Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

120

 

005 - MÂİDE SÛRESİ

 

CÜZ :

6

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

77

De ki, ey ehli kitâb! dininizde haksız ifrata dalmayın, bundan evvel şaşmış, bir çoklarını da şaşırtmış ve yolun doğrusundan sapmış bir kavmin hevaları ardından gitmeyin

(.........) de ki, (.........) ey Ehli kitab ve alel'husus ey Nesârâ (.........) dininizde haksız gulüvv etmeyiniz.»- Gulüvv, esasında oku ileriye atmaktır. Bundan her hangi bir şeyin kadr-ü menzilesini geçmek ve haddini tecavüz edib ileriye gitmek ma'nasına

tefri' ve tevsi' olunmuştur. Buradan anlaşılıyor ki, dinin haddi haktır. Ve Ehli kitabın bulundukları dinde hakda vardır batıl da. Kezalik dinde gulüvv iki türlüdür. Birisi haklı gulüvv diğeri haksız gulüvvdür. Haklı gulüvv, dinin hâkaikını tefahhus ve dekaikını teftiş-ü tetkık etmek ve delâil-ü berahinini tahsıl ile ahkâmını kemali dikkatle tatbik eylemelidir ki, buna salâbet, ittika, vera', ictihad mücahede, gayret ve hamiyyeti diniyye dahi ta'bir olunur. Âyet bunu nehyetmemiş belki tervic eylemiştir. Hakk olan hususatta ne kadar ileri gidilse ifrat ve taassub sayılmaz. Diğeri ise bâtıl ve haksız olan gulüvvdür ki, bu da edilleye göz yumub şübheler arkasına düşerek ifrat veya tefrıt ile hakkı tecavüz etmek ve zâhir olan hakkı teslim etmeyib hılâfını iltizam eylemektir ki, buna da taassub ve hamiyyeti cahiliyye ta'bir olunur. Âyet (.........) diye işte bu nevi' gulüvvü nehyetmiştir.

Ya'ni dinde hedefiniz daima hakk olsun, kör bir taklid, kuru bir taassub ile ifrat veya tefrıta sapıb hakkı tecavüz etmeyiniz. Haksızlık yapmayınız, nâhak şeylerde ısrar etmeyiniz. Ey Nesârâ siz Mesîhin hakk olan risaletini ileri geçib de onu ma'budluk mertebesine çıkarmayınız, ey Yehud siz de onun risalet-ü nübüvvetini inkâr ve kadr-ü menzilesini tenzil edib de Allah’ın bahşettiği hakkına tecavüz etmeyiniz. (.........) ve bundan evvel, ya'ni bi'seti Muhammediyyeden mukaddem dininizden muhakkak sapmış dalâlete düşmüş, bir çoklarını da ıdlâl etmiş sapıtmış ve sonra bi'seti Muhammediyye ile gösterilmiş olan doğru yoldan yan çizmiş bir kavmin, ya'ni seleflerinizin hevalarına tabi' olmayınız. Onları taklid edib arkalarından gitmeyiniz.» -Görülüyor ki, bu âyette bunların (.........) medlûlünce nasıl ve nereden çevrilib âyâtı haktan saptırıldıklarının bir beyanı vardır:

1- Esasen dinlerinde hakkı hedef ittihaz etmemeleri,

2- Bu sebeble haksız gulüvv-ü taassüb etmeleri,

3- Seleflerini kör körüne taklid etmeleri,

4- Hevâ ve temayülâtı nefsaniyyeye ittiba' etmeleri ki, birincinin de sebebini teşkil eyler. Ve işte îman ile küfrün, dini hakk ile dini bâtılin mebdei farikı budur. İlâhı hakka ubudiyyet, hevayı nefse ubudiyyet ki, zamanımızda hissiyatına tabi' olmak ta'bir olunur. Demek ki, Mesîha ilâh diyenlerin ledettahkık Mesîha değil, mücerred kendi hevalarına taabbüd edenlerdir. Buna mukabil Mesîha tecavüz edenler de yine kendi hevalarına teabbüd edenlerdir. Binaenaleyh Mesîha ilâh diyen Nesârâ Yehudun zıddına gitmiş görünmekle beraber hevaya ittiba' etmek, hissiyyat-ü taassub arkasında koşmak i'tibariyle Yehudun yoluna gitmişler ve onlara tabi' olmuşlardır.

İşte böyle dall-ü mudıl kimselerin hevalarına ittiba' etmeyiniz ve bu hıtaba karşı da haksız gulüvv edib bizim seleflerimizde böyle kimseler yoktur demeyiniz. Zira

78

Benî Israîlden o küfr edenler hem Davudun hem Meryemin oğlu Isânın lisaniyle tel'ın edildiler, bu onların ısyan etmeleri ve hakkın hududunu tecavüz eder olmaları sebebiyle idi

(.........) Beni İsraîlden küfredenlere hem Davudun lisanı hem de Isa İbn-i Meryemin lisanı ile lâ'net edildi.» -Ekser müfessirîn demişlerdir ki, lisanı Davud ile la'net Eshabı sebte, lisanı Isa ile la'net Eshabı Mâideye olmuştu. Eyle Ehalisi Sebt günü taaddi ettikleri zaman, Dâvûd aleyhisselâm onlara la'net etmiş, Maymunlara dönmüşler (Sûre-i A'rafa bak), Eshabı Mâide de bu sûrenin nihayetine doğru geleceği üzere «Mâide» nin nüzulünden ve onunla mütena'im olduktan sonra nankörlük etmişler, Isa aleyhisselâm da bed dua ve la'net etmiş hınzirlere dönmüşler (.........) bu nankörlüklerin ısyan etmeleri

ve tecavüz eder olmaları sebebile idi.

Ya'ni

79

işledikleri bir münkeden vaz geçmezlerdi, filhakıka ne fena yapıyorlardı

(.........) yaptıkları bir münkerden biribirlerine nehyetmezlerdi (.........) vallahi ne fena yapıyorlardı!»- Madem ki, la'netin sebebi ısyanları ve hakka tecavüzü ı'tiyad etmeleri idi demek oluyor ki, bunlardan sonra ısyan ve tecavüz ve haksız gulüvvedenler dahi tıbkı onlar gibi lisanı Davud ve Isâ ile mel'undurlar. Ey muhatab! Şimdi

80

onlardan bir çoğunu görürsün ki, Allah’ı tanımayanlara yardaklık ederler, elbette nefislerinin kendileri için takdim ettiği hediyye ne çirkin: Allah onlara gadab etti ve azabda muhalleddir onlar

(.........) din-ü îman iddiasında bulunan bu Ehli kitabdan bir çoğunu görürsün ki, -Resulullaha ve mü'minlere buğuzlarından nâşi- kâfirlere ya'ni müşriklere pek sıkı dostluk ediyorlar -müşriklerden tarafa oluyorlar, onların velâyeti arkasına düşüyorlar (.........) vallahi nefisleri kendileri için kıyamet gününe ne fena şey takdim ettiler ki, şudur: (.........) Allah kendilerine hışmetti ve azabda muhalleddirler.»- Çünkü Allah’a da iymanları yok o Peygambere de

81

Eğer Allah ve Peygambere ve ona indirilene iymanları olsa idi o kâfirleri yâr tutmazlardı, lâkin onların çoğu iymandan uzak fasıklardır.

(.........) eğer bunlar Allah’a ve o Peygambere ve ona inzal olunana îman eder olsalardı (.........) Allah’ın ve Peygamberin düşmanı olan o kafirleri dost tutmazlar, evliya tanımazlardı (.........) ve lâkin bunların bir çoğu dinden çıkmış fasıklardır.» -Mâzîde (.........) olmadıkları gibi bugün de değildirler, badema olmaları da müsteb'addir. Bil'akis tuğyan ve teaddilerini artıracaklardır. Mü'minleri hoşlanmamaları, dîni islâm ile istihza etmeleri de bundardı. Bunun için mü'minler bunları dost bilmemeli ve bunlar gibi olmamalıdırlar. Allah’ın bahşettiği ni'meti islâmı unutmamalı, nankörlük etmemeli, misaklarını bozmamalı, ahidlerini, akidlerini ifa etmeli, ameli salih yapmalı. (.........) olmamalıdırlar. Görülüyor ki, bu âyetin mazmunu evvelâ bunlarda (.........) şartının halen dahi intifasını tasrih ve fasılasile tâ yukarıdaki (.........) fasılasını te'kid ve o âyeti ıhtar ve oradan daha mâkabline doğru bir ircaı nazar ettirmiştir. Demek ki, burada Sûrenin başına kadar girisin geri bir mülâhaza daha yapılacak ve tekrar dönülüb mâba'dine devam edilecektir. Şayanı dikkattir ki, yukarıda ekserinin fasık olduğu söylendiği halde buradada kesîr ta'bir buyurulmuş, ya'ni bir çoğu denilmiştir. Gerçi eksere dahi kesîr denilebilirse de (.........) ile (.........) ya'ni çoğu ile bir çoğu ta'birleri arasında fark da vardır. Bu fark bize şu iki ma'nadan birini ıhtar eder:

1- Demek ki, ikinci fisk evvelkinden eşeddir. Ekserin fiskı taatsizlik ma'nasına fisıktı ki, i'tikadsız olub olmamaktan eamdır, ekseriyyetin Ehli kitab olmaktan çıkmasını istilzam etmez. Bir çoğunun fıskı ise bütün bütün küfr-ü tugyan ile Ehli kitab olmaktan huruç ve irtidad ma'nasına bir fisktır ki, obirinden eşedd bir şerdir.

2- Her ikisinde fisk aynı ma'naya olmakla beraber demek ki, dini islâmın intişarı ve bu hıtabatı Kur’âniyyenin feyzi te'siri ile Ehli kitabın ekseriyyeti fasikası azalmış (.........) kalmışlar, fakat bu kesîrin fiskı (.........) medlûlünce keyfiyyet i'tibariyle eski ekseriyyetin fiskından çok ziyade, çok şiddetli olmuştur. Filvakı' dini islâmın intişarı evvel emirde bütün kitabları ve edyanı cami' yeni bir kitab etrafında toplanan salih ve müstakım yeni bir ümmet, yeni bir Ehli kitab teşkil etmiştir.

Saniyen umumiyyetle Ehli kitab üzerinde bir hissi salâh uyandırmış, salisen Ehli kitabın ekaliyyeti mü'mine ve salihası islâma iltihak etmiş, diğer taraftan ekseriyyeti fasika kalmıştır. Sonra bu ekseriyyeti fasikanın bir çoğu da müsliman olmamakla beraber az çok bir intibahı salah ile islâm tabi'iyyetine girmiş, zimmeti islâmı kabul eylemiş, ve bu suretle eski fisıklarının bir çoğundan vaz geçmiştir. Bu suretle o ekseriyyeti fasika azalmış, fakat buna mukabil bir çoğu da hakkı büsbütün unutmuş, gayz-u taassuba sarılmış, küfr-ü tuğyanını artırdıkça artırmış, her münkeri terviç etmiş, islâma husumette müşriklerle beraber olmuş ve hatta daha ileri gitmiş, lisanı Davud ve Isa ile tel'in edilen mel'unlar menzilesine düşmüştür. Binaenaleyh mukaddema (.........) hıtabına lâyık olan Ehli kitab, kemmiyyet noktai nazarından eski haline nazaran (.........) kalmış ve fakat keyfiyyet noktai nazarından (.........) olmuşlardır. Demek ki, Ehli islâm misakı îman ve salâha gereği gibi riayette devam ve hayratta müsabaka ile mücahedeye ıkdam ettikçe fisk azalacak, salâhı âlem tezayüd edecek, herkes (.........) sirrine mazhariyyetle mes'ud olacak ve aksi halde müslimanların hali de Ehli kitabın haline dönecek fasıklara mahkûm olub onların sürüklediği azaba düşeceklerdir. Bu tafsılâttan ve fiskın azalmasından anlaşıldı ki, Ehli kitab içinden evvelâ ekseri fasikîne, sonra da kesîri fasikîne tekabül eden birer kısım vardır ki, haksız gulüvv-ü taassubdan sakınır mu'tedil bir ümmeti muktasıdedirler. Bunların bir kısmı ekseriyyeti fasikaya iştirak etmemiş, evvel-ü âhir îman-ü salâhlarını muhafaza etmişler, Mûsaya olduğu gibi Isâya, Isâya olduğu gibi Hâtemül'enbiyaya da îman eylemişlerdir. Bunların hallerinde bir fark varsa mukaddema o Peygamber, o ruhı hak gelecek diye

îman ederken gelince de geldi diye îman etmiş ve münzelâtı sabıka ile beraber münzelâtı lâhıkayı da ikame eylemiş olmalarından ıbarettir. Diğer kısmı ise mukaddema ekseriyyeti fasikadan olduğu halde bil'ahare intibah hasıl etmiş, tevbekâr olmuş ve obirlerine iltihak ederek kesîri fasikîne mukabil ahzı mevkı' etmişlerdir veya edeceklerdir ki, işte bunlar (.......) dırlar.

Acabâ bunlar içinde Yehud ve Nesârâ da aynı nisbette midirler? Yoksa farklı mıdırlar? Bu noktai nazardan Yehud ile Nesârâyı mukayeseye gelince: Filvakı' bunların ikisinin de çoğu fasıktır, fasıklar da mü'minleri sevmezler, adavet ederler. Maamafih hepsinin derecei adavetleri ve kabiliyyeti meveddetleri de müsavi değildir. Ya Muhammed!. (.........)

(.........)

82

Nâsın mü'minlere adavetçe en şiddetlisini her halde Yehudîlerle müşrikler bulacaksın, mü'minlere meveddetçe en yakınlarını da her halde "biz Nesârâyız" diyenler bulacaksın, sebebi: çünkü bunların içinde âlim keşişler ve târiki Dünya rahibler vardır ve bunlar kibr etmezler

(.........)

ve Nesârâ Ehli kitâb, gerekse bunların gayrı alel'umum kâfir olan nâs içinde mü'minlere adavetce en şiddetlisini kasem olsun ki, Yehudîler ve müşrikler bulacaksın -Ehli îmana şiddeti adavet noktai nazarından Yehudîleri müşriklerin de önünde göreceksin.»- Demek ki, bunlar iymandan uzaktırlar, kesîri fasikun bunlarda daha ziyadedir. Çünkü bunların Dünyaya hırsı hepsinden çoktur. (.........) Ve çünkü bunların kalbleri kasvetlidir (.........). Hevaya inhimakleri, fesada meyilleri, hakka karşı kibr-ü inadları pek kuvvetlidir. Enbiyayı tekzib ve katilde, ısyan-ü ihtilâlde mümareseleri pek ziyadedir. (.........) Ve yine kasem olsunki bütün bu nâsın mü'minlere meveddetçe en yakınını «biz Nesârâyız» deyenler bulacaksın -Gerçi bunlar da umumiyyetle mü'min değildir. Ve müminlere adavet bunlarda da vardır. Fakat cins cinse mülâhaza edildiği zaman o birlerinin adavette şiddeti ziyade, bunların da mü'minleri sevebilmek kabiliyyeti ziyadedir.

Ya'ni onların meveddetleri ihtimali büsbütün yok değil, lâkin bunların meveddeti daha ziyade melhuz ve daha ziyade yakın bir ihtimaldir. Bunlardan îman kabiliyyeti, ehli îman mahabbeti o birlerinden fazla bulunur. (.........) Bunların akreb bulunması şu sebebledir ki, (.........) bunlardan Kıssisler, ya'ni ilm-ü ıbadetle meşgul keşişler (.........) ve Rahibler, ya'ni Âhıret korkusile manastırlarda nefislerini ezen taabbüdat ile meşgul tariki Dünyalar vardır. (.........) Bir de bunlar mütekebbir değildirler. -Mütevazı' ve munisdirler. Bu iki sebeble mü'minleri sevebilmeleri daha ziyade melhuzdur. Ve binaenaleyh kulaklarına söz girmek

ve anladıkları zaman hakkı kabul etmek ihtimalleri fazladır.

KISSİS: Gece bir şeyi taleb ve tetebbu' etmek ma'nasına «kasse» den mubalâga sıygasıdır. Ilm-ü dini tetebbu'leri i'tibariyle Nesârâ rüessasından âlim ve âbid olanlara da «kass» ve «kıssis» denilmiştir. İbn-i Zeydin beyanına göre Kıssis Ruhbanın reisi demektir. İbn-i Atıyye aslı arabî olmayıb muarreb bulunduğunu, Kurtub da aslı Rumca olub âlim demek olduğunu söylemişlerdir ki, Kamus mütercimi de «keşiş olacaktır» diyor. Râgıbın Müfredatında dahi beyan olunduğu üzere ruhban; rehbetten rahibin cem'idir. Su'ban gibi müfred olarak isti'mal edildiği de zikredilmiştir ki, o zaman cem'i rehabîn ve rehabine gelir. Rehbet ıztırab ile korkub çekinmektir. Terehhüb manastırda taabbüd etmektir ki, isti'mali rehbet demektir. Rehbaniyyet de fartı rehbetten taabbüde tahammülde gulüvv-ü ifrat etmektir. İlh. Eski Nesârâda et yememek, savmi visal tutmak, nefislerine eziyet için boyunlarına zencir takmak ve hatta kendilerini iğdiş etmek derecesine varanlar olmuştur ki, bunlar nefs ile mücahede ederek ıhtirasatını kal'etmek, nefsi sabr-ü tahammül ile taâte alıştırmak ve Nesârâ ta'birince zenbi fıtrî ile alûde olan nefsi tathir-ü takdis ederek rızayı İlâhîyi isticlâb etmek gibi makasıdı tazammun eden bir hareket ise de haddi zatında (.........) hukmünde dahil olan gayri fıtrî gulüvv ve teşdidat cümlesindendir. Nesârâ gûya Hazret-i Yahya ve Isâ aleyhimesselâmın hayatı tecerrüdlerini ileri götürmek ve bu suretle rızaullaha ermek maksadiyle bu tarzı rehbaniyyeti rüesayı din hakkında bir fariza olmak üzere ibda' eylemiş iseler de Sûre-i «Hadid» de (.........) âyetinde ıhtar olunduğu üzere bunu hakkıyle riayet edememişler ve meşru'dan kaçarken gayri meşru' halâta düşmüşlerdir. Ve bunun için (.........) dır. Ve böyle olduğu bu âyetleri müteakıb anlatılacaktır. Fakat her nevi ahlâkı zemimenin başı olan hırsı dünya ve ittibaı şehevat tuğyanı ile bunun temamen zıddı demek olan rehbaniyyet mukayese edildiği zaman her halde Dünya ıhtirasatına karşı rehbaniyyet mücehedesinin bir fazilet olduğu da inkâr edilemez. Zira hubbi Dünya re'si külli hatıedir. Bir millet içinde böyle ciddî bir rehbet ile son derece zahidâne ve müteabbidâne bir tecerrüd ve sabr-ü tahammül hayatı ta'kıb edebilenler o millette bir hissi i'tidal uyandırabilecek bir nümunei tehzib olmaktan halî kalmazlar. İşte bu haysiyetledir ki, sahihan ilm-ü amele ihtimam eden kıssisînin ve şehevatı Dünyeviyeden tecerrüde çalışan ruhbanın mevcudiyyetleri Nesârânın kibirlerini kıran ve mü'minlere kurbi meveddetlerine sebeb olan menakıblarından sayılmıştır. Yoksa rehbaniyyet namı altında Dünya peşinde koşanların, halâlı men'edib harama göz yumanların din-ü Dünyaya muzır (.........) den olduklarında şübhe yoktur. Netekim Sûre-i «Hadid» de (.........) buyurulmuştur. Velhasıl âyet bize gösteriyor ki, ılim ve ulemaya mahabbet, Âhıret düşüncesi, akıbet endişesi, kezalik kibirsizlik velevse kafir de olsun haddi zatında mahmud, en nafi' en güzel esbabı tekarrüb cümlesindendir. Ve bu sebebledir ki, Nesârâ ehli îmana meveddet noktai nazarından daha yakın bir vaz'ıyyetidir. Ve binaenaleyh bu ahlâkıyyet mevcud oldukça Nesârâda kabiliyyeti îman daha fazladır. Ve bunlardan cidden îmana gelenler Yehudîlerden daha çok olmuştur. Bu suretle bunlar kibirsiz ve ehli îmana meveddetçe diğerlerinden akreb bulunduğu gibi içlerinde bilfi'ıl îman eden ve edecek olan ince kalbli, hakk -aşina mü'minler dahi bulunduğunu isbat ile ehli îmana nakli hıtab için şöyle buyuruluyor:

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(Ö :  M :1942  H :1361)

 

ELMALILI - ORİJİNAL - (TÜRKÇE)

 

HANEFî

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç