19Rabbinden sana indirilenin ancak hak olduğunu bilen kimse kör gibi midir? Ancak selim akıl sahipleri iyice öğüt alır. "Rabbinden sana indirilenin ancak hak olduğunu bilen kimse kör gibi inidir?" Bu da yüce Allah'ın mü’min ve kâfire verdiği bir örnektir, rivâyete göre bu âyet-i kerîme Hamza b. Abdu'l-Muttalib (radıyallahü anh) ile Ebû Cehil -Allah'ın laneti üzerine olsun- hakkında inmiştir. Körlükten kasıt, kalp körlüğüdür. Dini bilip tanımayan kimse, kalbi kör bir kimsedir. "Ancak selim akıl sahipleri İyice öğüt alır." 20Onlar Allah'ın ahdini yerine getirirler, antlaşmalarını bozmazlar. Bu âyete dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız: 1- Ahidlerine Bağlı Kalanlar: Yüce Allah'ın: "Onlar Allah'ın ahdini yerine getirirler..." âyeti selim akıl sahiplerinin niteliklerindendîr. Ancak Allah'ın ahdini yerine getiren selim akıl sahipleri iyice öğüt alır, demektir. Buradaki "ahid" bir cins ismidir, Allah'ın bütün ahitlerini yerine getirirler, demektir. Bunlar da Allah'ın kullarına vasiyet ettiği emir ve yasaklarıdır. Bu lâfızların kapsamına bütün farzlara bağlılık, masiyeti gerektîrici herşeyden de uzak durmak girer. "Antlaşmalarını bozmazlar" âyetinde "antlaşmalar"in cins isim olarak kastedilme ihtimali vardır. Yani bunlar Allah'a itaat uğrunda herhangi bir ahdi aktedecek olurlarsa, bunu bozmazlar. Katâde der ki: Yüce Allah yirmi küsur âyet-i kerîmede kullarına antlaşmalardan söz ederek bunları bozmayı yasaklamıştır. Bu âyetle muayyen bir antlaşmaya işaret etme ihtimali de vardır ki; buna göre, yüce Allah'ın kullarını ataları Âdem'in sulbünden çıkarttığı sırada onlardan almış olduğu ahit ve misak olabilir. el-Kaffâl der ki: Buradaki ahit onların akıllarında yerleşik bulunan tevhid ve nübüvvet yoluyla bildirilenlere dair delillerdir. 2- Ahde Bağlılığın Gereği Ve Tevekkülün Gerçek Mahiyeti: Ebû Dâvûd ve başkalarının Avf b. Mâlik'ten rivâyetlerine göre o şöyle demiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın huzurunda yedi yahut sekizya da dokuz kişi idik. Şöyle buyurdu: "Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)a bey'at etmez misiniz?"Henüz yeni bey'at etmiştik, o bakımdan: Biz sana bey'at ettik ya, dedik. Nihayet aynı sözü üç defa tekrarladı. Biz de ellerimizi uzatarak ona bey'at ettik. Birimiz: Ey Allah'ın Rasûlü dedi. Biz sana bey'at etmiş idik. Neye sana bey'at ediyoruz? Şöyle buyurdu: "O'na hiçbir şeyi ortak koşmamak üzere Allah'a ibadet edeceğinize, beş vakit namazı kılacağınıza, dinleyip itaat edeceğinize -sonra gizlice bir söz söyledi- ve dedi ki: İnsanlardan da bir şey istemeyeceğinize."(Avf b. Mâlik devamla) dedi ki: Yemin ederim, o kişilerden kimisinin kamçısı düşer, hiçbir kimseden o kamçısını kendisine uzatmasını istemezdi. Müslim, Zekat 108; Ebû Dâvûd, Zekât 27;Nesâi, Salât 5; İbn Mâce, Cihâd 41 (nisbeten kısa olarak);Müsned, VI, 27. İbnu’l Arabî der ki: Hatırda tutulması gerek en büyük ahitlerden birisi de O'ndan başka hiç kimseden bir şey istememektir. Ebû Hamza el-Horasanî, âbidlerin büyüklerinden idi. Bir takım kimselerin Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)a hiçbir kimseden, hiçbir şey İstemeyeceklerine dair bey'at ettiklerini bildiren hadisi işitti. Bunun üzerine Ebû Hamza şöyle dedi: Rabbim, burada sözü edilenler peygamberini gördükleri sırada ona ahit vermişlerdi. Ben de sana hiç kimseden bir şey istemeyeceğime dair ahit veriyorum. Derken Mekke'ye haccetmek üzere Şam'dan yola çıktık. Geceleyin yolda gittiği sırada bir mazereti sebebiyle arkadaşlarından geri kaldı, sonra da onların arkalarına koyuldu. Onlara yetişmek üzere yolda giderken yolun kenarındaki bir kuyuya düştü. Kuyunun dibine vardığında, belki birisi sesimi işitir diye imdat isteyeyim, dedikten sonra kendisine ahit verdiğim zat beni görür ve beni işitir. Allah'a yemin ederim, insanlara(bu hususta) bir tek kelime dahi söylemeyeceğim, dedi. Aradan fazla bir vakit geçmeden, o kuyunun yanından bir takım kimseler geçti. Kuyunun yol kenarında olduğunu görünce, bu kuyunun ağzının kapatılması gerekir, dediler. Sonra da tahta kesip bu tahtaları kuyunun ağzına yerleştirmeye başladılar ve üzerlerini toprakla örttüler. EbûHamza bunu görünce, bu bir ölümdür dedi ve arkasından onlardan yardımına koşmalarını istemeyi düşündü, sonra da: Allah'a yemin ederim (aksi takdirde) ebediyyen buradan çıkamayacağım, dedi. Daha sonra kendisine dönerek: Sen, sem gören kimseyle ahitleşmedin mi? dedi ve sesini çıkarmayıp sustu, tevekkül etti. Arkasından durumunu düşünerek, kuyunun dibinde bir yere yaslandı. Bir de baktı ki topraklar üzerine düşüyor ve üzerinden tahtalar kaldırılıyor. Bu esnada da: Elini uzat diyen birisinin sesini işitti. (Ebû Hamza) dedi ki: Elimi ona uzattım, bir defada beni kuyunun ağzına kadar çıkardı, fakat çıktığımda kimseyi göremedim. Sahibi görünmeyen bir sesin bana: Tevekkülün meyvesini nasıl buldun? diye sordu. (Ebû Hamza) daha sonra şu beyitleri söyledi: "Senden, utancım, muhabbetimi açıklamamı engelledi, Senin bana ihsan ettiğin bilgi sayesinde bunu açıklamaya muhtaç etmedin, İşimde bana lütfettin ve benim şahit olunan hallerimi, Benim gaib olanıma açıkladın. Ve hiç şüphesiz lütuf a, lütuf ile yardıma koşulur. İlim ile bana göründün ve âdeta, Gaybmda benden hoşlanmayan şeyleri uzaklaştırdığını haber veriyorsun gibi, Senin heybetinden kendimi yalnızlıkta görüyorken, Senden yana lütuf merhametle bana ünsiyet veriyorsun. Ölümü sevgide olan bir sevene hayat veriyorsun, Bu ise hayret edilecek bir şeydir, ölümle beraber hayat nasıl olur?" İbnu'l-Arabî (devamla) der ki: İşte, bu yüce Allah'a ahit veren ve ahdinde bağlılığının mükâfatını eksiksiz ve kemal derecesinde bulan birisidir. Siz de böylesine uyunuz. İnşaallah hidayet bulursunuz, Ancak Ebû'l-Ferec el-Cevzî der ki: Bu adamın böyle bir durumda nefsine karşı yardımcı olması iddiasıyla tevekkül diyerek, sesini çıkarmaması helal değildir. Eğer tevekkülün anlamını iyice kavramış olsaydı, böyle bir durumda yardım ve imdat istemenin tevekküle aykırı olmadığını bilecekti. Nitekim Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den çıkışını saklı tutmakla, bir kılavuzu kiralamakla ve bu işi gizlemesini isteyip mağarada gizlenmekle (kendilerine yetiştiği sırada) Sürâka'ya: Bizim bu durumumuzu gizle, kimseye söyleme demekle tevekkülün dışına çıkmamıştı. Buna göre yasak bir işi yapmakla, şer'an övülen tevekkül derecesine ulaşılamaz. Kuyuya düşen bu adamın bu şekilde susması ona yasaktır. Bunu şöyle açıklayalım: Şanı yüce Allah Âdemoğluna kendisine gelecek zararları bertaraf edecek bir araç ve yine kendisi vasıtasıyla fayda sağlayacağı bir araç yaratmıştır. Bir kimse tevekkül iddiasıyla Allah'ın yarattığı bu aracı işletmeyecek olursa, elbetteki bu, tevekkülü bilmemek olur, tevazu hikmetini reddetmek olur. Çünkü tevekkül kalbin yüce Allah'a güvenip dayanmasıdır. Yoksa sebebleri kestirip atmak tevekkül için zorunlu bir şey değildir. Bir kimse acıkıp ölünceye kadar dilencilik yapmayacak olursa, cehenneme girer. Bunu Süfyanes-Sevrî ve başkaları söylemiştir. Çünkü yüce Allah esenlik yolunu da göstermiştir. Bir kimse bu esenlik yolunu tutmayıp oturacak olursa, kendi aleyhine(şeytana) destek vermiş olur. (Devamla) Ebû'l-Ferec der ki; Dolayısı ile Ebû Hamza'nın: "Bir arslan geldi ve beni çıkarttı" şeklindeki sözüne de bakılmaz. Öyle bir şey olsa dahi bu, tesadüf olabilir. Yüce Allah'ın cahil bir kula lütfü da olabilir. Yüce Allah'ın böyle birisine lütfettiği de inkâr olunmaz, buna tepki gösterilmez. Ancak bizzat kendisinin fiili olan olumsuz davranışı red olunur. Bu da yüce Allah'ın kendisine emanet olarak vermiş olduğu nefsinin aleyhine iş yapmaktır. Oysa Allah ona nefsini korumasını emretmiştir. 21Onlar Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi bitiştirirler. Rabblerinden korkarlar ve kötü hesaptan endişe ederler. "Onlar Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi bitiştirirler" âyeti sıla-i rahim hakkında zahir (açık bir deli)dir. Bu Katâde ve müfessirlerin çoğunun görüşüdür. Bununla birlikte bütün itaatleri de kapsamına alır. "Rabblerinden" bir görüşe göre akrabalık bağını kesmek hususunda, bir diğer görüşe göre bütün masiyetler konusunda "korkarlar ve kötü hesaptan endişe ederler." Kötü hesap, hesaba çekilirken bütün inceliklere varıncaya kadar inceden inceye hesaba çekilmek demektir. İnceden inceye hesaba çekilen kişi de azaba uğratılır. İbn Abbâs ve Saîd b. Cübeyr yüce Allah'ın: "Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi bitiştirirler" âyetinin anlamı bütün kitaplara ve bütün peygamberlere îman etmektir, derler. el-Hasen ise; bu Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)in hukukuna riayet etmek ve onun hakkını gözetmektir, diye açıklamıştır. Dördüncü bir anlama gelme ihtimali vardır. O da îmana salih ameli bitiştirmeleridir ve Allah'ın kendilerine bitiştirilmesini emrettiği hususlarda "Rabblerinden korkarlar ve" bu emri terketmek konusunda "kötü hesaptan endişe ederler." Bununla birlikte birinci görüş -belirttiğimiz gibi- bu görüşleri de kapsamaktadır. Başarımız Allah'tandır. 22Onlar Rabblerinin rızasını isteyerek sabrederler. Namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık infak ederler. Kötülüğü, iyilikle Savarlar. İşte yurdun akıbeti bunlaradır. "Onlar Rabblerinin rızasını isteyerek sabrederler." Buradaki; "Onlar'ın yeni bir cümle olduğu söylenmiştir. Çünkü; "Sabrederler(sabrettiler)" fiili mazi olup; "Bitiştirirler" şeklindeki (muzari) fiile atfedilemez. Bunun, önce sözü edilenlerin sıfatlarından olduğu da söylenmiştir. Sıfat ise kimi zaman mazi lâfzı ile kimi zaman müstakbel(müzari) lâfzı ile yapılabilir. Çünkü âyet; kim bunu yaparsa, ona şu vardır anlamındadır. "Onlar" anlamındaki kelime aynı zamanda şart manasını da ihtiva ettiğinden ve şart cümlesinde de mazi tıpkı müstakbel (muzari) gibi olduğundan da bu şekilde fiilin gelmesi mümkün olmuştur. Bundan dolayı önce "onlar... yerine getirirler" diye (muzari fiil ile) buyurulduktan sonra (mazi fiil ile): "onlar... sabrederler" diye buyurulmakta, daha sonra da ona "kötülüğü iyilikle Savarlar" diyerek (yine muzari fiil kullanılarak) atıf yapılmaktadır. İbn Zeyd der ki: Bunlar hem Allah'a itaate sabrettiler. Hem de Allah'ın masiyetlerine karşı sabrettiler. Atâ da der ki: Bunlar musibetlere ve acılara, türlü türlü büyük musibetlere sabrettiler, Ebû İmrân el-Cevnî de der ki: Bunlar Allah'ın rızasını arıyarak, dinleri üzere sabır ve sebat gösterdiler. "Namazı dosdoğru kılarlar." Namazı farzlarıyla, huşu'uyla, vakitlerinde edâ ederler. "Ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık infak ederler." İbn Abbâs'tan nakledildiğine göre bununla farz zekât kastedilmektedir. Bu hususta açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/3- âyet, 25. başlıkta) ve başka yerlerde geçmiş bulunmaktadır. "Kötülüğü iyilikle Savarlar." Yani salih amel ile kötü amelleri uzaklaştırırlar. Bu açıklamayı İbn Abbâs yapmıştır. İbn Zeyd der ki: Bunlar şerri hayır ile Savar ve bertaraf ederler. Saîd b. Cübeyr de: Münkeri, maruf ile bertaraf ederler diye açıklamıştır.ed-Dahhâk'ın açıklamasına göre; onlar kötü ve çirkin sözleri selâm ile; Cüveybir'e göre zulmü affetmek ile; İbn Şecere'ye göre günahı tevbe ile; el-Kutebî'ye göre cahilin saygısızlık ve edebsizliğîni hilm ile bertaraf ederler. Buna göre saygısızlık, edebsizlik(sefeh) kötülük, hilm ise iyilik olmaktadır. Şöyle de açıklanmıştır: Bir kötülük işlemek istediklerinde ondan vazgeçer ve Allah'tan mağfiret dilerler. Bir diğer açıklamaya göre şirki, lâ ilahe illallah ile uzaklaştırırlar. İşte bu hususta toplam dokuz ayrı açıklama ve görüş. Hepsinin de anlamı birbirine yakındır. Bunların birincisi ise umumî bir anlam ifade ettiğinden hepsini kapsamaktadır. Bu âyetin bir benzeri de yüce Allah'ın: "Çünkü iyilikler, kötülükleri giderir." (Hûd, 11/114) âyetidir. Hazret-i Peygamber'in, Muâz b. Cebel (radıyallahü anh)a söylediği:"Ve kötülüğün ardından hemen iyiliği yetiştir ki onu silsin. İnsanlarla da güzel bir ahlâk ile geçin"Tirmizî, Birr 55;Müsned, V, 228, 236'da Muâz b. Cebel’den 153, 177'de Ebû Zerr'den. âyeti da bu kabildendir. "İşte yurdun" yani âhiretin "akıbeti bunlaradır." Bu da cehennem yerine cennettir. Yurt demek olan "eddâr" yarın iki tanedir. İtaat edenlere cennet, isyan edenlere de cehennemdir. Yüce Allah, burada itaatkârları söz konusu ettiğine göre, onların da yurdu elbetteki kaçınılmaz olarak cennettir. Buradaki "yurt" ile dünyanın kastedildiği de söylenmiştir. İşledikleri itaatlerin karşılığı, dünya yurdunda da onlara verilecektir, demek olur. 23O Adn cennetleridir. Onlar oraya ana ve babalarından, eşlerinden, zürriyetlerinden salih olanlarla birlikte gireceklerdir. Melekler de her kapıdan onların yanına girip; "O Adn cennetleridir." Yani onlar için Adn cennetleri vardır. Buna göre "Adn cennetleri" anlamındaki âyet "âkıbefden bedeldir. Bununla birlikte "yurdun akıbeti" ifadesinin tefsiri de olabilir. Yani Adn cennetlerine girmek ile onlara mükâfat verilecektir. Çünkü "yurdun akıbeti" terkibi meydana gelecek bir olayı anlatmaktadır. "Adn cennetleri" ise ayn(nesne)dir. Hades (olay) yine onun gibi bir hades ile açıklanır. O halde hazfedilmiş mastar mef'ûle izafe edilmiştir. Bununla birlikte "Adn cennetleri"rün hazfedilmiş bir mü btedanın haberi olması da mümkündür. "Adn cennetleri" cennetin ortası, onun en yüksek yeridir. Buranın tavanı da Rahmân'ın Arşıdır. Bu açıklamayı el-Kuşeyrî Ebû Nasr Abdu'l-Melik yapmıştır. Buhârî'nin, Sahih'inde de şöyle denilmektedir: "Allah'tan dilekte bulunduğunuz vakit O'ndan Firdevs'i isteyiniz. Çünkü Firdevs cennetin en orta yeri ve en yüksek yeridir. Onun üstünde de Rahmân'ın Arş'ı vardır, cennetin bütün nehirleri de oradan kaynar."Buhari, Cihad 4, Tevhîd 22; Tirmizî, Sıfatu'l-Cenne 4; Müsned, II, 335. Eğer bu (el-Kuşeyrînin açıklaması) sahih ise, bu şekilde birçok cennetlerin olma ihtimali de vardır. Abdullah b. Amr der ki: Cennette "Adn" diye anılan bir köşk vardır. Etrafında burçlar ve yeşil bahçeler vardır. Bu sarayın bin kapısı vardır. Herbir kapının üzerinde beşbin tane çizgili Yemen örtüsü vardır. Buna ancak peygamber, sıddîk veya şehid olanlar girebilecektir. "Adn" kelimesi, bir yerde ikamet etti anlamındaki; dan alınmadır. Nitekim ileride yüce Allah'ın izniyle buna dair açıklamalar Kehf Sûresi'nde (18/31. âyetin tefsirinde) gelecektir. "Onlar oraya ana ve babalarından, eşlerinden, zürriyetlerinden salih olanlarla birlikte gireceklerdir." Bu âyetin daha önce geçen; " Bunlar"a atfedilmesi de mümkündür, anlam şöyle olur: İşte bunlarla birlikte ana ve babalarından, eşlerinden, zürriyetlerinden salih olanlara da, yurdun akıbeti bunlaradır. Bununla birlikte bu âyetin; Onlar oraya... gireceklerdir"deki merfu zamire (onlar zamirine) atfedilmesi de mümkündür. (Mealde böyle yapılmıştır.) Böyle bir atıf, aralarında nasbedilmiş bir zamirin girmesinden dolayı uygundur. Anlam şöyle de olabilir: Onlar da oraya gireceklerdir. Ana ve babalarından salih olanlar da oraya gireceklerdir. Yani oraya nesebleri dolayısıyla girmeyecekler, girenler salih oldukları için oraya gireceklerdir. "Olanlar"da ki... anlar’ın şu takdirde nasb mahallinde olması da mümkündür: Onlar oraya ana-babalarından salih olanlarla birlikte gireceklerdir, Bunlar kendileri gibi amel işlememiş olsalar dahi, yüce Allah, onlara bir ikram ve lütuf olmak üzere yakınlarını da kendilerine katacaktır. İbn Abbâs der ki: Buradaki salih oluş, Allah'a ve Rasûlüne imandır. Eğer onların(salih amelde bulunanların yakınlarının) îman ile birlikte başka İtaatleri de varsa cennete kendi itaatleri sebebiyle girmiş olurlar, yoksa yakınlarına tabi olmak suretiyle değil. el-Kuşeyrî der ki: Ancak bu tartışılabilir bir görüştür. Çünkü zaten îman olmadan olmaz ve mutlaka(cennete girmek İçin gerekli) bir şeydir. O halde salih amelin şart olduğu hususunda söz söylemek, imanın da şart olduğunu söylemek gibidir. Zahir olan (kuvvetli olan) odur ki, buradaki salih oluş, genel olarak bütün ameller hakkındadır.Yani yüce Allah onları cennette akrabaları ile birlikte bir araya getirmek suretiyle yarın(kıyâmet gününde) bunlar üzerindeki nimet tamamlanmış olacaktır. Her ne kadar cennete herkes kendi ameliyle girecek olsa dahi, yine de yüce Allah'ın rahmetiyle cennete girilecektir. "Melekler de her kapıdan onların yanına girip" yani onlara ikramda bulunmak üzere Allah tarafından getirdikleri hediyeler ve armağanlarla onların yanlarına girip; 24"Sabrettiğiniz şeylere karşılık selâm sizlere! Yurdun ne güzel sonucudur bu!" (derler.) "Sabrettiğiniz şeylere karşılık selâm sizlere" diyeceklerdir. Burada "diyeceklerdir" sözü zikredilmemiştir. Selâm sizlere ise siz her türlü afet ve mihnetten yana esenliktesiniz artık, demektir. Bunun -her ne kadar esenlikte bulunuyor iseler dahi- esenliklerinin devamı için onlara yapılacak bir dua olduğu da söylenmiştir.Yani Allah, size selâmet ve esenlik versin, demektir. Bu da kip olarak haber olmakla birlikte dua anlamındadır ve ubudiyyeti itiraf anlamını da ihtiva etmektedir. "Sabrettiğiniz şeylere karşılık"sabretmeniz sebebiyle, sabretmeniz karşılığında demektir. Çünkü fiil ile birlikte mastar anlamını verir. başındaki "be" harfi de "selâm sizlere" âyetinin anlamına taalluk etmektedir. Hazfedilmiş bir kelimeye taalluku da mümkündür, "Bu üstün ikram sabrınız sebebiyledir" demektir. Allah'ın emir ve yasaklarına sabretmeniz sebebiyledir, anlamındadır. Bu açıklamayı da Saîd b. Cübeyr yapmıştır. Dünyada fakirliğe sabretmeniz... diye de açıklanmıştır ki bu Ebû İmrân el-Cevnî'ye aittir. Allah yolunda cihada sabretmeniz sebebiyle diye de açıklanmıştır. Nitekim Abdullah b. Ömer'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir. Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Allah'ın yarattıkları arasından cennete kimlerin gireceğini biliyor musunuz?" Onlar: Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, dediler. Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Kendileri vasıtasıyla serhadlerin korunduğu, onlar sebebiyle hoş olmayan şeylerden korunulan ve onlardan birisi öldüğünde ihtiyacını içinde gizlemiş ve onu gerçekleştirememiş olarak ölen mücahidlerdir. Melekler bunlara gelir, her kapıdan onların yanına girip: Sabrettiğiniz şeylere karşılık selâm sizlere, yurdun ne güzel sonucudur bu!"(derler.) Müsned, II, 168, daha uzunca ve: "... mürâhîdlerdir" yerine: "... fakirler ve muhacirlerdir..." şeklinde. Ayrıca "Abdullah b. Ömer'den" değil, "Abdullah b. Amr b. el Âs'dan," Muhammed b. İbrahim de der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) her sene şehitlerin kabirlerine gider ve şöyle derdi: "Sabrettiğiniz şeylere karşılık selam sizlere, yurdun ne güzel sonucudur bu." Ebû Bekr, Ömer ve Osman(radıyallahü anhüm) da böyle yaparlardı. Bunu el-Beyhakî de Ebû Hüreyre'den zikrederek şöyle der: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) şehitlere giderdi. Dağlar arasından açılan yolun ağzına geldiğinde(Uhud şehidlerine) şöyle derdi: "Sabrettiğiniz şeylere karşılık selam sizlere. Yurdun ne güzel sonucudur bu." Daha sonra Hazret-i Ebû Bekir de Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)den sonra bunu yapardı. Hazret-i Ebubekir'den sonra Hazret-i Ömer de aynı şeyi yaptı, Hazret-i Ömer'den sonra Hazret-i Osman da aynı şeyi yaptı. Hasan-ı Basrî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- der ki: Dünyada (ihtiyaç) fazlası olan şeylere karşı sabrettiğiniz için selam sizlere... demektir. Bir diğer açıklamaya göre itaatlere devam, masiyetlerden uzak kalmak suretiyle "sabretmenize karşılık..." demektir. Bu anlamdaki açıklamayı el-Fudayl b. İyad yapmıştır. İbn Zeyd de der ki: Sevdiğinizi kaybetmenize rağmen "sabretmeniz sebebiyle..." Yedinci bir anlama gelme ihtimali de vardır: Şehvetlerin, isteklerin arkasına takılmaya karşı sabrettiğiniz için... Abdullah b. Selam ile Ali b. el-Huseyn(radıyallahü anhüm) dediler ki: Kıyâmet günü geldiğinde bir münadi: Sabreden kimseler ayağa kalksın, diye seslenir. İnsanlar arasından bir grup insan kalkar. Onlara, haydi cennete doğru gidin, denilir. Melekler onları karşılar ve: Nereye derler, onlar da: Cennete derler. Melekler, hesabınız görülmeden önce mi? diye sorarlar. Onlar evet, diyecekler. Melekler: Siz kimlersiniz? diye soracaklar, onlar da: Biz sabreden kimseleriz diyecekler. Yine melekler: Sizin sabrınızın mahiyeti neydi? diye soracaklar. Onlar: Biz nefislerimizi Allah'a İtaat üzere sabrettirdiğimiz gibi Allah'a masiyetlere karşı da sabrettirdik. Dünyada bela ve mihnetlere karşı da sabrettirdik. Ali b. el-Huseyn der ki: Bu sefer melekler onlara: Haydi cennete girin. Salih amellerde bulunanların mükâfatı ne güzeldir, diyeceklerdir. İbn Selâm ise şöyle der: Melekler onlara: Sabrettiğiniz şeylere karşılık selam sizlere! diyeceklerdir. "Yurdun ne güzel sonucudur bu!"Yani sizin önceden içinde bulunduğunuz yurdun ne güzel sonucudur bu! Siz o yurtta iken, neticede sizi içinde bulunduğunuz bu hale ulaştıracak amellerde bulundunuz. Buna göre "sonuç(anlamındaki el-ukbâ)" bir isimdir "yurftan kasıt ise dünyadır. Ebû İmrân el-Cevnî der ki: "Yurdun ne güzel sonucudur bu!" âyeti cehennem yerine cennet ne güzeldir, demektir. Yine ondan nakledildiğine göre dünyadan sonra cennet ne güzeldir, diye açıklamıştır. 25Allah'a verdikleri sözü andlarıyla sağlamlaştırdıktan sonra bozanlar, Allah'ın bitiştirilmesini emrettiği şeyi koparanlar, yeryüzünde fesad çıkaranlar (var ya)! İşte lanet de onlaradır, yurdun kötüsü de onlaradır. Yüce Allah ahdini yerine getirenleri, emrini bitiştirip ifa edenleri söz konusu edip onların mükâfatlarını da zikrettikten sonra "Allah'a verdikleri sözü andlarıyla sağlamlaştırdıktan sonra bozanlar..." âyeti ile de onların aksini söz konusu etmektedir. "Ahdin bozulması(misak'ın nakzedilmesi)" Allah'ın emrinin terk edilmesi demektir. Akıllarını ihmal etmeleri anlamında olduğu da söylenmiştir. Bunlar yüce Allah'ı tanımak üzere akıllarını kullanıp düşünmeyen kimselerdir. "Allah'ın bitiştirilmesini emrettiği şeyi" akrabalık bağlarını ve bütün peygamberlere îman etmeyi "koparanlar, yeryüzünde" küfür ve masiyetleri işlemek suretiyle "fesad çıkaranlar(var ya)! İşte lanet" yani ilâhî rahmetten kovulmak ve uzaklaştırılmak "de onlaradır, yurdun kötüsü" yani dönülecek kötü yurt -ki o da cehennemdir- "de onlaradır." Sa'd b. Ebi Vakkas dedi ki: Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin ederim ki burada sözü geçenler Harurî'lerdir (Haricîlerdir.) 26Allah rızkı dilediğine genişletir, daraltır. Onlar ise dünya hayatı dolayısı ile şımardılar. Halbuki dünya hayatı âhirete nisbetle sadece bir geçimliktir. Yüce Allah'ın: "Allah rızkı dilediğine genişletir"âyetine gelince; yüce Allah, mü’minin akıbeti ile müşrikin akıbetini söz konusu ettikten sonra, dünya hayatında rızkı genişletip yayanın bizzat kendisi olduğunu beyan etmektedir. Çünkü dünya bir imtihan yurdudur. Kâfire geniş bir rızık verilmesi, onun üstün ve değerli olduğuna delil değildir. Bazı mü’minlere az rızık verilmesi de onların hakir olduk la nna, küçüklüklerine delil değildir. " Daraltır" demektir. Yüce Allah'ın: "Rızkı kendisine daraltılan kimse..." (et-Talâk, 65/7) demektir. "Daraltır"ın yeteri kadar verir anlamında olduğu da söylenmiştir. "Onlar ise dünya hayatı dolayısıyla şımardılar." Bununla Mekke müşriklerini kastetmektedir. Onlar dünya hayatı dolayısıyla şımardılar ve ondan başkasını tanımayıp Allah'ın nezdindekileri bilemediler. Bu âyet "yeryüzünde fesad çıkaranlar" âyetine atfedilmiştir. Âyet-i kerîmede takdim ve tehir vardır ki, ifadenin takdiri şöyledir: Sağlamlaştırılmasından sonra Allah'ın ahdini bozanlar, Allah'ın bitiştirilmesini emrettiği şeyi kesenler, yeryüzünde fesad çıkartanlar ve dünya hayatı dolayısı ile şımaranlar (var ya; işte lanet onlaradır,..) "Halbuki dünya hayatı âhîrete nisbetle" âhiretin yanında "sadece bir geçimliktir." Yani eşyalardan bir eşya gibidir. Tencere ve küçük bir tepsi gibi bir şeydir.Mücahid de; geçip giden azıcık bir şey demek olup günün yükseldiğini anlatmak için kullanılan; Gün yükseldi" tabirinden alınmıştır. Böyle bir günün ise mutlaka zeval bulması kaçınılmazdır, der.İbn Abbâs der ki: Dünyanın geçimliği, çobanın azığı gibi bir azıktır, demektir. Bir diğer açıklamaya göre, dünya hayatının geçimliği dünyada iken kendisinden yararlanılan şeyler demektir. Geçimliğin, âhiret için dünyadan edinilen azık anlamında olduğu da söylenmiştir. Takva ve salih amel gibi. Yüce Allah "yurdun kötüsü de onlaradır" diye durumlarını belirttikten sonra "Allah rızkı dilediğine genişletir, daraltır" buyurarak rızkı dilediğine genişletip yayacağını, dilediğinin rızkını da daraltacağını bildirmekte ve daha sonra da şöyle buyurmaktadır: 27Kâfir olanlar: "Kendisine Rabbinden bir âyet indirilmeli değil miydi?" derler. De ki: "Şüphesiz Allah dilediğini saptırır ve kendisine yönelenleri de doğru yola iletir." Yüce Allah: "Kâfir olanlar: Kendisine Rabbinden bir âyet indirilmeli değil miydi? derler" âyetinde olduğu gibi, Peygamberlerin doğruluğuna delâlet eden tek bir âyet (mucize) gördükten sonra onlara mucizeler gösterme teklifinde bulunmanın bir cahillik olduğunu bir kaç yerde açıklamaktadır. Bu sözleri söyleyen kişi Abdullah b. Ubeyy ile onun arkadaşlarıdır. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)den bir takım mucizeler "âyetler" göstermesini istediklerinde bu sözleri söylemişlerdi. "De ki: Şüphesiz Allah" azze ve celle "dilediğini saptırır."Yani bir takım âyetleri indirdikten ve sizleri bunları delil olarak kullanmaktan mahrum ettikten sonra sapıklıkta bıraktığı gibi, başkalarının inmesi esnasında da sizleri saptırır "ve kendisine yönelenleri de doğru yola iletir." “Kendisine" âyetindeki zamir hakka yahut İslâm'aveya yüce Allah'a racîdir. Yani: O, kalbiyle kendisine dönen kimseleri dinine ve kendisine itaate hidayet eder. Zamirin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)e ait olduğu da söylenmiştir. 28Bunlar Îman edenlerdir, gönülleri Allah'ın zikri ile huzura kavuşanlardır. Haberiniz olsun ki; kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur. "Bunlar îman edenlerdir" âyetindeki: "Bunlar" nasb mahallindedir. Çünkü mef'ûldür; Allah îman eden bu kimseleri hidayete iletir demektir. Bunun "kendisine yönelenler" âyetinden bedel olduğu da söylenmiştir, o da yine nasb mahallinde olur. "Gönülleri Allah'ın zikriyle huzura kavuşanlardır." Yani yüce Allah'ı tevhid ile kalpleri sükûna erer. Teselli bulur ve böylelikle huzura kavuşur.Yani bunların kalpleri dilleriyle birlikte Allah'ı zikretmeye devam etmek suretiyle huzur bulur. Bu açıklamayı Katâde yapmıştır. Mücahid, Katâde ve başkaları da derler ki: Allah'ın zikrinden kasıt Kur'ân-ı Kerîm'dir.Süfyan b. Uyeyne ise, Allah'ın emridir diye açıklamıştır. Mukâtil Allah'ın va'di diye açıklamıştır. İbn Abbâs, Allah'ın adıyla yemin ederek... diye açıklamıştır. Yahut onların kalpleri Allah'ın lütuf ve nimetlerini hatırlayarak huzur bulur, tıpkı O'nun adalet, intikam ve kazasını hatırlamakla titrediği gibi. "Allah'ın zikri ile" âyetinin, onlar Allah'ı anarlar, O'nun âyetleri üzerinde dikkatle düşünürler ve böylelikle basiretli bir şekilde kudretinin ne kadar mükemmel olduğunu bilip, tanırlar, anlamına geldiği de söylenmiştir. "Haberiniz olsun ki kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur." Buradaki "kalpler"den kasıt mü’minlerin kalpleridir,İbn Abbâs der ki: Bu, yemin etmek hakkındadır. Bir kimsenin hasmı Allah İsmi ile yemin ettiği takdirde, kendisine yemin olunanın kalbi huzura kavuşur. "Allah'ı anmakla" Allah'a itaat etmekle diye açıklandığı gibi; Allah'ın mükâfatıyla, Allah'ın va'diyle diye de açıklanmıştır.Mücahid der ki: Bunlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)in ashabıdır. |