91
"Allah hiç bir insana bir şey
indirmedi" demekle Allah'ı şanına yakışacak bir şekilde takdir edemediler.
De ki: "Mûsa'nın insanlar için bir nûr ve hidâyet olmak üzere getirdiği ve
sizin onu parça parça kâğıtlar haline koyup kimini açıklayıp çoğunu da
gizlediğiniz kitabı kim İndirdi? Üstelik sizin de atalarınızın da
bilmediğiniz şeyler size öğretilmiştir." "Allah'tır" de. Sonra onları bırak
da daldıkları sapıklıklarında oynaya dursunlar.
"Allah hiçbir İnsana bir şey indirmedi demekle Allah'ı şanına yakışacak bir
şekilde takdir edemediler."
Yani onlar,
yüce Allah'ın zatı hakkında vacip
olan O'nun için imkânsız ve mümkün olan şeyleri tesbît edemediler,
bilemediler.
İbn Abbâs der ki: O'nun her şeye kadir olduğuna îman etmediler.
el-Hasen der ki: O'nu gereği gibi ta'zim
edemediler. Bu da Arapların: Filanın kaderi vardır şeklindeki deyimlerinden
alınmış demektir. Bunun açıklaması da şöyledir. Onlar:
"Allah hiçbir insana bir şey İndirmedi"
demekle
yüce Allah'ı, kullarına karşı delil
getirmemekle ve onlara kendilerinin salahına olan şeyleri emretmemekle
nitelendirip hakkettiği şekilde ta'zim etmediler ve O'nu bilip tanımaları
gereken şekilde bilip tanımadılar,
Ebû Ubeyde der ki: Onlar, Allah'ı hakkı ile bilip tanımadılar.
en-Nehhâs der ki: Bu, güzel bir
açıklamadır. Çünkü, bir şeyi takdir etmek onun miktarını bilmek demektir.
Buna da yüce Allah'ın:
"Allah, hiçbir insana bir şey İndirmedi demekle..."
âyeti delalet etmektedir.
O'nu hakkı ile bilemediler. Zira, O'nun
peygamber göndermesini inkâr ettiler. Bu iki anlam da birbirine
yakındır.
Şöyle de açıklanmıştır: Onlar
Allah'ın nimetlerinin kadrini kıymetini gereği gibi bilemediler.
Ebû Havye âyetini, "dal" harfi
üstün olarak; şeklinde okumuştur ki, bu da bir söyleyiştir.
"Allah hiçbir insana bir şey İndirmedi demekle"
âyeti hakkında
İbn Abbâs ve başkaları derler ki:
Yüce Allah bununla Kureyş müşriklerini
kast etmektedir. el-Hasen ve
Saîd b. Cübeyr şöyle demektedir: Bunu
söyleyen yahudilerden birisi idi. O, Allah semadan bir kitap indirmiş
değildir, demişti. es-Süddî de der ki:
Bu'sözü söyleyenin ismi Finhâs idi.
Yine
Saîd b. Cübeyr'den şöyle dediği
nakledilmektedir: Bu sözleri söyleyen Mâlik
b. es-Sayfdır. O, Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) ile tartışmak
üzere geldiğinde, Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) ona şöyle
demişti:
"Tevrat'ı Mûsa'ya indiren hakkı
için sana soruyorum: Tevrat'ta şüphesiz Allah şişman din alimine buğz eder,
şeklinde bir ifade bulmuyor musun?"
Mâlik b. es-Sayf de gerçekten şişman bir
haham'idi. Bunun üzerine kızdı ve şöyle dedi: Allah'a yemin ederim Allah
hiçbir insana hiç bir şey indirmiş değildir. Bu sefer, onunla beraber
bulunan arkadaşları ona şöyle dediler: Yazıklar olsun sana. Mûsa'ya da mı
indirmemiştir deyince, şöyle dedi: Allah'a yemin ederim, Allah hiçbir insana
birşey indirmemiştir, demesi üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.
el-Vâhidî, Esbabu Nüzulil-Kur'ân, s. 223.
Daha sonra
yüce Allah, hem onların bu sözlerini
çürütmek, hem de bu iddialarını reddetmek üzere şöyle buyurmaktadır:
"De ki: Mûsa'nın insanlar için bir nûr ve hidâyet olmak üzere getirdiği ve
sizin onu parça parça kâğıtlar haline koyup, kimini açıklayıp çoğunu da
gizlediğiniz kitabı kim İndirdi?"
Yani, parçalar içerisinde yazdığınız ve
sakladığınız o kitabı indiren kimdir? Bu,
Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in
niteliklerini ve onun dışında kalan bir takım hükümleri saklayıp açıklamayan
yahudilere bir hitaptır.
Mücahid der ki: Şanı yüce Allah'ın:
"De ki Mûsa'nın getirdiği kitabı kim indirdi"
âyeti müşriklere bir
hitaptır.
"Sizin onu parça parça kağıtlar haline koyup..."
âyeti ise yahudilere
hitaptır.
"Üstelik sizin de atalarınızın da bilmediğiniz şeyler size öğretilmiştir"
âyeti müslümanlara hitaptır. Bu da;
":
Onu parça parça kâğıtlar haline koyup, kimini açıklayıp çoğunu da
gizledikleri"
şeklinde (fiilleri
"te"li olarak değil de) "ye"li
olarak okuyanların kıraatine göre uygun bir açıklamadır. Ancak, "teli
kıraate göre hitap tümüyle yahudilere yönelik olur. O takdirde
"Üstelik sizin de... bilmediğiniz şeyler size öğretilmiştir"
âyeti de: Sizin de
atalarınızın da bilmediğiniz şeyler size öğretilmiştir, anlamında ve
Tevrat’ın üzerlerine indirilmesi suretiyle onlara minnet yoluyla söylenmiş
olur.
Tevrat, sahifeler halinde
getirilmişti. Bundan dolayı
"parça parça kâğıtlar haline
koyup kimini açıklayıp..."
diye buyurulmaktadır.
Yani siz, bu kâğıt parçalarına yazdığınız
Tevrat’ın bir bölümünü açıklıyordunuz. Bu ise onlara yönelik bir yergidir.
Bundan dolayı ilim adamları Kur'ân-ı Kerîm'in ayrı ayrı cüzler
(parçalar) halinde yazılmasını hoş
karşılamamışlardır.
"Allah'tır de."
Yani, ey
Muhammed de ki, O kitabı Mûsa'ya, bu kitabı da bana indiren Allah'tır, yahut
da kitabı size öğreten Allah'tır de, anlamındadır.
"Sonra onları bırak da daldıkları sapıklıklarında oynayadursunlar."
Onları
sapıklıkları içerisinde oynar halde bırak demektir. Eğer; : Oynayadursunlar"
kelimesi, emrin (bırak emrinin) cevabı
olsaydı; demesi gerekirdi. (O takdirde anlam:
Onları bırak oynar dururlar şeklinde olur). Bu ifadenin anlamı ise
onları tahdit etmektir. Bunun kıtal emri ile nesh olmuş âyetlerden olduğu da
söylenmiştir.
Dîğer taraftan şöyle de
denilmiştir: ": Parça parça kâğıtlar haline koyuyorlar" âyeti "bir nûr ve
hidâyet olmak üzere" âyetinin sıfatı mahallindedir. O takdirde bu da ism-i
mevsul'ün sılası arasında yer alır. Ancak, yeni bir ifade olması ihtimali de
vardır. O vakit ifadenin takdiri: Onu parça parça kâğıtlar halinde
koyuyorlar şeklinde olur. : Onların bir bölümünü açıklıyorlar, bir çoğunu da
gizliyorlar" şeklinde fiillerin "yâ"lı
kıraatine göre bu bölümün, "parça parça kâğıtların sıfatı olma ihtimali
vardır. Çünkü nekire olan bir kelime, cümleler ile vasfedilebilir. Az e
eectiei üzere İstinaf yani cümle olma
ihtimali de vardır.
92
Bu ise, İndirdiğimiz bir
kitaptır. Mübarektir. Kendisinden öncekileri doğrulayıcıdır. Şehirlerin
anasını ve çevresindekileri uyarman için (indirdik
onu). Âhirete inanmakta olanlar buna da îman ederler. Ve onlar
namazlarına da devam ederler.
"Bu ise, indirdiğimiz bir kitaptır."
âyetinde
"bir kitap"tan
kasıt Kur'ân-ı Kerîm'dir.
"İndirdiğimiz"
onun sıfatıdır.-
"Mübarektir."
Yani, ona
bereketler verilmiştir. Bereket fazlalık demektir. Bu kelimenin Kur'ân
dışında hal olarak nasbedilmesi de caizdir. (O
takdirde mübarek olarak indirdiğimiz bir kitaptır anlamına gelir).
Aynı şekilde:
"Kendisinden öncekileri doğrulayıcıdır"
âyeti de böyledir.
Kendisinden önce indirilmiş olan kitapları doğrulamaktadır. Şirki reddetmek
ve tevhidi tesbit etmekte önceki kitaplarla uyum halindedir.
"Şehirlerin anasını."
Maksat Mekke'dir. Mekke'ye bu ismin verilişine
dair açıklamalar daha önceden (Âl-i İmrân, 3/97.
âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Kasıt ise oranın ahalisidir,
muzaf hazfedilmiştir. Yani Biz, bu Kitabı
bereket ve înzâr için indirmişizdir.
"Ve çevresindekileri"
yani, bütün
afaki, herkesi,
"uyarman için"
indirdik.
"Âhirete inanmakta olanlar buna da Îman ederler,"
Bununla
yüce Allah'ın şu âyetinin delili ile
Muhammed
(sallallahü aleyhi ve sellem)'a tabi olanlar kast edilmektedir:
"Ve onlar namazlarına da devam ederler."
Ahirete îman etmekle
birlikte Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'a ve onun
getirdiği Kitaba îman etmeyen bir kimsenin bu imanının hiç bir değeri
yoktur.
93
Allah'a yalan iftira edenden,
yahut kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken "bana da vahyolundu" diye
söyleyenden, bir de: "Allah'ın İndirdiği gibi ben de indiririm" diyenden
daha zalim kim olabilir? Sen zâlimleri ölümün sıkıntıları içinde, meleklerin
ellerini uzatarak; "Ruhlarınızı çıkarın. Allah'a karşı haksız yere
söylediklerinizden, âyetlerine karşı kibirlendiğinizden dolayı bugün zillet
azabıyla cezalandırılacaksınız" derken bir görsen!
Yüce Allah'ın:
"Daha zalim kim olabilir"
anlamındaki âyeti,mübtedâve haberdir. Ondan
daha zalim kimse olamaz anlamındadır.
"Allah'a yalan iftira edenden"
yalan uydurup söyleyenden
"yahut kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken bana da vahyolundu"
Kendisinin
peygamber olduğunu ileri sürerek
böyle
"söyleyenden... daha zalim kim olabilir?"
Bu âyet, Rahmânu'l Yemâme diye
adlandırılan (Müseylimetü'l-Kezzab),
el-Esved el-Ansî ve Müseylime'nin karısı yalancı
peygamber Secah hakkında inmiştir.
Bunlar, peygamberlik iddiasında
bulunmuş ve Allah'ın kendilerine vahiy indirdiğini iddia etmişlerdi.
Katade der ki: Bize ulaştığına göre yüce
Allah bu âyeti Müseylime hakkında indirmiştir. Bunu,
İbn Abbâs da ifade etmiştir.
Derim ki: Fıkıhtan ve sünnetlerden selefin izlemiş olduğu yoldan
yüz çeviren şu kimseler de bu kabildendir: Bunlar: Benim kalbime şöyle doğdu
yahut kalbim bana bunu bildirdi deyip, kalplerinde doğana ve hatırlarından
geçene göre hüküm vererek, bunu da kalplerinin hertürlü bulandırıcı unsurdan
arındırılmış olmasına ve kalplerinin ağyardan
(mâsivadan) tamamıyla uzak bulunmasına bağlarlar. Kalpleri böyle
olduğundan dolayı, İlahi ilimler ve rabbani hakikatler kalplerine güya
tecelli ediyormuş. O bakımdan onlar, külli meselelerin sırlarına vakıf
oldukları gibi, cüziyatın hükümlerini de bilmek iddiasında bulunurlar ve
bunlar vasıtası ile de külli şer'i hükümlere ihtiyaçlarının olmadığını İleri
sürerek şöyle derler: Bu gelen şer'i hükümler ile ancak ahmaklar ve avam
hüküm verir. Evliya ve havas ehlinin ise bu gibi naslara ihtiyaçları yoktur.
Onların naklettikleri arasında da: "Müftüler sana fetva verseler dahi sen
yine de kalbinden fetvayı sor" sözü de vardır. Ayrıca bu iddialarına
Hazret-i Hızır'ın, kendisine tecelli eden bu tür ilimler vasıtası ile Mûsa
(aleyhisselâm) nezdinde bulunan şeriat türü
kavrayışlara muhtaç olmadığını da delil gösterirler.
Böyle bir İddia zındıklık ve
kuturdur. Bunu söyleyen, tevbe etmesi istenmeksizin öldürülür. Böyle bir
iddia ile birlikte onlara (bu sözlerinizle ne
demek istiyorsunuz) kabilinden soru sormaya, cevap almaya gerek
yoktur. Çünkü böyle bir iddia kaçınılmaz olarak şer'î hükümleri yıkar ve
Peygamberimizden sonra bir takım
peygamberlerin varlığını kabul etmek
sonucuna götürür. Bu hususa dair daha geniş açıklamalar,
yüce Allah'ın İzniyle Kehf Sûresi'nde
(18/82. âyet, 2. başlıkta) gelecektir.
Yüce Allah'ın:
"Bir de:
"Allah'ın indirdiği gibi ben de indiririm diyenden daha zalim kim olabilir."
Âyetinde yer alan; "...yen..." cer mahallindedir.
Yani, ben de Allah'ın indirdiği gibi indiririm diyenden daha zalim
kim olabilir? Bununla kastedilen ise,
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve
sellem)'a vahiy kâtipliği yaparken sonraları irtidat edip müşriklere
iltihak eden Abdullah b. Ebi Serh'tir.
Mütessirlerin naklettiklerine
göre bu irtidadının sebebi şudur: Mu'minun Sûresi'nde yer alan
yüce Allah'ın:
"Andolsunki Biz, insanı süzülmüş bir çamurdan yarattık."
(el-Mu'minun, 23/12) âyeti nâzil olunca,
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) onu çağırıp bu âyeti ona okudu.
Yüce Allah'ın;
"Sonra onu başka bir yaratık olarak yarattık"
(el-Mu'minun, 23/14) âyetine gelince
Abdullah, insanın yaratılışı ile ilgili bu geniş açıklamalardan hayrete
düşerek:
"Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şanı ne yücedir"
(el-Mu'minun, 23/14) deyiverdi.
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) da:
"Benim üzerime de bu şekilde nâzil oldu"
deyince, Abdullah şüpheye düştü ve şöyle dedi: Eğer Muhammed doğru söyleyen
bir kimse ise yemin olsun ki, ona vahyolunduğu gibi bana da vahyolundu.
el-Vahidî, Esbabu
Nüzûli'l-Kur'ân, s. 223-224.
'"Eğer o yalan söyleyen birisi ise ben de onun dediği gibi söylemiş oldum,
diyerek İslâm'dan irtidat etti ve gidip müşriklere katıldı. İşte
yüce Allah'ın:
"Bir de;
"Allah'ın İndirdiği gibi ben de indiririm diyenden..."
âyeti ile kastedilen budur. Bunu da el-Kelbî,
İbn Abbâs'tan rivâyet etmiştir. Muhammed b. İshâk da bunu naklederek
şöyle demektedir: Bana Şûrahbil anlatarak dedi ki: Şu:
"Bir de: Allah'ın indirdiği gibi ben de indiririm diyenden..."
âyeti,
İslâm'dan irtidat, eden Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh hakkında nâzil
olmuştur. Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)'in Mekke'ye
(fetih sırasında) girişi esnasında onun,
Abdullah b. Hatal'ın ve Mikyas b. Subabe'nin Kabe'nin örtüleri altında
bulunacak olsalar dahi öldürülmelerini emretmiş idi. Abdullah b. Ebi Şerh,
Osman (radıyallahü anh)'a kaçıp sığınmıştı.
Hazret-i Osman, Abdullah'ın süt kardeşi idi. Abdullah'ın annesi onunla
birlikte Hazret-i Osman'ı da emzirmişti. Hazret-i Osman onu sakladı. Sonunda
Mekke halkına eman verildikten sonra
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve
sellem)’ın yanına onu da götürüp, onun için
Hazret-i Peygamber'den eman istedi.
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) uzun bir süre
sustuktan sonra: "Evet" deyiverdi. Osman
(radıyallahü anh) meclisten ayrılıp gidince,
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"Benim susmamın tek bir sebebi
vardı. O da sizden birinizin kalkıp onun (Abdullah'ın) boynunu vurması idi."
Bu sefer ensardan birisi: Ey Allah'ın Rasulü, ne diye bana gizlice işaret
etmedin? deyince, Hazret-i Peygamber
şöyle buyurdu: "Şüphesiz
Peygamber'in hain bir bakışının olmaması
gerekir."
Ebû Dâvûd,
Hudûd 1, Cihad 117; Nesâî, Tahrîmu'd-Dem
14.
Ebû
Ömer (b.
Abdi’l-Berr) der ki: Abdullah b.
Sa'd b. Ebi Şerh, Mekke'nin fethi günlerinde İslâm'a girdi, İslâm'a güzel
bir şekilde bağlandı. Bundan sonra onun hoş karşılanmayacak herhangi bir
davranışı görülmedi. O, Kureyş'in akıllı ve asil insanlarından birisi idi.
Amr b. Lüey oğullarının arasında hatırı sayılır bir süvari idi. Daha sonra
Osman (radıyallahü anh) onu Meri 25 yılında
Mısır valisi olarak tayin etti. 24 yılında Afrika onun kumandanlığında feth
edildi. Oradan 31 yılında Nube (Sudan)
topraklarından siyahilere gaza yaptı ve bugüne kadar geçerli olan barış
antlaşmasını da yaptı, 34 yılında ise, deniz yoluyla Bizans topraklarına bir
gazada bulundu. Bu seferlerinden geri döndüğünde, İbn Ebi Huzeyfe onun
Fustat'a girmesini engelledi. O da Askalan'a gitti ve Osman
(radıyallahü anh) şehid edilinceye kadar
orada ikamet etti. Fitneden kaçmak arzusuyla ölünceye kadar Remle' de ikâmet
ettiği de söylenmiştir. O, Rabbîne dua etmişti: Allah'ım, son amelimi sabah
namazını kılmak olsun, diye dua etmişti. Abdest aldı, sonra namaza durdu.
Birinci rekatta Fâtiha Sûresi ile Âdiyat
sûresini okudu, ikincisinde ise, Fâtiha ile
bir başka sûre okudu. Sağına selam verdi, soluna selam verecekken Allah
ruhunu kabzetti. Bütün bunları is,e Yezid b. Ebi Habib ve başkaları
nakletmiştir. Abdullah, Hazret-i Ali'ye de Muaviye'ye de bey'at etmemişti.
O, İnsanlar Muaviye etrafında toplanmadan Önce vefat etmişti. Afrika'da
vefat ettiği de söylenmiştir. Sahih olan ise onun Askalan'da 36
ya da 37 yılında vefat ettiğidir. Tedbir
görüş olarak 36 yılında vefat ettiği de söylenmiştir.
Hafs b.
Ömer, el-Hakem b. Eban'dan, o,
İkrime'den bu âyet-i kerimenin en-Nadr
b. el-Haris hakkında nâzil olduğunu rivâyet etmektedir. Çünkü, en-Nadr b.
el-Haris, Kur'ân-ı Kerîme nazire yazmak istemiş ve: "Öğüttükçe öğütenlere,
hamur yoğurdu kça yoğuranlara, ekmeği oldukça pişirenlere ve onu lokma lokma
yiyenlere yemin olsun" diye Kur'ân'a nazire yazmak istemişti.
Yüce Allah'ın:
"Sen, zâlimleri ölümün sıkıntıları İçinde, ölümün zorlu halleri ve sekaratı
içerisinde... bir görsen!"
(........);
Zorlu ve sıkıntı demektir. Bu kelimenin aslı, bir şeyi örtüp bürümek
hakkında kullanılır. Su onu örttü anlamındaki; tabiri de buradan
gelmektedir. Daha sonra bu kelime, zorlu, sıkıntılı ve hoşa gitmeyen şeyleri
anlatmak üzere kullanılır olmuştur. Savaşın zorlu halleri ve sıkıntılı
zamanları anlamına gelen; tabiri de buradan gelmektedir.
el-Cevherî der ki:
(........) Zorlu hal ve sıkıntı demektir.
Çoğulu ise (........) şeklinde gelir.
el-Kutebî, Nûh (aleyhisselâm)'ın gemisini
anlatırken şöyle demektedir:
"Ve derken o her tarafı örtüp
kapatan suların geri çekilme zamanı geldi."
(.......): Ölümün sıkıntıları, demektir.
"Meleklerin ellerini uzatarak"
âyeti mübtedâ ve haberdir.
(Buna göre anlamı, melekler de ellerini uzatmış
olacaklardır şeklinde olur).
"; Uzatanlar" anlamındaki
kelimenin aslı; şeklindedir. (İzafet dolayısıyla
sondaki nûn düşmüştür).
Denildiğine göre, melekler
ellerini azap ile ve demir balyozlarla uzattıkları zaman anlamındadır. Bu
açıklama el-Hasen ile
ed-Dahhâk'tan nakledilmiştir. Meleklerin
ellerini, ruhlarını kabzetmek için uzatacakları şeklinde de açıklanmıştır.
Bir başka yerde de şöyle buyurulmaktadır:
"Melekler o kâfirlerin yüzlerine ve arkalarına vura vura... canlarını
alırken bir görsen."
(el-Enfal, 8/50)
Bu âyet-i kerîme böylelikle bu husustaki iki görüşü de bir arada dile
getirmektedir. Arapça'da: Elini ona hoş olmayan şeyle uzattı, tabiri
kullanılır.
"Ruhlarınızı çıkarın"
yani, eğer imkanınız
varsa azaptan ruhlarınızı kurtarın, anlamındadır. Ve bu bir azardır. Şöyle
de açıklanmıştır: Hoşunuza gitmese dahi ruhlarınızı çıkartın. Çünkü,
mü’minin ruhu Rabbi ile karşılaşmak
için çıkmak arzusunu taşır. Kâfirin ruhu ise, zorlu ve sıkıntılı bir şekilde
çekilip çıkartılır. Ve şöyle denir: Ey murdar nefs, kendin de gazaplanmış ve
gazaba uğramış olarak Allah'ın azabına ve O'nun hakir düşürmesine çık!
Ebû Hüreyre ve başkası yoluyla rivâyet
edilen hadiste böyle zikredilmektedir.
Müsned, IV, 287'de zikredilmektedir.
Biz bu hadisi "et-Tezkire" adlı
eserimizde zikretmiş bulunuyoruz. Allah'a hamd olsun.
Şöyle de denilmiştir: Bu âyet,
bir kimsenin azap ettiği kişiye; Sana azâbı tattıracak ve hiç şüphesiz
canını çıkartacağım şeklinde söylediği sözü andırmaktadır. Çünkü, bizzat
kendileri canlarını çıkartmazlar. Aksine ölüm meleği ve onun yardımcıları
onların ruhlarını kabzeder.
Bu sözün kâfirlere cehennemde
oldukları sırada söyleneceği de ifade edilmiştir. Bunun cevabı ise, işin
büyüklüğü dolayısıyla hazfedilmiştir. Yani:
Sen, zâlimleri bu haldeyken görecek olsan, hiç şüphesiz büyük bir azaba
uğratılmakta olduklarını görecektin. : Zillet ile aynı şeydir,
"Kibirlendiğinizden"
yani, O'nun
âyetlerini kabul etmeye yanaşmayıp büyüklendiğinizden dolayı
(zillet azâbı ile cezalandırılacaksınız")
demektir.
94
Yemin olsun sizi İlk defa
yarattığımız gibi yapayalnız teker teker huzurumuza geldiniz ve size
bağışladığımız şeyleri arkanızda bıraktınız. İçinizde gerçekten ortak
olduklarını boş yere iddia ettiğiniz şefaatçılarınızı da aranızda
görmüyoruz. Yemin olsun onlarla aranızdaki bağlar kesilmiş ve zannettiğiniz
şeyler önünüzden kaybolmuş gitmiştir.
Yüce Allah'ın:
"Yemin olsun... yapayalnız, teker teker huzurumuza geldiniz"
âyeti, Mahşerde
gerçekleşecek hali ifade etmektedir. "Teker teker" anlamındaki kelime, hal
olarak nasb mahallindedir. Sonunda te'nis elifi
(maksûre) geldiği için munsarıf değildir. Ebû Hayve ise, bu kelimeyi:
şeklinde tenvin ile okumuş olup, Temimlilerin şivesi böyledir. Onlar, ref
mahallinde ise; şeklinde tenvinli kullanmazlar. Ahmed b. Yahya ise tenvinsiz
(ve medsiz) olarak; şeklindeki bir
söyleyişi de nakletmekte ve: Üçer ve dörder kelimelerine benzediğini
söylemektedir.
“:
Teker teker"
kelimesi, 'nin çoğuludur. Sarhoşlar
kelimesinin, çoğulu-, : Tembeller kelimesinin de, kelimesinin çoğulu olması
gibi.
Bunun tekilinin "râ" harfi
sakin olmak üzere, şeklinde olduğu söylendiği gibi, "râ" harfi esreli
veya üstün olarak kullanıldığı da
söylenmiştir. Yine 'nin de bunun tekili olduğu söylenmiştir,
Âyetin anlamı şudur: Siz, bize
teker teker gelmiş olacaksınız. Her biriniz tek başına, ailesiz, malsız,
çocuksuz ve yardımcısız olarak; sapıklığınızda sizinle birlikte olanlardan
ayrı olarak geleceksiniz. Allah'tan başka taptıklarınızın da size bir
faydası olmayacaktır.
el-A'rec ise bunu şeklinde
(yâ harfinden sonra) "elif'siz olarak
okumuştur.
"Sizi ilk defa yarattığımız gibi"
tek başınıza
yaratıldığınız gibi demektir. Şöyle de açıklanmıştır: Annelerinizin
karnından çıktığınız şekilde çıplak, ayakkabısız, sünnetsiz ve sonradan
kazanılmış herhangi bir musibetsiz olarak geleceksiniz. İlim adamları derler
ki: Yarın, kıyâmet gününde kul doğduğu günkü azaların hangisine sahipse,
onların hepsine sahip olarak haşredilecektîr. Kendisinden herhangi bir organ
kesilmiş olan kimseye o organı kıyâmet gününde geri verilecektir. İşte
(Hadîs-i şerîfte geçen Hazret-i
Peygamberin):
"Sünnetsiz olarak"
Buhârî,
Enbiyâ 8, 48, Tefsir 5. sûre 14, 21. süre 2, Rikaak 45;
Müslim, Cennet 56, 57;
Nesâî;
Tirmizî, Sıfatu'l-Kıyame 3; Tefsir 80. sûre 2...
hadisindeki ifadenin kastettiği mana budur. Yani,
sünnet oldukları vakit kendilerinden kesilen parça dahi kendilerine geri
iade edilecektir.
"Ve size bağışladığımız şeyleri arkanızda bıraktınız."
Size verdiğimiz,
mülkiyetinize bıraktığımız şeyleri arkanızda bırakmış bulunuyorsunuz.
Verilen bu şeyler ise, yüce Allah'ın
insana bağışladığı köleler ve türlü nimetlerdir.
"İçinizde gerçekten ortak olduklarını boş yere iddia ettiğiniz
şefaatçilerinizi de aranızda görmüyoruz."
Allah'tan başka
kendilerine ibadet ettiğiniz ve Allah'a ortak koştuğunuz şeyleri -putları-
kastetmektedir. Yani, Bana ortak koştuğunuz
şeyleri beraberinizde görmüyoruz. Çünkü, müşrikler: Putlar Allah'ın
ortakları ve O'nun nezdinde bizim şefaatçilerimizdir, diyorlardı.
":
Yemin olsun, onlarla aranızdaki bağlar kesilmiş..."
âyetini, Nâfi',
el-Kisâî ve Hafs bunu zarf olarak nasb
ile okumuşlardır. Yani, sizinle onlar
arasındaki ilişki yemin olsun ki kopmuş bulunmaktadır. Burada "ilişki"
anlamına gelen "vasi" kelimesinin hazfedilmiş olduğuna
yüce Allah'ın:
"Boş yere iddia ettiğiniz şefaatçilerinizi de aranızda görmüyoruz"
âyeti delil
teşkil etmektedir. İşte bu, kıyâmet gününde onlarla koştukları ortaklar
arasında ilişkilerin koparılacağına, birbirlerinden uzaklaşacaklarına
delalet etmektedir. Bu İse, koştukları ortakların onlardan uzaklaşıp onlarla
birlikte olmayacaklar) bir zamanda olacaktır. Onlarla ilişkilerinin
koparılması ise, onların bunlarla ilişkilerinin bulunduğunu iddia ettikleri
halde onları terketmeleridir. Bundan dolayı "Kesilmiş" âyetinden sonra
"bağlar, ilişkiler" anlamında "vasrin hazfedildiğini kabul etmek güzel bir
şeydir. Çünkü ifade zaten buna delâlet etmektedir, İbn Mes'ûd'un kıraatinde
de bunun nasb ile kıraatine delâlet edecek şekilde şöyledir: "Yemin olsun,
aranızdaki şeyler (bağlar) kesilmiş"
şeklindedir ki, böyle bir kıraatte nasb'tan başka birşey câiz olmaz. Çünkü
bu ifadede kesilen sözkonusu olmaktadır ki, buna da; ile işaret edilmiştir.
Şöyle buyrulmuş gibidir: Yemin olsun, aranızdaki ilişki kopmuş, kesilmiş
bulunmaktadır. şöyle de açıklanmıştır: Âyetin anlamı: Yemin olsun,
aranızdaki durum kesilmiş bulunmaktadır. Bu da yakın bir mana ifade eder.
Diğerleri ise, şeklinde merfu'
olarak zarf olmayan bir isim diye fiili ona isnad ederek merfu'
okumuşlardır. Yüce Allah'ın:
":
Bizimle senin aranda da bir perde vardır"
(Fussilet, 41/5) âyetinde harf-i cer'in
girmiş olmasıyla :
"İşte bu, benimle senin ayrılışımızdır"
(el-Kehf, 18/78) âyetlerin ": Ara" İsim
olması görüşünü güçlendirmektedir. Diğer taraftan bu kelimenin mansub
okunuşunun ref anlamında olması da mümkündür. Nasbedilmiş olması ise, ref
mahallinde olmakla birlikte mansub bir zarf olarak çokça kullanılması
dolayısıyladır ki, el-Ahfeş'in görüşü de
budur.
Buna göre her iki kıraatin de
anlamı aynı olur. O bakımdan bunlardan herhangi birisiyle okumak mümkündür.
"Ve zannettiğiniz şeyler"
yani, dünya
hayatında iken yalanlayıp gerçek olmadığını iddia ettiğiniz şeyler
"ise önünüzden kaybolup gitmiştir."
Bu âyetin en-Nadr b.
el-Haris hakkında indiği rivâyet edilmiştir.
Rivâyet edildiğine göre
Âişe
(radıyallahü anha) yüce Allah'ın:
"Yemin olsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi yapayalnız teker teker
huzurumuza geldiniz"
âyetini okumuş ve: Ey Allah'ın Rasulü, ya avretlerimiz
ne olacak? Erkekler kadınlar hep birlikte, biri ötekinin avretine bakacak
şekilde mi haşredilecekler? Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuş: "O gün
onlardan her birisinin başka şeylerle uğraşmasına fırsat vermeyecek kadar
bir işi olacaktır. Erkekler kadınlara, kadınlar da erkeklere bakmayacaklar
ve birbirlerine bakamayacak kadar başka şeylerle uğraşacaklardır"
Bu
lâfızlarla: Hâkim,
el-Müstedrek, 565; aynı manada yakın lâfızlarla:
Müslim, Cennet 56;
Nesâî, Cenâiz 118;
Müsned, VI, 90
Bu, Sahih'te sabit olmuş ve Müslim'in de
bu manada rivâyet ettiği bir Hadîs-i şerîftir.
|