Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

108

 

005 - MÂİDE SÛRESİ

 

CÜZ :

6

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

10

İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar, cehennemliklerdir.

Allah'ın birliğini inkâr eden ve Peygamberlere gelen, Allah'ın âyet ve mucizelerine yalanlayanlar cehennemliktirler. Ve orada ebedi olarak kalacaklardır.

11

Ey iman edenler, Allah'ın, üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani bir kavim size el uzatmaya kalkışmıştı da Allah onların ellerini üzerinizden çekmişti, Allah'tan korkun. İman edenler sadece Allah'a güvensinler.

*Müfessirler, Allahü teâlânın bu âyet-i kerime’de mü’minlere lütfettiğini beyan ettiği nimetten hangi nimetin kasdedildiği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir:

a- Asım b. Ömer b. Katade, Abdullah b. Ebibekr, Mücahid, Yezid b. Ebi Ziyad, İkrime ve Ebû Malik'ten nakledilen bir görüşe göre burada zikredilen nimetten maksat, Allahü teâlânın, yanlışlıkla öldürülen Âmir oğullarından iki kişinin diyetlerini ödemede yardımcı olmaları için Nadr oğulları Yahudilerine gittiği zaman onların Resûlüllah'a suikast düzenlemeleri, Allahü teâlânın da vahiy ile bunu Resûlüllah'a bildirip Resûlüllah'i onların saldırısından kurtarmasıdır.

Rivâyet edilir ki Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kısım sahabileriyle birlikte Nadr oğulları Yahudilerine gitmiş ve B'ir-i Maune olayından kurtulup geri gelen Amr b. Ümeyye ed-Dâmri'nin, Resûlüllah'la anlaşmalı olan Âmir oğullarından iki kişiyi yanlışlıkla öldürmesi üzerine bu kişilerin diyetlerini ödeme hususunda Nadr oğullarının kendisine yardımcı olmalarını istemişti. Fakat Yahudiler, Amr b. Cehhaş'a, Resûlüllah gelip duvann dibine oturunca onların da çevresinde toplandiklan bir sırada Resûlüllah'ın üzerine el değirmeni taşını düşürmesini söylediler. Bunun üzerine Allahü teâlâ, Peygamberine, Yahudilerin bu tuzağını haber verdi. Resûlüllah da oradan uzaklaşıp Medine'ye döndü. İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu.

b- Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise Allahü teâlânın burada zikrettiği nimetten maksat, Resûlüllah'ı, içine zehir kattıkları bir yemekle öldürmek isteyen Yahudilerin suikastından kurtarmasıdır.

c- Katade'den nakledilen başka bir görüşe göre ise Allahü teâlânın bu âyette zikrettiği nimetten maksat, Batn-ı Nahle gazvesinde Resûlüllah'a, düşmanlarının, kendileri namaz kılarlarken saldınya geçeceklerini bildirmesi ve Resûlüllah'a da korku anlarında nasıl namaz kılacağını beyan etmesidir.

Bu hususta Katade diyor ki: "Bu âyet Resûlüllah'a, yedinci gazve olan Batn-ı Nahle gazvesinde nazil olmuştur.

Sa'lebe ve muharib oğulları, Resûlüllah'ı ansızın yakalayıp öldürmek istemişler Allahü teâlâ da bu hallerini Resûlüllah'a bildirmiştir. Katade diyor ki: "Ca-bir b. Abdullah, Resûlüllah ile birlikte Necid tarafına savaşa gittiklerinde savaştan. Resûlüllah ile beraber döndüklerini, dikenli ağaçların çokça bulunduğu bir vadiye geldiklerinde şiddetli bir sıcağın bastırdığını söyledi. Bu sıcakta Resûlüllah bir ağacın gölgesine oturmuş, kılıcını da ağaca asmış ve uyumuştu.

Herkes dağılıp bir ağacın gölgesine çekilmişti. İşte o sırada bir Bedevi gelip Resûlüllah'ın kılıcını alarak kınından çıkarmış ve üzerine yürümüştü. Resûlüllah uyanınca ona demişti ki: "Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?" Resûlüllah ise "Allah" demişti. Adam tekrar: "Seni benim elimden kim kurtaracak?" demiş. Resûlüllah da "Allah" demişti. Bunun üzerine Bedevi kılıcım kınına koymuş Resûlüllah da bizi yanına çağınp hadiseyi anlatmıştı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu*adamı cezalandırmamıştı. Bkz. Buhari, K. el-Cihad, hab 84, 87 K. el-Megazi bab: 31, 32

İşte böylece Allah, düşmanın elini Peygamberinden çekmişti.

Taberi bu görüşlerdin

birinci görüşün tercihe şayan olduğunu, buradaki nimetten maksadın, Allahü teâlânın, Resûlüllah'ı, Nadr oğulları Yahudilerinin suikastından kurtarması olduğunu söylemiştir. Zira bundan sonra gelen âyetlerde Yahudilerin çirkin sıfatları zikredilmekte, Allah'a ve Paygamberlerine ihanet ettikleri bildirilmektedir. Resûlüllah'a, onların yaptıklan bu kötülüklere karşı onlara dokunmaması da emredilmektedir. Bu da göstermektedir ki âyette, mü’minlere ve Resûlüllah'a el uzatmak isteyenlerden maksat, Yahudilerdir.

' Âyet-i kerime’nin sonunda "İman edenler sadece Allah'a güvensinler." buyurlumkatadır. Bu ifadeden maksat şudur: "Ey iman edenler, Allah'ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten ve sizden aldığı ahdi bozmaktan kaçının. Aksi takdirde çare bulamayacağınız bir cezayı hak edersiniz. Mü’minler işlerini Allah'a bıraksınlar, onun kaza ve kaderine teslim olsunlar, onun zaferine ve yardımına güvensinler. Çünkü bu onların dinlerinin kemale ermesidir.

12

Şüphesiz ki Allah, İsrailoğullarından söz almıştı. Biz onlara, içlerinden on iki başkan göndermiştik. Allah onlara şöyle dedi: "Şüphesiz ben sisinle beraberim. Yemin olsun ki eğer namazı kılar, zekatı verirseniz, Peygamberlerime iman edip onlara yardım ederseniz ve Allah için güzel bir ödünç takdim ederseniz muhakkak ki kötülüklerini örterim ve sizi, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyarım. Bundan sonra içinizden kim inkâr ederse, şüphesiz doğru yoldan sapmış olur.

Şüphesiz ki Allah, İsrailoğullarından, Allah'a itaat etmelerine ve Peygamberine iman etmelerine dair kesin söz almıştı. Bunların, vermiş oldukları sözü yerine getireceklerine dair kefil olmaları için de içlerinden kendilerini takibedecek on iki vekil seçmişti. Allah onlara "Şüphesiz ki yardım ve desteğimle sizinle beraberim. Ey İsrailoğulları, yemin olsun ki eğer namazı dosdoğru kılar, zekatı layık olanlara verir, Peygamberlerime iman eder, onlara destek olursanız ve Allah rızası için Allah yolunda mallarınızı harcayarak Allah'a güzel bir ödünç verirseniz elbetteki ben kötülük ve günahlarınızı örtüp silerim. Ve sizleri kıyamet gününde, altından ırmaklar akan cennetlere bir lütuf olmak üzere koyarım. Bu söz vermenizden sonra kim Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük ederse şüphesiz ki o, doğru yoldan sapmış ve hidâyetten ayrılmış olur." buyurmuştur.

Bu âyet-i kerime’de Allahü teâlâ Peygamberine ve mü’minlere, Yahudilerin ihanet ve sözlerinden dönme huylarını bildirmekte, bu huyların, Yahudilerin atalarından kalma miraslan olduğunu beyan etmekte ve Yahudileri, inatlarında ve sapıklıklarında ısrar etmelerinden dolayı kınamaktadır.

Resûlüllah'a ve mü’minlere: "Bu Yahudilerin size el uzatmaya girişmelerini ve ihanet etmeye kalkışmalarını garipsemeyin. Çünkü bu onların, atalarından devam edip gelen kötü ahlaklarıdır. Onlar bu halleriyle atalarının yaptıklarını devam ettirmektedirler." buyurulmaktadır.

Âyet-i kerime’de Allahü teâlânın, İsrail oğullarından söz aldığı zikredilmekte ancak neye dair söz aldığı açıklanmamaktadır.

Ebul Aliye'ye göre burada İsrailoğullarından, yapacaklarına dair söz alınan husus, sadece Allah'a kulluk etmeleri ve ondan başkasına tapmamaları sözü dur.

Âyet-i kerime’de geçen ve "Başkan" diye tercüme edilen kelimesinden maksat, Katade'ye göre "Şahit" demektir. Yani Allahü teâlâ İsrailoğullarının on iki torunundan her birinden, yaptıklarına şahitlik etmek üzere birini şahit tayin etmiştir.

Rebi' b. Enes, Süddi ve Mücahid'e göre ise buradaki den maksat, on iki torundan seçilip zorbalar diyan Şam'a gönderilen on iki önderdir. Bunlar Şam diyanndaki zorbaların helak olup olmadıkları haberini öğrenip Hazret-i Mûsa'ya getireceklerdi. Çünkü Allahü teâlâ bu zorbaları helak edip onların yerlerini İsrailoğullarına miras bırakacağını ve İsrailoğullarını onların yerine yerleştireceğini bildirmişti. Bu sebeple de Hazret-i Mûsa, ileri gelen bu on iki kişiyi oraya göndermişti.

Bu hususta Süddi diyor ki: "Allahü teâlâ, İsrailoğullarına Kudüs topraklan can Eriha'ya gitmelerini emredince onlar yürüyüp oraya yakın bir yere ulaşmışlardı. Bunun üzerine Mûsa İsrailoğullarının on iki torununun her birinden bir öncü seçerek zorbaların bulunduğu yere göndermişti. Onlar gittikleri yerden o zorbaların haberini getireceklerdi. Bu on iki kişi ile "Ac" diye adlandırılan zorba bir kişi karşılaştı. O, on iki kişiyi yakalayıp koltuğunun altına (Kontrolüne) aldı. Başında bir kulaç odun bulunuyordu. Adamları alıp karısına götürdü. Ve ona: "Şunlara bak, bunlar bizimle savaşmak istiyorlarmış." dedi. Ve onları, karısının önüne attı. "Şimdi ben bunları ayağımın altında ezeyim mi?" dedi. Karısı: "Hayır. Onları bırak ki gördüklerini gidip kavimlerine haber versinler." dedi. "Ac" karısının dediğini yaptı. O iki önder oradan ayrılınca birbirlerine "Ey topluluk, eğer siz, İsrailoğullarına bu kavmin haberini bildirecek olursanız İsrailoğulları dinlerinden döner. Peygamberlerine karşı gelirler. Siz bu haberi gizleyin. Siz onu sadece Allah'ın Peygamberine bildirin ki böylece onlar, uygun gördüklerini yapsınlar." dediler. Bunlar, meseleyi gizleyeceklerine dair birbirlerine söz verdiler. Geri dönüp geldiler. Onlardan on kişi verdikleri bu sözü bozdular. Bunlar, babalarına, kardeşlerine, gördükleri o "Ac" adındaki zorbayı anlatıyorlardı. Sadece iki kişi meseleyi gizledi ve onu Hazret-i Mûsa ve Harun'a anlattılar. İşte Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de bu olaya işaret etmektedir. Mücahid bu iki kişinin Yûşa b. Nûn ve Kâlip b. Yûfenna olduklarını zikretmiştir.

Taberi bu hususta İbn-i İshak'ın şunlan söylediğini rivâyet etmiştir: Mûsa'ya İsrailoğullarıyla birlikte mukaddes topraklara (Kudüs'e) gitmesi emredilmişti ve Allahü teâlâ buyurmuştu ki: "Ben, orayı sizin yurdunuz, karargahınız ve konaklama yeriniz olarak yazdım. Ey Mûsa, sen çıkıp oraya git. Orada bulunan düşmanlara karşı cihad et. Çünkü ben onlara karş sana yardım edeceğim. Kavminden de her torundan bir kişi olmak üzere on iki kişi önder al. Onlar kavimlerine emredilenleri uygulasınlar ve onlara de ki: "Allah diyor ki: "Yemin olsun ki eğer sizler namazı kılar, zekatı verir, Peygamberlerime iman eder, onları destekler ve Allah için güzel bir ödünç verecek olursanız ben sizin kötülüklerinizi mutlaka örterim. Ve sizi altından ırmaklar akan cennete koyanm. Sizden kim de söz verdikten sonra bu emrettiklerimden neyi inkâr etmeye kalkışacak olursa şüphesiz ki o, doğru yoldan sapmıştır.

Bunun üzerine Mûsa onlardan on iki önder seçti. Bu önderlerden her biri temsil ettiği topluluğun vermiş olduğu ahdin gereğini yerine getirmeleri için bir kefildi. Mûsa bu toplulukların seçkinlerini ve vefakârlarını seçmişti. Bundan sonra Mûsa onlarla birlikte Allah'ın emriyle mukaddes topraklara doğru yürüdü.

Mısır'la Şam arasında bulunan "TÎH" çölüne vardılar. Orası ağaç ve gölgelik bulunmayan bir çöldü. Sıckatan daralmca Mûsa orada rabbine yalvardı. Allahü teâlâ da onları bulutlarla gölgelendirdi. Yine Mûsa, Allah'tan yiyecek istedi. Allah da onlara kudret helvası ve bıldırcın kuşu gönderdi. Allah Mûsa'ya emretti ki "İsrailoğullarına hibe ettiğim Ken'an topraklarına düşmandan haber getirmeleri için her torundan bir adam gönder." Mûsa bu torunların liderlerini gönderdi. Bu liderlerin isimleri Tevrat'ta zikredildiğine göre şunlardır:

Rubil torunundan Şamun b. Rekum, Şem'un'dan Safat b. Harba, Yehuda'dan Kâlib b. Yufenna, Kâz'dan Mihail b. Yusuf, Yusu'tan Yuşa b. Nun, Bünyamin'den Felat b. Zennun, Ribalondan Kerabil, Minşa'dan Haddi b. Susa, Dan torunundan Harnlail b. Hamel, Eşar'dan Sabur b. Melkili, Neftali'den Mahreb b. Veks, Yesahir'den Holaid b. Minked. Mûsa bunları gönderirken kendilerine "Güneş doğmadan önce yukarı çıkın, dağa tırmanın. Onların oturduktan arazi ve vadide ne bulunduğunu gözetleyip bakın. Onlar kuvvetli mi yoksa zayıf mı? Sayılan az mı çok mu? Oturdukları yer ağaçsız ve güneşli mi yoksa ağaçlık mı? O topraklarda bulunan meyvelerden bize getirin." dedi. Mûsa'nın istediği ilk meyve üzümdü.

Âyet-i kerime’de: "Yemin olsun ki eğer namazı kılar zekatı verirseniz Peygamberlerimize iman edip onlara yardım ederseniz ve Allah için güzel bir ödünç takdim ederseniz muhakkak ki kötülüklerinizi örterim." buyurulmaktadır.

Âyetin bu bölümündeki hitap, kendilerinden ahit alman İsrailoğullarınadır. Allahü teâlâ İsrailoğullarına burada zikredilen emirleri yerine getirmeleri halinde düşmanlarına karşı onlara mutlaka yardım edeceğini ve günahlarını affedeceğini bildirmiştir.

Rebi' b. Enes'e göre ise âyetin bu bölümünde hitap İsrailoğullarından öncelikle on iki öndere yapılmıştır. Allahü teâlâ bunlara zorbaların diyarına gitmelerini emrederken âyette zikredilen emirleri yerine getirmeleri halinde düşmanlarına arşı onlara yardım edeceğini ve günahlarını affedeceğini belirtmiştir. Ancak âyetin bu bölümünde zikredilen emirleri yerine getiren herkes Allah'a itaat etmiş olacağından Allah'ın yardımını kazanmış olur. Bu itibarla burada hitabın İsrailoğullarının hepsine olmayıp sadece on iki öndere olduğunu söylemek isabetli değildir.

Âyette geçen ve "Yardım edersiniz" diye tercüme edilen ifadesi Mücahid ve Süddi tarafından "Yardım etme" diye izah edilmiş Abdurrahman b. Zeyd tarafından da "îtaat etme ve yardım etme" diye tercüme edilmiş Ebû Ubeyde tarafından "Yardım etme, saygı gösterme, tazim etme ve destekleme" olarak tefsir edilmiş ve Ferra tarafından ise "Haksızlıktan alıkoyma" diye izah edilmiştir.

Taberi bu görüşlerden "Yardım etme" mânâsı verilen görüşün tercihe şayan olduğunu söylemiş, buna delil olarak da demiştir ki "Şu âyette hem saygı gösterme anlamına gelen kelimesi hem de Kelimesinin kökünden türeye kelimesi zikredilmektedir. Bu da göstermektedir ki kelimesinin mânası, saygı gösterme dışında baş.

O da "Yardım etmek'tir ka bir mânâ ifade etmektedir. O da "Yardım etmek'tir. "Böylece ey insanlar siz de Allah ve Resulüne îman edesiniz. Allah'ın dinine yardımda bulunasınız. Ona ta'zim edesiniz ve onu layık olmadığı şeylerden sabah aksım tenzih edesiniz. Fetih seruse, 48/9

13

Verdikleri sözü bozdukları için onları lanetledik. Ve kalblerini katılaştırdık. Onlar, kelimeleri yerlerinden kaldırıp değiştirdiler. Uyarıldıkları şeylerden pay almayı unuttular. Ey Rasûlüm, pek azı müstesna onlardan devamlı hainlik göreceksin. Onları affet ve aldırma. Muhakkak ki Allah, iyilik yapanları sever.

Yahudilerin, Allah'a vermiş olduklan ahitlerini bozmuş olmaları sebebiyle biz onları kovduk ve rahmetimizden uzaklaştırdık. Kalblerinden merhamet duygularını çekip alarak katıl aştırdık. Artık öğütlerle yumuşamaz oldular. Bunlar, rablerinin kelamı olan Tevratı tahrif ettiler, bozdular. Allah'ın indirmediği şeyleri kendi elleriyle yazıp cahil insanlara "Bu, Allah katındandır." dediler. Allah'ın emir ve hükümlerinden kendilerine hatırlatılan kısımlan bıraktılar. Artık onlarla amel etmez oldular. Ey Rasûlüm, sen hâlâ bu Yahudilerin hıyanete ve sözlerinde durmamaya devam ettiklerini görürsün. Bunlardan pek az* müstesnadır. Sen bu Yahudileri affet, tuzaklarına aldırma. Şüphesiz ki Allah, kusurluyu affederek iyilikte bulunanlan sever.

Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de Hazret-i Muhammed'e, Yahudileri tavsif ederek beyan etmiştir ki: "Ey Rasûlüm, sana ve sahabilerine el uzatarak isteyen, seninle kendileri arasında bulunan ahdi bozan bu Yahudilere hayret etme. Zira bunları yapmak, onların, atalarından süregelen bir âdetidir. Bu âdetlerden biri de şudur ki: "Bunlar, bağlı kalacaklarını bildirdikleri ahitlerini bozarlar. Zira ben onlardan Mûsa döneminde, bana itaat edeceklerine dair söz almıştım. Ve içlerinden seçtikleri on iki önderi, zorba düşmanlarının haberlerini öğrenmeleri için gözcü olarak göndermiştim. Ben onlara yardım edeceğimi vaad etmiştim. Firavunun o kavmini helak ettikten sonra onların yerlerini, yurtlarım ve mallarını, kendilerine miras olarak bırakacağımı bildirmiştim. Bütün bu mucizeleri kendilerine göstermeme rağmen, bağlı kalacaklarını bildirdikleri sözlerim bozdular. Ahitlerinden döndüler. Ben de bu yüzden onları lanetime uğrattım. İsrailoğullarının ileri gelenlerinin, kendilerine lütfettiğim bütün nimetlere rağmen, durumları bu iken artık onların rezillerinin yaptıklarını garipseme.

Âyet-i kerime’de geçen ve "Kanlaştırdık" diye tercüme edilen kelimesi,

bazılarına göre "Katı kalblilik" anlamında yorumlanmış, diğer bazıları tarafından ise "Karışık ve bozuk kalblilik" diye izah edilmiştir. Taberi, âyetin önceki ifadelerine daha uygun olması hasebiyle

birinci görüşü tercih etmiştir.

Âyet-i kerime’de, Yahudilerin, kelimeleri yerlerinden kaldırıp değiştirdikleri zikredilmektedir. Bu ifadeden maksat, Allahü teâlânın, Hazret-i Mûsa'ya gönderdiği Tevrat'ı değiştirip yerine kendi elleriyle başka şeyleri yazmaları ve cahillerine de, Allah'ın indirdiği Tevrat'ın, kendi yazdıktan olduğunu söylemeleridir. Evte, Hazret-i Mûsa'dan sonra Hazret-i Muhammed'e kadar devam eden Yahudilerin sıfatları bu olmuştur.

Katade bu âyet-i kerime’nin, Tevbe suresinin şu âyetiyle neshedildiğini söylemektedir: "Kitap ehlinden, Allah'a ve âhiret gününe iman etmeyenler, Allah'ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayanlar ve hak din olan İslamı din edinmeyenlerle, boyun eğip kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın. Tevbe sûresi, 9/29

Taberi diyor ki: "Katade'nin bu söyledikleri mümkün olmayan şey değildir. Ancak, "Neshetme"nin mânâsı, kendinden önce bulunan hükme tamamen ters düşmüyorsa ve onları belli bir noktada bağdaştırmak mümkünse, sonra gelenin öncekim neshettiğini söylemek, ancak Allah'ın veya Resulünün bildirmesiyle mümkün olur.

Katade'nin zikrettiği Tevbe suresinin yirmi dokuzuncu âyetinin hükmü bu âyette Resûlüllah'a emredilen, Yahudileri affetmesine ve onlara aldırış etmemesine tamamen ters düşmemektedir. Çünkü Yahudiler zilleti kabul eder ve savaştan sonra cizye vermeye razı olurlarsa buna rağmen onların yaptikîan herhangi bir ihaneti veya ahitlerini bozma teşebbüslerini affetmek mümkündür. Yeter ki cizye vermeyerek savaşa girişmiş olmasınlar ve kendileri için gerekli olan hükümlere karşı diretmiş olmasınlar."

Bu izahlar da gösteriyor ki, Tevbe suresinin yirmi dokuzuncu âyetinin bu âyeti neshettiğine hüküm vermek vacib değildir. Zira bunları bağdaştırmak mümkündür.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 922  H : 310)

 

TABERİ TEFSÎR-İ - (TÜRKÇE)

 

-

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç