Allah, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez. Zulme
uğrayan müstesnadır. Allah, herşeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir.
Müfessirler
bu âyet-i kerime’yi
farklı kıraat şekillerine göre farklı şekillerde izah etmişlerdir:
1- Bazı
kurralar bu âyetteki kelimesi "Zulime" şeklinde okumuşlardır. Bu kıraata göre
âyet-i kerimeye
şu şekillerde mânâ verilmiştir:
a-
Abdullah b. Abbas,
Katade ve
Hasan-ı Basri'ye
göre âyetin izahı şöy ledir: Allah, bir kimsenin aleyhine açıktan beddua
yapılmasını sevmez. Ancak kendisine zulmedilmiş olan kimse müstesnadır. O,
zulmedenin aleyhine açıkça bedduada bulunabilir.
b-
Mücahid'e göre
ise âyetin izahı şöyledir: Allah, kimsenin açıktan kötü söz söylemesini sevmez.
Ancak zulmedilen kimse müstesnadır. Kendisine zul medilen kimse, zulmedinin
yaptığı kötülükleri açıkça söyleyebilir.
c-
Mücahid'den
nakledilen başka bir görüşe göre burada zulme uğrayan dan maksat, ev sahibi
tarafından gereği gibi ağırlanmayan misafirdir. Kişi, mi safir olduğu yerden
ayrıldıktan sonra "Bu adam beni iyi misafir etmedi." der. Kötü sözün açıkça
söylenmesi de işte budur. Zulme uğrayan da bu misafirdir. Misafirin, kendisine
ev sahibi tarafından iyi muamele yapılmadığını söylemesi caizdir.
Ukbe b. Âmir diyor ki: "Dedik ki:
Ey Allah'ın Resulü, sen bizi bir yere gönderiyorsun,
bazı kavimlere misa fir olmak istiyoruz onlar bizi misafir etmiyorlar. Bu
hususta ne buyuruyorsunuz? Peygamber
efendimiz şu cevabı verdi: "Siz bir
topluluğa misafir olursunuz da onlar da size, misafire layık olacak şekilde
davranırlarsa siz onlardan bunu kabul edin. Şâyet bunu yapmazlarsa onlardan,
misafirin hakkı olanı alın. Buhari, K.
el-Mezalim, bab: 18 /Müslim K. el-Lukata bab: 17 Hadis no: 1727 Ebû Davad, K.
el-Et'ime bab: 5, Hadis no: 3752
d-
Süddi'ye göre ise
bu âyetin izahı şöyledir: Allah, kötü sözün açıktan söylenmesini sevmez. Ancak
zulme uğrayanın hakkını alması ve zulmü durdur ması müstesnadır.
2- Diğer bir
kısım kurralar ise kelimesini "Zaleme" şekline okumuşlardır. İbn. Zeyd bu kıraat
şeklini esas alarak âyeti şöyle izah etmiştir: "Allah, kötü süzün açıkça
söylenmesini sevmez. Ancak zulmeden kimse yani münafık bu hükmün dışındadır.
Onun aleyhine, münafıklığından vazgeçinceye kadar açıkça kötü söz söylemek
caizdir. Yani herhangi bir kimse bir münafıkm aleyhi ne "Sen münafıksın, sen
şöyle ve şöyle yaptın." diyemez. Ancak münafıklığın dan vazgeçmeyen ve böylece
zalim olan münafıklar için bunları söyleyebilir.
İbn-i Zeyd diyor
ki: "Allahü teâlâ
bundan önceki âyetlerde, münafıkların, cehennemin en alt tabakalarında
olduklarını bildirdikten ve iman edenlere azab etmeye itiyaci olmadığını beyan
ettikten sonra bu âyette de herhangi bir kimse aleyhine açıkça kötü bir söz
söylenmesini sevmediğini beyan etmiş ancak münafık olarak zalim olanları istisna
etmiştir. İbn-i Zeyd,
Übey b. Ka'b'ın, âyet-i kerime’nin
bu bölümünü bu şekilde okuduğunu ve âyeti böylece izah ettiğini söylemiştir.
Taberi,
birinci
kıraat şeklinin, çoğunluğun kıraat şekli olması,
ikinci kıra at
şeklinin ise şaz bir kıraat olması dolayısıyla
birinci kıraat şeklini terci ettiğini
söylemiş, âyetin şu şekilde izahının da daha doğru olacağını zikretmiştir: "Ey
insanlar, Allah, herhangi bir kimsenin, başka birine açıkça kötü söz söylemesini
sevmez. Ancak kendisine zulmedilmiş olan kimse bundan müstesnadır. Onun,
kendisine yapılan kötülüğü açıkça söylemesinde bir mahzur yoktur."
Taberi diyor
ki: "Âyet bu şekilde genel olarak izah edildiği takdirde yu karıda zikredilen
görüşlerin tümü âyetin kapsamına girmiş olur. Zira misafir edilmeyen veya
malında yahut canında bir haksızlığa uğrayan kimsenin, gördü ğü haksızlıkları
açıkça söylemesi veya haksızlık yapanın aleyhine açıkça beddu ada bulunup
Allah'ın yardımını istemesi, haksızlığa uğrayanın gördüğü kötülükleri açıkça
söylemesidir. Âyet-i kerime
de bunu ifade etmektedir.
Âyet-i kerime’nin
sonunda: "Allah herşeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir." buyurulmaktadır. Bu
ifadeden maksat, "Allah, kimlerin kimler için açıkça kötü söz söylendiğini
işiten, kimlerin de kimler hakkında açıkça kötü söz söyle meyip gizlediğini
bilendir. Herkese işlediği amelin karşılığını verecektir, İyilik yapana
iyiliğinin, kötülük yapana da kötülüğünün karşılığını verecektir.
Bir hayırı açıklar yahut gizler veya bir kötülüğü
affederseniz şüphesiz ki Allah, çok affeden ve herşeye gücü yetendir.
Ey insanlar, şâyet sizler, bir kimsenin size yaptığı
iyiliği açığa vurur ve ona teşekkür eder veya gizlerseniz yahut size kötülük
yapanı affeder onu açıkça söylemezseniz şüphesiz ki bu davranışınız sizi Allah'a
yaklaştırır ve onun katın daki sevabınızı artırır, Çünkü cezalandırmaya gücü
yettiği halde affetmek, Allah'ın sıfatlarındandır. Allah, kullarından, böyle
davrananları sever. Zira Allah, çok affeden ve herşeye gücü yetendir.
Bak. Âyet 151.
151
Allah'ı ve Peygamberini inkâr edenler, Allah ve Peygam
berleri arasında ayrılık gözetenler, "Onların bir kısmına inanır bir kısmını
inkâr ederiz." diyerek ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler, işte onlar,
gerçekten kâfir olanlardır. Biz, kâfirler için alçaltıcı bir azap
hazırlamışızdır.
Allah'ı ve Peygamberini inkâr eden Yahudi ve
Hristiyanlar, Peygambe rin, Allah'a karşı yalan söylediğini iddia ederek Allah
ve Peygamberi arasında ayrılık gözetenler, Yahudilerin Mûsa'yı tasdik etip İsa
ve Muhammed'i
yalanla maları, Hristiyanların da İsa'yı ve ondan önceki Peygamberleri tasdik
edip Muhammed'i
yalanladıkları gibi "Biz, Peygamberlerin bir kısmına iman eder, diğerlerini
inkâr ederiz." diyenler ve hidâyetle sapıklık ortasında bir yol icad etmek
isteyenler yok mu? İşte onlar, gerçekten kâfirlerin ta kendileridir. Çünkü
Peygamberlerin bir kısmını tasdik edip diğerlerini yi ani ayanlar, Allah'ı
yalanlamış olurlar. Ve dolayısıyla inkâra düşerler. Biz, İnkârcılar için hor ve
hakir dü şüren bir azap hazırladık.
Bu âyetin izahında
Katade diyor ki:
"Bu âyette zikredilenler, Allah düş manı Yahudi ve Hristiyanlardir. Yahudiler
Tevrat'a ve Mûsa'ya iman etmiş, İncil'i ve İsa'yı inkâr etmişlerdir.
Hristiyanlar da İncil'e ve İsa'ya iman etmiş Kur'an'ı ve
Hazret-i Muhammed'i
inkâr etmişlerdir. Yahudiler Yahudiliği, Hristiyanlar da Hristiyanlığı din
edinmişlerdir. Halbuki bu iki din de bu halleriyle Allah tarafından gönderilmiş
değillerdir. Sonradan icad edilmiş bid'atlardır. Bu Yahu di ve Hristiyanlar,
Allah'ın bütün Peygamberlerine göndermiş olduğu hak din İslamı terkettiler.
Allah'a ve Peygamberine iman edip onlar arasında
hiçbir ayrı lık gözetmeyenlere gelince işte onlara, Allah, mükâfaatlarını
verecektir. Allah, çok affeden ve çok merhamet edendir.
Allah'ın birliğini tasdik eden, Peygamberlerinin
hepsinin Peygamber ol duğunu ve onların, Allah tarafından getirdikleri din ve
şeriatların hak olduğunu ikrar eden, Peygamberlerin bir kısmını tasdik edip
diğerlerini yalanlayarak onla rın arasını ayıranlar gibi olmayın. Hepsinin hak
olduklarına iman eden kimsele re gelince, işte Allah, öyle olanlara hakkıyla
iman etmelerinin karşılığı olarak mükâfaatlarını verecektir. Allah, daha önce o
gibi günahları işleyip de sonra tevbe eden kullarını çokça affeden ve kullarını
doğu yola ileterek onlara çokça merhamet edendir.
Görüldüğü gibi
âyet-i kerime,
Muhammed
ümmetinin sıfatlanın beyan etmekte ve onlara bolca mükâfaatlar verileceğini
bildirmektedir. Çünkü Muhammed
ümmeti, Bakara suresinin iki yüz seksen beşinci
âyetinde de belirtildi ği gibi, Peygamberler arasında bir ayırım yapmaz, hepsine
iman ederler. Bu hususta âyet-i kerime’de
şöyle buyurulmaktadır: "Peygamber ve mü’minler, rabbi tarafından Peygambere
indirilene iman ettiler. Hepsi de Allah'a, meleklerine, ki taplarına,
Peygamberlerine iman ettiler. "Allah'ın Peygamberlerini birbirinden
ayırtetmeyiz." dediler. Bakara sûresi, 2/285
Ey Rasûlüm, kitap ehli, gökten kendilerine bir kitap
indir meni isterler. Onlar Mûsa'dan,
bundan daha büyüğünü istemişlerdi. "Allah'ı bize apaçık olarak göster."
demişlerdi. Bunun üzerine zulümlerinden dolayı onları bir çığlık yakalayrverdi.
Sonra, kendilerine apaçık deliller gelmişken buzağıya taptılar. Fakat biz bunu
da affettik ve Mûsa'ya
apaçık bir mucize verdik.
Ey Rasûlüm, Yahudiler, gökten kendilerine bir kitap
indirmeni ve se nin doğruluğunu gösteren bir mucize getinneni isterler. Onların
ataları da Peygamberleri Mûsa'dan, senden istedikleri şeylerden daha büyük
şeyler istemişler di. "Allah'ı bize apaçık olarak göster gözümüzle görelim."
demişlerdi. Bu azgın lıkları ve cür'etleri yüzünden onları bir çığlık yakal ayı
vermiş de ölmüşlerdi. Sonra Allah onları, Mûsa'nın duasıyla tekrar diriltmişti.
Daha sonra bu Yahudiler, kendilerine Allah'ın kudretini ve birliğini gösteren
apaçık deliller gelmesine rağmen Allah' bırakıp buzağıyı ilâh edindiler ve ona
taptılar. Biz, bu cinÂyetleri ni de affettik. Mûsa'ya, Peygamberliğinin
doğruluğunu göstererraçık mucizeler ve deliller verdik.
Âyette zikredilen ehl-i kitaptan maksat, kendilerine
Tevrat verilen Ya-hudilerdir. Yahudiler,
Hazret-i Muhammed'den, gökten bir kitap
getirmesini istemişlerdir. Yahudilerin
Resûlüllah'tan istedikleri bu kitabın
nasıl bir kitap olmasını talep ettikleri hususunda
müfessirler
çeşitli görüşler zikretmişlerdir.
a-
Süddi ve
Muhammed
b. Ka'b el-Kurezi'ye göre Yahudiler
Resûlüllah'tan, gökten kendilerine yazılı
bir kitap getimıesini istemişlerdir. Zira Hazret-i Mûsa'ya Tevrat, gökten yazılı
bir kitap olarak indirilmiştir. Bu hususta
Muhammed b.
Ka'b el-Kurezi diyor ki: "Yahudilerden bir kısım insanlar
Resûlüllah'a
geldiler ve ona: "Mûsa, Allah katından yazılı levhalar getirdi. Sen de bize,
Allah katından yazılı levhalar getir seni tasdik edelim." dediler. Bunun üzerine
Allahü teâlâ
bu ve bundan sonraki âyetleri indirdi.
b-
Katade'ye göre
ise Yahudilerin, Hazret-i Muhammed'den
kendilerine indir mesini istedikleri kitap, Yahudilere mahsus olacak bir
kitaptır.
c-
İbn-i Cüreyc'e
göre ise Yahudilerin Resûlüllah'tan
kendileri için indir mesini istedikleri kitaptan maksat, Yahudilerin belli
adamlarına inecek ve Hazret-i Muhammed'i
tasdik etmelerini emredecek olan bir kitaptır.
Taberi diyor
ki: "Bu görüşlerden tercihe şayan olanı şudur: "Yahudiler
Resûlüllah'tan
istemişlerdir ki o, Allah'tan, bütün yaratıkların, benzerini getirmekten âciz
kaldıkları, kendilerinin de hak Peygamber olduğuna şahitlik ettikle ri ve
Yahudilerin, Resûlüllah'a
tabi olmalarına emreden bir kitabı, gökten Yahudilere indirmesini istesin.
İstenen bu kitabın yazılmış bir kitap olması, onları hepsine veya bir kısmına
indirilmiş olması muhtemeldir. Bu itibarla yukarıda zikredilen görüşlerin hepsi
de mümkün olabilen görüşlerdir.
Âyet-i kerime’nin
devamında "Onlar Mûsa'dan, bundan daha büyüğünü istemişlerdi." buyurulmaktadır.
Bu ifade, Resûlüllah'tan,
kendilerine kitap indi rilmesini isteyen Yahudileri kınamakta ve onları
ayıplamaktadır. Allahü teâlâ
bu ifadesiyle Resûlüllah'a
şunu buyurmak istemiştir: "Ey Rasûlüm, sen Yahudilerin böyle bir istekte
bulunmalarını çok görme. Çünkü onlar, Allah'ı hakkıyla takdir edemedikleri, ona
karşı cür'etleri, onun "Halım" sıfatından dolayı aldanmaları yüzünden onların
senden istedikleri kitab ıonlara indirsen dahi, önce ki atalarının yaptığı gibi
onlar da Allah'ın emrine karşı gelirler. Zira ataları, Allah'ı görmek
istemelerinden sonra çığlığa yakalnıp ölmüşler, Allah onları tekrar diriltmiş bu
defa onlar, Allah'ın mucizelerini gördükleri halde onu bırakıp buzağıya
tapmişlardır.
Söz vermeleri için Tur dağını üzerlerine kaldırdık.
Onlara: "O kapıdan secde ederek girin." dedik. Ve onlara: "Cumartesi günü
yasağını çiğnemeyin." dedik. Ve onlardan sağlam bir söz aldık.
Yahudilerin, Tevrat'taki hükümlerle amel edeceklerine
dair Allab'a ver dikleri söz tutmaları için Tur dağını üzerlerine kaldırdık.
Onlara: "Kudüs şehrinin kapısından, Allah'a şükran secdesinde bulunarak içeri
girin." dedik. Fakat onlar, kendilerine gelen emri değiştirip, kapıdan
kıçlarının üzerine sürünerek gerisin geri girdiler. Yine biz onlara: "Allah'ın
emrine karşı gelerek Cumartesi günü avlanmayın." dedik. Fakat onlar, emre karşı
gelerek Cumartesi gününde de avlandılar. Ayrıca biz onlardan, Tevrat'taki
hükümlerle amel edeceklerine dair sağlam bir söz aldık. Fakat onlar bu
sözlerinde de durmadılar ve bu sebeple de lanete uğradılar.
|