42
Hep yalana kulak verir, durmadan haram yerler. Sana
gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan
yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Ve eğer hüküm verirsen, aralarında
adaletle hükmet. Allah âdil olanları sever.
“Hep
yalana kulak verir.” Bu ifade tekit
amacıyla tekrarlarınıştır.
Yani bu,
(.......) demektir. Nitekim bundan sonra gelen
şu cümle de böyledir:
“Durmadan
haram yerler.”
Yani kazanılması ve elde
olunması helâl olmayan her şeyi, her yoldan alır yerler. Âyette geçen,
“el-Süht” kelimesi, bu da,
“Sehatehu” kökünden alınmadır ve bir şeyi
kökünden kazımak manasına gelir. Çünkü bu, bereketi bütünüyle ortadan kaldınyor,
yok ediyor. Nitekim bir hadiste şöyle buyurulmuştur.
“Hüküm açısından
rüşvet de böyledir.”
Bak Süyuti,
el-Dürrü'l-Mensur,3/81
Yahûdîler hükümleri
değiştirmek, haramı helâl kılmak için rüşvet alırlardı.
Kırâat imâmlarından
İbn Kesîr, Ebû
Amr, Eshel İbn Muhammed,
Ya'kûb İbn İshak ve Ali
Kisâî, “es-Süht”
kelimesini, “essühutu” olarak
okumuşlardır.
“Sana
gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir.” Bir
tefsire göre Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda
muhayyer bırakılmıştı.
Yani kitap ehlinin kendisini
hakem kabul etmeleri hainde, Resûlüllah
aralarında hüküm verme veya vermeme konusunda serbest bırakılmıştı. Yine bir
tefsire göre bu muhayyerlik durumu sonradan yürürlükten kaldırılrmştır/nesh
olunmuştur. Çünkü Allah,
“Aralarında Allah'ın
indirdiğiyle hükmet” diye buyurmuştur. Mâide,49
“Eğer
onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler.” Sana zarar
verebilecek bir güçleri asla olmayacaktır. Çünkü
Allah seni, sana düşman olan insanlardan koruyacaktır.
“Ve eğer hüküm
verirsen, aralarında adaletle hükmet.
Allah
adil olanları sever.”
43
İçinde Allah'ın hükmü
bulunan Tevrât yanlarında olduğu hâlde nasd seni hakem kılıyorlar da sonra,
bunun arkasından yüz çevirip gidiyorlar? Onlar mü’min kimseler değildir.
“İçinde
Allah'ın hükmü
bulunan Tevrât yanlarında olduğu hâlde nasıl seni hakem kılıyorlar.”
Yahûdîlerin
Resûlüllah'a ve ona indirilen Kitab'a
îman etmedikleri hâlde, kendisini hakem tayin etmelerinden duyuları şaşkınlık ve
hayret dile getiriliyor. Kaldı ki onların aradıkları hüküm inandıkların ileri
sürdükleri kitaplarında zaten gerçek anlamıyla yer almaktadır.
(.......)
ifadesi, (.......) lâfzından hâldir ve
mübtedadır.
Haberi ise,
(.......) ifadesidir.
(.......)
Sonra, bunun arkasından yüz çevirip gidiyorlar?” Âyetin bu kısmı,
(.......) kavli üzerine ma'tûf bulunmaktadır.
Yani mana şöyledir:
“Seni hakem tayin etmelerinden sonra onların
kitaplarına uygun olarak hükmetmen üzerine bu hükümden yüz çeviriyorlar ve hükme
râzı olmuyorlar.”
“Onlar
mü’min kimseler değildirler.”
Yahûdîler iddialarında ileri
sürdükleri gibi esasen îman etmiş değiller.
44
Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu hâlde Tevrât'ı
indirdik. Kendilerini (Allah'a)
vermiş peygamberler onunla Yahûdîle re
hükmederlerdi. Allah'ın Kitab'ım korumaları
kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler ve bilginler de
(onunla hükmederlerdi). Hepsi ona
(hak olduğuna) şâhitlerdi. Şu hâlde
(Ey Yahûdîler ve hakimler!) İnsanlardan
korkmayın, benden korkun. Âyet lerimi az bir bedel karşılığında satmaym. Kim
Allah'ın indirdiği
(hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.
“Biz,
içinde doğruyu rehberlik ve nur olduğu hâlde Tevrât'ı indirdik.”
“Kendilerini
(Allaha)
vermiş peygamberler onunla,
Allah'ın Tevrât'ta yer alan hükümlerine boyun
eğerlerdi. Aslında bu, peygamberleri, övgü
yollu bir ifadedir. Bununla, o hükümleri uygulayan
peygamberler açısından Yahûdîlere bir tarizdir, bir yergidir. Çünkü
Yahûdî toplumu, bütün peygamberlerin dini olan
İslam dininden uzak idiler.
(.......)
küfür yoluna sapanlar hakkında... demektir. Burada,
(.......) lafzında yer alan “Lam” harfi,
(.......) kelimesine mütealliktir/bağlıdır.
(.......)
cümlesi de, (.......) üzerine ma'tûfturlar.
Bu, zahitler ve alimler/bilginler demektir.
“Allah'ın
kitabım korumaları kendilerinden istendiği gibi Rablerine teslim olmuş zâhidler
ve bilginler de (onunla hükmederlerdi).”
Burada,
(.......) kelimesinin,
(.......) ifadesinden bedel olması da câizdir,
denilmiştir. (.......) yani kitabın
açıklarınasında, hükümlerinin anlatımında, demektir.
(.......)
fiilindeki zamîr de, peygamberlere,
Rabbanilere ve Ahbara/alimlere hepsine birden râcidir/yöneliktir.. Aslında
Kitabın korunmasının istenmesi Allah
tarafındandır. Allah bunlara kitabı ve
hükümlerini korumakla görevlendirmiş, onlara bu sorumluluğu vermiştir. Ya da bu,
sadece Rabbanilerle Ahbara/alimlere râcidir/yöneliktir.
Bu durumda koruma talebi
peygamberlerden gelmiş olabilir.
“Hepsi
ona (hak olduğuna)
şâhitlerdi.” Kitabın içindeki hükümlerin değiştirilmemesi için üzerinde
gözeticiler idiler.
“Şu
hâlde (Ey Yahûdîler ve hakimler!)
insanlardan korkmayın.” Bununla idarecilerin verecekleri hükümlerin de
Allah'tan başka hiçbir kimseden korkmamaları,
hiçbir güçten çekinmemeleri emrediliyor. Başka etkenlerle hüküm vermeleri
yasaklarııyor. Zâlim bir hükümdar ya da siste inin korkusundan veya bir kimsenin
kendilerine ezada bulunmalarından korkarak adaleti terketmemeleri, istenilenin
aksine davranmamaları emrediliyor.
“Benden
korkun.” Benim emrime
karşı koymaktan benden korkun.
Kırâat imâmlarından Sehl İbn
Muhammed,
(.......) kelimesini hem vakf / duruş hâlinde ve hem vasl / geçiş
hâlinde, (.......) harfiyle
(.......) olarak okumuşlardır. Ancak
Ebû Amr vasl hâlinde Sehl İbn
Muhammed'e muvafakat etmiştir.
“Âyetlerimizi
az bir bedel karşılığmda satmayın.” Âyetlerimi ve koyduğum hükümleri,
rüşvet karşılığın da, makam ve mansıp için, halkın hoşuna gitmek, olurlarını
almak için değiştirmeyin.
“Kim
Allah’ın
indirdiği (hükümler)
ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir.”
İbn Abbâs
(radıyallahü anh) diyor ki:
“Kim koyduğum hükümleri inkâr ve reddetmek suretiyle
uygulamaz ve onlarla hükmetmezse, o kimse kâfirdir. Eğer inkâra kalkışmaksızın
uygulamıyorsa, o hükümlerle hükmetmiyorsa, o kimse kâfir değil, fakat fasik ve
zâlim bir kimsedir.”
İbn Mesud
(radıyallahü anh) ise şöyle diyor:
“Bu hüküm genel bir hüküm olup hem Yahûdîler ve hem
onlar dışında kalan diğer insanların tamamını yani Müslümanları da kapsar.”
45
Tevrât'ta onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, burna
burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılık ve cezâdır).
Yaralar da kısastır (Her yaralana misli ile
cezâlarıdırılır). Kim bunu (kısası)
bağışlarsa kendisi için o keffaret olur. Kim Allah'ın
indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir.
“Tevrât'ta
onlara şöyle yazdık.” Biz, Yahûdîler için Tevrât'a şu hükümleri
uygulamalarını farz kılıp kendilerine emrettik.
“Cana
can, göze göz.”
Yani biri herhangi bir
kimseyi haksız yere öldürürse, o da onun yerine öldürülecektir. Aynı şekilde
biri, bir başkasının gözünü çıkarmış veya gözüne herhangi bir zarar vermiş ise,
o çıkaran ya da zarar veren aynı şekilde cezâlarıdırılacaktır.
“Burna burun,
kulağa kulak, dişe diş
(karşılık ve
cezâdır.)”
“Yaralar da kısastır
(her yaralana misli ile cezâlarıdırılır.)
Yani kısas hükmünü getirdik.
Karşıya yapılan ne ise, berikisine de aynı şeyin yapılması veya uygularınası
demektir.
Mana olarak şöyledir: “Kısas
yapılması mümkün olanlarında kısas yapılır. Eğer kısas imkanı olmazsa bu
takdirde adil ve uygun bir karşılık cezâ ne ise o cezâ uygulanır.
İbn Abbâs'tan
rivâyete göre demiştir ki: “Önceleri, eğer bir kadın
erkekler tarafindan öldürülmüş ise, bundan dolayı erkeklere kısas
yapılmazdı/öldürülmezdi.”
İşte bunun üzerine,
(.......) âyeti inmiştir. Buna göre bir
Müslüman eğer bir zimmiyi/ gayri müslim, azınlıktan birini haksız olarak
öldürmüşse, o da bu sebeple öldürülür; eğer bir erkek bir kadım haksız yere
öldürmüşse bu kimse de cezâ olarak o kadın için öldürülür. Şayet hür olan bir
kimse bir köleyi aynı şekilde öldürmüşse o kimse de bu sebepten öldürülür.
Kırâat imâmlarından
Nâfi, Âsım
ve Hamza hepsini birbiri üzerine
atfederek/yükleyerek mensûb/fethalı olarak okumuşlardır. Atıf için de gerekçe
olarak, (.......) edatının amel ettiği esası
göstermişlerdir. Kırâat imâmlarından Ali Kisâî
de, bunları, “kişi” kelimesinin mahalline
atfederek merfû'/ötreli olarak okumuştur. Bu
durumda manası şöyle olmaktadır: “Biz, Tevrât'ta onlar
için yazdık.”
Burada,
(.......) Ve devamı ifadeler, “yazdık”
fiilinin, (.......) manasında bunların
mefulü/nesnesi olması sebebiyledir.
Yani,
(.......) fiilinden sonra gelen cümle, nasıl
ki, “söyledik” filinin mefulü olabiliyorsa aynı
şekilde bu fiilin de yani, (.......) fiilinin
de mefulü durumundadır. İsmi geçen kırâat îmandan dışında kalanlar ise tümünü
mensûb/fethalı olarak okumuşlardır ve, “yaralar”
lafzını ise merfû'/ötreli olarak okumuşlardır.
Yine âyette geçen ve kulak
manasına gelen, (.......) kelimesini Kur'ân'ın
her yerinde imâm Nafı
“Zal” harfinin sükunu ile,
(.......) olarak okumuştur.
Bu imâmın dışında kalanlar ise zal
(.......) harfinin zammesi/ötresiyle,
(.......) olarak okumuşlardır. Her iki okuyuş
ya da kullanılış tarzı dilde tıpkı, “el-Süht ve
el-Sühutu” gibidir ve câizdir.
“Kim
bunu (kısası)
bağışlarsa kendisi için o keffaret olur.”
Yani kısas hakkını
kullarınaktan vazgeçen kimsenin bu iyiliğine karşılık bir kefaret olur. Çünkü
Hazret-i Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur:
“Kim bir kan
bedelini veya bundan daha aşağı olan bir hakkını karşı tarafa bağışlarsa bu,
tıpkı annesinden doğduğu günden itibâren onun için bir kefaret olur.”
Bak, Süyuti,
el-Dürrü'l-Mensur, 3/92
“Kim
Allah'ın
indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir”
Yani söz konusu hükümlerden
geri durursa, tanımazsa...
|