıdır. Görüldüğü gibi lâfız ve insanların bir arada bulunması temel şartlar, zaman ve mekan ise müstehab şartlardır. 29- Lânetleşmede Ayrılığın Gerçekleşeceği Zaman ile İlgili Görüş Ayrılıklarının Etkisi: Lânetleşenlerin birbirinden ayrılması ancak lânetleşmenin tamamlanmasıyla gerçekleşir, diyenlerin görüşüne göre lânetleşme tamamlanmadan önce taraflardan birisi Ölecek olursa, diğeri ona mirasçı olur. Ayrılık ancak İmâmın (veya onun yerine bakanın) ayırması ile gerçekleşeceğini söyleyenlerin görüşüne göre; birisi bundan ve lânetleşmenin tamamlanmasından önce ölecek olursa, diğeri ona mirasçı olur. Şâfiî'nin görüşüne göre kadın lanetlenmeden önce, taraflardan birisi ölecek olursa, biri diğerinin mirasçısı olamaz. 30- Lânetleşme Sonucu Meydana Gelen Ayrılık Nikâhın Feshedilmesi midir? İbnu’l-Kassâr dedi ki: Bize göre lânetleşme dolayısıyla meydana gelen ayırma nikâhın feshi değildir. el-Müdevvene'de benimsenen görüş budur. Çünkü Hân ile meydana gelen ayrılığın hükmü, tıpkı talâk sonucu ayrılığın hükmü gibidir. Kendisi ile gerdeğe girilmemiş olan kadına mehrin yarısı verilir. İbnul-Cellâb'ın Muhtesasında ise: Böyle bir kadına hiçbir şey verilmez. ' Bu görüşe göre; lânetleşme sonucu meydana gelen ayırmanın, fesholması gerekir. |