Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

146

 

006 - EN'ÂM SÛRESİ

 

CÜZ :

8

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

143

Sekiz çift (yaratmıştır) Koyundan iki çift, keçiden İki çift: "Erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin döl yataklarında sarınıp bürüneni mi, (hangisini) haram kıldı? Şayet doğru söyleyenler iseniz bana, bir bilgiye dayanarak haber verin."

Âyetin tefsiri için bak:144

144

Deveden de iki (çift), sığırdan da iki (çift yaram). De ki: "Onların erkeklerini mi, dişilerini mi, yahut dişilerinin dol yataklarında sarınıp bürüneni mi, (hangisini) haram kıldı? Yoksa Allah bunu, size tavsiye ettiğinde hazır mıydınız? İnsanları saptırmak için bir bilgiye dayanmaksızın Allah'a iftira eden kimseden daha zalim kim olabilir? Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğuna hidâyet vermez.

Bu âyetlere dair açıklamalarınım üç başlık halinde sunacağız:

1. Âyetin Nüzul Sebebi Ve "Çift: Zevç" Kelimesinin Anlamı:

Yüce Allah’ın:

"Sekiz çift" âyetindeki;

"Sekiz" kelimesi, mahzuf bir fiil ile nasbedilmiştir. Yani: Sekiz çift -yaratmıştır-." Bu açıklama el-Kisaî'den nakledilmiştir. el-Ahfeş Said ise şöyle demektedir: Bu kelime

"Yük taşıyacak, döşek yapılacak olanlar" (el-En'am, 6/142) dan bedel olmak üzere nasbedilmiştir.

el-Ahfeş Ali b. Süleyman ise şöyle demektedir: Bu, yeyiniz" mukadder fiili ile nasbedilmiştir. Yani: Sekiz çiftin etlerini yeyiniz. Bu kelimenin;

"Size verdiği rızıktan" (el-En'âm, 6/142) anlamındaki âyette yer alan ism-i mevsulun nasb mahallinde olması dolayısıyla bedel olarak nasbedilmesi mümkündür. Aynı şekilde Mübâh olan şeyleri yiyiniz. Koyundan iki çift... olmak üzere sekiz çift" anlamında nasb edilmiş olması da mümkündür.

Âyet-i kerîme, Mâlik b. Avf ve arkadaşları hakkında nâzil olmuştur. Onların;

"Şu davarların karınlarındaki yavrular, yalnız erkeklerimize helâl, kadınlarımıza haramdır" (6/139) âyetinde işaret edilen sözleri söylemeleri üzerine yüce Allah, bu âyet-i kerîme ile Peygamberin ve mü’minlerin dikkatlerini kendileri için helâl kıldığı şeylere çevirmektedir. Tâ ki, onlar da Allah'ın helâl kıldığı şeyleri haram kılanlar durumuna düşmesinler.

"(Çift anlamına gelen:) zevç" kelimesi, "(tek anlamına gelen) "ferd"in zıddıdır. Meselâ; Çift ya da tek" denildiği gibi, yine aynı anlamlarda olmak üzere; da denilir.

Buna göre, yüce Allah'ın:

"Sekiz çift", sekiz tek demektir. Araplara göre, bir başka teke ihtiyacı bulunan her bir tek şeye (tek başına dahi olsa) zevç denilir. O bakımdan kocaya zevç denildiği gibi, hanıma da zevç denilir. Zevç lâfzı, hem tek kişi hakkında, hem de iki kişi hakkında kullanılabilir. Meselâ; O ikisi, iki çifttir (yani, iki tek olup beraber çifttirler) ve iki çifttir" de denilir. Tıpkı; İkisi de bir birine eşittir" (dinilirken her iki kelimede de tesniye kullanıldığı, yada kullanılmayıp yalnızca zamirin tesnîyesiyle yetînilme halinde) olduğu gibi. Meselâ, bir erkek, bir dişiyi kastetmek üzere; İki çift güvercin aldım," demek de böyledir.

2. Koyun Ve Keçi Türleri De Haram Edilmemiştir:

Yüce Allah'ın:

"Koyundan iki çift" âyeti, yani erkek ve dişi demektir. "Koyun" (küçük baş) türünden yünleri olan koyun demektir. Bu kelime; ın çoğuludur. Müennesi, ' şeklinde, çoğulu da; ...diye gelir.

Şöyle de denilmiştir: Bu kelime, tekili bulunmayan çoğul bir isimdir. Çoğulunun; olduğu da söylenmiştir. Köle, köleler" gibi. Çoğul olarak; diye de söylenebilir. Nitekim "Arpa" kelimesinin diye kullanıldığı gibi. Burada, (koyun anlamındaki kelimede) "dad" harfi sonraki hemzenin esreli oluşuna tabi olarak esreli okunmuştur.

Talha b. Mûsarrif, Koyundan iki çift" âyetini hemzesi üstün olarak okumuştur ki, bu da Basralılarca Araplar tarafından kullanımı işitilmiş bir söyleyiştir. Kûfelilere göre ise, ikinci harfi boğaz harfi (harfü halk) olan bütün kelimelerde muttarid (hepsinde) uygulanan bir kaidedir.

Keçi" kelimesinde de üstün ve sakin okuyuş bu şekildedir. Eban b. Osman, mübteda olarak merfu' olmak üzere, Koyundan iki çift, keçiden iki çift" diye okumuştur. Ubeyy'in kıraatinde ise: Keçiden de iki" şeklindedir, çoğunluğun kıraati de böyledir. İbn Âmir ve Ebû Amr ise, "ayn" harfini üstün olarak okumuştur. en-Nehhâs derki: Araplarca çoğunlukla kullanım, Keçi, koyun kelimelerinin ikinci harflerinin sakin okunuşu şeklindedir. Buna, çoğul yaptıkları vakit; Keçiler" şeklindeki kullanımları da delalet etmektedir. Köle ve köleler" denildiği gibi. Şair İmruu’l-Kays da şöyle demektedir:

"Şeracâ b. Cermoğulları keçilerini sağmayı onlara bağışlar.

Ey şefkat ve merhamet sahibi, esirgeme şefkatini."

Koyun, koyunların çoğul şekli de böyledir.

Küçükbaş hayvanlardan olan; Keçi, koyun çeşidinden farklıdır. Bunlar, kıllı ve kısa kuyrukludur Bu kelime, bir cins ismidir.

(........) kelimeleri de bu şekildedir. Tekili ise; diye gelîr, Arkadaş, arkadaşlar, tacir, tacirler" gibi. Müennesi ise, ...diye gelir, ile aynı anlamdadır. Çoğulu da şeklindedir. Keçileri artıp çoğalan kavmi anlatmak üzere; denilir. ise, keçi sahibi demektir. Ebû Muhammed el-Fek'asî, sütleri fazla olan develeri ve darlık zamanlarda koyunlardan üstün tuttuğu develeri vasfederken şöyle demektedir:

"Keçiler sahibi azıcık azıkla yetindiği zaman (o develer),

Hiç de az olmayan ölçek ile süt verirler."

Yerin sert olan bölümü demektir. ise, sert ve çakılı bol yer demektir. da böyledir. de, kişi, işine ciddiyetle sarıldı, demektir.

"De ki: Erkeklerini mi..." âyeti,

"Haram kıldı" ile nasbedilmiştir.

“Yahut dişilerini mi" ise ona atfedilmiştir.

“Yahut... sarınıp bürüneni mi" âyeti de bu şekildedir.

“Erkeklerini mi" âyetinde, vasıl 'elif'i ile birlikte istifham ve haberi birbirinden ayırt etmek için bir med harfi daha gelmiştir. Bu gelen "hemze" nin hazf edilmesi de caizdir. Çünkü Yoksa" kelimesi, zaten istifham'a (soruya) delâlet etmektedir. Şairin şu mısraında olduğu gibi:

"Konaklama yerinden akşam mı gider, yoksa sabah erken mi?"

3. Tartışma Ve Kıyas:

İlim adamları derler ki: Âyet-i kerîme, Bahîre ve onunla birlikte sözü geçen davarlar hakkında ve müşriklerin:

"Şu davarların karınlarındakiler yalnız erkeklerimize helâl, kadınlarımıza haramdır" şeklindeki sözlerinde müşriklere karşı delil getirilmektedir.

İşte bu, ilmi konularda tartışmanın sözkonusu olabileceğine delildir. Çünkü yüce Allah, Peygamberine, onlarla tartışmasını ve iddialarının tutarsızlıklarını kendilerine açıklamasını emretmiştir.

Yine bu âyet, kıyas ve akıl yürütmenin kabul edildiğini de göstermektedir. Ayrıca bu âyette kıyas yapılan bir hususta eğer nass varid olmuş ise, kıyasa göre görüş belirtmenin batıl olacağına da delil vardır. Bu ifadede "nakz olacağına dair delil vardır" anlamında da nakledilmiştir. Çünkü yüce Allah onlara doğru kıyaslar yapmalarını emretmiş ve böylelikle müşriklerin gerekçelerini reddetmelerini buyurmuştur.

Âyetin anlamı da şudur: Onlara de ki: Eğer Allah erkekleri haram kılmış ise, bütün erkekler haramdır. Eğer dişileri haram kılmış ise, bütün dişiler haramdır. Eğer, dişilerin yani koyun ve keçilerin döl yataklarında bulunanları haram kılmış ise, doğan bütün yavrular erkek olsun dişi olsun haramdır. Hepsi de yavru olarak doğduklarına göre, hepsinde aynı gerekçe (illet) bulunduğundan dolayı, hepsinin haram olması gerekir. Böylelikle onların illetlerinin (ileri sürdükleri gerekçenin sebebinin) çürük olduğunu, sözlerinin tutarsız olduğunu ortaya koymaktadır. Şanı yüce Allah, onların bu kabilden yaptıkları işlerin kendisine bir İftira olduğunu bildirmektedir.

"Bana bir bilgiye dayanarak haber verin." Eğer öyle bir bilginiz varsa, ona dayanarak söyleyin. Bu yaptığınız haram kılma nereden gelmektedir? Yanlarında ise öyle bir bilgi yoktu. Çünkü onlar, ilahi kitabı okuyup bilen kimseler değillerdi.

"Deveden de İki (çift)..." âyeti ve sonrasında gelen âyetler da az önce geçenler gibidir.

"Yoksa Allah bunu size tavsiye ettiğinde hazır mıydınız?" Yani, siz Allah'ın bunları haram kıldığında tanıklık mı ettiniz. İleri sürülen delilin, onlar için bağlayıcı ve susturucu bir delil olduğunu görünce, iftiraya koyularak: Evet Allah böyle emretti, dediler. Bunun üzerine yüce Allah da;

"İnsanları saptırmak için bir bilgiye dayanmaksızın Allah'a iftira eden kimseden daha zalim kim olabilir" diye buyurarak, onların söylediklerine, her hangi bir delil getirilemediği için yalan söylediklerini beyan etti.

145

De ki: "Bana vahyolunanlar arasında, yiyecek bir kimseye, haram olduğunu bulduğum yiyecekler yalnızca şunlardır: Ölü, akmış kan, domuz eti -ki o pistir- ve Allah'tan başkasının adına boğazlandığından dolayı fısk olanlar. Kim mecbur kalırsa, zulmetmeksizin ve haddi açmaksızın, (yerse), şüphesiz Rabbin, Gafûrdur, Rahîmdir.

Bu âyete dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:

1. Âyette Ve Başka Âyetlerde Haram Oldukları Bildirilen Yiyecekler:

"De ki: Bana vahyolunanlar arasında... haram olduklarını bulduğum yiyecekler yalnızca şunlardır" anlamındaki bu âyet-i kerimede yüce Allah haram kıldığı şeyleri bize bildirmektedir. Anlamı şöyledir: Ey Muhammed de ki: Bana vahyolunanlar arasında şu şeylerden başkasının haram kılındığını görmüyorum. Sizin kendi arzunuza dayanarak haram kılmaya kalkıştıklarımız değildir.

Âyet-i kerîme Mekke'de inmiştir. O sırada İslâm şeriatinde bunların dışında haram kılınmış bir şey yoktu. Daha sonra Medine'de el-Mâide Sûresi nâzil oldu ve haram kılınan şeyler arasında boğulmuş, kafasına vurulmuş, yüksek yerden düşmüş, boynuzlanmış ve bunun sonucunda ölmüş hayvanlar ile, şarap ve başka şeyler de eklendi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da Medine'de yırtıcı hayvanlardan azı dişleri bulunan her bir hayvan ile kuşlardan da pençeli hayvanların yenilmesini haram kıldı.

İlim adamları, bu âyet-i kerimenin hükmü ile yorumlanması hususunda farklı görüşlere sahiptirler:

Birinci görüş: Kendisine işaret ettiğimiz bu âyet-i kerimenin Mekkî olduğu ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın haram kıldığı her şey ile Allah'ın Kitabında haram kılanan şeylerin buna eklendiği şeklindeki görüştür. Bütün bunlar, şanı yüce Allah tarafından Peygamberi vasıtasıyla ortaya koymuş olduğu ve bunlara eklenen hükümlerdir. Gerek rey ehli, gerek fıkıh ve gerekse eser (hadis) ehli olan ilim adamlarının çoğunluğu bu görüştedir.

Bunun bir benzeri de, bir kadının halası ve teyzesi ile birlikte haram kılınışını ifade eden Hadîs-i şerîf ile yüce Allah'ın:

"Geriye kalanları ise... size helâl kılındı" (en-Nisa, 4/24) âyeti ile birlikte ele alınışına benzer. Yine, yüce Allah'ın:

"Eğer iki erkek bulunmazsa, o halde... bir erkekle bir kadın bulunsun" (el-Bakara, 2/282) âyeti ile birlikte; şahidle beraber bir yemin ile hüküm vermek de (bk. Bakara, 2/282. âyet, 27. başlık) buna benzemektedir.

Bir diğer görüş olarak; bu âyet Hazret-i Peygamberin: "Yırtıcı hayvanlardan azı dişi bulunan her bir hayvanı yemek haramdır" hadisi ile nesh olunmuştur. Bu hadisi Mâlik rivâyet etmiş olup, sahih bir hadistir. Muvatta’', Sayd 13. Ayrıca; Buhârî, Zebaih 29, Müslim, Sayd 3. 12, 16; Nesâî, Sayd 28; İbn Mâce, Sayd 13; Muvatta’', Sayd 14; Müsned, II. 36, 418.

Bu âyetin muhkem olduğu ve bu âyette sözü geçenlerin dışında kalan herhangi bir şeyin haram olmayacağı şeklinde de bir başka görüş vardır. Bu ise, İbn Abbâs, İbn Ömer ve Âişe (radıyallahü anhüm) dan rivâyet edilen bi; görüştür. Yine bunlardan bunun aksi görüş de rivâyet edilmiştir.

Mâlik der ki: Bu âyet-i kerimede anılanların dışında, apaçık besbelli bir haram yoktur. İbn Huveyzimendâd da der ki: Bu âyet-i kerîme -âyette istisna edilen ölü, akmış kan ve domuz eti dışında- hayvan ve onun dışında kalan her şeyin helâl olduğunu ihtiva etmektedir. İşte bundan dolayı biz, yırtıcı hayvanlar ile insan ve domuz dışında kalan diğer hayvanların mubah olduğunu söylüyoruz.

el-Kiyâ et-Taberî der ki: Şâfiî, hakkında hükmü belirtilmeksizin geçen her şeyin helâl kılındığı ilkesini -delilin haramlığına delalet ettikleri müstesna- bu âyete bina etmiştir.

Şöyle de açıklanmıştır Âyet-i kerîme muayyen bir şey hakkında soru sorana cevaptır. O bakımdan gelen cevap da hususi bir cevaptır. Şâfiî'nin kabul ettiği görüş de budur.

Şâfiî, Saîd b. Cübeyr'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Bu âyet-i kerimede bir takım şeyler sözkonusu edilmektedir ki, bunlar hakkında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a soru sormuşlardı, o da bu şeyler arasından nelerin haram kılındığı şeklinde onlara cevap vermişti.

Şöyle de açıklanmıştır: Yani ben, bana vahyolunanlar arasında, yani şu vahyin bana nâzil olduğu halde ve onun bu nüzul zamanında ... başka bir şey bulmuyorum. Bundan sonra ise vahyin gelip başka bir takım şeyleri haram kılmasını engelleyen bir husus ise bulunmamaktadır.

İbnü’l-Arabî bu âyet-i kerimenin Medine'de indiğini iddia etmektedir. Halbuki bu âyet-i kerîme, çoğunluğun görüşüne göre Mekke'de inmiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a:

"Bu gün sizin için dininizi tamamladım..." (el-Mâide, 5/3) âyeti nâzil olduğu günü nâzil olmuştur. Bundan sonra ise neshedici herhangi bir hüküm inmediğine göre bu âyet muhkemdir. O halde bu âyette haram kılınanlar dışında haram kılınmış bir şey yoktur, benim meylettiğim görüş de budur.

Derim ki: Ancak, böyle bir şeyi ondan başka bir kimsenin söylediğini görmedim. Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr), el-En'âm Sûresi'nin, yüce Allah'ın:

"De ki: Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım..." (el-Enâm, 6/151) âyeti ile başlayan üç âyet-i kerîme dışında Mekke'de indiği hususunda icma bulunduğunu nakletmektedir. Bu sûreden sonra ise, Kur'ân-ı Kerîmin birçok bölümleri nâzil olmuş ve pek çok sünnet varid olmuştur. Meselâ, Medine'de, el-Mâide Sûresi'nde içkinin haram olduğuna dair hüküm nâzil olmuştur. Aynı şekilde Hazret-i Peygamberin, yırtıcı hayvanların azı dişli olan her bir yırtıcı hayvanı yemeyi Medine'de yasaklamış olduğunu icma ile kabul etmişlerdir. İsmail b. İshâk der ki: işte bütün bunlar, yüce Allah'ın:

"De ki: Bana vahyolunanlar arasında... haram olduklarını bulduğum yiyecekler yalnız şunlardır" âyetinin nüzulünden sonra Medine'de olmuş şeyler olduğuna delalet etmektedir. Çünkü bu âyet Mekke'de inmiştir.

Derim ki: İşte ilim adamları arasında görüş ayrılığının ortaya çıkış noktası budur. Bir gurup ilim adamı, azı dişli yırtıcı her bir hayvanın yenilmesi yasağını ihtiva eden Hadîs-i şerîflerin zahirini bir kenara bırakmıştır. Çünkü bu hadisler, âyet-i kerimeden sonra varid olmuştur. Âyetteki hasr ise, açıkça görülmektedir. O bakımdan, âyetin gereğini alıp kabul etmek daha uygundur. Zira, âyet-i kerîme ya kendisinden önceki âyeti nesh edicidir, yahut da sözü geçen o hadislere tercih edilmelidir.

Bunların dışında başka şeylerin de haram kılınmış olduğunu kabul edenler ise, el-En'âm Sûresi'nin Mekke'de hicretten önce nâzil olduğunu açıkça görmüş ve tesbit etmişlerdir. Bu âyet-i kerîme ile de Bahire, Şaibe, Vasile ve Hâm gibi kendiliklerinden haram kıldıkları şeyler hususunda cahiliyyenin kanaatlerini reddetmenin kastedildiğini de ortaya çıkarmışlardır. Bundan sonra ise, ehlî merkepler, katır etleri ve buna benzer bir çok yiyeceğin, yırtıcı hayvanlar arasından azı dişlilerin, kuşlardan da pençelilerin haram kılındığını tesbit etmişlerdir.

Ebû Ömer der ki: "Bu âyette zikredilenler dışında haram bir şey yoktur" diyenlerin görüşüne göre, üzerine kasten Allah'ın ismi anılmaksızın kesilmiş hayvanların haram olmaması, diğer taraftan müslümanlar cemaati tarafından haram kılındığı kabul edilen içkinin helâl kabul edilmesi gerekir. Üzümden yapılmış şarabın haram kılındığı hususunda müslümanların icma etmiş olmaları, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın el-En'âm Sûresi'nde haram kılınmış şeyler dışında, bu sûreden sonra Kur'ân-ı Kerîm'den nâzil olan âyetler arasından kendisine vahyolunanlarda haram kılınmış başka şeyler de bulduğuna dair açık bir delildir.

Yırtıcı hayvanların, ehlî merkeplerin ve katırların etleri hususunda Mâlik'ten farklı rivâyetler gelmiştir. Bir seferinde bunların haram olduğunu söylemiştir. Buna sebep ise, Hazret-i Peygamberin bu hususta varid olmuş nehiyleridir. Muvatta’''da bulunanlara göre, onun sahih olan görüşü de budur. Muvatta’', Sayd 13-14. Bir seferinde ise, bunların mekruh olduğunu söylemiştir. Müdevvene'sinde zahir olan görüş de budur. Çünkü âyetin zahiri bunu gerektirdiği gibi, İbn Abbâs, İbn Ömer, Âişe (radıyallahü anhüm) ile bunların yenilmesini mubah kabul edenlerden gelen rivâyetin zahiri de bunu gerektirmektedir. Bu aynı zamanda Evzaî'nin de görüşüdür.

Buhârî, Amr b. Dinar'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Ben, Cabir b. Zeyd'e şöyle dedim: Onlar Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ehlî merkeplerin etlerini yemeyi yasakladığını iddia ediyorlar. O da şöyle dedi: el-Hakem b. Amr el-Gıfarî, Basra'da bizim yanımızda böyle diyordu: Fakat, el-Bahr (okyanus gibi alim) İbn Abbâs bunu kabul etmeyerek: "De ki: Bana vahyolunanlar arasında... haram olduklarını bulduğum yiyecekler yalnızca şunlardır" âyetini okudu. Buhârî, Zebâih 28.

İbn Ömer'den rivâyet edildiğine göre ona, yırtıcı havyanların eti hakkında soru sorulmuş, o da: Bunlarda bir mahzur yoktur, demiş. Bu sefer ona: Ebû Sa'lebe el-Kuşerî'nin hadisi (hakkında ne dersin) diye sorulunca, şu cevabı vermiş: "Biz, Rabbimizin Kitabını bacaklarına işeyen bir bedevi Arabın naklettiği hadis dolayısıyla terketıneyiz."

en-Nehaî'ye de fil ve aslanın etine dair soru sorulmuş, o da bu âyet-i kerimeyi okumuş. el-Kasım da şöyle demiş: Âişe (radıyallahü anha), İnsanların, yırtıcı hayvanların azı dişli olanlarının hepsi haramdır, dediklerini işitince; bunlar helâldir der ve şu: "De ki: Bana vahyolunanlar anasında... haram olduğunu bulduğum yiyecekler yalnızca şunlardır" âyetini okur, sonra da şöyle dermiş: (İçinde et kaynayan) tencerenin suyu kandan dolayı sararırdı. Sonra da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu görür de bunun haram olduğunu söylemezdi.

Bu hususta sahih olan ise, bizim öncelikle söz konusu ettiğimiz ve bu âyet-i kerimeden sonra varid olan haram kılman şeylere dair âyetlerin bunlara ilave edilip bu âyette zikrolunanlara atfolduğudur.

Kadı Ebû Bekr b. el-Arabî de "Ahkâmu'l-Kur'ân." adlı eserinde zikrettiklerine muhalif olarak "el-Kabes" adlı eserinde buna şu sözleriyle işaret etmektedir: İbn Abbâs'tan, bu âyet-i kerimenin son nâzil olan âyetlerden olduğuna dair bir rivâyet vardır. Ancak, mezhebimize mensub Bağdatlı âlimler şöyle demişlerdir: Bu âyette zikrolunanların dışındaki her şey. helâldir. Şu kadar var ki, yırtıcı hayvanların yenilmesi de mekruhtur. Ancak, değişik bölge fukahasına göre -Mâlik, Şâfiî, Ebû Hanîfe ve Abdulmelik de bunlar arasındadır- yırtıcı hayvanlar arasında azı dişli olanların hepsi haramdır. Yüce Allah'ın:

"De ki: Bana vahyolunanlar arasında... haram olduklarını bulduğum yiyecekler yalnızca şunlardır..." âyetinden sonra kendilerine dair delil varid olmak suretiyle bunlardan ayrı başka bir takım şeylerin de haram kılınmış olması imkânsız bir şey görülemez.

Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Müslüman bir kişinin kanı, ancak üç şeyden birisi ile helâl olur..." Buhârî, Diyat 6; Müslim, Kasâme 25. 26; Ebû Dâvûd, Hudûd 1; Tirmizî, Hudûd 15; Nesâî, Tahrimu'd-Dem 5, 11, 14; İbn Mâce, Hudûd 1; Dârimî, Hudûd 2, Siyer 11; Müsned, 1, 61. 63. 65..., VI, 181, 214. diye buyurup, küfür, zina ve öldürmeyi zikretmiştir. Diğer taraftan bizim ilim adamlarımız şöyle derler:

Konu ile ilgili varid olmuş deliller gereğince öldürmenin on tane sebebi vardır. Zira Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), şanı yüce Allah'tan kendisine ulaşan bilgiye uygun olarak haber verirdi. Dilediği hükmü silen, dilediğini sağlamlaştırıp nesh eden ve dilediğini takdir eden de O'dur, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle dediği sabit olmuştur: "Yırtıcı hayvanlar arasından azı dişli olan her bir hayvanı yemek haramdır."

Yine Hazret-i Peygamberin yırtıcı hayvanlar arasından azı dişli olanları ve kuşlardan da pençeli olanları yasakladığı da rivâyet edilmiştir. Müslim Ma'n'dan, o, Mâlik'len rivâyet ettiğine göre: "Pençeli olan her bir kuşun yenilmesi yasak kılınmıştır" dediği rivâyet edilmiştir. Müslim, Sayd 15-16; Ebû Dâvûd, Et'ime 32; Tirmizî, Sayd 9, 11; İbn Mâce, Sayd 13: Dârimî, Edâhî 18; Müsned, I, 147, 244, 302..., III, 323: IV, 89, 90, 127. Şu kadar var ki, birinci görüş daha sahihtir ve yırtıcı hayvanlardan azı dişli olanların haram kılınmış olması, mezhebin sarih görüşüdür ve Mâlik de Muvatta’''da "yırtıcı hayvanlardan azı dişli olanların yenilmesinin haram kılınışı" Muvatta’', Sayd 4. sah. diye başlık açmış, daha sonra da konu ile ilgili hadisi zikredip arkasından da şu ifadeleri kaydetmiş bulunmaktadır: "Bizde kabul gören durum da budur." Muvatta’', Sayd 11, Böylelikle uygulama ile rivâyetin birbirine mutabık olduğunu haber vermektedir.

el-Kuşeyrî der ki: Mâlik'in: "Bu âyet-i kerîme son nâzil olmuş âyetlerdendır" demesi, bizim şöyle dememize engel teşkil etmez: Bu âyetten sonra da bir takım şeylerin haram kılındığı sabit olmuştur. Allah, hoş ve temiz şeyleri helâl kılmış, murdar olan şeyleri de haram kılmıştır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da yırtıcı hayvanlar arasından azı dişli olanlarının yenilmesini yasakladığı gibi, kuşlar arasından da pençeli olanların yenilmesini yasaklamış, ehlî merkeplerin etlerinin yenilmesini de Hayber fethi şuasında yasaklamıştır. Bu tevilin sıhhatine delalet eden husus İse, dışkının, sidiğin, tiksinti veren haşeralın ve ehlî merkeplerin -ki, bu âyette sözü geçmeyen hususlar arasındadırlar- haram kılındıklarına dair icmâ bulunmasıdır.

2. Haram Kılma Lâfzının Hazret-i Peygamber Tarafından Kullanılması Halinde İfade Ettiği Hüküm:

Yüce Allah'ın:

"Haram olduklarını..." âyeti ile ilgili olarak İbn Atiyye şunları söylemektedir:

Haram kılma lâfzı, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından kullanıldığı takdirde, sözü geçen şey ile ilgili bu hükmün yasaklama ve men’in son sınırına kadar ulaşması mümkün olduğu gibi, aynı şekilde dildeki kullanımına göre nihaî sınıra varmayıp kerahet ve buna benzer bir sınırda durması da mümkündür. Bu lâfız ile birlikte te'vil âlimi ashâbın buna teslimiyeti, onların hep birlikte bu hususta icmaı karinesi bulunmakla birlikte hadislerin lâfızları bu hususta muzdarip değilse, şer'an onun bu haram kılmasının yasaklama ve men'in son sınırına kadar ulaşması gerekir ve onun bu şekildeki haram kılma ifadesi ile haram kılınanlar domuz, meyte (leş) ve akmış kan gibi olur. İşte, içkinin haram kılınış niteliği de budur.

Diğer taraftan haram kılma lâfzı ile birlikte hadis lâfızları arasında muzdariplik bulunup, hadisleri bilmekle birlikte İmâmlar, hadisin karanlık lâfzının hükmü hakkında görüş ayrılığına düşmüş olmaları gibi bir karine varsa, -Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Yırtıcı hayvanlardan azı dişi olan her bir hayvanın yenilmesi haramdır" hadisinde olduğu gibi-... diğer taraftan Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yırtıcı hayvanlardan azı dişi olan her bir hayvanın yenilmesini yasaklayan âyeti varid olmakla birlikte, ashâb ve onlardan sonra gelenler, banları, haram olup olmadıkları hususunda farklı görüşlere sahip iseler; işte bu sebepler dolayısıyla konuyu tetkik eden bir kimsenin haram kılma lâfzını kerahet ve buna benzer yasaklama anlamına yorumlaması mümkündür.

Diğer taraftan bazı haram kılma lâfızlarıyla birlikte te'vil karinesi de vardır. Hazret-i Peygamberin ehlî merkeplerin etlerinin yenilmesini haram kılması buna örnektir. Bu yasaklamada hazır bulunan ashâbın kimisi, necis olduğundan dolayı haram kıldığı te'vilinde bulundukları gibi, kimisi de insanların yük taşıyacakları merkeplerin yok olmaması maksadına binaen haram kılındığı şeklinde te'vil etmişlerdir. Daha başkaları ise, katıksız bir haram kılmadır, diye açıklamışlardır. Ümmet arasında da ehlî merkeplerin etlerinin haramlığı hususunda görüş ayrılığı bulunduğu sabit olmuştur.

İşte ilim adamlarından bu meseleyi dikkatle tetkik eden bir kimsenin buradaki haram kılma lâfzını, kerahet ve buna benzer yasaklayıcı hükümlere -kendi içtihad ve kıyasına göre- açıklaması mümkündür.

Derim ki: Bu, gerek bu konuda, gerekse daha önce açıkladığımız şekilde bu husustaki görüş ayrılığının sebebi ile ilgili olarak güzel bir açıklamadır.

Şöyle de açıklanmıştır: Merkebin etinin yenilmeyiş sebebi, erkek merkeplerin birbirlerine cinsel bakımdan yaklaşmaları ve Lut kavminin işiniyapmalansuretiyle kötü özlerini ortaya koymuş olmalarıdır. O bakımdan onun hakkında ries (pislik) hükmü verilmiştir. Muhammed b. Sîrin de der ki: Hayvanlar arasında Lût kavminin yaptığı işi yapan domuz ve eşekten başka bir hayvan yoktur. Tirmizî (el-Hakim) bunu "Nevâdiru'l-Usul"de zikretmiştir. Tirmizî el-Hakîm, Nevâdiru'l-Usûl, I, 543-54'i. (2) Ebû Dâvûd, Et'ime 29,

3. Çeşitli Hayvanların Yenilmesi İle İlgili Hükümler Ve Bu Husustaki Görüş Ayrılıkları:

Amr b. Dinar, Ebû'ş-Şahsâ'dan, o, İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Cahiliye dönemi İnsanları bir takım şeyleri yer, bir takım şeyleri terk ederlerdi. Allah da Peygamberini -salat ve selam ona- gönderip Kitabını indirdi, helâl kıldığını helâl, haram kıldığını haram kıldı. O bakımdan helâl, O'nun helâî kıldığıdır, haram da O'nun haram kıldığıdır. Hakkında susup bir şey -söylemediği ise afTedilmiştir. Daha sonra da şu:

"De ki... haram olduklarını bulduğum yiyecekler yalnızca şunlardır" âyetini okudu. Yani, haram olduğu açıklanmamış her bir şey, bu âyetin zahirine göre mubahtır,

ez-Zührî, Ubeydullah b. Abdullah b. Abbas'tan: "Deki: Bana vahyolunanlar arasında... haram olduklarını bulduğum yiyecekler yalnızca şunlardır..." âyetini okuyup şunları söyledi: O, meytenin yalnızca yenilmesini haram kılmıştır, Meytenin yenilen kısmı ise etidir. Deri, kemik , yün ve tüylerine gelince, bunlar helâldir.

Ebû Dâvûd da Milkam b. Telib'den, o, babasından şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Ben, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile arkadaşlık ettim. Yerde bulunan haşerelerin haram kılındığına dair (Ondan) bir şey işitmedim.K2)

Haşere ise, cerboa, büyük keler, kirpi gibi yerde yaşayan küçük hayvanlardır. Şair der ki:

"Ey Um Amr, biz fare bile yedik.

Garip olan sizin aranızda haşerat da yer."

Yani, yer yüzünde yürüyüp giden canlıları yer.

el-Hattabî der ki: Milkam'ın babasının söylediği: "Haram kılındıklarına dair bir şey işitmedim" şeklindeki ifadesi haşeratın mubah olduklarına delil değildir. Çünkü bu haram kılma hükmünü ondan başkası işitmiş olabilir. İlim adamları, cerboa, ada tavşanı ve bunlara benzer haşeratın yenilmesi hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Urve Ala, Şâfiî ve Ebû Sevr, cerboanın yenilmesi hususunda ruhsat bulunduğunu söylemişlerdir. Şâfiî der ki: Ada tavşanı yemenin bir mahzuru yoktur. İbn Sîrin, el-Hakem, Hammâd. ve rey ashâbı ise bunu mekruh görmüşlerdir. Yine rey ashâbı, kirpiyi de mekruh görürler. Mâlik b. lines'e kirpi hakkında sorulunca o, bilmiyorum diye cevap vermiştir. Ebû Amr'ın naklettiğine göre Mâlik, kirpinin yenilmesinde bir mahzur yoktur, demiş. Ebû Sevr de kirpi yemekte mahzur olmadığı görüşünde idi. Bunu Şâfiî'den de nakleder. İbn Ömer'e kirpi hakkında sorulunca, o da: "De ki: Bana vahyolunanla'r arasında... haram olduklarını bulduğum yiyecekler yalnızca şunlardır..." âyetini okudu. İbn Ömer'in huzurunda bulunan yaşlı bir zat bunun üzerine şöyle demiş: Ben, Ebû Hüreyre'yi şöyle derken dinledim: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "O, pis ve murdarlardan birisidir" diye buyurdu. Bunun üzerine İbn Ömer şöyle dedi: Eğer Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu süylemişse, onun dediği gibidir. Bunu, Ebû Dâvûd nakletmektedir. Ebû Dâvûd, Et’ime 29.

Mâlik de der ki: Buyû'k keler, cerboa ve çöl keleri yemekte bir mahzur yoktur. Yine İmâm Mâlik'e göre, şer'i usule göre kesilecek olursa yılan yemek de caizdir. Bu, İbn Ebi Leyla ve el-Evzaî'nin de görüşüdür. Aynı şekilde zehirli yılanlar, akrepler, fareler, yıkına ağu veren diye bilinen zehirli kertenkeleler, kirpi ve kurbağanın da yenilmeleri caizdir. İbni'l-Kasım da der ki: Yeryüzü haşeratının, alwplerin ve orada yaşayan kurt ve solucanların Mâlik'in görüşüne göre yenilmesinde bir mahzur yoktur.

Bu hususta görüşünün lehine delil, Milkam b. Telib'in babasından naklettiği hadis ile, İbn Abbâs ve Ebû'd-Derda’nın şu sözleridir: Allah'ın helâl kıldığı şey helâldir, haram kıldığı şey de haramdır. Hakkında bir şey söylemeksizin geçtiği ise afv edilmiştir. Hazret-i Aîşe de fare hakkında: O haram değildir, demiş ve: "De ki: Bana vahyolunanlar arasında... haram olduklarını bulduğum yiyecekler yalnızca şunlardır" âyetini okumuştur.

Medineli ilim adamlarından bir topluluk ise, yer yüzünün zehirli zehirsiz haşeratından her hangi bir şeyin yenilmesini câiz kabul etmezler. Yılanları, kertenkeleleri, fareleri ve benzerlerini haram kabul ederler. Bu ilim adamlarına göre, öldürülmesi câiz olan hiç bir mahlukun yenilmesi câiz olmadığı gibi, görüşlerine göre şer'i usule uygun kesimin de bir etkisi olmaz. Aynı zamanda bu, İbn Şihab, Urve, Şâfiî, Ebû Hanîfe, onun arkadaşları ve başkalarının da görüşüdür.

Mâlik'e ve arkadaşlarına göre, yabani hayvanlar arasında hiç bir yırtıcı hayvan yenilmediği gibi, evcil kedi de yabani kedi de yenilmez, çünkü bunlar da yırtıcıdır.

Yine Mâlik şöyle demektedir: Sırtlan ve tilki de yenilmez. Bununla birlikte bütün yırtıcı kuşların, akbaba, kerkenez kuşu, kartal ve bunların dışında kalanların leş yesinler yemesinler, etlerinin yenilmesinde bir mahsur yoktur. el-Evzaî de der ki: Bütün kuşlar helâldir. Şu kadar var ki, ilim adamları, akbabayı yemeyi mekruh kabul etmişlerdir. Mâlik'in delili, ilim ehli arasında yırtıcı kuşların etini yemeyi mekruh gören kimseyi bulmadığıdır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan nakledilen: "Hazret-i Peygamber, kuşlardan pençeli her bir kuşun yenilmesini yasaklamıştır" hadisini münker kabul etmiştir.

Eşheb'den ise şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Serî usule uygun olarak kesilmesi şartıyla filin yenilmesinde bir mahzur yoktur. Şa'bî'nin görüşü de budur. Şâfiî ise bunu kabul etmemektedir. Nu'man (b. Sabit, yani Ebû Hanîfe) ve arkadaşları ise, sırtlan ve tilki yemeyi mekruh görmüşler. Şâfiî ise bunların yenilmesine ruhsat vermiştir. Sa'd b. Ebi Vakkas'dan sırtlan yediğine dair rivâyet nakledilmiştir.

Mâlik'in delili, yırtıcı hayvanlardan azı dişi olan bütün hayvanların yenilmesinin yasak olduğunu bildiren hadisin umumî olup her hangi birisini tahsis etmemesidir. Nesâî tarafından sırtlan yemenin mubah görüldüğüne dair rivâyet edilen hadiste, Nesâî, Sayd 27. onu yasaklayan hadis ile tearuz teşkil edebilecek bir taraf yoktur. Çünkü bu, Abdurrahman b. Ebi Ammar'ın münferiden rivâyet ettiği bir hadistir. Abdurrahman ise, ilim (hadis) nakliyle meşgul bir kimse olmadığı gibi, kendisinden daha sağlam bir ravinin kendisine muhalefet etmesi halinde rivâyeti delil gösterilebilecek kimselerden değildir.

Ebû Ömer (b. Abdİ’l-Berr) der ki: Yırtıcı hayvanlardan azı dişli olanların hepsinin yenilmesini yasaklayan hadis, tevatür derecesini bulacak kadar çeşitli yollardan rivâyet edilmiştir. Bunu, sağlam, sika ravilerin önderlerinden bir topluluk rivâyet etmiştir. Dolayısıyla İbn Ebi Ammar gibi birisinin hadisi ile bu rivâyetlere karşı çıkmaya imkân yoktur.

Yine Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr) der ki: Müslümanlar, maymun yemenin câiz olmadığını icma ile kabul etmişlerdir. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) maymun yemeyi yasaklamıştır. Satışı da câiz değildir, çünkü sağladığı bir menfaat yoktur. Abdurrezzak'ın, Ma'mer'den, onun Eyyub'dan zikrettiği rivâyet dışında maymun yemeye ruhsat veren bir kimse olduğunu da bilmiyorum. Mücahid'e maymun yeme hakkında soru sorulmuş, o da: "Maymun, yenilmesi helâl kılınan dört ayaklı davarlardan değildir" diye cevap vermiştir.

Derim ki: İbnü'l-Münzîr şunu zikreder: Biz, Atâ'dan rivâyetimize göre Atâ'ya, maymun Harem bölgesinde öldürülürse hükmü nedir? diye sorulmuş, O da (o takdirde) onun hakkında adaletli iki kişi (fidyesi hususunda) hüküm verir, demiştir. Buna göre, Atâ'nın görüşüne göre maymun etini yemek caizdir. Çünkü, fidye cezası avdan başka hayvanları öldürenler hakkında vacip değildir.

er-Ruyanî'nin "Bahru'l Mezheb" adlı, İmâm Şâfiî mezhebine göre yazılmış eserinde şöyle denilmektedir: Şâfiî der ki: Maymunların satışı caizdir. Çünkü, maymun eğitilir ve eşyanın korunması için ondan yararlanılabilir. el-Keşfelî de İbn Şüreyh'den, maymunun satışının -ondan yararlanıldığı gerekçesiyle- câiz olduğunu söylediğini nakletmektedir. Ona, peki ne şekilde ondan yararlanılır diye sorulunca, o da, çocuklar onunla eğlenip sevinirler, diye cevap vermiştir.

Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr) der ki: Köpek, fil ve"azı dişli bütün hayvanlar kanaatimce maymun gibidir. Delili İse Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın âyetinde bulmak gerekir. Başkasının âyetinde değil. Bazıları ise, Araplar arasında Kaf aslılardan bir topluluk dışında köpek eti yiyen kimselerin bulunmadığını iddia etmişlerdir.

Ebû Dâvûd, İbn Ömer'den şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), pislik yiyen hayvanı yemeyi, sütünü içmeyi yasaklamıştır. Ebû Dâvûd, Et'ime 24; Tirmizî, Et'ime 24; İbn Mâce, Zebâih 11, Bir başka rivâyette de şöyle denmektedir: Develer arasından pislik yiyenlere binilmesini ve sütlerinin içilmesini yasaklamıştır. Ebû Dâvûd, Et'ime 24.

el-Halimî Ebû Abdullah der ki: Pislik yiyen (el-Cellâle.) serbest bırakılıp salınmış hayvan ve tavuklar arasından pislik yiyenlerdir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunların etlerini yemeyi yasaklamıştır.

İlim adamları der ki: Etinde, yahut tadında pislik kokusu ortaya çıkan her bir hayvanın eti haramdır. Bu koku ortaya çıkmıyorsa helâldir. el-Hattabî der ki: Buradaki yasaklamaktan kasıt, tenzihi ve temizliğe riâyeti öngören bir yasaktır. Çünkü, pislik yiyen hayvan pislikle gıdalanacak olursa, pisliklerin kötü kokusu etlerine siner. Bu ise, çoğunlukla yediklerinin pislik teşkil etmesi halinde böyle olur. Eğer otlayacak ve ona yem olarak tane verilecek olur da az bir şey de pislik yiyor ise, bu gibilerine pislik yiyen (cellâle) denilmez. Böyleleri de serbest bırakılan tavuklar ile benzeri diğer hayvanlar gibidir. Bunlar, belki kısmen pislik yerler ama, çoğunlukla gıdası ve yemi pislikten başka şeylerdir. O bakımdan böylelerinin yenilmesi mekruh olmaz.

Rey sahipleri ile Şâfiî ve Ahmed şöyle demektedirler: Pislik yiyen bir hayvan, bir kaç günlük süre ile haps edilip pislik dışında ona yem verilmedikçe eti yenilmez. Elindeki pis kokuların gittiği kabul edildikten sonra yenilir. Bir hadiste rivâyet olunduğuna göre: "(Bu tür) ineklere kırk gün süreyle yem verilir, ondan sonra etleri yenilir."

İbn Ömer de (pislik yiyen) tavuğu üç gün alıkoyar, sonra keserdi. İshâk der ki: Eti iyice yıkandıktan sonra boylesini yemekte bir mahzur yoktur, el-Hasen ise pislik yiyen hayvanın etini yemekte bir mahzur olmadığı görüşünde idi. Mâlik b. Enes de bu görüşte idi.

(Ziraat) arazisine pisliğin (gübrenin) bırakılmasının yasaklanışı da bu kabildendir. Ashâbdan bazılarından şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Biz, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın (fey'den hissesine düşen) arazisini kiraya veriyorduk da, onu kiralayan kimseye oraya pislik atmamasını şart koşuyorduk. İbn Ömer'den nakledildiğine göre o, arazisini kiraya verir, fakat oraya pislik (gübre) atılmamasını şart koşardı. Yine rivâyet olunduğuna göre, adamın birisi pislik kullanarak arazisini ekiyor idi. Ömer (radıyallahü anh) ona şöyle demişti: Sen, insanlara kendilerinden çıkan şeyleri yediren bir kimsesin.

Atların yenilmesinin hükmü hususunda da farklı görüşler vardır. Şâfiî at yemenin mubah olduğunu söylemiştir, sahih olan da budur. Mâlik ise bunu mekruh görmüştür.

Katır ise, eşek ve attan doğmadır. Bunların birisinin eti yenir veya mekruhtur, -ki bu da attır- diğeri ise haramdır -ki, bu da eşektir-, O bakımdan haram kılan hüküm daha öne geçirilmiştir. Çünkü, helâl kılan hüküm ile haram kılan hüküm aynı şeyde bir arada bulunacak olursa, haram kılma hükmü öne geçirilir. Yüce Allah'ın izniyle, ileride bundan daha kapsamlı bir şekilde bu meseleye dair açıklamalar en-Nahl Sûresi'nde (16/8. âyet, 5- başlıkta) gelecektir. el-A'raf Sûresi'nde de (7/133- âyet, 3 ve 4. başlıklarda) çekirgelere dair hükümler gelecektir.

Halef ve selefin Cumhûru, tavşan yemenin câiz olduğunu kabul etmişlerdir. Abdullah b. Amr b. el-As'dan ise bunun haram olduğuna dair rivâyet nakledildiği gibi, İbn Ebi Leyla'nın bunu mekruh gördüğü rivâyet edilmektedir. Abdullah b. Amr der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a, ben de huzurunda oturduğum bir sırada tavşan getirildi, ondan yemediği gibi, onun yenilmesini de yasaklamadı. Tavşanın ay hali olduğunu iddia etti. Bunu da Ebû Dâvûd zikretmektedir. Ebû Dâvûd, Et'ime 26.

Nesâî de mürsel olarak Mûsa b. Taîha'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bir adamın kızartmış olduğu bir tavşan getirildi ye: Ey Allah'ın Rasulü ben onda kan gördüm, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona ilişmedi ve yemedi. Yanında bulunanlara da: "Siz yeyiniz, benim canım onu çekseydi yerdim." Nesâî, Sayd 25.

Derim ki: Bunda tavşanın haram olduğuna delalet eden her hangi bir husus yoktur. Bu, olsa olsa Hazret-i Peygamber'in (keler hakkında söylediği): "Bu benim yaşadığım bölgede bulunmuyordu, o bakımdan ondan tiksinir gibi oluyorum" Buhârî, Et'ime 10, 14, Zebaih 32, Müslim, Sayd, 44; Ebû Dâvûd, Et’ime 27; Nesâî, Sayd 26; İbn Mâce, Sayd 16; Dârimî, Sayd 8: Muvatta’', İsti'zan 10; Müsned, I, 345; IV, 88-89. şeklindeki sözü kabilindendir.

Müslim de Sahih'inde Enes b. Mâlik'ten şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Biz, Mersu'z-Zahrân denilen yerden geçerken bir tavşanı ürküttük. Arkasından koşup gidenler oldu. Ancak, onu bir türlü yakalayamadılar. Ben ise onu arkasından yetişinceye kadar koştum. Onu alıp Ebû Talha'ya gerirdim, o da bunu boğazladı. Butun Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gönderdi. Ben de onu alıp Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a götürdüm, O da bunu kabul etti. Buhârî, Hibe 5, Zebâih 10, 32: Müslim, Sayd 53: Tirmizî, Et'ime 2; Nesâî, Sayd 25; İbn Mâce, Snye 17; Dârimî, Sayd 7; Müsned,II, 119. 171.

4. Bazı Kıraat Farkları Ve Kanın Hükmü:

Yüce Allah'ın:

"Yiyecek bir kimseye..." âyetindeki "vahyolunan" anlamındaki kelimeyi, İbn Âmir'in, hemzeyi üstün olarak; "Vahyetti" şeklînde okuduğu rivâyet edilmiştir. Ali b. Ebî Tâlib de "yiyecek bir kimseye" anlamındaki kelimeyi; şeklinde "ti" harfini şeddeli olarak okumuştur. Bununla şekline işaret etmektedir. Buradaki L'te" harfi, "u" harfine idğam edilmiştir.

Âişe (radıyallahü anha) İle Muhammed b. el-Hanefîyye ise, bunu;" Yiyecek bir kimsenin yediği" anlamında mazi fiil ile okumuştur

Yalnızca şunlardır: Ölü" ibaresindeki fiil, "ve" harlı ile de "te" harfi ile de okunmuştur. Yani, o yenilecek olan şey, yahut cüssesi veya şalisi ölü olması hali müstesnadır. Olması" kelimesi "ye" ile, Ölü kelimesi de merfü' olarak, yani ölmüş olması anlamında da okunmuştur.

"Akmış" anlamındaki: "el-Mesfuh" ise, akan, cereyan eden demektir ki, haram kılınan kan budur. Böyle olmayan kanlar ise bağışlanmıştır.

el-Maverdî, akmamış kanın, eğer karaciğer ve dalak gibi damarlar içinde ve donma özelliğinde ise helâl olduğunu nakletmektedir. Çünkü Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bize iki ölü ve iki kan helâl kılınmıştır..." İbn Mâce, Et'ime 31; Müsned, II, 97

Şayet bu kan, eğer damarlar içerisinde bulunmayıp donmayacak türder değilse, et ile birlikte bulunan ve akabilme özelliğinde olan kan ise, bunur haramlığı hususunda iki görüş vardır. Bir görüşe göre bu gibi kan haramdır çünkü bu da ya akan kandandır veya onun bir parçasıdır. Özel olarak

"akan" kaydının zikredilmesi ise, karaciğer ve dalağın istisna edilmesi İçindir. İkinci görüşe göre ise, böyle bir kan haram değildir, çünkü haramlık öze olarak akan kan hakkında tahsis edilmiştir.

Derim ki: Sahih olan da budur. İmrân b. Cüdeyr der ki: Ben, Ebû Miclez'e kanın bulaştığı et ile kandan dolayı üzerinde kırmızı bir köpük yükselen tencerenin yemeği hakkında soru sordum da şu cevabı verdi: Bunun bir mahzuru yoktur. Çünkü Allah akmış kanı haram kılmıştır. Buna yakın bir açıklamayı Hazret-i Âişe ve başkaları da yapmıştır. İlim adamları da bu hususta icma etmişlerdir.

İkrime der ki: Bu âyet-i kerîme olmasaydı, müslümanlar yahudilerin ette damarları bulup takip etmeleri gibi, müslümanlar da öylece takip edeceklerdi.

İbrahim en-Nehaî de der ki: Damarlardaki yahut kemik iliğindekİ kanın bir mahzuru yoktur. Buna dair açıklamalar ile âyet-i kerimede sözü edilen ve zaruret halinde bulunanın hükmüne dair açıklamalar daha Önce el-Bakara Sûresi'nde (2/173. âyet, 20. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

146

Biz, yahudilere de bütün tırnaklıları haram kıldık. Onlara sığır ve koyunun iç yağlarını da haram kıldık. Ancak, sırtlarına veya kararlarındaki bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışan ayrı. Bu (böyledir); onları zulümleri yüzünden bununla cezalandırdık. Şüphesiz Biz doğru söyleyenleriz.

Bu âyete dair açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız:

1. İslâm'dan Önceki Ümmetlere De Bazı Yasaklar Konulmuştu:

Yüce Allah, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetine haram kıldığı şeyleri zikrettikten sonra

"Biz yahudilere de bütün tırnaklıları haram kıldık" ile de yahudilere haram kıldığı şeyleri sözkonusu etmektedir. Çünkü, onlar: Allah bize herhangi bir şeyi haram kılmadı, aksine İsrail'in (Hazret-i Yakub'un) kenidisine haram kıldığı şeyleri biz de kendimize haram kıldık diyerek, Allah'ın haramlara dair hüküm indirdiğini yalanlamışlardı.

el-Bakara Sûresi'nde; "Yahudilerin ne anlama geldiğine dair açıklamalar (2/62. âyet, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Bu haramlar, yahudilere bela ve ceza olmak üzere emredilmiş mükellefiyetler idi. Burada onlara haram kılınan şeylerin başında tırnaklı olan her şey zikredilmiştir.

el-Hasen, "fe" harfini ötreli değil de sakin olarak; Tırnak diye okumuştur. Ebû's-Simal ise, "zı" harfini esreli, "fe" harfini de sakin olarak; diye okumuştur. Ebû Hatim ise, "zı" harfini esreli ve "fe" harfini sakin okuyuşu kabul etmemiş ve böyle bir kıraati zikretmemiştir. Ancak bu da bir söyleyiştir. Bu iki harfin esreli kıraati de vardır. Çoğulu ise, şeklinde gelir. Bu açıklamayı el-Cevherî yapmıştır. en-Nehhâs, el-Ferrâ''dan ayrıca; şeklinde çoğul yapıldığını da İlave eder. İbnü's-Sikkit der ki: Bir adamın tırnakları oldukça uzun ise denilir. Nitekim saçlan uzun bir kimse hakkında; denildiği gibi.

Mücahid ile Katade derler ki:

"Tırnaklılar" dan kasıt, parmakları birbirinden ayrı olmayan kara hayvanları ve kuşlardır. Deve, deve kuşu, ördek ve kaz gibi. İbn Zeyd ise, kasıt yalnızca develerdir, demektedir.

İbn Abbâs der ki: "Tırnaklılar"dan kasıt, deve ve deve kuşlarıdır. Çünkü deve kuşlarının da deve gibi tırnakları vardır.

Şöyle de açıklanmıştır: Bundan kasıt, kuşlardan pençeli olanlar, hayvanlardan da tek tırnaklı olanlardır. Çünkü, tek tırnağa (demek olan el-Hâfir'e) istiare yoluyla tırnak (anlamındaki zılV) da denilir. Tirmizî el-Hakim de der ki: Hafir de tırnaktır, mihleb (pençedeki tırnak) de tırnaktır. Şu kadar var ki, bunların her birisinin tırnağı kendisine göredir. İfadede istiare diye birşey de sözkonusu değildir. Nitekim her ikisinin de kesildiklerini ve bunlardan bir miktar kısaltıldığını, her ikisinin de tek bir cins olarak yumuşak ve gevşek kemik olduklarını görebilmekteyiz. Asıl itibari ile de bu şekilde gelişen gıdadan ibarettir. Ve insan tırnağı gibi kesilirler. Bu gibi hayvanların tırnaklarına "hâfir" adının veriliş sebebi ise, yere düşmesi suretiyle yeri hafr etmesi (kazması) ndan dolayıdır. Kuşun pençesindeki tırnağa "mihleb" denilmesine gelince, diğer uçan kuşları tırnaklarının iğne gibi sivri uçları ile yaralamasıdır. Tırnağa "zufur" deniliş sebebi ise, eşyayı ele geçirme imkânını bulmasıyla zafer buluşundan dolayıdır. Yani, insanoğlu ve kuş, onun sayesinde ele geçireceklerini ele geçirirler.

2. İsrailoğullarına Haram Kılınan İç Yağları:

Yüce Allah'ın:

"Onlara, sığır ve koyunun İç yağlarını da haram kıldık"

âyeti ile ilgili olarak Katade şöyle demiştir: Bununla işkembe üzerindeki iç yağı ile böbrekler üzerindeki yağlan kastetmektedir. es-Süddî de böyle açıklamıştır. İbn Cüreyc de der ki: Kemiğe karışmamış, yahut kemik üzerinde bulunmayan bütün iç yağlarını onlara haram kılmıştı. Buna karşılık böğürlerindeki yağlar ile kuyruk yağlarını da helâl kılmıştı. Çünkü kuyruk yağı usus denilen kuyruk sokumundaki kemiğin üzerindedir.

3. Haram Kılman İçyağlardan Îstisnâ Kılınanlar:

Yüce Allah'ın;

"Ancak, sırtlarına... yapışan müstesna" âyetindeki; lâfzı istisna olarak nasb mahallindedir." Sırtlarına" kelimesi ise, Yapışan" kelimesi ile merfu olmuştur.

Veya karınlarındaki bağırsaklarına" kelimesi ise, "sırtlar" kelimesine atfedilerek cep mahallindedir. Yani; Yahut karınlarındaki bağırsaklarına yapışan..." takdirindedir. Âyetteki kelimenin başına elif-lâm'ın gelmesi ise takdiri ifadedeki izafetin yerine gelmiştir. Buna göre "bağırsaklarına yapışan" iç yağları helâl kılınanlar arasında olur.

"(.......): Veya kemiğe karışan" âyetindeki; da aynı şekilde "yapışan'a atf ile nasb mahallindedir. İşte bu, bu husustaki görüşlerin en sahih olanıdır. el-Kisâî, el-Ferrâ' ve Ahmed b. Yahya'nın görüşü budur. Şu kadar var ki nazar (akıl yürütme ve kıyas)a göre; bir şeyin hemen kendisinden önce gelene atfedilmesi gerekir. Bundan tek istisna, bu atf ile mananın sahih olması veya bunun aksine herhangi bir delilin bulunması halidir.

Şöyle de denilmiştir: helâl kılınan şeylerde istisna, yalnızca sırılarına yapışanlardır. Yüce Allah’ın:

"...veya karınlarındaki bağırsaklarına yapışan, veya kemiğe karışan" âyeti ise haram kılınan şeylere atfedilmiştir. Bunun anlamı da şöyle olur: Onlara sığır ve koyunların iç yağlarını yahut karınlarındaki bağırsaklarına yapışanları veya kemiğe karışanları haram kıldık. Ancak sırtlarına yapışanlar müstesnadır, haram değildir.

Şâfiî, bu âyet-i kerimeyi, iç yağı yememek üzere yemin eden kimsenin sırtlardaki iç yağını yemek suretiyle yemini bozmuş olacağına delil göstermiştir, Çünkü şanı yüce Allah, onların sırtlarına yapışanları, genel olarak iç yağından istisna etmiştir.

4. Geçmiş Şeriatlerdeki Bu Hükümlerin Neshi;

Yüce Allah'ın: "Veya karınlarındaki bağırsaklarına" âyetindeki "Bağırsaklar," hayvanın pisliğini çıkardığı yerler demektir. İbn Abbâs ve başkalarından bu açıklama nakledilmiştir. Tekili de; olur. Bu ismin veriliş sebebi ise, hayvanın dışkısının burada toplan maşıdır. Zibil diye bilinen de odur.

Bağırsaklar" kelimesinin tekili: şeklinde gelir. Tencere, kelimesinin çoğunlunun, diye gelmesi gibi, Bağırsak kelimesinin tekil ve çoğul itibariyle; Vuran, vuranlar" gibi olduğu söylendiği gibi; tekilinin; şeklinde geldiği de söylenmiştir. Gemi, gemiler" gibi.

Ebû Ubeyde der ki: "Bağırsaklar: Hâvâyâ" karın bölgesinde dairesel şekilde gelen şey demektir. el-Hâvâyâ'nın, karnın dairevi şekil aldığı yer anlamına geldiği de söylenmiştir. Bu da bağırsaklara bitişir. el-Hâvâyâ'nın, üzerlerinde iç yağı görülen bağırsaklar olduğu da söylenmiştir. Başka yerde bu kelime devenin hörgücü etrafında çevrelenen örtü anlamına gelir. Şair İmruu’l-Kays şöyle demektedir:

"Deve hörgûcü etrafında kumaşları doladılar ve üzerine güzelce kuruldular.

Irak dokuması süslü işlemeli kumaşları da iyice serdiler."

Şanı yüce Allah, bu âyette onlara yalanlarını reddetmek üzere Tevrat'la bu gibi şeyleri haram kıldığını haber vermektedir. Tevrat'taki bu haram kılmanın ifadesi ise: "Size ölü, kan, domuz eti ve tırnakları birbirinden ayrı olmayan her bir binek ile, beyazlığı görülmeyen bütün balıklar size haram kılınmıştır" şeklindedir. Daha sonra yüce Allah, bütün bunları Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şeriati ile nesh etti. Onlara, daha önce kendileri için haram kılınmış bulunan hayvanları mubah kıldı, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) İle zorluğu kaldırdı, bütün insanların, helâli ile, hamını ile, emir ve yasaklarıyla islâm dinine bağlanmaları zorunluluğunu getirdi.

5. Ehli Kitap Tarafından Kesilen Hayvanların, Kendileri için Haram Olan Bölümlerinin Bizim Tarafımızdan Yenilmesinin Hükmü:

Kitap ehli, davarlarını kesip, Tevrat'ta Allah'ın kendilerine helâl kıldığı şeyleri yedikten sonra, haram kıldığı şeyleri bırakacak olurlarsa, bizim için helâl olur mu?

Mâlik, "Muhammed'in Kitabında,-. Bunlar haramdır derken, "el-Mebsuf'un sema yoluyla dinlenilen kıraatinde: Bunlar helâldir demiştir. İbn Nâfi de böyle demiştir. İbnü'l-Kasım ise, bunların yenilmesini mekruh görürüm demektedir.

Birinci görüşün açıklaması şudur: Onların dinlerine göre bunlar haramdır. Ve kesim esnasında bunların kendilerine helâl olmaları kasıtları yoktur. O bakımdan kan gibi bunlar da haram olurlar.

İkinci görüşün açıklamasına gelince; sahih olan budur. Çünkü yüce Allah, İslâm ile bu haram kılma hükmünü kaldırmıştır. Onların bu husustaki inanışlarının ise hiç bir etkisi yoktur, çünkü bu bozuk bir inanıştır. Bu açıklamayı da İbnül-Arabî yapmıştır.

Derim ki; Bunun sıhhatine delil olan hususlardan birisi de Buhârî ile Müslim'in Abdullah b. Muğaffel'den naklettikleri şu rivâyettir: Abdullah dedi ki: Bizler, Hayber Kasrı'nı muhasara altında tutmuştuk. Birileri içinde iç yağı bulunan bir torba attı. Onu almak üzere ileri atıldım. Bir de baktım ki Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımda duruyor. Ondan utandım. Buhârî'nin lâfzı ile rivâyet böyledir. Buhârî, Zebaih 23.

Müslim'in lâfzı da şu şekildedir: Abdullah b. Muğaffel dedi ki: Hayber günü içinde iç yağı bulunan bir torba elime geçti. Onu elime aldım ve: Bugün bundan kimseye bir şey vermeyeceğim dedim. Dönüp baktığımda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı gülümser gördüm. Müslim, Cihâd 72.

İlim adamlarımız derler ki: Hazret-i Peygamberin tebessümü, İbn Muğaffel'in o torbayı almakta gösterdiği ileri derecedeki hırsı görmesinden ve cimrilik göstermesinden dolayıdır. Hazret-i Peygamber ona bu torbayı atmasını emretmediği gibi, ona herhangi bir şeyi de yasaklamadı.

Bu gibi şeylerin yenilmesinin câiz olduğunu Ebû Hanîfe, Şâfiî ve genel olarak ilim adamları da kabul etmektedir. Şu kadar var ki Mâlik, bu husustaki görüş ayrılığı dolayısıyla mekruh görmüştür. İbnü'l-Münzir, Mâlik'ten bunların haram olduğunu söylediğini de nakletmektedir. Mâlik'in, arkadaşlarının büyükleri bu kanaattedir.

Bu husustaki delilleri ise daha önce açıklanan delildir. Halbuki hadis onların aleyhine delil teşkil etmektedir. Eğer, yahudiler tırnaklı her bir hayvanı boğazlayacak olurlarsa, Esbağ der ki: Onların kestikleri arasından Allah'ın Kitabında haram kılınmış bulunanların yenilmesi de helâl değildir. Çünkü onlar, bunların haram kılınışını dini bir hüküm olarak kabul etmektedirler. Eşheb ve İbnü'l-Kasım da böyle demiştir. Şu kadar var ki, İbn Vehb bunların câiz olduğunu söylemiştir. İbn Habib de şöyle demektedir: Onlara haram kılınmış bir şeyin bu hükmünü biz kendi Kitabımızdan öğrenmiş isek, onların kestikleri arasından o şey bize helâl olmaz. Haram kılındığını yalnızca onların görüşlerinden ve delillerinden biliyor isek, kestikleri arasından böyleleri bizim için haram değildir.

6. Haram Kılmak Bir Cezalandırmadır:

Yüce Allah'ın: " Bu (böyledir)" yani, bu haram kılma böyledir. Buna göre bu edat burada ref mahallindedir. Yani, durum bu şekildedir demektir.

"Onları zulümleri yüzünden" zulümleri sebebiyle "cezalandırdık." Peygamberleri öldürdükleri, Allah'ın yolundan alıkoydukları, faiz alıp insanların mallarım batıl yollarla helâl kabul ettikleri için, onlara bir ceza olmak üzere bu hükümleri koyduk.

İşte bunda haram kılmanın ancak bir günah sebebiyle olduğuna bir delil vardır. Çünkü haram kılmak bir darlıktır. Genişlik terk edilip harama gidiş, ancak yapılanlardan dolayı sorumlu tutulmak halinde sözkonusu olur.

"Şüphesiz Biz doğru söyleyenleriz." Şu yahudiler hakkında kendilerine haram kıldığımızı belirttiğimiz etler ve yağlara dair haberlerimizde doğru söylüyoruz.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç