16"Madem ki onlardan ve Allah'dan başka tapmakta olduklarından ayrıldınız, o halde mağaraya sığının. Rabbiniz size rahmetinden genişlik versin, İşinizde size faydalı olanı hazırlasın." "Madem ki onlardan ...ayrıldınız"âyeti, denildiğine göre yüce Allah'ın onlara hitabı cümlesindendir.Yani: Siz, onlardan ayrıldığınıza göre, o halde mağaraya sığınınız. Bunun, -İbn Atiyye'nin naklettiğine göre- başkanları Yemlîha'nın söylediği sözler cümlesinden olduğu da söylenmiştir. el-Ğaznevi de bu sözler onlara, başkanları Mekselmînâ tarafından söylenmiştir, demiştir. Yani, sizler onlardan ve onların taptıklarından uzaklaşıp ayrıldığınıza göre... dedikten sonra, burada "Allah'dan başka" istisnası getirilmiştir. Yani sizler Allah'a İbadetten uzaklaşmadınız, O'nu terk etmediniz. O bakımdan bu, munkatı bir İstisnadır. İbn Atiyye der ki: Bunun munkatı istisna olması, Ashab-ı Kehf'in kendilerinden kaçtıkları kimselerin, Allah'ı tanımamaları ve Allah'ı hiç bir şekilde bilmedikleri ve ancak putların ilâh olduklarına inandıkları varsayımına göredir. Eğer bizler, Araplar gibi Allah'ı tanımakla birlikte putlarını ibadette Allah'a ortak koşan kimseler olduklarını varsayacak olursak, o takdirde istisna muttasıl olur. Çünkü ayrılıp uzaklaşmak, -Allah hakkında müsnesnâ olmak üzere- kâfirlerin bütün ibadet ettikleri şeyler hakkında sözkonusu olmuş olur. Abdullah b. Mes'ûd'un Mushaf'ında ise bu âyet; “Allah'ın dışında tapmakta olduklarından" şeklindedir.Katade dedi ki: Bu âyetin tefsiri işte budur. Derim ki: Buna, Hafız Ebû Nuaym'in,Atâ el-Horasani'den, yüce Allah'ın: "Madem ki onlardan ve Allah dan başka tapmakta olduklarından ayrıldınız" âyeti hakkında naklettiği şu sözü de delil teşkil etmektedir: Hem Allah'a, hem de O'nunla birlikte başka bir ilâha tapınan bir kavme mensup bir grup genç delikanlı vardı. Bu genç delikanlılar, bu ilahlara ibadetten uzaklaşmakla birlikte, Allah'a ibadetten uzaklaşmadılar. İbn Atiyye der ki:Katade'nin açıklamasına göre buradaki: dan başka"...dan başka" takdirinde olur. "Allah'dan başka tapmakta oldukları"âyetindeki; ...lan" ise nasb mahallinde ve yüce Allah'ın: "Onlardan... ayrıldınız" âyetindeki zamire atf olur. Bu âyetin muhtevası şudur: Onların bir kısmı diğerine şöyle dediler: Bizler, kâfirlerden uzaklaşıp yalnızca Allah'a ibadete yöneldiğimize göre, mağara bizim sığınağımız, barınağımız olsun ve Allah'a güvenip dayanalım. Şüphesiz ki O, rahmetini önümüzde açacak, bize yayacaktır ve bizim işimize faydalı ve kolay olanı da hazırlayacaktır. Bütün bunlar, dünya nazar-ı itibara alınarak yapılan bir dua olmakla birlikte, âhiretleri hususunda da Allah'dan, tam bir ümit ve güven sahibi olduklarını göstermektedir. Ebû Cafer Muhammed b. Ali b. el-Hüseyn(radıyallahü anh) dedi ki: Ashab-ı Kehfin mesleği, kılıç, ayna ve benzeri şeyleri düzeltmek ve onlardaki pürüzleri gidermek idi. Mağaranın ismi da Hayûm idi. " Faydalı olan" kelimesi, "mim" harfi hem esreli hem üstün olarak okunmuş olup; kendisinden yararlanılan şey (irtifalı.) demektir. İnsanın dirseğine de aynı şekilde; denilir. Bu kelime, aynı zamanda "mim" harfi üstün ve "fe" harfi esreli olarak (merîak şeklinde) da kullanılır. Dilcilerden "mim" harfi üstün ve "fe" harfi esreli (merfik şeklinde) okunmasını, "mescid" gibi ismi mekân olarak kabul edenler de vardır. Bununla birlikte bu iki şekil, iki ayrı söyleyiştir. 17Güneş doğduğu zaman, mağaralarının sağ tarafına yöneldiğini, battığında da onların sol yanlarından kayıp gittiğini görürdün. Kendileri ise oranın geniş bir yerinde idiler. Bu, Allah'ın âyetlerindendir. Allah kime hidâyet verirse o doğru yola erdirilmiştir. Kimi de saptırırca, artık onun için doğru yola erdirecek bir veli bulamazsın. "Güneş doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafına yöneldiğini... görürdün." Yani, ey bu âyetlere muhatap olan kimse! Sen, güneşin doğduğu sırada onların mağaralarından meyledip gittiğini görürdün.Yani, sen onları görmüş olsaydın, bu halde olduklarını görecektin. Yoksa burada muhatabın, onları muhakkak gördüğü anlamında bir hitap değildir. "Meyledip bir tarafa çekilmek" anlamındadır. " Meyletmek" demektir. Gözü bir tarafa kaymış olan bir kimseye "el-Ezver" denilmesi de buradan gelmektedir. Gözün dışındaki kaymalar hakkında da kullanılır. Nitekim İbn Ebi Rebia şöyle demiştir: "Ve onların korkusuyla yanım meyl etmektedir(ezver)." Antere'nin şu mısraında da bu kelimenin kökünden gelen fiil kullanılmaktadır: "Mızrakların boynuna indirdiği şiddetli darbelerden dolayı yana meyletti." Mute Gazvesi ile ilgili hadiste de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın, Abdullah b. Revâha'nın tahtında Cafer ile Zeyd b. Hârise'nin tahtına nisbetle bir meyil (izvirâr) gördüğü zikredilmektedir." İbn Hişnm, Siret, IV, 18. Haremeyn ahalisi ile Ebû Amr, "Yöneldi" kelimesini "te" harfini "ze" harfine idğam ile okumuşlardır. Bunun da aslı: şeklindedir. Âsım,Hamza ve el-Kisaî "ze" harfini şeddesiz olarak diye okumuşlardır.İbn Âmir: diye okumuştur.el-Ferrâ'', şeklinde okunduğunu nakletmiştir ki, hepsinin de anlamı birdir. "Battığında da onların sol yanlarından kayıp gittiğini görürdün" anlamındaki âyette geçen; “Onların ...dan kayıp gittiğini" âyetini Cumhûr, "onları öylece bırakıp gittiği" anlamında "te" ile okumuşlardır. Bu açıklamayı Mücahid yapmıştır. Katade ise, "onları bu hallerinde terkettiğini" diye açıklamıştır.en-Nehhâs bu, dilde bilinen bir manadır derken, Basralılar, bir kimseyi terk etmeyi anlatmak üzere; "Onu terk etti, eder" denildiğini nakletmektedirler. Âyetin anlamı şudur Onlara bir keramet olmak üzere güneş hiç bir şekilde isabet etmiyordu. Bu da İbn Abbâs'ın görüşüdür. Yani, güneş doğduğunda, mağaralarının sağ tarafına doğru meylederdi. Güneş battığı takdirde ise mağaralarının sol tarafından meylederdi. Böylelikle günün başlangıcında da, sonunda da güneş onlara isabet etmezdi. Onların mağaraları, Rum diyarında(küçük ve büyük) ayı yıldızlarına doğru bakıyordu. Güneş doğarken de, batarken de, doğudan batıya doğru hareket ederken de onlardan başka tarafa kayıyor ve sıcağı ile onları rahatsız etmemek, tenlerinin rengini değiştirmemek, elbiselerini de eskitmemek için güneş ışığı onlara ulaşmıyordu. Şöyle de denilmiştir: Mağaralarının güney tarafından da batı tarafından da güneşe karşı birer engeli vardı. Onlar da bu iki engelin köşesinde bulunuyorlardı. ez-Zeccâc'ın kanaatine göre ise, mağaranın herhangi bir tarafa açılan ve bunu gerektiren bir kapısı bulunmaksızın güneşin bu durumu, Allah'ın âyetlerinden bir âyet idi. Bir kesim, bu kelimeyi; şeklinde "ye" ile kesmek anlamına gelen; mastarından gelen bir fiil olarak okumuşlardır. Yani, mağara gölgesi ile onlara gelen güneş ışığını kesiyordu. "Battığında da onların sol yanlarından kayıp gittiğini" âyetinin şu anlama geldiği söylenmiştir: Yani, güneş ışığından az miktar onlara cleğiyordu. Bu ise altın ve gümüşün kırıntısı anlamına gelen; kelimesinden alınmadır. Güneş ışınlarının az bir bölümü onlara ulaşıyordu, anlamındadır. Bunlar, bu görüşlerini şöyle açıklamaktadırlar: Akşam vakti güneş ışıntarının onlara değmesi, bedenlerini ıslah edici bir özelliğe sahipti. Özetle söyleyecek olursak, bu konudaki âyet(ilâhî belge) şudur: Yüce Allah, bu niteliklere sahip bir mağarada onları barındırdı. Günün büyük bir bölümünde üzerlerine güneş ışığının gelmesi dolayısıyla rahatsız olacakları bir başka mağarada onları barındırmadı. Bu açıklamaya göre, bir bulutun gölge yapması, yahut bir başka sebep dolayısıyla güneş ışığının onlara ulaşmasının engellenmesi mümkündür. Maksat onların, gerek bedeni değişiklik, gerekse de tenlerinin renginin değişmesi, diğer taraftan sıcak ya da soğuktan rahatsız olmak gibi rahatsız edici her bir şeyin, ulaşmasına karşı korunduklarının açıklanmasıdır. "Kendileri ise oranın" yani mağaranın "geniş bir yerinde idiler” âyetindeki: Geniş yer" demektir. Çoğulu; İle şeklinde gelir. Şair de şöyle demektedir: "Kimse başka bir tarafa sapmaksızın ve yalnız başına ayrı da kalmaksızın Her bir vadiyi ve her bir genişliği adamlarla ve atlarla dolduranlar bizleriz." Âyet, onların kendilerine hava, esinti ve meltemlerinin isabet edeceği bir halde olduklarını anlatmaktadır. "Bu, Allah'ın âyetlerindendir."Allah'ın onlara bir lütrudur. Bu daez-Zeccâc'ın konu ile ilgili açıklamasını pekiştirmektedir. Tefsir bilginleri şöyle demektedir: Onlar, uyuyor oldukları halde, gözleri açıktı. O bakımdan onları gören herhangi bir kimse onları uyanık zannederdi. Şöyle de açıklanmıştır; Uyanık bir kimsenin yattığı yerde çokça dönüp durması gibi, onların da çokça dönüp durmalarından ötürü, sen onların uyanık olduklarını zannederdin. 18Onlar, uyuyor oldukları halde sen onları uyanık sanırdın. Biz onları sağ yanlarına da, sol yanlarına da çeviriyorduk. Onların köpeği ise, giriş yerinde iki kolunu (ön ayaklarını) uzatmıştı. Yanlarına çıkıp onları görseydin, mutlaka onlardan geri dönüp kaçardın ve hiç şüphesiz onların korkusu ile dolardın. "Uyanık (kimseler)" kelimesi,(.......) kelimesinin çoğuludur ve bu da uyanık bulunan kimse demektir. "Onlar uyuyor oldukları halde"ifadesi ise, Arapların; "Onlar, rükû, sücud ediyor ve oturuyor oldukları halde" ifadesine benzemekle olup çoğul olanlar mastar ile nitelendirilmişlerdir. "Biz onları sağ yanlarına da sol yanlarına da çeviriyorduk" âyeti hakkındaİbn Abbâs der ki: Yer onların etlerini yiyip bitirmesin diye böyle yapıyordu. Ebû Hüreyre dedi ki: Her yıl onlar iki defa döndürülüyorlardı. Yılda bir defa döndürüldükleri de söylenmiştir. Mücahid de şöyle demektedir: Her yedi yılda bir defa döndürülüyorlardı. Bir başka kesim de şöyle demektedir: Ancak son dokuz yılda döndürülmüşlerdir. Üç yüz yıl içerisinde ise döndürülmediler. Müfessirlerin konu ile ilgili açıklamalarının zahirinden anlaşıldığına göre; onların bu dondürülmeleri Allah'ın bir fiili idi. Bununla birlikte, Allah'ın emriyle bir melek tarafından yapılması ve böylelikle bu fiilin yüce Allah'a izafe edilmesi de mümkündür. Yüce Allah'ın: "Onların köpeği ise giriş yerinde İki kolunu (ön ayaklarını) uzatmıştı" âyetine dair açıklamalarımız ise dört başlık halinde sunacağız: 1. Köpekleri: Yüce Allah'ın: "Onların köpeği" âyeti ile ilgili olarak Amr b. Dinar şöyle demektedir: Akrepten alınan sözlerden birisi de, "gece veya gündüz Allah Nûh'a salât ve selâm eylesin" diyen herhangi bir kimseyi sokmaması; köpekten alınan ahidlerden birisi de: "Onların köpeği ise giriş yerinde iki kolunu uzatmıştı" diyerek, üzerine gelen her hangi bir kimseye zarar vermemesidir. Müfessirlerin çoğunun kanaatine göre burada sözü edilen köpek, gerçek bir köpektir. -Mukâtil 'in dediğine göre- onlardan birisinin av köpeği yahut ekinini veya koyunlarını bekleyen bir köpeği idi. Köpeğin rengi ile ilgili -es-Sa'lebî'nin de sözünü ettiği şekilde- çok fazla görüş ayrılıkları vardır. Bunun hülasası şudur: Hangi renkte olduğunu söylersen isabet edersin. O kadar ki, onun rengi taş rengi veya sema renginde idi dahi denilmiştir. Aynı şekilde köpeğin ismi konusunda da görüş ayrılığı vardır. Hazret-i Ali'den Reyyan, İbn Abbâs'dan Kıtmir, el-Evzaîden Müşir, Abdullah b. Selam'dan Basît, Ka'bdan Silıya, Vehb'den Nîkyâ olduğu söyledikleri nakledilmiştir. Kıtmîr olduğu da söylenmiştir ki, bunları es-Sa'lebî nakletmektedir. Onların dönemlerinde tıpkı günümüzde bizim şeriatimîzde câiz olduğu şekilde köpek beslemek, alıkoymak da câiz idi. İbn Abbâs der ki: Kehf ashabı, geceleyin kaçtılar. Ve bunlar yedi kişi idiler. Beraberinde köpeği bulunan bir çobanın yanından geçtiler. O da dinlerini kabul ederek arkalarından gitti. Ka'b dedi ki: Onlar, bir köpeğin yanından geçtiklerinde köpek onlara havladı. Onu kovdular. Ancak, geri döndü, defalarca onu kovdular. Bu sefer köpek, arka ayakları üzerine dikilip ön ayaklarını dua eden bir kimsenin yaptığı şekilde semaya doğru kaldırıp dile geldi ve: Benden korkmayın, çünkü ben Allah'ın sevdiklerini seviyorum. Siz uyuyun, ben de sizi koruyayım, size bekçilik edeyim, dedi. 2. Köpek Barındırma İle İlgili Rivâyetler: Sahih (-i Müslim) de,İbn Ömer'den gelen rivâyete göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kim, -av yahut davar köpeği müstesna- bir köpek barındıracak olursa, her gün onun ecrinden iki kırat eksilir."Buhârî, Zebâih 6; Müslim, Musâkaat 51, 52, 54, 55:Tirmizî, Sayd 17;Nesâî, Sayd 12, 13. 14:Dârimî, Sayd 2, Muvatta’’, İsti'zan 13; Müsned, II, 4, 8. 37. 47, 55, 60, 101. 113, 147, 156 Yine Sahih (-i Müslim), Ebû Hüreyre'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Kim, -davar (çoban) yahut av veya ekin köpeği müstesna- bir köpek edinirse, her gün onun ecrinden bir kırat eksilir. "Buhârî, Hars 3, Bed'u’l-Halk 17; Müslim, Mûsakaat 53, 56-60; Ebû Dâvûd, Edâhi, 22;Tirmizî, Sayd 17:Nesâî, Sayd 10, 12. 14;İbn Mâce, Sayd 2;Müsned, II, 267, 345. ez-Zührî dedi ki:İbn Ömer'e, Ebû Hüreyre'nin bu hadisi rivâyet ettiği nakledilince şöyle dedi: AllahEbû Hüreyre'ye rahmet ihsan eylesin. O, ekin sahibi bir kimse idi; (o bakımdan bu hadisi iyi bellemiş').Müslim, Musâkaat 46. }8;Tirmizî, Sayd 17,Müsned, El, 4, Görüldüğü gibi sabit olan sünnet av İçin, ekinleri beklemek ve davarları korumak için köpek beslemenin câiz olduğuna delildir. Bunların dışında herhangi bir menfaat söz konusu olmaksızın köpek besleyenlerin ecirlerinin eksileceğinin belirtilmesi ise, ya köpeğin müslümanları korkutmasından, havlamasıyla onları şaşırtmasından dolayıdır yahut eve meleklerin girmesine mani olduğundan dolayıdır, ya da -Şâfiî'nin görüşüne göre- köpeğin necaseti dolayısıyladır. Yahut da herhangi bir faydası olmayan bir şeyi edinmeye dair yasağın çiğnenme cesaretinin gösterilmesinden dolayıdır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır. Konu ile ilgili iki rivâyetten birisinde "iki kırat" denilirken, diğerinde de: "Bir kırat" denilmektedir. Bu, biri diğerinden daha çok e7iyet veren iki köpek türü hakkında olması ihtimaline binaendir. Mesela, Hazret-i Peygamberin öldürülmesini emrettiği siyah küpek buna bir örnektir. Hazret-i Peygamber, Hazret-i Cabir yoluyla gelen hadiste açıkça belirtildiği gibi, köpeklerin öldürülmesini nehyettiği hadisinde, bu gibi siyah köpekleri (öldürülmeyecekler arasında sayarak) bu istisnaya sokmamıştır. Bu hadisi de Sahih (i Müslim) rivâyet etmiş olup, buna göre Hazret-i Peygamber devamla şöyle buyurmuştur: "İki gözü üzerinde iki nokta bulunan simsiyah köpeği bilhassa dikkatli olunuz (öldürünüz)."Müslim, Miisîîkam 47; Müsned, TIL 333. Sevap eksilme sebebinin, yerlerin farklılığı dolayısıyla olma ihtimali de vardır. Mesela, Medine veya Mekke'de köpek barındıran kimsenin ecrinden İki kırat, başka yerde barındıranın ecrinden de bir kırat eksilmesi söz konusu olabilir. Edinilmesi mubah olan köpek barındırma ise, tıpkı at ve kedi gibi ecrin eksilmesine sebep olmaz. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır. 3. Beslenmeleri Mubah Olan Köpeklerin Nitelikleri: Malik'e göre beslenmesi mubah olan çoban köpeği, davarlarla birlikte giden köpektir. Yoksa evde hırsızlara karşı onları koruyan köpekler değildir. Ekin köpeği İse, ekinleri geceleyin veya gündüzün vahşi hayvanlara karşı koruyan köpeklerdir; hırsızlara karşı koruyan değil. Malik'in dışındaki ilim adamları ise, davar ve ekin hırsızlarına karşı köpek edinmeyi de câiz kabul etmişlerdir. Köpeğin hükümleri ile ilgili yeterli açıklamalar, daha önceden el-Mâide Sûresi'nde(5/4. âyet, 4. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamd olsun. 4. Hayır ve Salâh Sahibi Kimseleri Sevmenin Bereketi: İbn Atiyye dedi ki: Babam -Allah ondan razı olsun- bana şunu anlatmıştı: Ben, Mısır camiinde, Ebû’l-Fadl el-Cevherî'yi, 469 yılında vaaz kürsüsünde şunfan söylerken dinledim: Hayır ehli kimseleri seven kimse, onların bereketinden bir şeylere nail olur. Bir köpek, fazilet ehli kimseleri sevdi ve onlarla birlikte arkadaşlık etti, Allah da indirdiği muhkem Kitabında ondan söz etti. Derim ki: Bir köpek, salih ve veli kimselerle arkadaşlık edip bunlarla birlikte bulunduğundan dolayı bu üstün dereceye nail olup yüce Allah Kitabında sozkonusu ettiğine göre, mü’min ve muvahhid olup evliyayı ve salih kimseleri seven kimselerle birlikte oturup kalkanlar hakkındaki kanaatimiz ne olabilir! Hatta bu, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a sevgi besleyen, bununla birlikte kemal derecelerine kusurları sebebiyle ulaşamayan mü'miR kimselere bir tesellidir. Sahih (i Buhârî ve Müslim), Enes b. Malik'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir(ler): Ben, Allah Rasûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte mescidden çıkıyorken, Mescid'in kapısında bir adam bizimle karşı karşıya geldi ve: Ey Allah'ın Rasûlü dedi, kıyâmet ne zaman kopacak? Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyâmet için ne hazırladın?" diye sordu. Adam, boyun eğer gibi oldu, sonra da ey Allah'ın Rasûlü ben, kıyâmete çokça namaz, oruç ve sadaka hazırlamış değilim. Ancak Allah'ı ve Rasûlünü seviyorum. Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Sen, sevdiklerinle berabersin."Buhârî, Fedailu Ashâbi'n-Nebiyy 6. Edeb 95, 96, Ahkâm 10; Müslim, Bire 161-164: Tirmizî, Zühd 50; Müsned, III. 104, 110. 165, 167, 168, 172. 173, 178... Bir rivâyette de Enes b. Malik şöyle demiştir: İslâm'a girdikten sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın:"Sen, sevdiklerinle berabersin" âyetinden daha çok hiç bir şeye sevinmiş değiliz. Enes dedi ki: Ben, Allah'ı, Rasûlü'nü, Ebû Bekir veÖmer'i seviyorum. Her ne kadar onların amelleriyle amel etmediysem de onlarla birlikte olacağımı ümid ediyorum.Buhârî, Fedâilu Aslınbi'n-Nebiyy 6:Müslim, Birr 163;Müsned, III, 227T 288. Derim ki: Enes'in sözünü ettiği bu husus, nefis sahibi her bir müslümanı da kapsar. Her ne kadar biz de kusurlu kimseler isek de bunu ümid ediyoruz. Ehil kimseler olmasak dahi rahmet-i rahmanı umarız. İşte bir köpek, bazı kimseleri sevdiği için Adalı da onu o kimselerle birlikte zikretti. Peki ya biz, îmana tam bir inanç ile bağlanmış ve İslâm sözünü söylemiş, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ı da seven kimseler olduğumuza göre... "Yemin olsun ki Biz, Âdemoğullarını şerefli ve üstün kıldık. Onlara karada ve denizde taşıyacak vasıtalar verdik. Kendilerine hoş ve temiz rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan oldukça üstün kıldık." (el-İsrâ, 17/70) Bir kesim de şöyle demiştir: Onlarla beraber bulunduğu söz konusu edilen köpek, gerçek bir köpek değildir. Onlardan birisidir. Bu, mağaranın kapısı yanında, onların Önünde durmuş ve oturmuş birisi idi... Nitekim ikizler burcuna tabi olan yıldıza da köpek denilmesi bundan dolayıdır. Çünkü bu yıldızın ikizler burcuna bağlı oluşu köpeğin insana tabi oluşu gibidir. Ayrıca ona el-Cebbar (ikizlerin bir ismi) köpeği de denilir. İbn Atiyye dedi ki: Bu kimseye, aynı yere bağlı kalan ve oradan ayrılmayan hayvan ismi, bundan dolayı verilmiştir. Ancak köpeğin ön ayaklarını uzatmış olduğundan söz edilmesi, bu görüşü zayıflatmaktadır. Çünkü Örfen bu, gerçek anlamıyla köpeğin bir sıfatıdır.Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Sizden, her hangi bir kimse kollarını köpek gibi yaymasın"Buhâri, Ezan 141; Müslim, Salât 23î;Tirmizî, Salat 69;Nesâi, İftitâh 89, Tatbik 53;İbn Mâce, İkametu's-Salat 21; Dârimi, Salât 75; Müsned, 111, 115, 177, 179, 191... diye buyurması da bu kabildendir. Ebû Ömer el-Mutarriz da "Kitabu'l'Yevakît" adlı eserinde; Onların köpeklerinin sahibi ^giriş yerinde iki kolunu uzatmıştı" diye okunduğunu nakletmektedir. Burada "kâlib(köpek sahibi)" İfadesi ile -nakledilen rivâyete göre- bu adamın kastedilmiş olma ihtimali vardır. Çünkü yukarı doğru bakmak kastıyla yüzün kaldırılmasıyla beraber kolların uzatılması ve yere yapışmak, kendisini saklamaya çalışan ve şüphelenilmesini istemeyen kişinin durumudar. "Kâlib" kelimesi ile köpeğin kendisinin kastedilmiş olma ihtimali de vardır. Cafer b. Muhammed es-Sadık da, -köpek sahibi anlamında- bu kelimeyi böylece okumuştur. "İki kolunu uzatmıştı" âyetinde, ism-i fail (uzatıcı idi, anlamında) amel etmiştir. Ve burada(mealde görüldüğü gibi) mazi fiil anlamındadır. Çünkü bu bir halin hikâyesidir. Bununla köpeğin yaptığı haber verilmek kastı güdütmemiştir. Zira (kol), dirsek ucundan orta parmak ucuna kadar olan bölgenin adıdır. Diğer taraftan: Kolların(ön ayakların) uzatılması, sürenin uzunluğundan dolayıdır diye açıklandığı gibi, köpek de uyudu ve bu da bu konudaki ilahi belgelerden birisidir, diye de açıklanmıştır. Köpeğin, gözleri açık olarak uyuduğu da söylenmiştir. "Giriş yeri" kelimesi, (avlu gibi) boşluk, düzlük demektir. Bu açıklamayı İbn Abbâs,Mücahid ve İbn Cübeyr yapmıştır; ki, mağaranın önündeki boşluk anlamındadır. Çoğulu da: ile şeklinde gelir. Mağaranın kapısı anlamına geldiği de söylenmiştir. İbn Abbâs da bu açıklamayı yapmıştır. "Hiç bir yakının bulunmadığı ve bana karşı önündeki düzlüğü kapanmayan bir yere (konakladım). Ve benim orada yaptığım iyilikler bilinmektedir; kimse bunları reddetmez." Bu beyit, daha önceden de geçmiş bulunmaktadır. Atâ da şöyle açıklamıştır: Bundan kasıt, mağara kapısının eşiğidir. Nitekim; " Kapalı kapı" demektir. "Kapıyı kapattım" anlamındadır. "el-Vasid" aynı zamanda kökleri birbirine yakın bitki anlamına da gelir. O bakımdan bu kelime müşterek bir lafızdır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. "Yanlarına çıkıp onları görseydin" âyetini Cumhûr, "vav" harfini esreli olarak, el-A'meş ve Yahya b. Vessâb ise ötreli olarak okumuştur. "Mutlaka onlardan geri dönüp kaçardın." Yani, sen eğer onları görecek olsaydın onlardan kaçardın "ve hiç şüphesiz onların korkusu ile dolardın." Buna sebep ise yüce Allah'ın etraflarını kapatıp sardırdığı korkunç hal ile onları bürüyen heybettir. Bunun, bulundukları yerin korkunçluğu dolayısyla olduğu da söylenmiştir. Sanki yüce Allah onları, zahiren korkunç ve ıssız bir yere barınmalarını sağlamak suretiyle, insanların onlardan uzaklaşmasını sağlamak istemiş gibidir. Şöyle de denilmiştir: İnsanlar, bu korku dolayısı ile onlara yaklaşamıyor ve böylelikle İnsanlar tarafından görülmeleri alıkonulmuş oluyordu. Hiç bir kimse onlara yaklaşma cesaretini gösteremiyordu. Bir diğer açıklamada da şöyle denilmektedir: Onlardan kaçmak, saçlarının ve tırnaklarının uzunluğundan dolayıdır. Bunu da el-Mehdevî, en-Nehhâs, ez-Zeccâc ve el-Kuşeyrî zikretmislerdir. Böyle olması, uzak bir ihtimaldir. Çünkü uyandıklarında biri diğerine: Bir gün veya bir günün bir bölümü uykuda kaldık, demişti. İşte bu, onların saçlarının ve tırnaklarının olduğu halde kaldığına delildir. Ancak; onlar bu sözleri, tırnaklarına ve saçlarına bakmadan önce söylemişlerdir, denilmesi müstesna, İbn Atiyye dedi ki: Onların durumları hakkında doğru olan şu ki: Yüce Allah, uykuya daldıkları sıradaki hallerini olduğu gibi muhafaza etmiştir. Böylelikle bu, hem onlar için hem de başkaları için bir belge teşkil etsin. Onların elbiseleri de eskimedi ve herhangi bir nitelikleri de değişikliğe uğramadı. Şehire giden kişi sadece o şehirin alametlerini ve binalarını tanıyamamış-".. eğer kendi nefsinde de benimseyemeyeceği bir durum sözkonusu olsaydı.. elbetteki bu, onun için daha da önemli olurdu. Nâfî, İbn Kesîr, İbn Abbâs, Mekkeliler ile Medineliler;" Onlar dolar taşardın" şeklinde mübalağa olmak üzere lâm" harfini şeddeli olarak okumuşlardır. Yani, defalarca dolar taşardın, demek olur. Diğerleri ise, "lâm" harfini şeddesiz olarak okumuştur. Şeddesiz okuyuş da dilde daha meşhurdur. el-Muhabbal es-Sa'dînin şu beyitinde ise bu kelimenin "lâm" harfi şeddeli olarak geçmektedir: "en-Nu'man ihramlı iken insanlara saldırıp öldürdüğü vakit Sen de Ka'b b. Avfdan (alacağın) zincirleri doldurdukça doldur." Cumhûr, "Korku" kelimesini "ayn" harfini sakin olarak; Ebû Cafer ise ötreli olarak okumuştur. Ebû Hatim: Bu iki okuyuş iki ayrı söyleyiştir, demektedir. "Kaçardın" kelimesi hal olarak nasb edilmiştir. "Korku" anlamındaki kelime ise ya ikinci mef'ûldürveya temyizdir. 19İşte böylece kendi aralarında soruştursunlar diye onları uyandırdık. Ardından içlerinden biri: "Ne kadar kaldınız?" dedi. "Bir günveya bir günün birazı kaldık" dediler. Dediler ki: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilendir. Şimdi siz, birinizi bu gümüş paranız ile şehre gönderin de baksın; hangi yemeği daha temiz bulursa ondan size bir rızık getirsin. Dikkatlice hareket etsin ve sakın sizi kimseye farkettirmesin. "İşte böylece kendi aralarında soruştursunlar diye onları uyandırdık" âyetindeki; "Uyandırmak"; hareketsiz iken harekete getirmek anlamındadır. Âyetin anlamı da şöyledir: Biz, onları uyuttuğumuz, hidâyetlerini artırdığımız ve uykudayken evirip çevirdiğimiz gibi onları uyandırdık da. Yani, onları daha önceki elbiselerinde ve eski hallerinde herhangi bir değişiklik olmaksızın uykularından uyandırdık. Şair, şöyle demektedir: "Ve seher vaktinde uyandırdığım; hepsi birlikte ama, kimisi henüz yeni sarhoş olmuş, Kimisi el yordamıyla önünü görmeye çalışır halde kalkan samimi genç arkadaşlar..." Yüce Allah'ın: "Kendi aralarında soruştursunlar diye" âyetindeki "lâm" lâm-ı sayrûra(oluş) lâm'ı diye bilinir. "Akıbet lâm"ı ile aynı şeydir. Yani, bu noktaya varsınlar diye bir anlam ifade eder. Yüce Allah'ın: “Çünkü sonunda onlara bir düşman, bir tasa olacaktır” (el-Kasas, 28/8) âyetindeki "lâm" da böyledir. O halde onların uykularından uyandınlmaları birbirlerine soruştursunlar diye olmamıştı. Yüce Allah'ın: "Bir gün veya bir günün birazı kaldık, dediler" âyetine gelince, onların böyle demelerine sebep, sabah öğleden önce mağaraya girmeleri, yüce Allah'ın da onları gündüzün son saatlerinde uyandırmış olmasıdır. O bakımdan onların başkanları Yemlîha veya Mekselmînâ: Uyuduğumuz süreyi en iyi bilen Allah'dır, diye cevap verdi. Yüce Allah'ın: "Şimdi siz, birinizi bu gümüş paranız ile şehre gönderin..." âyetine dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız: 1. Paralarıyla Birilerini Göndermeleri: İbn Abbâs dedi ki: Onların ellerindeki paralan bahar mevsiminde doğan deve yavrusunun ayak tabanını andırıyordu. İbn Abbâs'ın bu sözünüen-Nehhâs nakletmektedir. İbn Kesîr, Nâfi,İbn Âmir, el-Kisaî ve Âsım'dan rivâyetle Hafs, “Gümüş paranız ile" kelimesini "re" harfini esreli olarak okumuşlardır. Ebû Amr,Hamza ve Âsım'dan rivâyetle Ebû Bekir ise bu kelimeyi "ra" harfini sakin olarak okumuşlar ve ağırlığı dolayısıyla esreyi hazf etmişlerdir. Bu iki okuyuş, iki ayrı söyleyiştir. ez-Zeccâc ise bu kelimeyi "vav" harfini esreli, "ra" harfini de sakin olarak okumuştur. Onların aç olarak uyandıkları ve yiyecek almak Üzere gönderdikleri kişinin Yemlîhâ olduğu da söylenmiştir ki, el-Gaznevî'nin naklettiğine göre bu, yaşça en küçükleri idi. Şehir ise, Üfsus(Efes) şehridir. Tarsus olduğu da söylenmiştir Bunun, cahiliye döneminde ismi da Üfsus idi. islam gelince oraya Tarsus ismini vermişlerdir. İbn Abbâs dedi ki: Bunlarla birlikte kendi çağlarında bulunan kıralın resmini taşıyan dirhemler vardı. 2. Alınmasını İstedikleri Yiyecek ve Dikkatli Davranma İstekleri: Yüce Allah'ın: "Baksın, hangi yemeği daha temiz bulursa..." âyeti nuİbn Abbâs, hangi hayvanın kesim itibariyle daha helal olduğuna baksın, diye açıklamıştır. Çünkü onların yaşadıkları şehrin ahalisi, bir pul adına hayvanlarını kesiyorlardı. Aralarında imanlarını gizleyen bir topluluk vardı. İbn Abbâs: Genel olarak şehir halkı mecusi idi, demektedir. "Hangi yemeği daha temiz bulursa"ifadesinin, daha bir bereketli olduğunu görürse anlamında olduğu da söylenmiştir. Yine denildiğine göre arkadaşları, gönderdikleri kimseye, kimse onları farketmesin dîye ikiya da üç kişilik bir yiyecek diye zannedilecek, ancak pişirilmesi halinde de bir topluluğa yetecek kadar bir miktar almasını istediler. Bundan dolayı alınan bu yiyeceğin pirinç olduğu söylenmiştir. Kuru üzüm olduğu, hurma olduğu da söylenmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. "Daha temiz" İfadesinin, daha hoş anlamında olduğu söylendiği gibi, daha ucuz anlamında kullanıldığı da söylenmiştir. "Ondan size bir rızık" sizin için bir gıda "getirsin, dikkatlice hareket etsin." Yani, şehre girişinde ve yiyeceği satın alışında gereken dikkati göstersin "ve sakın sizi kimseye farkettirmesin" kimseye durumunuzu haber vermesin. Şöyle de denilmiştir: Eğer o, farkedilecek olursa, hiç bir zaman diğer kardeşlerini içine düştüğü bu zor duruma düşürmesin. 20"Çünkü onlar, sizi ele geçirirlerse sizi ya taşlarlar yahut kendi dinlerine döndürürler. O takdirde ebediyen iflah olmazsınız." "Çünkü onlar sizi ele geçirirlerse, sizi ya taşlarlar..." ez-Zeccâc dedi ki: Yani size taş atarlar, sizi taşa tutarlar. Ki, bu öldürme şekillerinin en kötüsüdür. Bu ifade, size söver sayarlar, tahkir ederler diye de açıklanmış ise de, birinci açıklama şekli daha sahihtir. Çünkü onların kıssaları ile ilgili daha önceden geçen açıklamalardan da anlaşıldığına göre onların öldürülmeleri isteniyordu . Taşa tutmak ise geçmiş dönemlerde, -yine bundan önce açıklandığı üzere- insanların dinlerine muhalefet etmenin bir cezası idi. Çünkü böyle bir cezalandırma, hepsinin ortaklaşa bu cezalandırmaya katılmalan açısından, bütün o din mensuplarını daha bir rahatlatıcı idi. 3. Vekâlet ve Sıhhati: Aralarından birisinin, gümüş para ile gönderilmesi, vekâlete ve vekâletin sıhhatine bir delildir. Ali b. Ebî Tâlib (radıyallahü anh) da kardeşi Akil'i, Osman (radıyallahü anh) nezdinde vekil tayin etmişti. Genel olarak vekâletin sıhhati hususunda herhangi bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Vekâlet, cahiliye döneminde de, İslâm geldikten sonra da bilinen bir uygulamadır. Nitekim, Abdurrahman b. Avf da, Umeyye b. Halef’i Mekke'de bulunan aile halkı ve diğer yakınları üzerine vekil bırakmıştı. Yani, onları korumalarını istemişti. Umeyye de o sırada müşrik idi. Buna karşılık Abdurrahman b. Avf da Umevye'ye bu yaptıklarına misliyle bir mükâfat olmak üzere Medine'de bulunan yakınlarını korumayı tekeffül etmişti. Buhârî, Abdurrahman b. Avf’dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Umeyye b. Halef İle Mekke'de bulunan aile halkım ve yakınlarımı (sâğiye) koruması, benim de onun Medine'de bulunan yakınlarını korumam üzere bir belge düzenledik. Ben, adımı (Abdur)Rahmân diye sözkonusu edince, o: Ben Rahmân diye bir kimse tanımıyorum. Benimle cahiliye dönemindeki İsmini zikrederek yazış, dedi. Ben de onunla Abdu Amr diye yazıştım... diyerek hadisin geri kalan bölümünü zikrettiBuhâri, Vekfılet 2 el-Esmaî dedi ki: " Kişinin aile halkı ve yakınları, kişiye meyleden, onun yanına gelen kimseler" demektir. Bu kelime, meyletmek anlamındaki; fiilinden alınmadır. Bir şeye meyleden veya onunla birlikte bulunan her şey hakkında bu fiil kullanılır. Bu açıklamalar onun "Kitabu'l-Efâl" adh eserinden nakiedilmiştir. 4. Vekâlet Akdinin Mahiyeti ve Delilleri: Vekâlet, bir nâiblik akdidir. Şanı yüce Allah, bu akde duyulan ihtiyaç ve bu akid sayesinde bir takım maslahatlar gerçekleşeceğinden dolayı izin vermiştir. Çünkü herkesin bütün işlerini başkasının yardımı olmadanveya rahatlıkla kendiliğinden yerine getirme imkânı bulunmaz. O bakımdan kişi bu işleri için kendisini rahatlatacak kimseleri vekil tayin eder. İlim adamlarımız, vekâletin sıhhatine Kitab-ı Kerîm’den bir takım âyetleri delil göstermişlerdir. Bu âyetlerden birisi, açıklamakta olduğumuz âyet-i kerîme ile, yüce Allah'ın: "...Onu (zekâtı) toplamakla görevlendirilenlere.." (et-Tevbe, 9/60); "Şu gömleğimi götürün de..." (Yusuf, 12/93) âyetlerini delil göstermişlerdir. Sünnet-i seniyeden buna delil teşkil edecek hadisler pek çoktur. Bunlardan birisi Urve el-Bârikî yoluyla rivâyet edilen hadistir ki, bu hadis daha önceden el-En'âm Sûresi tefsirinin sonlarında(6/164. âyet, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Câbir b. Abdullah rivâyetle dedi ki: Hayber'e çıkmak istedim. Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına varıp ona şöyle dedim: Ben, Hayber'e çıkmak istiyorum. Bana şöyle dedi: "Benim oradaki vekilimin yanına varırsan, sen ondan onbeş vesk (hurma) al. Senden buna dair (bu tahsilatı yapabilme yetkisine sahip olduğuna dair) bir alâmet isteyecek olursa, sen de elini onun gırtlağının üzerine koy!" Bu hadisi de Ebû Dâvûd rivâyet etmiştir. Ebû Dâvûd, Akdiyc 30. Bu anlamdaki hadisler pek çoktur. Diğer taraftan ümmetin bu akdin câiz oluşu üzerinde icmâ' etmesi de yeterli bir delildir. 5. Vekâletin Câiz Olduğu Alanlar: Vekâlet, niyâbeten (vekâlet yoluyla) yerine getirilmesi câiz olan bütün haklarda caizdir. O bakımdan gasıp (gasbettiği mal hususunda) birisine vekâlet verecek olsa bu câiz olmaz. Kendisi vekil durumunda olur. Çünkü yapılması haram olan bütün işlerde de vekâlet câiz olmaz. 6. Mazereti Olanlarla Olmayanların Vekil Tayin Etmesi: Bu âyet-i kerimede oldukça güzel bir müjde vardır. O da şudur: Onların aralarından birisini vekil tayin etmeleri, kendilerine bir zarar gelir korkusuyla herhangi bir kimsenin varlıklarını farketmesi korkusu dolayısıyla takiye ile birlikte sözkonusu olmuştu. Mazeret sahibi olan kimselerin, başkalarını vekil tayin etmelerinin câiz olduğu ittifakla kabul edilmiştir. Mazereti bulunmayan kimsenin başkasını vekil tayin etmesine gelince, Cumhûr böyle bir vekâletin câiz olacağını kabul etmiştir. Ebû Hanîfe ve Suhnun ise câiz değildir, demişlerdir. İbnu’l-Arabî der ki: Suhnun, bu görüşünü Esed b. el-Furat'tan almış ve hakimliği döneminde buna göre hüküm vermiş gibi görünüyor. O, belki de bunu zulüm ve zorba kimselere karşı, onlardaki hakları almak ve onları zelil etmek için yapıyordu ki, bu da hakkın kendisidir. Çünkü vekâlet bir yardım ve destektir. Batıl ehli kimselere ise yardım ve destek olunmaz. Derim ki: Bu, güzel bir açıklamadır. Din ve fazilet sahibi olan kimseler, fiilen hazır bulunsalar ve o işlerini görebilecek sağlığa sahip olsalar dahi başkalarını vekil tayin edebilirler. Hazır bulunan ve sağlıklı olan kimsenin başkasını vekil tayin etmesinin câiz ve sahih oluşunun delili, Buhârî,Müslim ve başkalarının,Ebû Hüreyre'den naklettikleri şu rivâyettir:Ebû Hüreyre dedi ki: Bir kimsenin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'da belli yaşta bir deve alacağı vardı. Hazret-i Peygamberin yanına gelerek bu devesini ödemesini isledi. Hazret-i Peygamber de: "Bunun istediği hakkını veriniz" diye buyurdu. Onun hakkı olan yaştaki deveyi aramakla birlikte bulamadılar. Ancak, yaşça ondan daha büyük deve bulabildiler. Hazret-i Peygamber yine: "Onu veriniz"diye buyurdu. Adam şöyle dedi: Sen, bana hakkımı tas tamam verdin. Allah da sana tastamam ihsan etsin, dedi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki, sizin en hayırlınız borcunu en güzel şekilde ödeyeninizdir."Buhârî, Vekâler 5, İstikraz 6. 7; Müsned, II, 377, 393, 431. Ayrıca bk. Müslim, Miis.îkm Lâfız Buhârî'ye aittir. İşte bu hadis, sahih olmakla birlikte ayrıca hazır bulunan ve bedenen sağlıklı bir kimsenin başkasını vekil tayin etmesinin câiz olduğuna delildir. Çünkü Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) ashabına, kendisine vekâleten borcu olan yaştaki deveyi vermelerini emretmişti, işte bu, onun bu konuda onlara verdiği bir vekalettir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)hasta da değildi, yolculukta da bulunmuyordu. Bu ise,Ebû Hanîfe ile Suhnun'un: Hazır bulunan ve bedenen sağlıklı olan bir kimsenin, ondan davacı olan kişinin rızası müstesna başkasını vekil tayin etmesi câiz değildir, şeklindeki görüşlerini reddetmektedir. Çünkü bu hadis, onların bu konudaki görüşlerine muhaliftir. 7. Âyet, Ortaklığın da Câiz Oluşuna Delildir: İbn Huveyzimendad der ki: Bu âyet-i kerîme, ortaklığın câiz olduğu hükmünü de ihtiva etmektedir. Çünkü (sözü edilen) gümüş para, hepsine ait idi. Aynı şekilde âyet, vekâletin câiz olduğu hükmünü de İhtiva eder. Çünkü onlar aralarından birisini göndermiş ve yiyecek satın almak üzere onu vekil tayin etmişlerdi. Arkadaşların birlikte yemek yemeleri ve yiyeceklerini birlikte karıştırmalarının câiz olduğu hükmünü de ihtiva eder. Biri diğerinden daha çok yese bile. Daha önceden el-Bakara Sûresi'nde (2/220. âyet, 6. başlıkta) geçtiği üzere yüce Allah'ın: "Şayet onlarla bir arada yaşarsanız onlar sizin kardeşlerinizdir"(el-Bakara, 2/220) âyeti da buna benzemektedir. Bundan dolayı bizim mezhebimize mensup ilim adamları, kendisine sadaka verilen ve bunu zengine ait bir yiyeceğe karıştırıp onunla birlikte yiyen bir yoksulun bu davranışının câiz olduğunu söylemişlerdir. Yine mezhebimiz âlimleri, mudaraba yapan ortağın, kendisine ait yemeği başkasının yemeğine karıştırıp o kimseyle birlikte yemesinin câiz olduğunu da söylemişlerdir. Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) da kendisine kurbanlık almak üzere ashabdan birisini vekil tayin etmiş bulunmaktadır. İbnu'l-Arabî dedi ki: Âyet-i kerimede buna dair bir delil yoktur. Çünkü onlardan her bir kişinin, gönderdikleri şahsa başlı başına para vermiş olması ihtimali de vardır. O takdirde o kişinin alışverişinde ortaklık sözkonusu olmaz. Yine bu konuda ancak şu iki hadis dayanak teşkil etmektedir: Bunlardan birisine göreİbn Ömer, kuru hurma yiyen bir topluluğun yanından geçmiş ve şöyle demiştir: Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem), bir kimsenin hurmaları ikişer ikişer yemesini, kardeşinin kendisine izin vermesi hali müstesna nehyetmiştirBuhârî, Mezâlim 14, Et’ime 44;Müslim, Eşribc 150;Ebû Dâvûd, Et’ime 43;Tirmizî, Et’ime 16;Dârimîi, Et’ime 25;Müsned, II, 7, 46, 81, 103- Diğeri ise, Ebû Ubeyde'nin komutanlığındaki el-Habat sedyesine dair Hadîs-i şerîftir el-Habat Gazvesi ile ilgili rivâyetler için bk.: Buhârî, Zebâih 12, Meğâzi 65: Müslim, Sayd 17-21: Ebû Dâvûd, Et'ime 46;Müsned, IH, 311. Ancak bu, konuya delaleti bakımından birincisinden daha geridedir. Zira, Ebû Ubeyde'nin o gazvede kendilerine gıda teşkil edecek şeyleri asgari ölçüde yetecek kadar verme ve onları bunun için bir araya toplamama İhtimali de vardır. Derim ki: Bu görüşün aksine, Kitab-ı Kerîm’den delil teşkil eden âyetler arasında yüce Allah'ın: "Şayet onlarla bir arada yaşarsanız, onlar sizin kardeşlerinizdir"(el-Bakara, 2/220) âyeti ile; "Sizin için toplucaveya ayrı ayrı yemenizde de bir vebal yoktur"(en-Nûr, 24/61) âyetleri de vardır. Yüce Allah'ın izniyle ileride açıklaması gelecektir. |