53Bunun sebebi şudur: Bir kavim nefislerinde olanı değiştirmedikçe Allah onlara ihsan ettiği nimeti değiştirici değildir. Ve şüphesiz ki Allah herşeyi İşitendir, bilendir. Bu âyet, (azap için) gerekçe mahiyetindedir. Yani, bu şekilde cezalandırma, onların Allah'ın nimetini değiştirmeleri, tebdil etmeleridir. Kureyş içine Allah'ın nimeti; verimlilik ve bolluktur; güvenlik ve afiyettir: "Görmedilermi ki Biz onlara güvenilir bir haram (belde) kıldık. Bununla birlikte onların etrafındaki insanlarda kapılıp alınmaktadırlar..." (el-Ankebût, 29/67)es-Süddî der ki: Allah'ın onlara nimeti Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'dır. Ancak onu inkâr ettiler. O bakımdan o da Medine'ye göç etti, ilâhî ceza da müşrikleri buldu. 54Tıpkı Fir'avun hanedanı ile onlardan öncekilerin gidişi gibi. Onlar, Rabblerinin âyetlerini yalanlamışlardı. Biz de günahları yüzünden onları helâk etmiş, Fir'avun hanedanını da suda boğmuştuk. Hepsi de zâlimdiler. Bu âyet bir tekrar değildir. Çünkü,birincisi yalanlamaktaki âdet ve gidişi anlatmakta, ikincisi ise değiştirmekteki âdeti dile getirmektedir. Âyetin geri kalan bölümleri ise açıktır. 55Yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü kâfirlerdir. Artık onlar îman etmezler. "Yeryüzünde yürüyen" hareket eden "canlıların" canlı varlıkların arasından "Allah katında" Allah'ın ilim ve hükmü gereğince "en kötüsü kâfirlerdir. Artık onlar Îman etmezler." Yüce Allah'ın: "Çünkü Allah katında yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü, akıl etmeyen sağır ve dilsizlerdir" (el-Enfal, 8/22) âyeti de buna benzemektedir. 56Onlar, kendilerinden birtakım kimselerle antlaşma yaptığın her seferinde, ardından ahidlerini bozanlardır. Onlar sakınmazlar da. Daha sonra yüce Allah bunların niteliklerini de belirterek şöyle buyurmaktadır: "Onlar, kendilerinden birtakım kimselerle antlaşma yaptığın her seferinde, ardından ahidlerini bozanlardır. Onlar sakınmazlar da." Yani, İntikâm alınacağından korkmazlar da. "(..........): Kendilerinden" âyetindeki, "...den" anlamını veren; teb'îz (kısmîlik) içindir. Çünkü antlaşma onların ileri gelenleri ile yapılır ve onlar da bunu bozarlar. Burada kastedilenler, Mücahid ve başkalarının görüşüne göre Kurayza ve Nadiroğullarıdır. Bunlar, antlaşmayı bozarak Mekke müşriklerine silah yardımında bulundular. Sonra da özür beyan ederek; unuttuk dediler. Hazret-i Peygamber onlarla ikinci bir defa daha antlaşma yaptı, bunu da Hendek günü bozdular. 57Eğer bunları Savaşta yakalarsan, onlara yaptıklarınla arkalarındakileri dağıt da ibret alsınlar. Bu âyet, şart ve onun cevabını ihtiva etmektedir. Başa geldiğinden te'kid için "nün" gelmiştir. Basra'lı nahivcilerin görüşü budur. Kûfeliler ise şöyle derler: Şeddeli ve şeddesiz "nûn" ile birlikte şart ve ceza cümlesinde fiilde yer alır. Böylelikle şartın cevabı olan ceza ve muhayyerliğin arasındaki fark ortaya çıkmış olur. "Bunları yakalarsan'ın anlamı ise, onları ashâb edip bağlayacak olursan, yahut da onları kendilerine güç yetirip yenik düşürecek ve zaaf hallerinde bulacak olursan... demektir. Bu anlam, lâfızdan anlaşılan manadır. Çünkü, burada "Savaşta" ifadesi de yer almaktadır. Kimileri de şöyle açıklamıştır: Onlara rastlar ve onlarla karşılaşırsan... Nitekim; "Onu buldum" demektir. ise, ele geçirmek istediği ve yapmak İstediği şeyi çabucak gerçekleştiren kişi demektir. Ancak, açıklamış olduğumuz gibi, âyet-i kerimeye uygun düşmesi dolayısıylabirinci görüş daha uygundur. Bir kimse ile rastlaşan kişinin galip gelerek, bu suretle başkalarını dağıtması mümkün olabileceği gibi, galip gelemeyebilir de. sözlükte, içi boş mızrağın ve benzeri şeylerin kendisi ile bağlandığı bağ demektir. Nâbiğa'nın şu beyiti de bu anlamdadır: "Sen, Kuaynlıları (yardıma) çağırıyorsun. Halbuki onlara vurulan zincirler, Mızrakların ucuna bağlanmış bağlar gibi(bileklerinde) iz bırakmıştır." "Onlara yaptıklarınla arkalarındakileri dağıt." Saîd b. Cübeyr der ki:Yani, onlara yaptıklarınla arkalarında bulunanları korkutup uyar. Ebû Ubeyd der ki: Bu kelime, Kureyşlilerin kullandıkları bir kelime olup onlara yaptıklarını başkaları da işitsin demektir. ed-Dahhak, onları ibretli bir şekilde cezalandır diye açıklarken,ez-Zeccâc da, onları öldür ki, geriye kalanları bundan dolayı darmadağın olsunlar, diye açıklamıştır. Sözlükte "Dağıtmak ve ayırıp birbirinden uzaklaştırmak" demektir. Mesela ifadesi, onları yerlerinden kopardım ve ayrılmak zorunda bırakacak şekilde fılanoğulları oradan kovdum, demektir. Tek kişi hakkında da aynı anlamda kullanılır. Mesela, "Ben onu vatanından ve akrabalarından ayrı ve uzak koydum," demek olur. Huzeyllilerden bir şair de şöyle demektedir: "Hergün (Mekke'nin) vadilerinde dolaşıp dururum (Beyinsizleri yakalamakla görevli) Hakim (adlı kişi) beni duyar da beni uzaklaştırıp kovar korkusuyla." Sahibinden ayrılıp uzaklaşması halinde, deve ve binek için kullanılan, tabiri de buradan gelmektedir. Âyet-i kerimedeki; "Kimse, kimseler," anlamındadır. Bu açıklamayı el-Kisâî yapmıştır. İbn Mes'ûd'dan da bu kelimeyi noktalı "zel" ile;( vü) şeklinde okuduğu rivâyet edilmiştir ki,(dâl ile okunuşu ile birlikte) iki ayrı söyleyiştir. Kutrub ise şöyle demektedir: "Zel" İle okuyuş, ibretli bir şekilde cezalandırmak. "Dâl" ile okuyuş ise, darmadağın etmek demektir. Bu açıklamayı da es-Sa'lebî nakletmiştir. el-Mehdevî ise der ki: "Zel" ile okuyuşun açıklanabilir bir tarafı yoktur. Ancak birbirlerine yakınlıkları dolayısıyla "dâl" harfinin yerine kullanılmış olması hali müstesna. Çünkü dilde, "zel" harfi ile bu kelimenin kullanıldığı bilinmemektedir, "Arkalarındakiler" anlamındaki kelime; "Arkalarından"(anlamında) "mim ile fe" harfi esreli olarak da okunmuştur. "... da ibret alsınlar." Yani, senin onlara vermiş olduğun sözü hatırlasınlar. Şöyle de açıklanmıştır: Bu, dağıtılan kimselerin arkalarında bulunanlar ile alakalıdır. Çünkü, öldürülen kimsenin herhangi bir şekilde ibret alması sözkonusu olmayacağına göre anlamı, o halde sen bunlara yaptıklarınla onlar gibi davranan ve gerilerinde bulunan kimseleri dağıt, demektir. 58Eğer bir kavmin hainliğinden endişeye düşersen, sen adalet üzere kendilerine antlaşmalarını bozduğunu bildir. Çünkü Allah hainlik edenleri sevmez. Bu âyete dair açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız: 1. Âyetin Nüzul Sebebi: "Eğer bir kavmin hainliğinden"onların aldatacaklarından ve ahîdlerini bozacaklarından "endişeye düşersen, adalet üzere kendilerine antlaşmalarını bozduğunu bildir." Bu âyet-i kerîme Kurayzaoğulları ile Nadiroğulları hakkında inmiştir. Taberî bunuMücahid'den nakletmektedir. İbn Atiyye de der ki: Kur'ân-ı Kerîm’in lâfızlarından anlaşılan şu ki, Kurayzaoğulları hakkındaki açıklamalar, yüce Allah'ın: "... arkalarındakileri dağıt da ibret alsınlar" âyeti ile sona ermiştir. Bundan sonra şanı yüce Allah, bu âyet-i kerîme ile, gelecekte hainlik edeceğinden korkacağı kimselere yapacağı uygulamalar hakkında emir vermektedir. İşte bu gibi kimseler hakkında bu âyet-i kerimenin hükmü gereğince uygulama yapılacaktır. Kurayzaoğulları ise, öyle hainliklerinden endişe edilecek durumda değillerdi. Onların hainlikleri açık ve bilinen bir husustu. 2. Hainliğin Belirtileri ve Antlaşmayı Bozmak: İbnü'l-Arabî der ki: Hainlikten korkmak halinde ahdin bozulması nasıl câiz olabilir? Halbuki korkmak zandır, yakin ile birlikte bulunması sözkonusu değildir. Yakin olan antlaşma, hainlik zannı ile birlikte nasıl ortadan kalkar, denilecek olursa, buna iki şekilde cevap verilebilir: 1- Recâ (ummak), yüce Allah'ın: "Size ne oluyor da Allah'tan gelecek bir azâbı ummuyorsunuz?"(Nûh, 71/13) âyetinde olduğu gibi, kesin bilgi manasına kullanıldığı gibi, "korkmak" da kafi bilgi (yakin) anlamında kullanılmıştır. 2- Hainliğin etkileri ortaya çıkıp bunun da delilleri ispatlanacak olursa, artık antlaşmayı devam ettirmek, yok oluşa götürmemek için onu bozmak icabeder. Böyle bir durumda zaruretten ötürü kafi olarak bilinen şeyi(antlaşmayı) hükümsüz kılmak caizdir. Şayet(antlaşmanın) kafi olarak bozulduğu bilinecek olursa, zaten onlara bunun bildirilmesine de gerek kalmaz. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'nin fethi sırasında Mekke halkının ahdi bozdukları yaygın bir şekilde anlaşılıp bilinmesi sonucunda, onlara ahidlerini bozduğunu bildirmeksizin üzerlerine yürümüştür. Atmak ve reddetmek demektir. (Mealde: Atmak anlamı ile karşılanmıştır.) el-Ezherî der ki: Sen bir kavim ile antlaşma yapıp da onların antlaşmayı bozduklarıni bilecek olursan, onlara antlaşmayı ve banşı bozduğunu bildirmeden önce, onlara herhangi bir hücum tertipleme. Böylelikle her iki taraf antlaşmanın bozulduğu hususunda birbirine eşit olsunlar. Bu eşitlikten sonra onlara hücum edebilirsin. en-Nehhâs da der ki: Bu, kısalığına rağmen pek çok anlam ihtiva etmesi açısından insanların sözleri arasında benzeri bulunmayan Kur'ân-ı Kerîm'in mucize ifadelerindendir. Âyetin anlamı şudur: Seninle kendileri arasında bir antlaşma bulunan bir topluluğun hainlik edeceğinden korkacak olursan, onlara antlaşmalarını geri at.Yani onlara, antlaşmanızı yüzünüze çarpıyorum. Ben sizinle Savaşacağım, de. Böylelikle onlar bunu bilsinler ve bu husustaki bilgi bakımından onlar da seninle eşit olsunlar. Onlar, sana güvenip seninle aralarında bir antlaşma varken onlarla Savaşma. Çünkü bu bir hainlik ve ahdi bozmak olur. Daha sonra yüce Allah bunu: "Çünkü Allah hainlik edenleri sevmez" âyeti ile beyan etmektedir. Derim ki:el-Ezherî ile en-Nehhâs'ın sözünü ettiği antlaşmanın bozulduğunu bilmekle birlikte antlaşmanın bozulduğunu bildirme gereğini Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın Mekke fethindeki uygulamaları reddetmektedir. Çünkü onlar antlaşmayı bozunca, Hazret-i Peygamber onlara bu hususta herhangi bir bilgi tevcih etmeyip aksine: "Allah'ım, benim haberimi onlara ulaştırma"diye dua etmiş ve onlara gaza düzenlemiştir. Âyetin anlamı da budur. Çünkü onlar tarafından bilerek antlaşmanın bozulup sona erdirilmesi ile onların da antlaşmayı bozduklarına dair bilgileri olmakta ve bu hususta onlarla eşit olunmaktadır. Eğer onlar, antlaşmayı bozduklarını bilmiyor iseler, o takdirde(habersiz hücum) helal değildir, câiz de olmaz. Tirmizî veEbû Dâvûd, Süleym b. Âmir’den şöyle dediğini rivâyet ederler: Muaviye ile Bizanslılar arasında bir antlaşma vardı. O da antlaşma süresi dolar dolmaz onlara gaza yapmak için sınırlarına yakın olmak kastıyla şehirlerine yakın yerde yürürdü. Adamın birisi bir Arap atıveya bir kadana üzerinde: Allahu ekber Allahu ekber alide vefa gerekir, bozmaktan sakınmak gerekir, diyerek ona geldi. Dönüp baktıklarında gelenin Amr b. Anbase olduğunu anladılar. Muaviye ona bir elçi göndererek durumu ona sorunca şöyle dedi: Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Her kimin kendisiyle başka bir kavim arasında bir antlaşma varsa, o antlaşmanın süresi dolmadan yahut da eşit bir şekilde onlara antlaşmayı bozduğunu bildirmeden herhangi bir düğümü bağlamasın ve çözmesin."Bunun üzerine Muaviye, beraberindekilerle geri döndü.Tirmizî der ki: Bu, hasen, sahih bir hadistir. Ebû Dâvûd, Cihâd, 152;Tirmizî, Siyer 27;Müsned, IV, 111, 113, 386. Ancak belirtilen kaynaklarda sahabî'nin ismi Amr b. Anbese değil, Amr b. Abse'dir. Doğrusu da budur. "Adalet" ise eşitlik ve dengelilik (itidal) demektir. Recez vezninde şair şöyle demektedir: "Ahidleri bozan düşmanların yüzlerini vur Tâ ki, sana âdil bir şekilde karşılık versinler." el-Kisâî der ki: "adalet" demektir. Bu kelime orta, düzlük, (vasat) anlamına da gelebilir. Yüce Allah'ın:"Cehennemin ortasında"(es-Sâffât, 37/55) âyetinde de bu anlamdadır. Hassan'ın şu beyiti de bu türdendir; "Vay Peygamberin ashâbı ve onun yakınlarına Lahdin ortasında üzerinin kapatılmasından sonra!" el-Ferrâ' der ki: "Adalet üzere kendilerine antlaşmalarını bozduğunu bildir" âyetinin, gizlice değil, açıkça bildir, anlamına geldiği de söylenmektedir. 3. Hainliğin Ağır Vebali ve Yöneticilerin Hainliği: Müslim,Ebû Said el-Hudrî'den şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Hainlik eden herbir kimse için Kıyâmet gününde hainliği miktarınca onun için yükseltilecek bir sancağı olacaktır. Şunu bilin ki, kamu emirinden daha büyük hainlik edecek bir hain bulunmaz."Müslim, Cihad 16;Müsned, II, 70, (İbn Ömer'den), III, 46, 61, 70. İlim adamlarımız Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- derler ki; İmâmın (devlet başkanının) hainliğinin, diğerlerine göre daha büyük ve daha çirkin olmasına sebep, onun hainliğinin sebep olduğu fesattan dolayıdır. Çünkü, yöneticiler hainlik edecek, sözlerinde durmayacak ve bu durumlan da bilinmekle birlikte, onlar ahdi bozduklarını âdil bir şekilde bildirmeyecek olurlarsa, düşman hiçbir şekilde onlarla yapılan herhangi bir antlaşma ya da barışa güvenmez. O bakımdan düşmanın silah gücü artar, vereceği zarar da büyür. Ayrıca böyle bir şey, insanların İslâm'a girmekten uzak durmalarına ve müslüman yöneticilerin de yerilmesine sebep teşkil eder. Ancak, düşmanın herhangi bir antlaşması bulunmuyor ise, ona karşı hertürlü hileye başvurmak ve ona karşı hertürlü aldatmanın yapılması gerekir. İşte Hazret-i Peygamberin: "Harp hiledir"Buhârî, Cihad 157, Menakıb 25, İstitübeti'l-Mürteddin 6; Müslim, Zekât 153, Cihâd 17, 18; Ebû Dâvûd, Cihad 92, Sünne 28; Tirmizî, Cihaâd 5;İbn Mâce, Cihad 28;Müsned, I, 81, 90..., 312, 314, III, 224, 297, 308, VI, 387, 459. âyeti buna göre yorumlanmalıdır. İlim adamları, antlaşmasını bozan İmâm ile birlikte cihad edilip edilmeyeceği hususunda İki farklı görüşe sahiptirler. Çoğunluk(başka türlü) emanete ve benzeri şeylere hainlik eden ve fasıkın hilafına; böyle bir kimse ile cihada çıkılmayacağı kanaatindedir. Kimisi de böyle birisi ile cihada çıkılacağı görüşündedir. Her iki görüş de bizim mezhebimizde(Mâliki mezhebinde) kabul görmüştür. 59O İnkâr edenler öne geçtiklerini asla sanmasınlar. Onlar, asla âciz bırakamazlar. Yüce Allah: "O İnkâr edenler öne geçtiklerini asla sanmasınlar." Yani, Bedir vakasında ölümden kurtulanlar, hayatta kalarak kurtulacaklarını zannetmesinler, diye buyurduktan sonra: "Onlar asla aciz bırakamazlar"diye buyurmaktadır. Yani, Allah onlara karşı sana zafer verinceye kadar dünyada onlar aciz bırakamazlar. Bunun, ahirette aciz bırakmayı kastettiği de söylenmiştir. Bu,el-Hasen'in görüşüdür. İbn Âmir, Hafs veHamza "Asla sanmasınlar" şeklinde "ye" ile okumuşlardır. Diğerleri ise öznenin zamiri fiilde olmak üzere"te" ile okumuşlardır.(O takdirde mana: Sanmayasın, şeklinde olur). Buna karşılık "O inkâr edenler" de birinci mef'ûl, "Öne geçtiklerini" de ikinci mefu olur. (Bu okuyuşa göte mana şöyle olur: Sen, o kâfirlerin öne geçtiklerini asla sanmayasın.) "Ye" ile okuyuşa gelince, aralarında Ebû Hatim'in de bulunduğu nahivcilerden bir topluluk, bu şekilde okuyuşun helal olmayacak kadar bir lahn(yanlışlık) olduğunu ve i'rabı bilen, yahut ona bildirilen kimsenin bu şekilde okuyamayacağını iddia etmişlerdir. Ebû Hatim der ki; Çünkü,"Sanmasınlar" fiili, tek bir mef'ûlle gelmez. Onun İki mef'ûle ihtiyacı vardır. en-Nehhâs ise şöyle demektedir: Bu, oldukça ağır bir iddiadır. Bu şekilde okuyuş caizdir ve anlam şöyle olur: "Onlardan geride kalanlar o kâfirlerin öne geçtiklerini asla sanmasınlar." Bu durumda zamir, daha önce geçen (âyet-i kerimede kendilerinden sözedilenler)e ait olur. Şu kadar varki,"te" ile okuyuş daha anlaşılır bir okuyuştur, el-Mehdevî der ki: "Ye" ile okuyanın kıraatinin şu anlama gelme ihtimali vardır: Bu fiilde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ait bir zamir vardır, buna karşılık bu fiil için gerekli iki mef'ûl olur.(Buna göre anlam şöyledir: Peygamber, kâfirlerin ileri geçtiklerini sanmasın). Bununla birlikte; "İnkâr edenler"in fail, birinci mef'ûlün de hazfedilmiş olması mümkündür. Buna göre anlam şöyle olur: Kâfirler, kendilerini ileri geçtiler diye sanmasınlar.(Meal de buna yakındır). Mekkî de der ki; Bununla;" Öne geçtikleri" ile; takdiri de mümkündür. O vakit bu, iki mef'ûl yerini tutar, İfadenin takdiri şöyle olur: O inkâr edenler, öne geçtiler diye asla sanmasınlar. Bu da yüce Allah'ın: "İnsanlar... bırakılacaklarını mı sandılar?" (el-Ankebut, 29/2) âyetinde yer alan (........)e benzer. Burada; iki mef'ûlün yerini tutmaktadır. İbn Âmir şeklinde "hemze"yi üstün olarak okumuştur. Ancak, Ebû Hatim ile Ebû Ubeyd bu kıraati uzak bir İhtimal olarak kabul etmiştir. Ebû Ubeyd der ki: Bunun, bu şekilde okunması, ancak anlamın; "O inkâr edenlerin muhakkak aciz bırakmayacaklarını sanmayasin" şeklinde olması halinde mümkün olur.(Bu ise mana bakımından imkânsızdır, biraz sonra açıklaması gelecektir). en-Nehhâs der ki:Ebû Ubeyd'in sözünü ettiği bu açıklama, Basralı nahivcilere göre mümkün değildir. Çünkü "Ben Zeyd'i çıkmaktadır sandım" şeklindeki bir kullanım ancak hemzenin esreli okunması halinde câiz olabilir. Bunun bu şekilde kullanılmasının mümkün olmaması, mübteda mahallinde oluşundan dolayıdır. Nitekim; "Zeyd'in babasını çıkıyor sandım," denilebilir. Eğer hemze üstün okunacak olursa, bu sefer anlamı, “Ben, Zeyd'in çıkışını zannettim" şeklinde olur ki, böyle bir mana imkânsızdır. Diğer taraftanEbû Ubeyd'in söylediğinin sağlıklı bir anlam ifade etmesi de sözkonusu değildir. O bakımdan bu şekilde bir açıklama uzak bir ihtimaldir. Şu kadar var ki, olumsuzluk edatını zaid kabul etmesi hali müstesnadır. Şanı yüce Allah'ın Kitabında yer alan bir harfin kabul edilmesi gerekli bir yeli olmaksızın böyle gelişi güzel açıklamaya konu edilmesi de mümkün değildir. Bunun anlamının; "Çünkü onlar âciz bırakamazlar" şeklinde olması halinde kıraat uygun ve güzel bir kıraat olur. Mekkî der ki: Kâfirlerin bizzat kendileri kurtuldular diye sanmasınlar. Çünkü onlar, asla aciz bırakamazlar. Yani, kurtulamazlar, demektir. Buna göre; (.......) başına gelmesi gereken "lâm" harfinin hazfı sebebiyle nasb mahallindedir. Ya da( ît) ile birlikte olması halinde"lâm" harfi çokça hazfedildiğinden dolayı amel ettiği kabul edilerek, cer mahallinde kabul edilir. Böyle bir açıklamael-Halil ve el-Kisaî'den de rivâyet edilmektedir. Diğerleri ise, yeni bir cümle başı ve öncekinden ayrı olarak; in hemzesini esreli olarak okumuşlardır ki, tercih olunan da budur, çünkü hem bu okuyuşta te'kid anlamı vardır, hem de cemaat(büyük çoğunluk) bu şekilde okumuştur, İbn Muhaysın'dan "cim" harfi şeddeli ve"nun" harfi esreli olarak; Beni hiçbir şekilde âciz bırakamazlar," şeklinde okuduğu da rivâyet edilmiştir.en-Nehhâs der ki: Bu, iki bakımdan hatadır. Evvela, "Onu âciz bıraktı," ifadesinin anlamı; onu ve işini zayıf düşürdü, şeklindedir Diğeri ise, o takdirde burada tek "nun" değil, iki "nun"un gelmesi gerekirdi. "Onu âciz bıraktı" fiili ise, önüne geçti ve kedisine güç yetiremeyecek şekilde onu geride bıraktı, manasınadır. 60Siz de onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve bağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki, bununla Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizlerin bilmeyip de Allah'ın bildiği diğerlerini korkutasınız. Allah yolunda ne harcarsanız, size eksiksiz ödenir ve size asla zulmedilmez. Bu âyete dair açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız: 1. Düşmana Karşı Güç Hazırlamak: Yüce Allah'ın: "Sizde onlara karşı hazırlayın"âyeti ile mü’minlere takvaya öncelik tanımayı te'kid ettikten sonra, düşmanlara karşı güç hazırlamayı emretmektedir. Şüphesiz ki, yüce Allah dileseydi sözle, yüzlerine tükürmekle, bir avuç toprakla -Rasülullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yaptığı gibi- onları bozguna uğratırdı. Ancak O, ezelî ilmi ve geçerli olan hükmü gereğince, insanların kimisini kimisi ile sınamak istemiştir. Arkadaşın için hayır türünden, düşmanın için de şer türünden her neyi hazırlarsan, işte o senin hazırladığın şeyler arasında yer alır. İbn Abbâs der ki: Buradaki "güç"ten kasıt, silah ve yaylardır. Müslim'in Sahih'inde de Ukbe b. Âmir’den şöyle dediği nakledilmektedir: Rasülullah(sallallahü aleyhi ve sellem)'ı minber üzerinde şöyle buyururken dinledim: "Onlara gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın. Şunu bilin ki kuvvet atmaktır, şunu bilin ki kuvvet atmaktır, şunu bilin ki kuvvet atmaktır."Müslim, İmâre 167;Ebû Dâvûd, Cihad 23;Tirmizî, Tefsir 8. sûre 5; İbn Afâee, Cihâd 19; Dârimî, Cihâd 14:Müsned, IV 157. İşte bu, Ebû Ali Sumâme b. Şufeyy el-Hemedâni’nin, Ukbe'den rivâyet ettiği açık bir nastır. Onun (Ebû Ali'nin) Sahih-i Müslim'de bundan başka bir rivâyeti yoktur. Atmaya dair yine Ukbe'den bir başka hadis de şöyledir: Ukbe dedi ki: Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Sizin tarafınızdan bir takım bölgelerin fethedilmesi (ni Allah size) müyesser kılınacaktır. Allah size (ihtiyaçlarınızın karşılanmasında) kâfi gelir. O bakımdan, sizden herhangi bir kimse okları ile oyalanmaktan acze düşürmesin."Müslim, İmâre 168;Tirmizî, Tefsir 8. sûre 5;Müsned, IV, 157. Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Kişinin kendisi ile oyalandığı herbir şey batıldır. Yayıyla ok atması, atını eğitmesi ve hanımı ile oynaşması müstesna. Çünkü bunlar hak cümlesindendir."Ebû Dâvûd, Cihâd 23;Tirmizî, Feda İhı’l-Cihâd 11; Nem, Cihâd 8;İbn Mâce, Cihâd 19;Dârimî, Cihâd 14;Müsned, IV, 144, 148. Bunun anlamı doğrusunu en iyi Allah bilir ya- şöyledir: Kişinin dünyada olsun, âhiretinde olsun kendisine herhangi bir fayda sağlamayan kendisini oyalayan her birşey batıldır, böyle bir şeyden yüzçevirmek daha uygundur. Bu üç hususla, kişi hernekadar onlarla oyalanmak ve hoşça vakit geçirmek için uğraşırsa da bunların faydalı olabilecek şeylerle İlişkileri dolayısıyla bunlar haktır. Yayıyla ok atmak ve atını eğitmek, Savaşa yardımcı olan hususlardandır. Kişinin hanımı ile oynaşması ise Allah'ı tevhid edip Allah'a ibadet edecek bir çocuğun doğmasına sebep teşkil edebilir. İşte bundan dolayı bu üç husus hak şeyler arasında yer alır. Ebû Dâvûd, Tirmizî veNesâî'nin Sünen'lerinde de Ukbe b. Âmir'den,Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğu nakledilmektedir: "Şüphesiz ki yüce Allah tek bir ok sebebiyle üç kişiyi cennetine koyar. Onu yaparken hayrı Allah'tan uman ok yapıcısına, onu atana ve atılan oku hedeften alıp getirene (ya da, atıcıya atmak üzere ok uzatana)." Ebû Dâvûd, Cihâd 23;Tirmizî, Fedâîlul-Cihad 11;Nesâî, Cihâd 8; İbn Mâce, Cihâd 19; Dârîmî, Cihâd 14; Müsned, IV, 144, 148. Ok atmanın fazileti büyük, müslümanlara faydası pek çoktur. Kâfirlere karşı zararı da oldukça ağırdır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)şöyle buyurmuştur: "Ey İsmailoğulları ok atınız. Çünkü şüphesiz atanız (İsmail -aleyhisselâm-) ok atıcısı idi."Buhârî, Cihâd 78, Enbiyâ 12, Menâkıb 4; İbn Mâce, Cihad 19;Müsned, I, 364, IV, 50. Atâ binmeyi ve silahlan kullanmayı öğrenmek farz-ı kifayedir, farz-ı ayn olabileceği zamanlar da olur. 2. Cihad için At Beslemek: Yüce Allah'ın: "Bağlanıp beslenen atlar" âyetini, el-Hasen, Amr b. Dinar ve Ebû Havye "ve" ile "be" harflerini ötreli olarak; şeklinde; "Bağ" kelimesinin çoğulu olarak okumuşlardır. Ebû Hatim,İbn Zeyd'din naklen der ki: Bağlanıp beslenen at, beş ve daha fazlası hakkında kullanılır. Bunun çoğulu da; şeklinde gelir. Bağlanıp beslenen atlar demektir. Bundan fiil ve mastar şeklinde gelir. "İrtibat" da bu köktendir. İse, atların düşmana karşı gözetlemek üzere hazır bulundurulmasıdır. Şair der ki: "Yüce Allah Savaşta düşmanları için onların bağlanıp beslenmelerini emretti. Şüphesiz Allah en hayırlı başarılar ihsan edendir." Mekhûl b. Abdullah da der ki: "Sen, asil atları bağlayıp beslemek, onları tutmak sebebiyle kınıyorsun Halbuki Allah, bunu Peygamber Muhammed'e tavsiye etmiştir." At beslemenin fazileti büyük ve bu İşin şerefi de yüksektir. Urve el-Bârikînin cihad için hazırlanmış yetmiş tane atı vardı. Bunların dişilerini (kısraklarını) beslemek ise müstehaptır. Bunu İkrime ve bir topluluk ifade etmiştir. Doğrudur. Çünkü, kısrağın karnı hazine, sırtı da kuvvettir. Hazret-i Cebrâîl'in atı da dişi idi. Hadis İmâmları, Ebû Hüreyre'den Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu rivâyet ederler: "At üç kişi içindir. Birisi için ecir, birisi için örtü ve birisi için de vebal yüküdür." Buhârî, Cihâd 48, Mûsakaat 12, Menâkıb 28, Tefsir 99. sûre 1, İ'tisâın 24;Müslim, Zekât 24, 25;Tirmizî, Cihâd 10;Nesâî, Hayl 1; İbn Mâce, Cihâd 14; Muvatta’'', Cihâd 3; Müsned, I, 295, II, 262, 283. Bu hadiste Hazret-i Peygamber özel olarak erkek ya da dişiden söz etmemektedir. Bu atların daha asil olanının ecri de daha büyük, faydası da daha çoktur. Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)'a da:(Azad edilmek istenen) kölelerin hangileri daha faziletlidir diye sorunca, Hazret-i Peygamber de: "Değerce daha pahalı, sahipleri nezdinde de daha nefis kabul edilenleridir"Buhârî, İtk 2;İbn Mâce, Itk 4;Muvatta’'', İtk 15;Müsned, II, 383, V, 150, 171, 265. diye buyurmuştur, Nesâî de EbûVehb el-Cüşemî'den ki sahabedendir şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:"Peygamberlerin isimlerini isim olarak alınız. Aziz ve celil olan Allah nezdinde isimlerin en sevileni ise Abdullah ile Abdurrahmandır. Atları bağlayıp besleyiniz, alınlarını ve sağrılarını sıvazlayınız. Onların boyunlarına (nazara karşı) yay asmayınız. Rengi siyaha çalan kırmızı, alnında beyazlık bulunan, ayakları da beyaz olan yahut da kırmızı, alnında beyazlık ve ayakları beyaz olan, ya da siyah, alnı beyaz ve ayakları beyaz at sahibi olmaya bakın." Ebû Dâvûd, Cihâd 45 (kısmen); Nesâî, Hayl 73;Müsned, IV, 345. Tirmizî’nin de EbûKatade'den rivâyetine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Atların hayırlıları siyah renkli, alnında az bir beyazlık, burnunda ve üst dudağında da beyazlık bulunan, sonra alnında az beyazlık ve sağ ayağı müstesna diğer ayaklarında beyazlık bulunan attır. Eğer siyah at olmazsa, hiç olmazsa bu özellikte siyaha çalan kırmızı renkli at olsun."Tirmizî, Cihâd 20;İbn Mâce, Cihâd 14. Bunu Dârimî de EbûKatade'den rivâyet etmektedir. Buna göre bir adam Ey Allah'ın Rasûlü diye sormuş. Ben bir at atmak istiyorum. Hangisini satın alayım. Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Siyah renkli, burnunda ve üst dudağında beyazlık bulunan, sağ ön ayağı beyaz olmayıp, diğerleri beyaz olanını al. Yahut da bu özellikte siyaha çalan kırmızı at al. Hem ganimet elde edersin, hem esenliğe kavuşursun."Dârimî, Cihâd 35. Hazret-i Peygamber, atın sağ arka ayağı ile sol ön ayağında, yahut da sağ ön ayağı ile sol arka ayağında beyazlığın bulunmasını mekruh görürdü. Bunu daMüslim Ebû Hüreyre'den rivâyet etmiştir. Müslim, İmâre 101, 102; Nesâî, Hay! 4;Müsned II, 250. Hazret-i Ali'nin oğlu Hazret-i Hüseyn'in -Allah ikisinden de razı olsun- üzerinde öldürüldüğü atın bu şekilde olduğu nakledilmektedir. 3. Savaşta Atın Önemi: Yüce Allah'ın: "Siz de onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet... hazırlayın" âyeti yeterli idi. Neden özellikle (hadiste Hazret-i Peygamber) atıcılıktan (Kur'ân'da yüce Allah) attan bahsetmiştir? denilecek olursa, şöyle cevap verilir: Çünkü at, Savaşların esası, perçemlerine hayrın düğümlenmiş olduğu en önemli silahıdır. Atlar en büyük güç, en sağlam hazırlık ve silahtır süvarilerin kaleleridir. Onlar sırtında Savaş alanında gidilip gelinir. Yüce Allah şerefine işaret etmek üzere özel olarak onu zikretmiş, onun değerini artırmak kastı ile de Savaş alanlarında çıkarttığı toza yemin ederek: "Harıl harıl koşan atlara"(el-Âdiyât, 100/1) diye buyurmuştur. Oklar da Savaş esnasında kullanılan en etkili araç, düşmana en ağır kayıplar verdiren ve canları en çok çıkartabilen silahlar olduğundan dolayı, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)da özellikle ok atmaya dikkat çekmiş ve onların önemine işaret etmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de: "Cebrâîle ve Mikaile..." (el-Bakara, 2/98) âyeti de (bu yönüyle) buna benzemektedir, bu kabilden âyetler pek çoktur. 4. At ve Silahların Vakfedilmesi; Mezhebimize mensub kimi İlim adamımız, bu âyet-i kerimeyi, at ve silahı vakfetmenin câiz oluşuna, düşmanlara karşı bir hazırlık olmak üzere bunlar için gerekli barınak ve görevlilerini edinmeye delil göstermişlerdir. İlim adamları, at ve deve gibi hayvanların vakfedilmesinin câiz olup olmadığı hususunda iki farklı görüşe sahiptir. Bir görüşe göre câiz değildir, Ebû Hanif'e bu görüştedir. Bir görüşe göre de sahihtir.Şâfiî de bu görüştedir. Bu âyet-i kerîme dolayısıyla daha sahih olan görüş budur. Yine İbn Ömer'in, Allah yolunda bindiği at ile Hazret-i Peygamber'in Halid'e dair söylediği: "Halid'e gelince; siz, Halid'e zulmediyorsunuz. Çünkü o, zırhlarını bütün Savaş araç, gereçlerini ve bineklerini Allah yolunda vakfetmiş bulunuyor" Buhârî, Cihâd 89, Zekât 49;Müslim, Zekât 11;Ebû Dâvûd, Zekât 22;Nesâî, Zekât 15;Müsned, II, 322. hadisi dolayısıyla bunun câiz olacağını kabul eden görüş daha doğrudur. Diğer taraftan bir kadının bir deveyi Allah yolunda vakfettiği, kocası da haccetmek isteyince, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a durumu sorunca, Hazret-i Peygamber'in:"O deveyi üzerinde haccetmek üzere ona ver. Çünkü hac da Allah yolunda yapılan işlerdendir"diye buyurması da Ebû Dâvûd, Menâsik 79. Ancak devesini vakfeden şahıs, Ebû Ma'kil'dir, hanımı değildir. Hanımı, kocası Ebû Ma'kil'den kendisini hacca götürmesini isteyince, imkânı olmadığını söylemiş. Devesini ona hatırlatınca, Ebû Ma'kil onu vakfettiğini söylemiş. bunu göstermektedir. Çünkü bunlar, Allah'a yakınlaştırıcı birer surette kendilerinden yararlanılan bir maldu. O bakımdan diğer taşınmazlar gibi bunların da vakfedilmeleri caizdir. Es Süheylî, bu âyet-i kerimeyi açıklarken Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın atlarının ve Savaş araçlarının İsimlerim da zikretmektedir. Bunları öğrenmek isteyen onun; "İ’lâm Arapça baskıyı hazırlayanın notuna göre kitabın tam ismi: "et-Ta'rifve'l-İ'lâmfimâ Ubhime fî'l-Kur'âni mine'l-Esmail-A'lâm" olup Kahire kütüphanesinde "232 ve 439 Tefsir" de kayıtlı bir yazmadır. adlı eserinde bunları bulabilir. 5. Kalplerine Korku Salınacak Düşmanlar: "Bununla Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı" yani, bu şekilde hazırlık yapmakla Allah'ın düşmanlarını, sizin de yahudilerden, Kureyşlilerden, Arap kâfirlerinden düşmanlarınızı "ve bunlardan başka"es-Süddî'nin açıklamasına göre Fars ve Bizanslılardan "diğerlerini korkutasınız." "Bunlardan başka" âyeti ile cinlerin kastedildiği de söylenmiştir.Taberî'nin tercihi budur. Bundan kastın, düşmanlıkları bilinmeyen herkes olduğu da söylenmiştir. es-Süheytî der ki: Bunların Kurayzalılar oldukları söylendiği gibi, bunlar, cinlerdendir de denilmiştir. Başka şeyler de söylenmiştir. Ancak, bunlar hakkında herhangi birşey söylemeye gerek yoktur. Çünkü yüce Allah: "Ve bunlardan başka sizlerin bilmeyîp de Allah'ın bildiği" diye buyurmaktadır. Nasıl herhangi bir kimse onları bildiğini iddia edebilir? Böyle bir iddia, ancak bu hususta Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)'dan gelmiş bir hadise dayanılarak yapılırsa doğru olur. Bu ayet hakkında, "bunlar cinlerdir" demek de işte böyle bir İddiadır. Diğer taraftan Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz içinde asil bir atın bulunduğu bir evde, şeytan herhangi bir kimsenin aklını etkileyemez"diye buyurmuştur. İbn Kesîr, IV, 26'da bu hadisi kaydettikten sonra; "Bu hadis fflünkesîrdir, senedi de metni de sahih değildir" demektedir. Burada asîl at (atik) denilmesi, asıl Arap atının melez olmamasından dolayıdır. Bu Hadîs-i şerîfi el-Haris b. Ebi Usame, İbnu’l-Muleykî'den, o, babasından, o dedesinden, o da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan senediyle rivâyet etmiştir. Yine rivâyet olunduğuna göre cinler, içinde atın bulunduğu bir eve yaklaşamazlar ve atın kişnemesinden ürküp kaçarlar. 6. Allah Yolunda Harcamanın Mükâfatı: "Allah yolunda ne harcarsanız"sadaka olarak ne verirseniz; kendinize yahut atlarınıza ne harcarsanız diye de açıklanmıştır, "size eksiksiz ödenir" âhirette bir iyilik on misliyle ve yediyüz katına kadar ve daha pekçok kat fazlası ile mükâfat görecektir. "Ve size asla zulmedilmez." 61Onlar barışa yanaşırlarsa, sen de ona yanaş. Ve Allah'a güvenip dayan. Çünkü O, her şeyi işitendir, bilendir. Bu âyete dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız: 1. Barışa Meyletmek: Yüce Allah: "Onlar barışa yanaşırlarsa, sende ona yanaş" âyetinde, "ona" anlamındaki; de zamirin müennes gelmesi, "barış" anlamındaki (.......) kelimesinin de müennes oluşundan dolayıdır. Buradaki müennesliğin "meyletmek işi" dolayısıyla sözkonusu olması da mümkündür. ise, meyletmek demektir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Eğer onlar -yani, kendilerine antlaşmalarını bozduğunu bildirdiğin kimseler- barışa meyledecek olurlarsa, sen de ona meylet. "Biri diğerine meyletti," demektir. Kaburga kemikleri de bağırsaklar üzerinde eğimli bir şekilde bulundukları için onlara; denilmesi de bundan dolayıdır. Develer yürüyüş esnasında boyunları eğildiği vakit; denilir. Şair Zu'r-Rimme der ki: "Deve üzerinde ölecek olursa canını diriltirim onun Seni anmak suretiyle ve o, kolaylıkla yürüyen beyaz develerin göğüsleri yere doğru eğilmişken." Şair Nâbiğa da şöyle demektedir: "Ve iki ordu karşılaştıkları vakitte onun ordusunun İlk galip geleceğine inandıkları halde aşağı doğru meyledenler." Şair burada (meyledenlerle) kuşları kastetmektedir. Gece bastırıp ayaklarını kazıklar gibi yere doğru meylettirmeye başlaması halinde de, denilir. (.......) ile aynı şey olup sulh, banş demektir. el-A'meş, Ebû Bekr, İbn Muhaysın ve el-Mufaddal bu kelimeyi "sin" harfi esreli olarak diye okumuşlardır. Bunun anlamı ile ilgili yeterli açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/208. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Selam, barış kelimesi, kökünden geliyor olabilir. Cumhûr "Sen de yanaş" kelimesini "nün" harfi üstün olarak okumuşlar ve Temimlilerin şivesi böyledir. el-Eşheb el-Ukayli ise bunu"nun" harfini ötreli olarak okumuş olup Kayslılar böyle kullanırlar. İbn Cinnî der ki: Bu söyleyiş kıyasa uygun olandır. 2. Âyet-i Kerîme Nesh Olmuş mudur ve Barış Teklifi: Bu âyet-i kerimenin nesh olup olmadığı hususunda görüş ayrılığı vardır. Katade veİkrime der ki: Bu âyet yüce Allah'ın: "Müşrikleri nerede bulursanız öldürünüz" (et-Tevbe, 9/5) ile; "Bütün müşriklerle Savaşınız"(et-Tevbe,9/36) âyetleri ile nesh edilmiştir.Katade ve İkrime ayrıca derler ki: Berae (et-Tevbe) Sûresi, "lâ ilahe İllallah" demedikçe müşriklerle yapılmış hertürlü barış antlaşmasını nesh etmiştir. İbn Abbâs der ki: Bu âyet: "Bu sebeple gevşeklik göstermeyin ve sizler üstün iken barışa çağırmayın" (Muhammed, 47/35) âyeti ile nesh edilmiştir. Ancak bunun mensuh olmadığı da söylenmiştir. Aksine, yüce Allah bununla cizye alınabilecek kimselerden cizyeyi kabul etmesini kastetmektedir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashâbı da Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh) döneminde de, ondan sonra gelen yöneticiler döneminde de onlardan aldıkları cizye karşılığında Arap olmayan birçok ülke halkıyla barış antlaşması yapmış ve onları kendi hallerine bırakmışlardır, Oysa onları toptan imha edebilecek güçleri de vardı. Aynı şekilde Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) da çeşitli belde ahalileri ile ödeyecekleri bir mal mukabilinde barış yapmıştır. Hayber bunlardandır. O, Hayberlileri mağlup ettikten sonra onları Hayber'de çalışmak ve mahsullerinin yarısını ödemek üzere Hayber'de bırakmıştır. İbn İshak der ki: Mücahid, bu âyet-i kerîme ile Kurayzaoğulları kastedilmiştir der. Çünkü, onlardan cizye kabul edilir. Müşriklerden ise herhangi birşey kabul edilmez.es-Süddî ve İbn Zeyd de şöyle derler: Âyetin anlamı şöyledir: Eğer onlar seni barış yapmaya çağıracak olurlarsa, onların bu isteklerini kabul et. Ve âyette nesih sözkonusu değildir. İbnü'l-Arabî der ki: İşte bu durumda buna karşı verilecek olan cevap da farklı olur. Zaten yüce Allah: "Bu sebeple gevşeklik göstermeyin. Sizler üstün iken barışa çağırmayın. Allah sizinledir" (Muhammed, 47/35) diye buyurmaktadır. Müslümanlar, eğer güç, kuvvet ve kendilerini sallallahü aleyhi ve sellemunacak duruma sahip olup sayıca kalabalık ve çetin Savaş gücüne sahip bulunuyorlarsa, barış sözkonusu olmaz. Nitekim şair şöyle demektedir: "Atlar mızraklarla dürtülüp öldürülmedikçe, Kelleler de keskin kılıçlarla vurulmadıkça barış olamaz." Şayet barışta elde edecekleri herhangi bir menfaat, yahut bertaraf edecekleri bir zarar dolayısıyla müslümanların maslahatı varsa, müslümanların buna ihtiyaç duymaları halinde, barış isteğinde öncelikle bulunmalarında da bir mahzur yoktur. Nitekim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)daha sonra bozdukları bir takım şartlar üzere Hayberlilerle barış yapmıştır. Onlar, şartlarını bozunca, barışları da bozulmuş oldu.(Mahşîb. Amr) ed-Damrî, Düme'li Ukeydir(b. Abdul Melik) ve Necranlılarla da barış yaptığı gibi, Kureyşlilerle de onlar antlaşmayı bozuncaya kadar on yıllık bir süreyle bir ateşkes antlaşması yapmıştı. Halifeler de, ashâb-ı kiram da bizim açıkladığımız bu yolu izlemeye devam ettiler, anlattığımız bu yollan füten uygulamaya koydular. el-Kuşeyrî der ki: Eğer güçlü olan taraf müslümanlar ise, yapılan ateşkes antlaşmasının bir seneyi bulmaması gerekir. Şayet güçlü olan taraf kâfirler ise, o takdirde on yıllık bir süreyle onlarla ateşkes antlaşması yapılabilir, daha fazlası câiz değildir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da Mekkelilerle on yıllık bir süreyle barış antlaşması yapmıştı. İbnü'l-Münzir der ki: İlim adamları Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) ile Mekkeliler arasında Hudeybiye barışında yapılan Savaşmama süresi hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Urve, bu süre dört yıldı derken, İbn Cüreyc üç yıldı demektedir. İbn İshâk ise on yıldı der.Şâfiî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- der ki: Müşriklerle -Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Hudeybiye yılında yaptığına banşa uygun olarak- on yıldan fazla ateşkes antlaşması yapmak câiz değildir. Eğer, müşriklerle bundan fazla bir süre barış antlaşması yapılacak olursa, bu antlaşma hükümsüzdür. Çünkü, aslolan îman edinceye,ya da cizyeyi ödeyinceye kadar müşriklerle Savaşmanın farz olduğudur. İbn Habib de Mâlik(radıyallahü anh)'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Müşriklerle, bir yıllığına, iki yıllığına, üç yıllığına ve belirli bir süre söz konusu olmaksızın ateşkes antlaşmaları caizdir. el-Mühelleb der ki: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ınzahiri itibariyle müslümanların aleyhine bir gevşeklik arzeden bu antlaşmayı yapmasının sebebi, Mekke'ye doğru gitmek isterken, Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın devesini yüce Allah'ın yol almaktan alıkoyup çökmesinden dolayıdır. Nitekim Hazret-i Peygamber de Buhârî’nin el-Misver b. Mahreme yoluyla rivâyet ettiği hadisine göre: "Fili ilerlemekten alıkoyan bunu da alıkoydu"Buhârî, Şürût 15;Ebû Dâvûd, Cihâd 156;Müsned, IV, 323, 329. diye buyurmuştur. İmâm, eğer bunu uygun bir yol olarak görecek olursa, müşriklerle onlardan herhangi bir mal alınmaksızın barış ve ateşkes antlaşmasının yapılacağına da delil teşkil etmektedir. Müslümanların ihtiyaç duymaları halinde düşmana verecekleri bir mal karşılığında barış akdi yapmak da caizdir. Çünkü Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem), Uyeyne b. Hısn el-Fezarî ve Haris b. Avf el-Murrî ile Ahzab (Hendek) günü onlara Medine mahsullerinin üçte birini vermek karşılığında beraberlerinde bulunan Gatafanlılarla çekilip Kureyşi yardımsız bırakmaları ve kavimlerini alarak geri dönmelerini teklif etmişti. Hazret-i Peygamber bu sözleri onlara gönüllerini hoş etmek ve konuyu düşünmeleri için söylemişti. Bu bir ahid değildi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu ikisinin de böyle bir şeyi kabul ettiklerini ve buna razı olduklarını görünce, Sa'd b. Muaz ile Sa'd b. Ubade ile danıştı, onlar: da Ey Allah'ın Rasûlü dediler, bu senin arzuladığın ve senin için yapacağımız bir iş midir yoksa Allah'ın sana emrettiği, bizim de dinleyip itaat etmemiz gereken bir husus mudur, yoksa senin bizim lehimize yapmak istediğin bir iş midir? Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Hayır, ben bu işi sizin lehinize yapmak istiyorum. Çünkü, Araplar hepbirlikte size karşı sözbirliği halinde ve âdeta tek yaydan size ok atmaktadırlar."Bunun üzerine Sa'd b. Muaz ona şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasûlü, Allah'a yemin ederim, bizler de bunlar da şirk üzere idik, putlara tapıyor, Allah'a ibadet etmiyor, O'nu tanımıyorduk. Fakat bir gün olsun ya satın almak yahut da misafir olarak ağırlanmaları hali dışında, bizden tek bir hurma elde edebilecekleri umuduna kapılmadılar. Şimdi Allah bizi İslamla şereflendirmiş, ona iletmiş, seninle de bizi aziz kılmışken mi onlara mallarımızı vereceğiz? Allah'a yemin olsun ki, Allah bizimle onlar arasında hükmünü verinceye kadar kılıçtan başka onlara verecek birşeyimiz yoktur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bundan çok memnun oldu ve: "Madem böyle İstiyorsunuz, böyle olsun" diye buyurdu. Uyeyne ile el-Haris'e de: "Haydi gidiniz, bizim size kılıçtan başka verecek bir şeyimiz yoktur" diye buyurdu. Sa'd (antlaşmanın yazılacağı) sahifeyi aldı, üzerinde lâ ilâhe illâlah şehâdetinden başka birşey yoktu ve bunu Bk. İbn Sa'd Tabakat II, 73.sildi. |