Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

128

 

006 - EN'ÂM SÛRESİ

 

CÜZ :

7

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

9

Eğer onu bir melek yapsaydık, onu da elbette bir adam yapardık. Ve herhalde onları (başkalarını) düşürmekte oldukları şüpheye düşürürdük,

"Eğer onu bir melek yapsaydık, onu da elbette bir adam yapardık." yani, onlar meleği gerçek suretinde göremezlerdi. Meleği ancaft kesif cisimler şeklinde mücessem bir hal aldıktan sonra görebilirlerdi. Çünkü, her bir tür, kendi türüne ısınır ve kendisinden başka türlerden nefret edip uzaklaşır.

Şanı yüce Allah, eğer İnsanlara gönderdiği elçiyi bir melek olarak göndermiş olsaydı, ona yaklaşmaktan uzak dururlardı. Orta ısınamaz, yanaşmazlardı. Onun konuşmasından dolayı içlerine korku girer ve ondan çekinirlerdi. Bunun sonunda da onun sözüne kulak asamazlardı. Bu korku, ona soru sormalarına engel olurdu. Bu suretle de peygamber gönderme maslahatı herkese, şamil olmazdı. Eğer elçi olarak gönderdiği o meleği melek suretinden çıkartıp, ona ısınsınlar ve onun yanında huzurları kaçmasın diye suretlerine benzer bir surete dönüştürmüş olsaydı, bu sefer: Sen bir melek değilsin, sen ancak bir insansın. Biz de sana îman etmiyoruz diyecekler ve eski hallerine döneceklerdi.

Melekler, peygamberlere insan suretinde gelirlerdi. Nitekim melekler, Hazret-i İbrahim ile Hazret-i Lût'a insan suretinde gelmişlerdi. Hazret-i Cebrâîl, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Dihye el-Kelbî suretinde gelirdi. Yani, eğer melek inmiş olsaydı, peygamberlere meleğin gelmesindeki adet üzere mutlaka onu da bir insan suretinde göreceklerdi. Eğer melek, aslî suretinde inmiş olsaydı onu göremeyeceklerdi. Biz onu, bir insan suretinde göndermiş olsaydık, bu sefer işin İçinden çıkamaz ve şöyle derlerdi: Bu da senin gibi bir sihirbazdır.

ez-Zeccâc der ki: Yüce Allah'ın:

"Ve herhalde onları... şüpheye düşürürdük." âyeti, onların başkanları, zayıf ve güçsüzlerini içine düşürdükleri şüphe gibi bir şüpheye düşürürdük, demektir. Çünkü başkanlar zayıflara: Muhammed bir insandır. Onunla sizin aranızda bir fark yoktur, diyorlar ve böylelikle onları şüphe ve tereddüde düşürüyorlardı. Yüce Allah onlara, eğer insan suretinde bir meleği indirmiş olsaydı, yaptıkları gibi yine şüphe ve karışıklığa düşürmek için bir yollarının bulunacağını bildirmektedir.

Karıştırmak demektir. Meselâ; İşi ona karışık gösterdim denilir. Bu kelime ise aslında elbise ve benzeri şeylere bürünüp örtünmek anlamındadır. Yüce Allah "Şüpheye düşürürdük" diye buyurmak suretiyle bunu kendisine izafe etmesi, yaratma cihetiyledir, Buna karşılık: "Başkalarını düşürmekte oldukları" âyetinde de fiili kendilerine izafe etmesi ise kesb yönüyledir.

10

Yemin olsun, senden önce geçen peygamberlerle de alay edildi onlarla eğlenenleri, alaya aldıkları şey çepeçevre kuşatıverdi.

Daha sonra yüce Allah, Peygamberine -salât ve selâm ona- teselli vermek ve gönlünü hoş etmek üzere:

"Yemin olsun senden önce geçen peygamberlerle de alay edildi,., kuşatıverdi" diye buyurmaktadır. Yani, peygamberleriyle alay etmelerinin bir cezası olarak, o peygamberlerin ümmetlerine helâk edilmeleriyle sonuçlanan azap indi.

İndi, (mealde; kuşattı) anlamındadır. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: "(Kötü tuzak ancak sahiplerini kuşatır." (Fâtır, 35/43)

Yüce Allah'ın:...dıkları" âyetindeki; anlamındadır. Mastar anlamında olduğu da söylenmiştir. Alaylarının akıbeti kendilerini çepeçevre kuşattı, demek olur.

11

De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın da, yalanlayanların sonu nice oldu, bir bakıverin."

Yüce Allah'ın:

"De ki Yeryüzünde gezip dolaşın..." Yani, ey Muhammed, şu alay eden, eğlenen ve yalanlayanlara de ki; Yeryüzünde gezip dolaşın ve sizden Önceki kâfirlerin başına gelen cezalan ve acıklı azapları bilmek için bakın, bunlara dair haber almaya çalışın.

Geçmiş ümmetlerin ve o yurtlarda sakin olmuş olanların bıraktıkları eserlerle ve akıbetini görerek ibret almak üzere yapılacak olan böyle bir yolculuk menduptur. Burada sözü geçen "yalanlayıcılar" batılı yalanlayan değil, hakkı ve hak ehlini yalanlayan kimselerdir.

12

De ki: "Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" De ki "Allah'ındır. O, rahmeti kendi üzerine yazmıştır. Yemin olsun ki, hepinizi hakkında hiç şüphe olmayan Kıyâmet gününde toplayacaktır. Kendilerini zarara uğratanlar, İşte onlar îman etmezler."

"De ki: Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" Bu da yine onlara karşı getirilen bir delildir. Âyetin anlamı da şudur: Ey Muhammed onlara:

"Göklerde ve yerde olanlar kimindir" diye sor. Şayet onlar Peki kimindir, diye soracak olsalar, sen de de ki o:

"Allah'ındır."

Yani: Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nun olduğu ve ister onların itiraflarıyla, isterse de onlara karşı getirilen delillerle, her şeyin yaratıcısının O olduğu sabit olduğuna göre, şanı yüce Allah, dünyada onlara çabucak bir azap göndermeye de kadirdir, öldükten sonra onları diriltmeye de kadirdir.

Fakat Allah:

"Rahmeti kendi üzerine yazmıştır." Yani, kendi lütuf ve kereminden bunu vâdetmiştir. Mühlet vermiş (cezalandırmamış)tır.

Yüce Allah'ın burada "nefs : kendi" tabirinin zikrolunması, O'nun var olan zatı demektir. Ve va'dini pekiştirmekte, bu hususta aradaki aracıların varlığım ortadan kaldırmaktadır. İfadenin anlamı; şanı yüce Allah'ın, kendisinden kaçıp uzaklaşanlara, kendisine geri dönmeleri için karşılıksız bir merhametidir. O'nun, kullarına oldukça merhametli olduğunu ve cezalandırmakta acele etmediğini, dönüşlerini ve tevbelerini kabul edeceğini haber vermektir

Müslim'in Sahîh'inde Ebû Hüreyre'den söyle dediği kaydedilmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: Yüce Allah, mahlukata dair kazasını (hükmünü) izhar edince, nezdinde alıkonulmuş bir kitaba kendisi hakkında: "Muhakkak Benim rahmetim gazabıma galip gelir" diye yazmıştır. Az farkla: Müslim, Tevbe 14. Ayrıca: Buhârî, Tevhid 15, 22, 28, 55, Bed'ul-Halk 1; Müslim, Tevbe 16; Tirmizî, Deavât 99; İbn Mâce, Mukaddime 13, Zühd J5; Müsned, II, 242, 260.,.

Yanı yüce Allah, hükmünü, kazasını izhar edip dîlediği kimseye bunu açıklayınca, Lehv-i Mahfuzda -veya dilediği bir şeyde- muktezâsı hak bir haber ve doğru bir va'd olan: "Muhakkak Benim rahmetim gazabıma galip gelir" diye bir yazı izhar etti. Yanı, Benim rahmetim gazabımı geçer ve ondan daha fazladır.

Yüce Allah'ın:

"Yemin olsun ki, hepinizi... toplayacaktır" âyetindeki "lâm", kasem (yemin) lâm'ıdır. "Nun" harfi ise te'kid "nûn"udur. el-Ferrâ' ve başkaları der ki: İfadenin bitişinin; Rahmet., yazmıştır" âyeti ile tamam olması mümkündür Bundan sonra ise, beyan yotu ile yeni bir cümle olabilir. O takdirde;

"Yemin olsun ki, hepinizi... toplayacaktır" âyetinin anlamı, size mühlet verecek ve sizi biraraya toplamayı erteleyecektir, demektir.

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir; Yani, O sizi, kabirlerden inkâr ettiğiniz günde toplayacaktır. Burada; (........) e" a'nın; :... de anlamında olduğu da söylenmiştir. Yani, yemin olsun ki, hepinizi... kıyâmet gününde toplayacaktır, demek olur.

". Yemin olsun ki hepinizi... toplayacaktır" âyetinin, rahmetten bedel olarak nasb mahallinde olmasının mümkün olduğu da söylenmiştir. O takdirde başındaki "lâm" anlamında olur ki, anlam şu demek olur: Rabbinîz kendi üzerine sizi toplayacağını yazmıştır.

Nahivcilerin bir çoğu yüce Allah'ın: "Sonra bütün o delilleri görmelerinin ardından onu bir süreye kadar mutlaka zindana atacaklar diye bir görüşe sahip oldular" (Yûsuf, 12/35) âyetini da; onu zindana atmayı uygun gördüler diye açıklamışlardır.

Bunun,: Yazmıştır âyeti ile nasb mahallinde olduğu da söylenmiştir. Yüce Allah'ın:

": Rabbiniz kendi üzerine rahmeti yazdı. Şöyle ki, içinizden kim bilmiyerek kötü bir iş işler de..." âyetinde yer alan; edatının böyle olduğu gibi. Bu da rahmeti kıyâmet gününe kadar mühlet vermek şeklinde tefsir ettiği görüşüne göre böyledir. Bu açıklama da ez-Zeccâc tarafından yapılmıştır.

"Hiç şüphe olmayan" hakkında hiç bir tereddüt bulunmayan.

"Kendilerini zarara uğratanlar, işte onlar îman etmezler" âyeti, mübtedâ ve haberdir. ez-Zeccâc bu açıklamayı yapmıştır. Bu hususta yapılan en güzel açıklama da budur. Nitekim bir kimse: "Bana ikram edene bir dirhem var" demek de böyledir. Burada "fa" harfi şart ve cevap manasına da gelir. el-Ahfeş de der ki: Arzu edilirse...ler, kimseler, ": Andolsunki hepinizi., toplayacaktır" âyetindeki "siz" zamirinden bedel olarak nasb mahallinde de kabul edilebilir. Yanir kendilerini zarara uğratan müşrikleri hiç şüphesiz toplayacaktır.

Ancak, el-Müberred bu açıklamayı kabul etmeyip bunun hatalı olduğunu söylemiştir. Çünkü hiçbir zaman ne muhatapdan, ne de hitap edenden bedel yapılmaz. Meselâ Ben sana, yani sen Zeyd'e uğradım ve sen bana, yani ben Zeyd'e uğradın denilmez. Çünkü, bunun anlaşılmayacak bir tarafı yoktur ki açıklanmasına gerek bulunsun. Ancak el-Kutebî şöyle demektedir: Burada (; ...ler) kimseler'in daha önce kendilerinden söz edilen "yalanlayanlardan bedeî olmak üzere ceza veya onlar için sıfat da olabilir. Bunun, başlı başına bir nida olduğu da söylenmiştir.

13

Gecenin ve gündüzün içinde barınan her şey O'nundur. O, herşeyi işitendir, bilendir.

Yüce Allah'ın:

"Gecenin ve gündüzün İçinde barınan her şey O'nundur." âyeti, bu böylece sabit olmuş değişmez bir gerçektir," demektir. Bu da onlara karşı getirilen bir delildir.

Denildiğine göre, bu âyet-i kerimenin iniş sebebi, onların söyledikleri şu sözlerdir: Bizler, seni bütün bunları yapmana itenin muhtaçlıktan başka bir şey olmadığını biliyoruz, İşte o bakımdan sen aramızda en zenginimiz oluncaya kadar senin için aramızda mal toplayacağız. Yüce Allah bunun üzerine buyurdu ki: Sen de onlara herşeyin Allah'ın olduğunu bildir. O, beni muhtaçlıktan kurtarmaya kadir olandır.

 

": Sükûn bulan, barınan" âyetindeki sükûn bulmak, sakinleşmek, karar bulmak, yerleşmek demektir. Maksat ise, sükun bulan ve hareket eden her şey demektir. İşitenin bunu bilmesi dolayısıyla hareket eden ayrıca hazf edilmiştir.

Şöyle de açıklanmıştır: Özellikle sükûn bulanın zikredilmesi, sükûnun kapsamına giren şeylerin hareketin kapsamına giren şeylerden daha çok olduğundan dolayıdır. Şöyle de denilmiştir; Âyetin anlamı, yarattığı herşey demektir Bu, hareket edeniyle, sükûn bulanıyla bütün mahlukat hakkında umumidir. Çünkü bütün bunlar üzerinden gece ve gündüz akıp gitmektedir. Buna göre sükûn bulmaktan kasıt, hareketin zıddı değil, bütün mahlukattır, Bu hususta yapılan en güzel açıklama budur. Çünkü, bu husustaki bütün farklı görüşleri bir araya toparlayabilmektedir.

"O, herşeyi" bütün varlıkların seslerini

"işitendir" ve gizliliklerini en iyi

"bilendir."

14

De ki: "Ben, gökleri ve yeri yaratan Allah'tan başkasını mı dost edinecekmişim? Ve O, yediriyor ama yedirilmiyor." De ki: "Ben İslâm'a girenlerin ilki olmakla emrolundum ve (bana:) Sakın müşriklerden olma, (denildi)."

Yüce Allah'ın:

"De ki... Allah'tan başkasını mı dost edinecekmişim?" âyetinde, (biri Allah'tan başkası, diğeri de veli olmak üzere.) iki mef'ûl vardır. Müşrikler onu atalarının dini olan putlara ibadete davet edince, yüce Allah da ona ey Muhammed

"de ki: Allah'tan başkasını mı dost edinecekmişim" âyetini indirdi. Yani ben, Allah'tan başka bir Rabb, bir mabud ve bir yardımcı mı edinecek mişim?

O Rab ki,

"gökleri ve yeri yaratandır." Burada

"yaratan" anlamına gelen; kelimesi Allah lâfza-i celalinin sıfatı olarak esreli okunur. el-Ahfeş ise, mahzuf bir mübteda takdiri ile merfü' okunmasını da câiz görmüştür. ez-Zeccâc da der ki: medh övgü olmak üzere mansub olması da caizdir. Ebû Ali el-Fârisî de der ki: Mahzuf bir fiil takdiri ile nasb edilmesi caizdir. "Gökleri ve yeri yaratanı terk mi edeyim" demiş gibidir. Çünkü yüce Allah'ın:

"Ben... Allah'tan başkasını mı dost edinecek misim" âyeti, Allah'ı dost edinmeyi terke delalet etmektedir. Bu delaletin güçlülüğü dolayısıyla da böyle bir fiil takdirine gitmek güzel bir şeydir.

"Ve O, yediriyor ama yedirilmiyor." Genel olarak bu şekilde okunmuştur, Yani O, rızık veriyor, ama O'na rızık verilmiyor. Bunun delili de yüce Allah’ın şu âyetidir

"Ve bana yemek yedirmelerini de istemiyorum." (ez-Zariyat, 51/57.)

Saîd b. Cübeyr, Mücahid ve el-A'meç ise bunu, O ise yemek yedirir fakat kendisi yemez diye okumuşlardır ki, bu da güzel bir kıraattir. Yani O, kullarına rızık vermekle birlikte kendisi yaratıkların ihtiyaç duyduğu gıdaya muhtaç değildir, bundan münezzehtir. Bununla birlikte her iki fiilde de "yâ" harfleri ötreli, "ayn" harfleri de esreli okunmuştur ki, anlamı şöyle olur: Şüphesiz ki Allah kullarına yemek yedirir ve onları rızıklandırır, Halbuki veli (edinilen put) ise ne kendisine yemek yedirebilir, ne de kendisini veli edinenlere (kendisine tapanlara). Birinci fiil, "yâ ve ayn" harfleri üstün diye okunmuştur. Yani, veli (edindikleri put)'nın kendisi yemek yer, ikinci Fiil ise, "yâ" harfi ötreli, "ayn" harfi de esreli olarak okunmuştur Yani, veli (edindikleri put) ise yemek yediremez.

Özellikle başka nimetler arasından yemek yedirmenin zikredilîşi İse, bütün mahlukatın yemek yemeye ihtiyaçlarının en önemli ihtiyaçlar arasında yer alışından dolayıdır.

"De ki; Ben islâm'a girenlerin îlki olmakla emrolundum." Yani. yüce Allah'ın emrine bağlanıp teslimiyet gösterenlerin ilki olmakla emrolundum. Kavmimden ve ümmetim arasından ibadetini Ona halis kılanların ilki olmakla emrolundum, diye de açıklanmıştır. Bu açıklama da el-Hasen ve başkalarından nakledilmiştir,

"Ve sakın müşriklerden olma." Yani: Ve bana:

"Sakın müşriklerden olma" denildi, demektir.

15

De ki: ‘Eğer Rabbime isyan edersem, gerçekten ben o büyük günün azabından korkarım.’

"De ki: Eğer Rabbime isyan edersem, gerçekten ben o büyük günün azabından korkarım," Yani, başkasına ibadet etmek suretiyle O'na isyan edecek olursam beni azaplandıracağından korkarım.

Korkmak (havf); hoşlanılmayan şeyin umulup beklenilmeğidir. İbn Abbâs der ki: Burada

"korkarım", bilirim anlamındadır.

16

O gün (azap) kimden çevirilip giderilirse, (Allah) ona rahmet buyurmuş olur, İşte bu, apaçık bir kurtuluştur.

"O gün" Kıyâmet gününde kimden azap çevrilip giderilirse, sallallahü aleyhi ve sellemılırsa

"ona rahmet buyurmuş olur." Yani o, umduğuna nail olmuş, kurtulmuş ve merhamete mazhar olmuş olur.

Kûfeliler;

"Giderilirse" âyetini, "ya" harfini üstün ve "râ" harfini esreli olarak okumuşlardır ki, Ebû Hatim ve Ebû Ubeyd'in tercih ettiği kıraat budur. Çünkü daha önce yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"De ki: Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" Yine ayrıca :

"Ona rahmet buyurmuş olur" âyetinde, "rahmet buyrulmuş olur" diye meçhul buyurmamıştır. Ayrıca Ubeyy de bunu; Allah onu kimden giderecek olursa" diye okumuştur. Sîbeveyh ise -Medinelilerin ve Ebû Amr'ın kıraati olan- birinci kıraati tercih etmiştir.

Sîbeveyh der ki: Sözde hazfedilenler ne kadar az olursa o kadar güzeldir.

"Yâ" harfini üstün olarak okuyanların (Kûfelilerin ve diğerlerinin) kıraatine gelince, bu kıraatin takdiri de: Allah o azâbı kimden uzaklaştırırca...şeklinde olur. Diğer kıraate göre ise ifadenin takdiri şöyle olur: Azap kimden uzaklaştırılırca...

"İşte bu apaçık" besbelli bir

"kurtuluştur."

17

Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa yine O'ndan başka onu giderecek kimse yoktur. Eğer sana bir hayır dokundurursa... İşte O, herşeye gücü yetendir.

Yüce Allah'ın:

"Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa yine O'ndan başka onu giderecek kimse yoktur" âyetinde geçen

"dokunmak" ve

"gidermek, açmak" cisimlerin sıfatlarındandır. Burada bir mecaz ve ifadenin kullanımında bir genişlik vardır. Yani: Ey Muhammed, sana fakirlik yahut hastalık gibi bir sıkıntı inecek olursa, bunu O'ndan başka kaldıracak ve önleyecek kimse yoktur. Eğer sana bir afiyet, bolluk ve nimet isabet edecek olursa,

"işte O, herşeye gücü yetendir" yani, hayır olsun zarar ve sıkıntı olsun.

İbn Abbâs rivâyetle der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın terkisinde bulunuyordum. Bana dedi ki: "Ey delikanlı -yahut yavrucuğum- sana Allah'ın kendileriyle fayda vereceği bir takım kelimeler öğreteyim mi?" Ben, buyur dedim. Şöyle buyurdu: "Allah'ı (n hükümlerini) koru ki O da seni korusun. Allah'ı(n hükümlerini) koru ki, O'nu rehber bulasın. Rahatlık zamanlarında sen Allah için iyilik yap ki, O da sıkıntılı zamanlarında sana yardımcı olsun. Dilekte bulunacağın vakit Allah'tan iste. Yardım isteyeceğin vakit Allah'tan dile. Çünkü ne olacaksa, kalem artık onları yazmış ve kurumuştur. Eğer bütün mahlukat hep birlikte sana Allah'ın senin hakkında takdir etmediği bir şey ile zarar vermek isteyecek olsalar, buna güç yetiremezler. Sen, Allah için şükür ve yakîn ile amel et ve şunu bil ki, hoşuna gitmedik şeylere sabretmende büyük bir hayır vardır. Ve hiç şüphesiz zafer, sabır ile birliktedir. Kurtuluş, sıkıntılarla beraberdir ve muhakkak zorlukla beraber bir kolaylık vardır." Bunu, Ebû Bekr b. Sabit el-Hatib, "el-Faslu ve'l-Vasl" adlı eserinde rivâyet etmiştir. Sahih bir hadistir. Tirmizî de bu hadisi rivâyet etmiştir Tirmizî, Sıfatu'l- Kıyame 59; Müsned, I, 293, 303, 307. ama bu rivâyet daha tamdır

18

Kullarının üstünde kahir olandır O. O, hikmeti sonsuz olandır, herşeyden haberdardır.

Yüce Allah'ın:

"Kullarının üstünde kabir olandır O" âyetindeki kahr, galebe demektir. Kahir de galip gelen demektir. Kişi, kahredilen ve zelil kılınanın haline düşürülecek olursa, denilir. Şair de der ki:

"Husayn kavminin önder olmasını temenni etti.

Ama Husayn, akşamı zelil kılınmış ve kahredilmiş etti."

Kahredildi, yenik düşürüldü, mağlûb edildi anlamındadır.

"Kullarının üstünde" âyetinin anlamı ise, onlara kahir olmak ve galip gelmek suretiyle onlardan üstün olmak anlamındaki bir üstünlüktür. Yani onlar, onun müsahhar kılması, emir ve hükmü altındadırlar. Yoksa buradaki üstünlük mekânı anlamdaki bir üstünlük değildir. Nitekim: Sultan raiyesinin üstündedir derken, mevki ve rütbesi itibari ile üstündür anlaşılır. "Kahr" ifadesinde kudrette bulunmayan fazladan bir mana vardır. Kahr, başkasını istediğine ulaşmaktan engellemek demektir.

"O" emrinde

"hikmeti sonsuz olandır" kullarının yaptıkları amellerinden ve

"herşeyden haberdardır." Yani, bu sıfatlara sahip olana hiçbir şekilde şirk koşmamak icabeder. Yüce Allah'ın:

"De ki: Kimin şahidliği en büyüktür" âyetine gelince, müşrikler, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a şöyle demişlerdi: Senin Allah'ın Rasulü olduğuna dair lehine kim şahidlik eder. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme inmişti. Bu, el-Hasen ve başkalarından rivâyet edilmiştir.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç