Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

105

 

005 - MÂİDE SÛRESİ

 

CÜZ :

6

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

176

Ey Peygamber, senden fetva isterler. De ki: "Size, usul ve füru bırakmadan ölen kimse hakkında Allah fetva verir. Eğer bir kimse ölür ve onun çocuğu bulunmaz da sadece bir kızkardeşi bulunursa bıraktığı mira sın yarısı onundur. Ölen, kızkardeş ise ve çocuğu da yoksa, erkek kardeşi terekenin hepsini alır. Eğer kardeşler erkek ve kadın olmak üzere ikiden çok iseler, bir erkeğin payı iki kadının payı kadardır. Allah size, sapıklığa düşmemeniz için bunları açıklar. Allah, herşeyi çok iyi bilendir.

Bu âyet-i kerime, Ölüp de geriye usul ve füru bırakmayan erkek veya kadının öz veya baba bir erkek veya kızkardeşlerinin miras paylarını açıklamaktadır.

Eğer ölen erkek ise, çocuğu ve babası yoksa öz veya baba bir kızkardeşi bulunursa kızkardeş mirasın yarısını alır. Diğer yarısı ölenin asabesine aittir.

Ölen kadın ise, çocuğu ve babası yoksa, öz veya baba bir erkek kardeşi bulunursa erkek kardeş mirasın tamamını alır. Mirasçılar iki öz veya baba bir kizkardeşler ise ölenin de çocuğu ve babası yoksa mirasın üçte ikisini aralarında paylaşırlar. Üçte biri ise asabeye aittir. Şâyet mirasçılar ve babası öz veya baba bir erkek veya kızkardeşler ise ve ölenin de çocuğu ve babası yoksa mirası aralarında erkeklere iki kızlara bir pay olmak üzere bölüşürler.

Cabir b. Abdullah bu âyet-i kerime’nin, kendisi hakkında nazil olduğunu söylemiş ve şunları anlatmıştır: Ben hastalanmıştım. Resûlüllah ile Ebubekir yürüyerek gelip beni ziyaret etmek istemişler. Beni baygın bir halde bulmuşlar. Resûlüllah abdest almış sonra o abdest suyundan artanı bana serpmiş. Bunun üzerine ben ayıldım. Ve dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, malımı ne yapayım?" (Cabir'in dokuz kızkardeşi vardı. Babası ve çocuğu yoktu) Resûlüllah bana bir cevap vermedi. Nihâyet miras âyeti indi. Yani bu âyet indi." Bkz. Buhari, K. el-Vudu' bab: 44

Bera b. Âzib bu âyet-i kerime’nin Kur'an'ın en son inen âyeti olduğunu Söylemiştir. Bkz. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an, Sûre 4, bab: 27

Âyette zikredilen: "Kelale" kelimesinden hangi mânânın kastedildiği hususunda bu surenin on ikinci âyetin izahında çeşitli görüşlerle birlikte zikredilmiştir. Taberi, "Kelale"den maksadın çocuk ve babanın dışındaki mirasçılar olduğunu söyleyen görüşü tercih etmiştir.

Hazret-i Ebubekir'in bir hutbesinde, ölen kişinin mirasçılarının kimler oldukları hususunda şunları söylediği rivâyet edilmektedir. "Dikkat edin, Allahü teâlâ Nisa suresinin baş tarafında mirasçıların paylarını izah eden ilk âyeti (onbirinci âyeti) çocuklar ve ana baba hakkında indirmiştir. İkinci âyeti (on ikinci âyeti) karı koca ve anne bir kardeşler hakkında indirmiştir. Nisa suresinin son âyetini ise anne baba bir erkek ve kızkardeşler hakkında indirmiştir. Enfal suresinin şu son âyetini ise ölenin asabesi (ölenin baba tarafından olan akrabalan) hakkında indirmiştir. "Akraba olanlar Allah'ın kitabına göre birbirlerine daha layıktırlar." Enfal sûresi, 8/75

Müfessirler bu âyetin nerede indiği hususunda iki görüş zikretmişlerdir. Daha önce de zikredildiği gibi Cabir b. Abdullah'a göre bu âyet Medine'de Cabir'in hastalığı sırasında nazil olmuştur. Muhammed b. Sîrîn'den nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyet-i kerime Resûlüllah'in ve sahabilerin yapmış oldukları bir yolculuk sırasında nazil olmuştur. Önde Resûlüllah, arkasında Huzeyfetül Yeman onun arkasında da Ömer b. el-Hattab yürüyorlardı. Bu âyet Resûlüllah'a inince onu Huzeyfe'ye okudu. Huzeyfe de arkasında bulunan Ömer b. el-Hattab'a okudu. Ömer Halife olunca Huzeyfe'nin bu âyetin tefsirini bileceği ümidiyle ona sordu. Huzeyfe de Ömer'e şu cevabı verdi: "Vallahi eğer sen o gün sana anlatmadığım bir şeyi bugün emirliğinden dolayı sana anlatacağımı zannediyorsan sen âciz birisin." Ömer de: "Allah hayınm vesin. Ben bunu kast etmedim." dedi. Hazret-i Ömer'in bu âyeti anlamakta çok zorlandığı ve bu hususus Resul Ulah'tan tekrar tekrar sorduğu Rivâyet edilmektedir.

Mürre el-Hemedani, Ömer b. el-Hattab'ın şunları söylediğini rivâyet etmiştir. "Üç şey vardır ki Resûlüllah'ın bunları bize açıklaması bizim için dünya dan ve dünyada bulunanlardan daha sevimlidir, kıymetlidir." Bunlar, "Kelale" "Hilafet" ve "Faiz" meselesidir."

Daha önce zikredildiği gibi Hazret-i Ebubekir "Kelale"den maksadın, ölenin çocuk ve babası dışındaki mirasçıları olduğunu söylemiştir.

Hazret-i Ömer'den ise bu kelime hakkında iki görüş zikredilmiştir. Birincisi bu surenin on ikinci âyetinde zikredildiği gibi "Kelale"den maksadın çocuğu ve babası bulunmayarak ölen kişidir. İkincisi ise babası bulunmayarak ölendir. Ölümünden önce bu görüşünü zikrettiği rivâyet edilmiştir.

MAİDE SÛRESİ

Maide sûresi, yüz yirmi âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur.

Bu sûre-i celile, akitlerin yerine getirilmesini, çeşitli hayvanların bize helal kılındığını, Kabe'ye yönelenlere ve kurbanlıklara saygısızlık edilmemesini, iyilikte ve takvada yardımlaşılmasını, günah işlemekte ve düşmanlıkta yardımlaşilmamasını beyan ederek ve hangi hayvanların etlerinin yeneceğini, hangilerinin yenmeyeceğini açıklayarak başlıyor.

Sûre-i celilede devamla, abdesti nasıl alacağımız tarif ediliyor. Allah'ın bizden aldığı ahde sadık kalmamız, adaleli ayakta tutmamız emrediliyor ve böyle yapanlar için mağfiret ve büyük bir mükâfaat olduğu haber veriliyor.

Bundan sonra, Allahü teâlânın, İsrailoğullarından söz aldığı fakat onların, verdikleri sözde durmayarak lanete uğradıkları, aynı şekilde Hristiyanların da söz verdiği fakat onların da ahitlerinde durmadıkları ve Hazret-i İsa'yı Allah kabul ederek kâfir oldukları beyan ediliyor.

Sûre-i celilede bundan sonra, Hazret-i Âdem'in iki oğlu, Habil ve Kabil'in kıssaları anlatılıyor. Hırsızlık yapan kişinin, ceza olarak elinin kesileceği beyan ediliyor. Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenlerin, kâfirler, zalimler ve fasıklar oldukları beyan ediliyor.

Daha sonra gelen âyetlerde, Yahudi ve Hristiyanlan dost edinmememiz emrediliyor ve kim dininden dönerse onların yerine, Allah'ı seven Allah'ın da kendilerini sevdiği insanların bu dine sahip çıkacakları, mü’minlerin gerçek dostahmin ise ancak yine mü’minler oldukları haber veriliyor.

Sûre-i celilede bundan sonra, Yahudi ve Hristiyanlara kitap verilerek gerçeğin anlatıldığı fakat onların buna rağmen hak yoldan saptıkları, İslamın getirdiği tevhid inancını bırakarak sapıklıkta ileri gittikleri ve bu sebeple de lanetlendikleri beyan ediliyor.

Sûre-i celilede devamla, içkinin, kumarın, putların ve fal oklarının birer pislik oldukları ve bunların kesinlikle haram oldukları beyan ediliyor.

Hac sırasında ihramlı iken, ihramlı kişiye nelerin yasak olduğu beyan ediliyor ve kendisine ölüm belirtileri gelen kişinin vasiyette bulunması, vasiyetine de iki âdil kişiyi şahit tutması, şahit tutulan kişilerin de gerektiğinde doğrulukla şahitlik yapmaları emrediliyor.

Sûre-i Celilenin sonunda Hazret-i İsa'ya verilen bir mucizeden bahsediliyor. Gökten kendisine yemeklerle donatılmış sofraların indirildiği haber veriliyor. Sûre-i Celile de ismini, muhtemelen bu sofradan yani Maide'den alıyor.

İnsan hayatım ilgilendiren çok önemli emir, tavsiye ve hükümleri içeren bu mübarek Sûre, "Göklerin ve yerin, ikisinde bulunanların mülkü Allah'a aittir. O, herşeye kadirdir." âyetiyle sona eriyor.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.

1

Ey iman edenler, sözleşmeleri yerine getirin. İhramlı iken avlanmayı helal saymamanız şartıyla çeşitli avlar size helal kılındı. Ancak haram oldukları size okunanlar müstesna. Şüphesiz ki Allah, dilediği hükmü verir.

Ey iman edenler, Rabbinizin size dini hükümlerle gönderdiği yükümlülükleri ve insanlarla yapmış olduğunuz alış-veriş ve benzeri sözleşmeleri yerine getirin. Sizlere, deve, sığır ve davar gibi hayvanların etleri helal kılındı. Ancak Allah'ın size, haram olduğunu bildirdiği leş, boğularak ölen, dövülerek ölen ve Allah'tan başkası adına kesilen ve benzeri hayvanlar müstesna.

Hac sırasında ihramlı iken avlanmayı helal saymayın. Şüphesiz ki Allah, yarattıkları hakkında, helal, haram ve farz gibi dilediği hükümleri gönderir.

Müfessirler, âyet-i kerime’de geçen ve "Sözleşme" diye tercüme edilen ifadesinden hangi sözleşmenin veya ahit vermenin kasdedildiği hususunda farklı görüşler zikretmişledir.

a- Katade'ye göre, Allahü teâlânın bu âyette yerine getirilmesini emrettiği akitten maksat, İslam gelmeden önce, cahiliye döneminde insanların, birbirlerine yardım edeceklerine, birbirlerini destekleyeceklerine, saldın ve haksızlıklara karşı birbirlerine arka çıkacaklarına dair yapmış olduktan akillerdir.

Katade bu hususta diyor ki: "Resûlüllah'ın: "Cahiliye akitlerini yerine getirin. Fakat İslamda bu tür akitler icadetmiyen." Bkz. Müslim, K. Fadail es-Sahabe, b. 206, Hadis no: 2530 buyurduğu bize nakledilmiştir. Yina bize nakledilmiştir ki: Fırat b. Hayyan, Resûlüllah'tan cahiliye antlaşmalarının hükmünü sormuş Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de ona: "Belki de sen, Lahm ve Teymullah kabilelerinin antlaşmalarım soruyorsun." demiş. Fırat da: "Evet Ya Resûlallah." diye cevap vermiş Resûlüllah da: "İslam bu antlaşmaların ancak kuvvetini artırmıştır." buyurmuştur.

b- Abdullah b. Abbas ve Mücahid'den nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette zikredilen "Ahit"ten maksat, Allahü teâlânın, kullarından, iman etmelerine, helal kıldığını helal, haram kıldığını haram kabul etmelerine, emirlerini tutup yasaklarından kaçınacaklarına dair aldığı sözdür.

Bu hususta Abdullah b. Abbas'ın şunları söylediği rivâyet edilmektedir: "Ey iman edenler, sözleşmeleri yerine getirin." ifadesinden maksat, Allah'ın Kur'an'da helal, haram ve faz kıldığı ve sınırlar koyduğu hususlarda Allah'a verdiğiniz sözü yerine getirin, ahdinizi bozmayın, ihanet etmeyin." demektir. Allahü teâlâ, verdikleri sözü bozanlar hakkında sert hükümler koyarak şöyle buyurmuştur: "Kesin söz verdikten sonra Allah'ın ahdini bozanlara, Allah'ın, gözetilmesini emrettiği şeylere riâyet etmeyenlere, bozgunculuk çıkaranlara, işte onlara lanet vardır. Âhiretin kötülüğü de bunlaradır." Ra'd sûresi, 13/25

c- Abdullah b. Abide, Muhammed b. Ka'b el-Kurezi ve İbn-i Zeyd'e göre ise bu âyette zikredilen akitlerden maksat, insanların kendi aralarında yaptıkları akitlerdir. Kişi bu gibi akitleri yaparak kendisini bir takım yükümlülükler altına sokmuş olur. Bu akitler de Nikah akdi, alış veriş, antlaşma, yeminleşme, ortaklık kurma ve benzeri akitlerdir.

d- İbn-i Cüreyc ve Muhammed b. Müslim'den nakledilen başka bir görüşe göre Allahü teâlânın bu âyette, yerine getirilmesini emrettiği akitlerden maksat, kendisinin, ehl-i kitaptan, gönderdiği Tevrat ve İncil'in hükümleriyle amel edeceklerine dair aldığı ahittir. Bu kitaplardaki hükümlerden bazıları da Hazret-i Muhammed'i ve onun, Allah katından getirdiklerini tasdik etmektedir. Bu hususta Muhammed b. Müslim diyor ki: "Ben, Resûlüllah'in, Necran'a gönderirken Amr b. Hazm'e yazıp verdiği mektubu okudum. Mektup Ebubekir b. Hazm'in yanındaydı. Mektubun içinde şunlar yazılıydı: "Bu, Allah ve Resulü tarafından bir açıklamadır. Ey iman edenler, sözleşmeleri yerine getirin..." Mektupta bu âyet ve bundan sonra gelen ikinci, üçüncü ve dördüncü âyet de yazılıydı.

Taberi diyor ki: "Bu görüşlerden tercihe şayan olanı, Abdulah b. Abbas'tan nakledilen ikinci görüştür. Bu da: "Âyette zikredilen sözleşmeden maksat, Allah'ın, kullarından, emir ve yasaklarına riâyet edeceklerine, helal ve haramlarına uyacaklarına dair almış olduğu ahit ve sözdür." diyen görüştür.

Taberi diyor ki: "Bu görüşü tercih etmemizin sebebi, Allahü teâlânın, yerine getirilmesini emrettiği bu akitleri zikretmesinden sonra, kullan için bir kısım helal ve haramları farz ve vacipleri zikretmesidir. Bu emir ve yasaklardan anlaşılmaktadır ki, bunlardan önce zikredilen akitler de bu emirler ve yasaklarla ilgili olan akillerdir.

Âyet-i kerime’de geçen ve "Çeşitli hayvanlar, size helal kılındı." şeklinde tercüme edilen ifadesindeki kelimesinden hangi cins hayvanların kastedildiği huusunda müfessirter çeşitli görüşler zikretmişlerdir.

a- Hasan-ı Basri, Katade, Süddi, Rebi' b. Enes ve Dehhak'a göre buradaki ifadesinden maksat, diye adlandırılan, deve, sığır ve koyunun, büyük küçük her çeşididir.

b- Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette zikredilen ifadesinden maksat, deve, sığır ve koyunların, kesildikten sonra karınlarından çıkan yavrularıdır. Bu görüşte olanlara göre Allahü teâlâ, bu yavruların etlerinin de yenileceğini beyan et-meştir.

Bu hususta, Atiyye el-Avfı diyor ki: "Abdullah b. Ömer dedi ki: "Deve, sığır ve koyunun kamında bulunan yavrulardır." Ben de dedim ki: "Yavru annesinin karnından ölü olarak çıkacak olursa onu yiyeyim mi?" O da dedi ki: "Evet."

Kabus'un babası diyor ki: "Bir inek kesildi. Karnından bir yavru çıktı. Abdullah b. Abbas bu yavrunun kuyruğundan tuttu ve dedi ki: "İşte sizin için helal kılınan Behimetül en'am budur."

Taberi diyor ki: "Bu görüşlerden daha evla olanı,

birinci görüştür. Yani, Behimetül en'am ifadesinden maksat, deve, sığır ve koyunun, büyükleri, küçükleri ve yavrularıdır. Zira Araplar, zikredilen bu hayvanların büyük, küçük hepsini "Benime" diye adlandırmışlardır. Âyet-i kerime’de umumi bir şekilde zikredildiğine göre bu kelimeden sadece yavruların kastedildiğini söylemek, tahsis edici bir delil bulunmadan tahsis yapmak olur ki bu da isabetli değildir.

Taberi sözlerine devamla diyor ki: "kelimesi, kelimesinin çoğuludur. Araplar bu kelimeyi, hayvanlardan özellikle, deve, sığır ve koyun için kullanırlar. Nitekim şu âyet-i kerimelerde önce: "Allah sizin için en'amı (hayvanları) yarattı. Onlarda sizi ısıtacak şeyler ve pek çok faydalar vardır. Onların etlerinden de yersiniz." Nahl sûresi, 16/5 buyurulduktan sonra, "Allah, binmeniz ve süs hayvanı edinmeniz için atlan, katırları ve merkepleri yarattı." Nahl sûresi, 16/8 buyurulmuştur. Böylece en'am türü hayvanların ayrı bir tür olduğu beyan edilmiştir.

Âyet-i kerime’de geçen ve "Ancak haram oldukları size okunanlar müstesna." şeklinde tercüme edilen ifadesi miifessirler tarafından iki şekilde izah edilmiştir.

a- Mücahid, Katade, Süddi ve Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre âyetin bu bölümünde, helal kılınan hayvanlardan istisna edilen şeylerden maksat, bundan sonra gelen âyette zikredilen, kan, leş, domuz eti, Allah'tan başka birinin adı zikredilerek kesilen hayvan ve kesilmeksizin diğer Çeşitli şekillerde ölen hayvanlardır.

b- Abdullah b. Abbas ve Dehhak'tan nakledilen ikinci bir görüşe göre ise âyetin bu bölümüyle, helal kılman hayvanlardan istisna edilen şeylerden maksat, domuzdur.

Taberi bu görüşlerden

birinci görüşün daha evla olduğunu zira bundan sonra gelen âyetin, bu âyette istisna edilenleri açıklar mahiyette olduğunu zikretmiştir.

Âyet-i kerime’de geçen ve: "İhramlı iken avlanmayı helal saymamanız şartıyla." şeklinde tercüme edilen ifadesi, dilbilgisi kurallarına göre farklı şekillerde izah edildiğinden bu ifadeye çeşitli şekillerde mânâ verilmiştir.

a- Bazlarına göre bu ifade ile birlikte âyetin baş tarafının mânâsı şöyledir: "Ey iman edenler, ihramlı iken avlanmayı helal saymayarak yaptığınız akitleri yerine getirin."

b- Diğer bir kısım âlimlere göre ise mânâ şöyledir: "Ey iman edenler, akillerinizi yerine getirin. İhramlı iken kendilerini avlamayı helal görmemeniz şartıyla, geyik, yabani sığır ve yabani eşekler sizin için helal kılındı."

c- Diğer bir kısım âlimlere göre âyetin bu bölümünün mânâsı şöyledir: "Ey iman edenler, sözleşmeleri yerine getirin. Sizin için en'am türünden olan hayvanların her çeşidi helal kılınmıştır. Ancak bu türlerin vahşi oldukları açıklananları müstesnadır. İhramlı iken bunları avlamanız helal değildir."

Bu izaha göre âyet-i kerime, deve, sığır ve koyunun evcillerinin, ihramlı olana da olmayana da helal olduklarını, buna mukabil bunların yabani olanlarının ise ihramlı iken avlanmalarının yasak olduğunu beyan etmiştir.

Taberi bu görüşlerden

birinci görüşün tercihe şayan olduğunu, zira âyetin metninin bu görüşe daha müsait olduğunu beyan etmiştir.

Âyet-i kerime’nin sonunda "Şüphesiz ki Allah, dilediği hükmü verir." buyurulmaktadır. Bundan maksat şudur: "'Allah, yaratıkları hakkında dilediği hükmü koyar. Onlara dilediği şeyi helal, dilediği şeyi haram kılar. Dilediği şeyi gerekli kılar, dilediği şeyi yasaklar. O halde ey mü’minler, Allah'ın, sizden aldığı, helal ve haramlarına, emir ve yasaklarına uyacağınıza dair ahdinizi yerine getirin ve onu bozmayın."

2

Ey iman edenler, Allah'ın nişanelerine, mukaddes olan haram ay'a, hediye edilen kurbanlığa (kurbanlık hediyelere takılan) gerdanlıklara ve rablerinden lütuf ve rıza talep ederek Kabe'ye yönelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Haram'dân men etliği için, bir kavme olan kininiz sakın sizi, onlara karşı tecavüze sevketmesin, İyilikte ve takvada yardımlasın. Günah işleme ve düşmanlık yapmakta yardımlaşmayın. Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah, azabı çok şiddetli olandır.

Ey îman edenler, Allah'ın haram kıldığı şeyleri helal, saymayın, farzlarını ihlal etmeyin. Haram aylarında düşmanlarınızla savaşarak o ayların kutsallığını ihlal etmeyin. Allah'a yakın olmak için ve onun sevabını ümid ederek Kabe'ye hediye edilen kurbanlara ve boyunlarına takılan nişanlara saygısızlık etmeyin. Beytül Haram'a yönelen ve orada ticaret yaparak rablerinin lütfundan istifade etmek isteyenlre de saygı gösterin. Onlara dokunmayın. İhramdan çıktıktan sonra avlanmanızda mahzur yoktur. Sizi daha önce Mescid-i Haram'dan men ettikleri için kendilerine karşı düşmanlık beslediğiniz insanlara karşı olan düşmanlığınız, sizi, onlara saldırmaya sevketmesin. iyilikte ve takvada yardımlasın. Günah işlemede ve Allah'ın haram kıldığı saldırganlık ve düşmanlıkta yardımlaşmayın. Allah'ın emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak ondan korkun. Şüphesiz ki Allah, kendisine karşı geleni cezalandırması pek şiddetli olandır. Çünkü cehennemin ateşi sönmez ve alevi tükenmez.

Âyetin mealinde "Nişaneler" diye tercüme edilen "Şeair" kelimesinin neyi ifade ettiği hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür.

a- Bazıları bunun mânâsının: "Allah'ın haram kılmış olduğu şeyler ve koymuş olduğu sınırlar." olduğunu söylemiş ve âyeti: "Allah'ın haramlarını helal saymayın, koyduğu sınırları aşmayın." şeklinde tefsir etmişlerdir. Ata b. Ebi Rebah bu görüştedir. Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.

b- Bazıları da bunun, Mekke'deki Harem hudutlarını ifade ettiğini söylemişler ve âyetin mânâsının: "Harem hudutlarına saygısızlık göstermeyin." anlamına geldiğini ifade etmişlerdir. Süddi bu görüştedir.

c- Diğer bir kısım âlimler ise bunun mânâsının: "Hac ibadetlerindeki sınırlar." olduğunu, buna göre de âyetin mânâsının: "Hac ibadetlerini ihlal etmeyin." demek olduğunu söylemişlerdir. Bu görüş, Abdullah b. Abbas ve Mücahid'den nakledilmiştir.

d-

Başka bir kısım âlimler de bunun mânâsının, "İhram yasakları" olduğunu söylemişlerdir. Buna göre âyetin mânâsının: "İhramlı iken Allah'ın size haram kıldığı şeyleri helal saymayın." demek olduğunu izah etmişlerdir. Bu görüş de Abdullah b. Abbas'tan rivâyet edilmiştir.

Âyet-i kerime’de, haram olan ay'a saygısızlık edilmemesi, kutsallığının korunması emredilmektedir. Bu da o ayda savaşmamakla gerçekleşmiş olur. Nitekim bu hususta bir âyette: "Ey Rasûlüm, sana, mukaddes olan haram ayda savaş etmekten soruyorlar. De ki: "O ayda savaşmak büyük günahtır. Fakat Allah yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, insanları Mesdi-i Haramdan men etmek ve oranın halkını yerinden çıkarmak, Allah katında daha büyük bir günahtır. Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha büyük bir suçtur. Kâfirlerin gücü yetse sizi dininizden döndürünceye kadar durmadan sizinle savaşırlar. Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse işte onların, dünya ve âhirette amelleri boşa gitmiştir, İşte cehennemlikler onlardır. Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır." Bakara sûresi, 2/217 buyurulmaktadır. İzahını yaptığımız bu âyette sözü edilen haram aydan maksat ise Mudar kabilesinin, kendisine savaşmayı haram saydığı Receb ayıdır. İkrime bu ayın, Zilkade ayı olduğunu söylemiştir. Taberi

birinci görüşü tercih etmiştir.

Şu hadis-i şerifte ise haram ayların hangi ayların olduğu şöyle izah edilmiştir:

"Zaman, Allah'ın, gökleri ve yeri yarattığı gündeki şekliyle dönmeye devam etmektedir. Bir yıl on iki aydır. Bu aylardan dördü haram aylandır. Üçü peşpeşe gelen, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem'dir. Biri de Cemaziyelâhir ile Şaban ayı arasındaki Receb-i Mudar (Receb) ayıdır. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an Sûre 9, b. 8/Müslim, K. el-Kasame b. 29, Hadis No: 1679

Haram olan bu aylarda savaşmanın yasak olması hükmünün kaldırılıp kaldırılmadığı hakkında müfessirlir ihtilaf etmişlerdir. Çoğunluğun görüşüne göre bu yasak kaldırılmıştır. Artık bu aylarda savaşmak serbesttir. Diğer bir görüşe göre ise bu yasak devam etmektedir. Bu aylarda savaşa başlamak haramdır.

Âyet-i kerime’de, hediye edilen kurbanlığa ve gerdanlıklara saygısızlık yapılması yasaklanmaktadır. Burada zikredilen "Hediye kurbanlıklar" dan maksat, Allah'a yakın olma ve sevabını kazanma maksadıyla Kabe'ye hediye edilen deve, sığır ve koyun gibi kurbanlık hayvanlardır. Allahü teâlâ bu gibi kurbanlıkların, kesilme yerlerine gitmelerine engel olmayı ve bunları götürenlere dokunmayı yasaklamıştır.

Abdullah b. Abbas, Beytullah'a hediye edilen kurbanlıklara, gerdanlık şeklinde nişane takılmadan önce onlara "Hediye" denildiğini zikretmiştir.

Âyetin bu bölümünde zikredilen gerdanlıklardan neyin kastedildiği hususunda çeşitli görüşler zikredilmiştir.

a- Abdullah b. Abbas'tan nakledilen bir görüşe göre buradaki "Gerdanlıklar" dan maksat, boyunlarına gerdanlık şeklinde nişane takılan kurbanlıklardır. Zira kurbanlıklara bu tür nişaneler takıldıktan sonra bu isim verilir.

b- Katade'ye göre burada zikredilen gerdanlıklardan maksat, müşriklerin evlerinden çıkıp Mekke'ye yönelirken, ağaç kabuklarından yapıp boyunlarına taktıkları, dönerken de kıldan yapıp yine boyunlarına taktıkları gerdanlıklardır. Cahiliye döneminde bu tür gerdanlıktan takan kişiler, kendilerini güven içinde hissederlerdi ve bunlara kimse dokunmazdı.

c- Ata, Mücahid, Süddi ve İbn-i Zeyd'den nakledilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen gerdanlıklardan maksat, harem bölgesinden çıkmak isteyenlerin, oranın ağaçlarının kabuklarından yaparak boyunlarına taktıkları gerdanlıklardır. Bu gibi gerdanlıklan takan insanlara, diğer kabileler dokunmazlardı. Âyette bu gibi insanlara dokunulmaması emredilmektedir.

d- Ata ve Rebi' b. Enes'ten nakledilen diğer bir görüşe göre burada zikredilen gerdanlıklardan maksat, Mekke'de bulunan ağaçların kabuklarından yapılan gerdanlıklardır. Müşrikler cahiliye döneminde bu gibi gerdanlıklan takarlardı. Allahü teâlâ bu âyette mü’minlere, Mekke'nin ağaçlarından kabuklar soyarak böyle gerdanlıklar yapmalarını yasaklamıştır.

Taberi'ye göre burada zikredilen gerdanlıklardan maksat, Kabe'ye sunulmak üzere kurban edilmek istenen hayvanların boyunlarına ve Hacca giderken insanların boyunlarına takılan gerdanlıkların hepsidir. Allahü teâlâ âyette bu tür gerdanlıkları takanlara dokunulmamasmı emretmiştir.

Âyet-i kerime’de, Beytullahil Haram'ı Hacc etmek maksadıyla gelen insanlara dokunulmaması emredilmektedir.

Süddi, İkrime ve İbn-i Cüreyc bu âyet-i kerime’nin, Hutam b. Hind el-Bekri isimli bir kişi hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Bu kişi, atını Medine'nin dışında bırakarak yalnız basma Resûlüllah'ın yanına varmış Resûlüllah da onu İslama davet etmiştir. Bunun üzerine Hutam, "Bana süre tanıyın. Benim, kendileriyle isitşare edeceğim kimseler var. Belki de müslüman olurum." demiş ve Resûlüllah'ın yanından ayrılmıştır. Bunun üzerine Resûlüllah: "Bu, içeriye kâfir bir yüzle girdi. Dışarıya hain bir ökçe ile çıktı." buyurdu. Hutam, Medine'nin sürülerinin birinin yanından geçerken onları sürüp memleketine götürdü. Arkasından giden sahabiler onu yakalayamadılar. Ertesi yıl Hutam, gerdanlıklar takarak ve kurbanlıklar alarak Hac yoluna çıktı. Resûlüllah, bir kısım adamlarını göndererek onun kervanına el koymak istemişti. İşte bunun üzerine bu âyet nazil oldu. Hac yapmak maksadıyla yola çıkanlara dokunulmamasını emretti.

Taberi diyor ki: "Müfessirler bu âyette yasaklanan hususlarda nesh bulunduğu hakkında ittifak etmişler ancak bu neshin hangi yasaklar hakkında olduğunda farklı görüşler zikretmişlerdir.

a- Âmir eş-Şa'bi, Mücahid, Katade, Dehhak, Habib b. Ebi Sabit ve İbn-i Zeyd'e göre bu âyette dokunulması yasaklanan herşeye dokunmak hususu neshedilmiştir. Bu sebeple haram ayında savaşmak, Beytullaha götürülmekte olan kurbanlıklara gerdanlık takmış kişi ve hayvanlara gerektiğinde engel olmak ve yine Hacc etmek için Beytullaha gelen müslüman olmayan kişilere mani olmak caizdir. Çünkü Allahü teâlâ, bütün müşriklere karşı cihad edilmesini ve bulundukları yerde öldürülmelerini emretmiş ve buyurmuştur ki: "Müşrikleri nerede bulursanız öldürün... Tevbe sûresi, 9/5 Müşrikler sizinle nasıl topluca savaşıyorlarsa siz de onlarla topluca savaşın. Tevbe sûresi 9/36

b- Katade, Süddi ve Abdullah b. Abbas'a göre ise bu âyetin, "Allah'ın nişanelerine saygısızlık etmeyin." ifadesi dışındaki kısımları neshedilmiştir. Zira; Allahü teâlâ, "Müşrikler kendilerinin kâfirliğine şahitlik ederken Allah'ın mescitlerini imar edemezler." Tevbe sûresi 9/17 Müşrikler ancak necistirler. Bu yıllarından sonra, Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Tevbe sûresi 9/28 buyurmuştur. Böylece Mescid-i Haram'a, Hac yapmak maksadıyla da olsa müşriklerin gelmesini yasaklamıştır. Diğer yandan müşriklerin karılarının helal olduğunu beyan ederek "Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün." buyurmuştur. İşte zikredilen bu âyetler, açıklanmakta olan âyetteki yasaklamaları neshetmiştir.

Mücahid'den nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyetin sadece gerdanlıklara dokunmayı yasaklayan bölümü neshedilmiştir. Buna göre ağaçların kabuklanıldım yapılan gerdanlıklar artık yapılmayacaktır. Çünkü âyetin bu bölümü neshedilmiştir.

Taberi, bu görüşlerden ikinci görüşün tercihe şayan olduğunu söylemiştir. Zira müşriklere karşı haram aylarında savaşmanın caiz olduğu, keza müşrikler boyunlarına veya kollarına ağaç kabuklarından gerdanlıklar taksalar dahi onlarla savaşabileceği hususunda âlimlerin görüş birliği vardır. Mescid-i Haram'ı Hacc etmek için gelenlerin müşrik olanlarına karşı savaşılacağının caiz olması ise "Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün." âyet-i kerimesiyle beyan edilmiştir. Böylece bu âyet-i kertmenin "Allah'ın nişanelerine dokunmayın." bölümünün dışındaki diğer kısımların neshedi kliği anlaşılmıştır.

Âyet-i kerime’de, Kabe'ye yönelenlerin, rablerinden lütuf ve rıza istedikleri beyan edilmektedir. Burada istenen lütuftan maksat, Hacda yapılan ticaretten elde edilecek kârdır.

Abdullah b. ömer, âyetin bu bölümünü delil göstererek Hacda ticaret yapılmasının mahzurlu olmadığını söylemiştir.

Âyette, talep edildiği zikredilen rızada maksat ise, müşriklerin Hac yaparak Allah'ı razı etmeleri ve böylece dünyada cezalandırılmaktan kurtulmalarını istemeleridir.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 922  H : 310)

 

TABERİ TEFSÎR-İ - (TÜRKÇE)

 

-

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç