67Denizde başırııza bir musibet geldiğinde, Ondan başka bütün yaşardıklarınız kaybolup gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında,(yine eski hâlinize) dönersiniz. İnsanoğlu çok nankördür. “Denizde başırııza bir musibet geldiğinde,” boğulma korkusuyla yüz yüze geldiğinizde “O'ndan -Allah'tan- başka bütün yalvardıklarınız kaybolup gider.” Olaylarınızda, iş ve durumlarınızda kendilerini çağırıp durduğunuz vehminiz sebebiyle peşlerinden koşup dua ile çağırdıktanız hep ortadan kaybolup gidecekler. Yalnızca Oyani Allah kahr. Artık öyle bir anda Allah'tan başkasına yakanp durmazsınız. Ya da, “kendilerine dua edip imdatlarını istediğiniz tüm ilâhlarınız sizden uzaklaşıp gidecek, yok olacaktır. Ancak umut beklediğiniz tek varlık ve yegane zât olarak YüceAllah'ı arayacak, O'ndan imdat isteyeceksiniz. Yani burada istisna munkatı istisna olarak değerlendirildiğinde mana böyle olur. “O sizi kurtarıp karaya çıkardığında, yine eski hâlinize dönersiniz.” Yani kurtulduktan sonra, bundan önceki samimi yakarışlarınızı bırakınız. “İnsanoğlu çok nankördür.” Yani kafir olan kimseler nankördürler.. 68O'nun, sizi kara tarafında yerin dibine geçirmeyeceğinden, yahut başırııza taş yağdırmayacağından emin misiniz? Sonra kendinize bir koruyucu da bulamazsınız. “O'nun, sizi kara tarafında yerin dibine geçirmeyeceğinden, -kurtulduğunuza- emin misiniz?” Âyetin başında yer alan (.......) kavlindeki hemze inkâr anlamındadır. “F” harfi ise, mahzûf olan bir kelime üzerine ma'tûftur. Yani bu, “siz, kurtulup güvende olduğundan emin mi oldunuz ki, bu hâl sizi O'ndan yüz çevirmeye sevk ediyor” demektir.(.......) kelimesi, (.......) fiiliyle mensûb mefulün bihtir. Bu tıpkı Rabbimizin şu (.......)(Kasas,81) kavlinde geçen,(.......) ise hâldir.-Mana ise:“Kara tarafından yerin dibine geçirmeyeceğinden..” Yani siz o karanın üzerinde iken bulunduğunuz o kara parçasını alt-üst etmeyeceğinden...” demektir. İşin özeti şudur ki dünyanın her tarafı O'nun kudretinde eşittir. O'nun kudreti her tarafta caridir, geçerlidir. Bu yerler ister kara parçaları olsun, ister denizler olsun asla farketmez. Hepsi de helâk sebeplerinden birer sebeptirler. Yoksa sadece denizlerin bulunduğu yerler ve taraflar tehlikelidir, helâk edicidir, anlamında değildir. Halbuki denizlerde boğulma tehlikesinin yanında kara parçalarında da yere batma, yerin dibine geçme durumu vardır. Çünkü, (.......) kelimesi toprağın altına gömülüp kaybol maktır. Boğulma olayı ise suyun altında boğulup yok olmaktır. Halbuki akıllı kimseye düşen görev, Allah'a karşı olan korkusunu her tarafta ve her yerde, karada olsun, denizlerde olsun eşit olarak tutmasıdır. Birinde güvence var, diğerinde yok demek değildir. Kısaca her nerede olursan ol, Allah korkusunu unutma. “Yahut başırııza taş yağdırmayacağından...” (.......) kelimesi taş savuran rüzgar, kasırga ve taş yağmuru anlamlarına gelir. Yani rüzgar ile sizi taşlamak.. Yani eğer ayaklarınızın altındaki yerleri yerin dibine geçirmekle size bir felaket ve helâk vermese bile, kesinlikle göndereceği bir rüzgar sayesinde üzerinize taşlar yağdırmaktan kendinizi güvencede mi sanıyorsunuz? “Sonra kendinize -sizden bela ve felaketleri, musibetleri önleyecek- bir koruyucu da bulamazsınız.” 69Yahut O'nun, sizi bir kez daha oraya(denize) gönderip üzerinize bir kasırga yollayarak, inkâr etmiş olmanız sebebiyle sizi boğmayacağından emin misiniz? Sonra, bundan dolayı kendinize (intikamınızı almak için) bizi arayıp soracak bir destekçi de bulamazsınız. “Yahut O'nun, sizi bir kez daha oraya, denize gönderip üzerinize bir kasırga yollayarak, inkâr etmiş olmanız sebebiyle sizi boğmayacağından emin misiniz?”Yoksa siz, yeniden sizi oraya, denizlere gönderecek güçlü nedenler var ederek ve oradan bolca gerek duyduğunuz ihtiyaçlarınızı sağlayıp tekrar dönmenizden, kendisinden daha önce kurtulup karaya çıkmakla yüzçevirip unuttuğunuz o denizlerde, sırf sizden intikam almak maksadıyla yeniden yolculuk yaptırtarak üzerinize bir kasırga, bir rüzgar fırtınası gönderip şiddetli bir ses ile veya gemilerinizin direklerini kırarak siz, inkâr ettiğiniz ve nankörlükte bulundu ğunuz nimetler sebebiyle orada boğulmaktan kendinizi güvencede mi sandınız? Kasifli rüzgar demek, şiddetli ses ve gürültü çıkaran, gemilerin direklerini kıran, gemilerin alabora olmasına neden olan çok şiddetli kasırga demektir. Nimetlere karşı nankörlük etmeleri ise, sizi kurtardığımız zaman yüz çevirip Bizi unutmanız ve eski durumunuzu sürdürmenizdir. “Sonra, bundan dolayı kendinize intikamınızı almak için bizi arayıp soracak bir destekçi -bir yardım isteyeceğiniz bir kimse- de bulamazsınız.” Bu, tıpkı, (.......)(Bakara,178) kavli gibidir. Yani talep ve istekte bulunabilecekleri bir kimseyi de... demektir. Mana şöyledir:“Biz, onlara yapacağımızı yaparız. Sonra da onlar, bizim onlara yaptıklarınıizdan ötürü öç almak maksadıyla bize karşı bir sorgulama yapacak, bizim tarafımızdan yapılanlara karşı bir intikam alacak birilerini de bulamazsınız.” Bu âdeta Rabbimizin şu kavline benzer: (.......)(Şems,15) Kırâat imâmlarındanİbn Kesîr ve Ebû Amr, (.......) ,(.......) , (.......) , (.......) ve (.......) kelimelerini burada verdiğimiz gibi hepsini nun harfiyle okumuşlardır. 70Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahihi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarınıızın birçoğundan cidden üstün kıldık. “Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sâhibi kıldık.” İnsana verdiğimiz akıl, konuşma, yazı yazma, güzel şekil ve suret, normal bir boy, hem dünya ve hem âhiret işleriyle ilgilenme, başkalanna egemen olma, eşyanın önün emrine verilmesi ve elleriyle yemek yemesi gibi özelliklerle üstün ve saygın kıldık. Harun Reşit'ten rivâyete göre: “Kendisi bir yemek ziyafeti hazırlatır. Yemek İçin kaşık istetir. Bu sırada İmâm Ebû Yûsuf da oradadır. İmâm Ebû Yûsuf bunun üzerine Harun Reşid'e şöyle der: Senin deden İbn Abbâs’ın -Allah ondan râzı olsun- tefsirinde, YüceAllah'ın(.......) kavli şöyle tefsîr edilmiştir: Biz onlara parmaklar verdik, onlar parmaklarıyla yemek yerler. Bu arada kaşıklar getirilir, ancak o kabul etmez ve yemeği parmaklarıyla-elleriyle yer.” “Onları, çeşitli nakil vasıtalar ile karada -karada hayvanlarla ve diğer araçlarla- ve denizde -gemilerle- taşıdık;” “kendilerine güzel güzel rızıklar verdik;” türlü tat ve lezzette rızıklar verdik ya da ellerinin kazancıyla çeşitli rızıklar sunduk, “yine onları, yarattıklarınıızın birçoğundan cidden üstün kıldık.” Yani hepsine... Bu tıpkı, “Ve Ekseruhum kazibun” (Şuara,223) kavli gibidir. Hasen-ı Basrî de:“ Yani onların hepsini, demektir” demiştir. Yine, “Ve ma Yettebiu ekseruhum illâ zannen”(Yûnus,36) kavli gibi. Keşşaf tefsirinde, “ekser-çoğu” kelimesinden murat hepsinden, tümünden demektir, diye zikredilmiştir. Hazret-i Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) den şöyle rivâyet olunmuştur: “Allah katında mü’min kimse meleklerden daha saygın ve daha üstündür.” Bak. İbn Mâce,3947 Çünkü bunun böyle olma nedeni, melekler sadece ve sadece taat için yaratılmışlar, görevleri budur. Onlarda akıl var ama şehvet olayı yani erkeklik ve dişilik yoktur. Hayvanlarda ise akıl yok fakat şehvet vardır. HalbukiÂdemoğlunda bunun her ikisi de vardır. Kim aklını şehvetine baskın kılar, aklını şehvetten önde tutarsa, bu kimse meleklerden daha üstündür. Kim de şehvetini öne çıkarıp aklını bastınr ve akla göre hareket etmezse o kimse de hayvanlardan daha kötüdür. ÇünküYüce Allah bütün bunları insanlar için yaratmıştır ve insanı da kendi” nefsi için yaratmıştır. 71Her insan topluluğunu önderleri ile birlikte çağıracağımız o günde kimlerin amel defteri sağından verilirse, onlar, en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel defterlerini okuyacaklar. “Her insan topluluğunu önderleri ile birlikte çağıracağımız o günde” Âyetteki,(.......) kelimesi, (.......) fiiliyle mensûbtur. (.......) kavlindeki “B” harfi ise,hâl içindir. Cümlenin takdiri şöyledir: “O günde herkesi önderleriyle, liderleriyle bir arada, karışık olarak çağırırız.” YaniPeygamberlerden kimi kendilerine örnek edinmişler, dinde kimi öncü kabul etmişler, ya da hangi kitabaveya dine mensuplar ise o kimselerle ve mensubu bulundukları inançlarıyla çağrılacaklardır. Meselâ; Ey filân kimsenin tabileri! Ey Filân dinin mensupları veya ey şu kitabın sahipleri gibi kendilerine seslenilecektir. Denilmiştir ki, herkes amellerinin kitabı, amel defterleriyle çağrılacaktır. Meselâ, ey Hayır işleyen kitabın sâhibi, ey kötülük işleyen defterin sâhibi, gibi. “-Bu çağrılanlardan- kimlerin amel defteri sağından verilirse, onlar, en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak -sevaplarından en basit bir şey de bile bir eksiltme yapılmaksızın- amel defterlerini okuyacaklar.” Âyette kâfirler zikredilmedi, çünkü onların kitapları ya da amel defterleri sol tarafîanndan verilecektir. Nitekim bundan sonraki âyette de buna işaret edildiğinden ayrıca bunları zikretmeye gerek duyulmamıştır. Ayrıca âyette,(.......) denmiş olması,(.......) edatının çoğul manasında olması sebebiyledir. 72Bu dünyada kör olan kimse âhirette de kördür; üstelik iyice yolunu şaşırmıştır. “Bu dünyada kör olan kimse âhirette de -aynen- kördür; üstelik -körlerden de öte- iyice yolunu şaşırmıştır.” Yani yolca onlardan da sapıktır. Âyette kör ifadesine yer verilmiş olması, basiretleri kapalı olan idrak yoksunu kimselerden istiâredir. Çünkü duyu organları dengesiz olan, bozuları, bu sebeple de kurtuluş yolunu bulamayanlar için bir istiâredir. Bunların dünyadaki körlükleri, ders alma ve ibret çıkar özelliklerini kaybetmiş olmaları demektir. Âhirette ki körlükleri ise, orada gerçeği görüp doğru yola yönelmelerinin kendilerine bir yarannın olmayacağıdır. Ayrıca bu âyette geçen âhiret körlüğü yaniikinci körlük, birincisine göre daha fazla bir körlüktür. Çünkü burada geçen ikinci(.......) kelimesi sıfat anlamında(.......) olmayıp ismi tafdildir. Bunun da delili, (.......) kavlinin atfedilmiş olmaşıdır. Nitekim kırat imâmlarından Ebû Amr birince (.......) kelimesini imaleli olarak okumuş ve ikincisini de Tefhim ilayani vurgulamak, kuvvetle seslendirmek suretiyle okumuştur. Çünkü Ef'aluttafdil denilen kelimelerin tamamı,(.......) ile gelir. Dolayısıyla bundaki elif harfi, kelime ortasında gelmiş hükmündedir ve bu bakımdan da imale kabul etmez. Halbuki birincisine bir şey taallûk etmemiştir ve bunun elifi, taraftayani sonda gelmiştir bu itibarla da imaleye kalblonmuştur. Ancak Hamza ile AliKisâî her iki (.......) kelimesini de imaleli olarak okumuşlar, diğerleri ise her ikisini de tefhim ile yani vurgu yapmakla okumuşlardır. Kureyş topluluğu Hazret-i Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) den, rahmet âyetini azâba, azap âyetini de rahmete dönüştür ki biz de sana îman edelim demeleri üzerine işte şimdiki okuyacağımız âyet inmiştir. 73Müşrikler, sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere bize isnat etmen için seni, nerdeyse, sana vahyettiğimizden saptıracaklar ve ancak o takdirde seni candan dost kabul edeceklerdi. “Müşrikler, sana vahyettiğimizden -emirlerimizden, nehiylerimizden, vadimizden ve vaidimiz-tehdidimizden- başka bir şeyi yalan yere -bizim söylemediğimiz bir şeyi aleyhimizde senin söylemen için- bize isnat etmen için -yani vadi tehdit olarak, tehdidi de vaat olarak göstermeni istedikleri için- seni, nerdeyse, sana vahyettiğimizden saptıracaklar” Âyetin başındaki(.......) harfi şeddeli hâlinden hafifletilmiş halidir. (.......) kavlinde bulunan lam harfi ise, bununla nefi yani olumsuzluk manasına gelen (.......) harfinden ayırdetmek içindir. Mana ise şöyledir: “Durum neredeyse seni ... den saptıracak bir hale gelmişti.” Yani aldatmak suretiyle seni baştan çıkaracaklar, ayartacaklardı. “Ve ancak o takdirde seni candan dost kabul edeceklerdi.” Yani sen onların isteklerine boyun eğmiş olsaydın, işte bu takdirde seni kendileri için candan dost kabul edeceklerdi. Sen de onlara dost olsaydın, mutlaka benim dostluğumdan çıkardın, dostluğumu kaybederdin. 74Eğer seni sebatkâr kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin. “Eğer seni sebatkâr kılmasaydık,” Şayet Bizim seni kararlı, sabit kılmamız ve korumamız olmasaydı, “gerçekten, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin.” Neredeyse birazcık onların tuzaklarına meyledip o tuzağa düşüverecektin. Bu ifade,Yüce Allah'ın peygamberini gayrete getirmesi ve onun kararlıliğinı önemini göstermesi içindir. 75O zaman, hiç şüphesiz sana hayatın ve ölümün sıkıntılarını kat kat tattırırdık; sonra bize karşı kendin için bîr yardımcı da bulamazdın. “O zaman, -Eğer sen onlara en basit anlamda bir eğilim, bir yaklaşım içine girseydin- hiç şüphesiz sana hayatın ve ölümün sıkıntılarını kat kat tattırırdık;” Âyetteki,(.......) âhiret ve kabir azâbı anlamındadır.Bu her iki azâbı da katlayarak sana tatönrdık. Çünkü bulunduğun konum, saygınlık ve peygamberliğin bakımından suçun çok büyük olurdu. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur: “Ey peygamber hanımları! Sizden kim açık bir hayasızlık yaparsa, onun azâbı iki katına çıkarılır.” (Ahzâb,30) Peygamber hanından için durum böyle olunca, acaba müşriklere basit anlamda meyledecek birpeygamber hakkında durum nasıl olur? Onu da siz değerlendirin, demek isteniyor. Sözün özü şöyledir:“Sana mutlaka hem hayatın ve hem ölümün azâbını tattırırdık.” Çünkü azap iki türdür. Bunlardan biri ölümle gelen azaptır ki bu kabirde sözkonusudur. Diğeri de âhiret azâbıdır ki, bu da cehennem ateşi azâbıdır. Azâbın kat kat yani,(.......) kelimesiyle nitelenmiş olması Rabbimizin şu kavlindeki gibidir: “Rabbimiz! Şunlar var ya, işte asıl bizi yoldan çıkaranlar, saptıranlar onlardır. Bu bakımdan onların ateşteki azâbım fazlasıyla kat kat olarak ver!” (A'raf,38) Burada sanki sözün aslı şudur: “Mutlaka sana henüz hayatta iken kat kat bir azap tattırırdık ve bir de ölümden sonra kat kat bir azap tattırırdık.” Daha sonra mevsûf hazfedilmiş, sıfat onun yerine. geçirilmiş ya da ikame edilmiştir. Bu da, (.......) kelimesidir. Daha sonra, sıfatın mevsûfa izafet şeklinde bu izafe olunmuştur. Böylece,(.......) denmiştir. Aynı zamanda,(.......) kavliyle dünya hayatının azâbı da muradolunmuş olabilmesi de câizdir. (.......) kavliyle de, hemen ölümü izleyen kabir azâbı ve cehennem ateşi azâbı kasdoîunmuş olabilmesi de câizdir. Ayrıca bir önceki âyette tuzak kunılmasından ve bunun azliğindan söz edilmiş olması, bunu ise her iki dünyada da kat kat şiddetli azap ile tehdit olarak izlemesi, şuna delildir: Çirkin ve kötü olan bir şeyin çirkinliği ve kötülüğü, onu işleyenin durumunun büyüklüğüne, makam ve konumuna, bulunduğu yere göre değerlendirilir. Nitekim bu âyet nâzil olunca Hazret-i Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır: “Allah'ım! Göz açıp kapayacak kadar beni nefsimle haşhaşa bırakma! “İbn Hacer; “Ben bu hadisi bulamadım, bunu Katâde'den Saiebi mürsel olarak rivâyet etmiştir. Bak. Haşiyetu'l-Keşşaf;2/685 “Sonra bize karşı kendin için bir yardımcı da bulamazdın.” Senden azâbı önieyecek bizim dışımızda kendin için başka bir yardımcı da bulamazsın. |