96
Şüphesiz
iman edip iyi şeyler yapanlar (var ya), Rahman onlar için (kalplerde) bir sevgi
kılacaktır.
"Rahman
onlar için bir sevgi kılacaktır":
İbn Abbâs
şöyle demiştir: Bu, Hazret-i
Ali radıyallahu anh
hakkında inmiştir, manası da şöyledir: Allah
onları sever ve onları da mü’minlere sevdirir.
Katâde
şöyle demiştir: Mü’minlerin kalplerinde onlara
bir sevgi yaratır. Ebû Hureyre’nin, Resûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem’den şu rivâyeti de
böyledir: Allah bir kulu sevdiği zaman:
Ey Cebrâil,
ben filancayı seviyorum, siz de onu sevin, der.
Cebrail de göklerde seslenir: Şüphesiz Allah filancayı seviyor, siz de
onu sevin, der. Yeryüzündeki insanlara onun sevgisi verilir, o da sevilir.
Nefret hakkında da böyle denilmiştir. Herem b. Hayyan da
şöyle demiştir: Herhangi bir kul kalbi
ile Allah’a dönerse, Allah da ehl-i imanın
kalplerini ona döndürür; öyle ki, ona sevgilerini ve merhametlerini nasip eder.
97
Onu
(Kur’ân’ı) diline kolaylaştırdık ki, onunla müttakileri müjdeleyesin ve onunla
inatçı bir kavmi uyarasın.
"Onu senin
diline kolaylaştırdık": Yani Kur’ân’ı, demektir.
İbn Kuteybe; onu sana düz hale getirdik ve
onu senin dilinle indirdik, demiştir. Lüdd: İse eledd’in çoğuludur, o da çok
uğraşan hasım demektir.
98
Onlardan
önce nice nesiller helak ettik. Onlardan hiçbirini hissediyor veyahut onlar için
gizli bir ses işitiyor musun?
"Onlardan
önce nice nesiller helak ettik": Bu, Mekke kâfirleri için
korkutmadır.
"Onlardan
hiçbirini hissediyor musun?":
Zeccâc
şöyle demiştir: Görüyor musun? Hel ahseste
sahibeke denir ki:
"Arkadaşını gördün mü?” demektir. Rikz
ise: Gizli sestir.
İbn
Kuteybe de: Anlaşılmayan sestir, demiştir.
Ebû Salih de: Harekettir, demiştir. Allah daha iyi bilir.
20-TÂHÂ SÛRESİ
Mekke’de inmiştir. 135 ayettir.
Bismillahirrahmanirrahim
1
Ta. Ha.
2
Kur’ân’ı
sana bedbaht olasın diye indirmedik.
O, ittifakla Mekki’dir,
"Taha” suresinin
İniş sebebinde
de üç görüş vardır:
Birincisi: Resûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem namazda ayaklarını
dinlendirir, bir ayağına ağırlık verirdi, bunun üzerine bu âyet indi. Bunu da
Hazret-i Ali
radıyallahu anh, demiştir.
İkincisi:
Resûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem Kur’ân inince kendisi ve ashabı namaz kıldı,
kıyamı uzattı; Kureyş: Allah Muhammed'e Kur’ân’ı bedbaht olsun diye indirdi,
dediler. Bu âyet bunun üzerine indi.
Üçüncüsü:
Ebû Cehil, Nadr b. Haris ve Mut'im b. Adiy,
Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
Sen dinimizi terk etmekle bedbaht oldun, dediler; bunun üzerine bu âyet indi.
Bunu da Mukâtil, demiştir.
Ta ha üzerinde de birkaç kıraat
vardır:
İbn Kesir
ile İbn Âmir,
tının ve henin fethi ile "taha” okumuşlardır.
Hamze,
Kisâi ve Ebû
Bekir de Âsım'dan rivayet ederek,
tının ve henin kesri ile okumuşlardır.
Nâfi
de fetha ile kesre arasında "tahe” okumuştur
ki, fethaya daha yakındır. Halef de, Müseyyebi’den böyle demiştir.
Ebû Amr
da, tının fethi ve henin kesri ile okumuştur.
Ondan Abbas da Hamze gibi rivayet etmiştir.
İbn
Mes’ûd, Ebû Rezin Ukayli, Said b. Müseyyeb
ve Ebû’l - Âliyye de tının kesri ve
henin fethi ile okumuşlardır.
Hasen de, tının fethi ve henin kesri
ile "tah” okumuştur.
Dahhâk
ile Muverrık da, tının kesri ve henin sükunu
ile "tıh” okumuşlardır.
Onun manasında da dört görüş
halinde ihtilaf etmişlerdir:
Birincisi: Manası: Ey adam, demektir. Bunu el - Avfi,
İbn Abbâs’tan rivayet etmiş;
Hasen, Said b.
Cübeyr, Mücâhid,
Atâ’ ve İkrime
de böyle demişlerdir.
Bunlar onun hangi dilden olduğunda
da dört görüş halinde ihtilaf etmişlerdir:
Birincisi: Nabatça’dır, bunu da
İkrime, İbn Abbâs’tan
rivayet etmiş; Said b. Cübeyr de - bir
rivayette - ve Dahhâk böyle demişlerdir.
İkincisi: Uk dilindendir (büyük bir
kabile), bunu da Ebû Salih,
İbn Abbâs’tan demiştir.
Üçüncüsü: Süryanice’dir, bunu da bir
rivayette İkrime, bir rivayette
Said b. Cübeyr ve
Katâde, demişlerdir.
Dördüncüsü: Habeşçe’dir, bunu da bir
rivayette İkrime, demiştir.
İbn
Enbari de şöyle demiştir: Kureyş
lehçesi mana bakımından bu dile denk gelmiştir.
İkincisi:
O, isimlerden alınmıştır;
sonra bunda da iki görüş vardır:
Birincisi: O, Allahü teâlâ’nın
isimlerindendir,
ayrıca bunda da iki görüş vardır:
Birincisi: Tı, Latiften, he de
Hadi’den alınmıştır. Bunu da İbn Mes’ûd
ile Ebû’l - Âliyye
demişlerdir.
İkincisi: Tı Tahir ve Tayyib
isimlerinin baş harfidir, he de Hadi isminin baş harfidir. Bunu da
Said b. Cübeyr, demiştir.
İkinci
görüş: O, Allah’ın isimlerinden
değildir,
sonra bunda da üç görüş vardır:
Birincisi: Tı, Tabe’dendir ki, o da
Resûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem’in şehridir. He de Mekke’dendir. Bunu da
Ebû Süleyman Dımeşki nakletmiştir.
İkincisi: Tı, ehl-i cennetin
tarab'ındandır (coşku), he de ehl-i narın hevan’ındandır (değersizlik).
Üçüncüsü: Tı, cümmel (ebcet)
hesabında dokuzdur, he de beştir; toplamı on dörttür; mana da: Ey bedir (ay,
ayın on dördü, ey ay yüzlü) biz sana Kur’ân’ı bedbaht olman için indirmedik,
demektir. Bu iki görüşü Sa’lebî hikaye
etmiştir.
Üçüncüsü:
O, Allah’ın ettiği bir yemindir, o da Allah’ın isimlerindendir, bunu da
Ali b. Ebi Talha,
İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Biz de onun isim olmasının manasını
Meryem suresinin baş tarafında şerh etmiştik. Kurazi
şöyle demiştir: Allahü teâlâ tavl (kudret) ve hidâyetine yemin etmiştir.
Dördüncüsü: Manası şöyledir: Yere
iki ayağınla bas. Bunu da Mukâtil b. Hayyan,
demiştir. "Liteşka"nın manası da: Yorulman ve bu kadar çabalaman için demektir.
Şöyle ki, o, ibadette çabaladı ve aşırıya
kaçtı; kıyamda uzun durduğu için ayaklarını değiştiriyordu; hafifletmesini
emretti.
3
Ancak
korkan için öğüt vermek için.
"İlla
tezkireten": Ahfeş: O, liteşkadan
bedeldir, mana da ancak öğüt için indirdik, demiştir.
4
Yeri ve
yüksek gökleri yaratan tarafından azar azar indirilmiştir.
"Tenzilen": Zeccâc, mana
şöyledir, demiştir: Onu indirmekle indirdik,
"el- ulâ":
Ulya’nın cem’idir, semaun ulya (yüksek gök) ve semavatun ulya” (yüksek gökler)
dersin, tıpkı kübra ve küber gibi.
5
Rahman,
Arş’i (zaman ve mekandan münezzeh olarak) istiva etti.
6
Göklerdeki, yerdeki, ikisinin arasındaki ve nemli toprağın altındaki şeyler
O’nundur.
"Serâ”
ise: Islak topraktır.
Müfessirler: Islak topraktan yedinci kat yerin altındaki
kastedilmiştir, demişlerdir.
7
Eğer sözü
açık söylersen, şüphesiz O, gizliyi de daha gizliyi de bilir.
"Eğer sözü
açık söylersen": Yani sesini yükseltirsen,
"şüphesiz
O, gizliyi de daha gizliyi de bilir":
Mana
şöyledir: Sesini yükseltmekle kendini zorlama, çünkü Allah gizliyi daha
gizlisini de bilir.
"Gizli ve
daha gizliden” ne murat edildiğinde de beş görüş vardır:
Birincisi: Gizli, insanın içinde sakladığıdır, daha gizlisi de: Henüz
olmayan ve ileride olacak şeydir, bunu da bir cemaat
İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Dahhâk da
böyle demiştir.
İkincisi:
Gizli, içinden konuştuğun, daha gizli de: Telaffuz etmediğindir, bunu da
Said b. Cübeyr, demiştir.
Üçüncüsü:
Gizli: İnsanın başkalarından sakladığı şey, daha gizlisi de: Vesvesedir. Bunu da
Mücâhid, demiştir.
Dördüncüsü: Kelâmın manası şöyledir:
O, kullarının gizlediğini bilir, kendi sımm ise onlardan gizlemiştir; o
bilinmez. Bunu da Zeyd b. Eslem
ile oğlu demişlerdir.
Beşincisi: O insanın başkasına verdiği sırnnı da içinde sakladığını
da bilir. Bunu da Ferrâ’, demiştir.
8
Allah
O’dur ki, O’ndan başka ilâh yoktur. En güzel isimler O’nundur.
"En güzel
isimler (esmâü’l-hüsna) O’nundur": Bunu da A’raf: 180’de şerh etmiş
bulunuyoruz.
9
Sana
Mûsa’nın haberi geldi mi?
"Sana
Mûsa’nın haberi geldi mi?": Bu, onaylatma sorusudur, manası da:
Gerçekten geldi, demektir.
İbn
Enbari de şöyle demiştir: Şu nahiv
bilginlerince bilinen bir şeydir ki,
"hel” kad manasını ifade eder.
Arapların en fasihi olan Resûlüllah
sallallahu aleyhi ve sellem: Allahümme hel
bellağtu” demiş: Kad bellağtü (ya Rabbi, görevimi tebliği ettim) demek
istemiştir.
10
Hani, bir
ateş görmüştü de ailesine:
"Durun,
şüphesiz ben bir ateş gördüm. Belki size ondan bir kor getirir yahut ateş
üzerine bir yol gösterici bulurum” demişti.
Vehb b.
Münebbih de şöyle demiştir: Mûsa,
annesine dönmek için Şuayb aleyhisselam’dan izin istedi. O da ona izin verdi. O
da ailesiyle birlikte çıktı. Yolda çetin bir kış gecesinde çocuğu oldu, çakmak
çaktı, yanmadı. Onunla uğraşırken uzaktan yolun sol tarafından bir ateş gördü.
Biz bu hadisi 'Kitabu'l - Hadaik’te uzun uzadıya zikrettiğimiz için burada
tefsiri hikaye ile uzatmak istemedik. Çünkü
bizim maksadımız ezberlenmesi kolay olması için kısa bir tefsir yazmaktır.
Müfessirler şöyle demişlerdir: Mûsa
bir nûr gördü, ancak Mûsa içinde düşündüğü şeyi haber verdi.
"Ailesine
dedi": Yani karısına,
"durun":
Yani yerinizde kalın, dedi. Hamze, burada ve
Kasas 29’da he’nin zammesiyle "liehlihumküsu” okumuştur.
"Inni
anestü nara":
Ferrâ’
şöyle demiştir: Ben buldum, hel aneste ahaden,
"kimseyi buldun mu?” denir.
İbn
Kuteybe de:
"Anestü":
Gördüm, demiştir. Kabes kelimesine gelince,
Zeccâc:
O, bir sopanın veya bir fitilin başındaki ateştir (meşaledir) demiştir.
"Ev ecidü
alennari hüda":
Ferrâ’
şöyle demiştir: Hadiyen demek istemiş,
mastarla ifade etmiştir.
İbn
Enbari de şöyle demiştir: Burada
“alâ” nın, "inde” manasına, "maa”
manasına ve "be” manasına olması câizdir. Tefsirciler
şöyle demişlerdir: O, yolu şaşırmıştı, ateşin başında biri olacağını
bildi.
Zeccâc
şöyle demiştir: Suyu kaybetti, kendisine yol
gösterecek veya suyu tarif edecek birini umdu.
11
Ona
geldiği vakit:
"Ey
Mûsa!” diye seslenildi.
"Ona
geldiği vakit": Ateşe geldiği vakit,
"ey Mûsa,
ben senin Rabbinim, diye seslenildi (inni ene rabbüke)". Mütekellim
zamirinin iki defa tekrar edilmesi, manayı pekiştirmek, bilgiyi sağlamlaştırmak
ve şüpheyi izale etmek içindir.
"İnni enen
nezirül mübin” (Hicr: 89) âyetinde böyledir.
İbn Kesir, Ebû Amr ve Ebû Cafer hemzenin
fethi ve ye ile
"enniye” okumuştur;
Nâfi, Âsım,
İbn Âmir, Hamze
ve Kisâi de hemzenin kesri
ile okumuştur, ancak
Nâfi yeyi fethe
ile okumuştur.
Zeccâc
şöyle demiştir: Kim "enni ene” okursa,
Mana
şöyledir: Nudiye bienni ene rabbüke (ben senin Rabbinim diye seslenildi).
Kim de kesre ile okursa, mana: Nudiye ya Mûsa,
fekalallahu ene rabbüke (ey Mûsa, diye seslenildi, Allah da: Ben senin Rabbinim,
dedi).
12
"Şüphesiz
ben senin Rabbinim; ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen kutsal Tuva vadisindesin".
"Ayakkabılarını çıkar":
Onları çıkarmakla emrolunmasında da
iki görüş vardır:
Birincisi: Onlar ölü merkep derisinden idi. Bunu da
İbn Mes’ûd,
Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’den
rivayet etmiş; Ali b. Ebi Talip kerremallahu
veçhe ile İkrime
de böyle demişlerdir.
İkincisi:
Onlar, boğazlanmış sığır derisinden idi, ancak kutsal toprağa değsin de
bereketine nail olsun diye çıkarmalarını emretmiştir. Bunu da
Hasen, Said b.
Cübeyr, Mücâhid ve
Katâde, demişlerdir.
"Sen
kutsal vadidesin": Bunda da iki görüş vardır ki, biz onları Maide:
21’de,
"el –
arda’l-mukaddese” kavlinde zikretmiş bulunuyoruz.
"Tuva":
İbn Kesir, Nâfi
ve Ebû Amr, "tuva ve ene” gayri munsarif
okumuşlar; Âsım,
İbn Âmir, Hamze ve
Kisâi de, munsarif olarak
"tuven” şeklinde okumuşlardır. Hepsi
de tiyi zammeli okumuşlardır. Hasen
ile Ebû Hayve de tının kesri ve tenvinle
"tıven” okumuşlardır.
Ali b. Nasr da
Ebû Amr’dan, ünın kesri ile tenvinsiz
olarak
"tıva” okumuştur.
Zeccâc
şöyle demiştir:
"Tuva"da dört çeşit okuyuş vardır:
Tının zammı tenvinli ve tenvinsiz,
"tuva". Kim onu tenvinlerse, o,
vadinin ismidir. O müzekkerdir, fual veznindedir, tıpkı hutam ve surad gibi.
Kim tenvinsiz okursa iki sebeple
gayri munsarif yapar:
Birincisi: Tavin’den dönüşmüş olmasıdır; o zaman adil’den bozulan
Ömer gibi gayri munsarif olur.
İkincisi:
O yerin ismi olmasıdır, tıpkı
"fil-bukatil mübareketi” (Kasas: 30)de olduğu gibi. Kesre ve tenvin
ile okunursa, mian gibi olur, mana da: Üst
üste kutsanmış demek olur. Nitekim şair Adiy b. Zeyd
şöyle demiştir:
Ey
kınayın, tahkik etmeden beni üst üste kınaman,
Senin
katmerli cahilliğindedir.
Yani levm tıven: Üst üste kınamaktır.
Kim de onu tenvinlemezse, onu yerin ismi yapar.
Müfessirlerin
"tuva"nın manasında üç görüşleri
vardır:
Birincisi: Vadinin ismidir, bunu da İbn
Ebi Talha, İbn Abbâs’tan rivayet
etmiştir.
İkincisi:
"Tuva"nın manası: Vadiye ayak bas,
demektir. Bunu da İkrime,
İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir.
Mücâhid’ten de iki görüşün benzeri rivayet
edilmiştir.
Üçüncüsü:
O, iki kere kutsanmış demektir, bunu da Hasen
ve Katâde, demişlerdir.
|