77
De ki, ey ehli kitâb! dininizde haksız ifrata dalmayın,
bundan evvel şaşmış, bir çoklarını da şaşırtmış ve yolun doğrusundan sapmış bir
kavmin hevaları ardından gitmeyin
(.........) de ki,
(.........) ey Ehli kitab ve alel'husus ey
Nesârâ (.........) dininizde haksız gulüvv
etmeyiniz.»- Gulüvv, esasında oku ileriye atmaktır. Bundan her hangi bir şeyin
kadr-ü menzilesini geçmek ve haddini tecavüz edib ileriye gitmek ma'nasına
tefri' ve tevsi' olunmuştur. Buradan anlaşılıyor ki, dinin
haddi haktır. Ve Ehli kitabın bulundukları dinde hakda vardır batıl da. Kezalik
dinde gulüvv iki türlüdür. Birisi haklı gulüvv
diğeri haksız gulüvvdür. Haklı gulüvv, dinin hâkaikını tefahhus ve dekaikını
teftiş-ü tetkık etmek ve delâil-ü berahinini tahsıl ile ahkâmını kemali dikkatle
tatbik eylemelidir ki, buna salâbet, ittika, vera', ictihad mücahede, gayret ve
hamiyyeti diniyye dahi ta'bir olunur. Âyet bunu nehyetmemiş belki tervic
eylemiştir. Hakk olan hususatta ne kadar ileri gidilse ifrat ve taassub
sayılmaz. Diğeri ise bâtıl ve haksız olan gulüvvdür ki, bu da edilleye göz yumub
şübheler arkasına düşerek ifrat veya tefrıt ile hakkı tecavüz etmek ve zâhir
olan hakkı teslim etmeyib hılâfını iltizam eylemektir ki, buna da taassub ve
hamiyyeti cahiliyye ta'bir olunur. Âyet (.........)
diye işte bu nevi' gulüvvü nehyetmiştir.
Ya'ni dinde hedefiniz
daima hakk olsun, kör bir taklid, kuru bir taassub ile ifrat veya tefrıta sapıb
hakkı tecavüz etmeyiniz. Haksızlık yapmayınız, nâhak şeylerde ısrar etmeyiniz.
Ey Nesârâ siz Mesîhin hakk olan risaletini ileri geçib de onu ma'budluk
mertebesine çıkarmayınız, ey Yehud siz de onun risalet-ü nübüvvetini inkâr ve
kadr-ü menzilesini tenzil edib de Allah’ın bahşettiği hakkına tecavüz etmeyiniz.
(.........) ve bundan evvel,
ya'ni bi'seti Muhammediyyeden mukaddem
dininizden muhakkak sapmış dalâlete düşmüş, bir çoklarını da ıdlâl etmiş
sapıtmış ve sonra bi'seti Muhammediyye ile gösterilmiş olan doğru yoldan yan
çizmiş bir kavmin, ya'ni seleflerinizin
hevalarına tabi' olmayınız. Onları taklid edib arkalarından gitmeyiniz.»
-Görülüyor ki, bu âyette bunların (.........)
medlûlünce nasıl ve nereden çevrilib âyâtı haktan saptırıldıklarının bir beyanı
vardır:
1- Esasen dinlerinde hakkı hedef ittihaz etmemeleri,
2- Bu sebeble haksız gulüvv-ü taassüb etmeleri,
3- Seleflerini kör
körüne taklid etmeleri,
4- Hevâ ve temayülâtı nefsaniyyeye ittiba' etmeleri ki,
birincinin de sebebini teşkil eyler. Ve işte
îman ile küfrün, dini hakk ile dini bâtılin mebdei farikı budur. İlâhı hakka
ubudiyyet, hevayı nefse ubudiyyet ki, zamanımızda hissiyatına tabi' olmak ta'bir
olunur. Demek ki, Mesîha ilâh diyenlerin ledettahkık Mesîha değil, mücerred
kendi hevalarına taabbüd edenlerdir. Buna mukabil Mesîha tecavüz edenler de yine
kendi hevalarına teabbüd edenlerdir. Binaenaleyh Mesîha ilâh diyen Nesârâ
Yehudun zıddına gitmiş görünmekle beraber hevaya ittiba' etmek, hissiyyat-ü
taassub arkasında koşmak i'tibariyle Yehudun yoluna gitmişler ve onlara tabi'
olmuşlardır.
İşte böyle dall-ü mudıl kimselerin hevalarına ittiba'
etmeyiniz ve bu hıtaba karşı da haksız gulüvv edib bizim seleflerimizde böyle
kimseler yoktur demeyiniz. Zira
78
Benî Israîlden o küfr edenler hem Davudun hem Meryemin oğlu
Isânın lisaniyle tel'ın edildiler, bu onların ısyan etmeleri ve hakkın hududunu
tecavüz eder olmaları sebebiyle idi
(.........) Beni İsraîlden
küfredenlere hem Davudun lisanı hem de Isa İbn-i Meryemin lisanı ile lâ'net
edildi.» -Ekser müfessirîn demişlerdir
ki, lisanı Davud ile la'net Eshabı sebte, lisanı Isa ile la'net Eshabı Mâideye
olmuştu. Eyle Ehalisi Sebt günü taaddi ettikleri zaman, Dâvûd
aleyhisselâm onlara la'net etmiş, Maymunlara
dönmüşler (Sûre-i A'rafa bak), Eshabı Mâide de
bu sûrenin nihayetine doğru geleceği üzere «Mâide» nin nüzulünden ve onunla
mütena'im olduktan sonra nankörlük etmişler, Isa
aleyhisselâm da bed dua ve la'net etmiş hınzirlere dönmüşler
(.........) bu nankörlüklerin ısyan etmeleri
ve tecavüz eder olmaları sebebile idi.
Ya'ni
79
işledikleri bir münkeden vaz geçmezlerdi, filhakıka ne fena
yapıyorlardı
(.........) yaptıkları bir
münkerden biribirlerine nehyetmezlerdi (.........)
vallahi ne fena yapıyorlardı!»- Madem ki, la'netin sebebi ısyanları ve hakka
tecavüzü ı'tiyad etmeleri idi demek oluyor ki, bunlardan sonra ısyan ve tecavüz
ve haksız gulüvvedenler dahi tıbkı onlar gibi lisanı Davud ve Isâ ile
mel'undurlar. Ey muhatab! Şimdi
80
onlardan bir çoğunu görürsün ki, Allah’ı tanımayanlara
yardaklık ederler, elbette nefislerinin kendileri için takdim ettiği hediyye ne
çirkin: Allah onlara gadab etti ve azabda muhalleddir onlar
(.........) din-ü îman
iddiasında bulunan bu Ehli kitabdan bir çoğunu görürsün ki, -Resulullaha
ve mü'minlere buğuzlarından nâşi- kâfirlere ya'ni
müşriklere pek sıkı dostluk ediyorlar -müşriklerden tarafa oluyorlar, onların
velâyeti arkasına düşüyorlar (.........)
vallahi nefisleri kendileri için kıyamet gününe ne fena şey takdim ettiler ki,
şudur: (.........) Allah kendilerine hışmetti
ve azabda muhalleddirler.»- Çünkü Allah’a da iymanları yok o
Peygambere de
81
Eğer Allah ve Peygambere
ve ona indirilene iymanları olsa idi o kâfirleri yâr tutmazlardı, lâkin onların
çoğu iymandan uzak fasıklardır.
(.........) eğer bunlar
Allah’a ve o Peygambere ve ona inzal
olunana îman eder olsalardı (.........)
Allah’ın ve Peygamberin düşmanı olan
o kafirleri dost tutmazlar, evliya tanımazlardı
(.........) ve lâkin bunların bir çoğu dinden çıkmış fasıklardır.»
-Mâzîde (.........) olmadıkları gibi bugün de
değildirler, badema olmaları da müsteb'addir. Bil'akis tuğyan ve teaddilerini
artıracaklardır. Mü'minleri hoşlanmamaları, dîni islâm ile istihza etmeleri de
bundardı. Bunun için mü'minler bunları dost bilmemeli ve bunlar gibi
olmamalıdırlar. Allah’ın bahşettiği ni'meti islâmı unutmamalı, nankörlük
etmemeli, misaklarını bozmamalı, ahidlerini, akidlerini ifa etmeli, ameli salih
yapmalı. (.........) olmamalıdırlar. Görülüyor
ki, bu âyetin mazmunu evvelâ bunlarda
(.........) şartının halen dahi intifasını
tasrih ve fasılasile tâ yukarıdaki (.........)
fasılasını te'kid ve o âyeti ıhtar ve oradan daha mâkabline doğru bir ircaı
nazar ettirmiştir. Demek ki, burada Sûrenin başına kadar girisin geri bir
mülâhaza daha yapılacak ve tekrar dönülüb mâba'dine devam edilecektir. Şayanı
dikkattir ki, yukarıda ekserinin fasık olduğu söylendiği halde buradada kesîr
ta'bir buyurulmuş, ya'ni bir çoğu denilmiştir.
Gerçi eksere dahi kesîr denilebilirse de (.........)
ile (.........) ya'ni
çoğu ile bir çoğu ta'birleri arasında fark da vardır. Bu fark bize şu iki
ma'nadan birini ıhtar eder:
1- Demek ki, ikinci fisk evvelkinden eşeddir. Ekserin fiskı
taatsizlik ma'nasına fisıktı ki, i'tikadsız olub olmamaktan eamdır, ekseriyyetin
Ehli kitab olmaktan çıkmasını istilzam etmez. Bir çoğunun fıskı ise bütün bütün
küfr-ü tugyan ile Ehli kitab olmaktan huruç ve irtidad ma'nasına bir fisktır ki,
obirinden eşedd bir şerdir.
2- Her ikisinde fisk aynı ma'naya olmakla beraber demek ki,
dini islâmın intişarı ve bu hıtabatı Kur’âniyyenin feyzi te'siri ile Ehli
kitabın ekseriyyeti fasikası azalmış (.........)
kalmışlar, fakat bu kesîrin fiskı (.........)
medlûlünce keyfiyyet i'tibariyle eski ekseriyyetin fiskından çok ziyade, çok
şiddetli olmuştur. Filvakı' dini islâmın intişarı evvel emirde bütün kitabları
ve edyanı cami' yeni bir kitab etrafında toplanan salih ve müstakım yeni bir
ümmet, yeni bir Ehli kitab teşkil etmiştir.
Saniyen umumiyyetle Ehli
kitab üzerinde bir hissi salâh uyandırmış, salisen
Ehli kitabın ekaliyyeti mü'mine ve salihası islâma iltihak etmiş, diğer taraftan
ekseriyyeti fasika kalmıştır. Sonra bu ekseriyyeti fasikanın bir çoğu da
müsliman olmamakla beraber az çok bir intibahı salah ile islâm tabi'iyyetine
girmiş, zimmeti islâmı kabul eylemiş, ve bu suretle eski fisıklarının bir
çoğundan vaz geçmiştir. Bu suretle o ekseriyyeti fasika azalmış, fakat buna
mukabil bir çoğu da hakkı büsbütün unutmuş, gayz-u taassuba sarılmış, küfr-ü
tuğyanını artırdıkça artırmış, her münkeri terviç etmiş, islâma husumette
müşriklerle beraber olmuş ve hatta daha ileri gitmiş, lisanı Davud ve Isa ile
tel'in edilen mel'unlar menzilesine düşmüştür. Binaenaleyh mukaddema
(.........) hıtabına lâyık olan Ehli kitab,
kemmiyyet noktai nazarından eski haline nazaran
(.........) kalmış ve fakat keyfiyyet noktai nazarından
(.........) olmuşlardır. Demek ki, Ehli islâm
misakı îman ve salâha gereği gibi riayette devam ve hayratta müsabaka ile
mücahedeye ıkdam ettikçe fisk azalacak, salâhı âlem tezayüd edecek, herkes
(.........) sirrine mazhariyyetle mes'ud olacak
ve aksi halde müslimanların hali de Ehli kitabın haline dönecek fasıklara mahkûm
olub onların sürüklediği azaba düşeceklerdir. Bu tafsılâttan ve fiskın
azalmasından anlaşıldı ki, Ehli kitab içinden evvelâ
ekseri fasikîne, sonra da kesîri fasikîne tekabül eden birer kısım vardır ki,
haksız gulüvv-ü taassubdan sakınır mu'tedil bir ümmeti muktasıdedirler. Bunların
bir kısmı ekseriyyeti fasikaya iştirak etmemiş, evvel-ü âhir îman-ü salâhlarını
muhafaza etmişler, Mûsaya olduğu gibi Isâya, Isâya olduğu gibi Hâtemül'enbiyaya
da îman eylemişlerdir. Bunların hallerinde bir fark varsa mukaddema o
Peygamber, o ruhı hak gelecek diye
îman ederken gelince de geldi diye îman etmiş ve münzelâtı
sabıka ile beraber münzelâtı lâhıkayı da ikame eylemiş olmalarından ıbarettir.
Diğer kısmı ise mukaddema ekseriyyeti fasikadan olduğu halde bil'ahare intibah
hasıl etmiş, tevbekâr olmuş ve obirlerine iltihak ederek kesîri fasikîne mukabil
ahzı mevkı' etmişlerdir veya edeceklerdir ki, işte bunlar
(.......) dırlar.
Acabâ bunlar içinde Yehud ve Nesârâ da aynı nisbette
midirler? Yoksa farklı mıdırlar? Bu noktai nazardan Yehud ile Nesârâyı
mukayeseye gelince: Filvakı' bunların ikisinin de çoğu fasıktır, fasıklar da
mü'minleri sevmezler, adavet ederler. Maamafih hepsinin derecei adavetleri ve
kabiliyyeti meveddetleri de müsavi değildir. Ya Muhammed!.
(.........)
(.........)
82
Nâsın mü'minlere adavetçe en şiddetlisini her halde
Yehudîlerle müşrikler bulacaksın, mü'minlere meveddetçe en yakınlarını da her
halde "biz Nesârâyız" diyenler bulacaksın, sebebi: çünkü bunların içinde âlim
keşişler ve târiki Dünya rahibler vardır ve bunlar kibr etmezler
(.........)
ve Nesârâ Ehli kitâb, gerekse bunların gayrı alel'umum
kâfir olan nâs içinde mü'minlere adavetce en şiddetlisini kasem olsun ki,
Yehudîler ve müşrikler bulacaksın -Ehli îmana şiddeti adavet noktai nazarından
Yehudîleri müşriklerin de önünde göreceksin.»- Demek ki, bunlar iymandan
uzaktırlar, kesîri fasikun bunlarda daha ziyadedir. Çünkü bunların Dünyaya hırsı
hepsinden çoktur. (.........) Ve çünkü bunların
kalbleri kasvetlidir (.........). Hevaya
inhimakleri, fesada meyilleri, hakka karşı kibr-ü inadları pek kuvvetlidir.
Enbiyayı tekzib ve katilde, ısyan-ü ihtilâlde mümareseleri pek ziyadedir.
(.........) Ve yine kasem olsunki bütün bu
nâsın mü'minlere meveddetçe en yakınını «biz Nesârâyız» deyenler bulacaksın
-Gerçi bunlar da umumiyyetle mü'min değildir. Ve müminlere adavet bunlarda da
vardır. Fakat cins cinse mülâhaza edildiği zaman o birlerinin adavette şiddeti
ziyade, bunların da mü'minleri sevebilmek kabiliyyeti ziyadedir.
Ya'ni onların meveddetleri
ihtimali büsbütün yok değil, lâkin bunların meveddeti daha ziyade melhuz ve daha
ziyade yakın bir ihtimaldir. Bunlardan îman kabiliyyeti, ehli îman mahabbeti o
birlerinden fazla bulunur. (.........) Bunların
akreb bulunması şu sebebledir ki, (.........)
bunlardan Kıssisler, ya'ni ilm-ü ıbadetle
meşgul keşişler (.........) ve Rahibler,
ya'ni Âhıret korkusile manastırlarda
nefislerini ezen taabbüdat ile meşgul tariki Dünyalar vardır.
(.........) Bir de bunlar mütekebbir
değildirler. -Mütevazı' ve munisdirler. Bu iki sebeble mü'minleri sevebilmeleri
daha ziyade melhuzdur. Ve binaenaleyh kulaklarına söz girmek
ve anladıkları zaman hakkı kabul etmek ihtimalleri
fazladır.
KISSİS: Gece bir şeyi taleb ve tetebbu' etmek ma'nasına
«kasse» den mubalâga sıygasıdır. Ilm-ü dini tetebbu'leri i'tibariyle Nesârâ
rüessasından âlim ve âbid olanlara da «kass» ve «kıssis» denilmiştir. İbn-i
Zeydin beyanına göre Kıssis Ruhbanın reisi demektir.
İbn-i Atıyye aslı arabî olmayıb muarreb
bulunduğunu, Kurtub da aslı Rumca olub âlim demek olduğunu söylemişlerdir ki,
Kamus mütercimi de «keşiş olacaktır» diyor. Râgıbın
Müfredatında dahi beyan olunduğu üzere ruhban; rehbetten rahibin cem'idir.
Su'ban gibi müfred olarak isti'mal edildiği de zikredilmiştir ki, o zaman cem'i
rehabîn ve rehabine gelir. Rehbet ıztırab ile korkub çekinmektir. Terehhüb
manastırda taabbüd etmektir ki, isti'mali rehbet demektir. Rehbaniyyet de fartı
rehbetten taabbüde tahammülde gulüvv-ü ifrat etmektir. İlh. Eski Nesârâda et
yememek, savmi visal tutmak, nefislerine eziyet için boyunlarına zencir takmak
ve hatta kendilerini iğdiş etmek derecesine varanlar olmuştur ki, bunlar nefs
ile mücahede ederek ıhtirasatını kal'etmek, nefsi sabr-ü tahammül ile taâte
alıştırmak ve Nesârâ ta'birince zenbi fıtrî ile alûde olan nefsi tathir-ü takdis
ederek rızayı İlâhîyi isticlâb etmek gibi makasıdı tazammun eden bir hareket ise
de haddi zatında (.........) hukmünde dahil
olan gayri fıtrî gulüvv ve teşdidat cümlesindendir. Nesârâ gûya Hazret-i Yahya
ve Isâ aleyhimesselâmın hayatı tecerrüdlerini ileri götürmek ve bu suretle
rızaullaha ermek maksadiyle bu tarzı rehbaniyyeti rüesayı din hakkında bir
fariza olmak üzere ibda' eylemiş iseler de Sûre-i «Hadid» de
(.........) âyetinde ıhtar olunduğu üzere bunu
hakkıyle riayet edememişler ve meşru'dan kaçarken gayri meşru' halâta
düşmüşlerdir. Ve bunun için (.........) dır. Ve
böyle olduğu bu âyetleri müteakıb anlatılacaktır. Fakat her nevi ahlâkı
zemimenin başı olan hırsı dünya ve ittibaı şehevat tuğyanı ile bunun temamen
zıddı demek olan rehbaniyyet mukayese edildiği zaman her halde Dünya
ıhtirasatına karşı rehbaniyyet mücehedesinin bir fazilet olduğu da inkâr
edilemez. Zira hubbi Dünya re'si külli hatıedir. Bir millet içinde böyle ciddî
bir rehbet ile son derece zahidâne ve müteabbidâne bir tecerrüd ve sabr-ü
tahammül hayatı ta'kıb edebilenler o millette bir hissi i'tidal uyandırabilecek
bir nümunei tehzib olmaktan halî kalmazlar. İşte bu haysiyetledir ki, sahihan
ilm-ü amele ihtimam eden kıssisînin ve şehevatı Dünyeviyeden tecerrüde çalışan
ruhbanın mevcudiyyetleri Nesârânın kibirlerini kıran ve mü'minlere kurbi
meveddetlerine sebeb olan menakıblarından sayılmıştır. Yoksa rehbaniyyet namı
altında Dünya peşinde koşanların, halâlı men'edib harama göz yumanların din-ü
Dünyaya muzır (.........) den olduklarında
şübhe yoktur. Netekim Sûre-i «Hadid» de (.........)
buyurulmuştur. Velhasıl âyet bize gösteriyor ki, ılim ve ulemaya mahabbet,
Âhıret düşüncesi, akıbet endişesi, kezalik kibirsizlik velevse kafir de olsun
haddi zatında mahmud, en nafi' en güzel esbabı tekarrüb cümlesindendir. Ve bu
sebebledir ki, Nesârâ ehli îmana meveddet noktai nazarından daha yakın bir
vaz'ıyyetidir. Ve binaenaleyh bu ahlâkıyyet mevcud oldukça Nesârâda kabiliyyeti
îman daha fazladır. Ve bunlardan cidden îmana gelenler Yehudîlerden daha çok
olmuştur. Bu suretle bunlar kibirsiz ve ehli îmana meveddetçe diğerlerinden
akreb bulunduğu gibi içlerinde bilfi'ıl îman eden ve edecek olan ince kalbli,
hakk -aşina mü'minler dahi bulunduğunu isbat ile ehli îmana nakli hıtab için
şöyle buyuruluyor:
|