Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

124

 

005 - MÂİDE SÛRESİ

 

CÜZ :

7

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

104

Bunlara gelin Allah’ın indirdiği ahkâma ve Peygambere denildiği zaman da «bize atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyler yeter» diyorlar, ya ataları bir şey' bilmez ve doğru yola gitmezler idi ise de mi?

(.........) bir de bunlara Allah’ın inzal buyurduğu şer'ı hakka ve Peygambere geliniz denildiği zaman (.........) derler. Körü körüne onlara o adeti kafiraneye teklid ederler. Acaib (.........) ataları hiç bir şey bilmez ve doğru yola gitmez olsalar bile mi?

Ya'ni âdete ı'tibar etmek atalara, eslâfe hurmetle onlara ittiba eylemek gerçi alelıtlak memnu' değil bir çok ahvalde lazımdır bile, fakat bu ittiba' cehl-ü dalâle değil, ilm-ü hidayete masruf olmak lazım gelir. Iktida ve taklid, mücerred alime bile değil ancak hidayetkâr olan alimi amile olmalıdır. Daha doğrusu şahsı alime değil, onun hakk olan ilminedir. Orf-ü adet de ma'kul-ü meşru' olmak şartile mu'teberdir. Zira haktan başkasına ittibâ' eden her halde zarar eder. Bunun için siz o kafirlere bakmayınız da: (.........)

Burada (.........) zarf değil (.........) ma'nâsına ismi fi'ıldir. Mü'minler kâfirlerin hallerine bakarlar, emr-ü nehiy dinlemez, dalâl içinde yüzdüklerini görürler, bunlara müteessif olarak iymanlarını temenni ederlerdi, bu sebeble bu âyet nâzil olmuş ve buyurulmuştur ki,

105

Ey o bütün îman edenler! sizler kendinizi düzeltmeğe bakın, siz doğru gittikten sonra öte taraftan sapanlar size bir ziyan dokunduramaz, hepsinizin varacağı nihayet Allah, o vakıt haber verecek o size neler yapıyordunuz

(.........) Ey îman edenler! siz ancak kendinize bakınız, umumiyyetle hepiniz kendi şahıslarınızı, kendi millet-ü cemaatinizin salâhına ihtimam ediniz, evvelâ kendinizi düzeltmeğe uğraşınız. Zira (.........) siz, ferden ve cemaaten hepiniz hidayette bulunur, doğru yolu tutarsanız dalâlette kalanlar size zarar vermez.»- Bundan hiç kimseye karışmasın, herkes kendi nefsinde bir hayatı infirad yaşasın gibi bir ma'nâ anlaşılmamalıdır. Ma'lûmdur ki, hidayette olmanın, doğru yolu tutmanın erkânından biri de istitaati kader emir bilma'ruf, nehiy anilmünker yapmaktır. (.........) balâda geçmiş idi. Kezalik bir Hadîs-i şerifte de «sizden her kim bir münkeri görür ve tağyirine muktedir olursa onu eliyle tağyir etsin ve eğer buna muktedir olmazsa diliyle tağyir etsin, buna da muktedir olamazsa kalbiyle tağyir etsin» buyrulmuştur. Hazret-i Sıddık radıyallahü anhten de merviydir ki, bir gün minberde şöyle demiştir: Ey nâs, siz bu âyeti okur ve mevzı'inin gayrıya kor, ne olduğunu bilmezsiniz, ben Resulullahtan işittim, diyordu ki, «nâs bir münkeri görürler de tağyir etmezlerse Allahü teâlâ umumiyyetle hepsine ıkab eder.» Binaenaleyh ma'rufu emir ve münkerden nehyediniz. (.........) âyetini yanlış anlıyarak mağrur olub da her biriniz «neme lâzım ben nefsime bakarım» demesin. Vallahi ya ma'rufu emir ve münkerden nehyedersiniz, yahud Allah sizin üzerinize şerr olanlarınızı isti'mal eder de onlar size en kötü azabları peylerler, sonra iyileriniz dua eder de müstecab olmaz. İlh.» Yine aleyhissalâtü ves-selâmdan şu hadîs merviydir ki, «hiç bir kavm yoktur ki, içlerinde münker işlensin veya fenalık yol alsın ve onlar onu tağyir ve inkâr etmesinler de onların hepsine ukubetini ta'mim etmek Allah’a hakkolmasın olmaz, her halde umumu ukubete müstehık olur, Sonra da duaları müstecab olmaz». (.........) âyeti kerîmesi de bunu natıktır. Binaenaleyh bu âyeti sırf ferdî bir ma'na da telakkı etmemeli (.........) den nefsi ferdî ve hey'eti umumiyyesiyle nefsi içtimaiyyesi de umurı ammesi i'tibariyle ancemaatin salah üzere bulunur, bilfi'ıl hidayet üzere gider, nefsi ferdî ferdiyyetinde, nefsi içtimaî içtimaıyyetinde hidayet-ü salahını muhafaza eylerse onlara kafirlerin, müşriklerin, yabancı milletlerin dalâletleri hiç bir zarar vermez. Yoksa ben yapmıyorum ya başkaları ne yaparlarsa yapsınlar deyib de umuri ammenin cereyanına alakadar olmıyan ve onun ıslahını vazıfe edinmiyenler kendi nefislerinde doğru yolu tutmamış ve zimamı umurı şirarın ve erbabı dalâlin ellerine teslim etmiş olacaklarından dolayı her halde mes'ul olur, zarar görürler. Maamafih âyet bize asıl şunu da gösteriyor ki, salah ve hidayeti içtimaiyyenin de mebdei salah ve hidayeti ferdiyyedir. Ferdler doğrulunca cemaat de doğrulmuş olur. Cem'ıyyetini ıslah-u tanzım etmek istiyen ferdler evvel emirde kendilerini ıslah etmeli, emir bilma'ruf ve nehiy anilmünkere evvela kendi nefislerinden başlamalıdırlar. Her ferd, hak yolunu tutub kendini bil'fiil ıslah edince âhare nümune olması, salah-u hidayetinin diğerlerine sirayet etmesi binnisbe kolay olur. Nefsi ferdî böyle olduğu gibi nefsi içtimaî de böyledir. Nefsinde kendi umuru muhtel, salah-u hidayete muhtac olan bir kavm de diğer kavmi ıslah edemez, diğerlerini ıslah etmek veya onların zararalırndan kendilerine vikaye eylemek istiyen bir millet evvel emirde kendi umurı daliliyyesini ıslah ve tanzım etmeli, kendi yolunu doğrultmalıdır. Bunun için mü'minler de diğerlerinden evvel kendilerini düzeltmeli ve kendi umurı dahıliyyelerini ıslaha dikkat eylemelidirler. Bunu yaptılar mı diğer bozuk olan efrad-ü akvamın dalâletinden mutazarrır ve mes'ul olmazlar. Onların zarar ve mes'uliyyetleri sırf kendilerine aid kalır. Binaenaleyh erbabı dalâle bakmayınız da evvelâ kendinize dikkat ediniz, Zira her kim, hangi ferd veya hangi cemaat olursa olsun (.........) akıbet hepinizin merciı ancak Allahtır. Mü'min ve kâfir, salih fasık, doğru ve eğri hepiniz nihayette Allah’a gidecek, Allah’ın huzuruna varacaksınız ve ondan başka bir merci bulamayacaksınız (.........) o da o vakit size her ne yaptınızsa hepsini haber verecek ona göre muamele edecektir, kar mı zarar mı ettiniz o zaman anlaşılacaktır.»- Binaenaleyh doğru yol ancak Allah yolu, Allah’ın rızası yoludur. Âkıl olan evvel-ü âhır bundan ayrılmamak lâzım gelir. Her kim olursa olsun ölümden, Âhıretten, Allahtan kurtuluşa imkân yoktur. Ölüm ve Âhıreti ıhtar eden bu noktada vakıai mevt ile alâkadar bir hukmi Dünyevîyi tebliğ ile hıfzı enfüsten sonra hıfzı hukuk ve emvalin dahi vücubunu tefhim etmek ve bu suretle (.........) emrinin son nefeste bile içtimaiyyetten münfekk olamıyacağını anlatmak üzere buyuruluyor ki,

(.........)

Bu âyetin sebeb-i nüzulü Temimi darî ve biraderi Adiy ve beraberinde Amr ibnilasın azadlısı Büdeyl üçü ticaret için Şama çıkmışlardı. Büdeyl müslim muhacir, diğer iki birader de henüz Nesranî imişler. Şama vardıklarında Büdeyl hastalanmış ve yanında nesi varsa hepsini güzelce bir defter edib bir sahifeye yazmış, arkadaşlarına haber vermeksizin kumaşların arasına yerleştirmiş, sonra onlara avdet ettikleri zaman bu emtiasını ehline teslim edivermelerini vasıyyet etmiş ve vefat eylemiş, onlar da o emtia miyanından üçyüz miskal mıktarında altın ile menkuş bir gümüş kabı almışlar, mütebakı eşyayı avdetlerinde Büdeylin ehline teslim etmişler, bunlar da eşyayı taharri ettiklerinde defteri bulmuşlar, o gümüş kabın da mezkûr olduğunu görmüşler, Temim ile Adiyye bu (.........) nerede diye sormuşlar «bilmiyoruz, bize teslim ettiğini size verdik» demişler, bunun üzerine Resulullaha mürafaa olmuşlar, işbu (.........) âyeti inzal buyrulmuş. Binaenaleyh Resulullah Temim ile Adiyyi ikindi namazından sonra minberin yanında «kendilerine teslim edilen eşyadan hiç bir şey'e hıyanet etmediklerine ve ketm eylemediklerine dair

(.........) olan Allah’a kasem ile tahlif etmiş, onlar da yemin ettiklerinden sebillerini tahliye eylemiş, sonra o gümüş kab bunlardan satın alan müşterinin elinde Mekkede bulunmuş, Beni Sehm bunu haber alınca Adiy ile Temimden yine taleb etmişler, bu defa da her ikisi «biz bunu Büdeylden satın almıştık» demişler, buna karış «biz size Büdeyl eşyasından hiç bir şey sattı mı» diye sormadık mı? O zaman siz hayır demediniz mi? idi «dediklerinde» evet amma bizim beyyinemiz yoktu, bunun için ıkrar etmek istemedik.» dediklerinden tekrar Resulullaha mürafaa olmuşlar, bunun üzerine de (.........) âyeti nâzil olmuş, Amr İbn-i As ile Muttalib İbn-i Ebi vedaa kalkmışlar, yemin etmişler ve kabı almışlardır. Çünkü şira' iddiası isbat edilmediğinden yemin bunlara teveccüh etmiştir. Bu âyet Kur’ân’ın ı'rabı, ma'nası, hukmu ı'tibariyle en müşkil âyâtından olduğu söylenmiştir.

106

Ey o bütün îman edenler! her hangi birinize ölüm hali geldiği o vasıyyet zemanı aranızdaki şehadet ya kendinizden adalet sahibi iki adam, veya yolculuk ediyordunuz da ölüm musıybeti başınıza geldise sizin gayrinizden iki diğeridir, bunları nemazdan sonra alıkorsunuz, şübhelendiğiniz takdirde şöyle yemin ederler, "billâhi hısım da olsa yeminimizi hiç bir bedele değişmeyiz, Allah’ın şehadetini ketm de etmeyiz" biz o takdirde şübhesiz vebâle girenlerden oluruz

(.........) Ey îman edenler! Emrolunduğunuz şeylerden biri de her hangi birinize ölüm göründüğü vakıt; vasıyyet zamanı aranızdaki şehadettir.» - O zaman vasıyyet etmek gerek olduğu gibi işhad da etmeli, şahidler de bunu muhafaza edib lüzumu halinde hüsni eda eylemelidirler. (.........) şehadet edecek olanlar sizden, ya'ni akriba ve taallukatınızdan ve mü'minlerden iki adalet sahibi (.........) yahud gayrınızdan, gayrı müslimlerden iki kişidir. Fakat bu diğer iki kişinin şehadeti ancak (.........) seferde bulunursunuz da ölüm musıbeti başınıza gelirse o takdirdedir.- Çünkü o zaman kendinizden kimse bulunmak mümkin olmaz da zaruret tahakkuk

edebilir. (.........) bu ikisini namazdan sonra -alelhusus ikindi namazından sonra- habsedersiniz, ya'ni alıkor, durdurursunuz da (.........) kendilerinden şüphelenir, kuşkulanırsanız Allah’a (.........) bu yemin mukabilinde hiç bir semen almayız, ya'ni yeminimizi bedele satarak, şuna buna tama' ederek yalan yere yemin etmeyiz, (.........) lehine yemin edeceğimiz kimse akribamızdan olsa yine etmeyiz (.........) Allah’ın şehadetini: ya'ni Allah’ın bildiği ve doğruca edasını emreylediği şehadeti ketm de etmeyiz. (.........) o takdirde bizim her halde günâhkarlardan olduğumuz da şüphe yoktur» diye yemin ederler. Burada şayanı dikkat iki mes'ele vardır ki, birisi müslimin bulunamıyacağı zaruret halinde gayrı müslimin işhadı ve şehadeti, diğeri de şâhidlere yemin verilebilmek mes'elesidir. Cumhurı Fukahaya göre (.........) akribanızdan ve kabilenizden (.........) de kabilenizden olmıyan mü'minlerden demektir. Akriba meyyitin ahvaline daha vâkıf ve sairlerden eşfak olacağı için vasıyyete evvelâ hısım ve akribadan ve sefer gibi bunların bulunamadığı ahvalde de ecanibden istişhad edilmek daha muvafık olduğu gösterilmiştir. İbn-i Abbas, Ebû Museleş'arî, Said İbn-i Cübeyr, Said İbn-i Müseyyeb, Şüreyh, Mücahid ve İbn-i Cüreycden nakledildiğine göre bir insan gurbette bulunur ve vasıyyetine işhad edecek müsliman bulamazsa Nesrânî, Yehudî, Mecusî, putperest veya her hangi bir kâfir olursa olsun işhad edebilir ve şehadetleri kabul edilebilir. Ve bu suretten maadasında kâfirin mü'min aleyhine şehadeti caiz olmaz. (.........) Müslimanlardan (.........) gayri müslimlerden demektir. İmamı Şafiî demiştir ki, Müslimanlardan bir adam gurbette hastalanmış, vasıyyetine işhad edecek müsliman bulamamış, Ehli kitabdan iki adamı işhad eylemiş idi. Kûfeye geldiler, vali bulunan Ebû Museleş'arîye vardılar, vak'ayı haber verdiler, o adamın terikesini ve vasıyyetini takdim ettiler, Ebû Musâ «bu iş bir kerre ahdi Resulullahta vakı' olmuş, o zamandan beri vuku' bulmamıştı» dedi ve ikisini de Kûfe mescidinde ikindi namazından sonra «yalan söylemediklerine, tebdil-ü tahrif etmediklerine dair Allah’a yemin verdi ve şehadetlerini kabul etti.» İlh. Bu kavle kail olanların bir kısmı bir hukmün muhkem ve bâkı bulunduğunu, bir kısmı da mensuh olduğunu söylemişlerdir. Cessas ebû Bekri Razî Ahkâmi Kur'ânında der ki, bu âyetin zâhiri müslimin seferdeki vasıyyetine ehli zimmetin şehadeti caiz olmasını ıktıza eder -ya'ni (.........) gayri müslimler demek olduğu ve bunun da Ehli zimmete masruf olması zâhirdir. -Vasıyyette beyi' veya ıkrarı deyn veya bir şey'i vasıyyet veya hibe veya sadaka her hangisi bulunursa bulunsun marazı mevtte akdedildiği zaman vasıyyet ismi hepsine şamildir. Allahü teâlâ seferde olmak üzere hıyni vasıyyette bunların şehadetine cevaz vermiş ve vasıyyeti tahsıs etmiştir. Hîni vasıyyette ise ıkrarı deyn veya ayn veya saire olabilir. Âyet bunları tefrık eylememiştir. Fakat Sûre-i «Bakare» deki müdayene âyeti Kur’ân’ın en son nâzil olan âyetlerinden olduğu muhakkak surette merviydir. Gerçi ba'zıları Sûre-i «Maidenin» de (.........) den olduğunu rivayet etmişlerse de bu, her âyetinin değil, sûre i'tibarile filcümle âhırı ma nezel olduğunu ifade edebilir. Müdayene âyetinde ise gerek vasıyyet ve gerek saireye ve gerek hazara ve gerek sefere şamil olmak üzere mü'minler aleyhinde ehliyyeti şehadet (.........) diye müslimanlara hasredildiği cihetle gayri müslimin hazarda ve seferde ve vasıyyette müslim üzerine cevazı şehadetinin neshını tazammun eder. Fakat şu da unutulmamalıdır ki, bu «Mâide» âyeti Ehli zimmetin seferde vasıyyeti müslime şehadetinin cevazını ifade ederken zimmînin vasıyyetine dahi şehadetinin cevazına delâlet eder. Ve sonra vasıyyeti müslime cevazı şehadeti âyeti müdayene ile neshedildiği zaman da zimmînin vasıyyeti zimmîye gerek hazarda ve gerek seferde cevazi şehadeti hukmü bâkı kalmış olur. Bundan başka bu âyeti «Mâide» şuna da delâlet eder ki, iki vasînin vasıyyeti meyyite şehadeti caizdir. Ve bunların meyyitten bir şey istirâ da'vaları beyyinesiz kabul edilmez. Kavıl maalyemin veresenindir.

Ya'ni mevzuı bahs olan neshın bu noktalara şümulü yoktur. Gerçi Kazı Beyzavî (.........) akriba demektir, bunu Ehli zimmet ile tefsir edenler ise mensuh demişlerdir. Çünkü zimmînin müslim aleyhine şehadeti icma'an mesmu' değildir demiş ise de Fahruddini Razî muhtelefün fih olduğunu göstermiştir. Ve hattâ mensuh değildir diyenlerin kavlini vücuhi sitte ile tashıh ederek tercih yolunda idarei kelâm etmiştir:

Evvelâ hıtab cemii mü'minînedir. Şu halde (.........) cemii mü'minînin gayri demek olur.

Saniyen bunların şehadeti (.........) diye sefer ile takyid edilmiştir. Eğer bunlar müslim olsalar idi cevazi iştişhadları seferle meşrut olmamak lâzım gelirdi, çünkü müslimin şehadeti hazarda ve seferde câizdir.

Salisen tahlif meselesi de bunların gayri müslim olmasına bir karine demektir.

Rabian rivayet olunan sebeb-i nüzul iki Nasrânînin müslim olan Büdeyl üzerine şehadeti hakkındadır. Bütün bunlar Ebû Bekri Razînin dediği gibi âyetin zâhiri (.........) gayri müslim hakkında olmasını ıktıza eder.

Hamisen Ebû Musel'eşarînin balâda nakledilen hukmü Eshabdan kimse tarafından inkâr edilmemiş olduğuna göre bir icma' demektir. Sadisen mes'ele müslimanlardan işhad edecek kimsenin bulunamıyacağı gurbet haline âid olduğu için bir zaruret mes'elesidir. (.........) dır. Bir gurbette bulunan ve eceli takarrub eden bir müslim işhad edecek müsliman bulamaz ve bu halde küffarın da şehadeti makbul olmazsa bir çok mühimmatını zayi' etmeğe mahkûm olur. İhtimal ki, zekât, keffaret borçları vardır. Ve ihtimal ki, nezdinde vedialar ve zimmetinde sair düyun vardır. Binaenaleyh ricalin muttali' olamadığı hususatta zaruretten dolayı yalnız nisvanın şehadeti câiz olduğu gibi bunda da olmalıdır demiş ve neshı istib'ad eylemiştir. Filvaki' surei «Mâide» (.........) dır. Bunda mensuh yoktur. Veya ikiden ziyade mensuh yoktur rivayetlerinden kat'i nazarla zaruret illetile tecviz edilmiş olan hususatta da nesıh tasavvur olunmamak lâzım gelir. Şahid ve tahlif mes'elesine gelince: (.........) demek esasen bir yemin ma'nâsını mütezammındır. Sonra şahid erbabı adl-ü istikametten olmak lâzım gelir. Binaenaleyh şahidi bir daha tahlif etmek hem onu bir tahkır ve eza ma'nâsını mütezammındır, hem de yemini tekrar ettirmek suretile bir ifrat ve bir sui isti'maldir. Bunun için eimmei müctehidinin çoğuna göre şahidi tahlîf gayrı meşru'dur. Her tahlîfin vâcib olmadığı müttefekun aleyhtir. Bu âyette ise (.........) kaydiyle irtiyab halinde şahidin tahlîfi, hem de vakit ve keyfiyyette taglız suretiyle tahlifi lüzumu gösterilmiştir. Gerçi bundan bu vucubun zikrolunduğu üzere gayrı müslim şâhidler hakkında olduğu anlaşılıyor. Fakat aynı zamanda bundan müslim olan şahidler hakkında da şüphe edildiği zaman tahlîfin cevazı biddelâle anlaşılır. Hazret-i Alînin şahid ve râviyi töhmet halinde tahlîf ettiği de menkuldür. Binaenaleyh ahlâkın fesâdı ve fıskın kesreti zamanlarında ve alel'husus şehadetin yemin demek olduğunu bilmiyerek şehadete gelenlerin tahlîfi câiz olmalıdır.

107

Eğer bunların bir vebâle müstehıkk olduklarına vukuf hasıl edilirse o vakıt ercah olan bu ikinin yirine bunların aleyhelirnde bulundukları mukabil taraftan diğer iki kişi dikilir şöyle yemin ederler: "billâhı bizim şehadetimiz onların şehadetinden daha doğrudur ve hakkı tecavüz etmedik, şübhesiz o takdirde zalimlerden oluruz"

(.........) Ba'dehu, ya'ni hukümden sonra bu iki şahidin isme müstehık olduklarına, ya'ni hakıkati tahrif etmek gibi bir günah işlediklerine muttali' olunursa o zaman (.........) o iki şahidin veya vasıynin makamlarına (.........) evlâ ve akdem olan bu iki şahidin veya vasıynin aleyhlerinde günaha müstehık oldukları, ya'ni haklarına tecavüz ettikleri kimselerden diğer iki şahid kaim olur. -Hafs kıraetinde ma'lûm sıgasiyle (.........) okunur (.........) bunun faili olur. Sair kıraetlerin hepsinde ise mechul sigasiyle (.........) okunur. Sonra sairlerinde yine (.........) okunmakla beraber Asımdan Ebû Bekir, kezalik Hamze ve Ya'kub kıraetlerinde (.........) okunur. Şu halde (.........) okunduğuna göre ma'nâ «müstehakkun aleyh olanlardan, ya'ni haklarına tecavüz edilmiş bulunanlardan diğer iki şahid o birlerinin makamına kaim olur. O zaman bu iki evlâ ve ehaktırlar.» Demek olur ki, bu surette (.........) takdirinde haber veya (.........) dan bedeldir. Evvelin cem'i olan (.........) kıraetlerine göre ma'nâ ise «evvelki müstehakkun aleyh olanlardan diğer iki o birlerinin makamına kaim olur» demektir ki, hepsinin meali birdir. Ve Murad o iki şahidin veya vasıynin karşısında hasm olan verese demektir. İlk önce evvelki iki kişi vasıy veya vasıyyet şahidi olduklarından yeminleriyle sözleri racih idi, bilahare, ya'ni ba'delhuküm mu'teber bir delil ile hıyanetlerine ıttıla' hasıl olunca bu def'a söz ve yemin evvelce mahkûmün aleyh olan ve bu kerre münkir ve zâhiri hal müdde'isi bulunan vereseye teveccüh edecek ve onların makamına bunlar kaim olacaktır. Binaenaleyh veresenin bu kerre de ma'nâyı ma'rufiyle şâhid vaz'ıyyetinde bulunmadıkları bellidir. O halde bunların iki olması şart olmayıb bir de olsa huküm yine böyle olmak lâzım

gelir. Binaenaleyh (.........) buyurulması şahid de olduğu gibi vahidden alel'ıtlak ıhtıraz için değil, evvelâ sebeb-i nüzule nazaran vukuîdir.

Saniyen mes'elede evvelki şahidlerin vasiy bulunmaları takdiri de âyetin mufadı cümlesindendir. Vasıylerin hıyanetlerine ıttıla hasıl olduğu takdirde ise azillerile yerlerine diğerlerinin nasbı lâzım gelir. Binaenaleyh meyyit tarafından vasıyyi muhtar olarak nasbedilmiş olan iki kişinin evvelâ emin olmak üzere yeminleriyle kavilleri tasdık olunduktan sonra hıyanetlerine ıttıla' hasıl olunca azilleriyle yerlerine aynı aded de vereseden iki kişinin nasbı hususuna dahi işaret buyurulmak üzere (.........) buyurulmuştur. Bunun içindir ki, vasıyyi muhtarın hıyaneti iddia edildiği zaman eğer deyn da'vası ise muhakemenin hıtamile hıyanetin sübutundan sonra ve fakat ayin da'vası ise muhakemenin cereyan edebilmesi için evvel emirde vasınin azl ile işten el çektirilmesi lüzumu ve ba'delmuhakeme hıyanet sabit olmayıb şüphe zail olduğu takdirde hâkim tarafından tekrar nasbedilebileceği kütübi Fıkhıyyeyi Hanefiyyede mücmaun aleyh olmak üzere musarrahtır. Bunlardan başka bu âyet şunu da gösteriyor ki, «ba'delhuküm defi', mesmu'dur.», «kesbi kat'ıyyet eden bir hukümden sonra delâili cedide zuhur ederse muhakeme i'ade olunur.». Hasılı bu iki âyet, şehadet, vasıyyet, yemin, tercihi beyyinat mesaili itibarile bir çok esasatı hukukıyyeyi muhtevi gayet beliğ ve veciz birer asıldır. Bu suretle tarafeynin vaz'ıyyeti tahavvül eder, evvelkilerin makamına tarafı mukabilden ikisi kaim olur ve bu def'a yemin bunlara teveccüh eder de onlar defi'lerini isbat edemedikleri surette bunlar (.........) billâhi bizim şehadetimiz onların şehadetinden daha hak, daha doğrudur (.........) ve biz bu şehadetimizde hakkı tecavüz etmedik (.........) çünkü tecavüz ettiğimiz takdirde muhakkak zalimlerden olduğumuzda şübhe yoktur.» Diye kasem ederler, yeminlerile kavilleri tasdık olunur. -Buradaki (.........) dan murad (.........) âyetinde olduğu gibi yemin demek olduğu beyan olunuyor. Zira esasen şehadet ilmi şuhudî ile yakınen ıhbarı hak demek olduğundan gayır aleyhinde şehadete hem (.........) gibi ıkrara, hem de yemine, ya'ni kasem ile te'kid ve takviye edilen habere dahi ıtlak olunur ve vasıyyet ma'nasına da gelir. Binaenaleyh burada yemin ile tefsir edilmesinden yemine yemin gibi iki kerre kasem ma'nası tevehhüm olunmamalıdır. Murad «bizim ilmi yakînimizi ifade eden haberimiz, kavlimiz» demek olduğu zâhirdir.

108

bu işte şehadeti olduğu gibi eda etmelerine veya yeminlerinden sonra yeminlerinin reddedilmesinden korkmalarına en yakın bir çaredir, Allahdan korkun ve eyi dinleyin, çünkü Allah fasıklar güruhunu doğru yola çıkarmaz

(.........) bu zikrolunan huküm veya bu tahlif (.........) şâhidlerin vechi lâyıkıle, ya'ni tahammül ettikleri veçhile olduğu gibi şehadet etmelerine (.........) ve yahud yeminlerinden sonra yeminler müddeilere reddolunmaktan, ya'ni bu suretle kendilerinin yalanları meydana çıkarak rüsvay olmaktan korkmalarına akrebdir. -Tağlizı yeminde havfi Âhıret, reddi yeminde de havfi Dünya hikmeti şer'ıyyeleri vardır, Bu iki havfin içtimaı da şehadeti bihakkın eda etmeğe en ziyade saık olacak olan sebebdir. Bunu böyle biliniz. (.........) ve Allahdan korkunuz (.........) ve- Allah’ın tavsıye ettiği ahkâmı -dinleyiniz, icabete ediniz.- Eğer ittika etmez ve dinlemezseniz fâsık olursunuz (.........) Allah ise fasıklar güruhunu doğru yola çıkarmaz. (.........)

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(Ö :  M :1942  H :1361)

 

ELMALILI - ORİJİNAL - (TÜRKÇE)

 

HANEFî

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç