|
Ey Peygamber, senden fetva isterler. De ki: "Size,
usul ve füru bırakmadan ölen kimse hakkında Allah fetva verir. Eğer bir kimse
ölür ve onun çocuğu bulunmaz da sadece bir kızkardeşi bulunursa bıraktığı mira
sın yarısı onundur. Ölen, kızkardeş ise ve çocuğu da yoksa, erkek kardeşi
terekenin hepsini alır. Eğer kardeşler erkek ve kadın olmak üzere ikiden çok
iseler, bir erkeğin payı iki kadının payı kadardır. Allah size, sapıklığa
düşmemeniz için bunları açıklar. Allah, herşeyi çok iyi bilendir.
Bu âyet-i kerime,
Ölüp de geriye usul ve füru bırakmayan erkek veya kadının öz veya baba bir erkek
veya kızkardeşlerinin miras paylarını açıklamaktadır.
Eğer ölen erkek ise, çocuğu ve babası yoksa öz veya
baba bir kızkardeşi bulunursa kızkardeş mirasın yarısını alır. Diğer yarısı
ölenin asabesine aittir.
Ölen kadın ise, çocuğu ve babası yoksa, öz veya baba
bir erkek kardeşi bulunursa erkek kardeş mirasın tamamını alır. Mirasçılar iki
öz veya baba bir kizkardeşler ise ölenin de çocuğu ve babası yoksa mirasın üçte
ikisini aralarında paylaşırlar. Üçte biri ise asabeye aittir. Şâyet mirasçılar
ve babası öz veya baba bir erkek veya kızkardeşler ise ve ölenin de çocuğu ve
babası yoksa mirası aralarında erkeklere iki kızlara bir pay olmak üzere
bölüşürler.
Cabir b. Abdullah
bu âyet-i kerime’nin,
kendisi hakkında nazil olduğunu söylemiş ve şunları anlatmıştır: Ben
hastalanmıştım. Resûlüllah
ile Ebubekir yürüyerek gelip beni ziyaret etmek istemişler. Beni baygın bir
halde bulmuşlar. Resûlüllah
abdest almış sonra o abdest suyundan artanı bana serpmiş. Bunun üzerine ben
ayıldım. Ve dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, malımı ne yapayım?" (Cabir'in dokuz
kızkardeşi vardı. Babası ve çocuğu yoktu)
Resûlüllah
bana bir cevap vermedi. Nihâyet miras âyeti indi. Yani bu âyet indi."
Bkz. Buhari, K. el-Vudu' bab: 44
Bera b. Âzib bu
âyet-i kerime’nin Kur'an'ın en son inen
âyeti olduğunu Söylemiştir. Bkz. Buhari, K.
Tefsir el-Kur'an, Sûre 4, bab: 27
Âyette zikredilen: "Kelale" kelimesinden hangi
mânânın kastedildiği hususunda bu surenin on
ikinci âyetin izahında çeşitli görüşlerle
birlikte zikredilmiştir. Taberi,
"Kelale"den maksadın çocuk ve babanın dışındaki mirasçılar olduğunu söyleyen
görüşü tercih etmiştir.
Hazret-i Ebubekir'in bir hutbesinde, ölen kişinin
mirasçılarının kimler oldukları hususunda şunları söylediği rivâyet
edilmektedir. "Dikkat edin, Allahü teâlâ
Nisa suresinin baş tarafında mirasçıların paylarını izah eden ilk âyeti (onbirinci
âyeti) çocuklar ve ana baba hakkında indirmiştir.
İkinci âyeti (on
ikinci âyeti)
karı koca ve anne bir kardeşler hakkında indirmiştir. Nisa suresinin son âyetini
ise anne baba bir erkek ve kızkardeşler hakkında indirmiştir. Enfal suresinin şu
son âyetini ise ölenin asabesi (ölenin baba tarafından olan akrabalan) hakkında
indirmiştir. "Akraba olanlar Allah'ın kitabına göre birbirlerine daha
layıktırlar."
Enfal sûresi, 8/75
Müfessirler
bu âyetin nerede indiği hususunda iki görüş zikretmişlerdir. Daha önce de
zikredildiği gibi Cabir b. Abdullah'a
göre bu âyet Medine'de Cabir'in hastalığı sırasında nazil olmuştur.
Muhammed b.
Sîrîn'den nakledilen diğer bir görüşe göre bu
âyet-i kerime
Resûlüllah'in
ve sahabilerin
yapmış oldukları bir yolculuk sırasında nazil olmuştur. Önde
Resûlüllah,
arkasında Huzeyfetül Yeman onun arkasında da
Ömer b. el-Hattab
yürüyorlardı. Bu âyet Resûlüllah'a
inince onu Huzeyfe'ye okudu. Huzeyfe de arkasında bulunan
Ömer b. el-Hattab'a
okudu. Ömer Halife olunca Huzeyfe'nin bu âyetin tefsirini bileceği ümidiyle ona
sordu. Huzeyfe de Ömer'e şu cevabı verdi: "Vallahi eğer sen o gün sana
anlatmadığım bir şeyi bugün emirliğinden dolayı sana anlatacağımı zannediyorsan
sen âciz birisin." Ömer de: "Allah hayınm vesin. Ben bunu kast etmedim." dedi.
Hazret-i Ömer'in
bu âyeti anlamakta çok zorlandığı ve bu hususus Resul Ulah'tan tekrar tekrar
sorduğu Rivâyet edilmektedir.
Mürre el-Hemedani,
Ömer b. el-Hattab'ın
şunları söylediğini rivâyet etmiştir. "Üç şey vardır ki
Resûlüllah'ın
bunları bize açıklaması bizim için dünya dan ve dünyada bulunanlardan daha
sevimlidir, kıymetlidir." Bunlar, "Kelale" "Hilafet" ve "Faiz" meselesidir."
Daha önce zikredildiği gibi Hazret-i Ebubekir
"Kelale"den maksadın, ölenin çocuk ve babası dışındaki mirasçıları olduğunu
söylemiştir.
Hazret-i Ömer'den
ise bu kelime hakkında iki görüş zikredilmiştir.
Birincisi
bu surenin on ikinci
âyetinde zikredildiği gibi "Kelale"den maksadın çocuğu ve babası bulunmayarak
ölen kişidir. İkincisi
ise babası bulunmayarak ölendir. Ölümünden önce bu görüşünü zikrettiği rivâyet
edilmiştir.
Maide sûresi, yüz yirmi âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur.
Bu sûre-i celile, akitlerin yerine getirilmesini, çeşitli hayvanların bize helal
kılındığını, Kabe'ye yönelenlere ve kurbanlıklara saygısızlık edilmemesini,
iyilikte ve takvada yardımlaşılmasını, günah işlemekte ve düşmanlıkta
yardımlaşilmamasını beyan ederek ve hangi hayvanların etlerinin yeneceğini,
hangilerinin yenmeyeceğini açıklayarak başlıyor.
Sûre-i celilede devamla, abdesti nasıl alacağımız tarif ediliyor. Allah'ın
bizden aldığı ahde sadık kalmamız, adaleli ayakta tutmamız emrediliyor ve böyle
yapanlar için mağfiret ve büyük bir mükâfaat olduğu haber veriliyor.
Bundan sonra, Allahü teâlânın,
İsrailoğullarından söz aldığı fakat onların, verdikleri sözde durmayarak lanete
uğradıkları, aynı şekilde Hristiyanların da söz verdiği fakat onların da
ahitlerinde durmadıkları ve Hazret-i İsa'yı Allah kabul ederek kâfir oldukları
beyan ediliyor.
Sûre-i celilede bundan sonra, Hazret-i Âdem'in iki oğlu, Habil ve Kabil'in
kıssaları anlatılıyor. Hırsızlık yapan kişinin, ceza olarak elinin kesileceği
beyan ediliyor. Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenlerin, kâfirler,
zalimler ve fasıklar oldukları beyan ediliyor.
Daha sonra gelen âyetlerde, Yahudi ve Hristiyanlan dost edinmememiz emrediliyor
ve kim dininden dönerse onların yerine, Allah'ı seven Allah'ın da kendilerini
sevdiği insanların bu dine sahip çıkacakları, mü’minlerin gerçek dostahmin ise
ancak yine mü’minler oldukları haber veriliyor.
Sûre-i celilede bundan sonra, Yahudi ve Hristiyanlara kitap verilerek gerçeğin
anlatıldığı fakat onların buna rağmen hak yoldan saptıkları, İslamın getirdiği
tevhid inancını bırakarak sapıklıkta ileri gittikleri ve bu sebeple de
lanetlendikleri beyan ediliyor.
Sûre-i celilede devamla, içkinin, kumarın, putların ve fal oklarının birer
pislik oldukları ve bunların kesinlikle haram oldukları beyan ediliyor.
Hac sırasında ihramlı iken, ihramlı kişiye nelerin yasak olduğu beyan ediliyor
ve kendisine ölüm belirtileri gelen kişinin vasiyette bulunması, vasiyetine de
iki âdil kişiyi şahit tutması, şahit tutulan kişilerin de gerektiğinde
doğrulukla şahitlik yapmaları emrediliyor.
Sûre-i Celilenin sonunda Hazret-i İsa'ya verilen bir mucizeden bahsediliyor.
Gökten kendisine yemeklerle donatılmış sofraların indirildiği haber veriliyor.
Sûre-i Celile de ismini, muhtemelen bu sofradan yani Maide'den alıyor.
İnsan hayatım ilgilendiren çok önemli emir, tavsiye ve hükümleri içeren bu
mübarek Sûre, "Göklerin ve yerin, ikisinde bulunanların mülkü Allah'a aittir. O,
herşeye kadirdir." âyetiyle sona eriyor.
Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.
Ey iman edenler, sözleşmeleri yerine getirin. İhramlı
iken avlanmayı helal saymamanız şartıyla çeşitli avlar size helal kılındı. Ancak
haram oldukları size okunanlar müstesna. Şüphesiz ki Allah, dilediği hükmü
verir.
Ey iman edenler, Rabbinizin size dini hükümlerle gönderdiği yükümlülükleri ve
insanlarla yapmış olduğunuz alış-veriş ve benzeri sözleşmeleri yerine getirin.
Sizlere, deve, sığır ve davar gibi hayvanların etleri helal kılındı. Ancak
Allah'ın size, haram olduğunu bildirdiği leş, boğularak ölen, dövülerek ölen ve
Allah'tan başkası adına kesilen ve benzeri hayvanlar müstesna.
Hac sırasında ihramlı iken avlanmayı helal saymayın. Şüphesiz ki Allah,
yarattıkları hakkında, helal, haram ve farz gibi dilediği hükümleri gönderir.
Müfessirler,
âyet-i kerime’de geçen ve
"Sözleşme" diye tercüme edilen ifadesinden hangi sözleşmenin veya ahit vermenin
kasdedildiği hususunda farklı görüşler zikretmişledir.
a- Katade'ye göre,
Allahü teâlânın bu âyette yerine
getirilmesini emrettiği akitten maksat, İslam gelmeden önce, cahiliye döneminde
insanların, birbirlerine yardım edeceklerine, birbirlerini destekleyeceklerine,
saldın ve haksızlıklara karşı birbirlerine arka çıkacaklarına dair yapmış
olduktan akillerdir.
Katade bu hususta diyor ki: "Resûlüllah'ın:
"Cahiliye akitlerini yerine getirin. Fakat İslamda bu tür akitler icadetmiyen."
Bkz. Müslim, K. Fadail es-Sahabe, b. 206, Hadis no:
2530 buyurduğu bize nakledilmiştir. Yina bize nakledilmiştir ki: Fırat b.
Hayyan, Resûlüllah'tan cahiliye
antlaşmalarının hükmünü sormuş Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) de ona: "Belki de
sen, Lahm ve Teymullah kabilelerinin antlaşmalarım soruyorsun." demiş. Fırat da:
"Evet Ya Resûlallah." diye cevap vermiş
Resûlüllah da: "İslam bu antlaşmaların ancak kuvvetini artırmıştır."
buyurmuştur.
b- Abdullah b. Abbas ve
Mücahid'den nakledilen diğer bir görüşe göre
bu âyette zikredilen "Ahit"ten maksat, Allahü teâlânın,
kullarından, iman etmelerine, helal kıldığını helal, haram kıldığını haram kabul
etmelerine, emirlerini tutup yasaklarından kaçınacaklarına dair aldığı sözdür.
Bu hususta Abdullah b. Abbas'ın şunları
söylediği rivâyet edilmektedir: "Ey iman edenler, sözleşmeleri yerine getirin."
ifadesinden maksat, Allah'ın Kur'an'da helal, haram ve faz kıldığı ve sınırlar
koyduğu hususlarda Allah'a verdiğiniz sözü yerine getirin, ahdinizi bozmayın,
ihanet etmeyin." demektir. Allahü teâlâ,
verdikleri sözü bozanlar hakkında sert hükümler koyarak şöyle buyurmuştur:
"Kesin söz verdikten sonra Allah'ın ahdini bozanlara, Allah'ın, gözetilmesini
emrettiği şeylere riâyet etmeyenlere, bozgunculuk çıkaranlara, işte onlara lanet
vardır. Âhiretin kötülüğü de bunlaradır." Ra'd sûresi,
13/25
c- Abdullah b. Abide, Muhammed
b. Ka'b el-Kurezi ve İbn-i Zeyd'e göre ise bu
âyette zikredilen akitlerden maksat, insanların kendi aralarında yaptıkları
akitlerdir. Kişi bu gibi akitleri yaparak kendisini bir takım yükümlülükler
altına sokmuş olur. Bu akitler de Nikah akdi, alış veriş, antlaşma, yeminleşme,
ortaklık kurma ve benzeri akitlerdir.
d- İbn-i Cüreyc ve
Muhammed b. Müslim'den nakledilen başka
bir görüşe göre Allahü teâlânın bu âyette,
yerine getirilmesini emrettiği akitlerden maksat, kendisinin, ehl-i kitaptan,
gönderdiği Tevrat ve İncil'in hükümleriyle amel edeceklerine dair aldığı
ahittir. Bu kitaplardaki hükümlerden bazıları da
Hazret-i Muhammed'i ve onun, Allah katından getirdiklerini tasdik
etmektedir. Bu hususta Muhammed b.
Müslim diyor ki: "Ben, Resûlüllah'in,
Necran'a gönderirken Amr b. Hazm'e yazıp verdiği mektubu okudum. Mektup Ebubekir
b. Hazm'in yanındaydı. Mektubun içinde şunlar yazılıydı: "Bu, Allah ve Resulü
tarafından bir açıklamadır. Ey iman edenler, sözleşmeleri yerine getirin..."
Mektupta bu âyet ve bundan sonra gelen ikinci,
üçüncü ve dördüncü
âyet de yazılıydı.
Taberi diyor ki: "Bu görüşlerden tercihe
şayan olanı, Abdulah b. Abbas'tan nakledilen ikinci
görüştür. Bu da: "Âyette zikredilen sözleşmeden maksat, Allah'ın, kullarından,
emir ve yasaklarına riâyet edeceklerine, helal ve haramlarına uyacaklarına dair
almış olduğu ahit ve sözdür." diyen görüştür.
Taberi diyor ki: "Bu görüşü tercih
etmemizin sebebi, Allahü teâlânın, yerine
getirilmesini emrettiği bu akitleri zikretmesinden sonra, kullan için bir kısım
helal ve haramları farz ve vacipleri zikretmesidir. Bu emir ve yasaklardan
anlaşılmaktadır ki, bunlardan önce zikredilen akitler de bu emirler ve
yasaklarla ilgili olan akillerdir.
Âyet-i kerime’de
geçen ve "Çeşitli hayvanlar, size helal kılındı." şeklinde tercüme edilen
ifadesindeki kelimesinden hangi cins hayvanların kastedildiği huusunda
müfessirter çeşitli görüşler zikretmişlerdir.
a- Hasan-ı Basri,
Katade, Süddi,
Rebi' b. Enes ve
Dehhak'a göre buradaki ifadesinden maksat, diye adlandırılan, deve, sığır
ve koyunun, büyük küçük her çeşididir.
b- Abdullah b. Ömer ve
Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir
görüşe göre bu âyette zikredilen ifadesinden maksat, deve, sığır ve koyunların,
kesildikten sonra karınlarından çıkan yavrularıdır. Bu görüşte olanlara göre
Allahü teâlâ, bu yavruların etlerinin de
yenileceğini beyan et-meştir.
Bu hususta, Atiyye el-Avfı diyor ki: "Abdullah b.
Ömer dedi ki: "Deve, sığır ve koyunun kamında bulunan yavrulardır." Ben
de dedim ki: "Yavru annesinin karnından ölü olarak çıkacak olursa onu yiyeyim
mi?" O da dedi ki: "Evet."
Kabus'un babası diyor ki: "Bir inek kesildi. Karnından bir yavru çıktı.
Abdullah b. Abbas bu yavrunun kuyruğundan
tuttu ve dedi ki: "İşte sizin için helal kılınan Behimetül en'am budur."
Taberi diyor ki: "Bu görüşlerden daha
evla olanı,
birinci görüştür. Yani, Behimetül en'am
ifadesinden maksat, deve, sığır ve koyunun, büyükleri, küçükleri ve
yavrularıdır. Zira Araplar, zikredilen bu hayvanların büyük, küçük hepsini
"Benime" diye adlandırmışlardır. Âyet-i kerime’de
umumi bir şekilde zikredildiğine göre bu kelimeden sadece yavruların
kastedildiğini söylemek, tahsis edici bir delil bulunmadan tahsis yapmak olur ki
bu da isabetli değildir.
Taberi sözlerine devamla diyor ki:
"kelimesi, kelimesinin çoğuludur. Araplar bu kelimeyi, hayvanlardan özellikle,
deve, sığır ve koyun için kullanırlar. Nitekim şu
âyet-i kerimelerde önce: "Allah sizin için en'amı (hayvanları)
yarattı. Onlarda sizi ısıtacak şeyler ve pek çok faydalar vardır. Onların
etlerinden de yersiniz." Nahl sûresi, 16/5
buyurulduktan sonra, "Allah, binmeniz ve süs hayvanı edinmeniz için atlan,
katırları ve merkepleri yarattı." Nahl sûresi, 16/8
buyurulmuştur. Böylece en'am türü hayvanların ayrı bir tür olduğu beyan
edilmiştir.
Âyet-i kerime’de
geçen ve "Ancak haram oldukları size okunanlar müstesna." şeklinde tercüme
edilen ifadesi miifessirler tarafından iki şekilde izah edilmiştir.
a- Mücahid,
Katade, Süddi
ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir
görüşe göre âyetin bu bölümünde, helal kılınan hayvanlardan istisna edilen
şeylerden maksat, bundan sonra gelen âyette zikredilen, kan, leş, domuz eti,
Allah'tan başka birinin adı zikredilerek kesilen hayvan ve kesilmeksizin diğer
Çeşitli şekillerde ölen hayvanlardır.
b- Abdullah b. Abbas ve
Dehhak'tan nakledilen
ikinci bir görüşe göre ise âyetin bu bölümüyle,
helal kılman hayvanlardan istisna edilen şeylerden maksat, domuzdur.
Taberi bu görüşlerden
birinci görüşün daha evla olduğunu zira bundan
sonra gelen âyetin, bu âyette istisna edilenleri açıklar mahiyette olduğunu
zikretmiştir.
Âyet-i kerime’de
geçen ve: "İhramlı iken avlanmayı helal saymamanız şartıyla." şeklinde tercüme
edilen ifadesi, dilbilgisi kurallarına göre farklı şekillerde izah edildiğinden
bu ifadeye çeşitli şekillerde mânâ verilmiştir.
a- Bazlarına göre bu ifade ile birlikte âyetin baş tarafının mânâsı
şöyledir: "Ey iman edenler, ihramlı iken avlanmayı helal saymayarak yaptığınız
akitleri yerine getirin."
b- Diğer bir kısım âlimlere göre
ise mânâ şöyledir: "Ey iman edenler, akillerinizi yerine getirin. İhramlı iken
kendilerini avlamayı helal görmemeniz şartıyla, geyik, yabani sığır ve yabani
eşekler sizin için helal kılındı."
c- Diğer bir kısım âlimlere göre
âyetin bu bölümünün mânâsı şöyledir: "Ey iman edenler, sözleşmeleri yerine
getirin. Sizin için en'am türünden olan hayvanların her çeşidi helal
kılınmıştır. Ancak bu türlerin vahşi oldukları açıklananları müstesnadır.
İhramlı iken bunları avlamanız helal değildir."
Bu izaha göre âyet-i kerime, deve, sığır
ve koyunun evcillerinin, ihramlı olana da olmayana da helal olduklarını, buna
mukabil bunların yabani olanlarının ise ihramlı iken avlanmalarının yasak
olduğunu beyan etmiştir.
Taberi bu görüşlerden
birinci görüşün tercihe şayan olduğunu, zira
âyetin metninin bu görüşe daha müsait olduğunu beyan etmiştir.
Âyet-i kerime’nin
sonunda "Şüphesiz ki Allah, dilediği hükmü verir." buyurulmaktadır. Bundan
maksat şudur: "'Allah, yaratıkları hakkında dilediği hükmü koyar. Onlara
dilediği şeyi helal, dilediği şeyi haram kılar. Dilediği şeyi gerekli kılar,
dilediği şeyi yasaklar. O halde ey mü’minler, Allah'ın, sizden aldığı, helal ve
haramlarına, emir ve yasaklarına uyacağınıza dair ahdinizi yerine getirin ve onu
bozmayın."
Ey iman edenler, Allah'ın nişanelerine, mukaddes olan
haram ay'a, hediye edilen kurbanlığa (kurbanlık hediyelere takılan)
gerdanlıklara ve rablerinden lütuf ve rıza talep ederek Kabe'ye yönelenlere
sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Sizi
Mescid-i Haram'dân men etliği için, bir kavme olan kininiz sakın sizi, onlara
karşı tecavüze sevketmesin, İyilikte ve takvada yardımlasın. Günah işleme ve
düşmanlık yapmakta yardımlaşmayın. Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah, azabı
çok şiddetli olandır.
Ey îman edenler, Allah'ın haram kıldığı şeyleri helal, saymayın, farzlarını
ihlal etmeyin. Haram aylarında düşmanlarınızla savaşarak o ayların kutsallığını
ihlal etmeyin. Allah'a yakın olmak için ve onun sevabını ümid ederek Kabe'ye
hediye edilen kurbanlara ve boyunlarına takılan nişanlara saygısızlık etmeyin.
Beytül Haram'a yönelen ve orada ticaret yaparak rablerinin lütfundan istifade
etmek isteyenlre de saygı gösterin. Onlara dokunmayın. İhramdan çıktıktan sonra
avlanmanızda mahzur yoktur. Sizi daha önce Mescid-i Haram'dan men ettikleri için
kendilerine karşı düşmanlık beslediğiniz insanlara karşı olan düşmanlığınız,
sizi, onlara saldırmaya sevketmesin. iyilikte ve takvada yardımlasın. Günah
işlemede ve Allah'ın haram kıldığı saldırganlık ve düşmanlıkta yardımlaşmayın.
Allah'ın emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak ondan korkun. Şüphesiz ki
Allah, kendisine karşı geleni cezalandırması pek şiddetli olandır. Çünkü
cehennemin ateşi sönmez ve alevi tükenmez.
Âyetin mealinde "Nişaneler" diye tercüme edilen "Şeair" kelimesinin neyi ifade
ettiği hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür.
a- Bazıları bunun mânâsının: "Allah'ın haram kılmış olduğu şeyler ve
koymuş olduğu sınırlar." olduğunu söylemiş ve âyeti: "Allah'ın haramlarını helal
saymayın, koyduğu sınırları aşmayın." şeklinde tefsir etmişlerdir.
Ata b. Ebi Rebah bu görüştedir.
Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.
b- Bazıları da bunun, Mekke'deki Harem hudutlarını ifade ettiğini
söylemişler ve âyetin mânâsının: "Harem hudutlarına saygısızlık göstermeyin."
anlamına geldiğini ifade etmişlerdir. Süddi
bu görüştedir.
c- Diğer bir kısım âlimler ise
bunun mânâsının: "Hac ibadetlerindeki sınırlar." olduğunu, buna göre de âyetin
mânâsının: "Hac ibadetlerini ihlal etmeyin." demek olduğunu söylemişlerdir. Bu
görüş, Abdullah b. Abbas ve
Mücahid'den nakledilmiştir.
d-
Başka bir kısım âlimler de bunun
mânâsının, "İhram yasakları" olduğunu söylemişlerdir. Buna göre âyetin
mânâsının: "İhramlı iken Allah'ın size haram kıldığı şeyleri helal saymayın."
demek olduğunu izah etmişlerdir. Bu görüş de
Abdullah b. Abbas'tan rivâyet edilmiştir.
Âyet-i kerime’de,
haram olan ay'a saygısızlık edilmemesi, kutsallığının korunması emredilmektedir.
Bu da o ayda savaşmamakla gerçekleşmiş olur. Nitekim bu hususta bir âyette: "Ey
Rasûlüm, sana, mukaddes olan haram ayda savaş etmekten soruyorlar. De ki: "O
ayda savaşmak büyük günahtır. Fakat Allah yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek,
insanları Mesdi-i Haramdan men etmek ve oranın halkını yerinden çıkarmak, Allah
katında daha büyük bir günahtır. Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha büyük bir
suçtur. Kâfirlerin gücü yetse sizi dininizden döndürünceye kadar durmadan
sizinle savaşırlar. Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse işte
onların, dünya ve âhirette amelleri boşa gitmiştir, İşte cehennemlikler
onlardır. Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır."
Bakara sûresi, 2/217 buyurulmaktadır. İzahını yaptığımız bu âyette sözü
edilen haram aydan maksat ise Mudar kabilesinin, kendisine savaşmayı haram
saydığı Receb ayıdır. İkrime bu ayın, Zilkade
ayı olduğunu söylemiştir. Taberi
birinci görüşü tercih etmiştir.
Şu hadis-i şerifte ise haram ayların
hangi ayların olduğu şöyle izah edilmiştir:
"Zaman, Allah'ın, gökleri ve yeri yarattığı gündeki şekliyle dönmeye devam
etmektedir. Bir yıl on iki aydır. Bu aylardan dördü haram aylandır. Üçü peşpeşe
gelen, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem'dir. Biri de Cemaziyelâhir ile Şaban ayı
arasındaki Receb-i Mudar (Receb) ayıdır. Buhari, K.
Tefsir el-Kur'an Sûre 9, b. 8/Müslim, K. el-Kasame b. 29, Hadis No: 1679
Haram olan bu aylarda savaşmanın yasak olması hükmünün kaldırılıp kaldırılmadığı
hakkında müfessirlir ihtilaf etmişlerdir. Çoğunluğun görüşüne göre bu yasak
kaldırılmıştır. Artık bu aylarda savaşmak serbesttir. Diğer bir görüşe göre ise
bu yasak devam etmektedir. Bu aylarda savaşa başlamak haramdır.
Âyet-i kerime’de,
hediye edilen kurbanlığa ve gerdanlıklara saygısızlık yapılması
yasaklanmaktadır. Burada zikredilen "Hediye kurbanlıklar" dan maksat, Allah'a
yakın olma ve sevabını kazanma maksadıyla Kabe'ye hediye edilen deve, sığır ve
koyun gibi kurbanlık hayvanlardır. Allahü teâlâ
bu gibi kurbanlıkların, kesilme yerlerine gitmelerine engel olmayı ve bunları
götürenlere dokunmayı yasaklamıştır.
Abdullah b. Abbas, Beytullah'a hediye edilen
kurbanlıklara, gerdanlık şeklinde nişane takılmadan önce onlara "Hediye"
denildiğini zikretmiştir.
Âyetin bu bölümünde zikredilen gerdanlıklardan neyin kastedildiği hususunda
çeşitli görüşler zikredilmiştir.
a- Abdullah b. Abbas'tan nakledilen
bir görüşe göre buradaki "Gerdanlıklar" dan maksat, boyunlarına gerdanlık
şeklinde nişane takılan kurbanlıklardır. Zira kurbanlıklara bu tür nişaneler
takıldıktan sonra bu isim verilir.
b- Katade'ye göre burada zikredilen
gerdanlıklardan maksat, müşriklerin evlerinden çıkıp Mekke'ye yönelirken, ağaç
kabuklarından yapıp boyunlarına taktıkları, dönerken de kıldan yapıp yine
boyunlarına taktıkları gerdanlıklardır. Cahiliye döneminde bu tür gerdanlıktan
takan kişiler, kendilerini güven içinde hissederlerdi ve bunlara kimse
dokunmazdı.
c- Ata,
Mücahid, Süddi ve
İbn-i Zeyd'den nakledilen diğer bir görüşe
göre burada zikredilen gerdanlıklardan maksat, harem bölgesinden çıkmak
isteyenlerin, oranın ağaçlarının kabuklarından yaparak boyunlarına taktıkları
gerdanlıklardır. Bu gibi gerdanlıklan takan insanlara, diğer kabileler
dokunmazlardı. Âyette bu gibi insanlara dokunulmaması emredilmektedir.
d- Ata ve
Rebi' b. Enes'ten nakledilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen
gerdanlıklardan maksat, Mekke'de bulunan ağaçların kabuklarından yapılan
gerdanlıklardır. Müşrikler cahiliye döneminde bu gibi gerdanlıklan takarlardı.
Allahü teâlâ bu âyette mü’minlere,
Mekke'nin ağaçlarından kabuklar soyarak böyle gerdanlıklar yapmalarını
yasaklamıştır.
Taberi'ye göre burada zikredilen
gerdanlıklardan maksat, Kabe'ye sunulmak üzere kurban edilmek istenen
hayvanların boyunlarına ve Hacca giderken insanların boyunlarına takılan
gerdanlıkların hepsidir. Allahü teâlâ
âyette bu tür gerdanlıkları takanlara dokunulmamasmı emretmiştir.
Âyet-i kerime’de,
Beytullahil Haram'ı Hacc etmek maksadıyla gelen insanlara dokunulmaması
emredilmektedir.
Süddi, İkrime
ve İbn-i Cüreyc bu
âyet-i kerime’nin,
Hutam b. Hind el-Bekri isimli bir kişi hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.
Bu kişi, atını Medine'nin dışında bırakarak yalnız basma
Resûlüllah'ın yanına varmış
Resûlüllah da onu İslama davet etmiştir.
Bunun üzerine Hutam, "Bana süre tanıyın. Benim, kendileriyle isitşare edeceğim
kimseler var. Belki de müslüman olurum." demiş ve
Resûlüllah'ın yanından ayrılmıştır. Bunun
üzerine Resûlüllah: "Bu, içeriye kâfir
bir yüzle girdi. Dışarıya hain bir ökçe ile çıktı." buyurdu. Hutam, Medine'nin
sürülerinin birinin yanından geçerken onları sürüp memleketine götürdü.
Arkasından giden sahabiler onu
yakalayamadılar. Ertesi yıl Hutam, gerdanlıklar takarak ve kurbanlıklar alarak
Hac yoluna çıktı. Resûlüllah, bir
kısım adamlarını göndererek onun kervanına el koymak istemişti. İşte bunun
üzerine bu âyet nazil oldu. Hac yapmak maksadıyla yola çıkanlara dokunulmamasını
emretti.
Taberi diyor ki: "Müfessirler
bu âyette yasaklanan hususlarda nesh bulunduğu hakkında ittifak etmişler ancak
bu neshin hangi yasaklar hakkında olduğunda farklı görüşler zikretmişlerdir.
a- Âmir eş-Şa'bi,
Mücahid, Katade,
Dehhak, Habib b. Ebi Sabit ve
İbn-i Zeyd'e göre bu âyette dokunulması
yasaklanan herşeye dokunmak hususu neshedilmiştir. Bu sebeple haram ayında
savaşmak, Beytullaha götürülmekte olan kurbanlıklara gerdanlık takmış kişi ve
hayvanlara gerektiğinde engel olmak ve yine Hacc etmek için Beytullaha gelen
müslüman olmayan kişilere mani olmak caizdir. Çünkü
Allahü teâlâ, bütün müşriklere karşı cihad edilmesini ve bulundukları
yerde öldürülmelerini emretmiş ve buyurmuştur ki: "Müşrikleri nerede bulursanız
öldürün... Tevbe sûresi, 9/5 Müşrikler sizinle
nasıl topluca savaşıyorlarsa siz de onlarla topluca savaşın.
Tevbe sûresi 9/36
b- Katade,
Süddi ve Abdullah b. Abbas'a göre ise
bu âyetin, "Allah'ın nişanelerine saygısızlık etmeyin." ifadesi dışındaki
kısımları neshedilmiştir. Zira; Allahü teâlâ,
"Müşrikler kendilerinin kâfirliğine şahitlik ederken Allah'ın mescitlerini imar
edemezler." Tevbe sûresi 9/17 Müşrikler ancak
necistirler. Bu yıllarından sonra, Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar.
Tevbe sûresi 9/28 buyurmuştur. Böylece Mescid-i
Haram'a, Hac yapmak maksadıyla da olsa müşriklerin gelmesini yasaklamıştır.
Diğer yandan müşriklerin karılarının helal olduğunu beyan ederek "Müşrikleri
bulduğunuz yerde öldürün." buyurmuştur. İşte zikredilen bu âyetler, açıklanmakta
olan âyetteki yasaklamaları neshetmiştir.
Mücahid'den nakledilen diğer bir görüşe göre
bu âyetin sadece gerdanlıklara dokunmayı yasaklayan bölümü neshedilmiştir. Buna
göre ağaçların kabuklanıldım yapılan gerdanlıklar artık yapılmayacaktır. Çünkü
âyetin bu bölümü neshedilmiştir.
Taberi, bu görüşlerden
ikinci görüşün tercihe şayan olduğunu
söylemiştir. Zira müşriklere karşı haram aylarında savaşmanın caiz olduğu, keza
müşrikler boyunlarına veya kollarına ağaç kabuklarından gerdanlıklar taksalar
dahi onlarla savaşabileceği hususunda âlimlerin görüş birliği vardır. Mescid-i
Haram'ı Hacc etmek için gelenlerin müşrik olanlarına karşı savaşılacağının caiz
olması ise "Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün."
âyet-i kerimesiyle beyan edilmiştir. Böylece bu âyet-i kertmenin
"Allah'ın nişanelerine dokunmayın." bölümünün dışındaki diğer kısımların neshedi
kliği anlaşılmıştır.
Âyet-i kerime’de,
Kabe'ye yönelenlerin, rablerinden lütuf ve rıza istedikleri beyan edilmektedir.
Burada istenen lütuftan maksat, Hacda yapılan ticaretten elde edilecek kârdır.
Abdullah b. ömer, âyetin bu bölümünü delil göstererek Hacda ticaret yapılmasının
mahzurlu olmadığını söylemiştir.
Âyette, talep edildiği zikredilen rızada maksat ise, müşriklerin Hac yaparak
Allah'ı razı etmeleri ve böylece dünyada cezalandırılmaktan kurtulmalarını
istemeleridir.
|