6Hani Mûsa kavmine demişti ki: “Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Çünkü O, sizi işkencenin en kötüsüne sürmekte ve oğullarınızı kesip, kâdirılarınızı (kızlarınızı) bırakmakta olan Fir'avun ailesinden kurtardı. İşte bu size anlatılanlarda, Rabbinizden büyük bir imtihan vardır.” “HaniMûsa kavmine demişti ki: “Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Çünkü O, sizi işkencenin en kötüsüne sürmekte”Burada geçen, (.......) kelimesi,(.......) kelimesinin zarfıdır.Bu da in'am anlamındadır. Yani,“size inam ve ikramda bulunduğu vakti ve zamanı hatırlayın.” Ya da bu, (.......) kavlinden bedeli istimaldir. Yani;“Sizi kurtardığı zamanı ya da vakti hatırlayın” demektir. “Ve oğullarınızı kesip,” bu konu daha önce (Bakara, 49) ve (A'raf, 141) ayetlerinde, cümle aralarında atıf edatı olan vav harfi olmaksızın geçti. Burada ise aralarında vav harfi bulunmaktadır. Özetle demek gerekirse; aralarında atıf ya da bağ edatı olan vav harfi olmaksızın sözü edilen kesilme olayı, âyette geçen(.......) kelimeşinin tefsiri olmakta ve onu açıklamaktadır. Ancak vav harfi ile zikr edilmesi ise, burada söz konusu edilen kesilme olayı azap türüne veya emsine ek ya da ilave bir azap türü olarak sanki ayrıca bir azap imiş gibi verilmektedir. “Kâdirılarınızı kızlarınızı bırakmakta olan Fir'avun ailesinden kurtardı. İşte bu size anlatılanlarda, Rabbinizden büyük bir imtihan vardır.” Burada geçen işaret ismiyle yani (.......) ile azâba işaret olunmuştur. Yine âyette geçen,(.......) kelimesi de mihnet, sıkıntı gibi manalara gelmektedir. Ya da burada işaret ismi, kurtarmaya işaret etmektedir.“Bela” da burada nimet manasındadır. Nitekim şöyle buyurulmuştur: “Biz sizi denemek için hayırla da, şerle de imtihan ederiz.” (Enbiyâ', 35) 7Hatırlayın ki Rabbiniz size şöyle bildirmişti: “Eğer şükr ederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azâbım çok şiddetlidir!” “Hatırlayın ki Rabbiniz size şöyle bildirmisti:” Burada geçen,(.......) kavli, (.......) demektir. Nitekim, (.......) ve (.......) kelimelerinin benzeri,(.......) ve (.......) kelimeleridir. Ancak, (.......) kelimesinde var olan mana ziyadeliği, (.......) kelimesinde yoktur. Sanki burada şöyle denilmektedir: “Rabbiniz öylene açık ve net bir bildirimde bulundu ki, artık bu noktada bütün şüphe ve kuşkulara yer kalmamakta, hepsi yok olup gitmektedir.” Bu ifade Hazret-i Mûsa'nın kavmine söylediği şeyler cümlesindendir. Bunun mensûb olması ise, (.......) kavli üzerine ma'tûf bulunması sebebiyledir. Sanki burada,(.......) buyurmakta ve devamında da, “Eğer şükrederseniz” Ey İsrâ'il oğulları! Sizi kurtarmak gibi size verdiğim nimetleri ve başkalannı hatırlayıp da şükredecek olursanız, “Elbette size nimetimi artıracağım” Kesinlikle nimetinize nimet katacağım. Şükretmek demek: Var olanı koruyup kollamak, değerini bilmek ve olmayanı da bulup ele geçirmek, avlamak demektir. Denir ki, nimet, kendisine şükredildiğinin nağmelerini, sesini duyacak olursa, hemen fazlalaşmaya, artmaya hazırlanır. İbn Abbâs da şöyle der: “Eğer siz, Allah'a itâat etmede ciddi manada gayret gösterir ve çaba sarf ederseniz, Allah da: “Ben de ciddi olarak sevabınızı mutlaka artırırım” der. “Ve eğer nankörlük ederseniz” size nimet verdiğim şeylere karşı nankörlükte bulunursanız, “Hiç şüphesiz azâbım -nimetime karşı nankörlük edenler için- çok şiddetlidir!” Bunun dünyadaki yansıması, ellerindeki sahip oldukları nimeti ellerinden almam olacaktır. Âhirette ise, intikam üzerine intikam ve cezâ üzerine cezâ yağdırmam olacaktır. 8Mûsa dedi ki: “Eğer siz ve yeryüzünde olanların hepsi nankörlük etseniz, bilin kiAllah gerçekten zengindir, hamdedilmeye lâyıktır.” “Mûsa dedi ki: -Ey İsrâ'il oğulları!-'Eğer siz ve yeryüzünde olanların -insanlarınhepsi nankörlük etseniz,” “bilin kiAllah gerçekten zengindir, -sizin şükrünüze muhtaç değildir, hamdetmesi gerekenler hamdetmeseler de yine- hamd edilmeye lâyıktır.” Halbuki siz böyle yapmakla sadece kendinize zarar vermiş olursunuz, çünkü siz bu davranışlarınızla nefislerinizi o hayırlardan mahrum bırakmaktasınız. Halbuki mutlaka siz o hayra muhtaçsınız. 9Sizden öncekilerin, Nûh, ad ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin haberleri size gelmedi mi? OnlarıAllah'tan başkası bilmez.Peygamberleri kendilerine mu'cizeler getirdi de onlar, ellerini peygamberlerinin ağızlarına bastılar ve dediler ki: Biz, size gönderileni inkâr ettik ve bizi kendisine çağırdığınız şeye karşı derin bir şüphe içindeyiz. (.......) Sizden öncekilerin, Nûh, ad ve Semûd kavimlerinin -buraya kadar olan kısmı Hazret-i Mûsa'nın kavmine söylediği ifadelerdendir, ya da Hazret-i Muhammed(sallallahü aleyhi ve sellem)’in çağındaki topluma yapılan mübteda olan bir cümledir, yeni bir cümledir, ve onlardan sonrakilerin haberleri size gelmedi mi? OnlarıAllah'tan başkası bilmez.” Burada,(.......) kavli, (.......) üzerine atfolunmuştur. (.......) kavli ise itiraz yani parantezveya muterize cümlesidir. Mana ise şöyledir:“Onlar öylene sayıca çokturlar ki, Allah'tan başka kimse onların sayılarını bilemez.” İbn Abbâs diyor ki: “Adnan oğulları ile İsmâîl oğulları arasında otuz ata geçtiği hâlde bunlar bilinememektedir.” Rivâyete göre bu âyetin indiği sırada Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlar: “Soybilimciler yalan söylemişlerdir, yalancıdırlar.” İbn Sad bunu, “Tabakatu'l·Kübra, 1156” adlı kitabında İbn Abbâs'tan merfû' olarak rivâyet etmiştir. Ancak isnadı ciddi anlamda zayıf olan bir rivâyettir. İbn Cerir de Tefsirinde, 13/187 de İbn Mes'ud üzerinde mevkuf bir rivâyet olarak rivâyet etmiştir. “Peygamberleri kendilerine mu'cizeler getirdi” belgeler getirdi “de onlar, ellerini peygamberlerinin ağızlarına bastılar” Her iki zamîr de kafirlere râcidir. Yani parmaklarını şaşkınlıktan dolayı ısırdılar, dişlerinin arasına aldılar ya da öfke ve hınçlarından dolayı parmaklarını iyice ısırdılar. Ya daikinci zamîr peygamberlere râcidir, buna göre mana şöyledir: “Kavimleri ellerini, peygamberlerinin gönderildikleri davayı anlatmamaları için onların ağızlarına tıkadılar, peygamberlerin ağızlarını kapattılar, susturdular.” “Ve dediler ki: Biz, size gönderileni inkâr ettik ve bizi kendisine çağırdığınız şeye -Allah'a îmana ve tevhit inancına- karşı derin bir şüphe içindeyiz.” Büyük bir şüphe içinde bulunmaktayız. 10Peygamberleri dedi ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? Halbuki O, sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve sizi muayyen bir vakte kadar yaşatmak için sizi (hak dine) çağırıyor. Onlar dediler ki: Siz de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsiniz. Siz bizi atalarınıızın tapmış olduğu şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize, apaçık bir delil getirin! “Peygamberleri dedi ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var?” Bura da geçen, (.......) kavlinin başına gelen hemze, zarf olarak inkâr anlamında olan bir hemzedir. Yani inkâr anlamında bir soru şeklidir. Çünkü kelamda, yani ifadede bir şüphe söz konusu değildir, şüpheyi içeren bir durum yoktur. Ancak burada hakkında şüphe duyuları konuda kendilerine soru yöneltilmektedir. Çünkü öyle deliller ortaya konmuştur ki, bütün deliller açık olarak şüpheye yer vermeyen anlamda açık ve nettirler. Bu, aslında onların, “bizi kendisine çağırdığınız şeye karşı derin bir şüphe içindeyiz” sözlerine karşı bir cevap niteliğindedir. “Halbuki O, -îman ettiğiniz takdirde- sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve sizi muayyen bir vakte kadar -belirleyip tayin ettiği ve miktarını açıkladığı zamana kadar- yaşatmak için sizi hak dine -îmana- çağırıyor.” Burada görüldüğü gibi “Bağışlama” ifadesi kafirlere hitap ya da seslenme söz konusu olduğunda hep, (.......) edatıyla gelmiştir. Halbuki mü’minler sözkonusu olunca bu edata yer verilmemiştir. Şimdi kafirlere hitap vaki olan yerlerde bu edatın geldiğine bir iki örnek verelim. Şöyle ki:(.......) (Nûh,3-4) ve (.......) diye başlayan ayetten itibâren, nihayet, (.......) kavline gelinceye kadar olan kısımda görüldüğü gibi (.......) edatına yer verilmemiştir. (Saff,10-12).Bu ve benzeri daha nice âyetler vardır ki, incelendiğinde bunlar görülecektir. Bunun da nedeni iki hitap arasındaki ayınma dikkat çekmek ve yarın kıyamet gününde ikisinin eşit olmadıklarını göstermek içindir. Burada bu ayetlerin meallerine yer vermedik, ilgili surelerde zaten bunu okuyacaksınız. “Onlar -kavimleri- dediler ki: Siz de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsiniz.” Bizimle sizin aranızda bir üstünlük olmadığı gibi, ayrıca da sizin bize karşı bir üstünlügünüz de yoktur. O hâlde bizlerin dışında neden sizler peygamber olarak seçilmiş olacaksınız ki? Bizden farklı olarak ne özelliğiniz var sizin? (.......) kavli mealde de geçtiği gibi, “değilsiniz” anlamındadır. “Siz bizi atalarınıızın tapmış olduğu şeylerden -putlardan- döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize, apaçık bir delil getirin!” Bize apaçık bir hüccet ve delil getirin. Halbuki peygamberleri onlara apaçık belgelerle, âyet ve mu'cizelerle geldiler. Ancak bunların,(.......) kavliyle demek istedikleri şey, bizzat inat olsun ve işi yokuşa sürmek ve düşmanlık olsun diye kendilerinin olmasını istedikleri mu'cizeler demektir. |