Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

138

 

006 - EN'ÂM SÛRESİ

 

CÜZ :

7

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

91

"Allah hiç bir insana bir şey indirmedi" demekle Allah'ı şanına yakışacak bir şekilde takdir edemediler. De ki: "Mûsa'nın insanlar için bir nûr ve hidâyet olmak üzere getirdiği ve sizin onu parça parça kâğıtlar haline koyup kimini açıklayıp çoğunu da gizlediğiniz kitabı kim İndirdi? Üstelik sizin de atalarınızın da bilmediğiniz şeyler size öğretilmiştir." "Allah'tır" de. Sonra onları bırak da daldıkları sapıklıklarında oynaya dursunlar.

"Allah hiçbir İnsana bir şey indirmedi demekle Allah'ı şanına yakışacak bir şekilde takdir edemediler." Yani onlar, yüce Allah'ın zatı hakkında vacip olan O'nun için imkânsız ve mümkün olan şeyleri tesbît edemediler, bilemediler.

İbn Abbâs der ki: O'nun her şeye kadir olduğuna îman etmediler. el-Hasen der ki: O'nu gereği gibi ta'zim edemediler. Bu da Arapların: Filanın kaderi vardır şeklindeki deyimlerinden alınmış demektir. Bunun açıklaması da şöyledir. Onlar:

"Allah hiçbir insana bir şey İndirmedi" demekle yüce Allah'ı, kullarına karşı delil getirmemekle ve onlara kendilerinin salahına olan şeyleri emretmemekle nitelendirip hakkettiği şekilde ta'zim etmediler ve O'nu bilip tanımaları gereken şekilde bilip tanımadılar,

Ebû Ubeyde der ki: Onlar, Allah'ı hakkı ile bilip tanımadılar. en-Nehhâs der ki: Bu, güzel bir açıklamadır. Çünkü, bir şeyi takdir etmek onun miktarını bilmek demektir. Buna da yüce Allah'ın:

"Allah, hiçbir insana bir şey İndirmedi demekle..." âyeti delalet etmektedir. O'nu hakkı ile bilemediler. Zira, O'nun peygamber göndermesini inkâr ettiler. Bu iki anlam da birbirine yakındır.

Şöyle de açıklanmıştır: Onlar Allah'ın nimetlerinin kadrini kıymetini gereği gibi bilemediler.

Ebû Havye âyetini, "dal" harfi üstün olarak; şeklinde okumuştur ki, bu da bir söyleyiştir.

"Allah hiçbir insana bir şey İndirmedi demekle" âyeti hakkında İbn Abbâs ve başkaları derler ki: Yüce Allah bununla Kureyş müşriklerini kast etmektedir. el-Hasen ve Saîd b. Cübeyr şöyle demektedir: Bunu söyleyen yahudilerden birisi idi. O, Allah semadan bir kitap indirmiş değildir, demişti. es-Süddî de der ki: Bu'sözü söyleyenin ismi Finhâs idi.

Yine Saîd b. Cübeyr'den şöyle dediği nakledilmektedir: Bu sözleri söyleyen Mâlik b. es-Sayfdır. O, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile tartışmak üzere geldiğinde, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona şöyle demişti: "Tevrat'ı Mûsa'ya indiren hakkı için sana soruyorum: Tevrat'ta şüphesiz Allah şişman din alimine buğz eder, şeklinde bir ifade bulmuyor musun?" Mâlik b. es-Sayf de gerçekten şişman bir haham'idi. Bunun üzerine kızdı ve şöyle dedi: Allah'a yemin ederim Allah hiçbir insana hiç bir şey indirmiş değildir. Bu sefer, onunla beraber bulunan arkadaşları ona şöyle dediler: Yazıklar olsun sana. Mûsa'ya da mı indirmemiştir deyince, şöyle dedi: Allah'a yemin ederim, Allah hiçbir insana birşey indirmemiştir, demesi üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. el-Vâhidî, Esbabu Nüzulil-Kur'ân, s. 223.

Daha sonra yüce Allah, hem onların bu sözlerini çürütmek, hem de bu iddialarını reddetmek üzere şöyle buyurmaktadır:

"De ki: Mûsa'nın insanlar için bir nûr ve hidâyet olmak üzere getirdiği ve sizin onu parça parça kâğıtlar haline koyup, kimini açıklayıp çoğunu da gizlediğiniz kitabı kim İndirdi?" Yani, parçalar içerisinde yazdığınız ve sakladığınız o kitabı indiren kimdir? Bu, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in niteliklerini ve onun dışında kalan bir takım hükümleri saklayıp açıklamayan yahudilere bir hitaptır.

Mücahid der ki: Şanı yüce Allah'ın:

"De ki Mûsa'nın getirdiği kitabı kim indirdi" âyeti müşriklere bir hitaptır.

"Sizin onu parça parça kağıtlar haline koyup..." âyeti ise yahudilere hitaptır.

"Üstelik sizin de atalarınızın da bilmediğiniz şeyler size öğretilmiştir" âyeti müslümanlara hitaptır. Bu da;

": Onu parça parça kâğıtlar haline koyup, kimini açıklayıp çoğunu da gizledikleri" şeklinde (fiilleri "te"li olarak değil de) "ye"li olarak okuyanların kıraatine göre uygun bir açıklamadır. Ancak, "teli kıraate göre hitap tümüyle yahudilere yönelik olur. O takdirde

"Üstelik sizin de... bilmediğiniz şeyler size öğretilmiştir" âyeti de: Sizin de atalarınızın da bilmediğiniz şeyler size öğretilmiştir, anlamında ve Tevrat’ın üzerlerine indirilmesi suretiyle onlara minnet yoluyla söylenmiş olur.

Tevrat, sahifeler halinde getirilmişti. Bundan dolayı "parça parça kâğıtlar haline koyup kimini açıklayıp..." diye buyurulmaktadır. Yani siz, bu kâğıt parçalarına yazdığınız Tevrat’ın bir bölümünü açıklıyordunuz. Bu ise onlara yönelik bir yergidir. Bundan dolayı ilim adamları Kur'ân-ı Kerîm'in ayrı ayrı cüzler (parçalar) halinde yazılmasını hoş karşılamamışlardır.

"Allah'tır de." Yani, ey Muhammed de ki, O kitabı Mûsa'ya, bu kitabı da bana indiren Allah'tır, yahut da kitabı size öğreten Allah'tır de, anlamındadır.

"Sonra onları bırak da daldıkları sapıklıklarında oynayadursunlar." Onları sapıklıkları içerisinde oynar halde bırak demektir. Eğer; : Oynayadursunlar" kelimesi, emrin (bırak emrinin) cevabı olsaydı; demesi gerekirdi. (O takdirde anlam: Onları bırak oynar dururlar şeklinde olur). Bu ifadenin anlamı ise onları tahdit etmektir. Bunun kıtal emri ile nesh olmuş âyetlerden olduğu da söylenmiştir.

Dîğer taraftan şöyle de denilmiştir: ": Parça parça kâğıtlar haline koyuyorlar" âyeti "bir nûr ve hidâyet olmak üzere" âyetinin sıfatı mahallindedir. O takdirde bu da ism-i mevsul'ün sılası arasında yer alır. Ancak, yeni bir ifade olması ihtimali de vardır. O vakit ifadenin takdiri: Onu parça parça kâğıtlar halinde koyuyorlar şeklinde olur. : Onların bir bölümünü açıklıyorlar, bir çoğunu da gizliyorlar" şeklinde fiillerin "yâ"lı kıraatine göre bu bölümün, "parça parça kâğıtların sıfatı olma ihtimali vardır. Çünkü nekire olan bir kelime, cümleler ile vasfedilebilir. Az e eectiei üzere İstinaf yani cümle olma ihtimali de vardır.

92

Bu ise, İndirdiğimiz bir kitaptır. Mübarektir. Kendisinden öncekileri doğrulayıcıdır. Şehirlerin anasını ve çevresindekileri uyarman için (indirdik onu). Âhirete inanmakta olanlar buna da îman ederler. Ve onlar namazlarına da devam ederler.

"Bu ise, indirdiğimiz bir kitaptır." âyetinde

"bir kitap"tan kasıt Kur'ân-ı Kerîm'dir.

"İndirdiğimiz" onun sıfatıdır.-

"Mübarektir." Yani, ona bereketler verilmiştir. Bereket fazlalık demektir. Bu kelimenin Kur'ân dışında hal olarak nasbedilmesi de caizdir. (O takdirde mübarek olarak indirdiğimiz bir kitaptır anlamına gelir).

Aynı şekilde:

"Kendisinden öncekileri doğrulayıcıdır" âyeti de böyledir. Kendisinden önce indirilmiş olan kitapları doğrulamaktadır. Şirki reddetmek ve tevhidi tesbit etmekte önceki kitaplarla uyum halindedir.

"Şehirlerin anasını." Maksat Mekke'dir. Mekke'ye bu ismin verilişine dair açıklamalar daha önceden (Âl-i İmrân, 3/97. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Kasıt ise oranın ahalisidir, muzaf hazfedilmiştir. Yani Biz, bu Kitabı bereket ve înzâr için indirmişizdir.

"Ve çevresindekileri" yani, bütün afaki, herkesi,

"uyarman için" indirdik.

"Âhirete inanmakta olanlar buna da Îman ederler," Bununla yüce Allah'ın şu âyetinin delili ile Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'a tabi olanlar kast edilmektedir:

"Ve onlar namazlarına da devam ederler." Ahirete îman etmekle birlikte Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ve onun getirdiği Kitaba îman etmeyen bir kimsenin bu imanının hiç bir değeri yoktur.

93

Allah'a yalan iftira edenden, yahut kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken "bana da vahyolundu" diye söyleyenden, bir de: "Allah'ın İndirdiği gibi ben de indiririm" diyenden daha zalim kim olabilir? Sen zâlimleri ölümün sıkıntıları içinde, meleklerin ellerini uzatarak; "Ruhlarınızı çıkarın. Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden, âyetlerine karşı kibirlendiğinizden dolayı bugün zillet azabıyla cezalandırılacaksınız" derken bir görsen!

Yüce Allah'ın:

"Daha zalim kim olabilir" anlamındaki âyeti,mübtedâve haberdir. Ondan daha zalim kimse olamaz anlamındadır.

"Allah'a yalan iftira edenden" yalan uydurup söyleyenden

"yahut kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken bana da vahyolundu" Kendisinin peygamber olduğunu ileri sürerek böyle

"söyleyenden... daha zalim kim olabilir?"

Bu âyet, Rahmânu'l Yemâme diye adlandırılan (Müseylimetü'l-Kezzab), el-Esved el-Ansî ve Müseylime'nin karısı yalancı peygamber Secah hakkında inmiştir. Bunlar, peygamberlik iddiasında bulunmuş ve Allah'ın kendilerine vahiy indirdiğini iddia etmişlerdi.

Katade der ki: Bize ulaştığına göre yüce Allah bu âyeti Müseylime hakkında indirmiştir. Bunu, İbn Abbâs da ifade etmiştir.

Derim ki: Fıkıhtan ve sünnetlerden selefin izlemiş olduğu yoldan yüz çeviren şu kimseler de bu kabildendir: Bunlar: Benim kalbime şöyle doğdu yahut kalbim bana bunu bildirdi deyip, kalplerinde doğana ve hatırlarından geçene göre hüküm vererek, bunu da kalplerinin hertürlü bulandırıcı unsurdan arındırılmış olmasına ve kalplerinin ağyardan (mâsivadan) tamamıyla uzak bulunmasına bağlarlar. Kalpleri böyle olduğundan dolayı, İlahi ilimler ve rabbani hakikatler kalplerine güya tecelli ediyormuş. O bakımdan onlar, külli meselelerin sırlarına vakıf oldukları gibi, cüziyatın hükümlerini de bilmek iddiasında bulunurlar ve bunlar vasıtası ile de külli şer'i hükümlere ihtiyaçlarının olmadığını İleri sürerek şöyle derler: Bu gelen şer'i hükümler ile ancak ahmaklar ve avam hüküm verir. Evliya ve havas ehlinin ise bu gibi naslara ihtiyaçları yoktur. Onların naklettikleri arasında da: "Müftüler sana fetva verseler dahi sen yine de kalbinden fetvayı sor" sözü de vardır. Ayrıca bu iddialarına Hazret-i Hızır'ın, kendisine tecelli eden bu tür ilimler vasıtası ile Mûsa (aleyhisselâm) nezdinde bulunan şeriat türü kavrayışlara muhtaç olmadığını da delil gösterirler.

Böyle bir İddia zındıklık ve kuturdur. Bunu söyleyen, tevbe etmesi istenmeksizin öldürülür. Böyle bir iddia ile birlikte onlara (bu sözlerinizle ne demek istiyorsunuz) kabilinden soru sormaya, cevap almaya gerek yoktur. Çünkü böyle bir iddia kaçınılmaz olarak şer'î hükümleri yıkar ve Peygamberimizden sonra bir takım peygamberlerin varlığını kabul etmek sonucuna götürür. Bu hususa dair daha geniş açıklamalar, yüce Allah'ın İzniyle Kehf Sûresi'nde (18/82. âyet, 2. başlıkta) gelecektir.

Yüce Allah'ın:

"Bir de:

"Allah'ın indirdiği gibi ben de indiririm diyenden daha zalim kim olabilir." Âyetinde yer alan; "...yen..." cer mahallindedir. Yani, ben de Allah'ın indirdiği gibi indiririm diyenden daha zalim kim olabilir? Bununla kastedilen ise, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a vahiy kâtipliği yaparken sonraları irtidat edip müşriklere iltihak eden Abdullah b. Ebi Serh'tir.

Mütessirlerin naklettiklerine göre bu irtidadının sebebi şudur: Mu'minun Sûresi'nde yer alan yüce Allah'ın:

"Andolsunki Biz, insanı süzülmüş bir çamurdan yarattık." (el-Mu'minun, 23/12) âyeti nâzil olunca, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu çağırıp bu âyeti ona okudu. Yüce Allah'ın;

"Sonra onu başka bir yaratık olarak yarattık" (el-Mu'minun, 23/14) âyetine gelince Abdullah, insanın yaratılışı ile ilgili bu geniş açıklamalardan hayrete düşerek:

"Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şanı ne yücedir" (el-Mu'minun, 23/14) deyiverdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da: "Benim üzerime de bu şekilde nâzil oldu" deyince, Abdullah şüpheye düştü ve şöyle dedi: Eğer Muhammed doğru söyleyen bir kimse ise yemin olsun ki, ona vahyolunduğu gibi bana da vahyolundu. el-Vahidî, Esbabu Nüzûli'l-Kur'ân, s. 223-224. '"Eğer o yalan söyleyen birisi ise ben de onun dediği gibi söylemiş oldum, diyerek İslâm'dan irtidat etti ve gidip müşriklere katıldı. İşte yüce Allah'ın:

"Bir de;

"Allah'ın İndirdiği gibi ben de indiririm diyenden..." âyeti ile kastedilen budur. Bunu da el-Kelbî, İbn Abbâs'tan rivâyet etmiştir. Muhammed b. İshâk da bunu naklederek şöyle demektedir: Bana Şûrahbil anlatarak dedi ki: Şu:

"Bir de: Allah'ın indirdiği gibi ben de indiririm diyenden..." âyeti, İslâm'dan irtidat, eden Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh hakkında nâzil olmuştur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Mekke'ye (fetih sırasında) girişi esnasında onun, Abdullah b. Hatal'ın ve Mikyas b. Subabe'nin Kabe'nin örtüleri altında bulunacak olsalar dahi öldürülmelerini emretmiş idi. Abdullah b. Ebi Şerh, Osman (radıyallahü anh)'a kaçıp sığınmıştı. Hazret-i Osman, Abdullah'ın süt kardeşi idi. Abdullah'ın annesi onunla birlikte Hazret-i Osman'ı da emzirmişti. Hazret-i Osman onu sakladı. Sonunda Mekke halkına eman verildikten sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın yanına onu da götürüp, onun için Hazret-i Peygamber'den eman istedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) uzun bir süre sustuktan sonra: "Evet" deyiverdi. Osman (radıyallahü anh) meclisten ayrılıp gidince, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Benim susmamın tek bir sebebi vardı. O da sizden birinizin kalkıp onun (Abdullah'ın) boynunu vurması idi." Bu sefer ensardan birisi: Ey Allah'ın Rasulü, ne diye bana gizlice işaret etmedin? deyince, Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Şüphesiz Peygamber'in hain bir bakışının olmaması gerekir." Ebû Dâvûd, Hudûd 1, Cihad 117; Nesâî, Tahrîmu'd-Dem 14.

Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr) der ki: Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh, Mekke'nin fethi günlerinde İslâm'a girdi, İslâm'a güzel bir şekilde bağlandı. Bundan sonra onun hoş karşılanmayacak herhangi bir davranışı görülmedi. O, Kureyş'in akıllı ve asil insanlarından birisi idi. Amr b. Lüey oğullarının arasında hatırı sayılır bir süvari idi. Daha sonra Osman (radıyallahü anh) onu Meri 25 yılında Mısır valisi olarak tayin etti. 24 yılında Afrika onun kumandanlığında feth edildi. Oradan 31 yılında Nube (Sudan) topraklarından siyahilere gaza yaptı ve bugüne kadar geçerli olan barış antlaşmasını da yaptı, 34 yılında ise, deniz yoluyla Bizans topraklarına bir gazada bulundu. Bu seferlerinden geri döndüğünde, İbn Ebi Huzeyfe onun Fustat'a girmesini engelledi. O da Askalan'a gitti ve Osman (radıyallahü anh) şehid edilinceye kadar orada ikamet etti. Fitneden kaçmak arzusuyla ölünceye kadar Remle' de ikâmet ettiği de söylenmiştir. O, Rabbîne dua etmişti: Allah'ım, son amelimi sabah namazını kılmak olsun, diye dua etmişti. Abdest aldı, sonra namaza durdu. Birinci rekatta Fâtiha Sûresi ile Âdiyat sûresini okudu, ikincisinde ise, Fâtiha ile bir başka sûre okudu. Sağına selam verdi, soluna selam verecekken Allah ruhunu kabzetti. Bütün bunları is,e Yezid b. Ebi Habib ve başkaları nakletmiştir. Abdullah, Hazret-i Ali'ye de Muaviye'ye de bey'at etmemişti. O, İnsanlar Muaviye etrafında toplanmadan Önce vefat etmişti. Afrika'da vefat ettiği de söylenmiştir. Sahih olan ise onun Askalan'da 36 ya da 37 yılında vefat ettiğidir. Tedbir görüş olarak 36 yılında vefat ettiği de söylenmiştir.

Hafs b. Ömer, el-Hakem b. Eban'dan, o, İkrime'den bu âyet-i kerimenin en-Nadr b. el-Haris hakkında nâzil olduğunu rivâyet etmektedir. Çünkü, en-Nadr b. el-Haris, Kur'ân-ı Kerîme nazire yazmak istemiş ve: "Öğüttükçe öğütenlere, hamur yoğurdu kça yoğuranlara, ekmeği oldukça pişirenlere ve onu lokma lokma yiyenlere yemin olsun" diye Kur'ân'a nazire yazmak istemişti.

Yüce Allah'ın:

"Sen, zâlimleri ölümün sıkıntıları İçinde, ölümün zorlu halleri ve sekaratı içerisinde... bir görsen!" (........); Zorlu ve sıkıntı demektir. Bu kelimenin aslı, bir şeyi örtüp bürümek hakkında kullanılır. Su onu örttü anlamındaki; tabiri de buradan gelmektedir. Daha sonra bu kelime, zorlu, sıkıntılı ve hoşa gitmeyen şeyleri anlatmak üzere kullanılır olmuştur. Savaşın zorlu halleri ve sıkıntılı zamanları anlamına gelen; tabiri de buradan gelmektedir. el-Cevherî der ki: (........) Zorlu hal ve sıkıntı demektir. Çoğulu ise (........) şeklinde gelir. el-Kutebî, Nûh (aleyhisselâm)'ın gemisini anlatırken şöyle demektedir:

"Ve derken o her tarafı örtüp kapatan suların geri çekilme zamanı geldi."

(.......): Ölümün sıkıntıları, demektir.

"Meleklerin ellerini uzatarak" âyeti mübtedâ ve haberdir. (Buna göre anlamı, melekler de ellerini uzatmış olacaklardır şeklinde olur).

"; Uzatanlar" anlamındaki kelimenin aslı; şeklindedir. (İzafet dolayısıyla sondaki nûn düşmüştür).

Denildiğine göre, melekler ellerini azap ile ve demir balyozlarla uzattıkları zaman anlamındadır. Bu açıklama el-Hasen ile ed-Dahhâk'tan nakledilmiştir. Meleklerin ellerini, ruhlarını kabzetmek için uzatacakları şeklinde de açıklanmıştır. Bir başka yerde de şöyle buyurulmaktadır:

"Melekler o kâfirlerin yüzlerine ve arkalarına vura vura... canlarını alırken bir görsen." (el-Enfal, 8/50) Bu âyet-i kerîme böylelikle bu husustaki iki görüşü de bir arada dile getirmektedir. Arapça'da: Elini ona hoş olmayan şeyle uzattı, tabiri kullanılır.

"Ruhlarınızı çıkarın" yani, eğer imkanınız varsa azaptan ruhlarınızı kurtarın, anlamındadır. Ve bu bir azardır. Şöyle de açıklanmıştır: Hoşunuza gitmese dahi ruhlarınızı çıkartın. Çünkü, mü’minin ruhu Rabbi ile karşılaşmak için çıkmak arzusunu taşır. Kâfirin ruhu ise, zorlu ve sıkıntılı bir şekilde çekilip çıkartılır. Ve şöyle denir: Ey murdar nefs, kendin de gazaplanmış ve gazaba uğramış olarak Allah'ın azabına ve O'nun hakir düşürmesine çık! Ebû Hüreyre ve başkası yoluyla rivâyet edilen hadiste böyle zikredilmektedir. Müsned, IV, 287'de zikredilmektedir.

Biz bu hadisi "et-Tezkire" adlı eserimizde zikretmiş bulunuyoruz. Allah'a hamd olsun.

Şöyle de denilmiştir: Bu âyet, bir kimsenin azap ettiği kişiye; Sana azâbı tattıracak ve hiç şüphesiz canını çıkartacağım şeklinde söylediği sözü andırmaktadır. Çünkü, bizzat kendileri canlarını çıkartmazlar. Aksine ölüm meleği ve onun yardımcıları onların ruhlarını kabzeder.

Bu sözün kâfirlere cehennemde oldukları sırada söyleneceği de ifade edilmiştir. Bunun cevabı ise, işin büyüklüğü dolayısıyla hazfedilmiştir. Yani: Sen, zâlimleri bu haldeyken görecek olsan, hiç şüphesiz büyük bir azaba uğratılmakta olduklarını görecektin. : Zillet ile aynı şeydir,

"Kibirlendiğinizden" yani, O'nun âyetlerini kabul etmeye yanaşmayıp büyüklendiğinizden dolayı (zillet azâbı ile cezalandırılacaksınız") demektir.

94

Yemin olsun sizi İlk defa yarattığımız gibi yapayalnız teker teker huzurumuza geldiniz ve size bağışladığımız şeyleri arkanızda bıraktınız. İçinizde gerçekten ortak olduklarını boş yere iddia ettiğiniz şefaatçılarınızı da aranızda görmüyoruz. Yemin olsun onlarla aranızdaki bağlar kesilmiş ve zannettiğiniz şeyler önünüzden kaybolmuş gitmiştir.

Yüce Allah'ın:

"Yemin olsun... yapayalnız, teker teker huzurumuza geldiniz" âyeti, Mahşerde gerçekleşecek hali ifade etmektedir. "Teker teker" anlamındaki kelime, hal olarak nasb mahallindedir. Sonunda te'nis elifi (maksûre) geldiği için munsarıf değildir. Ebû Hayve ise, bu kelimeyi: şeklinde tenvin ile okumuş olup, Temimlilerin şivesi böyledir. Onlar, ref mahallinde ise; şeklinde tenvinli kullanmazlar. Ahmed b. Yahya ise tenvinsiz (ve medsiz) olarak; şeklindeki bir söyleyişi de nakletmekte ve: Üçer ve dörder kelimelerine benzediğini söylemektedir.

 

“: Teker teker" kelimesi, 'nin çoğuludur. Sarhoşlar kelimesinin, çoğulu-, : Tembeller kelimesinin de, kelimesinin çoğulu olması gibi.

Bunun tekilinin "râ" harfi sakin olmak üzere, şeklinde olduğu söylendiği gibi, "râ" harfi esreli veya üstün olarak kullanıldığı da söylenmiştir. Yine 'nin de bunun tekili olduğu söylenmiştir,

Âyetin anlamı şudur: Siz, bize teker teker gelmiş olacaksınız. Her biriniz tek başına, ailesiz, malsız, çocuksuz ve yardımcısız olarak; sapıklığınızda sizinle birlikte olanlardan ayrı olarak geleceksiniz. Allah'tan başka taptıklarınızın da size bir faydası olmayacaktır.

el-A'rec ise bunu şeklinde (yâ harfinden sonra) "elif'siz olarak okumuştur.

"Sizi ilk defa yarattığımız gibi" tek başınıza yaratıldığınız gibi demektir. Şöyle de açıklanmıştır: Annelerinizin karnından çıktığınız şekilde çıplak, ayakkabısız, sünnetsiz ve sonradan kazanılmış herhangi bir musibetsiz olarak geleceksiniz. İlim adamları derler ki: Yarın, kıyâmet gününde kul doğduğu günkü azaların hangisine sahipse, onların hepsine sahip olarak haşredilecektîr. Kendisinden herhangi bir organ kesilmiş olan kimseye o organı kıyâmet gününde geri verilecektir. İşte (Hadîs-i şerîfte geçen Hazret-i Peygamberin): "Sünnetsiz olarak" Buhârî, Enbiyâ 8, 48, Tefsir 5. sûre 14, 21. süre 2, Rikaak 45; Müslim, Cennet 56, 57; Nesâî; Tirmizî, Sıfatu'l-Kıyame 3; Tefsir 80. sûre 2... hadisindeki ifadenin kastettiği mana budur. Yani, sünnet oldukları vakit kendilerinden kesilen parça dahi kendilerine geri iade edilecektir.

"Ve size bağışladığımız şeyleri arkanızda bıraktınız." Size verdiğimiz, mülkiyetinize bıraktığımız şeyleri arkanızda bırakmış bulunuyorsunuz. Verilen bu şeyler ise, yüce Allah'ın insana bağışladığı köleler ve türlü nimetlerdir.

"İçinizde gerçekten ortak olduklarını boş yere iddia ettiğiniz şefaatçilerinizi de aranızda görmüyoruz." Allah'tan başka kendilerine ibadet ettiğiniz ve Allah'a ortak koştuğunuz şeyleri -putları- kastetmektedir. Yani, Bana ortak koştuğunuz şeyleri beraberinizde görmüyoruz. Çünkü, müşrikler: Putlar Allah'ın ortakları ve O'nun nezdinde bizim şefaatçilerimizdir, diyorlardı.

 

": Yemin olsun, onlarla aranızdaki bağlar kesilmiş..." âyetini, Nâfi', el-Kisâî ve Hafs bunu zarf olarak nasb ile okumuşlardır. Yani, sizinle onlar arasındaki ilişki yemin olsun ki kopmuş bulunmaktadır. Burada "ilişki" anlamına gelen "vasi" kelimesinin hazfedilmiş olduğuna yüce Allah'ın:

"Boş yere iddia ettiğiniz şefaatçilerinizi de aranızda görmüyoruz" âyeti delil teşkil etmektedir. İşte bu, kıyâmet gününde onlarla koştukları ortaklar arasında ilişkilerin koparılacağına, birbirlerinden uzaklaşacaklarına delalet etmektedir. Bu İse, koştukları ortakların onlardan uzaklaşıp onlarla birlikte olmayacaklar) bir zamanda olacaktır. Onlarla ilişkilerinin koparılması ise, onların bunlarla ilişkilerinin bulunduğunu iddia ettikleri halde onları terketmeleridir. Bundan dolayı "Kesilmiş" âyetinden sonra "bağlar, ilişkiler" anlamında "vasrin hazfedildiğini kabul etmek güzel bir şeydir. Çünkü ifade zaten buna delâlet etmektedir, İbn Mes'ûd'un kıraatinde de bunun nasb ile kıraatine delâlet edecek şekilde şöyledir: "Yemin olsun, aranızdaki şeyler (bağlar) kesilmiş" şeklindedir ki, böyle bir kıraatte nasb'tan başka birşey câiz olmaz. Çünkü bu ifadede kesilen sözkonusu olmaktadır ki, buna da; ile işaret edilmiştir. Şöyle buyrulmuş gibidir: Yemin olsun, aranızdaki ilişki kopmuş, kesilmiş bulunmaktadır. şöyle de açıklanmıştır: Âyetin anlamı: Yemin olsun, aranızdaki durum kesilmiş bulunmaktadır. Bu da yakın bir mana ifade eder.

Diğerleri ise, şeklinde merfu' olarak zarf olmayan bir isim diye fiili ona isnad ederek merfu' okumuşlardır. Yüce Allah'ın:

": Bizimle senin aranda da bir perde vardır" (Fussilet, 41/5) âyetinde harf-i cer'in girmiş olmasıyla :

"İşte bu, benimle senin ayrılışımızdır" (el-Kehf, 18/78) âyetlerin ": Ara" İsim olması görüşünü güçlendirmektedir. Diğer taraftan bu kelimenin mansub okunuşunun ref anlamında olması da mümkündür. Nasbedilmiş olması ise, ref mahallinde olmakla birlikte mansub bir zarf olarak çokça kullanılması dolayısıyladır ki, el-Ahfeş'in görüşü de budur.

Buna göre her iki kıraatin de anlamı aynı olur. O bakımdan bunlardan herhangi birisiyle okumak mümkündür.

"Ve zannettiğiniz şeyler" yani, dünya hayatında iken yalanlayıp gerçek olmadığını iddia ettiğiniz şeyler

"ise önünüzden kaybolup gitmiştir." Bu âyetin en-Nadr b. el-Haris hakkında indiği rivâyet edilmiştir.

Rivâyet edildiğine göre Âişe (radıyallahü anha) yüce Allah'ın:

"Yemin olsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi yapayalnız teker teker huzurumuza geldiniz" âyetini okumuş ve: Ey Allah'ın Rasulü, ya avretlerimiz ne olacak? Erkekler kadınlar hep birlikte, biri ötekinin avretine bakacak şekilde mi haşredilecekler? Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuş: "O gün onlardan her birisinin başka şeylerle uğraşmasına fırsat vermeyecek kadar bir işi olacaktır. Erkekler kadınlara, kadınlar da erkeklere bakmayacaklar ve birbirlerine bakamayacak kadar başka şeylerle uğraşacaklardır" Bu lâfızlarla: Hâkim, el-Müstedrek, 565; aynı manada yakın lâfızlarla: Müslim, Cennet 56; Nesâî, Cenâiz 118; Müsned, VI, 90 Bu, Sahih'te sabit olmuş ve Müslim'in de bu manada rivâyet ettiği bir Hadîs-i şerîftir.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç