İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince,
işte onlar, cehennemliklerdir.
Allah'ın birliğini inkâr eden ve Peygamberlere gelen, Allah'ın âyet ve
mucizelerine yalanlayanlar cehennemliktirler. Ve orada ebedi olarak
kalacaklardır.
Ey iman edenler, Allah'ın, üzerinizdeki nimetini
hatırlayın. Hani bir kavim size el uzatmaya kalkışmıştı da Allah onların
ellerini üzerinizden çekmişti, Allah'tan korkun. İman edenler sadece Allah'a
güvensinler.
*Müfessirler,
Allahü teâlânın bu âyet-i kerime’de
mü’minlere lütfettiğini beyan ettiği nimetten hangi nimetin kasdedildiği
hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir:
a- Asım b. Ömer b. Katade, Abdullah b.
Ebibekr, Mücahid, Yezid b. Ebi Ziyad,
İkrime ve Ebû Malik'ten nakledilen bir görüşe
göre burada zikredilen nimetten maksat, Allahü teâlânın,
yanlışlıkla öldürülen Âmir oğullarından iki kişinin diyetlerini ödemede yardımcı
olmaları için Nadr oğulları Yahudilerine gittiği zaman onların
Resûlüllah'a suikast düzenlemeleri,
Allahü teâlânın da vahiy ile bunu
Resûlüllah'a bildirip
Resûlüllah'i onların saldırısından
kurtarmasıdır.
Rivâyet edilir ki Peygamber efendimiz
(sallallahü aleyhi ve sellem) bir kısım
sahabileriyle birlikte Nadr oğulları
Yahudilerine gitmiş ve B'ir-i Maune olayından kurtulup geri gelen Amr b. Ümeyye
ed-Dâmri'nin, Resûlüllah'la anlaşmalı
olan Âmir oğullarından iki kişiyi yanlışlıkla öldürmesi üzerine bu kişilerin
diyetlerini ödeme hususunda Nadr oğullarının kendisine yardımcı olmalarını
istemişti. Fakat Yahudiler, Amr b. Cehhaş'a,
Resûlüllah gelip duvann dibine oturunca onların da çevresinde
toplandiklan bir sırada Resûlüllah'ın
üzerine el değirmeni taşını düşürmesini söylediler. Bunun üzerine
Allahü teâlâ, Peygamberine, Yahudilerin bu
tuzağını haber verdi. Resûlüllah da
oradan uzaklaşıp Medine'ye döndü. İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu.
b- Abdullah b. Abbas'tan nakledilen
diğer bir görüşe göre ise Allahü teâlânın
burada zikrettiği nimetten maksat, Resûlüllah'ı,
içine zehir kattıkları bir yemekle öldürmek isteyen Yahudilerin suikastından
kurtarmasıdır.
c- Katade'den nakledilen başka bir görüşe
göre ise Allahü teâlânın bu âyette
zikrettiği nimetten maksat, Batn-ı Nahle gazvesinde
Resûlüllah'a, düşmanlarının, kendileri
namaz kılarlarken saldınya geçeceklerini bildirmesi ve
Resûlüllah'a da korku anlarında nasıl
namaz kılacağını beyan etmesidir.
Bu hususta Katade diyor ki: "Bu âyet
Resûlüllah'a,
yedinci gazve olan Batn-ı Nahle gazvesinde nazil olmuştur.
Sa'lebe ve muharib oğulları, Resûlüllah'ı
ansızın yakalayıp öldürmek istemişler Allahü teâlâ
da bu hallerini Resûlüllah'a
bildirmiştir. Katade diyor ki: "Ca-bir b.
Abdullah, Resûlüllah ile birlikte
Necid tarafına savaşa gittiklerinde savaştan.
Resûlüllah ile beraber döndüklerini, dikenli ağaçların çokça
bulunduğu bir vadiye geldiklerinde şiddetli bir sıcağın bastırdığını söyledi. Bu
sıcakta Resûlüllah bir ağacın
gölgesine oturmuş, kılıcını da ağaca asmış ve uyumuştu.
Herkes dağılıp bir ağacın gölgesine çekilmişti. İşte o sırada bir Bedevi gelip
Resûlüllah'ın kılıcını alarak kınından
çıkarmış ve üzerine yürümüştü. Resûlüllah
uyanınca ona demişti ki: "Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?"
Resûlüllah ise "Allah" demişti. Adam
tekrar: "Seni benim elimden kim kurtaracak?" demiş.
Resûlüllah da "Allah" demişti. Bunun
üzerine Bedevi kılıcım kınına koymuş Resûlüllah
da bizi yanına çağınp hadiseyi anlatmıştı.
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)
bu*adamı cezalandırmamıştı. Bkz. Buhari, K. el-Cihad,
hab 84, 87 K. el-Megazi bab: 31, 32
İşte böylece Allah, düşmanın elini Peygamberinden çekmişti.
Taberi bu görüşlerdin
birinci görüşün tercihe şayan olduğunu, buradaki
nimetten maksadın, Allahü teâlânın,
Resûlüllah'ı, Nadr oğulları Yahudilerinin
suikastından kurtarması olduğunu söylemiştir. Zira bundan sonra gelen âyetlerde
Yahudilerin çirkin sıfatları zikredilmekte, Allah'a ve Paygamberlerine ihanet
ettikleri bildirilmektedir. Resûlüllah'a,
onların yaptıklan bu kötülüklere karşı onlara dokunmaması da emredilmektedir. Bu
da göstermektedir ki âyette, mü’minlere ve
Resûlüllah'a el uzatmak isteyenlerden maksat, Yahudilerdir.
' Âyet-i kerime’nin
sonunda "İman edenler sadece Allah'a güvensinler." buyurlumkatadır. Bu ifadeden
maksat şudur: "Ey iman edenler, Allah'ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten ve
sizden aldığı ahdi bozmaktan kaçının. Aksi takdirde çare bulamayacağınız bir
cezayı hak edersiniz. Mü’minler işlerini Allah'a bıraksınlar, onun kaza ve
kaderine teslim olsunlar, onun zaferine ve yardımına güvensinler. Çünkü bu
onların dinlerinin kemale ermesidir.
Şüphesiz ki Allah, İsrailoğullarından söz almıştı. Biz
onlara, içlerinden on iki başkan göndermiştik. Allah onlara şöyle dedi:
"Şüphesiz ben sisinle beraberim. Yemin olsun ki eğer namazı kılar, zekatı
verirseniz, Peygamberlerime iman edip onlara yardım ederseniz ve Allah için
güzel bir ödünç takdim ederseniz muhakkak ki kötülüklerini örterim ve sizi,
altlarından ırmaklar akan cennetlere koyarım. Bundan sonra içinizden kim inkâr
ederse, şüphesiz doğru yoldan sapmış olur.
Şüphesiz ki Allah, İsrailoğullarından, Allah'a itaat etmelerine ve Peygamberine
iman etmelerine dair kesin söz almıştı. Bunların, vermiş oldukları sözü yerine
getireceklerine dair kefil olmaları için de içlerinden kendilerini takibedecek
on iki vekil seçmişti. Allah onlara "Şüphesiz ki yardım ve desteğimle sizinle
beraberim. Ey İsrailoğulları, yemin olsun ki eğer namazı dosdoğru kılar, zekatı
layık olanlara verir, Peygamberlerime iman eder, onlara destek olursanız ve
Allah rızası için Allah yolunda mallarınızı harcayarak Allah'a güzel bir ödünç
verirseniz elbetteki ben kötülük ve günahlarınızı örtüp silerim. Ve sizleri
kıyamet gününde, altından ırmaklar akan cennetlere bir lütuf olmak üzere
koyarım. Bu söz vermenizden sonra kim Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük
ederse şüphesiz ki o, doğru yoldan sapmış ve hidâyetten ayrılmış olur."
buyurmuştur.
Bu âyet-i kerime’de
Allahü teâlâ Peygamberine ve mü’minlere,
Yahudilerin ihanet ve sözlerinden dönme huylarını bildirmekte, bu huyların,
Yahudilerin atalarından kalma miraslan olduğunu beyan etmekte ve Yahudileri,
inatlarında ve sapıklıklarında ısrar etmelerinden dolayı kınamaktadır.
Resûlüllah'a ve mü’minlere: "Bu
Yahudilerin size el uzatmaya girişmelerini ve ihanet etmeye kalkışmalarını
garipsemeyin. Çünkü bu onların, atalarından devam edip gelen kötü ahlaklarıdır.
Onlar bu halleriyle atalarının yaptıklarını devam ettirmektedirler."
buyurulmaktadır.
Âyet-i kerime’de
Allahü teâlânın, İsrail oğullarından söz
aldığı zikredilmekte ancak neye dair söz aldığı açıklanmamaktadır.
Ebul Aliye'ye göre burada İsrailoğullarından, yapacaklarına dair söz alınan
husus, sadece Allah'a kulluk etmeleri ve ondan başkasına tapmamaları sözü dur.
Âyet-i kerime’de
geçen ve "Başkan" diye tercüme edilen kelimesinden maksat,
Katade'ye göre "Şahit" demektir. Yani
Allahü teâlâ İsrailoğullarının on iki
torunundan her birinden, yaptıklarına şahitlik etmek üzere birini şahit tayin
etmiştir.
Rebi' b. Enes, Süddi ve Mücahid'e göre ise
buradaki den maksat, on iki torundan seçilip zorbalar diyan Şam'a gönderilen on
iki önderdir. Bunlar Şam diyanndaki zorbaların helak olup olmadıkları haberini
öğrenip Hazret-i Mûsa'ya getireceklerdi. Çünkü
Allahü teâlâ bu zorbaları helak edip
onların yerlerini İsrailoğullarına miras bırakacağını ve İsrailoğullarını
onların yerine yerleştireceğini bildirmişti. Bu sebeple de Hazret-i
Mûsa, ileri gelen bu on iki kişiyi oraya
göndermişti.
Bu hususta Süddi diyor ki: "Allahü
teâlâ, İsrailoğullarına Kudüs topraklan can Eriha'ya gitmelerini
emredince onlar yürüyüp oraya yakın bir yere ulaşmışlardı. Bunun üzerine
Mûsa İsrailoğullarının on iki torununun her
birinden bir öncü seçerek zorbaların bulunduğu yere göndermişti. Onlar
gittikleri yerden o zorbaların haberini getireceklerdi. Bu on iki kişi ile "Ac"
diye adlandırılan zorba bir kişi karşılaştı. O, on iki kişiyi yakalayıp
koltuğunun altına (Kontrolüne) aldı. Başında bir kulaç odun bulunuyordu.
Adamları alıp karısına götürdü. Ve ona: "Şunlara bak, bunlar bizimle savaşmak
istiyorlarmış." dedi. Ve onları, karısının önüne attı. "Şimdi ben bunları
ayağımın altında ezeyim mi?" dedi. Karısı: "Hayır. Onları bırak ki gördüklerini
gidip kavimlerine haber versinler." dedi. "Ac" karısının dediğini yaptı. O iki
önder oradan ayrılınca birbirlerine "Ey topluluk, eğer siz, İsrailoğullarına bu
kavmin haberini bildirecek olursanız İsrailoğulları dinlerinden döner.
Peygamberlerine karşı gelirler. Siz bu haberi gizleyin. Siz onu sadece Allah'ın
Peygamberine bildirin ki böylece onlar, uygun gördüklerini yapsınlar." dediler.
Bunlar, meseleyi gizleyeceklerine dair birbirlerine söz verdiler. Geri dönüp
geldiler. Onlardan on kişi verdikleri bu sözü bozdular. Bunlar, babalarına,
kardeşlerine, gördükleri o "Ac" adındaki zorbayı anlatıyorlardı. Sadece iki kişi
meseleyi gizledi ve onu Hazret-i Mûsa ve
Harun'a anlattılar. İşte Allahü teâlâ bu
âyet-i kerime’de
bu olaya işaret etmektedir. Mücahid bu iki
kişinin Yûşa b. Nûn ve Kâlip b. Yûfenna olduklarını zikretmiştir.
Taberi bu hususta İbn-i İshak'ın şunlan
söylediğini rivâyet etmiştir: Mûsa'ya
İsrailoğullarıyla birlikte mukaddes topraklara (Kudüs'e) gitmesi emredilmişti ve
Allahü teâlâ buyurmuştu ki: "Ben, orayı
sizin yurdunuz, karargahınız ve konaklama yeriniz olarak yazdım. Ey
Mûsa, sen çıkıp oraya git. Orada bulunan
düşmanlara karşı cihad et. Çünkü ben onlara karş sana yardım edeceğim. Kavminden
de her torundan bir kişi olmak üzere on iki kişi önder al. Onlar kavimlerine
emredilenleri uygulasınlar ve onlara de ki: "Allah diyor ki: "Yemin olsun ki
eğer sizler namazı kılar, zekatı verir, Peygamberlerime iman eder, onları
destekler ve Allah için güzel bir ödünç verecek olursanız ben sizin
kötülüklerinizi mutlaka örterim. Ve sizi altından ırmaklar akan cennete koyanm.
Sizden kim de söz verdikten sonra bu emrettiklerimden neyi inkâr etmeye
kalkışacak olursa şüphesiz ki o, doğru yoldan sapmıştır.
Bunun üzerine Mûsa onlardan on iki önder
seçti. Bu önderlerden her biri temsil ettiği topluluğun vermiş olduğu ahdin
gereğini yerine getirmeleri için bir kefildi. Mûsa
bu toplulukların seçkinlerini ve vefakârlarını seçmişti. Bundan sonra
Mûsa onlarla birlikte Allah'ın emriyle
mukaddes topraklara doğru yürüdü.
Mısır'la Şam arasında bulunan "TÎH" çölüne vardılar. Orası ağaç ve gölgelik
bulunmayan bir çöldü. Sıckatan daralmca Mûsa
orada rabbine yalvardı. Allahü teâlâ da
onları bulutlarla gölgelendirdi. Yine Mûsa,
Allah'tan yiyecek istedi. Allah da onlara kudret helvası ve bıldırcın kuşu
gönderdi. Allah Mûsa'ya emretti ki
"İsrailoğullarına hibe ettiğim Ken'an topraklarına düşmandan haber getirmeleri
için her torundan bir adam gönder." Mûsa bu
torunların liderlerini gönderdi. Bu liderlerin isimleri Tevrat'ta zikredildiğine
göre şunlardır:
Rubil torunundan Şamun b. Rekum, Şem'un'dan Safat b. Harba, Yehuda'dan Kâlib b.
Yufenna, Kâz'dan Mihail b. Yusuf, Yusu'tan Yuşa b. Nun, Bünyamin'den Felat b.
Zennun, Ribalondan Kerabil, Minşa'dan Haddi b. Susa, Dan torunundan Harnlail b.
Hamel, Eşar'dan Sabur b. Melkili, Neftali'den Mahreb b. Veks, Yesahir'den Holaid
b. Minked. Mûsa bunları gönderirken
kendilerine "Güneş doğmadan önce yukarı çıkın, dağa tırmanın. Onların oturduktan
arazi ve vadide ne bulunduğunu gözetleyip bakın. Onlar kuvvetli mi yoksa zayıf
mı? Sayılan az mı çok mu? Oturdukları yer ağaçsız ve güneşli mi yoksa ağaçlık
mı? O topraklarda bulunan meyvelerden bize getirin." dedi.
Mûsa'nın istediği ilk meyve üzümdü.
Âyet-i kerime’de:
"Yemin olsun ki eğer namazı kılar zekatı verirseniz Peygamberlerimize iman edip
onlara yardım ederseniz ve Allah için güzel bir ödünç takdim ederseniz muhakkak
ki kötülüklerinizi örterim." buyurulmaktadır.
Âyetin bu bölümündeki hitap, kendilerinden ahit alman İsrailoğullarınadır.
Allahü teâlâ İsrailoğullarına burada
zikredilen emirleri yerine getirmeleri halinde düşmanlarına karşı onlara mutlaka
yardım edeceğini ve günahlarını affedeceğini bildirmiştir.
Rebi' b. Enes'e göre ise âyetin bu bölümünde
hitap İsrailoğullarından öncelikle on iki öndere yapılmıştır.
Allahü teâlâ bunlara zorbaların diyarına
gitmelerini emrederken âyette zikredilen emirleri yerine getirmeleri halinde
düşmanlarına arşı onlara yardım edeceğini ve günahlarını affedeceğini
belirtmiştir. Ancak âyetin bu bölümünde zikredilen emirleri yerine getiren
herkes Allah'a itaat etmiş olacağından Allah'ın yardımını kazanmış olur. Bu
itibarla burada hitabın İsrailoğullarının hepsine olmayıp sadece on iki öndere
olduğunu söylemek isabetli değildir.
Âyette geçen ve "Yardım edersiniz" diye tercüme edilen ifadesi
Mücahid ve Süddi
tarafından "Yardım etme" diye izah edilmiş
Abdurrahman b. Zeyd tarafından da "îtaat etme ve yardım etme" diye
tercüme edilmiş Ebû Ubeyde tarafından "Yardım etme, saygı gösterme, tazim etme
ve destekleme" olarak tefsir edilmiş ve Ferra tarafından ise "Haksızlıktan
alıkoyma" diye izah edilmiştir.
Taberi bu görüşlerden "Yardım etme"
mânâsı verilen görüşün tercihe şayan olduğunu söylemiş, buna delil olarak da
demiştir ki "Şu âyette hem saygı gösterme anlamına gelen kelimesi hem de
Kelimesinin kökünden türeye kelimesi zikredilmektedir. Bu da göstermektedir ki
kelimesinin mânası, saygı gösterme dışında baş.
O da "Yardım etmek'tir ka bir mânâ ifade etmektedir. O da "Yardım etmek'tir.
"Böylece ey insanlar siz de Allah ve Resulüne îman edesiniz. Allah'ın dinine
yardımda bulunasınız. Ona ta'zim edesiniz ve onu layık olmadığı şeylerden sabah
aksım tenzih edesiniz. Fetih seruse, 48/9
Verdikleri sözü bozdukları için onları lanetledik. Ve
kalblerini katılaştırdık. Onlar, kelimeleri yerlerinden kaldırıp değiştirdiler.
Uyarıldıkları şeylerden pay almayı unuttular. Ey Rasûlüm, pek azı müstesna
onlardan devamlı hainlik göreceksin. Onları affet ve aldırma. Muhakkak ki Allah,
iyilik yapanları sever.
Yahudilerin, Allah'a vermiş olduklan ahitlerini bozmuş olmaları sebebiyle biz
onları kovduk ve rahmetimizden uzaklaştırdık. Kalblerinden merhamet duygularını
çekip alarak katıl aştırdık. Artık öğütlerle yumuşamaz oldular. Bunlar,
rablerinin kelamı olan Tevratı tahrif ettiler, bozdular. Allah'ın indirmediği
şeyleri kendi elleriyle yazıp cahil insanlara "Bu, Allah katındandır." dediler.
Allah'ın emir ve hükümlerinden kendilerine hatırlatılan kısımlan bıraktılar.
Artık onlarla amel etmez oldular. Ey Rasûlüm, sen hâlâ bu Yahudilerin hıyanete
ve sözlerinde durmamaya devam ettiklerini görürsün. Bunlardan pek az*
müstesnadır. Sen bu Yahudileri affet, tuzaklarına aldırma. Şüphesiz ki Allah,
kusurluyu affederek iyilikte bulunanlan sever.
Allahü teâlâ bu
âyet-i kerime’de
Hazret-i Muhammed'e, Yahudileri tavsif
ederek beyan etmiştir ki: "Ey Rasûlüm, sana ve
sahabilerine el uzatarak isteyen, seninle kendileri arasında bulunan
ahdi bozan bu Yahudilere hayret etme. Zira bunları yapmak, onların, atalarından
süregelen bir âdetidir. Bu âdetlerden biri de şudur ki: "Bunlar, bağlı
kalacaklarını bildirdikleri ahitlerini bozarlar. Zira ben onlardan
Mûsa döneminde, bana itaat edeceklerine dair
söz almıştım. Ve içlerinden seçtikleri on iki önderi, zorba düşmanlarının
haberlerini öğrenmeleri için gözcü olarak göndermiştim. Ben onlara yardım
edeceğimi vaad etmiştim. Firavunun o kavmini helak ettikten sonra onların
yerlerini, yurtlarım ve mallarını, kendilerine miras olarak bırakacağımı
bildirmiştim. Bütün bu mucizeleri kendilerine göstermeme rağmen, bağlı
kalacaklarını bildirdikleri sözlerim bozdular. Ahitlerinden döndüler. Ben de bu
yüzden onları lanetime uğrattım. İsrailoğullarının ileri gelenlerinin,
kendilerine lütfettiğim bütün nimetlere rağmen, durumları bu iken artık onların
rezillerinin yaptıklarını garipseme.
Âyet-i kerime’de
geçen ve "Kanlaştırdık" diye tercüme edilen kelimesi,
bazılarına göre "Katı kalblilik" anlamında yorumlanmış, diğer bazıları
tarafından ise "Karışık ve bozuk kalblilik" diye izah edilmiştir.
Taberi, âyetin önceki ifadelerine daha uygun
olması hasebiyle
birinci görüşü tercih etmiştir.
Âyet-i kerime’de,
Yahudilerin, kelimeleri yerlerinden kaldırıp değiştirdikleri zikredilmektedir.
Bu ifadeden maksat, Allahü teâlânın,
Hazret-i Mûsa'ya gönderdiği Tevrat'ı
değiştirip yerine kendi elleriyle başka şeyleri yazmaları ve cahillerine de,
Allah'ın indirdiği Tevrat'ın, kendi yazdıktan olduğunu söylemeleridir. Evte,
Hazret-i Mûsa'dan sonra
Hazret-i Muhammed'e kadar devam eden
Yahudilerin sıfatları bu olmuştur.
Katade bu âyet-i
kerime’nin, Tevbe suresinin şu
âyetiyle neshedildiğini söylemektedir: "Kitap ehlinden, Allah'a ve âhiret gününe
iman etmeyenler, Allah'ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayanlar ve
hak din olan İslamı din edinmeyenlerle, boyun eğip kendi elleriyle cizye
verinceye kadar savaşın. Tevbe sûresi, 9/29
Taberi diyor ki: "Katade'nin
bu söyledikleri mümkün olmayan şey değildir. Ancak, "Neshetme"nin mânâsı,
kendinden önce bulunan hükme tamamen ters düşmüyorsa ve onları belli bir noktada
bağdaştırmak mümkünse, sonra gelenin öncekim neshettiğini söylemek, ancak
Allah'ın veya Resulünün bildirmesiyle mümkün olur.
Katade'nin zikrettiği Tevbe suresinin yirmi
dokuzuncu âyetinin hükmü bu âyette
Resûlüllah'a emredilen, Yahudileri
affetmesine ve onlara aldırış etmemesine tamamen ters düşmemektedir. Çünkü
Yahudiler zilleti kabul eder ve savaştan sonra cizye vermeye razı olurlarsa buna
rağmen onların yaptikîan herhangi bir ihaneti veya ahitlerini bozma
teşebbüslerini affetmek mümkündür. Yeter ki cizye vermeyerek savaşa girişmiş
olmasınlar ve kendileri için gerekli olan hükümlere karşı diretmiş olmasınlar."
Bu izahlar da gösteriyor ki, Tevbe suresinin yirmi
dokuzuncu âyetinin bu âyeti neshettiğine hüküm vermek vacib değildir.
Zira bunları bağdaştırmak mümkündür.
|