Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

213

 

010 - YÛNUS SÛRESİ

 

CÜZ :

11

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

43

Aralarından sana bakanlar da vardır. Fakat basiretleri olmasa dahi körlere doğru yolu sen gösterebilir misin?

Yüce Allah:

"Onlardan sana kulak verenler de vardır" yani, zahiren sana kulak veriyor görünenler vardır. Halbuki onların kalpleri yüce Peygamberin söylediği haktan ve okuduğu Kur'ân-ı Kerîm'den hiçbir şey anlamamaktadır. Bundan dolayı;

"Fakat sağırlara -üstelik akıl da erdiremiyorlarsa- sen mi duyuracaksın" diye buyurmaktadır. Yani böylelerine sen duyaramazsın.

Bu âyet, zahiri itibariyle soru ise de nefiy anlamı vardır. Böylelikle kalpleri mühürlendiği ve kalplerine mühür basıldığı için onları sağırlar gibi değerlendirmiştir.Yani sen, yüce Allah'ın, hidayeti dinlemekten yana sağır bıraktığı kimseleri doğru yola iletemezsin. Aynı şekilde:

"Aralarından sana bakanlar da vardır. Fakat basiretleri olmasa dahi körlere doğru yolu sen gösterebilir misin?" âyetinin anlamı da bunun gibidir.

Şani yüce Allah, kendi tevfiki ve hidayeti olmaksızın hiç bir kimsenin îmana muvaffak olamayacağını haber vermektedir. İşte bu âyet ve bunun benzeri olan diğer âyetler, -bundan önce birden çok yerde geçtiği gibi-Kaderiyye'nin görüşlerini reddetmektedir.

"Kulak verenler” anlamındaki âyeti; “Kimse, kimseler" edatının anlamı gözönünde bulundurularak çoğul gelmiştir. Buna karşılık "bakan" anlamındaki; fiilinin tekil gelmesi ise, bu edatın lâfzına uygun olarak tekil gelmiştir.

Âyet-i kerimeden maksat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in teselli edilmesidir. Yani, sen nasıl ki sağır bir kimseye işittiremiyor ve nasıl ki kör olan bir kimseye yolunu görmesini sağlayacak gözler yaratamıyor isen, aynı şekilde Allah'ın haklarında îman etmeyeceklerine dair hüküm vermiş olduğu bu gibi kimseleri de îmana muvaffak kılamazsın.

"Sana bakanlar" ise, sana uzun uzun bakıp duranlar demektir. Yüce Allah'ın şu âyetine benzemektedir:

"Ölümden üstüne baygınlık çökmüş kimse gibi gözleri dönmüş halde sana bakıp durduklarını görürsün." (el Ahzâb, 33/19)

Bu âyet-i kerimenin alay eden kimseler hakkında indiği de söylenmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

44

Şüphesiz Allah İnsanlara en ufak şey kadar dahi zulmetmez. Fakat insanlar kendi kendilerine zulmederler.

Yüce Allah, bedbaht olanları sözkonusu ettikten sonra onlara zulmetmeyeceğini belirtmektedir. Onlar hakkında bedbahtlığın takdir edilmiş olması kalplerinin hakkı işitip basiretlerinin körelmesinin, O'nun kendilerine bir zulmü olmadığını açıklamaktadır. Çünkü bu, O'nun kendi mülkünde dilediği gibi tasarrufudur. O, bütün fiillerinde âdildir.

“Fakat insanlar" küfür, masiyet ve kendilerini yaratanın emirlerine muhalefet etmek suretiyle

"kendi kendilerine zulmederler."Hamza veel-Kisaî, " Fakat" kelimesini "nun" harfi şeddesiz ve sakin olarak okumuş,

"İnsanlar" kelimesini ise merfu' olarak okumuştur.

en-Nehhâs der ki: Ferrâ'nın da aralarında bulunduğu nahivcilerden bir topluluk, Arapların, eğer "vav" ile birlikte kullanacak olurlarsa, "nûn"u şeddeli okumayı tercih ettiklerini, "vav"sız kullanacak olurlarsa şeddesiz okurları tercih ettiklerini söylemektedirler. Buna şu sözleriyle de gerekçe gösterirler: Çünkü bu edat "vav" sız olarak gelecek olursa; Hayır, bilakis'e benzer. O bakımdan bu edattan sonra gelenler de; den sonra gelenlere benzesin diye "nûn"u şeddesiz okumuşlardır. "Vav" ile kullanacak olurlarsa bu sefer den farklı olduğundan, "nün" harfini şeddeli okurlar ve bunu ismi nasbeden bir edat kabul ederler. Zira aslında bu, başına "lâm" ve "kef" harfi ilave edilmiş ve tek bir harf haline getirilmiş den ibarettir. el-Ferrâ' ayrıca şu mısraı da nakletmektedir:

"Fakat ben onun sevgisinden dolayı yıkıldım, tükendim."

Görüldüğü gibi şair burada (haberin başına) "lâm" getirmiş bulunmaktadır, çünkü buradaki "lâkin" astındadır.

45

Onları haşredeceği o günde sanki gündüzün ancak bir saati kadar eğlenmişler gibi (gelecek); birbirlerini tanıyacaklar. Allah'a kavuşmayı yalanlamış bulunanlar, hem büyük bir zarara uğramışlardır, hem de doğru yolu bulamamışlardır.

"Onları haşredeceği o günde sanki gündüzün ancak bir saati kadar eğlenmişler gibi (gelecek)" âyetindeki; Sanki" edatı, "Sanki onlar" anlamında olup zamiri hazfedilmiş ve "nun"'şeddesiz gelmiştir.Yani onlar kabirlerinde ancak bir saat kadar kısa bir süre kalmışlar gibi gelecek onlara. Yani onlar, öldükten sonra dirilişin dehşetli hallerini göreceklerinden, kabirlerinde kaldıkları uzun süreyi oldukça kısa bulacaklar. Buna delil de onların:

"Bir gün, yahut bir günün bir bölümü kadar eğlendik" (el-Mu'minûn, 23/113) diyeceklerine dair verilmiş bulunan haberdir.

Şöyle de açıklanmıştır: Dünyadaki kalış sürelerinin kısa gelmesi, daha sonra karşılarına çıkacak olan şeylerin dehşetinden dolayıdır. Yoksa, kabirde kalacakları süreyi kısa bulacaklar anlamında değildir.İbn Abbâs der ki: Onlar, ebedî kalmaya karşılık ömürlerinin uzunluğunu kısacık bir an gibi göreceklerdir.

"Birbirlerini tanıyacaklar" anlamındaki âyet,

"O Onları haşredeceği" âyetindeki "he ve mim" (onlar) zamirinden hal olmak üzere nasb mahallindedir. Buna göre anlam şöyle olur: Birbirlerini tanıdıkları halele onları haşredeceği o günde... Bununla birlikte bu âyetin munkatı', (öncekiyle ilişkisi olmayan yeni) bir cümle olması da mümkündür. Âdeta "onlar birbirlerini tanıyacaklar" denilmiş gibidir. (Meal de böyledir).

el-Kelbî der ki: Kabirlerinden çıkacakları vakit, dünyada birbirlerini tanıdıkları gibi tanıyacaklar. Bu tanışma ise birbirlerini azarlamak ve rezil rüsvay etmek şeklinde olacaktır. Biri diğerine: Beni sen saptırdın, sen azdırdın, küfre sen götürdün diyecekler. Yoksa bu tanışma birbirlerine karşı şefkat, merhamet ve sevgi şeklindeki bir tanışma olmayacaktır. Daha sonra kıyâmet gününün dehşetlerini görecekleri vakit aralarındaki bu tanışma da yüce Allah'ın şu âyetinde ifade edildiği gibi, kesilecektir:

"Ve gerçek hiçbir dost, dostunu sormayacak."(el Meâric, 70/10)

Şöyle de denilmiştir: Geriye sadece azarlamak kastıyla bir tanışma kalacaktır. Doğru olan da yüce Allah'ın şu âyeti dolayısıyla budur:

"Sen, o zâlimleri Rabbleri huzurunda durdurulmuş... görsen. Biz de o kâfirlerin boyunlarına tasmalar koyarız..."(Sebe', 34/31-33);

"Her ümmet girdikçe kardeşine lanet edecek" (el-A'raf, 7/38) âyeti ile:

"Rabbimiz, gerçekten biz, yöneticilerimize ve büyüklerimize itaat ettik"(el-Ahzab, 33/67) âyetleri de bunu ifade etmektedir.

Yüce Allah'ın:

"Ve gerçek hiçbir dost, dostunu sormayacak” (el-Meâric, 70/10) âyeti ile

"Sur'a ûfürüldüğü o günde aralarında akrabalık bağı olmayacaktır" (el-Mu'minûn, 23/101) âyetlerinin anlamı ise, kimse kimseye rahmet ve şefkati dolayısıyla soru sormayacaktır, anlamındadır. Doğrusunu en iyi bilen de Allah'tır.

Şöyle de denilmiştir: Kıyâmetin değişik konumlan ve halleri vardır.

Yine denildiğine göre, "birbirlerini tanıyacaklar" ifadesi, birbirlerine soru soracaklar anlamındadır. Yani, siz ne kadar süreyle kaldınız diye karşılıklı soru soracaklar. Yüce Allah'ın:

"Birbirlerine dönerek karşılıklı soru sorarlar" (et-Tûr, 52/55) âyetinde olduğu gibi. Bu açıklama da güzel bir açıklamadır.

ed-Dâhhak der ki: Burada sözü edilen mü’minlerin şefkat yoluyla birbirlerini tanımalarıdır. Kâfirler arasında ise şefkat olmayacaktır. Yüce Allah'ın:

"Aralarında akrabalık bağı olmayacaktır" (el-Mu'minûn, 23/101) âyetinde olduğu gibi. Ancak, birinci görüş daha kuvvetli görünmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

"Allah'a" yaptıkları Allah'ın huzurunda onlara sunulmak suretiyle

"kavuşmayı yalanlamış bulunanlar hem en büyük zarara uğramışlardır..." Şöyle de açıklanmıştır: Öldükten sonra dirilişe ve amel defterlerinin verileceğine dair delilin ortaya konulusundan sonra bu âyetin yüce Allah tarafından verilen bir haber olması da mümkündür.Yani onlar, cennet mükâfaatını elde edememiş ve hüsrana uğramış kimselerdir. Şöyle de açıklanmıştır; Bunlar yüce Allah'ın huzuruna çıkacakları vakit, hüsrana uğrayacaklardır. Çünkü hüsran, artık vazgeçme umudunun kalmadığı, tevbenîn fayda vermeyeceği o halde ortaya çıkar.

en-Nehhâs der ki: Onların birbirlerini tanımalarının bu sözü söyleyecekleri anlamına gelmesi de mümkündür.

"... hem de doğru yolu bulamamışlardır" âyetiyle, onların doğru yolu bulamayanlardan olmaları Allah'ın ilminde böyle oldukları anlatılmaktadır.

46

Onlara va'dettiğimizin bir kısmını sana göstersek, yahut senin ruhunu alsak da yine onların dönüşü Bize olacaktır. Hem Allah ne yapacaklarını görüp gözetendir.

Yüce Allah'ın:

"Onlara vadettiğimizin bir kısmını"yani, sen hayatta iken dinini muzaffer kılmak suretiyle

"sana göstersek" ifadesi şarttır. Müfessirler derler ki: Onlara vadolunanların bir kısmı, Bedir'de onların bir kısmının öldürülmesi, öbür kısmının da esir alınması idi.

"Yahut senin ruhunu alsak da" anlamındaki âyet,

"sana göstersek"e atfedilmiştir. Yani, bundan önce senin ruhunu alacak olursa,

"yine onların dönüşü Bize olacaktır." Bu da şarün cevabıdır. Maksat, eğer Biz acilen onlardan intikam almasak, elbette sonradan zamanı gelince onlardan intikam alacağızdır.

"Hem Allah ne yapacaklarını" sana karşı Savaşmaları, seni yalanlamaları gibi işlerini

"görüp gözetendir." Kendisi onların yaptıklarına tanıktır, ayrıca bu konuda başkalarının tanıklığına ihtiyacı yoktur.

Şayet

"Hem Allah... görüp gözetendir"âyetinin, Allah orada ne yapacaklarını... anlamında olduğu söylenecek olursa, bu da uygun bir açıklama olur.

47

Her ümmetin bir peygamberi vardır. Rasûlleri geldiği zaman aralarında adaletle hükmedilir ve onlara zulmedilmez.

Yüce Allah'ın:

"Her ümmetin birpeygamberi vardır. Rasûlleri geldiği zaman aralarında adaletle hükmedilir" âyetinin anlamı şudur: Her bir ümmetin kendilerine karşı şahidlik edecek bir peygamberi vardır. Kıyâmet gününde peygamberleri geldiğinde aralarında hüküm verilecektir. Yüce Allah'ın:

"Her ümmetten birer şahid getirip de... halleri nice olur" (en-Nisa, 4/41) âyetinde olduğu gibi.

İbn Abbâs der ki: Yarın kâfirler, kendilerine peygamberlerin gelişini İnkâr edecekler. Bunun üzerine peygamber getirilerek: Ben size Rabbimin risaletini tebliğ ettim, diyecektir. İşte o vakit haklarında azap edilmeleri hükmü verilecektir. Buna delil de, yüce Allah'ın: "Peygamberde size karşı şahid olsun diye..."(el-Bakara, 2/143) âyetidir.

Âyetin anlamı şöyle de olabilir: Onlar, dünya hayatında kendilerine bir peygamber gönderilmedikçe azaba uğratılmazlar, Îman eden umduğunu elde eder ve kurtulur, îman etmeyen ise helâk olur ve azap edilir. Buna delil de yüce Allah'ın:

"Biz birpeygamber göndermedikçe azap ediciler değiliz" (el-İsrâ, 17/15) âyetidir.

Âyet-i kerimede geçen "el-Kıst" adalet demektir.

"Ve onlara zulmedilmez" yani, günahları olmaksızın onlara azap edilmez, onlara karşı delil getirilmeksizin de sorumlu tutulmazlar.

48

"Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu vaad ne zaman(gerçekleşek)?" derler.

Bu âyet ile Mekke kâfirleri kastedilmektedir. Çünkü onlar, oldukça İleri derecede inkâr etmişler ve azâbın da çabucak gelmesini istemişlerdir. Yani, Muhammed'in bize vadedip tehdit ettiği ceza ne zamandır, yahut kıyâmet ne zaman gelecektir?

Bu âyetin, peygamberlerini yalanlayan her ümmet hakkında umumî olduğu da söylenmiştir.

49

De ki: "Allah'ın dilediğinden başka kendime ne zarar verebilirim, ne de bir fayda sağlayabilirim. Her ümmetin bir eceli vardır. Artık ecelleri geldiği zaman ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler."

Yüce Allah'ın:

"De ki: Allah'ın dilediğinden başka kendime ne bir zarar verebilirim, ne de bir fayda sağlayabilirim" âyeti şuna işarettir: Mekkeli kâfirler, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’den azâbın çabucak gelmesini isteyince, yüce Allah ona şöyle buyurdu:

"Ya Muhammed, onlara de ki: Ben, ne bir zarar verebilirim, ne de bir fayda sağlayabilirim."Yani, bu kendini hakkında böyle olduğu gibi, başkası için de böyledir.

"Allah'ın dilediğinden başka" eğer öyle bir şeye güç yetirebilir veya sahip olabilirsem, bu ancak Allah'ın dilediği ile olabilir. Durum bu olduğuna göre, sizin çabucak gelmesini istediğiniz şeyi ben nasıl yerine getirebilirim ki? O halde bunları benden acele istemeyiniz. Hem

"her ümmetin bir eceli vardır"yani, onların helâk ve azap edilmeleri için yüce Allah'ın indinde belli bir vakit vardır.

"Artık ecelleri"yani, ecellerinin süresinin sona ermesi vakti

"geldiği zaman ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler."Yani, dünyada bir an dahi gecikerek kalma imkânını bulamazlar, onlar öne geçerek bu süreyi erteleyemezler.

50

De ki; "Ya O’nun azâbı geceleyin veya gündüzün size gelip çatarsa, söyleyin bana günahkârlar onun nesini acele isterler?"

"De ki: Ya O'nun azâbı geceleyinveya gündüzün sîze gelip çatarsa" âyetinde iki zarf (geceleyin ve gündüzün) vardır. Bu, onların: "Bu vaad ne zaman?" şeklindeki sorularının cevabıdır. Onların, azâbı çabucak istemek şeklindeki görüşlerinin, akılsızca bir iş olduğunu ortaya koymaktadır. Yani, azap size gelecek olursa, sizin bundan sağlayacağınız bir fayda yoktur. Ve o takdirde imanın da size faydası olmayacaktır.

"O günahkârlar onun nesini acele isterler?" Bu, bir soru olmakla birlikte azap ile korkutma ve azâbın büyüklüğü anlatılmak istenmektedir.Yani sizin o çabucak gelmesini istediğiniz şey ne büyük bir şeydir! Nitekim, bir kimse âkibeti vahim bir işin gelmesini isteyecek olursa: Sen kendine karşı ne yapıyorsun böyle! denilir.

Yüce Allah'ın:

"Onun" âyetindeki zamir, azaba aittir denildiği gibi, şanı yüce Allah'a ait olduğu da söylenmiştir.(O takdirde anlam: O'ndan neyi acele isterler anlamında olur).

en-Nehhâs der ki: Eğer "onun" âyetindeki zamir azaba ait kabul edilirse, o takdirde; "Nesini” hakkında iki takdir yapılabilir. Birincisine göre; "Ne" mübtedâ olarak ref mahallinde; da; O kimse ki, o ki anlamındadır ve bu; ın haberi olup, aid hazfedilmiş olur. Diğer bir takdire göre ise; "Nesini" lâfzının mübteda olarak ref mahallinde tek bir İsim olması, haberin de cümlenin muhtevasında bulunması sözkonusu olur. Bu açıklamayı ez Zeccâc yapmıştır.

Ayrıca: "Onun" ifadesindeki zamirin yüce Allah'ın ismine ait olduğu kabul edilirse, o takdirde; " Ne" ile tek bir kelime olur ve; "Çabucak gelmesini ister" ile nasb mahallinde olur. Yani: Günahkârlar Allah'tan o azâbın nesinin çabucak gelmesini isterler? demek olur.

51

Vuku bulduktan sonra mı Ona îman edeceksiniz? Şimdi mi, hani siz onun mutlaka çabucak gelmesini isteyip duruyordunuz?

Yüce Allah'ın:

"Vuku bulduktan sonra mı O'na îman edeceksiniz" anlamındaki âyette bir hazf vardır ki, ifadenin takdiri şöyledir: Sizler, azâbın üzerinize inmesinden yana güvenlik altında mısınız? Sonra azap gelip sizi bulduğunda: Şimdi mi ona inandınız, denilir.

Denildiğine göre bu, meleklerin onlarla alay olmak üzere söyleyecekleri sözlerdendir. Bunun, yüce Allah'ın söyleyeceği sözlerden olduğu da söylenmiştir.

“Sonra’nın başına soru için "elifin gelmesinin anlamı, onlara söyletmek ve azarlamaktır. Böylelikle bu, ikinci cümlenin anlamının, birincisinden sonra gerçekleşeceğine delalet etmesi İstenmiştir.

Şöyle de denilmiştir: Buradaki; "Sonra" edatı, peltek "se"nin üstün okunuşu ile; "Orada" anlamındadır. O takdirde bu, bir zarf olur.Yani, orada mı... demek olur.Taberî'nin kabul ettiği görüş budur. O takdirde bunda soru anlamı olmaz. (Yani: Orada vuku bulduktan sonra O'na îman edeceksiniz, demek olur).

"(........): Şimdİ'nin aslının; Vakti geldi, gibi mebni bir fiil olduğu söylenmiştir. Başındaki "elif" ve "lâm" ise onu isme dönüştürmek için gelmiştir. el-Halil der ki: Bu kelimenin mebni olması, iki sakinin yan yana gelmesinden dolayıdır. Baştaki "elif" ve "lâm" ise, an ve zamana işaret içindir. Şimdi (an) ise, iki zamanın arasındaki sınırdır.

"Hani siz onun",yani azâbın "mutlaka çabucak gelmesini isteyip duruyordunuz."

52

Sonra zulmedenlere: "Şu sürekli azâbı tadın" denilecek. "Ne kazandıysanız ondan başkası ile mi cezalandırılacaksınız?"

"Sonra zulmedenlere... denilecek."Yani, cehennem bekçileri onlara:

"Şu sürekli" yani, kesintisiz

"azâbı tadın" diyeceklerdir.

"Ne kazandıysânız ondan başkası ile mi" yani, küfrünüzün cezasından başkası ile mi "cezalandırılacaksınız?"

53

"O gerçek midir?" diye senden haber almak isterler. De ki: "Evet, Rabbim hakkı için elbette o haktır ve siz Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz."

Yüce Allah'ın:

"... senden haber almak İsterler"yani, ey Muhhammed! Azâbın geleceği ve kıyâmetin kopacağına dair

"o gerçek midir?" diye senden haber almak isterler,

"Gerçek midir" mübtedâdır.

"O" ise haber yerini almıştır. Sîbeveyh'in görüşü budur. Bununla birlikte

"O" anlamındaki zamirin mübteda,

"gerçek midir" anlamındaki ifadenin de onun haberi olması da mümkündür.

"De ki: Evet" âyetindeki:

"Evet" kelimesi,

"Evet" anlamında tahkik, gerçeklik ve te'kid için kullanılan bir lafızdır

"Rabbim hakkı İçin" âyeti da bir yemindir.

"O elbette haktır" ise yeminin cevabıdır, Yani, o gerçekleşecektir ve bunda hiç bir şüphe yoktur.

"Ve siz Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz" O'nun azabından ve cezalandırmasından kurtulamazsınız.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç