Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

265

 

015 - HİCR SÛRESİ

 

CÜZ :

14

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

71

Dedi ki: "Eğer evlenecek iseniz, işte bunlar kızlarım!"

"Dedi ki: Eğer evlenecekseniz, İşte bunlar kızlarım!" Yani, onlarla evleniniz ve harama meyletmeyiniz. Yine buna dair açıklamalar bundan önce Hud Sûresi'nde (11/78-79- âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

72

Hayatın hakkı İçin onlar, gerçekten sarhoşlukları içinde şaşkın bir haldedirler.

Bu âyete dair açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız:

1. Peygamberin Hayatına Yemin Onun için Bir Şereftir:

Kadı Ebû Bekr b. el-Arabî der ki: Bütün müfessirlerr şöyle demişlerdir: Yüce Allah burada Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şerefini yükseltmek kastıyla Muhammed'in hayatına yemin ederek, onun kavmi Kureyş'in sarhoşlukları içerisinde ve şaşkınlıklarında serserice gidip geldiklerini, dolaştıklarım haber vermektedir.

Derim ki:Kâdı Iyâd da böyle demiştir: Tefsir âlimleri görüş birliği halinde bunun yüce Allah'ınMuhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hayat süresine yemin olduğunu söylemişlerdir. Aslolan '"umur" kelimesinin "ayn" harfinin ötreli okunmasidir. Fakat çokça kullanım dolayısıyla üstün okunmuştur. Hayatta kaldığın süre hakkı için ey Muhammed, demektir. Hayatın hakkı için anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu ise ta'zimin ve ona karşı iyi davranıp onu şereflendirmenin en ileri derecesidir. Ebû'l-Cevzâ der ki: Allah, Muhammed(sallallahü aleyhi ve sellem)'in dışında hiç bir kimsenin hayatına yemin etmiş değildir. Çünkü Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah nezdînde bütün mahlukatın en şereflileri, en değerlileridir.

İbnü'l-Arabî der ki: Şanı yüce ve münezzeh olan Allah'ın, Hazret-i Lût'un hayatına yemin ederek onu dilediği kadar şereflendirmesinin veyüce Allah'ın Hazret-i Lût'a verdiği fazilet ve üstünlüğün iki katını da Muhammed(sallallahü aleyhi ve sellem)'a şeref olarak vermesinin engeli var mıdır? Çünkü Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) yüce Allah nezdinde Hazret-i Lût'tan daha kerimdir. Ayrıca şanı yüce Allah Hazret-i İbrahim'e halilliği, Hazret-i Mûsa'ya yalnızca kelîmliğİ verdiği halde bunların her ikisini de Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e verdiğini görüyoruz. Dolayısıyla yüce Allah Hazret-i Lût'un hayatına yemin etmiş ise, hiç şüphesiz Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hayalı daha üstün ve yücedir. Diğer taraftan zaruret olmaksızın konuşulan konuya bırakıp hakkında sözü edilmedik şeyi konu etmek uygun değildir.

Derim ki: İbnü'l-Arabî'nin bu söyledikleri güzeldir. Çünkü o takdirde yüce Allah'ın Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hayatına yemin, ettiğine dair sözlerinin, Hazret-i Lüt kıssasında itirazı (ara) cümle mahiyetinde olması gerekir

el-Kuşeyrî, Ebû'n-Nasır Abdurrahim b. Abdulkerim Tefsir'inde der ki; Şöyle demek İhtimali de vardır: Buradaki açıklama Lût kavmi ile ilgili olabilir- Yani onlar, kendi sapıklıkları içerisinde şaşkın bir halde idiler Denildiğine göre Hazret-i Lût, kavmine öğüt verip işte bunlar benim kızlarımdır, deyince melekler de: Ey Lût, "hayatın hakkı için onlar gerçekten sarhoşlukları İçinde şaşkın bir haldedirler" ve bunlar sabahleyin başlarına ne geleceklerini bilmemektedirler dediler.

Denilse ki: Şanı yüce Allah, incire, zeytine, Tur-ı Sînîn'e yemin ettiğine göre bu yeminde anlaşılmayacak ne var? Ona şöyle cevap verilir: Şanı yüce Allah, herhangi bir şeye yemin etmişse, mutlaka bu o şeyin kendi türünden sayılanlara göre üstünlüğüne bir delildir. İşte Peygamberimiz(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın da kendisi gibi peygamber olanlardan daha faziletli olması gerekmektedir.

"Amr" ile "umr" aynı anlamda iki ayrı söyleyiştir. Şu kadar var ki, kasem halinde çokça kullanım sözkonusu olduğundan, "ayn" harfi üstün olarak "amr" şeklinde kullanılır ve; Allah'ın sana uzun ömür vermesini dilerim" demek olur. Eğer; şeklinde söylenirse, bu müpteda olarak merfudur, haberi de hazmedilmiştir. Yani, hiç şüphesiz senin ömrün, kendisi adına yemin ettiğim şeylerdendir.

2. Bir Kimsenin Kendisinin ve Başkasının Ömrüne Yemin Etmesi:

İlim adamlarının bir çoğu, kişinin kendisi hakkında "ömrüm hakkı için" diye yemin etmesini mekruh görmüşlerdir. Çünkü bu, hayatım hakkı için anlamındadır, ibrahim en-Nehaî der ki: Kişinin ömrüm hakkı için diye yemin etmesi mekruhtur. Çünkü o, böylelikle kendisinin hayatına yemin etmiş olur. Bu ise, zayıf (karakterli) adamların söyleyeceği sözlerdendir. Malik de buna benzer şöyle demiştir: Erkeklerden zayıf düşmüş olanlar ile kadınlar, senin hayatın hakkı İçin, senin yaşayışın için diye yemin ederler. Böyle bir yemin, erkeklerin kullanacakları yemin türlerinden değildir. Şanı yüce Allah'ın bu kıssada buna yemin etmesinin sebebi ise, mevkiin ve şerefin üstünlüğünü, makamın yüksekliğini beyan etmek içindir. Bunun dışındaki yeminler buna kıyas edilemez ve başka yerde bu tür yemin kullanılamaz,

İbn Habib der ki; Bu âyet-i kerimede geçen "ömrün hakkı için" ifadesinin konuşma ve dildeki kullanımına göre değerlendirilmesi gerekir.Katade der ki: Bu şekilde bir kullanım, Arapların konuşma dilinde görülen bir husustur. İbnü'l-Arabî der ki: Ben de bu görüşteyim. Ama şeriat bunun kullanımını tesbit etmiş ve bu tür yemini onunla sınırlandırmıştır.

Derim ki: "Ömrün hakkı için ve ömrüm hakkı için" ve benzeri şekillerde kasem, Arap dilinde ve fasih konuşmada çok çok kullanılan bir şeydir. Şair Nâbiğa der ki;

"Ömrüm hakkı için -ki ömrüm benim için önemsiz bir şey değildir-

Kurayoğulları benim aleyhime doğru olmayan sözler söylemişlerdir.

Bir başka şair de şöyle demektedir:

"Ömrün hakkı için ölüm hiç bir zaman bir delikanlıyı dahi bırakıp gitmez

Ve o, iki ucu elde tutulan gevşetilmiş bir ipe benzer."

Bir diğeri şöyle demektedir:

"Ey Süreyya yıldızını Süheyl'e nikâhlayan kişi!

Allah adına, Ömrün hakkı için söyle; bunlar nasıl bir araya gelecekler?"

Bir başka şair şöyle demektedir:

"Şayet Kuşeyroğulları benden hoşnut olurlarsa,

Allah'ın (adına ömrün) hakkı için derim ki, onun hoşnutluğu da benim hoşuma gider."

Kimi meânî bilginleri şöyle demişlerdir:

Böyle bir kullanım câiz değildir. Çünkü "Allah'ın ömrüne yemin olsun şeklinde bir İfade kullanılamaz. Zira yüce Allah ezelidir. Bu itirazı ez-Zehrâvî nakletmektedir.

3. Allah'tan Başkası Adına Yemin Etmek:

Adına yeminin câiz olduğu kimseler ile adına yeminin câiz olmadığı kimselere dair açıklamalar, bundan oncu el-Mâide Suresî'nde(5/89- âyet, 3-başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Yine orada, Ahmed b. Hanbel'in, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) adına yemin eden kimsenin keffaret ödemesi gerektiğine dair görüşünü de zikretmiş idik. İbn Huveyzimendâd der ki: Herhangi bir hak sebebiyle ta'zim edilmesi câiz olan Allah'tan başka varlıklar adına yemin etmeyi câiz kabul edenler, bu yeminlerin kendilerine keftaretin taalluk ettiği yeminler olduğu görüşünde değildirler. Ancak böyle bir kimse, yalan söylemeyi kastedecek olsa, kınanan bir kimse olur. Çünkü o, kalben ta'zim etmekle yükümlü olduğu bir şeyi hafife almış olur. Bunlar derler ki: Yüce Allah'ın: âyeti,

"hayatın hakkı için" anlamındadır. Ayrıca yüce Allah, Peygamberinin hayatına yemin ettiğine göre, bununla hayatı hakkına yemin etmemizin câiz olduğunu bize açıklamayı murad etmiş demektir. İmâm Mâlik’in mezhebine göre ise

"hayatın hakkı için";

"Yemin olsun incire ve zeytine"(et-Tîn, 95/1);

"Yemin olsun Tûr'a ve satır satır yazılmış kitaba" (et-Tûr, 52/1-2);

"Yemin olsun battığı zaman yıldıza"(en-Necm, 53/1);

"Yemin olsun güneşe ve aydınlığına"(eş-Şems, 91/1);

"Yemin olsun, bu beldeye; sen bu beldede bulunmakta iken;... babaya ve ondan doğana"(el-Beled, 90/1-3 ) gibi. Bu ve benzeri âyetler: İnciri ve zeytini yaratanın hakkı için, satır satır yazılı kitabın Rabbine yemin olsun, senin içinde bulunduğun bu beldenin Rabbine, senin yaşayışını ve hayatını yaratana ve Muhammed'in hakkına yemin olsun, demektir. Buna göre son tahlilde yemin ve kasem, yaratılmış olan adına değil, şanı yüce Allah'ın zatına yemin ile tahakkuk etmektedir

(Yine) İbn Huveyzimendâd der ki: Yüce Allah'tan başkası adına yemini câiz gören kimseler, Hazret-i Peygamber'in:"Babalarınız adına yemin etmeyînîz"Buhârî, Eyman ve'n-Nüzur 4; Müslim, Eymân 1;Tirmizî, Nüzûr 8;Müsned, II, 7 hadisini tevil ederek şöyle derler: Hazret-i Peygamber, kâfir babalar adına yemin etmeyi yasaklamıştır. Nitekim Hazret-i Peygamber, babaları adına yemin ettikleri vakit şöyle dediğine dikkat edelim: "Şüphesiz dağ, Allah nezdinde sizin cahiliye döneminde ölmüş babalarınızdan daha şereflidir" Az önceki hadis, Hazret-i Ömer'in babası adına yemin ettiğinin işitilmesi üzerine vârid olmuştur. Bu fazlalık, hadisin devamı gibi rivâyet edilmiş izlenimini veriyorsa çile, bu fazlalığı -görebildiğimiz kadarıyla- herhangi bir rivâyetinde tesbit edemedik.

İmâm Mâlik ise, az önce geçen hadisi zahiri üzere kabul etmiştir, Yine İbn Huveyzimendad der ki: Bunu câiz kabul edenler ayrıca şunu delil gösterirler: Müslümanların yeminleri, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) döneminden şu günümüze kadar Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) adına yemin etmek şeklinde cereyan edegelmiştir. Hatta günümüze kadar Medineliler, birisi arkadaşı ile muhakemeleşecek olursa; Bu kabrin içinde barındırdığı zatın hakkı için, bu kabirde yatan zatın hakkı için bana yemin et, der ve bununla Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı kasteder. Aynı şekilde Harem-i Şerif ve büyük meşâir ile rükün, makam, Hazret-i Peygamberin mihrabı ve orada okunan şeyler hakkına yemin de bu kabildendir.

73

Derken sabah güneş doğarken çığlık onları yakalayiverdi.

74

Derhal oranın üstünü altına getirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taş yağdırdık.

Yüce Allah'ın:

"Derken, sabah güneş doğarken çığlık onları yakalayıverdi" âyetindeki;

“Güneş doğarken" âyeti, hal olarak nasb edilmiştir ki, güneşin doğuş vakti demektir

Güneş aydınlığını saçtığı vakit; ifadesi kullanılır. Doğduğu vakit de; denilir. Bunların aynı anlamda kullanıldıkları da söylenilmiştir. ise, güneşin doğuş vaktinde bulunan kimseler hakkında kullanılır. Tıpkı "sabahı ettiler, akşamı ettiler" tabirleri gibi. İşte âyet-i kerimede kastedilen de budur. (Yani, üzerlerine sabah olup güneş doğduğunda).

Bununla tan yerinin doğuşunun kastedildiği de söylenmiştir. Bir diğer görüşe göre, azâbın başlangıcı sabah vaktinde idi. Ve bu güneşin doğuşuna kadar devam etti. İşte o vakit helakleri tamamlanmış oldu. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Buradaki "çığlıkdan kasıt, onlara gelen azaptır.

"Balçıktan pişirilmiş taş(siccîl)"e dair açıklamalar ise daha önceden (Hud, 11/82. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

75

Elbette bunda basiret sahibi olanlar için ibretler vardır.

Bu âyete dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:

1. Basiret Sahibi Oluş ve Feraset:

Yüce Allah'ın:

"Basiret sahibi olanlar(tevessüm edenler) için" âyeti ile ilgili olarak, et-Tirmizî el-Hakîm, "Nevâdiru'l-Usul" adli eserinde Ebû Saîd el-Hudrî'nin, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan bunu "feraset sahibi olan kimseler için" diye açıkladığına dair bir hadis rivâyet etmektedir. et-Tirmizî el-Hakim, Nevûdiru'l-Uaûl. II. 222 Aynı zamanda bu, Mücâhid'in de görüşüdür.

Ebû Îsa et-Tirmizî deEbû Said el-Hudrî'den şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Mü’minin ferasetinden sakının. Çünkü o, Allah'ın nuru ile bakar"Daha sonra da yüce Allah'ın:

"Elbette bunda basiret sahibi olanlar için ibretler vardır" âyetini okudu,(Tirmizî) dedi ki: Bu garip bir hadistir.Tirmizî, Tefsir 15, sûre 6

Mukâtil ve İbn Zeyd ise, "basiret sahibi olanlar" ifadesini tefekkür eden kimseler diye açıklamıştır. ed-Dahhak da, ibret ile nazar edenler, bakanlar diye açıklamıştır. Şair der ki:

"Ukâz'a bir kabile geldiği her seferinde

Onlar bana ariflerini ckn-uma bakmak için hep gönderecekler mi?"

Katade de bunu, ibret alan kimseler... diye açıklamıştır. Şair Züheyr de der ki:

"Onlar arasında samimi arkadaş için oyalanacak şeylere

İbretle bakan kimsenin gözünün göreceği güzel bir görünüş vardır."

Ebû Ubeyde ise, basiret sahibi olanlar diye açıklamıştır. Hepsinin anlamlan birbirine yakındır. et-Tirmizî el-Hakîm de Sabit b. Enes b. Malik'in şöyle dediğini nakleder: Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Şüphesiz, aziz ve celil olan Allah'ın, insanları tevessüm ile (feraset ile.) tanıyan kulları vardır."el-Tirmizîel-Hakim, Nevâdiru'l-Usûl, İL 222

İlim adamları derler ki: "Tevessüm(basiret sahibi olmak)" kelimesi "vesm"den tefe'ul vezninde olup kendisi vasıtası ile varılmak istenen başka bir sonuca delil görülen alamet demektir. O bakımdan, bir kimsede hayrın alametleri görüldüğü vakit, Onda hayrın alâmetlerini gördüm" denilir. Nitekim Abdullah b. Revâha'nın Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'a hitaben söylediği şu beyit de bu kabildendir:

"Ben sende hayır alâmetlerini aradım ve ben onu(hayrı) buluyorum

Allah da bilir ki ben basireti sağlam birisiyim."

Bir başka şair de şöyle demektedir:

"Ben onun üzerinde bir heybet görürken alâmetlerinden onu tanımaya çalıştım

Ve bu kişi Haşimoğullarındandır, dedim,"

Bir kimse kendisi vasıtasıyla tanınacağı bir alâmeti edinmesini anlatmak üzere de; denilir İfadesi ise, vesmi(ilk bahar yağmuru)'nin bitirdiği otu aradı, demektir. Şair der ki:

"Sabah vakti bahar yağmurunun bitirdiği otu arayan kimsenin karşısına

Çıkan yumuşak devm (bir tür hurma ağacı veya sedir ağacı) gibi oldular."

Sa'leb der ki: "Vâsim", tepeden tırnağa kadar sana bakıp süzen kimse demektir. "Tevessüm", aslında iyiden iyiye ve sağlam düşünmek demektir. Bu da "veârrTden alınmadır. Vesm ise, deve ve benzerlerinin derisinde bir demir parçası ile iz yapmak demektir. Tevessüm İse, ancak güzel ve fıtrî bir düşünüş ile keskin bir zekâ ve arı bir düşünce ile mümkün olabilir. Bir başkası da şunu ilave eder: Dünyanın lüzumsuz meşgalelerinden kalbin uzak tutulması, masiyetlerin pisliklerinden arındırılması, kötü huyların bulanıklığından ve dünyanın fuzuli işlerinden ırak tutulması ile olur.

Nehşei, İbn Abbâs'tan "basiret sahibi olanlar (tevessüm edenler)" ifadesini, salah ve hayır ehli kimseler diye açıkladığını rivâyet etmektedir.

Sufiler ise bunun keramet demek olduğunu iddia etmişlerdir. Şöyle de açıklanmıştır: Tevessüm, bir takım alâmetlerle yapılan istidlaller demektir. Kimi alametler herkesin açıkça görebileceği ve ilk anda farkedebileceği türdendir. Kimi alametler ise gizli saklıdır, herkes tarafından görülemez ve ilk anda da İdrâk olunamaz.

el-Hasen der ki: "Basiret sahibi kimseler"den kasıt, işleri basiretle tetkik edip, Lût kavmini helâk edenin, bütün kâfirleri helâk etmeye kadir olduğunu anlayan kimselerdir. İşte bu, açık ve belli deliller arasında yer almaktadır,İbn Abbâs'ın şu görüşü de buna benzemektedir: Bir kimse, bana herhangi bir hususu sordu mu, mutlaka ben. o kimsenin lakin (ince bir anlayış sahibi) olup olmadığını bilmîşimdir.

ŞafİÎ'den ve Muhammed b. el-Hasen'den rivâyet edildiğine göre onlar, Kâ'be avlusunda bulunurlarken, mescidin kapısında da bir adam vardı. Onlardan birisi, benîm görüşüme göre bu bir marangozdur dedi. Diğeri ise hayır, bu demircidir dedi. Orada hazır bulunanlar ellerini çabuk tutarak adamın yanına gittiler ve durumunu sordular. Kişi, bu güne kadar marangozdum, bugünden itibaren demirci oldum, dedi,

Cundeb b. Abdullah el-Becelî'den rivâyet edildiğine göre o, Kur'ân okuyan bir adamın yanından geçer. Yanında durup şöyle der: Kim başkaları işitsinler diye yaparsa, Allah da onun (kusurlarını) işittirir. Kim de riyakârlık yaparsa, Allah da onun gizli saklı hususlarını ortaya çıkartır. Biz ona: Sen bu adama bir şeyler söylemek ister gibi oldun, dedik. O da şöyle dedi: Bu adam bugün sana Kur'ân okur, yarın da harurî(harici) olarak çıkar. O kişi Harurilerin başı idi. İsmi da Mirdâs'tı.

Hasan-ı Basrî'den rivâyete göre, onun yanına Amr b. Ubeyd girince şöyle demiş; Bu, Basra gençlerinin efendisidir. Eğer günah işlemeyecek olursa. Fakat, daha sonra kader hakkında söylediklerini söyledi ve sonunda bütün arkadaşları ondan uzaklaştı.

Yine Eyyub'a da: Bu Basra ahalisinin gençlerinin efendisidir, dedi ve bu konuda herhangi bir istisna ve kayıt da getirmedi. Şa'bîden rivâyet edildiğine göre o, Dâvûd el-Ezdîye -kendisiyle tartıştığı sırada- şöyle demişti: Sen, başın dağlanmadıkça ölmeyeceksin. Gerçekten de dediği gibi oldu.

Rivâyete göre, Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh)’ın huzuruna, aralarında el-Eşter'in de bulunduğu Mezhiclilerden bir topluluk girdi.Hazret-i Ömer onu tepeden tırnağa kadar iyice süzdü ve bu Mezhiclilerdendir, ama kimdir, dedi: Onlar, bu Malik b. el-Hâris'dir dediler, Bu sefer Hazret-i Ömer, ne oluyor buna? Allah kahretsin onu. Ben, müslümanların ondan dolayı çok zorlu ve sıkıntılı bir gün ile karşılaşacaklarını görüyorum. Gerçekten de fitnede(Hazret-i Osman'ın öldürülmesiyle başlayan karışıklıklarda) bilinen rolünü oynadı.

Yine Osman b. Affan (radıyallahü anh)'dan rivâyet edildiğine göre, Enes b. Malik, Hazret-i Osman'ın huzuruna girmiş. O sırada da Enes, pazara girmiş ve bir kadına bakmıştı. Hazret-i Osman ona bakınca şöyle demiş: Sizden herhangi bir kimse gözlerinde zinanın eseri bulunduğu halde yanıma giriyor. Enes, Ona: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan sonra vahiy inmeye devam mı ediyor? deyince, Hazret-i Osman: Hayır dedi. Fakat bu bir burhana dayalıdır. Feraset ve doğruluktur.

Buna benzer örnekler ashabı kiram ile tabiin -Allah hepsinden razı olsunden çokça nakledilmektedir.

2. Tevessüm ve Feraset Bir Hüküm îfade Eder mi?

Ebû Bekr İbnü'l-Arabî der ki: Eğer tevessüm ve ferasette bulunmanın manevi yolla bazı hususları idrâk etmek olduğu sabit olursa, hiç şüphesiz bu, herhangi bir hüküm ifade etmez ve hakkında feraset ve tevessümde bulunan hiçbir kimse bundan dolayı sorumlu tutulmaz. Benim Şam'da bulunduğum sırada, Bağdad'ta aslen Şamlı, Maliki mezhebine mensup Kadı'l-Kudât(baş kadı) İyaz b. Muaviye'nin yoluna uygun(onun mezhebine göre) hakimlik yaptığı sıralarda ahkâm ile ilgili hususlarda ferasete istinaden hüküm veriyordu. Bizim hocamız Fahrul-İslam Ebû Bekr eş-Şaşl de bu konuda ona reddiyede bulunmak üzere küçük bir kitapçık yazmıştı. Bunu kendi hattıyla yazmış ve bana vermişti. Onun bu söyledikleri doğrudur. Çünkü, hükümlerin nereden elde edileceği şer'an belli ve kafi olarak bilinmektedir. Feraset ise bunlar arasında, yer almamaktadır.

76

Ve elbette o yerler, işlek bir yol üzerinde bulunuyor.

Yüce Allah'ın:

"Elbette o yerler" âyetinde kastedilenler, Lût kavminin '.lirleridir

"İşlek bir yol üzerinde..." Ey Muhammed! Senin kavminin n"a giden yolu üzerinde

"bulunuyor."

77

Elbette bunda îman edenler için muhakkak bir ibret vardır.

"Elbette bunda îman edenler" tasdik edenler

"için bir ibret vardır."

78

Ashab-ı Eyke de gerçekten zalim kimseler idi.

"Ashab-i Eyke de gerçekten zalim kimseler idi." Bu âyet ile de Şuayb kavmi kastedilmektedir. Bunlar, gerçekten ormanlıkları, bahçeleri ve meyveli ağaçları bulunan kimselerdi, Zaten

"Eyke" ağaçlar topluluğu (ormanlık yer) demektir. Çoğulu da; şeklinde gelir. Onların ağaçlarının devm(hurma ağacına benzer, Mısır taraflarında yetişen, meyve veren bir çeşit ağaç) olduğu rivâyet edilmektedir. Şair Nâbiğa der ki:

"Diş etlerinin çevresi sürmelenmiş gibi;

Devm ağacındaki güvercinin sekişi gibi yürüyor."

Eyke'nin şehirlerinin ismi olduğu söylendiği gibi bir beldenin ismi olduğu da söylenmiştir. Ebû Ubeyde der ki: "el-Eyke ve Leyke" onların yaşadıkları şehrin adıdır. Bu da "Mekke'ye "Bekke" demeye benzer.

Hazret-i Şuayb ve onun kavminin kıssası İle İlgili açıklamalar önceden geçmiş bulunmaktadır.

79

Bu sebeble onlardan intikam aldık. Her ikisi de hâlâ görülüp tanınan bir yol üzerindedirler.

"Her ikisi de hâlâ görülüp tanınan bir yol üzerindedirler." Yani, Lût kavminin şehri ile Eyke ashabının yaşadıkları belde bizatihi açık seçik ve belli olan bir yol üzerinde bulunup, bunların yanlarından geçenler, bunların halinden ibret alır.

80

Yemin olsun ki, Hicr ashabı da peygamberleri yalanlamışlardı.

"Hicr" kelimesinin birkaç anlamı vardır. Bunlardan birisi Kâ'be'nin Hicr'idir. Birisi haram anlamıdır. Nitekim yüce Allah'ın: âyeti;

"haram ve yasak kılınmış"(el-Furkan, 25/53) demektir. Yine hicr, akıl anlamındadır. Yüce Allah,

"hicr (akıl) sahibi" (el-Fecr, 89/5) diye buyurmaktadır. Gömleğin ön tarafına da

"hicr" denilir. "Hacr" söylenişi daha fasihtir. Kısrak da "hicr" diye anılır. Semud kavminin diyarına da "Hicr" denilir, bu âyette kastedilen anlamı da budur, şehir demektir. Bu açıklamayı el-Ezherî yapmıştır.

Katade der ki: Hicr, Mekke ile Tebuk arasıdır ve bu, Semud kavminin bulunduğu vadidir,Taberî de Hicaz ile Şam arasında bulunan topraklara Hicr denilir ve bunlar Hazret-i Salih'in kavminin yaşadığı yerdir, demektedir.

Yüce Allah'ın burada sözünü ettiği "Peygamberler"den kasıt, yalnızca Hazret-i Salih'tir. Ancak, bir peygamberi yalanlayan kimse bütün peygamberleri yalanlamış gibidir. Çünkü bütün peygamberler usu!(dinin esasları, itikadi meseleler) bakımından aynı dinin davetçileridir. O bakımdan aralarında fark gözetmek mümkün olamaz.

Şöyle de açıklanmıştır: Onlar, hem Hazret-i Salih'i, hem ondan sonra gelecek, hem de ondan Önce gelmiş bütün peygamberleri yalanladılar. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Buhârî'ninİbn Ömer'den rivâyetine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebûk gazvesi sırasında Hicr denilen yerde konakladığında ashabına, oranın kuyusundan su içmemelerini ve o kuyudan su çekmemelerini emretti. Onlar: Biz, o su ile hamur yoğurduk ve ordan su çektik deyince, Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine, suyu dökmelerini ve o hamuru bir kenara atmalarını emretti.Buhârî, Enbiyâ 17;Müsned, II, 117

Yine Sahih'te İbn Ömer'den rivâyete göre Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) ve beraberindeki ashabı Semud diyarı olan Hicr'e konakladılar. Oranın kuyularından su çektiler ve çektikleri o su ile hamur yoğurdular. Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine, çektikleri suyu dökmelerini ve o hamuru develere yedirmelerini emrettiği gibi, dişi devenin gidip içtiği kuyudan su çekmelerini emretti.Buhârî, Enbiyâ 17;Müslim. Zühd 40;Müsned, II, 117.

Yine İbn Ömer'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte Hicr'e yolumuz düştü. Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) bize şöyle dedi: "Kendilerine zulmetmiş olanların meskenlerine, onların başına gelen musibetin bir benzeri size gelip isabet eder korkusuyla ancak ağlayarak giriniz," Hazret-i Peygamber daha sonra devesini dürterek hızhca yoluna devam etti.Buhâri, Salâî 53, Enbiyâ 17;Müslim, Zühd 38, 39:Müsned, II, 117,

Bu Âyeti Kerîme'nin İhtiva Ettiği Hususlar:

Derim ki: Bu âyet-i kerimede Şari'in (şeriat koyucunun) hükmünü beyan edip durumunu açıklığa kavuşturduğu sekiz mesele vardır. İlim adamları bunları bu âyet-i kerimeden çıkarmış ve bunların bazısında fukaiıâ farklı görüşlere sahip olmuşlardır:

1. Hicr Sahiplerinin Yurduna Girmek:

Bu gibi yerlere girmenin mekruhluğu: Bazı ilim adamları kâfirlerin kabirlerine girmeyi de buna kıyas etmişlerdir. Bir kimse bu yer ve kabirlere girecek olursa, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın gösterdiği şekilde ibret almak üzere, korkmak ve oradan çabucak geçmek suretiyle uğramak gerekir. Çünkü Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur "Babil diyarına girmeyiniz. Çünkü orası lanetlenmiştir." Hazret-i Aliden: "Sevgili Peygamberin bana kabristanda namaz kılmayı yasakladığı gibi. Babil topraklarında namaz kılmamıda yasakladı. Çünkü orası lanetlenmiştir” şeklinde:Ebû Dâvûd, ssalat 24.

Hicr Ashabının Kuyularından ve Necis Sudan Yararlanmanın Hükmü:

Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) ashab-ı kirama, Semud kavminin kuyusundan çektikleri suyu dökmelerini, o su ile yoğurup pişirdikleri ekmekleri de bir kenara atmalarını emretti. Çünkü o su gazaba uğramış bir kavmin suyu idi. Yüce Allah'ın gazabından kaçmak kastıyla ondan yararlanmak câiz görülmemiştir. Hazret-i Peygamber, yoğurdukları hamur hakkında: "Onu develere yediriniz" diye buyurmuştur.

Derim ki: İşte necis suyun ve o necis su ile yoğurulan hamurun hükmü de aynı şekildedir,

2. İnsanın Kullanması Câiz Olmayan Yiyecek ve İçecekler Hayvanlara Verilebilir mi?

Malik dedi ki: Kullanılması câiz olmayan yiyecek ve içeceklerin deve ve hayvanlara yem olarak verilmesi caizdir. Çünkü onların mükellefiyetleri yoktur. İmâm Mâlik, necis olan bal hakkında da aynı şeyi söylemiş ve böyle bir bal arılara yedirilir, demiştir.

3. Evcil Merkeplerin Eti:

Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) bu su ile yoğurulan hamurun develere yedirilmesini emrettiği halde, onun atılmasını emretmemiştir. Halbuki Hayber günü evcil merkeplerin etinin atılmasını emretmiştir. Bu ise, eşek etinin haramlığının daha ağır, necasetinin ve necasetlendirmesinin de daha ileri olduğunun delilidir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hacamat yaparak para kazanan kimsenin bu kazancını, su taşıyan develere ve kölelere yedirmesini emretmiştir. Ancak bu, bu kazancı haram kılmak için veya necis kabul ettiğinden dolaya değildir, Şâfiî der ki: Eğer haram olsaydı, hacamat yapana kazandığı bu parayı kölelerine yedirmesini emretmezdi. Çünkü kişi, kendi zatı İtibariyle taabbüd etmekle yükümlü olduğu gibi, kölesi hakkında da (haklarını yerine getirmek suretiyle) taabbüdle mükelleftir.

4. Kişinin Hayvanlarına Yedirmek Kastıyla Necaset Taşımasının Hükmü'

Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın, yoğurulan o hamurun develere yedirilmesini emretmesinde, kişinin, köpeklerine yesinler diye nceis şeyler taşımasının câiz olduğuna delil vardır. Ve bu, bizim mezhebe mensup ilim adamları arasından bunu câiz görmeyen ve köpekler necasete gitmek üzere serbest bırakılır, ama sahipleri onlara necaseti alıp götürmez, diyenlerin kanaatlerine muhaliftir.

5. Peygamberlerin ve Salihlerin Eserleri:

Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın dişi devenin içtiği kuyudan su almalarını emretmesi, Peygamber ve salihlerin -aradaki asırlar çok olsa ve izleri ortada olmasa dahi- bıraktıkları izlerle teberrükün câiz olduğuna delildir. Nitekim birincisinde de fesat ehlinin buğzedildiklerine, onların yaşadıkları yurtların ve geriye bıraktıkları izlerin de verildiklerine delil vardır. Bu her ne kadar tali kiki araştırma, cansızların sorumlu olmadıklarını göstermekle birlikte yine böyledir. Çünkü sevilen ile birlikte olan şey de sevilir, hoşlanılmayan ve buğzedilen şeyle birlikte o şeye de buğzedilir. Nitekim Şair Küseyyir şöyle demektedir:

"Onu sevdiğim için siyahları hep severim.

Hatta onu sevdiğimden ötürü siyah köpekleri bile severim.

Bir başka şair de şöyle demektedir:

"Ben o yurttan, yani Leyla'nın yurdundan geçer giderim.

Bir öperim şu duvarı, bir öbür duvarı öperim,

Benim kalbimi çelen o diyar değildir,

Fakat ben o diyarda kalmış olanı severim."

6. Namaz Kılınabilen ve Kılınamayan Yerler:

Kimi ilim adamı böyle bir yerde namaz kılmayı uygun görmemiş ve: Orada namaz kılmak câiz değîldir, çünkü orası bir gazap yurdu ve bir Öfke diyarıdır, demiştir, İbni'l-Arabî der ki: Böylelikle bu bölge, Hazret-i Peygamber'in: "Yeryüzü benim için hem bir mescid, hem de bir temizlenme yeri kılınmıştır"Buhârî, Teyemmüm 1, Salât 56, Müslim, Mesâdd 3-5; Ebû, Dâvûd, SnlSt 24; Tirmizî, Salat 119, Siyer 5; Nesâi Gusl, 26,.- âyetinde zikrettiği genel kapsamdan müstesna olmuştur. O bakımdan, bu yerin toprağı ile teyemmüm de câiz değildir, oranın suyundan abdest almak da, orada namaz kılmak da câiz değildir.

Tirmizî de,İbn Ömer'den rivâyet ettiğine göre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yedi yerde namaz kılınmasını yasaklamıştır. Çöplük, hayvan boğazlama yeri (mezbaha), kabristan, yol ağzı, hamam, develerin çöktükleri yerler ve Beytullah'ın üzerinde,Tirmizî, Salat 141;İbn Mâce, Mesacid 4. Bu hususta Ebû Mersed ile Cabir ve Enes'ten de hadis rivâyet edilmiştir.İbn Ömer yoluyla gelen hadisin isnadı pek o kadar kuvvetli değildir. (İsnadında yer alan ravilerden birisi olan) Zeyd b. Cebîra hakkında hıfzı yönünden tenkitlerde bulunulmuştur. , Salnr 141. Aynen bk. İbn Abdi'l-Berr: et-Temhid, V, 225 vd.

Bizim ilim adamlarımız ayrıca şunu da eklerler: Gasbedilmiş evde, kilisede, havrada, içinde heykel bulunan evde, gasbedilmiş bir arazideveya kıblede uyuyan yahud bir adamın yüzü,ya da üzerinde necaset bulunan bir duvar karşısında (namaz kılınmaz).

İbni'l-Arabî der ki: Bu yerlerde namaz kılmak kimisinde başkasının hakkı dolayısıyla yasaklanmıştır, kimisinde yüce Allah'ın hakkı dolayısıyla, kimisinde de muhakkak veya galip zann ile necaset dolayısıyla yasaklanmıştır, içinde bulunan necasetten dolayı namaz kılınması yasak olduğu belirtilen bir yerde -hamam ve kabristanın içindeveya ona doğru- eğer temiz bir bez serilecek olursa, (İmâm Mâlik'in) "el-Müdevvene"sinde belirttiğine göre- caizdir. Ebû Mus'ab ise ondan (Malik'den) yine de mekruh olacağını nakletmektedir. Bizim(Maliki mezhebimize mensup) ilim adamlarımız, eski kabristan ile yeni kabristan arasında -necaset dolayısıyla- fark gözetmişlerdir. Yine müslümanların kabristanı ile müşriklerin kabristanı arasında da fark gözetmişlerdir. Çünkü müşriklerin kabristanı azâb yurdudur ve gazabın indiği bir yerdir- Hicr bölgesi gibi. Malik, "el-Mecmua"da şöyle demektedir: Bir kimse yere bez serecek olsa bile develerin çöktükleri yerde namaz kılamaz. O, sanki böyle bir yerde namaz kılmayı câiz görmeyişinin iki sebebini kabul etmiş gibidir Birincisi, (def-i hacette bulunmak isteyen kimselerin) develerin arkasında gizlenmeye çalışmaları, diğeri ise, develerin ürkerek namaz kılanın namazını ifsad etmeleri. Eğer çökmüş bulunan deve bir tane ise onun yakınında namaz kılmakta bir beis yoktur. NitekimPeygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da sahih hadiste belirtildiğine göre böyle yapardı,

Yine Malik der ki: Zaruret olmaksızın, üzerinde canlı timsalleri (resimleri) bulunan bir yaygı üzerinde namaz kılamazsınız. İbnü'l-Kasım, kıble tarafında eğer timsal varsa, namaz kılmayı mekruh gördüğü gibi, gasbedilmiş. bir evde namaz kılmayı da mekruh kabul eder. Şayet kılacak olursa, kıldığı bu namaz geçerli olur Bazıları da Malikten, gasbedilen bir evde kılınan namazın geçerli olmayacağını söylediğini nakletmişlerdir. İbnü'l-Arabî der ki: Bana göre bu; gasbedilmiş araziden farklıdır. Çünkü, eve izinsiz girilmez. Araziye gelince, mülk olsa bile mescid olma özelliğini de devam ettirmektedir. Herhangi bir kimsenin mülkünde olması, onun bu mescid olma özelliğini iptal etmez.

Derim ki: Nazarın(kıyasın) ve haberin hakkında delil olduğu sahih görüş, -yüce Allah'ın izniyle- temiz olan her bir yerde kılınan namazın câiz ve sahih olduğudur. Hazret-i Peygamber'den rivâyet edilen:"Şüphesiz ki burası şeytanın bulunduğu bir vadidir"Muvatta’, Vukut 26. şeklindeki veMa'mer'in, ez-Zülırf'den rivâyetine göre: "Size, gafletin kendisinde isabet ettiği bu yerden çıkınız" dediği rivâyetine; Hazret-i Ali’nin: Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) bana, Babil topraklarında namaz kılmayı yasakladı. Çünkü o mel’undur, sözüne; Hazret-i Peygamber'in de Semud kavminin Hicrinden geçtiği vakit: "Bu, azap edilenler üzerine ancak ağrıyanlar olarak giriniz" âyetine; yine develerin çöktüğü yerlerde namaz kılmayı yasaklamasına ve buna benzer bu hususta yer alan rivâyetlere gelince; bütün bunlar, icma ile kabul edilmiş esaslar ve bize ulaşmaları sahih yollarla sabit olmuş deliller ışığında ele alınmalıdır.

İmâm Hafız Ebû Ömer(İbn Abdi’l-Berr) der ki: Bu hususta, bizce tercih edilen görüş şu ki: Adıgeçen bu vadi ve başka yerlerde, hepsinde namaz kılmak, -orada namaza engel olacak şekilde bir necasetin kat'i olarak bulunduğu bilinmedikçe- caizdir. Uykuda kalarak namaza uyanılmayan yerin, şeytanın bulunduğu bir yer olduğunu, buranın lanetli bir yer olup, o bakımdan orada namaz kılınmaması gerektiğini belirterek gerekçe göstermenin bir anlamı yoktur. Bu konuda kabristanda, Babil yurdunda, develerin çöktükleri yerlerde ve buna benzer bu türden olan yerlerde namazın kılınmasını yasaklayan bütün rivâyetler bize göre nesh edilmiştir ve bunlar delil olarak kabul edilemezler. Çünkü Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: "Yeryüzünün bütünü bana hem bir mescid hem de bir temizlenme yeri kılınmıştır."Hazret-i Peygamber bize haber vererek bunun, kendisine has üstün faziletlerinden birisi olduğunu belirtmesi de bunu gerektirmektedir. îhm ehlinin kabul ettikleri kanaate göre, onun fazilet ve üstünlüğüne dair olan hususların neshe uğraması, değişikliğe uğraması, eksilmesi câiz ve mümkün, değildir. Çünkü Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bana, benden önce hiç bir kimseye verilmedik beş şey -altı, üç ve dört şey olarak da rivâyet edilmiştir- verildi." Bunlar toplam, dokuzdan İbn Abdi'l-Berr, et-Temhîdr V, 218'de "dokuz" yerine "yedi" şeklindedir. daha fazladır veHazret-i Peygamber bunlar arasında şunları da saymıştır: "Ben, kırmızı tenliye de, siyaha da peygamber olarak gönderildim. Düşmanımın kalbine salınan korku ile bana yardım olundu, ümmetim, ümmetlerin en hayırlısı kılındı, bana ganimetler helal kılındı, yeryüzü de bana hem mescid, hem de bir temizlenme aracı kılındı, bana şefaat verildi, bana geniş kapsamlı söz söyleme gücü (cevâniu'l-kelim) verildi, ben, uyuyor iken bana yeryüzünün anahtarları verildi, önüme konuldu. Ayrıca bana Kevser verildi ve benim peygamberliğini ile depeygamberlik sona ermiş oldu." Bu özellikleri ashab-ı kiramdan önemli bir topluluk rivâyet etmiştir. Onların kimisi, bunların bir kısmını zikrederken, bir kısmı da, başkasının sözkonusu etmediği faziletleri zikretmiştir. Bunların hepsi de sahih hadislerdir, Hazret-i Peygamberin üstünlük ve faziletlerinde fazlalık (zamanla artış) caizdir, amma, bunların eksiltmesi câiz değildir. Nitekim Hazret-i Peygamberin, peygamber olmadan önce bir kul olduğu, sonra da Rasûl olmadan önce peygamber olduğu bilinen bir husustur. Ondan da böylece rivâyet edilmiştir. O şöyle buyurmuştur: "Bana da size de ne yapılacağını bilemiyorum." Bundan sonra ise yüce Allah'ın:

"Allah geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın, üzerindeki nimetini tamamlasın ve seni dosdoğru yola iletsin diye..." (el-Feth, 48/2) âyeti nazil olmuştur. Yine Hazret-i Peygamber, bir adamın kendisine: "Ey yaratılmışların en hayırlısı!" dediğini İşitince ona: "O dediğin kişi İbrahim'dir!" diye cevap vermiş, yine bir başka seferinde de: 'Sizden, hiç bir kimse, benim için Metta oğlu Yûnus'tan hayırlı olduğumu söylemesin" ve: "O, seyyid İbrahim oğlu İshak oğlu Yakub oğlu Yusuftur."(Onların hepsine selam olsun). Bütün bunlardan sonra da: "Ben, Âdemoğullarının efendisiyim, fakat övünmek için söylemiyorum" diye buyurmuştur. O bakımdan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın fazilet ve üstünlüğü, yüce Allah onun ruhunu alıncaya kadar devamlı artıp durmuştur. İşte bundan dolayı biz bu sözü söyledik: Hazret-i Peygamberin faziletlerinde nesih, istisna ve eksilme câiz değildir amma, bunlarda artış caizdir. Bu rıvfıyerlerin hemen tümü daha önce çeşitli vesilelerle geçmiş bulunmaktadır. Kaynakları da omda gösterilmiştir. Burada bu metnin, merhum müfessirimizin işaret ettiği yerden itibaren İbn Abdi’l-Berr. et-Temhîd, Y. 217 vd.daD alındığını belirtmekle yetiniyoruz.

Hazret-i Peygamberin:"Yeryüzü bana mescid ve temizlenme aracı kılındı" hadisine dayanarak da kabristanda, hamamda ve necasetlerden uzak ve temiz olan her bir yerde namaz kılmayı câiz kabul etmekteyiz. Hazret-i Peygamber de Ebû Zerr'e şöyle demiştir: "Ve namaz vakti nerede girerse orada namazını kıl. Çünkü yeryüzünün tümü bir mesciddir." Bu hadisi Buhârî zikretmiştir ve bu hadiste herhangi bir yerin tahsisi ayrıca sözkonusu değildir.

İbn Vehb yoluyla gelen şu hadisi delil gösterenlere gelince: "Bana, Yahya b. Eyyub haber verdi. O, Zeyd b. Cebîra'dan, o, Dâvûd b. Hüsayn'dan, o, Nafı'den, o,İbn Ömer'den nakletti..." şeklinde,Tirmizî'nin rivâyet edip, bizim zikrettiğimiz hadise gelince, bu Hadîs-i şerîf, Zeyd b. Cebîra’nın münferiden rivâyet ettiği ve hadis âlimlerinin münker kabul ettikleri bir rivâyettir. Esasen bu hadis, ancak Yahya b. Eyyub'un, Zeyd b. Cebîra yoluyla yaptığı rivâyetten, başka bir rivâyetlemüsned olarak bilinen bir hadis değildir,el-Leys b. Sa'd da,İbn Ömer'in azadlısı Nafi'nin oğlu Abdullah'a yazarak bu hadis hakkında sormuş, Nafi'in oğlu Abdullah da ona şu cevabı vermiştir: Benim bildiğim (babam) Nafi'den, bu hadisi rivâyet edenin, babam aleyhine balıl bir söz uydurduğundan ibarettir. Bunu, el-Hulvânî, Said b. Ebi Meryem'den, o,el-Leys'den nakletmiştir. Bu rivâyette de ayrıca, müşriklerin kabristanının diğerlerinden farklı ve özel bir hükmü olduğundan söz edilmemektedir. İbn Abdi’l-Rerr et-Temhid, v. 225-226

Ali b. Ebî Tâlib'den de şöyle dediği rivâyet edilmektedir. En candan sevdiğim varlık(sallallahü aleyhi ve sellem) bana, kabristanda namaz kılmamı, Babil topraklarında namaz kılmamı yasakladı. Çünkü orası lanetlidir. Bu hadisin isnadı ise zayıftır ve zayıf olduğu icma ile kabul edilmiştir. Bu hadisi Hazret-i Aliden rivâyet eden Ebû Salih ise, Salih b. Abdurrahman el-Ğıfârî'dir, Basralıdır, hadis rivâyeti ile meşhur bir kimse değildir. Onun, Hazret-i Ali'den hadis işittiği de sahih olarak sabit olmamıştır. Onun dışındaki diğer raviler ise meçhuldürler ve bilinmemektedirler.ibn Abdi'l-Berr: et-Temkld, V: 223-324

Yine Ebû Ömer(İbn Abdi’l-Berr) der ki: Bu hususta, Hazret-i Ali'nin kendi sözü olarak -Hazret-i Peygambere merfuen rivâyet edilmeksizin- isnadı hasen olan bir rivâyet vardır. Bunu el-Fadl b. Dukeyn rivâyet etmiştir. Dedi ki: Bize el-Muğire b. Ebû’l-Hurr el-Kindi anlattı. Dedi ki: Bana, Ebû'l-Anbes flucr b. Anbes anlattı, dedi ki: Bizr Ali (radıyallahü anh) ile birlikte Haruralıların yanına çıkıp gittik, Suriye topraklarını aştıktan sonra, Babil topraklarına girdik. Ey mü’minlerin emiri, akşam oldu namaz kılalım, namaz, dedik. Kimse ile konuşmak istemedi. Yine, ey mü’minlerin emiri, akşam oldu, dediler. O, evet dedi. Ama ben, Allah'ın yerin dibine geçirdiği bir yerde namaz kılmam.

Muğire b. Ebi’l-Hurr, Kûfeli güvenilir bir ravidir Bunu, Yahya b. Maîn ve başkaları ifade etmiştir. Hucr b. Anbes ise, Hazret-i Ali'nin arkadaşları arasından ileri gelen birisidir.

TirmizîdeEbû Said el-Hudrî'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Yeryüzü bütünüyle mesciddir, kabristan ve Hamam müstesna."Ebû Dâvûd, Salat 24: Tirmizî, Salat 119;İbn Mâce, Mesâcid 4;Müsned, III, 33, 96Tirmizî dedi ki; Bu hadisi, Süfyanes-Sevrî, Amr b. Yahya'dan, o, babasından, o, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'dan -mürsel olarak- rivâyet etmiştir. Ama, sanki bu daha sabit ve daha sahih bir rivâyet görünüyor.Tirmizî, Salât 119

(Yine) EbûÖmer (İbn Abdi’l-Berr) der ki: Böylelikle bu, mürseli delil kabul etmeyenlere göre delil gösterilemez. Eğer sabit olsaydı, açıklama dediğimiz şekilde olurdu. Biz, Medinelilerin mezhebini izleyen bazı kimselerin söyledikleri: Bu hadiste ve başkalarında geçen kabristan ile özel olarak müşriklerin kabristanı kastedilmiştir, demiyoruz. Hazret-i Peygamber, burada kabristan ve hamam derken, her ikisinin başına da "elif-lâm (harfi tarif)" getirmiştir. O bakımdan, bunun belli bir kabristana tahsis edilip bir diğer çeşidinin dışarıda bırakılması, yahut belli bir hamama hasredilip, diğerlerinin dışarıda bırakılması -bu konuda ondan gelen başka bir rivâyet olmaksızın- câiz değildir. Çünkü, o takdirde bu, Kitap ve sünnetten de sahih haberden de delili olmayan bir iddia olur. Kıyasın da bu hususta bir dahl i olmadığı gibi, bu akıl ile kavranılacak bir husus da değildir. Ayrıca, hitabın fetvası da buna delil olmadığı gibi, bu konudaki rivâyet buna delil değildir.İbn Abdi’l-Berr. et-Temkîd, V, 225

O halde, müşriklerin kabristanı olarak tahsiste bulunanların bu yaptıkları iki şekilden birisiyle mümkündür: Ya bu konuda kâfirlerin, kabristanlarına gidip gelmelerinden ötürü böyle bir kanaate varılmıştır, ancak o takdirde (hadiste) kabristanın özel olarak anılmasının bir anlamı olmaz, çünkü bu durumda kâfirlerin beden ve ayaklarının bulunduğu her yerin aynı şekilde olması gerekir,Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ise, anlamsız sözler sarf etmekten daha yüce ve üstündür. Yahut da böyle bir tahsis, bu gibi yerlerin gazab bölgesi olmalarından dolayı olabilir. Eğer durum gerçekten böyle olsaydı, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendi Mescidini müşriklerin kabristanının olduğu bir yerde bina etmez ve bunun için o kabirleri başka yere taşıyarak orayı düzeltmez, orada da Mescidini inşa etmezdi. Bir kimsenin, içinde namaz kılınması için herhangi bir kabristanı özel olarak tahsis etmesi eğer câiz olsaydı, sırf bu hadis (Mescid-i Nebevi hadisi) dolayısıyla müşriklerin kabristanının özel olarak bu iş İçin tahsis edilmesi uygun olurdu. Kabristanda namaz kılmayı mekruh gören herkes, kabristanlar arasında ayırım gözetmemektedir. Çünkü, baştaki "elif ve lâm" cinse bir işarettir, yoksa ma'hûd olan (bilinen) bir kabristana işaret değildir. Eğer müslümanlar ile müşriklerin kabristanı arasında bir fark bulunsaydı, Hazret-i Peygamberin bunu beyan etmesi ve ihmal etmemesi gerekirdi. Çünkü o, beyan edici olarak gönderilmiştir. Cahil bir kimsenin: Şöyle bir kabristanda namaz kılmak câiz değildir, demesi kabul edilirse, bir diğerinin, şu hamamın da böyle olduğunu söylemesinin kabul edilmesi gerekirdi. Çünkü Hadîs-i şerîfte kabristan ve hamamlar söz konusu edilmektedir.

Aynı şekilde hadiste zikredilen "çöplük, hayvan boğazlama yeri" hakkında da, şu çöplük ve şu mezbaha ile şu yol demek câiz olamaz. Çünkü, Allah'ın dininde (bu şekilde delilsiz) hüküm vermeye kalkışmak câiz değildir.İbn Abdi'l-Berr: at-Temhîd, V, 230

İlim adamları, icma ile şunu kabul etmişlerdir Müşriklere ait kabirler üzerinde -yer temiz ve tahir olduğu takdirde- teyemmüm caizdir. Aynı şekilde, bu kimse bir kilise yahut bir havrada temiz bir yer üzerinde namaz kılacak olursa, onun kılacağı bu namazın, geçerli ve câiz olduğunu ıcma ile kabul etmişlerdir.İbn Abdi’l-Berr. et-Temhîdr V. 229

Bu hususa dair açıklamalar et-Tevbe Sûresi'nde(9/107. âyet 3. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

Bilindiği gibi, kilisenin bir gazap yeri olması, kabristana göre daha ileri bir ihtimaldir. Çünkü, orası Allah'a isyan olunan ve içinde küfür edilen bir yeıdir Kabristan ise böyle değildin Halbuki, sünneti seniyyede, kilise ve havraların mescid edinileceğine dair ifadeler varid olmuştur. en-Nesâî, Talk b. Ali'den şöyle dediğini rivâyet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gitmek üzere bir heyet olarak yola çıktık. Ona bey'at ettik, onunla birlikte namaz kıldık. Biz, ona bizim topraklarımızda bize ait bir kilisenin olduğunu söyledik.,, diyerek hadisin geri kalan bölümünü nakletmektedir.Nesâî, Mesacid 1 Sözü geçen bu hadiste şu ifadeler yer almaktadır: "Kendi topraklarınıza döndüğünüzde, kilisenizi kırıp onu mescid edininiz."İbn Abdi’l-Berr, <st-Temkldr V, 229

Ebû Dâvûd'un da Osman b. Ebi'l Âs'dan naklettiğine göre, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine Taif mescidini, müşriklerin putlarının olduğu yerde yapmasını emretmiş idi. Dâvûd, Salât 12;İbn Mâce, Mesndrt 3 Bu hadis, daha önce Tevbe Sûresi'nde (9/107. âyet, 3- başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Diğer taraftan, takva esası üzere kurulmuş Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Mescidi'nin, müşriklerin kabristanı üzerinde bina edilmiş olması yeterlidir. Bu da kabristanda namaz kılmayı mekruh kabul eden herkese karşı bir delildir.

İste müslümanlara, ister müşriklere ait olsun, kabristanda namaz kılmayı mekruh görenler arasında es-Sevrî,Ebû Hanîfe, Evzaî, Şâfiî ve bunların mezheplerindeki ilim adamları da vardır. Ancak es-Sevri’ye göre(kılacak olursa) namazını iade etmez.Şâfiî'ye göre ise necasetin bulunmadığı bir yerde kabristanda namaz kılacak olursa, kıldığı namaz yeterlidir.İbn Abdi’l-Berr, et-Temhid, V, 2J0

Çünkü bu konuda bilinen hadisler vardır. Ayrıca,Ebû Hüreyre'nin rivâyet ettiği hadise göre,Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Evlerinizde namaz kılınız ve evlerinizi kabristana çevirmeyiniz" Ebû Dâvûd, Salat 198;Tirmizî, Salat 213;Nesâî, Kıyâmu'l-Leyl 1; İbn. Mâce, İkametu's-Salâ 186; Müsned, II, 6, 12? Ayrıca, Ebû Mersed el-Gaznevî'nin, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)’den rivâyet ettiği hadis de bunu gerektirmektedir: "Kabirlere doğru namaz kılmayınız ve kabirler üzerinde oturmayınız."Müslim., Cerhiz, 97, 98;Ebû Dâvûd, Cengiz 73;Tirmizî Cenaiz 57;Nesâî, Kıble 11;Müsned, IV, 135

Bu iki hadis, isnad bakımından sabittirler. Ancak bunlarda,(görüşlerine) delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü, her iki hadisin de tevil edilebilme ihtimali vardır. Tevil edilme ihtimali olmayan bir delil bulunmadıkça, temiz olan her yerde namaz kılmanın yasak olmaması gerekmektedir.

Müslüman fakihlerden hiçbir kimse de-kendisiyle uğraşıl maması gereken mesnetsiz iddialar ile gerek kıyas açısından gerekse de sahih bir rivâyet açısından açıklanabilir bir tarafı bulunmayan naklettiğimiz önemsiz görüşler müstesna müslümanların kabristanı ile müşriklerin kabristanı arasında fark gözetmiş bulunmamaktadır.İbn Abdi’l-Berr, et-Temhid, V, 230

8. Gübre ve Pislik Atılan Bahçede Namaz Kılmak:

Dikkat edilirse merhum müfessirimiz yedinci başlığı zikretmemiştir. Ancak merhum müfessirin sadece "mesele" deyip bîzîm nıiüinrnsiî: olarak: "Hicr ashabının kuyularından... hükmü" diye açtığımız başlık, iki no'lu başlık olursa, sırasıyla bu başlık ta (8) no'lu başlık olur.

Ekinleri yetiştirsin diye pisliğin ve necasetin gübre olarak atıldığı bahçede üç defa sulanmadıkça namaz kılınmaz. Bunun gerekçesi ise Dârakutnideki şu rivâyettir: Mücahid,İbn Abbâs'tan, o Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan, pislik ve kokuşmuş şeylerin atıldığı bahçe hakkında şöyle buyurduğu nakledilmektedir: "Orası üç defa sulandı mı orada namaz kıl."Dârakutnî, I, 228.

Bu hadisi, yine Dârakutnî, Nafi'den, o, İbn Ömer yoluyla rivâyet etmiştir. Ona, içine pislikleri ve şu artık gübrelerin atıldığı bahçeler hakkında namaz kılınır mı diye sorulduğunda, o şu cevabı vermişti: Orası üç defa sulandı mı, orada namaz kıl. Bu da Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'den merfu olarak rivâyet edilmiştir. Ancak, her iki hadis, senet bakımından farklıdırlar. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır."

81

Biz onlara, âyetlerimîıi vermiştik de bunlardan yüzçevirmişlerdi.

Yüce Allah'ın:

"Biz onlara, âyetlerimizi vermiştik" âyetindeki

"âyetlerimizi"; Âyetlerimizle" anlamındadır. Şanı yüce Allah'ın:

"Kuşluk yemeğimizi getir" âyetinin; Kuşluk yemeğimizle" demek olduğu gibi.

Burada sözü geçen "âyef'den kasıt, dişi devedir. Çünkü bu dişi devede, pek çok âyetler (belge ve mucizeler) vardı. Kayanın içinden çıkması ve çıktığı sırada yavrulamasının yakın olması, hiç bir dişi devenin ona benzemeyecek kadar iri ve büyük olması, hepsine yetecek kadar çokça süt vermesi gibi. Bununla birlikte Hazret-i Salih'in, dişi deve dışında kuyu ve buna benzer başka bir takım mucizelerinin olma ihtimali de vardır.

"Bunlardan yüz çevirmişlerdi."Bu âyetlerden gerekli ibretleri almamışlardı.

82

Onlar, güven içinde dağlardan evler yontup oyarlardı.

"Yontmak" Arapçada birşeyi törpüleyerek düzeltmek ve üzerindeki fazlalıkları (keser vb. aletlerle) tıraş etmek demektir. "Ha" harfi esreli olarak, şeklinde mastarı da; şeklinde "onu yonttu, yontar, yontmak'" anlamındadır, ise, yontmadan geri kalan artıklar demektir. Kendisiyle yontulan alete" denilir. Kur'ân-ı Kerîm'de de; " Siz, elinizle yonttuğunuz şeylere mî tapıyorsunuz?" (es-Sâffât, 37/95) yani, keserek, yontarak yaptığınız şeylere mi tapıyorsunuz demektir. Hazret-i Salih'in kavmi, ileri derecedeki kuvvetleri ile dağları yontarak kendilerine ev yapıyorlardı.

"Güven İçinde"; bu evlerin üzerlerine göçeceğinden, yahut yıkılıp bozulacağından yana güven içinde, diye açıklanmıştır, Ölümden yana güven içinde diye açıklandığı gibi, azaptan yana güven içinde,,, diye de açiklanmıştır,

83

Derken, sabaha girdiklerinde, onları da o çığlık yakalayiverdi.

"Derken, sabaha karşı girdiklerinde”yani, sabah vaktinde

"onları da o çığlık yakalayıverdi."

"Sabah vaktine girdiklerinde" demek olup hal olarak nasb edilmiştir. Burada sözü edilen çığlık ile ilgili açıklamalar, daha Önce Hûd Süresi(11/67. âyetin tefsirinde.) ve el-Âraf Sûresi(7/78. âyetin tefsiri)nde geçmiş bulunmaktadır.

84

Kazandıkları kendilerine hiç bir fayda vermedi.

"Kazandıkları kendilerine hiç bir fayda vermedi." Mallarının, dağlarda korunacak kale gibi yerler edinmelerinin ve kendilerine ihsan edilen birçok nimetin hiç bir faydasını görmediler.

85

Biz, gökleri, yeri ve aralarındakileri ancak hak ile yarattık. Şüphesiz o saat gelicidir. O halde sen onlara güzellikle davran.

"Biz, gökleri, yeri ve aralarındakileri ancak hak ile" yani, zeval bulmaları ve yok olmaları için

"yarattık." Bir diğer açıklamaya göre, iyi davrananlar ile kötü hareket edenlere amellerinin karşılığını vermek için yarattık. Nitekim, bir başka yerdeyüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Göklerde ve yerde olan herşey Allah'ındır. (Bu) kötülük edenleri yaptıkları karşılığında cezalandırması, güzel amelde bulunanları daha güzeli ile mükâfatlandırması içindir." (en-Necm, 53/31)

"Şüphesiz o saat gelicidir." Yani, kıyâmet muhakkak gerçekleşecektir ve herkes amelinin karşılığını görecektir.

“O halde sen, onlara güzellikle davran!" Bu da yüce Allah'ın:

"Ve onlardan güzel bir şekilde ayrıl." (el-Müzemmil, 73/10) âyetine benzemektedir, Yani, ey Muhammed! Sen hatalarını görmezlikten gel ve güzel bir şekilde onları affet. Daha sonra bu, kılıç (Savaş.) emri ile nesh olundu. Katade ise der ki: Bunu, yüce Allah'ın:

"Onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün." (en-Nisa, 4/91) âyeti nesh etmiştir. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) da onlara şöyle buyurmuştur: "Yemin olsun ben, size (boyunları) kesmekle geldim. Ben hasal (kelleleri uçurmak) emri ile gönderildim. Ben, ziraat emri ile gönderilmedim."Taberî, XIV, 51de Süfyün b. Uyeyne'nin nçıklauıssı çerçevesinde ve Silfyan ile Hazret-i Peygamber arasındaki ravîler zikredilmeksizin Bu açıklamayı daİkrime ve Mücahid yapmıştır.

Bu âyetin nesh olmadığı da söylenmiştir. Bu, Hazret-i Peygamber'e, kendisiyle onlar arasında(ki hususlarda), onları af etmeye dair bir emirdir. Safh (güzellikle davranmak) ise, yüzçevirmek demektir. Bu açıklama da el-Hasen ve başkasından nakledilmiştir.

86

Şüphesiz, senin Rabbin her şeyi yaratandır, her şeyi bilendir.

"Şüphesiz Rabbin, her şeyi yaratandır." Yani, yaratıklar hakkındaki takdirleri de ahlakı da takdir edendir,

"her şeyi" kimlerin hak davete uygun hareket ettiklerini, kimlerin de münafıklık ettiklerini

"bilendir,"

87

Yemin olsun, Biz, sana tekrarlanan yediyi ve şu Kur'ân-i Azim'i verdik.

İlim adamları,

"tekrarlanan yedi(es-Seb'û'l-Mesârû)" hakkında farklı görüşlere sahiptir. Fâtiha olduğu söylenmiştir. Bunu Ali b. Ebî Tâlib,Ebû Hüreyre, er-Rabî’ b. Enes,Ebû'l-Âl-iyye, el-Hasen ve başkaları söylemişlerdir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan da bu husus sabit yollarla rivâyet edilmiştir ki, bu da Ubey b. Ka'b ve Ebû Said b. el-Mualla yollarıyla gelen hadislerde sozkonusu edilmiştir. Bu rivâyetler, bundan önce el-Fâtiha Sûresi'nin tefsirinde (1. bab, 1. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Tirmîzî deEbû Hüreyre'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Elhamdülillah (Fâtiha SÛRESİ) Kur'ân’ın da anasıdır, kitabın da anasıdır ve tekrarlanan yedi (es-Seb'ul Mesânî) dir."(Tirmizî) dedi ki: Bu, hasen, sahih bir hadistir.Tirmizî, Feda ıhı 1-Kur’ân 1;Dârimî, Fed;îihr]-Ktır'ân 12;Müsned, V, 114 -hepsi de yakın ifadelerle-. Bu ise bu hususta açık bir delil (nass.) dır, yine bu da el-Fâtiha Sûresi'nde (tefsirinin 1. bab, 3- başlığında) geçmiş bulunmaktadır. Şair der ki:

"Size Kur'ân'ı, Ummul-Kitab'ı ve es-Seb'u’l-Mesânî'yi

İndiren hakkı için yemin veriyorum..."

İbn Abbâs da der ki: Burada "tekrarlanan yedimden kasıt, yedi uzun SÛRE olan el-Bakara, Ali İmrân, en-Nîsa, el-Mâide, el-En'âm, el-A'raf ve -birlikte olmak üzere- el-Enfal ve et-Tevbe Sûreleridir. Çünkü, bu iki SÛRE arasında besmele yoktur.

Nesâî, şöyle bir rivâyet kaydetmektedir: Bize, Ali b. Hucr anlattı, bize Şerik haber verdi. O, Ebû İshak'dan, o, Said b. Cubeyr'den, o daİbn Abbâs'tan, yüce Allah'ın:

"Tekrarlanan yedi" âyeti hakkında dedi ki: Bunlardan kasıt; yedi uzun sûredir.Nesâî, İfritâh 26.

Bunlara "Mesânî (tekrarlananlar)" denilmesinin sebebi, bu sûrelerde ibretlerin, ahkâmın ve hadlerin tekrar edilmesidir. Kimileri de bu görüşü kabul etmeyerek şöyle demişlerdir: Bu âyet-i kerîme Mekke'de indirilmiştir. Ve o dönemde henüz uzun sûrelerin hiç birisi indirilmiş değildi. Bu itiraza şöyle cevap verilmiştir: Şanı yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîmi önce dünya semasına, sonra da dünya semasından peyderpey indirmiştir. Dünya semasına indirdiği ise, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e henüz üzerine indirilmemiş olsa dahi, verilmiş gibidir.

"Tekrarlanan yedi"nin, yedi uzun sûre olduğunu söyleyenler arasında, Abdullah b. Mes'ûd, Abdullah b.Ömer, Saîd b. Cübeyr ve Mücahid de vardır. Şair Cerir de der ki:

" Allah Ferezdak'ın cezasını versin

Mufassal sûreleri ve Mesânî'yi kaybetmiş alarak akşamı ettiğinde.”

Mesânî'nin, Kur'ân-ı Kerîm in tümü olduğu da söylenmiştir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Allah, sözün en güzelini müteşabih, tekrar edilen (mesânî) bir kitap halinde indirmiştir." (ez-Zümer, 39/23) Bu, ed-Dahhâk, Tavus ve Ebû Malik'in görüşüdür. İbn Abbâs da böyle demiştir Kur'ân'a mesânî denilmesinin sebebi ise: hafreflerin ve kıssaların onda tekrar edilmesidir. Abdulmuttalib'in kızı Safiyye de, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) için söylediği mersiyesinde şöyle demektedir:

"O, kendisiyle doğru yolun bulunduğu, yükselen bir nûr idi.

Ta'zim okunan Kur'ân-ı Kerîm'in indirilmesi onun özelliği idi."

Burada "tekrarlanan yedi"den kastın, Kur’ân-ı Kerîm'in emir, nehiy, müjdeleme, uyarıp korkutma (tebşîr ve inzâr), misallerin verilmesi, nimetlerin sayılması, geçmiş nesillere dair haberler olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı da Ziyad b. Ebi Meryem yapmıştır.

Sahih olan birinci görüştür, çünkü o bu konuda açık bir nastır. el-Fâtiha Sûresi'nde de bu sûreye Mesanî adım vermenin başka sûrelere de aynı ismi vermeye engel bir taraf olmadığını açıklamış bulunuyoruz. Şu kadar var ki, Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'den, eğer herhangi bir hususta tevil ihtimali bulunmayan bir rivâyet varid olmuş ve açık bir nass da sabit olmuş ise, o nassın yanında durmak gerekir.

"Ve şu Kur'ân-ı azim’i verdik"âyetinde hazfedilmiş ifadeler vardır ve bunun takdiri şöyledir: Fâtiha, Kur'ân-ı azimin kendisidir. Çünkü Fâtiha, İslâm'ın esaslarıyla ilgili hususları kapsamaktadır. Yine buna dair açıklamalar daha önceden Fâtiha Sûresi'nde geçmişti,

“Ve şu Kur'ân-ı Azimin." âyetindeki "vav"ın fazladan geldiği ve ifadenin takdiri manasının: "Yemin olsun ki Biz sana tekrarlanan yedi olan şu Kur'ân-ı azim'i verdik" olduğu da söylenmiştir, Şairin şu beyiti de bu türdendir:

"O büyük ve efendi hükümdar,

O gayretler sahibi ve Savaşta askeri birliğin aralanma..."

Buna dair açıklamalar da daha önceden yüce Allah'ın:

"Namazları ve özellikle orta namazı koruyunuz" (el-Bakara, 2/238) âyetini açıklarken, (3. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

88

Sakın bazılarını faydalandırdığımız şeylere iki gözünü dikip uzatma! Onlar için tasalanma da. Mü’minlere de kanadını indir.

Bu âyete dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:

1. Dünya Ehline İmrenmek:

Yüce Allah'ın:

"Sakın... İki gözünü dikip uzatma"âyetinin anlamı şudur: Kur'ân-ı Kerîm sayesinde Ben, insanların elinde bulunan şeylere seni muhtaç olmaktan kurtardım, yücelttim. Çünkü Kur'ân-ı Kerîmi kendisi için yeterli bir servet görmeyen bizden değildir. Yani, sahip olduğu Kur'ân-ı Kerîm ile İhtiyaçtan kurtulduğunu kabul etmeyip -yüce Mevlâ'nın marifetlerine sahip olduğu halde- gözünü dünyanın, süsüne diken bir kimse bizden değildir.

Denildiğine göre, Busra ve Ezriât denilen yerlerden yedi kafile, Kurayza ve Nadirlilere aynı güncte ulaştı. Bu kafilelerle beraber buğday, hoş kokular, mücevherat, denizlerden çıkarılan eşyalar da vardı. Müslümanlar şöyle dedi: Bu mallar bizim olsaydı, bunlarla güçlenir ve bunları Allah yolunda infak ederdik. Bunun üzerine yüce Allah:

"Yemin olsun ki Bîz sana tekrarlanan yediyi..." âyetini indirdi.Yani, bunlar sizin için oraya gelen yedi kafileden daha hayırlıdır. O bakımdan gözlerinizi onlara dikmeyiniz. İbn Uyeyne bu kanaattedir. O bununla İlgili olarak Hazret-i Peygamberin şu hadisini de zikreder: “Kur'ân-ı Kerîm ile kendisini zengin görmeyen yani başka şeylere ihtiyaçtan kendisini uzak kabul etmeyen kimse bizden değildir."Buhârî, Tevhîd AA, Ebû Dâvûd, Vitr 20, Darımı, Salat 171: Müsned, I. 172, \7% 179; " ni..." diye baştaynn açıklama yalnızca- Ebû Dâvûd, Vitr 20: Müsned, I. 172’de

Bu anlamdaki açıklamalar bizim bu kitabımızın baş taraflarında (Kur'ân'ın faziletleri bölümü Kur'ân'ı okuma keyfiyeti ile ilgili bahiste) geçmiş bulunmaktadır. Bazılarınız ifadesi nimetlerde emsal kıldığımız kimseleri demektir.Yani zenginler zenginlik bakımından birbirlerinin emsalidirler. Bu bakımdan âyet-i kerimede bunlara("çiftler" anlamına gelen): "Ezvac" denilmiştir.

2. Sürekli Dünya Metaını Arzulamak:

Bu âyet-i kerîme dünya metaını arzulayıp ona göz dikmekten uzak kalınmasını ve onun sürekli olarak mevlâsına ibadete yönelmesinin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Yüce Allah'ın şu âyeti da buna benzemektedir:

"Onlardan bir kısmına bunlarla kendilerini imtihan edelim diye dünya hayatının süsü olarak verip faydalandırdığımız şeylere gözlerini dikme!" (Ta-Ha, 20/131)

Ancak durum bu şekilde değildir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:"Bana dünyanızdan kadınlar ve hoş koku sevdirildi. Gözümün nuru da namazda kılındı "Nesâî, işretu'n-NlsS 1: Müsned, III, 128, 199. 285Hazret-i Peygamber de insan olmanın ve insanî fıtratın bir özelliği olarak hanımları ile hoş vakit geçirir, güzel koku sürünmeye dikkat ve özen gösterirdi. Yüce Mevlasına seslenmesi esnasında da gözü ancak namaz ile aydınlanırdı. O Rabbine münacaatını, seslenişini bundan daha lâyık ve daha uygun görürdü. Muhammed(sallallahü aleyhi ve sellem)’in dininde Îsa'nın dininde olduğu gibi ruhbanlığa yönelmek yoktur. Şanı yüce Allah insana hafif gelen, zorluklardan uzak ve arınmış müsahamakar hamiliği teşri buyurmuştur. O bakımdan insanoğlu dünyanın arzulanan şeylerinden nasibini alır ve yüce Allah'a selim bir kalb ile döner. Faziletli kıraat bilginleri(İslâm âlimleri) ile ihlaslı kimseler bugün için lezzet verici şeylerden uzak durarak göklerin ve yerin Rabbine ihlasla yönelmenin daha evla olduğu görüşündedirler. Çünkü dünyada haram şeyler daha baskın halde bulunmaktadır. Kul ise mÂişeti dolayısıyla kendileriyle birlikte oturup kalkmanın câiz olmadığı kimselere oturup kalkmak şeklinde haramların galip geldiği bir ortamda iyi davranmak zorunda kalmış bulunmaktadır. Böyle anlamak kıraat daha faziletli dünyadan kaçmak bunun İçin daha doğru ve daha adil bir davranış olarak ortaya çıkmaktadır. Nitekim Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: "İnsanlar öyle bir döneme geleceklerdir ki; müslümanın en hayırlı malı -dinini korumak kastıyla fitnelerden kaçarak- dağ başlarında ve yağmurun düştüğü yerler arkalarından gideceği bir koyun (sürüsü) olacaktır."Buhârî, Îman 12; Bed'ul-Halk 1% Menâkib 25. Rikaak 34. Fiten 14, Ebû Dâvûd, Fiten 4;Nesâî, İınîtTi 30;İbn Mâce, Fîlen 13;Muvatta’, İsti'zrîn 16:Müsned, III, 6. 30, 43, 57.

Yüce Allah'ın:

"Onlar için tasalanma" âyeti, müşrikler îman etmeyecek olurlarsa onlar için üzülme demektir. Manası: Dünya hayatında kendilerine verilen meta ve dünyalık dolayısıyla üzütme, çünkü âhirette senin bundan daha üstün ve faziletli şeylerin vardır. Şöyle de açıklanmıştır: Eğer onlar azaba doğru yol alacak olurlarsa onlar için üzülme; çünkü onlar azâb ehli kimselerdir.

"Mü’minlere de kanadını indir" sana îman eden kimselere karşı yumuşak davran ve onlara alçak gönüllüce tevazu ile haraket et.

"Kanadın indirilmesi" aslında, kuşun yavrusunu bağrına basarken kanadını açtıktan sonra üzerine kanadını kapatması hakkında kullanılır. însan hakkında kendisine tabi olanları daha yakınlaştırması ve yakın tutmasının bir sıfatı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Mesela: Filan kişi kanadını alçaltan, indiren bir kimsedir, denilirken o vakur ve sakin bir kimsedir, denilmek İstenir. Âdemoğlunun iki kanadı onun İki yanıdır. Yüce Allah'ın:

"Elini kanadının(koltuğunun) altına götür" (Tâ-Hâ, 20/22) âyeti da buradan gelmektedir. Kuşun kanadı onun eli hükmündedir. Şair der ki:

"Bir kavmin lideri olan için mertlik olarak yeter.

Hasta kardeşlerine kanadını uzatman."

Yani onlara alçak gönüllülükle ve yumuşaklıkla davranman.

89

Ve de ki: Şüphesiz ben, evet ben açıkça uyarıcıyım"

90

Nitekim bölüşülenlere de indirmiştik.

Bu ifadede hazfedilmiş sözler vardırYani: Ben bir azâb ile apaçık uyaran bir kimseyim, anlamında olup merul olan "azâb" kelimesi hazfedilmiştir. Çünkü "uyarmak " zaten buna delildir. Nitekim bir başka yerde de şöyle buyurulmaktadır:

"Ben Âd ve Semud'un yıldırımı gibi bir yıldırımla sizi korkutup uyarırım" (Fusilet, 41/13) diye buyurulmaktadir.

Nitekim "anlamındaki kafin fazladan geldiği de söylenmiştir. Yani ben sizi bölüşenlere indirdiğimiz şeyler ile açıkça uyarıcıyım demek olur. Yüce Allah'ın:

"Onun benzeri hiçbir şey yoktur."(eş-Şûrâ, 42/11) âyetinde olduğu gibi

Manası: Ben sizi bölüşenlerede indirdiğimizin bir benzeri ile açıkça uyanayım, şeklinde olduğu söylendiği gibi, anlamın: "Nitekim biz bölüşenlere de azâb indirmiştik ve (95. âyet-i kerîme ile birlikte) o alay edip duranlara karşı muhakkak ki Biz sana yeteriz. Artık emrolunduğunu açıkça bildir ve haddi aşan o müşriklerden yüz çevir. Çünkü Biz onlardan birçok sıkıntılar çekmiş olduğun ileri gelenlere karşı sana yeteriz, anlamında olduğu da söylenmiştir.

"Bölüşenler"in anlamı ile ilgili olarak yedi farklı görüş vardır:

1- Mukâtil ve el-Ferrâ'' der ki: Bunlar Hac döneminde Velid b. el-Muğıre'nin gönderdiği onbir kişidir. Bunlar Mekke'nin dar yollarını, geniş yollarını, dağlardaki yollarını kendi aralarında paylaştırarak bu yollardan geçenlere köle diyorlardı: Aramızda çıkan ve Peygamberlik İddiasında bulunan bu kimseye sakın aldanmayın o bir delidir, bazen o bir sihirbazdır, bazen o bir şairdir, bazen de o bir kahindir, diyorlardı. Onlara bu şekilde "bolüşenler" adının verilmesi bu yollan kendi aralarında paylaştırmalarıdır. Allah bunların hepsinin canlarını en kötü şekilde aldı. Bunlar ayrıca el-Velid bin el-Muğiıe'yi Mescidin kapısında hakem olarak tayin etmişlerdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında ona soru soranlara da: O adamlar doğru söylediler diye cevap verirdi,

2-Katade der ki: Bunlar Kureyş kafirlerinden bir topluluk olup. Allah'ın kitabını bölüştürerek, bir kısmına şiir, bir kısmına büyü, bir kısmına kehânet bir kısmına da öncekilerin efsaneleri ismini vermişlerdi.

3-İbn Abbâs der ki: Bunlar kitabın bir bölümüne îman edip bir bölümünü inkâr eden kimselerdir.

4-İkrime de böyle demiştir: Bunlar ehl-i kitab kimselerdir. Onlara "bölüşenler" adının veriliş sebebi, alay eden kimseler oluşları ve onların kimisinin: Bu sûre benimdir bu sûre de senin olsun, demeleridir. İşte dördüncü görüş de budur.

5-Katade der ki: Bunlar kitaplarını bölüştüler darmadağın ve parçalara ayırdılar ve tahrif ettiler.

6-Zeyd b. Eslem der ki: Burada kastedilenler, Tiz, Salih'in kavmidir. Bunlar onu öldürmek üzere kasem ettiklerinden dolayı onlara el-müktesîm'in" (yani yemin eden, kasem eden kimseler) ismi verilmiştir. Nitekim yüce Allah:

"Kendi aralarında Allah adına yemin ederek dediler ki: Ona ve aile halkına gece baskın yapalım..," (En-Neml, 27/49) âyetiyle buna işaret etmektedir.

7-el-Ahfeş der ki: Bunlar karşılıklı olarak yemin ile kendi aralarında bazı hususları, bölüşen bir topluluktu. Denildiğine göre bunlar As b. Vail Rabia’nın iki oğlu Utbe ve Şeybe, Ebû Cehil b. Hişam, Ebul-Bahteri b. Hişam, en-Nadr b. Haris Umeyye b. Haleb ve Münebbih b. Haccac'dırlar. Bunu da el-Maverdi nakletmektedir.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç