Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

105

 

005 - MÂİDE SÛRESİ

 

CÜZ :

6

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

176

A- "(Resûlüm) senden fetva istiyorlar. De ki:

- Allah, size kelâle (babası ve çocuğu olmayan kimse)nin mirası hakkındaki hükmünü şöyle açıklar."

Fetva istedikleri konunun açık olarak zikredilmemesi, ondan sonraki anlatımın yeterli sayıldığı içindir.

Kelâle kelimesinin tefsiri, bu sûrenin başında geçti.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) e bu fetvayı soran, Câbir b. Abdullah'dır (radıyallahü anh)

Rivâyet olunuyor ki, Vedâ Hacet yılında Mekke yolunda Câbir (radıyallahü anh), Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:

"- Benim bir kızkardeşim var; bu durumda kızkardeşim ölürse, onun mirasından ben ne alacağım?" diye sordu.

Diğer bir rivâyete göre ise, Câbir b. Abdullah (radıyallahü anh), hasta iken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), onu ziyarete gitti. O sırada kendisi, Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem):

"- Ben kelâle (babası ve çocukları olmayan) bir kimseyim; buna göre ben malımı ne yapacağım?" diye sordu.

Rivâyete göre Câbir b. Abdullah (radıyallahü anh) diyor ki:

"- Ben hasta iken, şuurum yerinde olmadığı bir sırada Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni ziyarete geldi ve abdest alıp abdest suyundan benim üstüme serpince şuurum yerine geldi. O zaman ben:

"- Ya Resûlallah! Benim mirasım kime kalacak? Bana kelâle (babam ve çocuklarım olmayan) yakınlarım mı vâris olacak ?" diye sordum. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil oldu.

B- "Çocuğu olmayan ve kız kardeşi bulunan bir erkek ölürse terekenin yarısı onundur."

1-Bir erkek, çocuksuz ve babasız olarak ölürse ve onun sadece bir kız kardeşi varsa, mirasın yarısı onundur.

2-Kalan yarısı da, eğer asabe (muayyen bir payı olmayan) varisler varsa onlara aittir; yoksa o da, red yoluyla (başkaca varisler olmadığından) kızkardeşe kalır.

Kelâle, hem çocuksuz, hem de babasız ölen bir kimsenin durumudur, Babanın yolduğunun açıkça zikredilmemiş olması, meselenin gayet açık olmasından ve varislerle ilgili tafsilatın buna delâlet etmesinden dolayıdır.

3-Kız kardeşten murad, yalnız ana bu- kız kardeş değildir. Çünkü onun hissesi altıda birdir. Bununla ilgili açıklama, bu sûrenin başında geçti.

C- "Çocuğu Olmayan kız kardeş ölürse, erkek kardeş ona vâris olur."

Kızkardeş ölür de, erkek kardeş kalırsa ve ölen kızkardeşin erkek veya kız çocuğu bulunmuyorsa, erkek kardeş vâris olur. Daha açık bir ifadeyle mirasın tamamını alır. Çünkü hiç çocuğu olmaması, mirasın tamamını almasının şartıdır; yoksa kısmen vâris olması değildir. Kısmen vâris olması, miras bırakanın kızının olması haklide söz konusu olur.

Bu âyette, erkek kardeşlerin, çocuklardan başkasıyla mirastan sakıt olup olmadıklarına delalet eden bir şey yoktur. Ancak Sünnet (hadis), onların baba ile sakıt oldukları yönündedir.

Ç- "Eğer ölenin iki kız kardeşi varsa, terekenin üçte ikisi onlarındır."

Eğer kızkardeşler iki veya daha fazla iseler, mirasın üçte ikisi onlarındır.

D- "Eğer kardeşler erkek ve kadın iseler, erkeğin payı iki kadın payı kadardır. Şaşırmayasınız diye Allah, size açıklama yapıyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilen (Alîm)dır."

Bu durumda tereke, asabe yoluyla (kimseye belli ve değişmeyen bir pay verilmeden) kadına bir, erkeğe iki pay olmak üzere kardeşler arasında taksim edilir.

Bu âyet-i kerîme, Kur an'da ahkâm konusunda en son nazil olan âyettir.

Rivâyete göre Ebubekir el-Sıddîk (radıyallahü anh), hutbesinde dedi ki:

"Haberiniz olsun ki, Allahü teâlâ'nın Nisa (4) sûresinde ferâız (miras hukuku) ile ilgili indirdiği âyetler şöyledir:

Bu âyetlerden:

birincisi, çocuklar ve babalar hakkındadır;

ikincisi, karı koca ve ana bir kardeşler hakkındadır,

sûrenin sonundaki âyet ise, ana-baba bir veya baba bir kardeşler ve kızkardeşler hakkındadır.

Enfâl (8) sûresinin sonundaki âyet ise, ülü'l erham (kardeş ve anıca kızları gibi, mirastan belli bir nisbette hissesi olan varisler ile asabe, yani bir hissesi olmayıp hisselerden artanı alan varisler dışındaki akrabalar) hakkındadır.

Allahü teâlâ, her şeyi ve ezcümle sizin hayatınız ve mematınızla ilgili bütün hallerinizi eksiksiz olarak bilir. Binaenaleyh O, sizin hâl ve menfaatlerinize olan hükümleri ortaya koyar.

Rivâyet olunduğuna göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:

"Kim, Nisa sûresini okursa, miraslardan pay alan bütün mü'min erkeklere ve mü'mine kadınlara sadaka vermiş gibi sevab alır; yine, bir köle satın alıp âzad etmiş gibi sevap alır; şirkten uzak kalır ve Allahü teâlâ'nın, mağfiretlerini dilediği zümreye dahil olur (Men karae sûrete'n-nisâi fekeennema tesaddaka a'lâ külli mü'minin ve mü'minetin verişe mîrasen ü'tıî minel-ecri kemen iştera muharraran ev beriî mine'ş-şirld ve kâne fi meşîeti-llâhi tealâ mine-llezîne yütecavezü a'nhüm.)

Allahü teâlâ, cümle ilim sahiplerinden daha iyi bilir.

MÂİDE SÛRESİ

(Sûre tül - Mâide) Medine'de inmiştir ve Yüzyırmı Ayettir.

Rahman Ve Rahîym Allah'ın Adı ile.

1

"Ey îmân edenler! Akidleri ifa edin (edimleri yerine getirin).

İhramda iken avlanma (e's-sayd)yi helâl saymaksızm, size okunacak olanlar dışında kalan hayvanlar size helâl kılındı. Şüphesiz Allah, dilediğine hükmeder.

A- "Ey îmân edenler ! Akıdleri ifa edin."

Akde vefa etmek, akdin gereğini yerine getirmektir; ifâ da aynı anlamdadır.

Akid, tevsik edilmiş ahiddir. Burada akidlerden murad:

1-Allahü teâlâ'nın, kulları için zorunlu kıldığı dinî mükellefiyetler;

2-insanların kendi aralarında akdettikleri sözleşmeler;

3-Yerine getirilmesi dinen vacib veya güzel olan diğer akidler.

Görüldüğü gibi âyetteki emir farzı, vacibi, mendûbu kapsayan genel bir mânâdır.

B- "ihramda iken avlanmayı helâl saymaksızın, size okunacaklar dışında kalan hayvanlar size helâl kılındı."

"Behîme", dört ayaklı bütün hayvanlar için kullanılır.

"En'âm" da, aynı mânâya geldiği halde "behime" kelimesinin ona izafe edilmesi, mânâyı kuvvetlendirmek içindir.

Bu hayvanlar, En'âm (6) sûresinde sayılan dört çifttir. Bunlara ceylan, geyik, karaca ve yabanî sığır gibi hayvanlar da ilâve edilir.

Diğer bir görüşe göre buradaki behime'den (dört ayaklı hayvandan) murad, sözü geçen yabanî dört ayaklı hayvanlardır. Çünkü en'âm (dört ayaklı evcil hayvan) etlerinin helâl olduğu daha önce beyan edildi.

Bu görüşe göre behime kelimesinin, en'âm kelimesine izafe edilmesi, geviş getirmek ve kesici dişleri olmamak hususunda aralarında benzerlik bulunmasından dolayıdır. Bu izafenin faydası da, iki muz af (behime ile en'âm) arasındaki müşterek hükmün illetini bıldirmektir. Sanki şöyle denmektedir:

Daha önce helâl olduğu size bildirilen en'âm (evcil hayvanlar)a benzeyen ve onlardaki hükmün temel sebebini (illetini) taşıyan behîmeler (yabanî hayvanlar) de sizin için helâl kılınmıştır.

Hacc veya umre için ihrama girmiş bulunan kimseye karada avlanmak ve kara avının etini yemek helâl değildir.

Bunun ihramlı için mânâsı, amel ve itikad olarak haram olduğunu tesbıt etmektir. Haramın bu ülubla tesbiti, Kitab ve Sünnette yaygındır.

"Behîmetüi-en'a'm / en'â'mm behîmesi" dan murad, geyik, ceylan, karaca ve benzen dört ayaklı yabanî hayvanlar ise, helâl hükmünün, ihramlı iken karada avlanmanın haram kılınmasıyla takyidinin faydası açıktır. Bu dört: ayaklı yabanî hayvanların helâl oluşu mutlak değildir (ihramlı için haramdır) . Sanki şöyle buyrulmustur:

"Bu hayvanları avlamak, ihramlı iken bundan sakındığınız takdirde sizin için helâldir."

Birinci takdire göre (söz konusu dört çift; veya toplam sekiz adet: evcil hayvan kasdedilmesine göre) ise bu takyidin faydası,

nimeti tamamlamak,

insanların, o hayvanların helâl kılınmasına muhtaç olduklarını hatırlatmak,

onlara minnet yüklemektir.

Çünkü ihramlı iken avlanmanın haram olması, o durumda insanların başka hayvanların etlerinin helâl kılınmasına muhtaç olduklarını akla getirir. Sanki şöyle buyrulmuş olur:

"En'âm (koyun, keçi, deve, sığır), bazı zamanlar, avlanmadan sakındığınız takdirde mutlak olarak size helâl kılındı."

C- "Şüphesiz Allah, dilediğine hükmeder "

Allahü teâlâ, dilediği hükmü koyar. Helâl ve haram da, öncelikle bunlara dahildir.

2

"Ey îmân edenler! Allah'ın şeâ'iri (alâmet veya nişaneleri)ne, haram ay (e'ş-şehre'l-haram)a, hedye (kurbanlıklara), kılâde (gerdanlık)lerine, Rabb'larının fadl (lütuf) ve rızasını arayarak Beyte'l- Haram'a yönelmiş olanlara sakın saygısızlık etmeyin.

İhramdan çıktığınız zaman artık avlanabilirsiniz.

Mescidi'l-Haram'a girmenizi engelledikleri için bir topluluğa duyduğunuz kızgınlık salan sizi onlara karşı saldırıya sevketmesin. Birr (iyilik) ve takva (Allah'a karşı sorumluluk) üzerinde yardımlasın; ısm (günah) ve udvan (düşmanlık) üzerinde yardımlaşmayın. Allah'tan ittika edin (sakının). Çünkü Allah, şedîdül-ıi'kab (cezası şiddetli olan)dır."

A- "Ey îmân edenler! Allah'ın şeâıri (alâmet veya nişanelerine, haram ay (e'ş-şehre'l-haram)a, hedye (kurbanlıklara), kılâde (gerdanlık)lerine, Rabb'larının fadl (lütuf) ve rızasını arayarak Beytel-Haram'a yönelmiş olanlara sakın saygısızlık etmeyin."

Allahü teâlâ, haccın şiarlarını beyana devam ediyor. Şiarların Allah'a (celle celâlühü) izafe edilmesi, onlara şeref kazandırmak ve ihlallerinin korkunç bir hâl olduğunu bildirmek içindir.

"Şeair" kelimesi, "şeîre" nin çoğulu olup,

mikat ve cemrelere taş atma (şeytan taşlama) yerleri,

tavaf ve sa'y mekânları gibi,

hacc menasikinin ifâ edildiği mevkulerin adıdır. İhram, tavaf, sa'y, tıraş olma ve ihramdan çıkma, kurban kesme gibi haccın özel fiilleri, söz konusu yerlere ve mekânlara bağlı olarak tesbit edilmiştir.

Allah'ın şeâirinin ne olduğu konusunda da değişik düşünceler vardır:

1-Allah'ın şeâ'irinden murad, hacc şeâ'iridir.

Haccın şeâirinin ihlali, yasaklara önem vermemek, hacı adayları ile şiarlar arasına engel koymak ve hac aylarında insanları haçtan alıkoymaktır.

2-Allah'ın (celle celâlühü) şeâirınden murad, Allahü teâlâ'nın dinidir. Nitekim bir âyette şöyle buyurulur:

"Kim, Allah'ın şeâ'irını büyük tanırsa." (Hacc 22/32)

Yanı Allahü teâlâ'nın dinine saygı gösterirse...

3-Allah'ın şeâiri, Allahü teâlâ'nın yasak (haram) kıldığı şeylerdir.

4-Allah'ın şeâiri, kulları için tayin buyurduğu farzlardır. Onlara saygısızlık gösterilmesi de, bu yasakları ve farzları ihlâl etmektir.

Ancak bu görüşler içinde bu makama en münasip düşen, birinci görüştür.

Haram aya saygı konusunda da muhtelif görüşler vardır:

1-Haram aya saygısızlık etmemek, o ayda savaşmamak demektir.

2-Haram aya saygısızlık etmek, cahiliye döneminde olduğu gibi "Nesî "yapmak, Muharrem ayının hürmetini (yasağını) Safer ayına nakletmektir.

Mü'minlerin haline uygun olan, birinci görüştür.

Burada haram aydan murad, hac ayıdır.

3-Haram aylar, dört aydır. Buna göre âyette ay kelimesinin tekil olarak zikredilmesi, cins mânâsı tazammun eder.8

Hediy, Kabe'ye sunulmak üzere sevkedilen kurbanlık develer vaya sığırlar veya koyunlardır. Buna ilişkin yasak, bu kurbanlık hayvanları gasbetmek veya yerine ulaşmalarına engel olmaktır.

"Kalâid", "kılâde" nin çoğuludur; kılâde, Kabe için kurbanlık oldukları bilinsin ve onlara dokunulmasın diye hayvanların boyunlarına takılan nal veya ağaç kabuğu gibi işaretlerdir.

Kalâide saygısızlık etmemekten maksad, Kabe'ye hediye edilmek üzere işaretin takıldığı büyük baş kurbanlıklara dokunma yasağıdır.

Bu kurbanlıklar önceki "hediy" kapsamına girdiği halde ayrıca zikredilmesi, bunların diğer kurbanlıklara faikiyyetini gösterir. Nitekim bazı âyetlerde meleklerin hemen ardından Cebrâîl ve Mikâil'in adları zikredilir. Sanki şöyle bir uyarı yapılır:

"Özellikle kalâid taşıyan kurbanlıklara tecavüz ve saygısızlık etmeyin!"

Yahut işaretlenmiş kurbanlıklara dokunma yasağını kuvvetlendirmek için kalâıd'in kendisine dokunulması yasaklanmıştır. Başka bir ifadeyle "değil kurbanlık havanlara; işaretlerine bile dokunmayın." demek istenmiştir. Nitekim.

".. .Ziynetlerini açıp göstermesinler." (Nur 24/31) âyetinde de, ziynet yerlerini açma yasağındaki mübalağa için bu ifade

Bir başka uyarı da şudur:

"Rabblarının rızasını kazanmak amacı ile Beyt-i Haram'a yönelmiş hacı adaylarını bu ibâdetten alıkoymayın, onlarla savaşmayın ve onlara eziyet vermeyin."

Rabb kelimesinin, hacı adaylarının yerini tutan zamire izafe edilmesi, onlara şeref kazandırmak ve onların isteklerinin hâsıl olduğunu bildirmek içindir.

"Yebteğûne / arar oldukları halde" fiili, "tebteğûne — siz arıyor olduğunuz halde" şeklinde hitab kıpı ile de okunmuştur.

Bu kıra ete göre bundan murad, onların halinin, nehyedildiklerı şeye münafi (karşı, aykırı) olduğunu beyan etmektir; yoksa nehyi (yasağı) bu kayda bağlamak değildir. Buna göre Rabb kelimesinin, Beyt-i Haram'a yönelenler zamirine izafe edilmiş olması,

ilâhî teşrifin (şeref bahşetmenin), onlara münhasır bulunduğuna,

onların isteklerine nail olduklarına,

diğer muhatabların bundan mahrum kaldıklarına işaret etmek içindir. Buna göre,

nehyin illeti, tekidi,

nehyediien şeyin aşırı derecede inkâr ve reddi de ifade edilmiş olur.

İşte bundan dolayıdır ki, bazı tefsir âlimlerine göre, "Beytel-Haram'a yönelenler" den murad, özellikle Müslümanlardır. Bu âyetin muhkem olduğunu söyleyenler de, bu görüşü mesned göstermişlerdir. Nitekim rivâyet olunuyor ki, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Mâide sûresi, Kur’ân'ın en son nazil olan sûrelerindendır. Bunun için onun helâl olarak bildirdiklerini helâl ve haram olarak bildirdiklerini de haram olarak kabul edin / Sûretü'l-mâideti min âhıiri'l-kur'âni nüzûlen feehıil-lû halâleha ve harramû harameha" buyurmuştur.

Hasen el-Basrî de, Mâide sûresinde neshedilmiş (mensûh) âyet bulunmadığını söyler.

Ebû Meysere de der ki:

"Mâide suresinde on sekiz farz vardır; bunların içinde mensûh yoktur." Bazı tefsir âlimleri de diyorlar ki:

"Beytci- Haram'a yönelenler"den murad, özellikle müşriklerdir. Çünkü ancak müşrikler, mü'minlerin kendilerine dokunmaktan nehyedilmelerine muhtaçtır; mü'minler için böyle bir ihtiyaç söz konusu değildir. Kaldı ki, mü'minlere tecavüz ve saygısızlık yasağı da nassm açık delaletiyle sabit olmuştur (Onlar için buradaki mübhem ifadeye ihtiyaç yoktur). Bu âyet-i kerimenin Hatm b. Dabîa el-Bekrî hakkında indiği rivâyeti de bu görüşü teyid eder. Şöyle ki:

Hatm b. Dabîa, Medine'ye gelmiş ve atlılarını Medine'nin dışında bırakıp tek başına huzura çıkmış ve arkadaşlarının da Müslüman olacaklarını va'det-miş. Peygamberimiz in huzurundan çıktıktan sonra Medine'nin hayvanlarını sürüp götürmüş. Ertesi sene, Bekir b. Vâil kabilesinin cahiliye hacıları beraberinde olduğu halde, çok miktarda ticaret malı ile birlikte Yemame'den cahiliye haccı için yola çıkmış ve bu hacı adayları, kurbanlıklarını da işaretlemişler. Bunu haber alan Müslümanlar, bu adama karşı harekete geçmek için Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) den izin istemişler. Resûlüllah onlara izin vermemiş. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.

Bu rivâyete göre, âyetteki fadl (lütuf) talebi, ticaret yoluyla rızık talebi ve ilâhî rıza talebi de, kendi iddilarına göre olan ilâhî rıza olarak tefsir edilmiştir. Çünkü o müşrikler de, kendi dinlerinde doğru yolda olduklarını ve yaptıkları hacem da, kendilerini Allahü teâlâ'ya yaklaştırdığını iddia ediyorlardı. Bunun için Allahü teâlâ da, onları, kendi zanları ile vasıflandırmıştır. Onların bu fâsıd zanları, her ne kadar Allahü teâlâ'nın rızasını mucıb olmaktan uzak ise de bu zanları, özellikle Allahü teâlâ'nın haklarını gözetmek ve O'nun şiarlarını tazim etmek zımnında, onların bazı dünyevî amaçlarının gerçekleşmesine ve dünyevî bir takım kötülüklerden kurtulmalarına vesile olmak ihtimalinden uzak değildir.

Tabiî âlimlerinden Katâde diyor ki:

"Onların istedikleri ilâhî lütuf ve rıza, ciünyada onlara güzel bir hayât bahsedilmesi ve dünyada iken ceza verilmemesidir."

Başka bir görüşe göre de, "Beyte'l-Haram'a yönelenler" deyimi hem Müslümanları, hem de müşrikleri kapsar. Nitekim rivâyete göre Ibni Abbas (radıyallahü anh), şöyle diyor:

"Önceleri Müslümanlarla müşrikler bîriikte hacc ediyorlardı. İşte o zamanlar nazil olan bu âyetle, Allahü teâlâ, Müslümanlara, hiç kimsenin Beyt'i haccetmesine engel olmamayı emir buyurdu. Bundan sonra,

"Ey îmân edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra mescidd Haram'a yaklaşmasınlar. " (Tevbe 9/28) ile

"Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe îmân eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder." (Tevbe 9/18) âyetleri nazil oldu.

Tabiînden Mücâhid ile Şa'bî diyorlar ki:

"Bu âyet,

"Haram aylar çılanca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün." (Tevbe 9/5) mealindeki âyet ile nesholunmuştur."

Bu âyetteki "Beyte'l- Haram'a yönelenler" ifadesinin, müşrikleri kapsadığı kesindir, bunda şüphe yoktur. Ancak bu kapsama;

ya müstakildir;

ya müşterektir.

"Mescid-i Haram'a girmenizi engelledikleri için bir topluluğa duyduğunuz kızgınlık sakın sizi onlara karşı saldırıya sevketmesin" cümlesinden de, müşrikleri kapsadığı anlaşılır. Şu halde bu âyetin mânâsı ya tamamen, ya da kısmen mensûhtur.

Son bir kavle göre "Beyte'l Haram'a yönelenler" deyimi fadl (lütuf) ve rıdvan (rıza) itibariyle hem Müslümanları hem de müşrikleri kapsayacak şekilde tefsir edilmelidir.

Bazı âlimler diyorlar ki; fadl, yani rızık istemek, hem mü'minler, hem de müşrikler içindir.

Rıdvan (ilâhî rıza) istemek ise, özellikle mü'minler içindir. Ancak fadlın mutlak mânâda, âhiret fadlına da şâmil olmak üzere tefsir edilmesi de câizdir. Buııa göre fadl talebi de mü'minlere mahsus olur.

B- "İhramdan çıktığınız zaman artık avlanabilirsiniz."

Bundan önceki âyette "siz ihramda iken / ühıillet leküm " ifadesiyle işaret edilen husus, burada sarahat kazanıyor. Yani avlanma yasağı, sebebi olan ihram halinin sona ermesiyle son buluyor. Bu emir, yasaktan sonra ibaha (mubah kılma) emridir. Yani "ihramdan çıktığınız zaman, avlanmanızda bir sakınca yoktur" anlamını içeriyor.

C- "Mescid -i Harama girmenizi engelledikleri için bir topluluğa duyduğunuz kızgınlık sakın sizi onlara karşı saldırıya sevketmesin."

Bu nehiy, Beyt-i Haram'a yönelenlerden muayyen bir Müslüman toplum içindir ve daha önce zikredilen Allah'ın (celle celâlühü) şiarlarını ihlâl nehyine dahil olduğu halde özel olarak zikredilmesi, o muayyen Müslüman toplumun kendilerine mahsus bazı durumlardan dolayı bu konudaki yasakları ihlâl hakları olduğu vehmini ortadan kaldırma amacına yöneliktir.

Âyetin bu bölümü, "Beyte'l-Haram'a yönelenler" ifadesinin, müşrikleri de kapsadığı noktasında açık bir delildir.

Yapılan uyarı şudur:

Müşriklerin Hudeybiye yık (Hicretin 6. yılı Zılka'de, Milâdî 628 Mart) Mescid-i Haram ziyaretinden engelledikleri için onlara karşı duyduğunuz öfke, sizi onlara karşı düşmanlık yapmaya ve onlardan intikam almaya sevketmesin.

Bu ilâhî kelâm, muhatabları, duydukları şiddetli öfkenin düşmanlık getirmesinden nehyeder görünse de, hakikatte onları düşmanlıktan kuvvetle men eder. Zira bir şeyin sebeplerini ve onu hazırlayan unsurları nehyetmek, delil ile hükme varmak yoluyla, bizzat onu nehyetmek ve sebeb - sonuç ilişkişini ortadan kaldırmak sayılır. Bazen de nehiy, müsebbefae tevcih edilir, fakat sebebin nehyi kasdedilir. Nıtekim "seni burada hiç görmeyeyim!" diyen kimse de, muhatabının, kendi huzuruna çıkmasını men etmeyi amaçlar.

Âyetin metnindeki "en saddûküm / sizi engellemeleri" ifadesindeki "en" harfi, bir kırâete göre şart mânâsını bildiren "in" olarak okunur. Buna göre, müşrikler hakkında tevbih ve tenbih olmak üzere, aslında tahakkuk etmiş olan engelleme, farzedilen bir şey gibi ifade edilmiş demektir. Yani yaptıkları engelleme, o kadar çirkin bir hadisedir ki, aslında hiç vakıi olmamalı, ancak vukuu farz edilmelidir.

Bu nehyin (sizi onlara karşı saldırıya sevketmesin), "İhramdam çıktığınız zaman artık avlanabilirsiniz" cümlesinin makabli ile bağlantılı olduğu açık iken bu cümleden sonra zikredilmiş olması, herhalde şu gerçeği bildirmek içindir:

"Beyte'l- Haram'a yönelenler"e tecavüz ve saygısızlık yasağı, avlanma yasağı gibi ihramdan çıkmakla sona ermez, fakat Allahü teâlâ'nın koyduğu hacc şiârlarıyla alakaları tamamen sona erinceye kadar devam eder. Bundan anlaşılıyor ki "Beyte'l- Haram'a yönelenler"e dokunma yasağı da öncelikle bakıi kalır.

Ç- "Birr (iyilik) ve takva (Allah'a karşı sorumluluk) üzerinde yardımlasın; "

Düşmanlık, genellikle dayanışına ve yardımlaşma yoluyla gerçekleştiği için, önce insanlar düşmanlıktan nehyedildi. Şimdi burada da,

iyilik ve takva konularında yardımlaşmaları,

ilâhî buyruklara bağlı kalmaları,

nefsanî arzulardan uzak durmaları emrediliyor.

Böylece affetme ve düşmanların eski hatalarını görmezlikten gelme de öncelikle buna dahil bulunuyor.

D- "İsm (günah) ve udvan (düşmanlık) üzerinde yardımlaşmayın."

Bu ilâhî kelâm da, insanları, zulüm ve günah kabilinden olan her şeyden nehyetmektedir. Şu halde düşmanlıkta ve intikam almakta yardımlaşmak nehyi de, istidlal yoluyla buna dahildir.

Tahliye (boşaltma), tebriyeden (süslemeden) önce olması gerkeirken, burada nehyin (günah ve düşmanlık üzerinde ise yardımlaşmayın), emirden (iyilik ve takva konuları üzerinde de yardımlasın) sonra zikredilmesi, bizzat maksûd olanın, biran önce zikredilmesinin gerekli görülmüş olmasından dolayıdır. Zira günah ve düşmanlıkta yardımlaşmamak emrinden amaçlanan, iyilik ve takva konularında yardımlaşmayı gerçekleştirmektir.

E- "Allah'tan ittıka edin (sakının). Çünkü Allah şedîdü'l-ıi'kaab (cezası şiddetli olan)dır."

Bütün işlerde, ezcümle zikredilen emir ve nehiylerde Allahü teâlâ'ya muhalefetten sakının. Böylece o konularda da takvanın vücubu istidlal yoluyla sabit olmuş olur. Takva emrinin illeti, "Çünkü Allah, azabı şiddetli olandır." cümlesi ile açıklanır. Yani Allahü teâlâ'ya karşı aykırılıklardan sakınmayanlar için O'nun azabı çok çeündir. Bu itibarla eğer siz, Allahü teâlâ'ya karsı aykırılıktan sakınmazsanız, O, mutlaka size azab edecektir. Burada da zamir makamında ism-i celilın (Allah'ın) zahir olarak zikredilmesi, daha önce defalarca geçtiği gibi, Allah korkusunu kalblerc sokmak ve mehabeti arttırmak ve cümlenin istiklâhni takviye içindir.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1574  H : 982)

 

İRŞÂD, EBU'S-SUÛD TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

HANEFÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç