Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

130

 

006 - EN'ÂM SÛRESİ

 

CÜZ :

7

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

28

Hayır, evvelce gizledikleri şeyler karşılarına çıktı. Eğer geri döndürülürlerse yine kendilerine yasaklanan şeylere geri dönerler. Çünkü onlar şüphesiz yalancıdırlar.

Yüce Allah'ın:

"Hayır, evvelce gizledikleri şeyler karşılarına çıktı" âyetinde yer alan ve (hayır) anlamına gelen): edatı, onların temenni ve geri döndürüldükleri takdirde îman edecekleri iddialarının reddolunduğunu ifade etmektedir.

"Karşılarına çıktı" âyetinin anlamı ile ilgili olarak; kastedilenlerin kimliklerinin tayini hususunda farklı görüşler belirtmişlerdir. Denildiğine göre burada kastedilenler münafıklardır. Çünkü "küfür" ismi onları da kapsamına alır. O bakımdan zamir daha Önce sözü geçenlerin bir bölümüne ait olmaktadır. en-Nehhâs der ki: Bu ise tatlı ve fasih sözlerden sayılır.

Yine maksat kâfirler olduğu da söylenmiştir. Çünkü, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine öğüt verdiği takdirde hem korkarlar, hem de zayıf olanları fark etmesinler diye bu korkularını gizli tutarlardı. Kıyâmet günü ise bu korktukları açıkça ortaya çıkacaktır. Bundan dolayı el-Hasen: "Karşılarına çıktı" âyetini, onların bir kısmının diğerlerinden sakladıkları şeyler karşılarına çıktı, diye açıklamıştır.

Şöyle de açıklanmıştır: Hayır, daha önce inkâr ettikleri ve:

"Rabbimiz olan Allah kakkı için biz müşriklerden olmadık" (el-En'âm, 6/23) diye reddettikleri şirkleri kendilerine açıkça görünecek, karşılarına çıkacaktır. Yüce Allah onların azalarını konuşturacak ve kâfir olduklarına dair azaları aleyhlerine şahidlik edecektir. İşte

"evvelce gizledikleri şeyler karşılarına çıktı" âyetinin tecelli edeceği zaman budur. Bunu da Ebû Ravk söylemiştir.

"Karşılarına çıktı" âyetinin, sakladıkları, gizledikleri küfür karşılarına çıktı, anlamına geldiği de söylenmiştir. Yani, onların kötü amelleri kendilerine görünmüş olacaktır. Nitekim yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır:

"Ama, Allah'tan hesap etmedikleri şey kendilerine görünür." (ez-Zümer, 39/47) el-Müberred der ki: Daha önce gizledikleri küfürlerinin cezası karşılarına çıkmış olacaktır.

Şöyle de açıklanmıştır: Anlamı şudur: Hayır, azgınlara uyan kimselerin karşısına, o azgınların kendilerinden gizledikleri öldükten sonra diriliş ve kıyâmet açıkça görünmüş olacaktır. Çünkü bundan sonra yüce Allah'ın:

"Onlar: Bu, ancak dünya hayatımızdır. Biz diriltilecek de değiliz derler" (el-En'âm, 6/29.) âyeti gelmektedir.

Yüce Allah'ın:

"Eğer geri döndürültirlerse" azâbı gördükten sonra.... diye açıklandığı gibi, azâbı görmeden önce.... diye de açıklanmıştır.

"Yine kendilerine yasaklanan şeylere geri dönerler." Kendilerine yasak kılınan şirke geri dönerler, tekrar onu işlerler. Çünkü yüce Allah onların îman etmeyeceklerini bilmiştir. İblis de yüce Allah'ın bunca âyetim görmesine rağmen yine inadından vazgeçmedi.

Yüce Allah'ın:

"Çünkü onlar şüphesiz yalancıdırlar" âyeti de onlar hakkında verdiği bir haberdir. Dünyada peygamberleri yalanlamak, öldükten sonra dirilişi inkâr etmek şeklindeki hallerini bildirmektedir. Nitekim yüce Allah:

"Şüphesiz Rabbin hüküm verir" (en-Nahl, 16/124) diye buyurmuştur. Bu âyeti, yüce Allah gelecekteki hallerini bize nakletmektedir. Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Şüphe yok ki onlar, yalanlanmayacaklarına ve mü’min olacaklarına dair kendileri hakkında verdikleri haberde yalan söylemektedirler. Yahya b. Vessâb da

"Geri döndürülürlerse" âyetini, "re" harfini esreli olarak okumuştur. Çünkü bunun aslı şeklindedir. Bu kıraate göre "dâl" harfinin esresi "râ" harfine nakledilmiş olmaktadır.

29

Onlar; "Bu, ancak dünya hayatımızdır. Biz, diriltilecekler de değiliz" dediler.

Yüce Allah'ın:

"Onlar, bu ancak dünya hayatımızdır... dediler" âyeti mübtedâ ve haberdir. ise nefy edatıdır.:

“Biz... değiliz" âyetindeki (......) : Biz zamiri; (......) olumsuzluk edatının ismidir. "Diriltilecekler" de onun haberidir. Bu da onların dünya hayatında söylediklerine dair yeni bir mübtedâ ve haberdir.

İbn Zeyd der ki: Bu, yüce Allah'ın:

"Eğer geri döndürülürlerse yine kendilerine yasaklanan şeylere geri dönerler" (el-En'âm, 6/28) âyetinin kapsamı içerisindedir.

"Ve... bu ancak dünya hayatımızdır, derler." Yani yine küfre geri dönerler ve içinde bulundukları halin lezzeti ile meşgul olurlar. Bu da İblis'in durumunda açıkladığımız gibi, inatçı kâfir hakkında yorumlanır, ya da yüce Allah'ın hakkı bilmelerinden sonra yine gerçeği bulma İmkânı onlara vermez diye yorumlanır. Bu da aklen uygun bir şeydir.

30

Sen, Rabblerinin huzurunda durdurulacakları zamanı bir görşeydin. O: "Bu hak değil miymiş?" diye buyuracak, onlar da: "Rabbimize yemin olsun ki evet" diyeceklerdir. O da: "Öyleyse küfre saptığınızdan dolayı azâbı tadın" buyuracak.

Yüce Allah'ın:

"Sen, Rabblerinin huzurunda durdurulacakları zamanı bir görsen" âyetindeki "durdurulacakları" âyeti, alıkonulacakları,

"Rablerinin huzurunda" âyeti de, Allah'ın onlar hakkında vereceği emrin ne olacağının ortaya çıkması için durdurulacakları zamanı bir görsen anlamındadır.

Buradaki nın, (......) : Yanında, indinde anlamına geldiği de söylenmiştir. Yani, onun meleklerinin ve cezasının yanında durdurulacakları anlamına gelir ki, orada Allah'tan başkasının hiçbir hakimiyeti ve etkisi olmayacaktır. Nitekim; (......) ifadesi, yanında durdu anlamındadır. se, sa'nın cevabı, bu durduruluşun azameti dolayısıyla hazfedilmiştir.

"Bu hak değil miymiş? diye buyuracak." Bu soru onlara doğruyu söyletmek ve azarlanmaları maksadıyla sorulacaktır. Yani, bu öldükten sonra diriliş olacak, meydana gelecek birşey değil miymiş?

"Onlarda... evet diyeceklerdir." Böyle diyecekler ve bu dediklerini de

"Rabbimize yemin olsun ki evet" diye yemin ile pekiştireceklerdir.

Şöyle de denilmiştir: Melekler, onlara Allah'ın emri ile öldükten sonra diriliş ve azap hak değil miymiş diye soracak, onlar da: "Evet, Rabbimize yemin olsun ki" şüphesiz ki o bir gerçektir, diye cevap vereceklerdir. Bunun üzerine o da:

"Öylese küfre saptığınızdan dolayı azâbı tadın, buyuracak."

31

Allah'a kavuşmayı yalanlayanlar gerçekten ziyana uğramışlardır. Nihayet Kıyâmet kendilerine ansızın gelip çattığı zaman, günahlarını sırtlarına yüklenerek: "Orada yaptığımız kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize" diyeceklerdir. Dikkat edin, yüklendikleri ne kötüdür!

Yüce Allah'ın:

"Allah'a kavuşmayı yalanlayanlar, gerçekten ziyana uğramışlardır" âyeti ile ilgili olarak denildiğine göre,

"Allah'a kavuşmak"tan kasıt öldükten sonra dirilişi ve amellerin karşılığının görülmesini (cezayı) yalanlamaktır. Buna delil ise Hazret-i Peygamberin "Her kim müslüman bir kimsenin malını o vesileyle kesip almak için yalan yere yemin edecek olursa, Allah kendisine gazap etmiş olarak Allah'ın huzuruna çıkar" Buhârî, Tevhid 2<S; Müslim Îman 218; Tirmizî, Tefsir 3. sûre 21; Nesâî, Kudât. 30; Dârimî, Buyû’ 62; Muvatta’', Akdiye 11; Müsned, I, Î89, 190, 416, V. 26O; VI, 212. âyetidir. Bu da yaptığı o İşin cezası ile karşılaşır anlamındadır.

Çünkü (kıyâmette) görüleceğini kabul edenlerin görüşüne göre, Allah'ın gazap ettiği kimse Allah'ı göremeyecektir, (âyetidir). el-Kaffal ve başkaları bu görüşü benimsemişlerdir. el-Kuşeyrî ise der ki: Bu kıymeti olan bir görüş değildir. Çünkü, mevcut herhangi bir delil dolayısıyla bir yerde kavuşmanın ceza görmek diye yorumlanması her yerde aynı te'vilin yapılmasını gerektirmez. O bakımdan bu âyet-i kerimede "kavuşmak" zahir anlamı üzere anlaşılmalıdır. Kâfirler İse, yaratıcıyı İnkâr ediyorlardı. Allah'ın görüleceğini inkâr edenler ise böyle bir şeyin var olacağını kabul etmezler.

Yüce Allah'ın;

"Nihayet kıyâmet kendilerine ansızın gelip çattığı zaman..." buyruğunuda kıyâmet, kendisinde görülecek hesabın çabukluğu dolayısıyla "sâ'a" diye adlandırılmıştır. (......) ise, ansızın demektir. Hal olarak nasb edilmiştir. Sîbeveyh'e göre hal mevkiinde mastardır.. (......) : Ona yemek ve su vermeksizin öldürdüm, demek gibi. Sîbeveyh ayrıca şu beyiti nakletmektedir:

"Mafsalları (yani kendisi) oldukça zayıf fakat serkeş bir binek üzerine

Gencimizi bindirmek istediğimiz her seferinde zor ve güç belâ bindirebiliyoruz."

Sîbeveyh buna kıyas yapılmasını câiz görmez. Ve buna göre "Filan kişi hızlıca geldi anlamında;.(......) : denilmez.

Yüce Allah'ın:

"Yazıklar olsun, bize diyeceklerdir" âyetinde, hasret (yazıklar olsun) başına nida geldiği halde gerçekte bu münadâ (kendisine seslenilen) değildir. Ancak bu, çokça hasret çekileceğine delildir. Meselâ: "(......) : Vay be! hayret, bu ne biçim bolluk!" ifadeleri de böyledir. Gerçekte bunlar münâdâ değildirler. Ancak, çokça hayret edildiğine ve bolluğun çokluğuna delâlet eden tabirlerdir. Sîbeveyh der ki: Şöyle demiş gibidir: Ey şaşkınlık gel, işte geleceğin bu demdir. Nitekim: Ey hasret gel, işte bu dem geleceğin demdir, demek de bu kabildendir. Kendisine nida olması sahih olmayan diğer bütün lâfızlar da bu şekilde kabul edilirler. Bu da "hayret ettim" tabirinden daha beliğ bir tabirdir. Şairin şu sözü de bu türdendir:

"Üstüne vurulan yüke doğrusu hayret!"

Şöyle de denilmiştir. Bu, insanların karşı karşıya kalacakları büyük hasret de dikkatlerini çekmek içindir. Yani, ey insanlar, o gündeki büyük hasretten dolayı dikkatli olunuz.

Böylelikle nida harfi gerçekte münadâ olmayan bir lâfzın başına gelmiştir. Nitekim: Seni burada görmeyeyim denildiği zaman, nehiy, gerçekte nehy edenden başkası hakkında sözkonusu olmuştur.

Şanı yüce Allah'ın:

"Orada yaptığımız kusurlardan dolayı" âyeti, kıyâmet için önden birşeyler göndermek hususundaki kusurlarımızdan dolayı...anlamındır. Bu açıklama el-Hasen'den nakledilmiştir. "Yaptığımız kusur," âyetin kaybettiğimiz demektir. Asıl anlamı ise ileri gitmektir. Meselâ denildiği zaman, filan kişi daha önce ve önden suya vardı demektir. Hazret-i Peygamber'in: "Havuzun üzerine ben sizden daha önce gitmiş olacağım" Buhârî, Rikaak 53, Fiten 1; Müslim, Fedail 25, 26; İbn Mâce, Fiten 5, Zühd 36; Müsned. I, 257...II, 408... IH, 18.., IV, 313...V, 41. âyeti de buradan gelmektedir. "Suya daha önce giden, anlamında da buradan geldiği gibi, cenaze namazında küçük çocuk için yapılan duada Allahım, onu ebeveyni için önceden gitmiş bir hayır kıl" Bk. Buhârî, Cenâiz 66; İbn Mâce, Cenâiz 26. şeklindeki dua da buradan gelmektedir. Buna göre, onların söyleyecekleri nakledilen; (......) âyeti, önceden göndermiş olduğumuz acizlik anlamındadır. Bunun şanı yüce Allah'a itaat hususunda başkalarının bizi geçmesi, bizim de geri kalmamız dolayısıyla... (yazıklar olsun bize) anlamına geldiği de söylenmiştir.

Orada" ise, kıyâmet için ameli terk etmek suretiyle dünyada... anlamındadır. Taberî der ki: Buradaki "O" zamiri aslında alıç verişe racidir. O da onların imanı verip karşılığında küfrü, ahireti verip de karşılığında dünyayı satın almakla alış verişlerinin zarara uğradığım açıkça görmeleri üzerine: "O alış verişte yaptığımız kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize" diyeceklerdir. Hüsranın, ayrıca zikredilmeyip (zamirin zikredilmesi) ise, sözün ona delalet etmesi dolayısıyladır. Çünkü hüsran ancak alış verişteki zararda sözkonusu olur. Buna delil de yüce Allah'ın:

"Ticaretleri kâr etmedi onların" (el-Bakara, 2/16) âyetidir.

es-Süddî de der ki: Cennete götüren amellerden kaybettiklerimiz dolayısıyla yazıklar olsun bizlere, anlamına geldiğini söylemiştir. Ebû Said el-Hudrî'nin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyetine göre bu âyet-i kerîme hakkında şöyle buyurmuştur: "Cehennemlikler cennetteki konak yerlerini görecekler, bunun üzerine: "Yazıklar olsun bize" diyeceklerdir."

Yüce Allah'ın:

"Günahlarını sırtlarına yüklenerek" âyetinde geçen (......) Günahları" anlamındaki kelime (......) : Yük'ün çoğuludur. Burada mecazi bir ifade, ifadenin genişletilmesi ve bir ağırlık taşıyana bir benzetme yapılmıştır. Bu kökten olmak üzere; "(......) : Yük taşıdı taşır, yüklendi yüklenilir" filleri de kullanılmaktadır. Bunun aslı ise dağ demek olan (......) kelimesidir. Bir cenaze ile birlikte evlerinden çıkıp giden kadınlar hakkında söylenen Hadîs-i şerîfte yer alan: "(......) Ecir almaksızın günah yüklenmişler olarak geri dönünüz" İbn Mâce, Cenâiz 50 âyetindeki "günah" da bu kökten gelmektedir.

Ebû Ubeyd der ki: Avam genel olarak (......) diye "vav" yerine hemze kullanırlar. Sanki Ebû Ubeyd bu ifadesiyle bunun izah edilecek bir tarafını ima etmek istemektedir. Çünkü bu kelime kök itibariyle hemzeli değil "vav"(......) 'den gelmiştir. Yine Ebû Ubeyd der ki: Adam elbisesini yayıp içine eşyayı koydu mu, ona ağırlığını taşı anlamında; (......) denilir. "Vezir" kelimesi de buradan gelmektedir. Çünkü vezir, kendisine verilen yönetim işlerinin idaresinin ağırlıklarını taşımaktadır.

Âyetin anlamı İse: Onlar günah taşıdıkları için, taşıdıkları bu günahlar dolayısıyla ağır bir yük yüklenmiş gibi olacaklardır, şeklindedir.

"Dikkat edin yüklendikleri ne kötüdür." Yani, o yüklendikleri şey ne kadar kötü bir şeydir.

32

Dünya hayatı bir oyundan, bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Âhiret yurdu İse; takva sahipleri için elbette daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?

Bu âyete dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:

1. Dünya Hayatının Gerçek Mahiyeti:

Yüce Allah'ın:

"Dünya hayatı bir oyundan bir oyalanmadan başka bir şey değildir" diye buyurması süresinin kısalığından dolayıdır. Nitekim şair şöyle demiştir:

"Şunu bil ki dünya, uyuyanın gördüğü rüyaya benzer.

Daimi olmayan bir hayat hayırlı bir hayat olamaz.

Dün tadıp da tükettiğin bir lezzeti düşün:

Gerçekten bir rüya gibi gelmiyor mu sana?"

Bir başka şair de şöyle demektedir:

"Ağır ağır çalış, şüphesiz sen öleceksin.

Ve ey insan, kendin için de çabala

Geçip gittiği için olmuş olan âdeta olmamış gibidir

Ve olacak olan bir şey de sanki oldu gibi."

Şöyle de denilmiştir: Âyet; dünya hayatının metaı, oyun ve oyalanmadır, anlamındadır. Yani, dünyada arzu edip canlarının çektiği birşeyin iyi bir sonucu yoktur. Oyun ve oyalanma gibidir. Süleyman b. Abdulmelik aynaya bakıp: Ben genç bir hükümdarım deyince, bir cariyesi ona şöyle demiş:

"Sen en iyi bir meta'sın eğer kalıcı olsaydın

Şu var ki, insan için kalıcılık yoktur.

Gördüğümüz kadarıyla biz, insanlarda gördüğümüz bir kusuru sende bulamadık.

Ama ne var ki, sen de fanisin."

"Oyun ve oyalanma"nın batıl ve aldanış anlamına geldiği de söylenmiştir. Nitekim yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır:

"Dünya hayatı bir aldanış metaından başka birşey değildir." (Âl-i İmrân, 3/185)

Âyetten kasıt, kâfirlerin:

"Bu, ancak dünya hayatımızdır" şeklindeki sözlerini yalanlamaktır. Oyunun ne demek olduğu bilinmektedir. Çokça oyun oynayan kimseye; (......) denilir. Oyun oynama yerine de; (......) denilir. Fiil olarak; (......) şeklinde gelir.

Oyalanma (lehv)in de ne demek olduğu bilinmektedir. Seni meşgul eden herşey, seni oyalamış olur. Bunun asıl anlamının bir şeyden alıkoymak anlamına geldiği de söylenmiştir. Arapların bu anlamda; (......) : Ondan alıkoydum, şeklindeki ifadelerinden gelmektedir.

el-Mehdevî der ki: Ancak bunun böyle olması uzak bir ihtimaldir. Çünkü, yüzçevirmek anlamına gelen fiilin "lâm" harfi (üçüncü son harfi) "yâ"dır. Buna delil ise, onların bu anlamdaki fiilden (......) şeklindeki kullanımlarıdır. Birincisinin "lâmu’l-füli" ise "vav"dır.

2. Dünyada Âhiret için Yapılan İşler Oyun ve Oyalanma Değildir:

Dünyada âhiret için yapılan işler oyun ve oyalanma kabilinden sayılmazlar. Çünkü, oyunun gerçek mahiyeti kendisinden yararlanılmayan, oyalanmanın mahiyeti ise kendisiyle oyalanılan şeydir. Âhiret için yapılan ise, bu ikisinin de dışında kalır. Adamın birisi, Ali b. Ebî Tâlib (radıyallahü anh)'ın huzurunda dünyayı yerdi. Bunun üzerine Hazret-i Ali şöyle dedi: Dünya, ona karşı doğru davrananlar için doğruluk yurdudur. Ondan anlaması gerekeni anlayan için kurtuluş yurdudur. Oradan azık edinen kimseler için de zenginlik yurdudur.

Mahmud el-Verrâk da der ki;

"Başına musibet gelse dahi, dünyanın ve onun değişip duran günlerinin ardından yergi gönderme.

Çünkü, âhiretin dünya ile kazanılması, onun şeref ve faziletini ortaya koyar."

Ebû Ömer b. Abdi’l-Berr de Ebû Said el-Hudrfden şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Dünya da mel'undur, ondaki herşey de mel'undur. Ancak ondaki Allah'ı zikretmek, veya Allah'ı zikretmeye götüren şey müstesnadır. Alim ve ilim öğrenen ecirde ortaktırlar. Sair insanlar ise sıradan ayak takımıdır, onlarda hayır yoktur." Bunu, Tirmizî de Ebû Hüreyre'den rivâyet etmiş ve: Hasen, garib bir hadîstir demiştir. Tirmizî, Zühd 14; İbn Mâce, Zühd 3. Ancak "Sair insanlar..." kısmı yok. Bu kısım, Dârimî, Mukaddime 32’de 329. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle dediği de rivâyet edilmiştir: "Allah'a yalnızca dünyada asi olunması ve Allah'ın nezdinde bulunan mükâfatlara ancak dünyayı terketmekle nail olunması, dünyanın Allah nezdindeki basit değerinden kaynaklanmaktadır."

Tirmizî Sehl b. Sa'd'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Eğer dünya Allah nezdinde bir sivri sinek kanadı kadar bile değer taşıyor olsaydı ordan bir kâfire bir içim su dahi içirmezdi." Tirmizî, Zühd 13; İbn Mâce, Zühd 3. Şair de şöyle demektedir:

"Eğer kararlı bir kimse isen işit günlerin ne dediğini:

Çünkü onlar sana ya bir şeyi emretmekte, ya da bir şeyi yasaklamaktadır.

Dünya eğer bir kişinin dînine zarar vermezse

Artık eline geçiremediği hiçbir şey için üzülmeye değmez.

Bir sivrisinek kanadına dahi denk değildir dünya

Ne de bir uçan kuşun kanadındaki küçük bir tüy ağırlığında

Mü’min için sevap alarak Allah dünyayı kabul etmediği gibi

Yine kâfir için bir ceza olarak kabul etmemiştir."

İbn Abbâs da der ki: Bu (dünya hayatının âyette belirtildiği gibi oluşu), kâfirin hayatıdır. Çünkü o, aldanış ve batıl içerisinde dünyanın günlerini sürdürüp gider. Mü’minin hayatı ise salih ameller kapsar. O bakımdan onun hayatı oyun ve oyalanma olamaz.

Yüce Allah'ın:

"Âhiret yurdu ise elbette daha hayırlıdır" âyetinde kastedilen ise, bekası dolayısıyla cennettir, Ona ahiret denilmesi ise, bizden tehir edilmesi, yani sonraya kalmasıdır. Dünyaya bu ismin verilmesi ise bize denî (yakın) oluşundan dolayıdır.

İbn Amir "lâm" ile Ahiret yurdu ise., diye okumuştur. Bu âyetteki (âhiret yurdu) İzafette ise muzafın hazfı mukadder olup, asıl sıfat rauzafın yerine ikâme edilmiştir. İfadenin takdiri de: Ahiret hayatı yurdu" şeklindedir. Cumhûrun kıraati olan kıraatinde ise "lâm", lâm-ı ibtidâ'dır. : Yurt," mübtedâ olduğu için merfu'dur. "Âhiret" onun sıfatıdır. Haberi; ... leri için elbette daha hayırlıdır" âyetidir. Bunu da yüce Allah'ın şu âyeti pekiştirmektedir:

"İşte Biz ahiret yurdunu..." (el-Kasas, 28/83');

"Âhiret yurdu ise şüphesiz ki asıl hayat yurdu orasıdır." (el-Ankebut, 29/65) Bu iki âyette da "ahiret" kelimesi "Yurt" kelimesine sıfat olarak gelmiştir,

"Takva sahipleri"nden kasıt şirkten sakınanlardır.

"Hâlâ akıllanmayacak mısınız" anlamındaki; âyeti, hem "te" ile, hem de "ye" akıllanmayacaklar mı anlamında) okunmuştur. Yani, durumun böyle oluduğunu akledip de dünyaya karşı zahidane hareket etmiyecekler mi?

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

33

Onların söylediklerinin seni mahzun ettiğini elbette biliyoruz. Onlar aslında seni yalanlamıyorlarmış. Fakat o zâlimler bile bile Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar.

Yüce Allah’ın:

"Onların söylediklerinin seni mahzun ettiğini elbette biliyoruz" anlamındaki âyette yer alan; edatının esreli olarak gelmesi, (haberinin başına) "lâm"ın gelişi dolayısıyladır.

Ebû Meysere der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Cehil ve arkadaşlarının yanından geçerken, ona ey Muhammed dediler. Allah'a yemin olsun ki biz seni yalanlamıyoruz. Şüphesiz bize göre sen doğru söylüyorsun. Fakat senin getirdiğini yalanlıyoruz. Bunun üzerine bu:

"Onlar aslında seni yalanlamıyorlarmış. Fakat o zâlimler bile bile Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar" âyeti nâzil oldu, Tirmizî, Tefsir 6. sûre 1. daha sonra da:

"Yemin olsun senden önce gelen peygamberler de yalanlanmışlardı" âyeti ile Allah onu teselli buyurdu.

"(.......) Seni yalanlamıyorlar" âyetindeki (zel harfi) hem şeddeli hem şeddesiz okunmuştur. Her iki okuyuşun da aynı anlama geldiği söylenmiştir. "Onu gizledim, sakladım" gibi. Ebû Ubeyd ise, şeddesiz kıraati tercih etmiştir. Bu Ali (radıyallahü anh)'ın da kıraatidir. Hazret-i Ali'den rivâyet olunduğuna göre Ebû Cehil, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a: Şüphesiz ki biz seni yalanlamıyoruz. Fakat senin getirdiğini yalanlıyoruz deyince, yüce Allah da:

"Onlar aslında seni yalanlamıyorlarmış..." âyeti nâzil oldu. Tirmizî, aynı yer.

en-Nehhâs der ki: Bu hususta Ebû Ubeyd'e muhalefet olunmuştur. Buradaki; "Seni yalanlamıyoruz" ifadesi, (zel harfi) şeddesiz olarak; diye de rivâyet olunmuştur. Bunun üzerine yüce Allah "zel" harfi şeddeli olarak: "Seni yalanlamıyorlarmış" âyetini indirdi.

Bu hususu şu rivâyet de pekiştirmektedir: Adamın birisi, İbn Abbâs'ın huzurunda; "Onlar aslında seni yalanlamıyorlarmış" âyetini şeddesiz olarak okumuş, bunun üzerine İbn Abbâs da: diyerek şeddeli okumasını düzeltmiş, Çünkü onlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a "el-Emîn" ismini veriyorlardı. -Şeddeli olarak- kıraatinin anlamı ise dilcilere göre seni yalana nisbet et(mi) yorlar ve söylediklerini de red et( mi) yorlar şeklindedir. Buna karşılık; şeklindeki şeddesiz okuyuş senin yalan söylediğini görmüyorlar, demektir. Nitekim bir kimsenin yalancı olduğunu gördüğünü ifade etmek için; denildiği gibi, cimri olduğu görüldüğü zaman da bunu ifade etmek için denilir. Yani, onlar eğer senin getirdiğin üzerinde düşünecek olurlarsa, senin yalancı olduğunu görmeyeceklerdir. Anlamın şu şekilde olması da mümkündür. Senin hakkında yalan söylediğini tesbit edemeyeceklerdir. Zira, bir kimseye karşı delil getirip onun yalancı olduğunu açıkladığın takdirde Onun yalancı olduğunu oıtaya koydun denilir.

Şeddeli okuyuş ise, herhangi bir delil ve bir belgeye dayanarak seni yalanlamıyorlar anlamına gelir. Buna da yüce Allah'ın:

"Fakat o zâlimler bile bile Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar" âyeti delâlet etmektedir.

en-Nehhâs der ki: Bu hususta kabul edilecek görüş Ebû Ubeyd'in görüşüdür. Onun getirdiği delil de bağlayıcıdır. Zira bu hadisi rivâyet eden Ali (radıyallahü anh)'dir. Onun, şeddesiz olarak okuduğu da sahih olarak sabit olmuştur, el-Kisâî de Araplardan, bir kimsenin yalan söyleyip yalanı naklettiğini bildirmek halinde; " Adamı yalanladım" tabirini kullanırlar. Bir kimsenin yalancı olduğunu haber vermek için de; "Onu yalancı bildim," denilir. ez-Zeccâc da böyle demiştir: Bir kimseye dediğin zaman, onu yalanlamış olursun. Onun bildirdiği şeyin yalan olduğunu hatırlatmak isterken de denilir.

34

Yemin olsun senden önce gelen peygamberler de yalanlanmıslardı. Fakat yalanlanmalarına rağmen sabrettiler. Onlara eziyet de edildi. Nihayet onlara yardımımız gelip yetişti. Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek yoktur. Yemin olsun ki, (önceki) peygamberlerin haberlerinden bir kısmı sana gelmiştir.

Yüce Allah'ın:

"Fakat yalanlanmalarına rağmen sabrettiler" âyeti de sen de sabrettikleri gibi sabret anlamındadır.

"Onlara eziyet de edildi. Nihayet onlara yardımımız gelip yetişti." Sana da vadolunduğun şey gelecektir.

"Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek yoktur" âyeti de ona gelecek yardımı açıklamaktadır. Yani, yüce Allah'ın vadettiği şeyi hiç kimse önleyemez, engelleyemez. Kimse O'nun hükmünü bozamaz, O vadinden asla caymaz ve:

"Her bir vade için yazılı bir vakit vardır" (er-Râ'd, 13/38);

"Yemin olsun Biz, peygamberlerimize ve îman edenlere... yardım ederiz" (el-Mu'min, 40/51);

"Yemin olsun ki, peygamber olarak gönderdiğimiz kullarımıza şu sözümüz verilmiştir: Muhakkak onlar, elbette zafere erdirileceklerdir ve şüphesiz Bizim ordumuz elbette galip geleceklerdir" (es-Sâffat, 37/171-173);

"Allah: Yemin olsun Ben ve peygamberlerim elbette galip geleceğim diye yazmıştır." (el-Mücadele, 58/21)

"Andolsunki, peygamberlerin haberlerinden bir kısmı sana gelmiştir" âyetinde; : Sana gelmiştir" fiilinin faili gizlidir. Sana peygamberlerin haberlerinden bir haber gelmiştir, demektir.

35

Eğer onların yüzçevirmeleri sana ağır geliyorsa, istersen yere bir menfez açıp yahut göğe de bir merdiven dayayıp onlara bir âyet getirmeye gücün yeterse (hiç durma yap). Allah dileseydi onları muhakkak hidâyet üzere toplardı. Öyleyse sakın cahillerden olma.

"Eğer onların yüzçevirmeleri" yüzçevirmeleri ve îman etmeyip arkalarını dönmeleri

"sana ağır geliyorsa, istersen yere bir menfez açıp" içinden geçip başka bir tarafa çıkacağın bir dehliz yapıp...

Buradaki

"menfez" anlamına gelen; (........) kelimesi ile cerboanın yuvası olarak bilinen, aynı kökten gelmektedir. Buna dair açıklamalar daha önceden el-Bakara Sûresi'nde (2/3. ayet, 24. başlıkta,) geçmiş bulunmaktadır. "Münafık" kelimesi de buradan gelmektedir. Yine buna dair açıklamalar daha önceden geçmiştir.

"Yahut... bir merdiven" âyeti, ona atf edilmiştir. Semaya seni yükseltecek bir araç demektir. Buradaki ifade temsilî bir ifadedir. Çünkü üzerine çıkılan merdiven o yere giden bir yoldur. Kelime olarak müzekkerdir. el-Ferrâ''nın naklettiği bu Kelimesinin müennes olduğuna dair nakli bilinen birşey değildir. Katade de der ki: Merdiven demek çıkılan basamak demektir. ez-Zeccâc der ki: Bu kelime; "Esenlikten" türetilmiştir. Sanki merdiven arzuladığın yere esenlikle seni götürüp teslim ettiği için bu ismi almış gibidir.

"Onlara bir âyet getirmeye" bu da öncekine atfedilmiştir, yani îman etmeleri için bunu yapmaya gücün yetiyorsa, durma bunu yap, demektir. Cevabın hazfedilmesi, işitenin bunu bilmesi dolayısıyladır.

Şanı yüce Allah, Peygamberine, îman etmedikleri için ileri derecede üzülmemesini emretmektedir. Nitekim onları kendisi hidayete getirme gücüne de sahip değildi.

"Allah dileseydi onları muhakkak hidayet üzere toplardı." Onları mü’min olarak yaratır ve tabiatları gereği îman etmelerini sağlardı. Yüce Allah, Kaderiyyenin görüşünü reddederek, onların küfre sapmalarının kendi meşîeti ile olduğunu beyan etmektedir.

Bunun anlamının şöyle olduğu da söylenmiştir: Onlara ister istemez îman etmeye mecbur edecek bir âyet (mucize) gösterirdi. Fakat, O yüce Allah, aralarından îman edip iyilik işleyenlere sevap vermeyi murad etmiştir.

"Öyleyse sakın cahillerden olma." Yani, bu aşırt üzüntü ve hasretleri kendilerini ileri derecede sabırsızlığa ve helâl olmayan bir konuma iten kimselerden olma. Yani, kâfir oldular diye üzülme. O takdirde senin durumun da cahillerin durumuna yakın olur.

Şöyle de denilmiştir: Hitab ona olmakla birlikte maksat ümmetidir. Çünkü müslümanların kalpleri, insanların kâfir oluşları ve kendilerine verdikleri eziyetler dolayısıyla daralıyor idi.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç