196Şüphesiz benim velim, o Kitabı indiren Allah'tır ve O salihleri veli edinir. "Şüphesiz benim velim o Kitabı İndiren Allah'tır." Yani, bana yardım etmeyi, beni korumayı üzerine alan gerçek dostum Allah'tır. Birşeyin velisi, onu koruyan, ona gelecek zararı önleyen kimse demektir. "Kitap"dan kasıt ise Kur'ân-ı Kerîm'dir. "Ve O, salihleri veli edinir."Yani, onları koruyan O'dur. Müslim'in Sahih'inde Amr b. el-Âs'dan dedi ki: Ben Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)'ı gizli değil de açıktan açığa yüksek sesle şöyle buyururken dinledim: "Haberiniz olsun ki, Ebû -filan kimseyi kastediyor- nın ailesi artık benim velilerim değildirler. Benim velim ancak Allah'tır ve salih mü’minlerdir."Buhârî, Edeb 14;Müslim, İmarı 336;Müsned, IV, 203. el-Ahfeş der ki: “Şüphesiz benim velim o kitabı indiren Allah'tır" âyeti, Şüphesiz Allah'ın velisi o Kitabı indirendir" diye de okunmuştur ki, burada Allah'ın velisi ile kastedilen Hazret-i Cebrâîl olur.en-Nehhâs der ki: Bu,Âsım el-Cahderî'nin kıraatidir. Ancak birinci kıraat daha açık anlaşılan bir kıraattir. Çünkü: "Ve O, salihleri veli edinir" âyeti ondan sonra gelmektedir. 197Sizin O'ndan başka taptıklarınızın, size de kendilerine de yardım etmeye güçleri yetmez. Âyetin tefsiri için bak:198 198Onları hidayete çağırsanız duymazlar. Onları sana bakarken görürsün, halbuki onlar görmezler. Yüce Allah: "Sizin O'ndan başka taptıklarınızın"İfadesinin burada tekrarlanması, onların tapındıkları şeylerin fayda sağlayamadığını, zarar veremediğini açıklamak içindir. "Onları hidayete çağırsanız" şart, "duymazlar" ise bu şartın cevabıdır. "Onları... görürsün" yeni bir cümledir. "Sana bakar" anlamındaki ifade de hal mahallindedir. Kastedilenler de putlardır. Bakmak (en-Nazar); kendisine bakılana doğru gözleri açmaktır. Yani sen onları sana bakarmış gibi görürsün. Bu putlar görmeyen cansızlar oldukları halde fiilin sonunda onlar için (akıllılar hakkında kullanılan)"vav" ile çoğul yapılarak haber veriliş sebebi ise, haberin aklı eren varlıkların yaptıkları fiillerden birisi kullanılarak zikredilişinden dolayıdır. Şöyle de açıklanmıştır: Bu putların mücevherattan yapılmış gözleri vardır. O bakımdan "onları sana bakar görürsün" diye buyurulmuştur. Burada kastedilenlerin müşrikler oldukları da söylenmiştir. Onların, görmediklerini haber vermek suretiyle görme organlarından yararlanmadıklarını anlatmaktadır. 199Sen, af yolunu tut. Urf ile emret, cahillerden de yüzçevir. Bu âyete dair açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız: 1. Kapsamlı Bir Âyet: Bu âyet-i kerîme üç kelimeden (emirden) meydana gelmektedir. Emir ve yasaklara dair şeriatın bütün kaidelerini İhtiva etmektedîr. Yüce Allah'ın: "Sen af yolunu tut" âyetinin kapsamına, akrabalık bağlarını kesenlerin bağlarını gözetmek, günah ve suç işleyenleri affetmek, mü’minlere karşı yumuşak davranmak ve buna benzer Allah'a itaat edenlerin ahlâkını kapsar. "Urf ile emret" âyetinin kapsamına da akrabalık bağlarını gözetmek, helal ve haram hususunda Allah'tan korkmak, gözleri haramdan korumak, ebedilik yurduna da hazırlıklı olmak girmektedir. "Cahillerden de yüzçevir" âyeti ile ilme sarılma teşvik edilmekte, zâlimlerden yüzçevirip bayağı kimselerle tartışma seviyesine düşmemek, cahil ve ahmakların konumuna inmemek... ve buna benzer güzel ahlak ve doğru fiilleri de teşvik etmektedir. Derim ki: Bu hususların geniş bir şekilde açıklanmaya ihtiyacı vardır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunları Cabir b. Süleym'e topluca ifade etmiştir. Cabir b. Süleym Ebû Cüreyh der ki: Genç deveme bindim, sonra da Mekke'ye gittim. Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)'i aradım. Mescid'in kapısında devemi çöktürdüm. Bana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı gösterdiler. Üzerinde kırmızı yollu çizgileri bulunan yünden bir aba bulunduğu halde onu otururken buldum. Ey Allah'ın Rasulü selam sana dedim. O da: "Sana da selam"diye buyurdu. Dedim ki: Biz çöl halkı olan bir dereceye kadar da sert ve katı bir topluluğuz. O bakımdan Allah'ın bana kendileri vasıtasıyla fayda sağlayacağı bir takım sözler öğret. Hazret-i Peygamber bana üç defa: "Yaklaş"dedi, ben de yaklaştım. Şöyle buyurdu: "Az önce söylediğini bana bir daha tekrar et."Ben de ona söylediklerimi tekrarlayınca, şöyle buyurdu: "Allah'tan kork ve maruftan hiçbir şeyi hafif görme. Kardeşinin karşısına güler bir yüzle çıkman, kovandan su isteyenin kabına boşaltman, bir kimse sende olup olmadığını bir şeyi sözkonusu ederek, sana hakaret edecek olursa, sen ona kendisinde olduğunu bildiğin bir şeyi sözkonusu ederek hakaret etme. Şüphesiz bundan dolayı yüce Allah senin için bir ecir, ona bir vebal yazacaktır. Yüce Allah'ın sana ihsan etmiş olduğu hiçbir şeye de sövmemelisin."Ebû Cureyh der ki: Nefsim elinde olana yemin olsun ki artık bundan sonra ne bir koyuna, ne bir deveye sövdüm. Bunu Ebû Bekrel-Bezzâr Müsnedinde bu manada rivâyet etmiştir. Müsned, V, 63-64. Ebû Said el-Makburî babasından, o,Ebû Hüreyre'den rivâyetine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Şüphesiz mallarınızı, bütün insanlara (onları memnun etmek için) yetiştiremezsiniz. Ama onları güzel yüzle karşılayabilir ve güzel ahlakla davranabilirsiniz."el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, VIII, 22. İbn ez-Zübeyr der ki: Allah bu âyet-i kerimeyi ancak insanların ahlakını güzelleştirmek için bildirmiştir. Buhârî de Hişam b. Urve'den, o, babasından, o da Abdullah b. ez-Zübeyr'den, yüce Allah'ın: "Sen af yolunu tut, urf ile emret"âyeti hakkında şöyle dediğini nakletmektedir: Allah bu âyeti ancak insanların ahlâkına dair İndirmiştir. Buhârî, Tefsir 7. sûre 4. Süfyan b. Uyeyne deen-Nehaî'den şöyle dediğini nakleder:Cebrâîl, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a indi. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) ona: "Bu ne eyCebrâîl" diye sorunca, o da şöyle dedi: "Ben de bilmiyorum, âlime sorayım." Bir rivâyette ise: "Ben de bilemiyorum, Rabbime sorayım" demiş. Bunun üzerine gidip bir süre sonra gelince şöyle demiş: "Şüphesiz yüce Allah sana, haksızlık edeni affetmeni, seni mahrum bırakana vermeni, seninle bağını koparanların bağını gözetmeni emretmektedir. " Müsned, IV, 148, 158. Ancak Cebrâîl ile konuşma bölümü yok. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'in Ukbe'ye doğrudan tavsiyeleri şeklinde. Şairlerden birisi de bu hususları nazım halinde şöylece dile getirmektedir: "Ahlâkın üstün değerleri üç hususta toplanır Bunlar kimde kemale ererse işte feta(merd) odur Mahrum bırakman gereken kimseye birşeyler vermen Bağını kesmen gerekeni gözetmen ve haksızlık edeni de affetmen." Cafer es-Sadık der ki: Yüce Allah Peygamberine, bu âyet-i kerimede ahlâkın üstün değerlerine bağlanmayı emretmektedir. Kur'ân-ı Kerîm'de bu âyet-i kerimeden daha çok ahlakın üstün değerlerini bir arada toplayıp ifade eden başka bir âyet-i kerîme yoktur. Nitekim Hazret-i Peygamber de şöyle buyurmuştur:"Ben ancak ahlâkın üstün değerlerini tamamlamak üzere gönderildim."el-Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, IX, 15. Şair de şöyle demektedir: "Bütün durumların sona erer ve biter Övülmen müstesna, o senin için kalmaya devam eder. Eğer ben bütün faziletler arasından istediğimi seçmekte muhayyer bırakılsam Ahlâkın üstün değerlerinden başkasını seçmem." Sehl b. Abdullah der ki: Yüce Allah Tûr-i Sina'da Hazret-i Mûsa'yla konuştu, Ona, sana neyi tavsiye etti diye sorulunca, dokuz şey dedi: Gizlide ve açıkta Allah'tan korkmak, hoşnutken de kızgınken de hak sözü söylemek, fakirken de zenginken de iktisadı elden bırakmamak, bir de bana benimle bağlarını koparanı gözetmemi, beni mahrum bırakana vermemi, bana haksızlık edeni bağışlamamı emrettiği gibi, konuşmamın zikir, susmamın fikir, bakmamın da ibret olmasını emretti. Derim ki: Peygamberimiz Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) dan da şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:"Rabbim bana dokuz şeyi emretti: Gizlilik halinde de, başkalarının önünde de ihlası elden bırakmamak. Kızgınken ve hoşnutken de adaletli davranmak, zenginlik halinde de fakirlik halinde de orta yolu (iktisadı) elden bırakmamak, bana zulmedeni affetmemi, benimle bağlarını koparanı gözetmemi, beni mahrum bırakana vermemi, ayrıca konuşmamın zikir, susmamın fikir, bakışımın da ibret olmasını emretti." Hazret-i Peygamberin:"Sen af yolunu tut"âyetinden kastedilenin zekât olduğu da söylenmiştir. Çünkü verilen zekât çok maldan az bir şeyi vermektir. Ancak böyle bir açıklamanın doğru olma ihtimali uzaktır. Çünkü "afv" kelimesi, izi silinip kayboldu, anlamına gelen den gelmektedir. Bununla birlikte Ondan afvi (arta kalanı) al, da denilir. Yani, onun elindekini eksiltme ve ona karşı müsamahalı davran demek olur. Ancak âyetin nüzul sebebi bu görüşü reddetmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Yüce Allah, Peygamberine, müşriklere karşı delil getirmeyi emrettikten sonra, ona ahlakın üstün değerlerini gösterdi. Çünkü bu güzel değerlere bağlılık, müşrikleri îmana çekmeye sebep teşkil eder.Yani sen, insanların ahlakları, huyları gereği yaptıkları davranışlarının kolayına gelenini kabul et, demektir. Mesela Hakkımı kolay ve rahat bir şekilde aldım denilir(ken, afv kelimesi kullanılır). 2. Urf: Maruf: Yüce Allah'ın: "Urf ile emret" âyetindeki "urf" kelimesi marufu emret anlamındadır. Îsa b.Ömer bunu, şeklinde iki ötre ile okumuştur. Bu da bir başka söyleyiştir. Urf, maruf ve arife ise akılların beğenip kabul ettiği, ruhların da huzur ve sükûn bulduğu bütün güzel hasletler demektir. Şair der ki: "Hayır işleyen onun karşılığını almaktan yana mahrum kalmaz. Maruf işlemek Allah nezdinde de insanlar arasında da boşa gitmez." Atâ; "Urf ile emret" âyetini, Lâ ilahe illallah'ı emret diye açıklamıştır. 3. Cahillerden Yüz Çevirmek: Yüce Allah'ın;"Cahillerden de yüz çevir"âyetinin anlamı şudur:Yani sen, onlara karşı delilini ortaya koyup kendilerine marufu emrettiğin takdirde buna rağmen sana karşı cahillik edecek olurlarsa, onlardan yüzçevir. Bu emirden maksat ise, Hazret-i Peygamberi onlara karşılıklı olarak cevap yetiştirmekten uzak tutarak (onların seviyelerine düşmekten) korumak ve onun kadrini de yükseltmek içindir. Ancak, bu âyet her ne kadar yüce Allah'ınPeygamberine yönelik ise de O, bütün insanlara bir edep öğretmektedir. İbn Zeyd ileAtâ derler ki: Bu âyet-i kerîme(cihadı emreden kılıç âyetiyle) nesh edilmiştir. Mücâhid ileKatade ise bu âyet muhkemdir demişlerdir. Sahih olan da budur. Çünkü Buhârî, Abdullah b. Abbas'tan şöyle dediğini rivâyet eder: Uyeyne b. Hısn Huzeyfe b. Bedr(Medine'ye gelip) kardeşinin oğlu el-Hurr b. Kays b. Hısn'a misafir oldu. (el-Hurr), Hazret-i Peygamberin yakın tuttuğu kimselerden idi. Kurra (Kur'ânı okuyup bellemiş olanlar) Hazret-i Ömer'in akdettiği meclislerin üyeleri ve danıştığı kimseler arasında idiler. Gençya da yaşlı olsunlar farketmezdi. Uyeyne, kardeşinin oğluna şöyle dedi: Kardeşimin oğlu, senin bu emir nezdinde sözün geçer mi? Yanına girmek için ondan bana bir izin koparsan. Yeğeni: Yanına girmen için ondan sana izin isteyeceğim, deyip Uyeyne adına izin istedi. UyeyneHazret-i Ömer'in huzuruna girince şöyle dedi: Ey Hattab'ın oğlu, Allah'a yemin ederim ki sen bize çok vermiyorsun, aramızda da adaletle hükmetmiyorsun.Hazret-i Ömer bu işe çok kızdı. O İcadar ki üzerine atılmak istedi. Bu sefer el-Hurr şöyle dedi: Ey Mü’minlerin emiri, şüphesiz Allah Peygamberine: "Sen af yolunu tut, urf ile emret, cahillerden de yüzçevir" diye buyurmuştur. Şüphesiz ki bu da cahillerdendir. Bunun üzerine Allah'a yemin ederimÖmer'e karşı bu âyeti okuduktan sonraÖmer bundan ileriye gitmedi. O, yüce Allah'ın Kitabının çizdiği hudutta durur, ondan ileriye geçmezdi. Buhârî, Tefsir 7. sûre 5. Derim ki:Ömer (radıyallahü anh)'ın bu âyet-i kerimenin hükmüne boyun eğmesi, el-Hurr'un da bu âyet-i kerimeyi delil göstermesi, âyetin mensulı olmayıp muhkem olduğuna delalet etmektedir. Aynı şekilde el-Hasen b.Ali b. Ebî Tâlib (radıyallahü anh) da İleride açıklayacağınız hususa(el-Â'râf, 7/201. âyet, 2. başlıkta) bu âyet-i kerimeyi delil göstermiştir. Bununla birlikte yöneticiye karşı katı davranış eğer kasti yapılır ve onun hakkı olan şeyleri hafife almak kastıyla yapılacak olursa, bu şekilde davrananı tazir etme hakkı vardır. Şayet başka bir sebepten dolayı olursa adaletli halifenin yaptığı gibi, cezalandırmaktan yüzçevirmek, affedip bağışlamak gerekir. 200Sana şeytandan bir vesvese gelirse hemen Allah'a sığın. Çünkü O, herşeyi İşitendir, en iyi bilendir. Bu âyete dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız: 1. Şeytanın Vesveselerine Karşı Allah'a Sığınmak: Yüce Allah'ın: "Sen af yolunu tut" âyeti nâzil olunca, Hazret-i Peygamber: "Nasıl olur Rabbim ya gazab (kızgınlık)" diye sordu. Bunun üzerine; "Sana şeytandan bir vesvese gelirse..." âyeti nâzil oldu. “Sana bir vesvese gelirse..."; âyetinde sözü geçen: Şeytanın vesveseleri demektir. Bu kelime şekillerinde(aynı anlamda) kullanılır. Kışkırtıcılardan sakın, denilir. ez-Zeccâc der ki: en küçük harekete denir. Şeytandan gelen en küçük vesveseye de bu ad verilir. Said b. el-Müseyyeb der ki: Ben, Osman ve Ali'ye şahit oldum. İkisinin de arasında şeytandan gelen bir vesvese baş göstermişti. Onlardan biri diğerine (söylemedik) birşey bırakmadı. Aradan fazla zaman geçmeden herbiri diğerine mağfiret diledi. "Sana bir vesvese gelirse" yani, kızgınlık halinde helal olmayan bir şeye dair sana bir vesvese gelecek yahut arız olacak, isabet edecek olursa, "hemen Allah'a sığın." Yani, bu işten kurtuluşu Allah'tan iste. Şanı yüce Allah, vesveseyi kendisine sığınmak ve himayesini istemek suretiyle bertaraf etmeyi emretmektedir. En yüce örnek Allah'ındır. Çünkü, köpeklerden ancak köpeklerin Rabbine sığınılır. Seleften birisinin öğrencisine şöyle dediği nakledilir: Şeytan sana kötülükleri güzel gösterdiği ve onları işlemeye teşvik ettiği vakit ne yaparsın? O, ben de ona karşı direnirim, dedi. Peki bir daha gelirse? Öğrencisi yine ona karşı direnirim deyince, hocası ya bir daha gelirse, Öğrencisi yine: Ona karşı direnirim, dedi. Bu sefer hocası bu iş böylece uzayıp gider, diye cevap verdi. Şimdi bana söyle eğer bir sürü koyunun yanından geçersen onların koruyucusu olan köpek sana havlayacak ve yoldan geçmeni engelleyecek olursa ne yaparsın? Öğrencisi: Ona karşı direnir, gücüm yettiğince onu geri çevirmeye gayret ederim. Hocası: Bu iş uzun sürer. Bunun yerine sen, o koyunların sahibinin yardımını iste, o köpeği senden uzaklaştırsın, dedi. 2. Şeytanın Çeşitli Vesveseleri ve Bunlara Karşı Alınacak Tedbîrler: (........) kelimelerinin hepsi aynı anlamı vermekte (ve "vesvese" anlamına gelmekte) dir. Nitekim Yüce Allah(bu kelimeler ile aynı anlamı kastederek) şöyle buyurmaktadır:" Ve de ki: Rabbim, şeytanların vesveselerinden sana sığınırım" (el-Mu'minûn, 23/97); "Vesvese veren o sinsi şeytanın şerrinden..." (en-Nas, 114/4) 'ın asıl anlamı, fesat çıkartmaktır. Mesela; Aramızda fesat çıkardı, fesat soktu denilir. Yüce Allah'ın: "Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra..." (Yusuf, 12/100) yani, fesat çıkardıktan sonra... demektir. Bu kelimenin azdırmak ve kışkırtmak anlamına geldiği de söylenmiştir, bununla birlikte ifade edilen anlamlar birbirine yakındır. Derim ki: Bu âyetin bir benzeri de Müslim'in Sahih'indeEbû Hüreyre'den yer alan şu rivâyettir:Ebû Hüreyre dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Şeytan sizden herhangi bir kimseye gelir ve ona: Şunu şunu kim yarattı diye vesvese verir. Nihayet ona: Rabbini kim yarattı? diye vesvese verir. Bu noktaya ulaştı mı kişi Allah'a sığınsın (ıstiâze) ve bu işten kendisini uzak tutsun."Buhârî, Bed'ul-Halk 11;Müslim, Îman 214. Yine Müslim'de Abdullah b. Mes'ûd'tan şöyle dediği nakledilmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a vesveseye dair soru sorulunca o da: "İşte katıksız îman odur" diye cevap vermiştir. Müslim, Îman 211; Müsned, W, 456(Ebû Hüreyre'den), VI, 106, (Âişe -radıyallahü anhnhâ'dan)Ebû Hüreyre yoluyla gelen hadiste de şöyle denilmektedir: "İşte bu sarih (halis) imanın kendisidir." Müslim, Îman 209;Ebû Dâvûd, Edeb 109;Müsned, II, 397, 441. "Sarih" halis ve katıksız demektir. Ancak bunuzahiri üzere bilmemek gerekir. Zira, bizatihi vesvesenin imanın kendisi olması doğru olamaz. Çünkü îman bir yakındır. Burada işaret ancak ve ancak onların kalplerinde hissettikleri, içlerinden geçenler dolayısıyla Allah'ın kendilerini cezalandıracağından dolayı duydukları korkudur. Âdeta onların bundan dolayı korkmaları katıksız ve halis îman gibi ifade edilmiştir. Buna sebep ise imanlarının sıhhati ve bu vesvesenin bozuk bir şey olduğunu bilmeleridir. O bakımdan Hazret-i Peygamberin vesveseye îman ismini vermesi, o vesveseyi önleyip, ondan yüzçevirip reddedip kabul etmemenin, bundan dolayı tedirgin olmanın imandan sadır oluşu dolayısıyladır. Hazret-i Peygamberin istiâzeyi emretmesine gelince, bu vesveselerin şeytanın etkisiyle meydana gelişinden dolayıdır. Bundan vazgeçme emri, bu vesveseye meyledip ona iltifat etmekten vazgeçmek demektir. Îmanı sahih olup Rabbinin ve peygamberinin kendisine emrettiği şeyleri yerine getiren kimse bu emirlerden fayda görür, Allah da ona fayda sağlar. İçinden şüphenin geçtiği ve bu duyduğu şüphenin etkisi altında kalan, ondan sıyrılamayan kimseye karşı şüphesiz aklî delili açıkça ortaya koymak kaçınılmaz bir şeydir. Nitekim Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) da uyuz olmuş develerin (başkalarının da bulaştırabilme) şüphesine kapılan kimseye: "Hastalığın bu şekilde sirayeti sözkonusu değildir" diye cevap verdiğini görüyoruz. Bedevî, Hazret-i Peygamber'e: Develere ne oluyor ki, kumda önceleri ceylan gibi İken, aralarına uyuz deve girdi mi onların hepsi de uyuz olur diye sorunca, Hazret-i Peygamber kendisine: "Peki, ya ilk uyuz olana o hastalığı bulaştıran kim" Buhârî, Tıb 25, 53, 54;Müslim, Selâm 101;Ebû Dâvûd, Tıb 24;Müsned, II, 267, 327, 415. diyerek, onun duyduğu şüpheyi kökünden söküp attı. Şeytan, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashâbını kötülüğe teşvik edip saptırmaktan ümidini kesince, bu sefer bu gibi telkinlerle onları şaşırtarak vakitlerini geçirmeye kalkıştı. Vesveseler, saçma sapan, abuk sabuk düşünceler demektir. Ashâb-ı kiramın da kalpleri onun telkin ettiği bu vesveselerden nefret edip uzaklaştı ve bu vesveselerin kalplerine gelmesi onlara büyük bir iş gibi göründüğünden dolayı sahih hadiste de belirtildiği gibi Hazret-i Peygambere gelerek şöyle dediler: Ey Allah'ın Rasulü, şüphesiz ki bizler, içimizde bizden herhangi bir kimsenin sözlü olarak ifade etmeyi çok büyük bir iş olarak gördüğü şeyler hissediyoruz. Hazret-i Peygamber:"Gerçekten bunu buldunuz mu?" diye sorunca, onlar: Evet dediler. Bu sefer Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "İşte bu sarih imandır." Bu da Kur'ân-ı Kerîm'in şu âyetinde ifade ettiği gibi, şeytana rağmen böyledir: "Şüphesiz Benim gerçek kullarımın üzerine senin herhangi bir tasallutta bulunmaya gücün yoktur." (el-İsra, 17/65) Gelip geçen ve yer etmeyen düşünceler ile şüphe sonucu meydana gelmeyen tereddütler ise yüzçevirmekle bertaraf edilecek şeylerdendir. Bu gibi şeyler hakkında da vesvese tabiri kullanılır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. el-Bakara Sûresi'nin son taraflarında da (2/285-286. âyet 1. başlık ve devamında) bu anlamda açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamd olsun. 201Takva sahiplerine şeytandan bir vesvese değdiğinde iyice düşünürler. Bakarsın ki onlar görüp bilmişler bile. Bu âyete dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız: 1. Şeytanın Vesveselerine Karşı Takva: Yüce Allah'ın: "Takva sahiplerine" âyeti ile kastedilenler şirk ve masiyetlerden sakınıp korunan kimselerdir. "Şeytandan bir vesvese değdiğinde"âyetinde vesvese anlamını veren kelimeyi, Basralılarla Mekkeliler; diye okumuşlardır. Medinelilerle Kûfelilerin kıraati ise; şeklindedir.Saîd b. Cübeyr'den de"ye" harfini şeddeli olarak okuduğu rivâyet edilmiştir. en-Nehhâs der ki: Arapça'da bu gibi kelimeler şeklindeşeddesizolarak ve; 'ın mastarı olmak üzere gelir.el-Kisâî ise şöyle demektedir: Bu dan muhaffef (yani, şeddeli olan "ye" harfi, şeddesiz sakin olarak) okunmuştur. Tıpkı-, "Ölü" kelimesinde olduğu gibi. en-Nehhâs ise der ki: Sözlükte (Kalbe gelen hayal yahutta uykuda görülen (rüya) demektir. ın anlamı da budur. Ebû Hatim de der ki: Ben, el-Esmaî'ye; 'ın anlamını sordum, o: Mastar vezinleri arasında;: Fey'il vezni yoktur dedi. en-Nehhâs der ki: Bu kelime mastar değildir. Ancak bu kelime; (..........) anlamındadır. Buna göre ifadenin anlamı şöyle olur: Masiyetlerden sakınanlara herhangi bir şey gelip değecek, kavuşacak olursa, onlar yüce Allah'ın kudreti ve üzerlerindeki nimetleri hakkında düşünerek o masiyeti İşlemeyi terkederler. (.......) kelimelerinin birbirinden ayrı anlamlar ifade ettiği de söylenmiştir.Birincisi hayal kurmak(hayal görülmek, tahayyül) anlamındadır,ikincisi ise bizzat şeytanın kendisi demektir.Birincisi "Hayal görüldü, görülür" den mastardır ve bu mastardan ism-i fail kullanılmaz. es-Süheylî der ki: Çünkü böyle bir şeyin hakikati yoktur. Bu tahayyül (yeni hayal kurmak) dır. Yüce Allah'ın: "Hemen onu Rabbin katından dolaşan bir belâ sardı da..." (el-Kalem, 68/19) âyetinde "dolaşan" anlamını veren; kelimesinin mastarı ise diye kullanılmaz. Çünkü bu, gerçek anlamıyla bir ism-i faildir. Bunun Cebrâîl olduğu da söylenmiştir. ez-Zeccâc der ki: -İnsan tarafından yapılan fiile işaret etmek üzere-Ben onların etrafını dolaştım, dolaşırım denilir. Buna karşılık -hayal gibi manevi şeyler hakkında ise-: Hayal dolaştı, dolaşır denilir. Şair Hassan (b. Sabit) der ki: "Sen bunu bırak da bana söyle yatsı vakti geçti mi, Benî uykusuz bırakan bir hayalin hakkından kim gelir?" Mücahid der ki: Kızgınlık demektir. Delilik, kızgınlık (gazap) ve vesveseye de "tayf" denilir. Çünkü bütün bunlar hayalin kalpten gelip geçmesi gibi şeytanın kalbe bıraktığı etki ve vesveseler kabilindendir. "Bakarsın ki onlar görüp bilmişler bile" yani, o kötülüğü işlemekten vazgeçmişler bile. Onlar, artık basiret sahibi olurlar, diye de açıklanmıştır. Saîd b. Cübeyr, "iyice düşünürler" anlamındaki kelimenin "zel" harfini şeddeli olarak; diye okumuş ise de Arapçada bunun açıklanabilir bir tarafı yoktur. Bu hususuen-Nehhâs nakletmektedir. 2. Cahillerden Yüzçevirmeye Örnek: İsam b. el-Mustalık der ki: Medine'ye girdim,el-Hasen b. Ali'yi (ikisine de selam olsun) gördüm. Onun güzel görünüşü, ağırbaşlılık ve vakarı beni hayrete düşürdü, hoşuma gitti. Ancak onun bu durumu, daha önce babasına karşı gizlemiş olduğu kinden dolayı kıskançlığımı alevlendirdi. Sen Ebû Talib'in oğlu (torunu) musun diye sordum, evet deyince, ona ve babasına alabildiğine sövüp saydım. Bana oldukça şefkatli ve acıyan bir şekilde baktı, sonra; Euzubillahi mineşşeytanirracim. Bismillahirrahmanirrahim, deyip: "Sen af yolunu tut. Urf ile emret. Cahillerden yüzçevir... bakarsınki onlar görüp bilmişler bile" âyetlerini okudu, sonra bana şöyle dedi: Yavaş ol. Benim için de kendin için de Allah'tan mağfiret dile. Çünkü sen bizden yardım dileyecek olsan biz sana yardımcı oluruz. Bizim seni misafir edip ağırlamanı istesen, seni ağırlarız. Bizden doğru yolu göstermemizi istesen biz de sana doğruyu gösteririz. İşlediğim kusurlar dolayısıyla pişmanlık duyduğumu yüzümden anlayınca şöyle dedi: "Bugün size serzeniş yoktur. Allah size mağfiret buyursun. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir." (Yusuf, 12/92). Sen, Şam halkından mısın diye sorunca, ben evet dedim. Bunun üzerine o da(şu mısra ile) cevap verdi: "Bu benim Ahzem' den beri bilip tanıdığım bir alışkanlıktır Hoş geldin sefalar getirdin. Allah sana afiyet versin, sana güç ve kuvvet versin. Hiç utanma. Ne ihtiyacın varsa bize söyle. Hatırına geleni söyle. Bizi düşündüğünden de daha iyi bulacaksın inşaallah. İsam dedi ki: Bunun üzerine yer bütün genişliğine rağmen bana dar geldi. Keşke yer yarılsaydı da içine girsem, diye temennide bulundum. Sonra da başkalarının arkasına saklanarak sıvışıp gittiğimde yeryüzünde ondan ve babasından daha çok sevdiğim kimse kalmamıştı. 202Kardeşleri ise onları sapıklığa sürükler. Sonra da ellerini yakalarından çekmez. "Kardeşleri ise onları sapıklığa sürükler, sonra da ellerini yakalarından çekmezler" âyetinin şu anlamda olduğu söylenmiştir: Şeytanların kardeşleri, insanların sapıkları arasında bulunan günankâr kimselerdir. Şeytanlar bunları sapıklık ve azgınlık içerisinde alabildiğine uzaklara götürürler. Şöyle de açıklanmıştır: Günahkârlara "şeytanın kardeşleri" denmesinin sebebi, onların telkinlerini kabul etmelerinden dolayıdır. Bundan önceki âyet-i kerimede de şeytandan söz edilmişti. Bu hususta yapılan en güzel açıklama budur. Bu,Katade, el-Hasen ve ed-Dahhâk'ın görüşüdür. "Ellerini yakalarından çekmezler"âyeti ise, tevbe etmezler, geri dönmezler demektir. ez-Zeccâc şöyle demektedir: İfadede takdim ve tehir vardır. Âyetin anlamı şöyledir: Sizin Allah'tan başka dua edip çağırdıklarınız size herhangi bir şekilde yardımcı olamazlar. Kendilerine de yardım edemezler. Onların kardeşleri ise, onlara sapıklıkta yardım ederler. Çünkü kâfirler şeytanların kardeşleridir. Âyetin anlamı da şöyledir; Mü'mtn bir kimseye şeytandan herhangi bir vesvese gelip dokunacak olursa, o da aradan fazla zaman geçmeden uyanır, kendisine gelir. Müşrikleri ise şeytanlar sapıklıkta alabildiğine uzaklara götürürler. "Ellerini yakalarından çekmezler"anlamındaki fiildeki zamirin her iki görüşe göre de kâfirlere raci olduğu söylendiği gibi, şeytana raci olması da mümkündür, denilmiştir. Katade der ki:Yani, sonra da onları bırakmazlar, onlara hiçbir şekilde acımazlar. Vazgeçmek; bir şeyi terketmek, onu bırakmak anlamındadır.Yani şeytanlar, kâfirleri sapıklık içerisinde uzun uzadıya bırakmaktan bir türlü ellerini geri çekmezler, vazgeçmezler. Yüce Allah'ın: "Sapıklığa" âyetinin, " Onları... sürükler" âyetine muttasıl olması mümkün olduğu gibi, "kardeşler" anlamındaki âyet ile ilişkili olması da mümkündür. Ğayy (mealde sapıklık) ise, cehalet ve bilgisizlik demektir. Nafi', "ya." harfini ötreli, "mim" harfini de esreli olarak; diye okumuştur. Diğerleri ise, "ya" harfini üstün, "mim" harfini de ötreli okumuşlardır. Bu iki okuyuş; dan iki ayrı söyleyiştir. Ancak bunun hemzesiz kullanılışı ise daha çoktur. Bu açıklamayı Mekkî yapmıştır. en-Nehhâs der ki: Arapça bilginlerinden bir topluluk Medinelilerin kıraatini kabul etmezler. Bunlardan birisi de Ebû Hatim ileEbû Ubeyd'dir. Ebû Hatim der ki: Ben bunun açıklanabilir bir tarafı olduğunu bilmiyorum. Ancak ifadenin; onların sapıklıklarını artırırım anlamında olması hali müstesna. Aralarında Ebû Ubeyd'in de bulunduğu dil bilginlerinden bir topluluğun naklettiğine göre bir şey, bir başka şeyi kendisi ile çoğaltacak olursa bu fiil hemzesiz kutlanılır. Kendisinden başkası vasıtasıyla çoğaltacak olursa, o takdirde hemzeli olarak kullanılır. Yüce Allah'ın şu âyetinde görüldüğü gibi: "Rabbiniz nişanlı beşbin melek ile size yardım gönderecektir." (Âl-i İmrân, 3/125) Muhammed b. Yezid'den ise, Medinelilerin kıraatine delil göstermek üzere şöyle dediği nakledilmektedir: O şeyi ben ona süslü gösterdim ve o işi yapmaya onu davet ettim, denilir. Buna karşılık; İse, bu hususta ona görüşümle yahut başka bir yolla yardımcı oldum, demektir. Mekkî der ki: Ancak tercih edilen kıraat(bu âyet-i kerimede) baştaki"ye" harfinin üstün okunuşudur. Çünkü; Yardım ettim, fiili kötü şeyler hakkında Yardım ettim, şekli ise hayırlı şeyler hakkında kullanılır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ve onları azgınlıklarında serserice dolaşmalarına mühlet verir."(el-Bakara, 2/15) İşte bu, bu kelimenin "ya" harfinin üstün ile okunuşunun daha kuvvetli olduğuna delalet etmektedir. Çünkü buradaki yardım(sürükleme) kötülüktedir. "Gay" ise, kötülüğün kendisidir. Zira cemaat (büyük çoğunluk) bunu böyle kabul etmektedir. Âsımel-Cahderî ise âyetin bu bölümünü; şeklinde okumuştur. Îsa b. Ömer "ellerini yakalarından çekmezler" anlamındaki fiili de; şeklinde "ya" harfi üstün ve"sad" harfi ötreli, "kaf" harfini de sakin olarak okurken, diğerleri onun aksine; diye okurlar ki, bu da iki ayrı söyleyiştir. Şair İmriu’l-Kays der ki: "Önceleri geri çekilmişken daha sonra sana karşı şevkim yükseldi." 203Onlara bir âyet getirmezsen: "Kendin onu uyduruverseydin ya" derler. De ki: "Ancak Rabbimden bana vahyolunana uyarım. Bu, Rabbinizden gelen, gözleri açan belgelerdir. îman eden bir topluluk için hidayet ve rahmettir." "Onlara" kendilerine karşı okuyacağın "bir âyet getirmezsen kendin onu uyduruverseydin ya" âyetindeki; "... seydin ya" edatı, anlamındadır. Bu anlamda ise ondan hemen sonra ya zahiren, ya da takdiri olarak bir fiilin gelmesi gerekir. Bu hususta yeterli açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresi'nde(2/118. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. "Onu uyduruverseydin" yani, kendiliğinden uydursaydın. Bu âyet-i kerîme ile onlara âyetlerin yüce Allah nezdinden geldiğini bildirmektedir, O, onlara ancak Allah'ın kendisine İndirdiklerini okuduğunu ifade etmektedir. Aynı kökten gelen fiil; şeklînde; kişi kendi zihninde uydurup irticalen yaptığı konuşma hakkında kullanılır. "De ki: Ancak Rabbimden bana vahyolunana uyarım" yani ben, Allah nezdinden bana vahyolunana uyarım. Kendiliğimden uydurduğum şeylere değil "Bu, Rabbinizden gelen gözleri açan belgelerdir." Maksat, Kur'ân-ı Kerîmdir. "Besâir" kelimesi ise, basiretin çoğulu demek olup delâlet ve ibret demektir.Yani, benim sizi kendisi vasıtasıyla yüce Allah'ın yoluna ilettiğim bu Kitap, bir çok basiretler ihtiva eden bir Kitaptır. Yani, onun vasıtası ile gözler açılır, gerçekler görülür. ez-Zeccâc, "besâir"in yollar anlamına geldiğini söylemiştir. Besâir dinin yollan demektir. el-Cu'fî der ki: "Onlar basiretleri omuzları üstünde geri gittiler(yani, babalarının intikamını alamadılar). Benim basiretim ise, hızla koşan ve oldukça güçlü atlar koşturup getirmektedir. (Yani ben intikamımı aldım.)" "Hidayet" doğruluk ve açıklama demektir; "ve rahmettir" ve nimettir, anlamındadır. 204Kur'ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki merhamet olunasınız. Bu âyete dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız: 1. Ayetin Nüzul Sebebi ve Namazda Okunan Kur'ân'ı Dinlemek: Yüce Allah'ın: "Kur'ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun..." âyeti ile ilgili olarak şöyle denmiştir: Bu âyet namaz hakkında nâzil olmuştur. İbn Mes'ûd, Ebû Hüreyre, Cabir, ez-Zührî, Ubeydullah b. Umeyr,Atâ b. Ebi. Rebah veSaid b. el-Müseyyeb'den bu görüş rivâyet edilmiştir. Said der ki: Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) -Mekke'de iken- namaz kıldığı sırada müşrikler onun yanına gelir, biri diğerine şöyle derdi: "Bu Kur'ân'ı dinlemeyin ve hemen siz, o okunurken anlamsız sözler söyleyin..." (Fussilet, 41/26) derlerdi. Bunun üzerine yüce Allah onlara cevap olmak üzere: "Kur'ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun" âyetini indirdi. Şöyle de denilmiştir: Bu âyet-i kerîme hutbeyi dinlemek hakkında nâzil olmuştur. Bu görüşü de Saîd b. Cübeyr, Mücahid,Atâ, Amr b. Dinar,Zeyd b. Eslem, el-Kasım b. Muhaymere,Müslim b. Yesar, Şehr b. Havşeb ve Abdullah b. el-Mübarek ifade etmişlerdir, Ancak bu görüş zayıftır. Çünkü hutbede okunan Kur'ân-ı Kerîm miktarı azdır. Ve hutbenin tamamının dinlenmesi icabeder. Bunu daİbnü’l-Arabî ifade etmiştir. en-Nekkâş der ki: Âyet-i kerîme Mekke'de inmiştir, Mekke'de ise ne hutbe vardı, ne de Cuma namazı. Taberî de yineSaîd b. Cübeyr'den gelen rivâyete göre bu âyet-i kerîme Kurban bayramı, Ramazan bayramı ve Cuma günü(hutbelerini) dinlemek ile İmâmın açıktan Kur'ân okuduğu namazların dinlenmesi hakkındadır, o halde bu âyet umumidir. Sahih olan da budur. Çünkü bu açıklama gerek bu âyet-i kerimenin, gerek onun dışında sünnet-i seniyyenin dinlemeyi vacip kıldığı bütün hususları bir arada toplamaktadır. en-Nekkâş der ki: Tefsir âlimleri buradaki dinlemenin farz olan ve olmayan bütün namazlarda olduğunu kma ile kabul etmişlerdir. en-Nehhâs da şöyle demektedir: Dil bakımından bu dinlemenin her hususta olması gerekir. Ancak, bu hususta tahsis olduğuna dair herhangi bir delilin bulunması müstesnadır. ez-Zeccâc ise şöyle demektedir: Yüce Allah'ın; "Onu dinleyin ve susun" âyetinin gereğince amel edin ve onun hükümlerini aşmayın anlamına gelmesi de mümkündür. Çünkü susmak (insât), dinlemek üzere susmak, kulak kabartmak ve gereken saygıyı göstermek demektir. Bu fiil; şeklinde kullanılabildiği gibi, -hemze ziyadesi sözkonusu olmaksızın- şeklinde de kullanılır. Şair der ki: "tmam dedi ki: Efendimizin emrini yerine getirmeye bakın Biz de onun dediği gibi artık muhalefet etmedik ve susup dinledik," Susup onu dinlediler, şeklinde kullanılır. Şair de der ki: Hazamî konuştu mu susup onu dinleyin Çünkü söz diye Hazamı'nin dediğine denir, Bazıları da yüce Allah'ın: "Onu dinleyin ve susun" âyeti hakkında şöyle demişlerdir: Bu âyet Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a has idi. Tâ ki onun ashâbı söylediklerini iyice anlayabilsinler. Derim ki: Bunun böyle olma ihtimali uzaktır, sahih olan âyetin umumi olduğu görüşüdür. Çünkü: "...ki merhamet olunasıniz" diye buyurulmaktadır. Ayrıca tahsis için bir delile de ihtiyaç vardır, Abdulcebbar b. Ahmed, "Fevâidu'l-Kur'ân" adlı eserinde şöyle demektedir: Müşrikler yüce Allah'ın da durumları hakkında bize bildirdiği gibi, inat olsun diye işi yokuşa sürmek kastıyla çokça gürültü ve patırtı çıkartıyorlardı: "O kâfirler dediler ki: Bu Kur'ân'ı dinlemeyin ve kemen o Kur'ân okunurken siz anlamsız sözler söyleyin, belki böylelikle galip gelirsiniz." (Fussilet, 41/26) Bunun üzerine yüce Allah da müslümanlara, vahyin eda edilmesi esnasında müşriklerin bu halinin tam aksine olmalarını ve Kur'ân'ı dinlemelerini emretmektedir. Bir başka yerde de cinleri methederken şöyle buyurmaktadır: "Hatırla ki cinlerden bir taifeyi Kur'ân'ı işitsinler diye sana doğru yöneltmiştik" (el-Ahkaf, 46/29), Muhammed b. el-Kâ'b el-Kurazî de der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) namazda Kur'ân okuduğu sırada arkasında namaz kılanlar ona karşılık veriyorlardı. Kendisi bismillahirrahmanirrahim dedi mi, onlar da onun gibi tekrarlıyorlar, Fatîha'yı ve arkasından zamm-ı sûreyi bitinceye kadar böyle yapıyorlardı. Bu durum yüce Allah'ın kalmasını dilediği kadar bir süre böylece kaldı. Daha sonra da: "Kur'ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki, merhamet olunasınız" âyeti nâzil olunca, onlar da susup dinlediler. İşte bu da "insafınyani susup dinlemenin, daha önceden yaptıkları şekilde Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem)'a yüksek sesle karşılık vermeyi terketmek ve böylece dinlemek anlamına geldiğini göstermektedir. Katade, bu âyet-i kerîme hakkında şöyle demektedir: Ashâb namaz kılarken onlardan birileri gelir ve kaç rekat kıldınız, kaç rekat kaldı, diye sorardı. Bunun üzerine yüce Allah; "Kur'ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun..." âyetini indirdi. Yine Mücahid'den nakledildiğine göre, ashâb-ı kiram, önceleri namazda ihtiyaç-duydukları hususlarda konuşuyorlardı. Bunun üzerine yüce Allah'ın: "...ki, merhamet olunasınız" âyeti nâzil oldu. Fâtiha sûresi tefsiri yapılırken cemaatin, İmâmın arkasında Kur'ân okuması ile ilgili görüş ayrılıklarına dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. İleride yüce Allah'ın izniyle hutbenin hükmüne dair açıklamalar da el-Cuma Sûresi'nde(62/9. âyetin tefsirinde) gelecektir. 205Rabbinİ içinden, yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam an ve gafillerden olma! Yüce Allah'ın: "Rabbini İçinden, yalvararak ve korkarak... an" âyetinin bir benzeri de: "Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin" (el-A'raf, 7/55) âyetidir. Daha önceden geçmişti. Ebû Cafer en-Nehhâs der ki: Yüce Allah'ın: "Rabbini içinden... an" âyetinin dua hakkında olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur. Derim ki:İbn Abbâs'tan rivâyet edildiğine göre bu âyette geçen "anmak (zikir)" ile namazdaki kıraati kastettiğine dair bir rivâyet gelmiştir. Âyetin anlamının: Kur'ân-ı Kerîm'i üzerinde dikkatle dura dura ve düşünerek oku şeklinde olduğu da söylenmiştir. "Yalvararak" kelimesi mastardır. Hal mahallinde de olabilir. "Korkarak" ise ona atfedilmiştir. " Korku" kelimesinin çoğulu ise şeklinde gelir, çünkü bu da; "Korkmak, korku" anlamındadır. Bu açıklamayıen-Nehhâs zikretmiştir. 'ın aslı ise dır. Burada önceki harf esreli olduğu için "ye" harfi "vav"a dönüştürülmüştür. Mazi ve muzari çekimleri ile mastarları da şeklinde gelir. Müfred ism-i faili, şeklinde, çoğulu aslına uygun olarak; şeklinde gelmekle birlikte; şeklinde de telaffuz edilir.el-Ferrâ''nın da naklettiğine göre ise, yine 'in çoğulu şeklinde de gelir. el-Cevherî ise der ki: ile aynı şeydir. Çoğulu ise ...diye gelir ve bunun aslı("ye" harfi değil) "vav"dır. "Yüksek olmayan bir sesle" yani, sözünü yüksekten daha aşağı bir sesle. Bu da kendine İşittirecek kadar anlamındadır. Nitekim bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "...ikisi ortası bir yol tut,"(el-İsra, 17/110) Yüksek sesle söylemek ile gizli söylemek arasında bir yof tut, demektir. İşte bu, daha önce birden çok yerde de geçmiş olduğu gibi, yüksek sesle zikir yapmanın memnu' olduğunun delilidir. "sabah ve aksam(vakitlerinde)" âyeti ile ilgili olarak Katade ve İbn Zeyd şöyle demektedir: "Akşam vakitleri" demektir. ise, sabah anlamına gelen; 'ın çoğuludur. Ebû Miclez, şeklinde okumuştur. Bu ise, Akşam vaktine girdik" fiilinin mastarıdır. ise, 'ın çoğuludur. Tıpkı "Çadır için yere çakılan kazık, kazıklar" kelimesi gibi cem'ü’l-cem' (çoğulun çoğulu)dır. Bunun tekili ise, şeklinde olup bu, şeklinde çoğul yapılmıştır. Bu açıklamalar ez-Zeccâc'dan nakledilmiştir. el-Ahfeş ise derki: Akşam vakitleri kelimesi, kelimesinin çoğuludur. Tıpkı "Sağ, sağlar" kelimesi gibi. el-Ferrâ' da der ki: kelimesi, "akşam vakti" anlamına gelen; kelimesinin çoğuludur. Bununla birlikte; tekil de olabilir. Şairin şu mısraında olduğu gibi: "Ve akşam vakti yaklaştığında ondan daha güzeli ile de değil..." el-Cevherî der ki: ikindiden sonra akşama kadar devam eden vakittir. Çoğulu ise, şeklinde gelir. Bu da dan çoğul yapılmış gibidir. Şair der ki: "Ömrüm hakkı için sen ahalisine ikramda bulunduğum evsin. Ve akşam vakitlerinde avlularında oturduğum." Bu kelime aynı şekilde; şeklinde de çoğul yapılır. Deve, develer gibi. Daha sonra bunun çoğul şeklini de küçültme ismi yaparak; demişler, arkasından "nün" harfini "lanı" ile ibdâl ederek; demişlerdir. Nâbiğa'nın şu beyiti de bu kabildendir: "Kısacık bir akşam vakti durdum orada ve sordum ona; Bana cevap vermekte güçlük çekti, o evde de kimse yoktu." el-Lihyanî de; "Onunla akşam vakti karşılaştım," şeklinde ifade kullanıldığını nakletmektedir. "Ve gafillerden olma." Yani, Allah'ı zikretmekten yana gaflete düşenlerden olma. 206Şüphe yok ki Rabbin nezdindekiler O'na ibadet etmekten asla büyüklenmezler. O'nu teşbih ederler ve yalnız O'na secde ederler. Bu âyete dair açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız: 1. Meleklerin Mevkii ve Görevleri: Yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki, Rabbin nezdindekiler"âyeti ile melekleri kastettiği İcmâ ile kabul edilmiştir. Şanı yüce Allah her türlü mekândan münezzeh olduğu halde "Rabbin nezdindekiler" diye buyurması, meleklerin Allah'ın rahmetine yakınlıklarından ötürüdür. Allah'ın rahmetine yakın olan herbir şey de O'nun nezdinde demektir. Bu açıklama ez-Zeccâc'dan nakledilmiştir. Başkası ise şöyle demektedir: Böyle buyurması, onların Allah'tan başka hiçbir kimsenin hükmünün geçerli olmadığı bir yerde bulunmalarından dolayıdır. Onların, Allah'ın elçileri olduklarından dolayı bu tabir kullanıldığı da söylenmiştir. Nitekim: "Halife nezdinde büyük bir ordu vardır" denilmesi de bu türdendir. Yine şöyle açıklanmıştır: Bu ifade ile meleklerin yüksek şereflerine dikkat çekilmekte, onların oldukça üstün bir yerde bulunduktan anlatılmaktadır. O halde bu, onların mesafe yönüyle değil de üstünlük ve şeref itibariyle yakınlıklarını anlatan bir tabirdir. "O'nu teşbih ederler," O'nu ta'zim ederler, hertürlü kötülük ve çirkinlikten tenzih ederler. "Ve yalnız O'na secde ederler." Namaz kılarlar diye açıklandığı gibi, masiyet ehlinin hilâfına, O'na zilletle boyun eğerler, diye de açıklanmıştır. 2. Kur'ân-ı Kerîm'deki Secdeler (Tilavet Secdeleri): İlim adamlarının Cumhûruna göre, burası Kur'ân okuyan kimsenin secde etmesi gereken bir yerdir. Yine ilim adamları Kur'ân-ı Kerîm'deki secde âyetlerinin sayısında farklı görüşlere sahiptirler. Bu hususta belirtilen en yüksek secde sayısı onbeştir. Bunlarınbirincisi, Â'raf Sûresi'nin son âyeti, sonuncusu da el-Alak Sûresi'nin sonuncu âyetidir. Aynı zamanda bu, İbn Habib'in bir rivâyette İbn Vehb'in ve İshak'ın da görüşüdür. İlim adamları arasında el-Hicr Sûresi'nde yer alam "Ve secde edenlerden ol" (el-Hicr, 15/98) âyetinde de secde olduğu görüşünde olanlar vardır. Nitekim ileride yüce Allah'ın İzniyle buna dair açıklamalar da (işaret edilen âyet 2. başlıkta.) gelecektir. Bu görüşe göre secde sayısı onaltı tane olur. Secdelerin sayısının ondört olduğu da söylenmiştir. Bunu, kendisinden gelen bir başka rivâyette İbn Vehb söylemiştir. O, el-Hac Sûresi'ndeki ikinci secdenin secde yeri olmadığı görüşündedir. Aynı zamanda bu rey sahiplerinin de görüşüdür, sahih olan da buranın secde yeri olmadığıdır. Çünkü, burada secdenin sabit olduğuna dair hadis sahih değildir Bunu, İbn Mâce veEbû Dâvûd, Sünen'lerinde, Abdi Külâloğullarından Abdullah b. Muneyn'den, o, Amr b. el-As'dan rivâyet ettiğine göre Resûlüllah(sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine Kur'ân-ı Kerîm'de, üçü Mufassal sûrelerde, ikisi de el-Hac Sûresi'nde olmak üzere, onbeş tane secde olduğunu okutmuştur. Ebû Dâvûd, Sücûdu'l-Kur'ân 1;İbn Mâce, İkametu's- Salât 71. Abdullah b. Muneyn'in rivâyeti ise delil gösterilmez. Bunu Ebû Muhammed Abdulhak ifade etmiştir. Yine Ebû Dâvûd, Ukbe b. Âmir'den naklettiği bir hadiste şöyle dediğini zikretmektedir: Ey Allah'ın Rasulü dedim, Hac Sûresi'nde iki secde mi var? O: "Evet, o secdeleri yapmayacak olan o âyetleri de okumasın."Ebû Dâvûd, Sucûdu’l-Kur'ân 1, Tirmizî, .... 54. Ancak bu hadisin senedinde de Abdullah b. Lehia vardır ki, o da oldukça zayıf bir ravidir. Şâfiî, el-Hac Sûresi'ndeki bu iki secdeyi kabul etmekle birlikte, Sâd Sûresi'nde secde bulunmadığı görüşündedir. Bir başka görüşe göre de onbir secde âyeti olduğu İfade edilmiştir. Bu görüşte olanlar, el-Hac Sûresi'ndeki ikinci secde âyeti ile, Mufassal bölümündeki üç âyetin secde âyeti olmadığı görüşündedirler.Mâlikî mezhebinde meşhur olan görüş budur. İbn Abbâs İleİbn Ömer ve diğerlerinden de bu görüş rivâyet edilmiştir. İbn Mâce'nin Sünen'indeki rivâyete göre Ebû'd-Derdâ şöyle demiş: Ben, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte onbir tane secde yaptım ve bu secdeler arasında Mufassal bölümünde bir tane dahi yoktu.(Yaptığım secdeler şunlardır): el-Â'raf, er-Rad, en-Nahl, Beni İsrail (îsra), Meryem, el-Hac'da bir secde, el-Furkan, en-Neml Sûresi'nde Hazret-i Süleyman'dan söz eden bölüm, es-Secde Sûresi, Sad ve Hâ Mim'lerdeki Secde(Fussilet Sûresi). İbn Mâce, İkâmem's-Salât 71. Secde âyetlerinin on tane olduğu da söylenmiştir. Bu görüşte olanlar, Hac Sûresi'nin ikinci secdesi ile Sad Sûresi ve Mufassal bölümdeki üç secde âyetinde secde gerekmediğini belirtmişlerdir. Bu görüş,İbn Abbâs'tan nakledilmiştir. Bir diğer görüşe göre bunlar dört tane secdedirler. Elif, Lârn, Mim Tenzil secdesi(Secde Sûresi), Hâ Mim tenzil(yani Fussilet) ile Necm ve Alak sûreleridir. Bu husustaki görüş ayrılığının sebebi ise, konu ile ilgili hadislerin ve uygulamaların naklîndekt farklılıklarda. Ayrıca, Kur'ân-ı Kerîm'de mücerred secde etme emri hususundaki görüş ayrılıklarıdır: Acaba buradaki emirden kasıt tilavet secdesini yapmak mıdır, yoksa namazda farz olan secde midir, şeklindeki ihtilaflardır. 3. Tilavet Secdesinin Vücubu: Tilavet secdesinin vücubu hususunda da fukahârun farklı görüşleri vardır. Mâlik veŞâfiî vacip değildir derken,Ebû Hanîfe vaciptir demiştir. O, bu görüşü ileri sürerken, secde yapmaya dair verilen mutlak emrin vücup ifade ettiği ilkesini delil kabul etmekle birlikte Hazret-i Peygamberin şu âyetini da delil göstermektedir: "Âdem oğlu bir secde (âyeti) okuyup da secde edecek olursa, şeytan ağlayarak ve: "Vay benim halime" diyerek oradan uzaklaşır." -Ebû Kureyb yoluyla gelen rivâyette İse: "Vay benim halime" der:- Hazret-i Peygamber, İblis'in -Allah'ın laneti üzerine olsun- durumundan haber veren: "(İblis der ki:) Âdem oğluna secde etmesi emrolundu, o da secde etti. Onun için cennet vardır. Ben de secde etmekle emrolundum, fakat emre uymadım. Benim için de ateş (cehennem) vardır"Müslim, Îman 133;İbn Mâce, İkametus-Salat 70;Müsned, II, 443. âyetini delil göstermişlerdir. Bu hadisi de Müslim rivâyet etmiştir. Diğer taraftan Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem) da secde âyetlerini okuduğu vakit secdelere dikkat ve itina gösterirdi. Bizim ilim adamlarımız ise, Buhârî'nin de rivâyet ettiği Hazret-i Ömer'in minber üzerinde secde âyetini okuyup da minberden inip secde etti, onunla birlikte cemaat de secde etti. Daha sonraki Cumada yine secde âyetini okudu, cemaat onunla birlikte secde etmek için hazırlanmışken, şöyle dedi: "Ey insanlar! Ağır olunuz. Allah bu secdeyi üzerimize farz olarak yazmadı. Bizim isteğimizle secde yapmamız hali müstesnadır"Buhârî, Sücûdu’l-Kur'ân 11. hadisini delil gösterirler. Bu alay Ensar ve Muhacirlerden oluşan ashâb-ı kiramın(Allah hepsinden razı olsun) huzurunda cereyan etmişti. Ancak, hiçbir kimse onun bu kanaatine karşı çıkmamıştı. O halde bu hususta icmâ olduğu sabittir. Hadîs-i şerîfte geçen (ve İblis'in dediği bildirilen): "Âdem oğlu secde etmekle emrolundu..,"ifadesi ise, yapılması farz olan (vacip) sucuda dair haber vermekten ibarettir. Peygamber(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın secdeye devam etmesi de tilavet secdesinin müstehab olduğuna delildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 4. Tilavet Secdesinin Şartlan; Kur'ân-ı Kerîm'deki tilavet secdesini yapabilmek için, namaz için de gerekli görülen ha desten taharet, necasetten taharet, niyet, istikbal-i kıble ve vakit gibi şartların gerekli olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur. Ancak Buhârî,İbn Ömer'den taharetsiz(abdestsiz) olmadığı halde de secde ettiğini nakletmektedir. Buhârî, Sücûdu'l-Kur'ân, 5.İbnü'l-Münzir de bu hususuen-Nehaî'den zikretmektedir. (Az önce belirtilen şartları öngören) Cumhûrun görüşüne göre ise, ayrıca iftitah tekbiri, iftitah tekbiri esnasında elleri kaldırmak, tekbir getirmek (ve böylece secdeye varmak) ve selam vermek gerekli olup olmadığı hususunda da farklı görüşler vardır.Şâfiî, Ahmed ve İshâk, secde için iftitah tekbiri getirilip ve tekbir sırasında da ellerin kaldırılacağı görüşündedir.İbn Ömer'den de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın secde ettiği vakit tekbir getirdiği, aynı şekilde başım secdeden kaldırdığı vakit de yine tekbir getirdiği rivâyet edilmiştir. Mâlikî mezhebinden meşhur olan görüşe göre ise, namaz esnasında tilavet secdesi yapacak olursa, secdeye giderken ve secdeden kalkarken tekbir getirir. Ancak, namazın dışında tilavet secdesi yapılacak olursa, tekbir getirilip getirilmeyeceği hususunda ondan farklı rivâyet gelmiştir. Tilavet secdesi için tekbir getirileceği görüşünü genel olarak bütün fukahâ kabul etmiştir. Cumhûra göre tilâvet secdesinde selam yoktur. Ancak, seleften bir topluluk ile İshâk, tilâvet secdesinin sonunda selam verileceği görüşündedirler. Bu görüşe göre, secdenin başında getirilen tekbirin ihram (iftitah) tekbiri olduğu ortaya çıkmaktadır. Selam verilmeyeceği görüşüne göre ise, ilk tekbir yalnızca secdeye varmak için alınan tekbir olur. Ancakbirinci görüş daha uygundur. Çünkü Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:"Namazın anahtarı abdest almak, onun tahrîmi (yani iftitahı) tekbir getirmek, tahlili (sona erdirilmesi) ise selâm vermektir."Ebû Dâvûd, Tahâre 31, Salât 73; Tirmizî, Tahâre 3;İbn Mâce, Tahâre 3,Dârimî, Vudû' 22;Müsned, I, 123, 129. Ayrıca secde de tekbiri bulunan bir ibadettir. O bakımdan bunun tahlilinin de olması gerekir. Tıpkı cenaze namazı gibi: Hatta onda selam olması daha da uygundur. Çünkü, tilavet secdesi bir fiildir. Cenaze namazı ise sözdür, İbnül-Arabî'nin tercih ettiği görüş de budur. 5. Tilavet Secdesinin Vakti: Tilavet secdesinin sair vakitlerde mutlak olarak yapılacağı belirtilmiştir. Çünkü bu, sebebi bulunan bir namaz (gibi) dır. Şâfiî'nin ve bir gurup fukahanın görüşü budur. Sabah aydınlanmadikça yahut da ikindiden sonra güneş sararmadıkça secde yapılmayacağı da belirtilmiştir. Bir başka görüşe göre ise, sabahın farzından ve ikindinin farzından sonra secde yapılmaz denilmiştir. Sabah namazından sonra secde yapılır, ikindiden sonra yapılmaz da denilmiştir. Bu üç görüş de bizim mezhebimizdeki görüşlerdir. Konu ile ilgili görüş ayrılığının sebebi, secde âyetini okumanın sebep teşkil ettiği secde ve ikindinin farzı ile sabahın farzından sonra genel olarak namazı yasaklayan âyetler arasındaki çatışmadır. Diğer taraftan bu iki vakitte namazın yasaklanış sebebinin tesbiti hususundaki görüş ayrılıklarıdır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 6. Tilavet Secdesi Yaparken Söylenecek Sözler: Secdeye vardığı zaman, secde halinde "Allah'ım, bu secde dolayısıyla benim bir günahımı kaldır, ondan ötürü de bana bir ecir yaz ve bu secdemi benim için nezdinde bir mükâfat sebebi kıl"der. Bunu, İbn Abbâs, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyet etmiş olup,İbn Mâce de Sünen'inde zikretmiştir. İbn Mâce, İkamem's-Salât 70;Tirmizî, Cumua 55, Deavât 33. 7. Secde Âyetinin Namazda Okunması: Namaz esnasında secde âyetini okuyacak olursa, eğer kıldığı bu namaz nafile bir namaz ise ve tek başına bu namazı kılıyor yahut da cemaatte kılmakla birlikte cemaatin karıştırmayacağından emin olursa secde yapar. Şayet cemaatle namaz kılmakla birlikte karıştırılmayacağından emin değilse,(Mâlikî mezhebinde) açık ifadelerle nakledildiğine göre, bunun (secde yapmasının) câiz olduğudur. Secde etmeyeceği de söylenmiştir. Eğer kıldığı namaz farz namaz ise, Mâlik'ten meşhur olan görüşe göre bu namazda secdenin yapılmayacağı şeklindedir. Kıldığı bu namaz ister içten okunan bir namaz olsun, ister açıktan, ister cemaatle kılsın, ister tek kılsın farketmez. Bunun gerekçesi ise, farz namazdaki secde sayılarına bir fazlalık olacağıdır. Bu görüşün gerekçesi, cemaatin karıştırma ihtimalidir. Bundan ötürü secde etmez denilmiştir. Bu daha uygun görülmektedir. Bu görüşe göre tek başına namaz kılan ile cemaatın karıştırmayacağından emin olunan cemaatle kılınan namazlarda tilavet secdesinin yapılmasının bir sakıncası yoktur. 8. Secde Âyeti Okunduğunda Dinleyenin Hükmü: Buhârî’nin rivâyetine göre Ebû Rafi şöyle demektedir: Ebû Hüreyre ile birlikte yatsı namazını kıldım. "Gök yarıldığı zaman..." (el-İnşikak, 84/1) sûresini okudu ve secde etti. Ben, bu ne diye sordum, O: Ben, burada Ebû'l-Kasım(sallallahü aleyhi ve sellem)'in arkasında(namaz kılarken) secde ettim. Ona kavuşuncaya kadar secde etmeye devam edeceğim. Bu hadisi tek başınaBuhârî rivâyet etmiştir. Buhârî, Sücûdu'l-Kur'ân 11;Müslim, Mesâcid 110, 111;Ebû Dâvûd, Sücûdu'l-Kurân 4;Nesâî, İftitâh 53;Müsned, II, 229, 459. Yine Buhârî’de şöyle denilmektedir; İmrân b. el-Husayn'a şöyle soruldu: Bir kimse Kur'ân dinlemek kastı olmadan secde âyetini işitse (secde etmesi gerekir mi.)? Şöyle dedi: Ya onun için oturacak olursa görüşün nedir? O, bununla başkasının okuduğu secde âyetini dinleyen için secdeyi vacip görmüyor gibiydi. Selman da dedi ki: Bizim maksadımız bu değildi. Hazret-i Osman da şöyle demiştir: Secde, ancak onu dinleyen kimseye düşer. ez-Zührî der ki: Kişi ancak abdestli iken secde eder. Sen, mukîm iken secde edecek olursan kıbleye yönel. Eğer binek üzerinde isen, yüzün hangi tarafa olursa Önemli değil. es-Saib de (maksadı Kur'ân okumak değil de birtakım haberleri anlatmak ve öğütler vermek olan) kıssa anlatıcısının secde âyetini okuması dolayısıyla secde etmezdi. Buhârî, Sücûdu'l-Kur'ân 10. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. |