176
A- "(Resûlüm)
senden fetva istiyorlar. De ki:
- Allah, size kelâle
(babası ve çocuğu olmayan kimse)nin mirası
hakkındaki hükmünü şöyle açıklar."
Fetva
istedikleri konunun açık olarak zikredilmemesi, ondan sonraki anlatımın yeterli
sayıldığı içindir.
Kelâle
kelimesinin tefsiri, bu sûrenin başında geçti.
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) e bu fetvayı soran, Câbir b. Abdullah'dır
(radıyallahü anh)
Rivâyet olunuyor ki, Vedâ Hacet yılında
Mekke yolunda Câbir (radıyallahü anh),
Resûlüllah'a
(sallallahü aleyhi ve sellem)
gelip:
"- Benim
bir kızkardeşim var; bu durumda kızkardeşim ölürse, onun mirasından ben ne
alacağım?" diye sordu.
Diğer bir
rivâyete göre ise, Câbir b. Abdullah (radıyallahü anh),
hasta iken Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem), onu ziyarete
gitti. O sırada kendisi, Resûlüllah'a
(sallallahü aleyhi ve sellem):
"- Ben
kelâle (babası ve çocukları olmayan) bir
kimseyim; buna göre ben malımı ne yapacağım?" diye sordu.
Rivâyete
göre Câbir b. Abdullah (radıyallahü anh) diyor
ki:
"- Ben
hasta iken, şuurum yerinde olmadığı bir sırada
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)
beni ziyarete geldi ve abdest alıp abdest suyundan benim üstüme serpince şuurum
yerine geldi. O zaman ben:
"- Ya
Resûlallah! Benim mirasım kime kalacak?
Bana kelâle (babam ve çocuklarım olmayan)
yakınlarım mı vâris olacak ?" diye sordum. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerîme
nazil oldu.
B- "Çocuğu olmayan ve kız kardeşi bulunan bir erkek
ölürse terekenin yarısı onundur."
1-Bir
erkek, çocuksuz ve babasız olarak ölürse ve onun sadece bir kız kardeşi varsa,
mirasın yarısı onundur.
2-Kalan
yarısı da, eğer asabe (muayyen bir payı olmayan)
varisler varsa onlara aittir; yoksa o da, red yoluyla
(başkaca varisler olmadığından) kızkardeşe kalır.
Kelâle, hem
çocuksuz, hem de babasız ölen bir kimsenin durumudur, Babanın yolduğunun açıkça
zikredilmemiş olması, meselenin gayet açık olmasından ve varislerle ilgili
tafsilatın buna delâlet etmesinden dolayıdır.
3-Kız
kardeşten murad, yalnız ana bu- kız kardeş değildir. Çünkü onun hissesi altıda
birdir. Bununla ilgili açıklama, bu sûrenin başında geçti.
C- "Çocuğu Olmayan kız kardeş ölürse, erkek kardeş ona
vâris olur."
Kızkardeş
ölür de, erkek kardeş kalırsa ve ölen kızkardeşin erkek veya kız çocuğu
bulunmuyorsa, erkek kardeş vâris olur. Daha açık bir ifadeyle mirasın tamamını
alır. Çünkü hiç çocuğu olmaması, mirasın tamamını almasının şartıdır; yoksa
kısmen vâris olması değildir. Kısmen vâris olması, miras bırakanın kızının
olması haklide söz konusu olur.
Bu âyette,
erkek kardeşlerin, çocuklardan başkasıyla mirastan sakıt olup olmadıklarına
delalet eden bir şey yoktur. Ancak Sünnet (hadis),
onların baba ile sakıt oldukları yönündedir.
Ç- "Eğer ölenin iki kız kardeşi varsa, terekenin üçte
ikisi onlarındır."
Eğer
kızkardeşler iki veya daha fazla iseler, mirasın üçte ikisi onlarındır.
D- "Eğer kardeşler erkek ve kadın iseler, erkeğin payı
iki kadın payı kadardır. Şaşırmayasınız diye Allah, size açıklama yapıyor.
Allah, her şeyi hakkıyla bilen (Alîm)dır."
Bu durumda
tereke, asabe yoluyla (kimseye belli ve değişmeyen bir
pay verilmeden) kadına bir, erkeğe iki pay olmak üzere kardeşler arasında
taksim edilir.
Bu âyet-i
kerîme, Kur an'da ahkâm konusunda en son nazil olan âyettir.
Rivâyete
göre Ebubekir el-Sıddîk (radıyallahü anh),
hutbesinde dedi ki:
"Haberiniz
olsun ki, Allahü teâlâ'nın Nisa (4) sûresinde
ferâız (miras hukuku) ile ilgili indirdiği
âyetler şöyledir:
Bu
âyetlerden:
birincisi,
çocuklar ve babalar hakkındadır;
ikincisi,
karı koca ve ana bir kardeşler hakkındadır,
sûrenin
sonundaki âyet ise, ana-baba bir veya baba bir kardeşler ve kızkardeşler
hakkındadır.
Enfâl
(8) sûresinin sonundaki âyet ise, ülü'l erham
(kardeş ve anıca kızları gibi, mirastan belli bir
nisbette hissesi olan varisler ile asabe, yani bir hissesi olmayıp hisselerden
artanı alan varisler dışındaki akrabalar) hakkındadır.
Allahü
teâlâ, her şeyi ve ezcümle sizin hayatınız ve mematınızla ilgili bütün
hallerinizi eksiksiz olarak bilir. Binaenaleyh O, sizin hâl ve menfaatlerinize
olan hükümleri ortaya koyar.
Rivâyet
olunduğuna göre Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)
şöyle demiştir:
"Kim, Nisa
sûresini okursa, miraslardan pay alan bütün mü'min erkeklere ve mü'mine
kadınlara sadaka vermiş gibi sevab alır; yine, bir köle satın alıp âzad etmiş
gibi sevap alır; şirkten uzak kalır ve Allahü teâlâ'nın, mağfiretlerini dilediği
zümreye dahil olur (Men karae sûrete'n-nisâi fekeennema
tesaddaka a'lâ külli mü'minin ve mü'minetin verişe mîrasen ü'tıî minel-ecri
kemen iştera muharraran ev beriî mine'ş-şirld ve kâne fi meşîeti-llâhi tealâ
mine-llezîne yütecavezü a'nhüm.)
Allahü
teâlâ, cümle ilim sahiplerinden daha iyi bilir.
MÂİDE SÛRESİ
(Sûre tül - Mâide) Medine'de inmiştir ve
Yüzyırmı Ayettir.
Rahman Ve
Rahîym Allah'ın Adı ile.
1
"Ey îmân edenler! Akidleri ifa edin
(edimleri yerine getirin).
İhramda iken avlanma
(e's-sayd)yi helâl saymaksızm, size okunacak
olanlar dışında kalan hayvanlar size helâl kılındı. Şüphesiz Allah, dilediğine
hükmeder.
A- "Ey îmân edenler ! Akıdleri ifa edin."
Akde vefa
etmek, akdin gereğini yerine getirmektir; ifâ da aynı anlamdadır.
Akid,
tevsik edilmiş ahiddir. Burada akidlerden murad:
1-Allahü
teâlâ'nın, kulları için zorunlu kıldığı dinî mükellefiyetler;
2-insanların kendi aralarında akdettikleri sözleşmeler;
3-Yerine
getirilmesi dinen vacib veya güzel olan diğer akidler.
Görüldüğü
gibi âyetteki emir farzı, vacibi, mendûbu kapsayan genel bir mânâdır.
B- "ihramda iken avlanmayı helâl saymaksızın, size
okunacaklar dışında kalan hayvanlar size helâl kılındı."
"Behîme",
dört ayaklı bütün hayvanlar için kullanılır.
"En'âm" da,
aynı mânâya geldiği halde "behime" kelimesinin ona izafe edilmesi, mânâyı
kuvvetlendirmek içindir.
Bu
hayvanlar, En'âm (6) sûresinde sayılan dört
çifttir. Bunlara ceylan, geyik, karaca ve yabanî sığır gibi hayvanlar da ilâve
edilir.
Diğer bir görüşe göre buradaki behime'den
(dört ayaklı hayvandan) murad, sözü geçen yabanî
dört ayaklı hayvanlardır. Çünkü en'âm (dört ayaklı
evcil hayvan) etlerinin helâl olduğu daha önce beyan edildi.
Bu görüşe
göre behime kelimesinin, en'âm kelimesine izafe edilmesi, geviş getirmek ve
kesici dişleri olmamak hususunda aralarında benzerlik bulunmasından dolayıdır.
Bu izafenin faydası da, iki muz af (behime ile en'âm)
arasındaki müşterek hükmün illetini bıldirmektir. Sanki şöyle denmektedir:
Daha önce
helâl olduğu size bildirilen en'âm (evcil hayvanlar)a
benzeyen ve onlardaki hükmün temel sebebini (illetini)
taşıyan behîmeler (yabanî hayvanlar) de sizin
için helâl kılınmıştır.
Hacc veya
umre için ihrama girmiş bulunan kimseye karada avlanmak ve kara avının etini
yemek helâl değildir.
Bunun
ihramlı için mânâsı, amel ve itikad olarak haram olduğunu tesbıt etmektir.
Haramın bu ülubla tesbiti, Kitab ve Sünnette yaygındır.
"Behîmetüi-en'a'm / en'â'mm behîmesi" dan murad, geyik, ceylan, karaca ve benzen
dört ayaklı yabanî hayvanlar ise, helâl hükmünün, ihramlı iken karada avlanmanın
haram kılınmasıyla takyidinin faydası açıktır. Bu dört: ayaklı yabanî
hayvanların helâl oluşu mutlak değildir (ihramlı için
haramdır) . Sanki şöyle buyrulmustur:
"Bu
hayvanları avlamak, ihramlı iken bundan sakındığınız takdirde sizin için
helâldir."
Birinci
takdire göre (söz konusu dört çift; veya toplam sekiz
adet: evcil hayvan kasdedilmesine göre) ise bu takyidin faydası,
nimeti
tamamlamak,
insanların,
o hayvanların helâl kılınmasına muhtaç olduklarını hatırlatmak,
onlara
minnet yüklemektir.
Çünkü
ihramlı iken avlanmanın haram olması, o durumda insanların başka hayvanların
etlerinin helâl kılınmasına muhtaç olduklarını akla getirir. Sanki şöyle
buyrulmuş olur:
"En'âm
(koyun, keçi, deve, sığır), bazı zamanlar,
avlanmadan sakındığınız takdirde mutlak olarak size helâl kılındı."
C- "Şüphesiz Allah, dilediğine hükmeder "
Allahü
teâlâ, dilediği hükmü koyar. Helâl ve haram da, öncelikle bunlara dahildir.
2
"Ey îmân edenler! Allah'ın şeâ'iri
(alâmet veya nişaneleri)ne,
haram ay (e'ş-şehre'l-haram)a,
hedye (kurbanlıklara),
kılâde (gerdanlık)lerine,
Rabb'larının fadl (lütuf)
ve rızasını arayarak Beyte'l- Haram'a yönelmiş olanlara sakın saygısızlık
etmeyin.
İhramdan çıktığınız zaman artık avlanabilirsiniz.
Mescidi'l-Haram'a girmenizi engelledikleri için bir
topluluğa duyduğunuz kızgınlık salan sizi onlara karşı saldırıya sevketmesin.
Birr (iyilik) ve
takva (Allah'a karşı sorumluluk)
üzerinde yardımlasın; ısm (günah)
ve udvan (düşmanlık)
üzerinde yardımlaşmayın. Allah'tan ittika edin
(sakının). Çünkü Allah, şedîdül-ıi'kab
(cezası şiddetli olan)dır."
A- "Ey îmân edenler! Allah'ın şeâıri
(alâmet veya nişanelerine, haram ay (e'ş-şehre'l-haram)a,
hedye (kurbanlıklara),
kılâde (gerdanlık)lerine,
Rabb'larının fadl (lütuf)
ve rızasını arayarak Beytel-Haram'a yönelmiş olanlara sakın saygısızlık
etmeyin."
Allahü
teâlâ, haccın şiarlarını beyana devam ediyor. Şiarların Allah'a
(celle celâlühü) izafe edilmesi, onlara şeref
kazandırmak ve ihlallerinin korkunç bir hâl olduğunu bildirmek içindir.
"Şeair"
kelimesi, "şeîre" nin çoğulu olup,
mikat ve
cemrelere taş atma (şeytan taşlama) yerleri,
tavaf ve
sa'y mekânları gibi,
hacc
menasikinin ifâ edildiği mevkulerin adıdır. İhram, tavaf, sa'y, tıraş olma ve
ihramdan çıkma, kurban kesme gibi haccın özel fiilleri, söz konusu yerlere ve
mekânlara bağlı olarak tesbit edilmiştir.
Allah'ın
şeâirinin ne olduğu konusunda da değişik düşünceler vardır:
1-Allah'ın
şeâ'irinden murad, hacc şeâ'iridir.
Haccın
şeâirinin ihlali, yasaklara önem vermemek, hacı adayları ile şiarlar arasına
engel koymak ve hac aylarında insanları haçtan alıkoymaktır.
2-Allah'ın
(celle celâlühü) şeâirınden murad, Allahü
teâlâ'nın dinidir. Nitekim bir âyette şöyle buyurulur:
"Kim,
Allah'ın şeâ'irını büyük tanırsa." (Hacc 22/32)
Yanı Allahü
teâlâ'nın dinine saygı gösterirse...
3-Allah'ın
şeâiri, Allahü teâlâ'nın yasak (haram) kıldığı
şeylerdir.
4-Allah'ın
şeâiri, kulları için tayin buyurduğu farzlardır. Onlara saygısızlık gösterilmesi
de, bu yasakları ve farzları ihlâl etmektir.
Ancak bu
görüşler içinde bu makama en münasip düşen, birinci görüştür.
Haram aya
saygı konusunda da muhtelif görüşler vardır:
1-Haram aya
saygısızlık etmemek, o ayda savaşmamak demektir.
2-Haram aya
saygısızlık etmek, cahiliye döneminde olduğu gibi "Nesî "yapmak, Muharrem ayının
hürmetini (yasağını) Safer ayına nakletmektir.
Mü'minlerin
haline uygun olan, birinci görüştür.
Burada
haram aydan murad, hac ayıdır.
3-Haram
aylar, dört aydır. Buna göre âyette ay kelimesinin tekil olarak zikredilmesi,
cins mânâsı tazammun eder.8
Hediy,
Kabe'ye sunulmak üzere sevkedilen kurbanlık develer vaya sığırlar veya
koyunlardır. Buna ilişkin yasak, bu kurbanlık hayvanları gasbetmek veya yerine
ulaşmalarına engel olmaktır.
"Kalâid",
"kılâde" nin çoğuludur; kılâde, Kabe için kurbanlık oldukları bilinsin ve onlara
dokunulmasın diye hayvanların boyunlarına takılan nal veya ağaç kabuğu gibi
işaretlerdir.
Kalâide
saygısızlık etmemekten maksad, Kabe'ye hediye edilmek üzere işaretin takıldığı
büyük baş kurbanlıklara dokunma yasağıdır.
Bu
kurbanlıklar önceki "hediy" kapsamına girdiği halde ayrıca zikredilmesi,
bunların diğer kurbanlıklara faikiyyetini gösterir. Nitekim bazı âyetlerde
meleklerin hemen ardından Cebrâîl ve
Mikâil'in adları zikredilir. Sanki şöyle bir uyarı yapılır:
"Özellikle
kalâid taşıyan kurbanlıklara tecavüz ve saygısızlık etmeyin!"
Yahut işaretlenmiş kurbanlıklara dokunma
yasağını kuvvetlendirmek için kalâıd'in kendisine dokunulması yasaklanmıştır.
Başka bir ifadeyle "değil kurbanlık havanlara; işaretlerine bile dokunmayın."
demek istenmiştir. Nitekim.
"..
.Ziynetlerini açıp göstermesinler." (Nur 24/31)
âyetinde de, ziynet yerlerini açma yasağındaki mübalağa için bu ifade
Bir başka
uyarı da şudur:
"Rabblarının rızasını kazanmak amacı ile Beyt-i Haram'a yönelmiş hacı adaylarını
bu ibâdetten alıkoymayın, onlarla savaşmayın ve onlara eziyet vermeyin."
Rabb
kelimesinin, hacı adaylarının yerini tutan zamire izafe edilmesi, onlara şeref
kazandırmak ve onların isteklerinin hâsıl olduğunu bildirmek içindir.
"Yebteğûne
/ arar oldukları halde" fiili, "tebteğûne — siz arıyor olduğunuz halde" şeklinde
hitab kıpı ile de okunmuştur.
Bu kıra ete
göre bundan murad, onların halinin, nehyedildiklerı şeye münafi
(karşı, aykırı) olduğunu beyan etmektir; yoksa
nehyi (yasağı) bu kayda bağlamak değildir. Buna
göre Rabb kelimesinin, Beyt-i Haram'a yönelenler zamirine izafe edilmiş olması,
ilâhî
teşrifin (şeref bahşetmenin), onlara münhasır
bulunduğuna,
onların
isteklerine nail olduklarına,
diğer
muhatabların bundan mahrum kaldıklarına işaret etmek içindir. Buna göre,
nehyin
illeti, tekidi,
nehyediien
şeyin aşırı derecede inkâr ve reddi de ifade edilmiş olur.
İşte bundan
dolayıdır ki, bazı tefsir âlimlerine göre, "Beytel-Haram'a yönelenler" den
murad, özellikle Müslümanlardır. Bu âyetin muhkem olduğunu söyleyenler de, bu
görüşü mesned göstermişlerdir. Nitekim rivâyet olunuyor ki,
Peygamberimiz
(sallallahü aleyhi ve sellem):
"Mâide
sûresi, Kur’ân'ın en son nazil olan sûrelerindendır. Bunun için onun helâl
olarak bildirdiklerini helâl ve haram olarak bildirdiklerini de haram olarak
kabul edin / Sûretü'l-mâideti min âhıiri'l-kur'âni nüzûlen feehıil-lû halâleha
ve harramû harameha" buyurmuştur.
Hasen
el-Basrî de, Mâide sûresinde neshedilmiş (mensûh)
âyet bulunmadığını söyler.
Ebû Meysere
de der ki:
"Mâide
suresinde on sekiz farz vardır; bunların içinde mensûh yoktur." Bazı tefsir
âlimleri de diyorlar ki:
"Beytci-
Haram'a yönelenler"den murad, özellikle müşriklerdir. Çünkü ancak müşrikler,
mü'minlerin kendilerine dokunmaktan nehyedilmelerine muhtaçtır; mü'minler için
böyle bir ihtiyaç söz konusu değildir. Kaldı ki, mü'minlere tecavüz ve
saygısızlık yasağı da nassm açık delaletiyle sabit olmuştur
(Onlar için buradaki mübhem ifadeye ihtiyaç yoktur).
Bu âyet-i kerimenin Hatm b. Dabîa el-Bekrî hakkında indiği rivâyeti de bu görüşü
teyid eder. Şöyle ki:
Hatm b.
Dabîa, Medine'ye gelmiş ve atlılarını Medine'nin dışında bırakıp tek başına
huzura çıkmış ve arkadaşlarının da Müslüman olacaklarını va'det-miş.
Peygamberimiz in huzurundan çıktıktan
sonra Medine'nin hayvanlarını sürüp götürmüş. Ertesi sene, Bekir b. Vâil
kabilesinin cahiliye hacıları beraberinde olduğu halde, çok miktarda ticaret
malı ile birlikte Yemame'den cahiliye haccı için yola çıkmış ve bu hacı
adayları, kurbanlıklarını da işaretlemişler. Bunu haber alan Müslümanlar, bu
adama karşı harekete geçmek için Peygamberimiz
(sallallahü aleyhi ve sellem) den izin
istemişler. Resûlüllah onlara izin
vermemiş. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.
Bu rivâyete
göre, âyetteki fadl (lütuf) talebi, ticaret
yoluyla rızık talebi ve ilâhî rıza talebi de, kendi iddilarına göre olan ilâhî
rıza olarak tefsir edilmiştir. Çünkü o müşrikler de, kendi dinlerinde doğru
yolda olduklarını ve yaptıkları hacem da, kendilerini Allahü teâlâ'ya
yaklaştırdığını iddia ediyorlardı. Bunun için Allahü teâlâ da, onları, kendi
zanları ile vasıflandırmıştır. Onların bu fâsıd zanları, her ne kadar Allahü
teâlâ'nın rızasını mucıb olmaktan uzak ise de bu zanları, özellikle Allahü
teâlâ'nın haklarını gözetmek ve O'nun şiarlarını tazim etmek zımnında, onların
bazı dünyevî amaçlarının gerçekleşmesine ve dünyevî bir takım kötülüklerden
kurtulmalarına vesile olmak ihtimalinden uzak değildir.
Tabiî
âlimlerinden Katâde diyor ki:
"Onların
istedikleri ilâhî lütuf ve rıza, ciünyada onlara güzel bir hayât bahsedilmesi ve
dünyada iken ceza verilmemesidir."
Başka bir görüşe göre de, "Beyte'l-Haram'a
yönelenler" deyimi hem Müslümanları, hem de müşrikleri kapsar. Nitekim rivâyete
göre Ibni Abbas (radıyallahü anh), şöyle diyor:
"Önceleri
Müslümanlarla müşrikler bîriikte hacc ediyorlardı. İşte o zamanlar nazil olan bu
âyetle, Allahü teâlâ, Müslümanlara, hiç kimsenin Beyt'i haccetmesine engel
olmamayı emir buyurdu. Bundan sonra,
"Ey îmân
edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra mescidd
Haram'a yaklaşmasınlar. " (Tevbe 9/28) ile
"Allah'ın
mescidlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe îmân eden, namazı dosdoğru kılan,
zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder."
(Tevbe 9/18) âyetleri nazil oldu.
Tabiînden
Mücâhid ile Şa'bî diyorlar ki:
"Bu âyet,
"Haram
aylar çılanca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün."
(Tevbe 9/5) mealindeki âyet ile nesholunmuştur."
Bu âyetteki
"Beyte'l- Haram'a yönelenler" ifadesinin, müşrikleri kapsadığı kesindir, bunda
şüphe yoktur. Ancak bu kapsama;
ya müstakildir;
ya müşterektir.
"Mescid-i
Haram'a girmenizi engelledikleri için bir topluluğa duyduğunuz kızgınlık sakın
sizi onlara karşı saldırıya sevketmesin" cümlesinden de, müşrikleri kapsadığı
anlaşılır. Şu halde bu âyetin mânâsı ya tamamen,
ya da kısmen mensûhtur.
Son bir
kavle göre "Beyte'l Haram'a yönelenler" deyimi fadl
(lütuf) ve rıdvan (rıza) itibariyle hem
Müslümanları hem de müşrikleri kapsayacak şekilde tefsir edilmelidir.
Bazı
âlimler diyorlar ki; fadl, yani rızık istemek,
hem mü'minler, hem de müşrikler içindir.
Rıdvan
(ilâhî rıza) istemek ise, özellikle mü'minler
içindir. Ancak fadlın mutlak mânâda, âhiret fadlına da şâmil olmak üzere tefsir
edilmesi de câizdir. Buııa göre fadl talebi de mü'minlere mahsus olur.
B- "İhramdan çıktığınız zaman artık avlanabilirsiniz."
Bundan
önceki âyette "siz ihramda iken / ühıillet leküm " ifadesiyle işaret edilen
husus, burada sarahat kazanıyor. Yani avlanma
yasağı, sebebi olan ihram halinin sona ermesiyle son buluyor. Bu emir, yasaktan
sonra ibaha (mubah kılma) emridir.
Yani "ihramdan çıktığınız zaman, avlanmanızda
bir sakınca yoktur" anlamını içeriyor.
C- "Mescid -i Harama girmenizi engelledikleri için bir
topluluğa duyduğunuz kızgınlık sakın sizi onlara karşı saldırıya sevketmesin."
Bu nehiy,
Beyt-i Haram'a yönelenlerden muayyen bir Müslüman toplum içindir ve daha önce
zikredilen Allah'ın (celle celâlühü) şiarlarını
ihlâl nehyine dahil olduğu halde özel olarak zikredilmesi, o muayyen Müslüman
toplumun kendilerine mahsus bazı durumlardan dolayı bu konudaki yasakları ihlâl
hakları olduğu vehmini ortadan kaldırma amacına yöneliktir.
Âyetin bu
bölümü, "Beyte'l-Haram'a yönelenler" ifadesinin, müşrikleri de kapsadığı
noktasında açık bir delildir.
Yapılan
uyarı şudur:
Müşriklerin
Hudeybiye yık (Hicretin 6. yılı Zılka'de, Milâdî 628
Mart) Mescid-i Haram ziyaretinden engelledikleri için onlara karşı
duyduğunuz öfke, sizi onlara karşı düşmanlık yapmaya ve onlardan intikam almaya
sevketmesin.
Bu ilâhî
kelâm, muhatabları, duydukları şiddetli öfkenin düşmanlık getirmesinden nehyeder
görünse de, hakikatte onları düşmanlıktan kuvvetle men eder. Zira bir şeyin
sebeplerini ve onu hazırlayan unsurları nehyetmek, delil ile hükme varmak
yoluyla, bizzat onu nehyetmek ve sebeb - sonuç ilişkişini ortadan kaldırmak
sayılır. Bazen de nehiy, müsebbefae tevcih edilir, fakat sebebin nehyi
kasdedilir. Nıtekim "seni burada hiç görmeyeyim!" diyen kimse de, muhatabının,
kendi huzuruna çıkmasını men etmeyi amaçlar.
Âyetin
metnindeki "en saddûküm / sizi engellemeleri" ifadesindeki "en" harfi, bir
kırâete göre şart mânâsını bildiren "in" olarak okunur. Buna göre, müşrikler
hakkında tevbih ve tenbih olmak üzere, aslında tahakkuk etmiş olan engelleme,
farzedilen bir şey gibi ifade edilmiş demektir. Yani
yaptıkları engelleme, o kadar çirkin bir hadisedir ki, aslında hiç vakıi
olmamalı, ancak vukuu farz edilmelidir.
Bu nehyin
(sizi onlara karşı saldırıya sevketmesin),
"İhramdam çıktığınız zaman artık avlanabilirsiniz" cümlesinin makabli ile
bağlantılı olduğu açık iken bu cümleden sonra zikredilmiş olması, herhalde şu
gerçeği bildirmek içindir:
"Beyte'l-
Haram'a yönelenler"e tecavüz ve saygısızlık yasağı, avlanma yasağı gibi ihramdan
çıkmakla sona ermez, fakat Allahü teâlâ'nın koyduğu hacc şiârlarıyla alakaları
tamamen sona erinceye kadar devam eder. Bundan anlaşılıyor ki "Beyte'l- Haram'a
yönelenler"e dokunma yasağı da öncelikle bakıi kalır.
Ç- "Birr (iyilik)
ve takva (Allah'a karşı sorumluluk)
üzerinde yardımlasın; "
Düşmanlık,
genellikle dayanışına ve yardımlaşma yoluyla gerçekleştiği için, önce insanlar
düşmanlıktan nehyedildi. Şimdi burada da,
iyilik ve
takva konularında yardımlaşmaları,
ilâhî
buyruklara bağlı kalmaları,
nefsanî
arzulardan uzak durmaları emrediliyor.
Böylece
affetme ve düşmanların eski hatalarını görmezlikten gelme de öncelikle buna
dahil bulunuyor.
D- "İsm (günah)
ve udvan (düşmanlık)
üzerinde yardımlaşmayın."
Bu ilâhî
kelâm da, insanları, zulüm ve günah kabilinden olan her şeyden nehyetmektedir.
Şu halde düşmanlıkta ve intikam almakta yardımlaşmak nehyi de, istidlal yoluyla
buna dahildir.
Tahliye
(boşaltma), tebriyeden
(süslemeden) önce olması gerkeirken, burada nehyin
(günah ve düşmanlık üzerinde ise yardımlaşmayın),
emirden (iyilik ve takva konuları üzerinde de
yardımlasın) sonra zikredilmesi, bizzat maksûd olanın, biran önce
zikredilmesinin gerekli görülmüş olmasından dolayıdır. Zira günah ve düşmanlıkta
yardımlaşmamak emrinden amaçlanan, iyilik ve takva konularında yardımlaşmayı
gerçekleştirmektir.
E- "Allah'tan ittıka edin
(sakının). Çünkü Allah şedîdü'l-ıi'kaab
(cezası şiddetli olan)dır."
Bütün
işlerde, ezcümle zikredilen emir ve nehiylerde Allahü teâlâ'ya muhalefetten
sakının. Böylece o konularda da takvanın vücubu istidlal yoluyla sabit olmuş
olur. Takva emrinin illeti, "Çünkü Allah, azabı şiddetli olandır." cümlesi ile
açıklanır. Yani Allahü teâlâ'ya karşı
aykırılıklardan sakınmayanlar için O'nun azabı çok çeündir. Bu itibarla eğer
siz, Allahü teâlâ'ya karsı aykırılıktan sakınmazsanız, O, mutlaka size azab
edecektir. Burada da zamir makamında ism-i celilın (Allah'ın) zahir olarak zikredilmesi, daha önce defalarca geçtiği
gibi, Allah korkusunu kalblerc sokmak ve mehabeti arttırmak ve cümlenin
istiklâhni takviye içindir.
|