Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

114

 

005 - MÂİDE SÛRESİ

 

CÜZ :

6

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

42

Hep yalana kulak verir, durmadan haram yerler. Sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Ve eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hükmet. Allah âdil olanları sever.

Hep yalana kulak verir.” Bu ifade tekit amacıyla tekrarlarınıştır.

Yani bu, (.......) demektir. Nitekim bundan sonra gelen şu cümle de böyledir:

Durmadan haram yerler.”

Yani kazanılması ve elde olunması helâl olmayan her şeyi, her yoldan alır yerler. Âyette geçen, “el-Süht” kelimesi, bu da, “Sehatehu” kökünden alınmadır ve bir şeyi kökünden kazımak manasına gelir. Çünkü bu, bereketi bütünüyle ortadan kaldınyor, yok ediyor. Nitekim bir hadiste şöyle buyurulmuştur.

“Hüküm açısından rüşvet de böyledir.” Bak Süyuti, el-Dürrü'l-Mensur,3/81

Yahûdîler hükümleri değiştirmek, haramı helâl kılmak için rüşvet alırlardı.

Kırâat imâmlarından İbn Kesîr, Ebû Amr, Eshel İbn Muhammed, Ya'kûb İbn İshak ve Ali Kisâî, “es-Süht” kelimesini, “essühutu” olarak okumuşlardır.

“Sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir.” Bir tefsire göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda muhayyer bırakılmıştı.

Yani kitap ehlinin kendisini hakem kabul etmeleri hainde, Resûlüllah aralarında hüküm verme veya vermeme konusunda serbest bırakılmıştı. Yine bir tefsire göre bu muhayyerlik durumu sonradan yürürlükten kaldırılrmştır/nesh olunmuştur. Çünkü Allah, “Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet” diye buyurmuştur. Mâide,49

Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler.” Sana zarar verebilecek bir güçleri asla olmayacaktır. Çünkü Allah seni, sana düşman olan insanlardan koruyacaktır.

“Ve eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hükmet. Allah adil olanları sever.”

43

İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrât yanlarında olduğu hâlde nasd seni hakem kılıyorlar da sonra, bunun arkasından yüz çevirip gidiyorlar? Onlar mü’min kimseler değildir.

İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrât yanlarında olduğu hâlde nasıl seni hakem kılıyorlar.”

Yahûdîlerin Resûlüllah'a ve ona indirilen Kitab'a îman etmedikleri hâlde, kendisini hakem tayin etmelerinden duyuları şaşkınlık ve hayret dile getiriliyor. Kaldı ki onların aradıkları hüküm inandıkların ileri sürdükleri kitaplarında zaten gerçek anlamıyla yer almaktadır.

(.......) ifadesi, (.......) lâfzından hâldir ve mübtedadır.

Haberi ise, (.......) ifadesidir.

(.......) Sonra, bunun arkasından yüz çevirip gidiyorlar?” Âyetin bu kısmı, (.......) kavli üzerine ma'tûf bulunmaktadır.

Yani mana şöyledir: “Seni hakem tayin etmelerinden sonra onların kitaplarına uygun olarak hükmetmen üzerine bu hükümden yüz çeviriyorlar ve hükme râzı olmuyorlar.”

Onlar mü’min kimseler değildirler.”

Yahûdîler iddialarında ileri sürdükleri gibi esasen îman etmiş değiller.

44

Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu hâlde Tevrât'ı indirdik. Kendilerini (Allah'a) vermiş peygamberler onunla Yahûdîle re hükmederlerdi. Allah'ın Kitab'ım korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler ve bilginler de (onunla hükmederlerdi). Hepsi ona (hak olduğuna) şâhitlerdi. Şu hâlde (Ey Yahûdîler ve hakimler!) İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Âyet lerimi az bir bedel karşılığında satmaym. Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.

Biz, içinde doğruyu rehberlik ve nur olduğu hâlde Tevrât'ı indirdik.”

“Kendilerini (Allaha) vermiş peygamberler onunla, Allah'ın Tevrât'ta yer alan hükümlerine boyun eğerlerdi. Aslında bu, peygamberleri, övgü yollu bir ifadedir. Bununla, o hükümleri uygulayan peygamberler açısından Yahûdîlere bir tarizdir, bir yergidir. Çünkü Yahûdî toplumu, bütün peygamberlerin dini olan İslam dininden uzak idiler.

(.......) küfür yoluna sapanlar hakkında... demektir. Burada, (.......) lafzında yer alan “Lam” harfi, (.......) kelimesine mütealliktir/bağlıdır.

(.......) cümlesi de, (.......) üzerine ma'tûfturlar. Bu, zahitler ve alimler/bilginler demektir.

Allah'ın kitabım korumaları kendilerinden istendiği gibi Rablerine teslim olmuş zâhidler ve bilginler de (onunla hükmederlerdi).”

Burada, (.......) kelimesinin, (.......) ifadesinden bedel olması da câizdir, denilmiştir. (.......) yani kitabın açıklarınasında, hükümlerinin anlatımında, demektir.

(.......) fiilindeki zamîr de, peygamberlere, Rabbanilere ve Ahbara/alimlere hepsine birden râcidir/yöneliktir.. Aslında Kitabın korunmasının istenmesi Allah tarafındandır. Allah bunlara kitabı ve hükümlerini korumakla görevlendirmiş, onlara bu sorumluluğu vermiştir. Ya da bu, sadece Rabbanilerle Ahbara/alimlere râcidir/yöneliktir. Bu durumda koruma talebi peygamberlerden gelmiş olabilir.

Hepsi ona (hak olduğuna) şâhitlerdi.” Kitabın içindeki hükümlerin değiştirilmemesi için üzerinde gözeticiler idiler.

Şu hâlde (Ey Yahûdîler ve hakimler!) insanlardan korkmayın.” Bununla idarecilerin verecekleri hükümlerin de Allah'tan başka hiçbir kimseden korkmamaları, hiçbir güçten çekinmemeleri emrediliyor. Başka etkenlerle hüküm vermeleri yasaklarııyor. Zâlim bir hükümdar ya da siste inin korkusundan veya bir kimsenin kendilerine ezada bulunmalarından korkarak adaleti terketmemeleri, istenilenin aksine davranmamaları emrediliyor.

“Benden korkun.” Benim emrime karşı koymaktan benden korkun.

Kırâat imâmlarından Sehl İbn Muhammed, (.......) kelimesini hem vakf / duruş hâlinde ve hem vasl / geçiş hâlinde, (.......) harfiyle (.......) olarak okumuşlardır. Ancak Ebû Amr vasl hâlinde Sehl İbn Muhammed'e muvafakat etmiştir.

Âyetlerimizi az bir bedel karşılığmda satmayın.” Âyetlerimi ve koyduğum hükümleri, rüşvet karşılığın da, makam ve mansıp için, halkın hoşuna gitmek, olurlarını almak için değiştirmeyin.

Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir.”

İbn Abbâs (radıyallahü anh) diyor ki: “Kim koyduğum hükümleri inkâr ve reddetmek suretiyle uygulamaz ve onlarla hükmetmezse, o kimse kâfirdir. Eğer inkâra kalkışmaksızın uygulamıyorsa, o hükümlerle hükmetmiyorsa, o kimse kâfir değil, fakat fasik ve zâlim bir kimsedir.”

İbn Mesud (radıyallahü anh) ise şöyle diyor: “Bu hüküm genel bir hüküm olup hem Yahûdîler ve hem onlar dışında kalan diğer insanların tamamını yani Müslümanları da kapsar.”

45

Tevrât'ta onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, burna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılık ve cezâdır). Yaralar da kısastır (Her yaralana misli ile cezâlarıdırılır). Kim bunu (kısası) bağışlarsa kendisi için o keffaret olur. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir.

Tevrât'ta onlara şöyle yazdık.” Biz, Yahûdîler için Tevrât'a şu hükümleri uygulamalarını farz kılıp kendilerine emrettik.

Cana can, göze göz.”

Yani biri herhangi bir kimseyi haksız yere öldürürse, o da onun yerine öldürülecektir. Aynı şekilde biri, bir başkasının gözünü çıkarmış veya gözüne herhangi bir zarar vermiş ise, o çıkaran ya da zarar veren aynı şekilde cezâlarıdırılacaktır.

“Burna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılık ve cezâdır.)

“Yaralar da kısastır (her yaralana misli ile cezâlarıdırılır.)

Yani kısas hükmünü getirdik. Karşıya yapılan ne ise, berikisine de aynı şeyin yapılması veya uygularınası demektir.

Mana olarak şöyledir: “Kısas yapılması mümkün olanlarında kısas yapılır. Eğer kısas imkanı olmazsa bu takdirde adil ve uygun bir karşılık cezâ ne ise o cezâ uygulanır.

İbn Abbâs'tan rivâyete göre demiştir ki: “Önceleri, eğer bir kadın erkekler tarafindan öldürülmüş ise, bundan dolayı erkeklere kısas yapılmazdı/öldürülmezdi.”

İşte bunun üzerine, (.......) âyeti inmiştir. Buna göre bir Müslüman eğer bir zimmiyi/ gayri müslim, azınlıktan birini haksız olarak öldürmüşse, o da bu sebeple öldürülür; eğer bir erkek bir kadım haksız yere öldürmüşse bu kimse de cezâ olarak o kadın için öldürülür. Şayet hür olan bir kimse bir köleyi aynı şekilde öldürmüşse o kimse de bu sebepten öldürülür.

Kırâat imâmlarından Nâfi, Âsım ve Hamza hepsini birbiri üzerine atfederek/yükleyerek mensûb/fethalı olarak okumuşlardır. Atıf için de gerekçe olarak, (.......) edatının amel ettiği esası göstermişlerdir. Kırâat imâmlarından Ali Kisâî de, bunları, “kişi” kelimesinin mahalline atfederek merfû'/ötreli olarak okumuştur. Bu durumda manası şöyle olmaktadır: “Biz, Tevrât'ta onlar için yazdık.”

Burada, (.......) Ve devamı ifadeler, “yazdık” fiilinin, (.......) manasında bunların mefulü/nesnesi olması sebebiyledir.

Yani, (.......) fiilinden sonra gelen cümle, nasıl ki, “söyledik” filinin mefulü olabiliyorsa aynı şekilde bu fiilin de yani, (.......) fiilinin de mefulü durumundadır. İsmi geçen kırâat îmandan dışında kalanlar ise tümünü mensûb/fethalı olarak okumuşlardır ve, “yaralar” lafzını ise merfû'/ötreli olarak okumuşlardır.

Yine âyette geçen ve kulak manasına gelen, (.......) kelimesini Kur'ân'ın her yerinde imâm Nafı “Zal” harfinin sükunu ile, (.......) olarak okumuştur. Bu imâmın dışında kalanlar ise zal (.......) harfinin zammesi/ötresiyle, (.......) olarak okumuşlardır. Her iki okuyuş ya da kullanılış tarzı dilde tıpkı, “el-Süht ve el-Sühutu” gibidir ve câizdir.

Kim bunu (kısası) bağışlarsa kendisi için o keffaret olur.”

Yani kısas hakkını kullarınaktan vazgeçen kimsenin bu iyiliğine karşılık bir kefaret olur. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Kim bir kan bedelini veya bundan daha aşağı olan bir hakkını karşı tarafa bağışlarsa bu, tıpkı annesinden doğduğu günden itibâren onun için bir kefaret olur.” Bak, Süyuti, el-Dürrü'l-Mensur, 3/92

Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir”

Yani söz konusu hükümlerden geri durursa, tanımazsa...

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1310  H : 710)

 

NESEFÎ / MEDÂRİK TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

HANEFÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç